SANAL OLMAYAN ;
 "FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA   HOŞ GELDİNİZ !
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

SAYI 7 01/04/2009

İÇİNDEKİLER
Ahmet CANBABA DEMOKRASİYE GEÇİŞ SANCILARI
Ahmet CANBABA BEN YOKSULLUĞUMU ÖZLÜYORUM
Ahmet CANBABA MENDERES ÇIKMASI
Ahmet CANBABA HAYAT BİRAZ DA MASALSI
Ahmet CANBABA HAYATA DÖNÜŞ (erken teşhis)
Ahmet CANBABA SABAHLAR
Ahmet CANBABA GÖZ GÖRE GÖRE
Ahmet CANBABA İŞTE ÖYLE BİRİ
Ahmet CANBABA HORTUMCU

Atilla ALPAY ÇOCUKLARIN HAYATLARINA DEĞER VERELİM

Bora ATILGAN BENİM HÜZÜNLERİM

Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU BENİM İÇİN DE AĞLA

Hamit HANCI ÇOCUK SUÇLULUĞUNA ÇOK BİLİMLİ BAKIŞ SEMPOZYUMU

İsa KAYACAN ZAMANIN İÇİNDEN
İsa KAYACAN SEVGİ YOLU’NUN DÖRT ŞAİRİNDEN
İsa KAYACAN HAYRETTİN İVGIN’DEN GELENLER
İsa KAYACAN OSMAN TEKERCİ ŞİİRDE GİDEREK GÜÇLENİYOR
İsa KAYACAN KAZIM POYRAZ’IN ŞİİR DÜNYASI
İsa KAYACAN TEFENNİ NAMIK KEMAL İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRENCİLERİNİN ŞİİRLERİ

Mahmut Selim GÜRSEL BALIK MI YEM Mİ OLSAK
Mahmut Selim GÜRSEL ELİNDEKİ İLE YETİN
Mahmut Selim GÜRSEL BİDAT GECELERİ VE BİZLER
Mahmut Selim GÜRSEL  SESSİZLİK VE ZAMAN
Mahmut Selim GÜRSEL 23 NİSAN 1920 ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI

Mehmet Şakir ÇIPLAK YAZILIŞININ 600. YILINDA VESÎLETÜ’N-NECÂT

Müslüm TUNABOYLU KENTLER BÜYÜDÜKÇE SORUNLAR ÇOĞALIYOR
Müslüm TUNABOYLU ANADOLU BOZKIRINDA UNUTULMAYAN EĞİTİM KURUMLARI KÖY ENSTİTÜLERİ
Müslüm TUNABOYLU GÖLÜN YAZI MI YOKSA EĞMİR GÖLÜ MÜ

Necati ÇAVDAR "SONSUZLUK YOLCUSU”, PEYGAMBER ÇİÇEĞİ"Muhsin YAZICIOĞLU

Selma GÜRSEL EKMEK MANTISI

Serkan GÖKÇE BULUTLARIN KALBİ KIRILINCA
Serkan GÖKÇE BENİM ANNEM


Üzeyr Lokman ÇAYCI YILDIZLI PEKİYİ
Üzeyr Lokman ÇAYCI DESEN
 

Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

DEMOKRASİYE  GEÇİŞ SANCILARI

1951 Seçimlerinin ardından demokrat  partinin iş başına gelmesiyle birlikte  Devletçilikten  Özel  sektöre  kayış  başlamış, Amerikan  yardımlarıyla ülkemizde  sanayice  ilerlemenin  önüne  geçilmiş, daha fazla  hürriyet, daha  fazla  demokrasi  adı  altında  dinci  kesime yönelik  özgürlük  ve  demokrasi  gelmiş  ve  bu  gelişmeye  engel  olacak  kavramlar  laiklik  başta  olmak  üzere  budanmış  yabancıların  daha  fazla  söz  sahibi  olmaları  açısından  devlete  ait  neler  varsa  satılmış, Cumhuriyete  karşı  ‘İkinci  Cumhuriyetçiler’  çıkarak Atatürk ilkelerinin önüne  geçilmiştir.12  eylülle  birlikte  1980  öncesi sağ  sol  çatışmalarıyla birbirine  kırdırılan  gençlik, kendilerinin kullanıldıklarını  anladıklarında  artık  kendileri  için  vakit  çok  geçti. Sermaye 1970 öncesi bilinçsizliklerinin ve tecrübesizliklerinin zararlarını gördüklerinden sermayeye karşı çıkan sol örgütlenmenin karşısında ülkücü gençliği kullanmış,  1980 ihtilaline kadar gençlerin birbirlerini yok etmelerinde kapitalizm sistemli olarak oldukça güçlenmiş, buna karşın işçi köylü, memur kesimi de kendi davalarının takipçileri olmak açısından bir  sınıf  oluşturmuşlardır.  Yani  emekçi kesimi de  birçok  yandaşını yitirmesine rağmen  güçlenmişlerdir. Tabiî ki  bu  kamplara  ayrılmayı da  beraberinde  getirmiştir.
            Düşünün  bir kere 27 mayıs  ihtilali  olmuş,  devrimci  bir  anayasa  kabul  edilmiş.(BU  anayasa ki  halkın,  yani  toplum kesimlerinin  düşüncelerinin  önünde  bir anayasa)Gençler  emperyalizme karşı yürüyerek İstanbul’da  6.  filoyu  defol  git diye karşılamışlar. Deniz  Gezmiş  ve  arkadaşları  devrimin bir  kıvılcımı  olmuş,  ama  ne yazık ki  faşizmin  gücü bu  üç  fidanını   asmakla  kurtulacaklarını  sanmışlar,  Deniz  gezmiş  ve  arkadaşları idam  edilmiş    12  eylüle  böyle  gelinmiştir.
            Siyasiler  mecliste  reisicumhurunu  seçememiş,  sağ  sol  karmaşası  mecliste de  devam  etmiş,  halkın   12  eylülü  bir  kurtuluş  olarak  görmesine kadar  müdahalesini özellikle  sürdüren  ordu  12  Eylüle  gelindiğinde  darbe  yaparak  yönetime  el  koymuştur.
 Oysa  gençlerimiz  12  eylülle birlikte  faili meçhullerle ve  işkencedeki  ölümlerle  bir  girdabın  içine  sokulmuş  Hapishaneler   sağcı  ve  solcu  gençlerle  doldurulmuştur. İşte  bütün  bu  olaylarda  Türkiye  başta  Amerika  olmak  üzere  harici  güçlerle  hep  dışarıdan  yönetilmişlerdir.Barış  gönüllüleri  denmiş memleketimiz  karış  karış  gezilmiş,  köylümüzün  yani  halkımızın  örf  ve  adetlerinden  inanışlarına,  kimliklerinden  milliyetçilik duygularına,  dil  ve  lehçelerinden   siyasi  görüşlerine   kadar  Amerikan  casusları(Barış  Gönüllüleri) tarafından öğrenilmiş  öğrenilen  bilgilere  göre  Türkiye’nin  haritaları  çıkarılmış  ve bu  konular karşısında aleyhimize  geliştirilecek  stratejiler  oluşturulmuş  ve  bu  oluşturulan  stratejileri  savunan  kendi  gençlerimiz  Amerika da  burslu  olarak  okutulmuş  ve  Türkiye’ye  gelip  belirli  kilit  noktalarına  atandıklarında  Amerikan  siyasetini  savunmuşlardır.
            Türkiye üzerindeki emellerinin koruyucuları ve kollayıcıları olarak Avrupa ülkeleri de tabiî ki boş durmamışlardır. Demokrasimizin önündeki engellerin kaldırılması da Avrupa Birliği standartlarına uygun olarak ele alınmış Avrupa birliğine alınmayacağını bilmemize rağmen halkımızda bir Avrupa birliğine girme rüyaları yaratılmış,  serbest dolaşım,  bol para kazanmak gibi halkımızın özlemleri hep canlı tutulmuş ve AB ye üye olmak iktidarlarda oy potansiyelini artırma konusunda bir işlev haline gelmiştir.
            Türkiye’nin 1996 yılından itibaren gümrük birliğine girmesiyle Avrupa’daki ve dünyadaki gelişmiş ülkeler düzeyinde olmayan sanayimiz bu ülkelerle rekabet edemez düzeyde olduğundan ülkemizde birçok fabrika kendisine çekidüzen verip Avrupa’yla uyum sağlarken birçok küçük işletmelerde kapanmıştır. Tarımın ve sanayin devlet tarafından korunamaması sebebiyle ülkemiz yabancıların açık pazarı haline gelmiş kendi çiftçisini destekleyen ülkeler, ülkemize ucuz pirinç, buğday, mercimek ve her türlü bakliyat ürünlerini satmışlar. Emeğinin karşılığını alamayıp zarar eden köylümüz  ürün  ekmekten  vazgeçmiş  kendi  kendimize  yeterli  olan  bir  ülke pozisyonundan  tarımda da   dışa  bağımlı  bir  ülke  haline  getirilmiştir.  Tabiî ki  sanayimizde de  öyle.  Birçok fabrikalarımız  kapanmış,  teknolojik  yeniliklerle  donatılamayan  ve  devletin  arpalıkları  pozisyonunda  bulunan ve  sürekli  zarar  eden  eskimiş  teknolojilerimizle çalışan fabrikalarımız   Avrupa’ya  ayak  uyduramadığından  özelleştirilerek  teker  teker  elimizden  çıkarılmıştır. Artık  Avrupa’nın  işçisini,  çiftçisini  besleyen  sömürge  bir  ülke  konumuna  getirildik. Kendimizle  barışık  bir  toplumken  PKK nın dış  güçlerce  beslenip desteklenmesi  ve  ve  ülkemize  karşı zararlı  yayınlarda  bulunulmasına  göz  yumulması  karşısında  ülkemizdeki  ayrılıkçı  grupların  milli  duyguları,  kimlik  tartışmaları  yaratılarak  infial  noktalarına  kadar  getirilmiş,  en  ufak  olaylarda meydanlara  çıkarak yakıp  yıkmaya  ve  öldürmeye  yönelik  gösterilere  kadar  iş  vardırılmıştır.
            Sorunlarımız  birikerek  gelmiş  hiçbirisi  çözüme  kavuşturulmamış  bir  dağ  gibi  önümüzdedir. Ermeni  meselesinden,  Kıbrıs  meselesine, Kürt  sorunundan  doğalgaz  sorununa, dil  sorunundan, kriz  sorununa, işsizlik  sorunundan  eğitim  sağlık  yani  aklınıza  ne  gelirse bütün  sorunlara  kadar. Bütün  bu sorunlarla   başa  çıkmak  için  devletin  emniyet  güçleri  ile  halk  karşı  karşıya  getirilmiş  ve  devlet  kendi  bünyesinde  kendine  bağlı  birde  Gladyo   oluşturmuş ve  bu oluşumda  Susurluktaki Mercedes  kazasıyla ortaya  çıkmıştır.
Ülkemizin çok  değerli yazarları,  profesörleri, aydınları faili meçhul  suikastlarla  öldürülmüş  hiçbirisi aydınlatılamamıştır. Bu  işleri  halledemeyen  siyasetin elinden  kuvvet  kullanarak olayları  bastırmanın  ötesinde bir  iş  gelmemiştir. Dışarıdan  yönetilmenin neticesi Tarımı, sanayisi  ve  ekonomisi  çökmüş  bir  Türkiye’nin Özelleştirerek  ayakta  kalacağını  sananlar  yanıldıklarını  dışarıya  satacakları  bir şey  kalmadığı  zaman  anlayacaklardır. Şimdi  artık  taviz  verilerek işleri  yürütüyoruz. .  Tabiî ki   buda satılmadık kalan  fabrika  varsa satarak, Kürtçe  tv kanalları  açarak,  buzdolabı  çamaşır  makinesi  ve  gıda  maddeleri  dağıtarak, topraklarımızı  ve  yer altı  zenginliklerimizi  satarak, İMF den borç  para  alarak  ayakta  kalmaya  çalışılmaktadır.  İşte  29  mart  seçimleri   yapılmış  baştaki  iktidar  kan  kaybetse de  ne  değişmiştir. Halkımız  layık  olduğu  veçhile yönetilmeye  devam  edilecektir. 
            Yeni  Amerikan  başkanı Obama  geldi  20 milyar  dolar olarak  İMF nin  vereceği  kredi   ne  gibi  tavizler  verildi de    İMF nin  45  milyar  dolar  gibi  yüksek  bir  meblağa  ulaştırılmıştır. Acaba bu  tavizler  içinde Ermenistan’la  sınır açılırsa, Kıbrıs’ta  Rumlara  taviz  verilirse, Irakta  Kürtlere  tavizler  verilirse gibi   koşullar  ileri  sürülmüş müdür diye  insan  kendi  kendine  sormaktan da  kendini  alamıyor.
            Daha  bu gelişimin  içersine  Ergenekon’u dahil  etmedik. Oysa  Ergenekon  başlı  başına  işlenecek, ele  alınacak  bir  sorunlar  yumağıdır.
Çok partili  rejimmiş  gibi  görünse de  demokrasinin oturmayışı, seçim  sistemindeki  çarpıklık,  1950 sonrası olguyu  aynen  getirmiş,  2008  ler de 1950 leri  yaşar konumuna  gelmişiz. Tabiî ki  şu  anda Demokrat  Partinin iktidardan  uzaklaştırıldığı  ihtilaller  geleneği   ortadan kalktığı  için 2011 senesine  kadar  baskıcı ve  sindirici  ortama yokluk , yoksulluk  ve İşsizliği de  dahil  ettiğimizde  acaba demokrasiye   nasıl  ulaşırız.  İşte 45 milyar dolarlık  İMF  yardım  burada  imdada  yetişecek  gibi  gözüküyor.  Acaba bu  yardımlar  beş yüz milyar  doları  geçen  devletin  borcunu  daha da  yükselteceğinden daha  fazla  dış  borç  daha  fazla  dışa  bağımlılık  değimli?

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

BEN YOKSULLUĞUMU ÖZLÜYORUM   
 
Umut ekmek arası bir düş.
Hayat verecek bir iksir gibi
 
Seni düşünmek ve hissetmek.
Ve soluksuz bir rüya gibimsin gecemde.
 
Unutulmuş seslerimle bir köşede
Bir esintiye teslim olurdu güzelliğin.
 
Yaranmaya geç kalmış sevgide
Sıramı savardım sevmelerde,
 
Sıramı savardım düş kurup.
Bakışlarımızla ödeşirdik
 
Saygı sanırdık utanmaları.
Yüz kızarmalarına yenik düşerdi
 
Yüreklerdeki sevdalar.
Ben örfümü özlüyorum.
 
Bütün yüzlerin gülmediği
Gecikmiş bir ayrılık 
 
Gecikmiş bir sabır
Yabanıl dağ kuşları yüreğinde
 
Ürkek ve tedirgin.
Yitirmelerinden belli baharlarını.
 
Kırılmış bir dal ucu arar
Konmaya kendi yalnızlığına.
 
Hani lepiska saçları çocukluğunun
Karşılıksız sevgilerden çıkardın yoluma.
 
Yaşlandığımızı bilmezdik zaman içinde
Ölümler çoğalırdı farkında olmadan.
 
İçlerinde  sevgi  taşıyan
Bağışlayan  sözler  gülümserdi  dudaklarda.
 
Ben senin  feri  kaçmış  mavi gözlerini  görmesem de
Renksiz  bir  sevginin  ışığı  vuruyordu  gözüme.
 
Ölümsüz  dokunuşlardı 
İki okyanus  mavisi  gözlere.
 
Sessizdi  eller.
Çocuk hırçınlığında 
 
Ve susmayan  ağıtlarda
Büyüyen  bir  geleceği  taşırdık
 
Sevgimizle  suladığımız  yüreklerimizde.
Ben  çocukluk  aşkımı  özlüyorum
 
Ne arabam vardı
Ne villam yatım eskiden.
 
Ayakta  kalmaktı  yaşamak
Ölüme  ayak  sürüyüp.
 
Sıkımı  askerlerimi öldürecek biri
Halkımı  düşman  belleyecek.
 
Cezası ölümdü be yapanın.
Hangi  devlet  niye  astınız mı  derdi.
 
Onurumuz  vardı  be  eskiden.
Aslına  dönsün be  ne  varsa
 
Bir  rüyadan   uyanır gibi.
Varsın hep  yoksulluğa  yüreğini  aralasın yaşam
 
Komşu  gözlerin  kem  bakışlarında bile
Bir mutluluk  vardı be
 
Beyazlar  yamalıydı,   çatılar  çaresiz.
Ne  perişanlıklar  damlardı  yağmurla
 
Bir  anamın  şefkati  vardı
Kardeşlerimin  güler  yüzü.
 
Ben  gecekondumu,
Ben yoksulluğumu özlüyorum

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

MENDERES  ÇIKMAZI
 
Sevda  türküleri  söylerken 
Sevgililer  fısıltılarla
Aldandım.
Ölümler düştü
Parçalanmış  bedenlere
Kahpe  bir bombada
Haber  soludum.
Görgü  tanıkları
Olay yeri
Feryat  figan.
Muammer  güler
Gözlerim boşaldı
Hain ve acımasız teröristlere 
Lanet  okudum.
Korku  cam kırıklarında
Darmadağın.
Hırsından  kilitlenmiş  dil
Ve  hırsından kilitlenmiş  yumruk
Ve  gözyaşından  ıslanmış  mendil.
Ağıtlar  çökmüş  gözlere
Acılara  sağır  ten 
27 temmuz  gecesi. 
Dağılmış  sokaklara  korkulu  gözler
Kan gölüne  düşmüş  suretler
Damarlarda  çürümüş kan
Ölüm  sebil.
Can  çıkmazına  döndü  sokak 
Teselliye  kaçmış  üzüntüler
Hain  tuzaklara  yem.
Zavallılar  sürüsü
Bu gün 
Utanç  duvarına  çarpmış.
Amerikan uşağı  pkk
Dönekler  ordusu  yaratmış
Bir habis  ur gibi  memleketimde.
Burjuvazi
Yaşamda  bir  devinim
İleri,  geri  sağ,  sol
Orta  yol
Oltada  yem.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

HAYAT  BİRAZDA  MASALSI  
 
Şimdi bensiz hangi gerçeklere açıksın  yüreğinde
Bizi kim yönlendirir doğru gerçeklere yalın
Düşüncelerine gelen mesajlar  soyut
Hangi  verilerle   donatılmışsa  hücrelerin
 
Tesirinde  kalacak  tatlı  bir  masalın
Uykularımın  avlusuna  serilmiş
Kurumaya  yüz  tutmuş  bir  yüzüm
Hani  ölümü  ödeşmek  olmasa
Zamandan  çalardım  senin için
 
Bil ki  senin  için  yaşamımda  öksüzüm
Korkularımız  tünerdi  geceye
Cesaretimiz  cehennem  kapılarına  sürgün
Çıplak  bir  yalnızlıkla  baş başa
 
Çocukluk  sevincimi  yaşarken
Bırakırdım  kendimi akşam hüznüne  her gün
Dağların kar yağmış lekeli beyazlığında
Beyaz kurşuni simli  göz alıcı rengi var
 
Bir kabusa dönüşmesin   gelecek
Derin dipsiz bir kuyudur yalnızlık
Ve  yıkılmaya  yüz  tutmuş  yamalı  duvar
Bir öfkeye mahkum olmuşsa beyin
 
Bir bak gözlerde haksızlıklar desen  desen
Yası  kalmış   bir  sevinci  neyleyim
Sığınağım  mor karanfil  sarı  düş
Bir alevden soluktur şimdi içimde esen

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

HAYATA  DÖNÜŞ   (erken  teşhis)
Sırtımdaki,  göksümdeki  ve zaman  zaman  vücudumu  tümden  saran  ağrılarından  şikayet ettiğimde  eşim:
“ Hayatım  kaç defa  diyorum  sana  bir  dipten  doruğa  muayene  ol. Bak hastanede  çalışan komşumuzun  bir  tanıdık  doktoru  var, önce  muayenehanesine  gideceğiz,  sonrada  o  bize  bir  yol  gösterir,  gerekirse  bir  Check-up   yaptırırız. Muhakkak  bir  şey  var ki  sende  her gün  şikayetçisin  kendinden.“  Dediğinde ben hep  “haklısın  hayatım”  derdim de  bir  türlü  teşebbüse  geçmezdik.
 Tabiî ki  rahatsızdım  ağrıdan  sızıdan yana  ama  direniyordum  doktora  gitmeye. Nasıl  olduysa ağrılarımın  arttığı  bir  gün Hanımın da  ağrılardan şikayeti geldi  aklıma  ikimizde bir  muayene  olalım dedim. İşyerinden  telefon  ederek bir  randevu  aldım  doktordan.  Ertesi  gün  Fikret  beyin  muayene hane sine eşimle beraber giderek  vizite  ücretini yatırdım. Benim  göksümü, nefes  alışverişimi,  sırtımı  dinledi. Uzun  tetkiklerden  sonra  kartvizitinin  arkasına  imzasını  atarak
“yarın  erkenden  hastaneye  gel,  kapıdan  kartımı  gösterdiğinde  direk içeri  girersin”  dedi. Tabi  eşimi de aynı  şekilde  muayene  ederek  aynı  şeyleri  eşime de  söyledi  ona da  bir kart yazarak  verdi. 
Ertesi  gün  bizde  öyle  yaptık.  Sabah  hastanenin  içi  ana  baba  günüydü. Onları  yararak  geçerken  arkamızdan  konuşuyorlardı.
“İşte  gene  özelciler geldi,  bunların  paraları  var  kuyruk  beklemezler ki.  Hele  bizim  gibi  geceden kalkıp ta  sıramı  alacaklar  sanki.”
Duymazlıktan  gelmek  zorundaydık.  Adamlar  haksızda  sayılmazdı  ama  ne yapacaksın  sağlık  sorunu  bu. Halimize  şükrettik. Zaten  şükürcü  bir  millet  değilmiyiz. Bir trfik kazası olsa,     bir uçak  düşse  çok  şükür, içinde  biz  yokuz  demezmiyiz. Ya  sel felaketinde,  depremde  kendilerine  zarar  gelmeyenler  şükretmezler mi. Bizde para ile  muayyene olacak  durumda  olduğumuza  şükrettik.  Oysa  çokları  doktora  gitmeyi  gerektirmeyecek  derecede  sağlıklarının yerinde  olduklarına şükrediyorlardı.   Ya birde  muayene  olacak  paramız  olmasaydı ?
Her  şeye  para  bulunuyordu da  şu  sağlığa  para  bulamıyordu halk.   Bulsa da  halkın    önceliği  sağlık  değildi ki.  Yakacak,  giyecek  ve  en  önemlisi  gıda. İşte  en  son  kertesine  getirmişler  hastalıklarını. Artık  doktora  gelmekten  başka  çare  bulamamış  insanların  yığılmalarıydı  hastanedeki  kalabalık. 
Kapıdaki  görevlilere doktorun  arkası  imzalı kartvizitini  gösterince  hiç  bekletmeden 
“ikinci kat  109 numara”  dedi  görevli. İkinci kat 109 numaraya  çıktığımda doktorun  bulunduğu  oda  kapısının  karşısındaki  görevli bayana doktorun  yazılı kartvizitini gösterdim  
“içerdekiler  çıksınlar  hemen  sizi  alacağım”  dedi.   Eşimin ve benim  sağlık karnesini alarak kaydını  yaptı. İçerden  çıkan  hastadan  sonra  muayene  olmak için  eşim  girdi  içeri.  Doktor  hiç muayene  etmeden  bir  kağıt  üzerinde  işaretlenmiş  liseyi  eşime    verdi. Sonra  ben  girdim benim  elime de bir  işaretlenmiş  tahlil kağıdı  verdi
“işaretli  tahlilleri  yap getir,  gittiğin  yerlerde kartımı  göster sıra  beklemezsin”  dedi.  Sistemin  çarkı  böyle  işliyordu  demek. Her  gittiğimiz  yerde hiç  beklemedik,  kan tahlilinde,  idrarda. 
Hele  kandan  bir  sürü tahliller  yaptılar.  Eşimle  beraber  hepsinin  neticelerini  aldık  doktora  verdik. İçerde  bir  başkası  daha  vardı. Sanıyorum  doktorun  tanıdığı  biri. Çenesi  düşük  bir  insan. Doktor sanki  onu  dinlemiyordu. Elinde   siyah  bir  çanta, içersinde  bir  sürü  ilaç  numuneleri  var.   İlaçlarla ilgili  bilgi  alışverişinden  başka bir şey  değildi  adamın  yaptığı.  Kim bilir hangi  fabrikanın ilaç pazarlamacısıydı.  Biz se  doktorun  tahlil  sonuçlarını söylemesini  bekliyorduk. Hele  adam  bir  konuşmasını  kesse  sıra  bize  gelecekti.
O  çenesi  düşük  adam  işi  bittiği  halde  çıkıp  gideceğine,  eşimle  beraber  doktorun  söylediğini   dinlemez mi.  Doktor  tekrar  tekrar  tahlil  sonuçlarına  baktı,  kafasını  salladı.  Ters  giden  bir şeyler  vardı galiba. Gözlerini  benden kaçırarak  eşime  bir şeyler  diyordu ki  eşim  benim kolumdan  tutup;
“Güven   sen  biraz dışarı da  bekle    benim  doktorla  bir  özel  görüşmem  olacak”  dedi.  Ben  dışarıda  beklerken  O geveze  adamında sesinin  yükseldiğini  duydum içerden. Durmadan  konuştular konuştular ama  konuşan  hep o  geveze  adamdı.  Ama  tam  anlayamıyordum konuşulanları. Sonra  o geveze adam  kapıdan  çıktı bana  dönerek
“hücre çoğalmasıymış,  geçmiş olsun  iyi huyluysa korkulacak  bir şey  yok”  dedi. Adam  söyledi  söylemesine  ama benim kendisine  birşeyler  sormamı  beklemeden  çekip    gitti.  Bir  ara  peşinden koşturayım  dedim  vazgeçtim.  Doktor eşime  içerde  tedavi şekillerini  izah  etmiş,  ayrıca  başka  ülkelerde  tedavi  görebileceğini  söylemiş.  Hiç  konuşmadan  geldik  eve. Ben istiyorum ki  kendi birşeyler söylesin. ‘Korkulacak  bir şey  yok’  desin,  geveze  adamın  söylediği gibi. Ama  ne  gezer  eşimde  çıt yok.   
  Eve geldiğimizde birazda  yüzü  ağlamaklı:
“hücre  çoğalmasıymış,  kansermiş yani”  dedi.  Ben  oturduğum  koltuktan  fırlamıştım  sanki. Ellerimle  yüzümü kapatıp 
“Aman Allah’ım  buda mı  gelecekti  başıma”  dedim. Yalnız  hücre çoğalmasını  bir şeye  benzetememiştim  adam  söylediğinde.
Eşimin gözyaşlarına karışmış sözleri  düştü  üst  üste dudaklarından. Lavanta  kokan  çarşafları  serilmiş yatak  odasının  kapısında  durmuş,  içeriye  bakıyordu öylece.   Bir  dil  sürçmesi  onu  ele  verdi. ‘Hücre  çoğalmasıymış tan sonra kansermiş’  demesi. Şimdi  benimde   bildiğimi  bilmesinden  biraz  rahatlamıştı. Oysa nasıl  söyleyebilirim kinin  hesaplarını  yapmıştı  yol  boyu.  Tedavimdeki uzun  sürecin   ruhunda yaratacağı    karmaşadaki davranış  bozukluklarını  algılıyordum  eşimin.
Benim hastalığımı  duyduğunda  çoktan iç  dünyası  yıkılmıştı. Ben yatak odası kapısından içeri  girdiğimde  eşimde  arkamdaydı. Yatağın  bir  köşesine  usulca  oturdum. Eşimde yanıma  oturdu. Şimdi  az da  olsa  kendisine  gelmişti. Doğal  davranışların  kimyasındaki  sükuneti  yaratan  neydi. Sanki  hastanedeki  korku  ve  telaş  gitmişti  şimdi. Benim  kıyametler  koparacağımı, hayatı  hem kendisine  hem de  kendime  zehir  edeceğimi  düşünüyordu.
Kendisini  hiç de ilgilendirmeyen  bir  konuda doktorun  anlattıklarını  duyan  bir yabancı,  bana  patavatsızca 
“ Hücre  çoğalmasıymış demek ”   dediğinde   benim  dünyam zaten kararmıştı. Demek  benim  hastalığımı  duyduğunda  o  şarlatan içerde bağırmıştı  “çaresiz  bir  hastalık” diye.  O münasebetsiz adam  ne  münasebetle  benim hastalığım  hakkında  patavatsızca  konuşmuştu.  “Beyefendi  seni  ilgilendirmez bilmediğin  şeylere  lütfen karışma”  diye  eşimin   sinirlenip  bağırdığını duymuştum  kapıdan.  Sanki  ona  denmiyormuş  gibi   yüzü  kızarmayan  adam   büsbütün  moralimi  bozmuştu  dışarıya  çıkıp  ayrıca  bana hücre  çoğalmasıymış  diye   söylediğinde. Güya  ben  duymayacaktım. Yüzsüzlerin  yüzlü  çıkmalarını  düşünmek  insanı  üzmez mi.  Adam  sanki uyuşturucu bağımlısı gibi  söze  karşılık  verme  bağımlısı  içinde  görüyor kendisini  ve  durmadan  konuşuyordu. Zaten  içerde  doktoru  yüceltecek  konuşmalar  yaptığında   doktorun da  sesi  çıkmadan  propogandist  beyi  dinliyordu.
“Sağlık bu  hanımefendi. Eşiniz için   doktor  beyin  dediği  ülkeye  giderseniz  tedavi için  kesin  çözüm  bulunur.” dediğinde eşimin  iyice  dolduğunun  farkındaydım. Adam  durmadan  konuşuyor  benim  sağlığım  üzerine  çözümler  üretiyordu. Eşimde  artık  adamın  konuşmalarına  daha  fazla  tahammül  edememiş demekki.
“Beyefendi   Her  şeyde  tüketim  toplumu  olmuş  çıkmışız.  Şimdide  olur  olmaz  söz  tüketiyoruz,   ses tüketiyoruz,  onur  tüketiyoruz,  en  güzel  değerlerimizi  tüketiyoruz. Sevdiklerimizi  ve  kendimizi  tüketiyoruz, onun  için  siz  burada boşuna  sesinizi  tüketmeyin” dedikten  sonra  adam  doktorun  odasından  çıkmak  zorunda  kalmıştı. Üstelik  bana da  hastalığımı  söyleyerek uzaklaştı. 
Eşimin  doktorun  yanından  çıktığında  benim  değil de  sanki   onun teselliye  ihtiyacı  vardı.  Birazda onun için  kendimle  ilgili  bir  şey  sormamıştım  eve  gelene  kadar. Adamın  boş  yere  gevezelik etmesini unutamamıştım “neden  doktorun  söylemesi  gerekeni o adi adam  söyledi” diye  eşimin  saçlarını okşayarak  yanaklarından  öpmüştüm .
“Seni seviyorum  hayatım.  Hastalığım  unutmaki  her şeyin  sonu  değil” dedim.  Eşimi kendi  hastalığımın vahim  düşüncesinden uzaklaştırmak için   bir  savaş veriyordum  sanki.
Sanki  her tarafa  savrulmuş  başıboş  dönen  gezegenler   gibiydi  kafamdakiler.
Şimdi  yatağa  uzandık   birbirimize  sarılıp çaresizlik içinde  ağlaşıyorduk.  Karı koca ortak  bir  sessizliğin içindeydik.  Hareketlerimizin  devinimleri sıfıra  inmiş  bir  pelte  gibi  yatağın  üzerine  serilip  öylece  bırakmıştı  bizi. 
Yaşlı  ve  şeker  hastası olan  anneme  ve  hele  bana  çok  düşkün   kalp hastası olan  babama  nasıl diyecektim. 
“Çocuklarıma  nasıl  söylerim”. Şimdi kendi  içimizdeki  boşlukta kendimizi mahkum  etmiş,  bir çıkış noktası  arıyorduk. Ben  ne  yapmıştım da  tanrı  çaresiz  bir  hastalığın eline   bırakmıştı  beni. Çevremdeki  en  yakınlarıma  söyleyerek,  düşüncelerimi  kemiren  olumsuzluklar  paylaşıldığında  yerine olumlu söylenecek her  söz belki  bana ilaç olurdu.  Şu anda  çaresizliğin  şokundaydık.  Vurgun  yemiştik.
“Hastane  kapılarındaki  çare bulunacak dertler içindeki   çaresizlikler zincirinin  bir  halkası da   bendim” diye  düşündüm. Ama şimdi  eşimin  ne  düşündüğünü  sezebiliyordum. Benim dalgın  bakışlarımdan  kendimi  uyandırarak  eşime
“Kiradaki  dairemizi  sattığımızda  Amerika’da  tedavisi  olabilir diyorsundur” değilmi?
“Tamam    düşündüğün   gibi  düşünüyorum  bende” dedi.  O da  anladığımı  anlamış  olacak ki 
“onu  sonra  konuşuruz”  dedi.  Ertesi  sabah, geçirdiğimiz  tedirgin  bir  geceden  sonra  tekrar  hastanedeydik.  Oğluma  ve  iki kızıma  üstü kapalıda  olsa  durumu  anlattığımda
“anne  annenizle,  dedenize  söylemeyin  sakın”  diye de  tembih  ettim. Büyük kızım
“hastaneye  bende  geleceğim  baba”  seni  yalnız  bırakamam”  dedi. Ufak kızımla oğlum yaşlı dedesi ve  anneannelerinin yanlarında kaldılar.  Sekseninin  üzerinde   insanlar,  onlarında bakıma  ihtiyaçları  var  nede  olsa. Büyük kentlerdeki  bir  başka  endişede  hızla  artan  kapkaç olayları. Eşim  bizimle  beraber  gelen büyük kızımıza  hastaneye  gidene kadar  tembih üzerine  tembih etti. Aman  çantana  dikkat  et  sanki  bizim  kıza  söylenmemiş. Eşim eczaneden  ilaç  almak  için  yanımızdan  ayrıldığında, kızımda  benim kan verirken çıkardığım  paltomu  koluna  asıyor. Hemşireler  kan alma  işini tamamlayıp ta    ben tekrar   paltomu  kızımdan  aldığımda bakmış ki  kızım  kolunda  çantası  yok. İki  tane  kesilmiş deri  sap  sallanıyor  kolunda  kızımın. Pes yani bu kadara da.  Anne  gelene kadar  sağa  sola  koşuşturdular  ama  nafile. Bu  ikinci  çarpılışı  kızımın. Bazen  insanlar hayatta  bedavadan yaşıyor.   Bana  “aman  olsun  canımıza  bir şey  gelmedi ya”  deyip  geçiştirdiler.  Ama    önemli olan benim  bir şeye  üzülmemem lazım. Hanım  ilaçlarla  geldikten sonra  tomografilerim  çekilecek  tabiki. Hadi   bu seferde  elektrikler  kesilmesin mi.  Yalnızca  kan tahlili  yaptırmış olduk  o gün. Akşam  evde çocuklar  “ Anne, babamı  Çine  götür. Türkiye den  kanser  hastaları  Çine  gidiyorlarmış ameliyat  olmak için. Kanser  turları  düzenleniyormuş. Herkes  gezi için umreye  gidiyor,  siz  sağlığınız  için  Çine  gitmişsiniz  çok mu”? diye  üsteleyince 
“haklısın  kızım”  dedim. Ama  doktorumuz   bendeki gelişmelerden  çok umutlu,  sanıyorum  sizlerin  sevgisi  ve  benim  stresten uzak  durarak  hiçbir şeyi  dert  edinmemem  kurtaracak  beni  bu dertten” Oysa  her şeyimiz  problem. Birçok  şeyi  bana  aksettirmediklerinizi biliyorum. Ne şehit  ailelerinin dramını,  nede  Cumhuriyet ilkelerinin  yavaş  yavaş  elden  gitmesini. Benim  bu konulardaki  hassasiyetim  kendi  canımdanda  önemli.
Eşim  hastalığım   devam  ederken,  sürekli  bu hastalıktan  tedavi  olanlardan  ne kullandıkları  ve  nelerden  çare  bulduklarını  hep  araştırmaktaydı. İçimde iyi olmama yönelik  büyük  bir inanç vardı. Artık eşimle   dağlardan ot  toplamaya gidiyorduk. İnternet ten   yeni  tedavi  sistemlerini  araştırıyorduk.  Çocuklarımın   benim yanımda     olmaları  bana destek  vermeleri  beni  hayata  bağlıyordu.  Bir  gün iliğimden  kan  aldılar  çok  büyük  bir  iğneydi.   Aman  Allahım  Birkaç  gün  sonra  gittiğimizde  hastalığımın  düzeldiği  yolundaki    doktorun  ifadesi   bana  dirençli  olmayı öğretmişti. 
“Sen  bunu  yenebilecek  güçtesin”  kanser ve karamsarlık arasında ilişki olduğunu ifade ederek   “Milattan sonra 2. yüzyılda melankolik insanların neşeli insanlara kıyasla kansere yakalanmaya daha yatkın oldukları anlaşılmıştı.18. ve 19. yüzyıllarda pek çok doktor , özellikle karamsar dediğimiz kişilerde kanserin, o kişinin yaşamındaki bir trajediden sonra oluştuğunu fark ettiler." dedi. " strese  verdiğimiz  tepki, stresin  kendisinden  daha  önemliydi.  
Uzun  tedavilerin  ardından ameliyata  hazırlandım. Radyoaktif  karantinalarda  kaldım.   Işın tedavileri,  atom kapsülü  haplar,  tekrar  tekrar  testler   tahliller, eşimin , çocuklarımın  ve  dostlarımın  beni  yalnız  bırakmayışları   beni  hayata  döndürdü  diyebilirim.
Şimdi  sağlığım  düzelmiş olarak , sanki hayata  yeniden  gelmişim  gibi  yaşamıma  sıfırdan  başladım. Sizde  benim yaptığımı  yapın.  Neticesini  değiştiremeyeceğiniz  hiçbir  olayda  üzülmeyeceksiniz.  Çünkü  üzülmeniz  hiçbir  şeyi  geri  getirmeyecektir.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 06

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

SABAHLAR
               
Uykum kaçmış bir gece yüksek bir terastayım
Yıldızları doyumsuz  seyretmeye  hastayım
 
Milyarlarca ışık yıl zamanı var aramda
Geceyi tek başına yaşarken  Ankara’mda
 
Var mıdır başka biri yıldızlara bakıp ta
Bir haz duysun o rahat uykuyu bırakıp ta
                   
Herkes uykuda, kuşlar,uyumayan bir benim
Gece serinliğinde dinç ve sağlam bedenim
                   
Düşün, binlerce beyin rüya görür uykuda
Kimi uçar havada, kimi boğulur suda
                   
Bulutlardan sıyrılıp görülür teker ,teker
Göz kırparken yıldızlar sanki bir merhaba der
 
Karanlık, karanlığa karışmışken zifiri
Görünmez karanlıkta havanın isli kiri
 
Uykuya teslim olmuş binlerce çarpan yürek
Rüya denizlerinde sessizce çeker kürek
 
Rüyalara girse de aşk gecede yaşanır
Kimi yerde gönülden ne sevgiler boşanır
 
Kimi diskoda, barda  kimi mahpus damında
Yürekleri cız eder her günün akşamında
 
Belki bir gece boyu kalkmış konan yasaklar
Hangi acı nerede, hangi sevdayı saklar
 
Kimi yerde dertlerle sorunlar uyanmadan
Evlerin ışıkları  ara sıra yanmadan
 
          Bir gizemlik sevgiyi davet ediyor aşka
Her mevsimde geceden sabaha kalkış başka
 
Umuda sürgün veren fikirler uyumakta
Ömürler  gece boyu sarılır bir yumakta
 
Bir sonraki sabaha gece verirken mola
Kimi derdi erteler, sabah ola hayrola
 
Hiç farkında olmadan geçerken güne yarın
Tesiri yavaş, yavaş kaybolur  ışıkların
 
Sokak köpeklerinin sesleridir ürüyen
Gece karanlığıdır yudum, yudum eriyen
 
Kimi erken kalkacak gün başı yolculuğa
Veda edip gidecek belki çoluk, çocuğa
 
Gün ışığına gebe hayır şer saklı düşte
Uyanıyorlar sabah ezanı saat beşte
 
Karanlığın içinden gelirken ezan sesi
Bir güne başlanacak bir  gecenin   ertesi
 
Geceden nasıl çıkmak, güne nasıl başlamak
Ya, hızlı kalkmak yada, boş verip yavaşlamak
 
Mahmurluğu üstünden zor atıp kalkan kişi
Kalkmaz güne kimisi, yatmak en güzel işi
                   
Uykuya dalmış gece, dalmış tasa, dert, hüzün
Feryatlar yükselecek uyanınca gündüzün
                   
Kim bilir daha başka acıyı tattıracak
Sakinleşmiş olaylar başlarken güne sıcak
                   
Bir kızartı belirdi henüz güneş doğuyor
Tabiat alemini kaplayarak boğuyor
                   
Horozların ötüşü sabahı müjdelerken
Yıldızlar gibi ayda kayboldu  erken, erken
                   
Yine   herkesin derdi başladı ahlar, vahlar
Gece  boyu içimde,  huzur  bende  sabahlar.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 07

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

GÖZ  GÖRE   GÖRE
 
Hak yolu deyip de uçkur
Çözülmez göz göre gör
Tanrı aşkına kadın kız
Üzülmez  göz, göre göre
 
Hata kimde ne demeli
Herkes suçunu bilmeli
Uçacak evin temeli
Kazılmaz göz göre  göre
 
Tahrik etme sağı solu
Nedir işin çıkar yolu
Hakaretler dolu, dolu
Yazılmaz göz, göre  göre
 
Yönetirler cambaz gibi
Çalarlar düzenbaz gibi
Bunca vatandaş kaz gibi
Yolunmaz göz, göre göre
 
Ateşten gömlek giyerek
Allahuekber diyerek
Bilerek ve bilmeyerek
Ölünmez göz, göre göre
 
Düşün yobazın kastı ne
Çıkar Atanın büstüne
Kırsınlar diye üstüne
Salınmaz göz, göre  göre.
 
Demokrasi almış yara
Ufkumuz görünmez kara
Gizli ödenekten para
Çalınmaz göz ,göre  göre.
 
Söyleyim gelmişken yeri
Göster kim sözünün eri
Bizden akılsızdan geri
Kalınmaz  göz, göre göre
 
Neler kime serbest yasak
Derler bir arayıp bulsak
Kanunlarla verilmiş hak
Alınmaz göz, göre  göre.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 08

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

İŞTE ÖYLE BİRİ
Önümüzde trafik lambaları kırmızı yanıyordu durduk. Sahipsiz şiirler gibi tedirgin birazdan bizi talan edecek bir fırtınanın içine düşeceğimizin farkında olmadan durduk.  Bir metre uzağımızda hemen solumuzda da ekip arabası her zaman durduğu yerde orta refüjde ki yerini almış bekliyordu. Bizi polis arabasına yabancı kılan bir şey mi vardı, bilemiyoruz.  
Eee e haliyle insan o saate yanı başında polis arabası ve biri içinde biride dışında olmak üzere iki polis memuru olduğunu görünce kendini güvende hissediyor sanmasına rağmen gene de bu saatte kalmanın tedirginliği var. En azından o geceye kadar öyle sanırdık. Daha birkaç  saniye  beklemiştik ki dilsiz ve sağır olan üstelik çirkin düşleri içinde saklı olmasına  rağmen  huzursuzca  şirretinin dışa vuruşuyla (o an numara yaptığını  anlayamadığımız)  bir simitçi  bozması polislerin olduğu taraftan  direksiyonda olan eşimin yanına doğru yaklaştı ve camı  tıklattı  sertçe, boş  meydanlara  sahip çıkan  birisinin  edasıyla, kirlilikten  keçe gibi olmuş  saçları ve uzun kirli tırnakları arasından tezgahındaki simidi işaret etti eliyle. Adamın simit satmak istediğini düşünen eşim: almayacağız dercesine iki eliyle ellerini yukarı kaldırarak işaret  etti. Simitçi kendisinin ne yapmak  istediğini  karşı tarafa  anlatamamanın  verdiği  sinirlilikle tezgahtaki  simidi  göstermeyi  bırakıp  biraz  üşüdüğünü  belirtmek için  kollarını  kendi iki  beline  dolayarak ve  aynı  zamanda  yüzünü  ekşiterek  üşüdüğünü  belirtmeye  çalıştığında  camı kapalı  otomobilin  içindeki  bayan kendisini kucaklanmak  gibi  bir  şeyin  yapacağını  anlayarak  eşinin  yanında  bu  nasıl  bir  küstahlık diye  düşündüğü   bir  sırada   adam  bu  defa  sigara  istediğini  belirtmek için  elini  sigara  içer  gibi  ağzına  götürdü. Eşim  yine  aynı  hareketle iki ellerini  yukarıya kaldırarak istemediğini  belirtti. ben  direksiyonun  başındayım bu  normal bir  insan  olmasa  gerek  baksana  laftan  anlamıyor, bunu  adam  değil yaratık olarak  belirtmek  gerekiyor. Sokak  aralarındaki  boş   asfalt  kenarlarını   park  alanları  olarak gören  sokak  eşkıyaları arabanızı  park  etmek  istediğinizde de  karşınıza  çıkıverirdi. Yaratık arabanın arkasına doğru ilerlerken işaret parmağını kaldırıp ben size şimdi  gösteririm  der gibi salladı,  önce  arabaya  tükürdü  ve  cama  bir  yumruk  attı. Gece geç saatte tüm  gürültüler uyumuş, etraftaki  sessizliği  yaratığın  yarattığı  gürültü  bozuyordu. Gene  bir takım  el ve kol hareketleri  yaptıktan  sonrada   bir  tekme attı  arabaya. Artık  bu kadar  hakareti  hazmedemeyen  eşim arabadan indi “ne yapıyorsun  sen”  diye  seslendi o: “he bebebe ha bübeee”  diye  bir takım  anlaşılmaz  kelimelerle  bağırıp ahrazlığın  verdiği  konuşamama hareketini el ve  kol  hareketlerine  döküp parr, parr deyip eşimin üzerine  doğru  giderken, eşim  derhal  yüzü bize  dönük olan polis  memuruna  doğru iki  adım  attı içindeki  korkusunu  ve  sessiz  çığlıklarını  duymayan polislerin karşısında  bir iki  dakikalık  duraksadı.  ‘Acaba  polisler  bir  şey  söylerler miydi kendisine’ diye  düşündü.   Sonrada  hiçbir şey  söylemeyen  polislere  karşı “görmüyor musunuz  adam  arabama  tükürüyor, tekmeliyor,  müdahale  etmeyecek misiniz? Bu arada ben arabanın içinden açık olan camdan  duyuyor ve  görüyorum olanı biteni. Sanki polis adamın yaptıklarını göz ardı edin, adamın  anlamsız  davranışlarına anlam katmayarak bırakın  öylece  bir mesele  çıkarmayın  def  olun  gidin  gibi  bir  hali  vardı.  Hani böyle bir durumda arabayı terk edip inmemek gerekir ya bende arabadan inmeden  ‘du  bakalım noolecek’ hikayesi  gibi düşünürken  adam  iki  eliyle  eşimi  itekledi. Böyle durumlarda  ben hala sabrımı sabırsızlığa  döndürmeden onların  amaçlarına  hizmet  etmemek için  arabada  beklemeyi  tercih  ediyordum.  Amaç zaten  arabadan herkesi indirmek  ve  ardından  soygunu  gerçekleştirmek gibi  bir bayat numaranın  içinde  olabilirler diye düşündüm. İlk olarak  polisin  tepkisi karşısında  şaşkına  döndük.
Hani Adana’da da asfaltın kenarına karısını yatırmış, elinde bıçakla karısını rasgele bıçaklayan bir caniyi polisler seyrediyordu,  adam yaklaşanlara bıçak sallayıp  “gelmeyin  keserim ha doğrarım sizi”  deyip herkesi  ve  bu  arada  polisleri de  korkutup  boyuna  karısına bıçak  saplıyordu ya işte oradaki polisten  farkı  yoktu  bu  polisinde. Demek ki  hepsine aman ha  vatandaşla  soyguncu  arasına  girip  canınızı  tehlikeye  atmayın mı  demişlerdi.
            Polis eşime “bak genç kardeşim çekip gitmezseniz adamın davranışları katlanarak büyür, sonra müdahale etsem ne olacak? Aydınlığa yol vermeyen kararlar verirse yetkililer,  herkes başka kulvarlarda koşarsa, suçlular salıverilip ikide bir  karşımıza çıkarsa, adamlar suç işlerken daha sonraki işleyeceği suçları da yedeğinde taşımaya devam ederse ben  ne  yapabilirim? Aha tutanak tuttum diyelim. Siz şikayetçi olacaksınız adamın  raporu  varsa  biz  bir gün nezarette yatırırız devlet adamı  alıp iki  gün  yemek yedirecek, barındıracak, savcılık  takipsizlik kararı verecek, sonra adam gene  buraya  gelecek. Biz burada sürekli görev yapıyoruz biz o zaman bu adama söz geçirebilir miyiz adam bizi de hiç saymaz.
Eşim:
“eee ne yapacağız o  zaman?”
            Polis “binin  arabanıza  gidin . Elde kaldıramazsın bunlara. Dalaşmaya gelmez. Bıçak  çıkarır saplar  maazallah.”
            Anlayamadığım  şu :
            Bu  dilsiz ve sağır  yaratık  yapacağını  yaptı ve  can kulağıyla  polisin  arkasından  uzanıp  muhabbeti  dinlemeye  koyuldu. Acaba polis yaratığın söyleyemediği yada rolü gereği dile getiremediği tehdidini bize iletmekle mi görevliydi.
            Polis:
            “Zaten  trafiği de  tıkıyorsunuz lütfen  aracınızı  çekiniz  ‘bu  arada  saat  gecenin  01 i  ve  bizden  başka  tek  araba  polisin  refüjdeki  arabasıydı’
            Eşim  hemen  arabaya  döndü ve  kıvrak  bir  manevrayla  arabamızı  polis otosunun  yanına  güzelce  yerleştirdi. Ve  yine  indi.  Bu  arada  dayanamayarak  bende  arabadan  indim. iki  araç  arasında  bizim hususi  aracımız  ve  polis  arabası  vardı, konuşmamız  kaldığı  yerden  devam  etmeye  başladı. Bu  arada  trafik polisi olan   ilerdeki  iki polis  memurunun  yanına  koşarak  gitti  yanına  bir  polis  memuru  daha  geldi.  Bildiğimiz düz  polis  bu. Düz polis diye bir şey  olur mu  demeyin oluyor  işte.
            2. polis kül rengi bakışlarının içersinden kolay baş edebileceklere çıkışmanın kendilerinde yarattığı rahatlıkla:
            “Ne yapıyorsunuz  siz?  dedi.  bizim  başka  bir şey  yapmadığımız  ortada  iken  bizim  yüreğimizdeki  diklenişin  yağmalandığını  hissetmek  ve  bizi kolayca  teslim  almak  veya, beynimizin  haksızlıklara  karşı  döşenmiş  mayınlarının tetikçisi  olabilirlerdi.  Bizim patlamamız, bizi  suçlu  konumuna  düşürecek  faktörlerin  başında  gelmekteydi.
 “Aracınızı buraya  koyamazsınız. Burası yaya  yolu . Ceza yazmak zorunda kalırım.” dedi.  polis  yapacağı  hamlesini  yapmıştı.
            İçimden ya sabır çektim  ve  
            “Polis bey  bir şey  yapmayacak mısınız? Bu şerefi olmayan yaratık görenlerde  acıtasyon  yaratıp  insanların  vicdanlarını  kendi  sistemiyle soyamaya gece  bu  yoldan  geçenlere  illallah dedirtmeye,   buralarda  dolanıp  huzur  kaçırmaya  devam mı  edecek?”
            İşte o an  yaratık her şeyi  duyuyor, anlıyor  ve  konuşamıyor  ama  üzerime  yürümeye  yelteniyor, bu  üzerime  yürümeye  yeltenmek için kendisinde  bulacağı  gücü polislerden  almış  olmalı ki böyle  bir  davranışın içine  girmişti . Hayatın  ve  sistemin  düzensizliğinden  vurgun  yemiş  biri  gibi hissettim  kendimi  geri  çekilerek  sendeledim. Yaratık elindeki  tezgahı havalandırdı. Şimdi  ben  biraz  daha  çileme  teslim  olmuş,  ateşe  dönüşmemiş  içimdeki  kıvılcımı tutuşturmak  üzereydim ki Eşim yaratığın  havalandırdığı tezgahını tuttu. Şimdi  donduruyorum  görüntüyü. Bir  tarafta tezgahtan  sakınmış  ama  karşı  bir  hamle  yapmak üzerek  kendi içindeki  öfkeleri  ateşleyecek birinin durumu,  diğer taraftan iki  trafik polisi, heyecanlı  gözlerle  bizi  seyrediyor ama  diğer taraf tanda   karşı  saldırıya  geçmiş  birinin  kendi  yüklerini  hafifletmenin  verdiği  rahatlıkla  gizliden  bir  oh  çekmeleri. Gene   sağır  dilsiz ama  her şeyi  duyan, polislerin  biz  bir şey  yapamayız  endişesinden  bir kat  daha  bizim karşımıza güçlenerek  çıkmış adeta  canavarlaşmış , bağırıp  çağırabilen  karşısındaki  suçsuzu  feveranlarıyla  suçlu düşürebilen, küfredebilen, bomboş  havaya  kalkmış  vurmaya duran   tezgahıyla  simitçi kılığına  girmiş sapık  bir yaratık. Geç  saatte  evine  giderken  kırmızı ışıkta  durma  gafletinde  bulunan  ve  simitçinin  tezgahını  tutmuş  eşim. Gözlerdeki  bu  enstantaneyi bizim  haricimizdekiler  başka  bir  çekimle  size  sunarlar  biliyorum.  
Ama biliyorum ki  manzaraya  sizde  hayret  etmişsinizdir. Şayet  sizde  bizim  anlattığımızın  dışında  bizimde  görmediğimiz  bir  görüntü  yakalamışsanız  biliniz ki   bu memlekette  şaşırma  yeteneğini  kaybedenlerdensiniz. Ben  hala  şaşkınlık  içindeyim ve  eşim  soruyor
            “ Polis bey şimdi  ben  bu  adamın  kafasını  kırsam  ne olur?
            Düz polis:
            “Sizi tutuklamak  zorunda  kalırım. Eğer  bu  adama  bir şey  yaparsanız  onu  adam yerine  koyarlar siz de  nezarette  kalırsınız  bu  gece.”
            “Peki  karşı koymazsak  bizim kafamızı kıracak? Bir zahmet o zaman bizi de adam yerine koyacak mısınız?”  diyorum. O kişi çekip  gidiyor.
            Düz polis
            “Ben  zaten  bir şey görmedim  arada çalılar  vardı .”
          Sonra bizde çekip gidiyoruz.   

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 09

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

HORTUMCU            
 
İktidara gelip bir af çıkardı
Yasa ile yasa deldi hortumcu
Artık kuvvetli ya kimi takardı
Memleket bir anda doldu hortumcum
 
Herkes gibi gördü halkı koyunca
Fırsat çıktı bir kez yaşam boyunca
İtibarı arttı banka soyunca
Hapis yattı maaş aldı hortumcu
 
Kin besledi çıkarına değene
Kötü şöhret oldu yeni doğana
Kendi bankasını soyup soğana
Çevirdi parayı çaldı hortumcu
 
Açıklardan bin bir çıkar türeden
Anlat desen bin su gelir dereden
Yat, kat alır kimse bilmez nereden
Bu kadar parayı buldu hortumcu
 
Arsız yaşayarak fakirce gülüp
Örfünden adeti sinsice alıp
Yardım dağıtarak daha çok çalıp
Halkın arasına daldı hortumcu

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 10

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
ÇOCUKLARIN HAYATLARINA DEĞER VERELİM
YEŞİLAY 23 Nisan  Çocuk Bayramında  tüm dünya çocuklarının bayramını kutlarken, çocuklarımızın sağlığını korumak için uyarıyor:
Bugünkü sigara içme oranları aynı şekilde devam ettiği takdirde halen yaşayan 250 milyon çocuk sigara nedeniyle ölecektir!
Yeşilay Çorum şubesi  Başkanı Attila Alpay; basın açıklamasında, “Dünya bankası verilerine göre,  her gün 80.000 ile 100.000 arasında çocuk ve genç sigara bağımlısı oluyor. Dünya sağlık örgütü, eğer bu trend devam ederse bu gün yaşayan 250 milyon çocuğun sigaraya bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybedeceğini bildiriyor. Bu çocuklara, pasif içici durumundaki çocukları da eklediğimizde, tablomun vahameti artıyor. Malesef ülkemizde çocukların büyük bir bölümü pasif içici durumunda. Bu durum  23 nisanda neşelerini paylaştığımız, bayramlarını kutladığımız sevgili çocuklarımızın şimdiki ve gelecekteki hastalık risklerini büyük ölçüde artırıyor.” diye konuştu.
Alpay “ Sigara çocuklarımızı daha dünyaya gelmeden önce vuruyor, hamilelik süresince sigara içmiş annelerin çocukları, içmemiş annelerin çocuklarından 200- 250 gr daha düşük ağırlıkta doğuyor. Sigara dumanına maruz kalan çocuklarda ani bebek ölümü, astım, solunum yolu enfeksiyonları ve orta kulak iltihabı daha sık görülüyor. Evlerinde sigara içilen çocukların hastaneye kaldırılma oranları 3 kat daha fazla.” dedi.
Alpay  sözlerine; “Bu gün  çocuklarımızın bayramı. Yeşilay 23 Nisanda sağlıklı nesiller ve  çocuklar için  anne ve babaları çocuklarının sağlığı konusunda daha duyarlı olmaya ve sigara ve pasif içicilikten korumaya davet ediyor.
Bu gün bayramlarını kutladığımız çocukların temiz hava soluma haklarını, sağlıklarını koruyalım. Kapalı alanlardaki sigara yasağıyla ilgili haklarınızı öğrenmek ve bilgi edinmek için Yeşilayın danışma hattından 0 216 444 10 16 faydalanabilirsiniz.” diye devam etti.
Sağlıklı çocuklarla nice 23 Nisanlara.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

11

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Bora ATILGAN

Bora ATILGAN HAYAT HİKAYESİ

BENİM HÜZÜNLERİM
Bitkin bir hüzün benimkisi. Kurumuş ağaçların gölgesinden beslenir. Nasıl ki kişi yalnızlığının kuytusunu seçerse bu hüzün de seçilmiş bir bitkinliktir. Kimin gölgesinde kaldıysa onun şeklini alan bu hüzün yüzyıllık bir yalnızlıktan arta kalan belli belirsiz suskunlukların karanlık düşüdür.
Suskun bir hüzün benimkisi. Nice dilsizin dilinden alınarak dilsizlerin dili olmaya aday olmuştur. Suskunluğunu arkasından sürükleyip gelirken tozu dumana kattığı yollarda arkasından gelenleri görememiş ve hep tek başına olduğunu düşünerek yüzyıllarca yürümüştür. Yürüdüğü yolların yolcusu olup yüzlerce yerleşik yolcuya yol olmuştur.
Kırgın bir hüzün benimkisi. İnsanlığın yaşadığı her kırılmada sadece o zedelenmiş, kaybedilmiş düşlerin kırgını olması için ikna edilmeye çalışılmış fakat bir türlü kandırılamamıştır. Yalancıların düzen tuttuğu bütün bağlama sohbetlerinde kara düzen bağlamasıyla boy gösterip edep erken adına söz söylemiş ve bade içmiştir.
Yorgun bir hüzün benimkisi. Senelerce didinerek kurduğu kalabalıkların ortasında üzüntüyü ve yalnızlığı tatmış güleç yüzleriyle yüceltici tavırlar sergileyen insanlara inanan yönlerine kendini teslim etmiştir. Yorgunluğun uykusunu gecelerin karanlık yüzlerinde yaşamaya çalışsa da başarısızlığını umudum gözlerinde okumuş ve yıldığını hissetmiştir.
Yalçın bir hüzün benimkisi. Yüksek kayalardan kendini atarak insan denen yaratığın bendini aşmaya çalışmış her denemesinde başarısız olduğunu görüp umutsuzluğa kapılmış ama yine de heybetini korumayı bilmiştir. Yüzyılların yozlaştırmayı başardığı nice yalçın düşlerin içinde deniz feneri gibi parlayan benim hüznüm yalçın kavramının soysuzlaştırıldığı küresel güllerin bostanında yerli üretim bir lale olup kısa süreli de olsa açmayı başarabilmiştir.
Olgun bir hüzün benimkisi. Her türlü zamana ve mekâna alışkın bir yapısı olmakla birlikte içini girdiği her kabın şeklini alamamış bu nedenle de hiçbir kabın kapağı olmayı becerememiştir. Küf tutmaya başladığı gün de hurdaya çıkarılmıştır. Hüzünlerin ikinci el piyasasına bomba gibi düşerek fiyat kırmış, çok ucuza gittiğini bilmesine rağmen ağırbaşlılığından taviz vermeyerek kaderine boyun eğmiştir.
Hırçın bir hüzün benimkisi. Yırtıcı kuşların kanatlarından baktığı dünyayı yorumlamaya çalışırken hep büyük bir aynaya yansımış olan kendi görüntüsüne bakarak övünmüştür. Ateşliliğini borçlu olduğu bu yansıma sonucu giriştiği her kavgada yenilen taraf olma zorunda kaldığından ateşini kendine ve çevresindekilere saklamıştır.
Zengin bir hüzün benimkisi. Kesesinin deliklerini çam sakızları ile sıvarken ibrişimleri gücendirdiğinin farkına varmamış ve kesesinden daha fazla altın kaybetmiştir. Varlığı nedeniyle kimseyi aşağılamamış bu nedenle de aşağılamadığı diğer duygular tarafından enayi yerine koyulmuştur. Zengin sözcüğüne yakınlık duyamayan bir kişilikte yaşamaya çalışırken ruhunun zenginliği ile o kişilik arasında olumlu bir bağ sezmiş ve rahatlamış bir biçimde mutluluğun tadına varmıştır. 
Bütün bunlar benim özge cemalleri tertemiz hüzünlerimdir.  Aralarında asi, yılmaz, dinç olanları da vardır. Kim bilebilir ki? Bildiğimizi sandığımız birçok şeyi bilmediğimizin farkına varma durumunu yaşayıp da bütün bu hüzünleri doğru tanımladığını savlayan bir kişilik yaratmak elbette çok zordur. Böcekleşen insanın evrensel dönüşüm süreci içinde varlığımızı yapısal kökeninden uzaklaştırarak açıklamaya çalışma gayretinin çarpıklığı ilk anda göze çarpmamaktadır.
Kimi zamanlarımı yalnızlığın kumsalında umutsuz beklentilerimi tatmin etmek amacıyla hızlı ve anlamsız yaşama gereğini duymaktaydım. Kimsesizce bitkin nice hüzünlerimi teselli etmeye çabalarken kendimin bile kuytusunda kaldığımı fark ettim. Hüzünlerim hep aynı yalnızlığın kumsalında yüzen ve boğulmamak için devamlı mücadele eden bir yorgun denizciydiler. Birçok büyük okyanusu yüzerek aşıp gelmişler defalarca ölümle yüz yüze gelmişler ve neticede bu güne ulaşmışlar.
Ben bütün bunların farkına sonradan vardım. Farkındalığın değerini de böylece anladım. Bizlere dayatılan tüm hüzünler küreselleşen dünyanın soyut ve yozlaşmış değerlerini yüklenmeye çalışan pespayelerdi. Biz ise bunun farkına varmış olsak dahi bir şeyler yapamamaktan, bu gidişe bir son verememekten büyük bir üzüntü duymaktaydık. Yapay nice gülleri koklamamız istenmekteydi bizden. Bir bahçenin güllerini koklamak isterken onlar bize plastik dünyalarının yapay güllerini sunmaktaydılar. Ben ve hüzünlerim. Yani biz . Tanıtlanmış bir aşkın yoz güllerini bile bile devşirmeye mahkûm edilmiştik.
Benim hüzünlerimin de çarpık olması olağandır. Onlar benim hüzünlerim. Çelişik bir kişilikte çekimser kalmış birçok duygunun bir köşesine ilişmiş seferi hüzünlerim. Hangi dalın okunmuş güllerisiniz siz ve ben niçin yıkılmış nice düşlerin mıcır ve moloz dolu kumsallarında güneşin tutulduğu bir günde bronzlaşmaya çalışmaktayım.
Bu benim hüznümdür, duyun ey ahali!
Çelişik bir hüzün benimkisi. 

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 12

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU

Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ

BENİM İÇİN DE AĞLA
“Benim İçin de Ağla” isimli şiir kitabı İsmet Bora Binatlı beyefendinin, Ankara Ürün Yayınları arasında günyüzü görerek okuyucuları ile buluştuğu yeni kitabının adıdır. Kitabın adı her ne kadar “Benim İçin de Ağla” ise, okuyuculuların yüzünü güldüren, son derece başarılı bir kitap olarak elimizde.
 
Bir hüzün bulutudur yalnızlık denen illet
Şeytan tasallutundan ruhum bizar bu gece
Eyyub’un duasını bana bir daha dinlet
Bu gurbet odaları bana mezar bu gece
 
İsmet Bora Binatlı; ufku son derece geniş olan ve özgün temler üzerine şiirlerini kaleme alan, şiirlerini adeta bir mihenk taşı gibi sağlam cümleler üzerine kuran değerli bir şairdir. Şiirlerinde hiçbir zorlama sözcüğe yer vermeden, okuyucuları ile güçlü bir bağ kuran Binatlı, şiir dilini iyi biliyor. Şiirlerindeki mistik boyut ve duyguyu, son derece kuvvetle okuyucularına sezdiriyor. Bu da şairin şiirdeki ustalığını apaçık ortaya koyuyor.
 
Sayfa:23
Bayıra tırmanan kağnı misali
Gıcırtı başladı inceden ince
Kaç şekle giriyor dünyanın hali
Kaç kağnı geçiyor vakti gelince
 
Binatlı; şiirlerinde ahengi sağlamak için bildiğimiz geleneksel unsurlardan vazgeçmemiş. Şiirlerinde genel olarak yalın bir üslup göze çarpmakta ve bu bakımdan şiirlerinde dil sapmaları görülmemektedir. Türkçeyi çok güzel kullanmakta ve dilbilgisi kurallarına uyma konusunda hassasiyet duymaktadır. Konuşma dili unsurlarına fazla yer vermemekte; daha çok gelişmiş yazı diline yaslanmayı tercih etmektedir. O kendine özgü bir şiir yolu oluşturmuş ve yolda emin adımlarla ilerlemekte.
 
Sayfa 40:
Saçının her teline bir günah ekliyorum
Bunca yükü çekmeğe gücün var mı bilemem
Suya hasret çöl gibi dönmeni bekliyorum
Kalbi kırılan benim, sen gelmezsen ben gelmem.
 
İsmet Bora Binatlı; “Benim İçin de Ağla” isimli şiir kitabında, manevi değerlerden vazgeçmeden, Türk millî yapısı karşısında olağanüstü heyecanlanarak ve bu heyecanını hamasî bir yaklaşımla, büyük bir yiğitlik, kahramanlık, özgüven duygusuyla yansıtmış şiirlerine. Şiirlerinde yeri gelmiş genç bir delikanlı olmuş aşkı yaşamış, yeri gelmiş “Uyan Ey Müslüman” diyerek öğütler vermiş. Bazen Mevlana’ca, bazen de Yunus’ça şiirler sunmuş okuyucularına.
 
Sayfa 17:
Bir ayağı Konya’da Hak üzre kavi basar
Nefsini kor torbaya, darağacına asar
Böyle vasi bir gönül bilinmez ki nerde var
Odur başların tacı, O Hazreti Mevlana.
 
Şiirlerinde nesnel görüntü belirgin biçimde sunulmuş. Ancak bazı şiirleri var ki; nesnel görüntünün hemen hemen hiç olmadığı, hayalî bağlamda öznel görüntüler hâkim olduğu şiirleri cesurca kaleme almış şair. İsmet Bora Binatlı’nın Türk şiirindeki yazım dili ve üslubunun zenginliği yanı sıra, şiirde hitabet üslubunu belirgin biçimde hissettiriyor okuyucularına. Çünkü onun amacı, okuyucu ya da dinleyiciyi duygulandırmak ve heyecanlandırmaktır. Şair; yukarıda vurguladığım tanımların yanı sıra, kafiye, redif ve vezin sistemlerinden faydalanarak şiirlerini ahenkli kılmayı başarmıştır.
 
Sayfa 53:
Son limana demirler derler aşkın gemisi
Unutulur her sevgi, öyle diyor kimisi
Kaldırdım gözlerimi kapatan yoğun sisi
İçimde yarım kalmış bir sevginin tadı var.
 
İSMET BORA BİNATLI KİMDİR?
İsmet Bora Binatlı’yı tanımak için öncelikle şiirlerini okumak, anlamak ve onun ruhani derinliklerine inebilmek gerekmektedir. İsmet Bora Binatlı’ya kendini anlatmasını rica ettik, bakınız bizimle neler paylaştı:
1944 yılının sıcak bir Ağustos sabahında doğup, babamın gurbette olması sebebiyle 7 ay sonra nüfusa kaydım yapılmış. Erzurum’un soğuk ve uzun kış gecelerinden birinde henüz 14 aylıkken ,annem doğum sırasında ölünce öksüz kalmışım. Üvey annem ve ondan olan 4 kız kardeşim, annemin benimle birlikte geride bıraktığı 6 çocuk ve o da benim gibi 1 yaşlarında yetim kalmış olan büyük ağabeyim, onun eşi, çocukları, babamın 90 yaşındaki annesi ile birlikte 16 kişi aynı evi aynı sofrayı aynı çileyi paylaşarak, kâh babamın ticari faaliyetlerinin iyi olduğu dönemlerin refahını, kâh iflas dönemlerinin yoksulluğunu birlikte yaşayarak nasıl bir bütün olduğumuzun bilincine vardık.
Aynı sofrada aynı tastan birlikte çorba kaşıklamanın, paylaşımcılıkta etkili bir yanı var mı üzerimde bilmiyorum, ama ben kendimi bildim bileli maddi imkânlarımı, sevinçlerimi, sıkıntılarımı ve hatta sırlarımı paylaşmaktan hep zevk aldım. Bazen iyi mi ettim diye de kendime sormadım değil. Uzun ve soğuk kış gecelerinde, 2400 rakımda gaz lambası ışığında ve kalabalık bir ortamda çalıştığım dersler hep kafama girmiş olmalı ki liseyi bitirinceye kadar daima başarılı bir öğrenci oldum.
6 yaşımdan itibaren karınca kaderince çalışarak aile bütçesine veya okul masraflarıma katkı sağladım. Yüksek öğrenimim sırasında da işçilik/memurluk gibi faaliyetlerle meşgul olurken bir yandan, diğer yandan tahsilime devam ettim ve yine 4 yılda mezun olmak bahtiyarlığına eriştim.
Çocukluğumda rahmetli babam bütün ev halkına imamlık yapıp sabah namazını kıldırırken sesim biraz iyi diye bana müezzinlik yaptırırdı. Arkadaşları ile sohbet ederken bizi yanından uzaklaştırmaz ve dolaylı şekilde eğitilmemizi sağlardı. Dürüst olmayı, vatanı, milleti, bayrağı sevmeyi, iman etmeyi, komşu hakkının kul hakkının ağırlığını ve özellikle de miri malı üzerinde ne kadar hassas olunması gerektiğini öğretti bize yaşantısından örnekler sunarak.
15 yıl müfettişlik, 4 yıl müsteşar yardımcılığı, 5 yıl Holding denetim kurulu üyeliği, 2 yıl başbakan danışmanlığı ve 14 yıldır sürdürdüğüm bir işveren sendikasının genel sekreterliği sırasında edindiğim tek servet; yüksek öğrenimlerini tamamlattırdığım 3 kız evladı oldu ve yüce Rabbimin bana hediye diye lütfettiği üç erkek torun. Çocuk yaşımda kalem kâğıtla ve basınla tanıştım. 10 kitap yayımladım iyi ya da kötü. 7 kitap münderecatını gazetede tefrika ettirdim. Duygusal bir insanım ve okuduğum kitapların sahife aralarında saç tellerimle gözyaşlarım saklıdır. İnsanları severim ve her ne kadar bir kısmından kazık yemiş olsam da bu duygumu kolay değiştiremem. Büyüklerin yanında konuşmak terk-i edeptir demişlerdi hep sıkılırım konuşacağım zaman. Liseli yıllarımda kılık kıyafetimden utandığımdan sözlü imtihanlara kalkmak istemezdim. Hâlâ o sıkıntı yüzünden elim ayağım dolaşır topluluk karşısında konuşurken.
Okumadan yattığım gece yok gibidir. Geriye dönüp baktığımda öğrendiklerim kalmış elimde ama ne yazık ki öğrenemediklerimin yanında zerre miskal bile değilmiş. Sevdalı yüreğim, sılaya dönüş gününün özlemi, ancak hesapta açık verecek olma ihtimalinin korkusu arasında çırpınıp durmakta. Bu günüme şükürdeyim ve şükrün bilincindeyim elhamdülillah.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 13

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Hamit HANCI
ÇOCUK SUÇLULUĞUNA ÇOK BİLİMLİ BAKIŞ SEMPOZYUMU
Ankara Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü’nün himayelerinde sunulan ve Ankara Üniversitesi Tip Fakültesi Adli Tip Ana bilim dalı işbirliği ile düzenlenen ‘’Çocuk Suçluluğuna Çok Bilimli Bakış” sempozyumu 8 Nisan 2009 günü başlamış olup iki gün sure ile 4 oturumda gerçekleştirilmiştir.
Sempozyumun takdim sunuculuğunu Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünden Komiser Fazilet Bayar arz etmiş olup, açılış konuşmalarını Ankara Üniversitesi Tip Fakültesi Adli Tip Anabilim dalı Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Hamit Hancı ve Ankara İl Emniyet Müdürü Sayın Ercüment Yılmaz tarafından yapılmıştır. Sayın Yılmaz konuşmasında Başkentte çocuk suçluların önüne geçmek için emniyet teşkilatı olarak tüm imkânların seferber edildiğini belirtmiştir.
1.Oturum Hukukçular Gözü İle Çocuk Suçluluğu Sempozyumun ilk oturum konu baslığı “Hukukçular gözü ile çocuk” Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Üyesi Sayin Hakim Ali Suat Ertosun oturum  başkanlığında, Dünyanın en güzel çiçekleri çocuklardır benzetmesi ile Ceyhun Atıf Kansu’nun, 24 yasında ölen köy öğretmeni Şefik Sinag’in anısına yazdığı, Dünyanın Bütün Çiçekleri isimli şiiri ile oturumu başlatmıştır.
Çocuklarla ilgili önemli bir alanda çocuk suçluluğunu inceleyeceklerini ve tartışacaklarını bu önemli konuya bilim dallarının pencerelerinden bakacaklarını ifade etmişlerdir.
Oturum konuşmacıları kendi alanlarına Gore Soruşturma, Kavuşturma, Yargılama ve İnfaz aşamaları dikkate alınarak: Ankara Cumhuriyet Savcısı Sayin Cengiz Koksal: “Suç isleyen çocuklar ile ilgili hazırlık soruşturmalarında karşılaşılan güçlükler”, Sayin Avukat Hatice Kaynak: “Suç isleyen çocuklar ve savunma hakki”, Ankara çocuk mahkemesi Hakimi Sayın Gökten Kocoğlu:” Çocuk suçlarında yargılama”, Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürü Nizamettin Kalaman’da:”çocuk ceza infaz sistemi” konularında sunumlarda bulunmuşlardır.
Oturum sonunda yapılan değerlendirmede: İslenen suç, çocuğun geçmişi, sosyal durumu dikkate alınarak bir kısım suçların ceza adalet sistemine girmeden uzmanlar tarafından gerçekleştirilecek uyarı ile sonuçlanmasının sağlanmasını, Yargılama suresinin kısaltılmasını, Ceza adalet sistemine giren çocuklarda ailelerine yönelik çalışmalar yapılmasını, bu kapsamda “Aile Eğitim Programlarının” uygulanmasını,
Mahkemede bulunan uzman şayisinin arttırılmasını, savcılıklara uzman verilmesini,
Hak temelli bakış acısı eksikliği sorununun düzeltilmesi gibi daha bir çok noktada değerlendirme yapılmıştır.
Ayrıca değinilen bir başka konu önemi itibari ile ”polise tas atan çocuklardır”. Bu durumun bio-psikolo-sosyal boyutunun değerlendirilmesi çalışmasının Mersin Valiliği is birliği içinde planlandığını Sayin Prof. Dr. Hamit Hanci’da oturum sonunda soru cevap ve tartışma bölümünde anekdot olarak değinmiştir.
2.Oturum Hukukçular Gözü ile çocuk Suçluluğu: Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi Sayin Prof. Dr. Yener Unver’in başkanlığında, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü ve es zamanlı Denetimli Serbestlik Daire Başkanı Sayin Hakim Vehbi Kadri Kamer, İstanbul Kültür Üniversitesi  Araştırma Görevlisi Sayin Esra Alan, Ankara 8.Aile Mahkemesi Başkanı Sayin Hakim Eray Karınca konuşma yapmıştır.
İlk olarak Hâkim Vehbi Kadri Kamer söze başlamış, İngiltere ceza adalet sistemine ilişkin yapmış olduğu araştırma sonuçlarını paylaşmıştır. Söz konusu sistemde yapılan reform sonucunda sucun önlenmesi ve yeniden islenmesinin önlenmesi konusunda önemli ölçüde başarıya ulaşıldığının belirlendiğini vurgulamıştır. Ülkemizde de suçluluğun önlenmesi konusunda politikalar oluşturularak bir sistem oluşturulmasın, çalışanların eğitimden geçirilmesini önermiştir.
Ardından Prof. Dr. Bahri Ozturk yerine sempozyuma katılan Araştırma Görevlisi Esra Alan, çocuğun ceza hukukunda tanımını, çocuğun ceza sorumluluğunda yapılan gruplandırmayı anlattıktan sonra İstanbul Kültür Üniversitesi öğrencileriyle yapılan anket çalışmasının sonuçlarını paylaşmıştır. Anket çocukların şiddet konusunda suca karışma veya maruz kalmaları hakkında bilgi toplamayı amaçlamıştır.       Esra Alan konuşmasını bitirdikten sonra Prof. Dr. Yener Unver, çocukların ceza sorumluluğu ve istismara uğramaları halinde uygulanan ceza yaptırımları konusunda önemli hususlarda görüş bildirmiştir.
Bunlardan bazıları internet kahvelere: 18 yasından küçük çocukların yasak olduğu halde alınması. Porno yayınlarla etkili savaşılamaması. Çocuk kaçırma sucuna ilişkin 2007’de yapılan değişiklik sonucunda çocuk rızayla götürülse dahi yasal temsilcisinin rızasının olmaması halinde sucun gerçekleştiği, ancak rızanın korunmaya değer olmaması, bir menfaat karşılığı verilmesi durumunda rıza bulunsa dahi soruşturmaya geçilmesi gerektiğidir.
Oturumun son konuşmacısı olan Hâkim Eray Karınca çocukların aile içi şiddetten ve esler arasındaki savaşımdan nasıl etkilendiğini anlatmıştır. Son zamanlarda iştirak nafakasının artırımı davalarının çetinleştiğini, her iki ebeveynin de bakim yükümlülüğü konusunda isteksiz veya yetersiz kalması durumunda çocuğun korumasız kaldığından söz ederek buna bulunabilecek çözümleri paylaşmıştır. Ayrıca çocuk mahkemelerinin soruna çözüm olamadığını belirterek bu konularda yargılama yetkisinin aile mahkemelerine verilmesini, aile mahkemelerinin her aileye bir mahkeme biçiminde yapılandırılmasını, aile mahkemelerinin adliye binasından ayrılarak çocukların dinlenmesine ve ailenin sorunlarına çözüm bulmaya elverişli yapılarda hizmet vermesini savunmuştur.
Daha sonra dinleyicilerin katkı ve soruları dinlenmiş ve yanıtlar verilerek oturuma son verilmiş, katılan konuşmacılara teşekkür belgeleri sunulmuştur.
3.Oturum Sağlık Profesyonelleri gözü ile çocuk suçluluğu Sempozyum kapsamında 3. oturumun konusunu oluşturan sağlık personeli gözü ile çocuk oturumunun oturum başkanlığını Ankara Üniversitesi Tip Fakültesi Adli Tip AD öğretim üyesi Sayin Prof. Dr.Hamit Hancı yapmıştır. Oturum konuşmacılarından ilk olarak sözü alan, Ufuk Üniversitesi Tip Fakültesi çocuk Psikiyatrisi AD öğretim üyelerinden Doç. Dr.Yasemen Işık Taner konuşmasında, çocuk ruh sağlığı profesyonelleri ve çocuk suçluluğunun çocuk ruh sağlığı acısından değerlendirmesinde suca yönelik durumlardan bahsetmiş, suçla mücadelenin en önemli müdahale önleme çalışmaları olduğunu savunmuş ve çok disiplinli işbirliği ile biyolojik,psikolojik ve sosyal risklerle çalışma gerektiğini belirtmiştir.
Sayin Doç. Dr.Yasemin Işık Taner’in ardından konuşmasına Doç. Dr. Rasim Arıkan başlamış,Sayin Arakan konuşmasında çocuk suçluluğunda risk unsurları ve önlenmesi konusunda ,suç islenmesinin önüne geçilmesi suçlu ile ilgilenmekten daha önde gelmelidir savunusu ile görevli olduğu ABD Mesh Sef’s Üniversitesi Adli Psikiyatri ABD dan  örnekler vererek sevgi yoksunluğu,yanlış ve eksik eğitim,baskıcı disiplin yöntemleri,çocuk istismarı ve diş göçlerin oluşturduğu kirlilikten bahsederek konuşmasını tamamlamıştır.
Oturumun bir diğer konuşmacısı Ankara Üniversitesi çocuk Sağlığı AD Sosyal Psikiyatri öğretim üyesi ve es zamanlı çocuk koruma birimi (ACOK) sorumlusu Sayin Prof. Dr.Betul Ulukol çocuk suçluluğu ve istismarı ilişkisini değerlendirmiş suçlu çocuğun ayni zamanda mağdur olduğunu, istismar ve ihmale uğrayan çocukların suç islemeye itildiğini yapılan çalışmalarla ortaya koymuştur.
Oturumun son konuşmacısı olan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tip Fakültesi Adli Tip AD öğretim yelesi Doç. Dr. Nevzat Alkan çocuk suçluluğunu adli tip acısından değerlendirmiştir. Mağdur çocuğun suç islemiş yada suca yönlendirilmiş çocuk olduğunu belirtmiş, TCK 31.maddesi üzerinde durarak 12 yasin ülkemiz için uygun olmadığını belirterek çocuk suçluluğunda ülkelere Gore cezai muayede yaslarının bilgisini vermiştir.
Bir diğer önemli konunun da çocukların cinsel sömürü basta olmak üzere yasadığı sorunların giderek arttığına dikkat çekerek, internetle çocuk pornografisinden kazanılan yıllık paranın 3 milyon dolar olduğunu kaydetmiştir. Oturum sonunda sayin baskan Pro.Dr.Hamit Hancı’nin ve değerli  katılımcıların görüş ve katkıları ile konuşmacılara teşekkür belgelerinin verilmesi ile oturum sona ermiştir.
4.Oturum Kolluk ve alandaki uygulayıcılar acısından çocuk suçluluğu
Sempozyumun son oturumunu oluşturan kolluk ve alandaki uygulayıcılar acısından çocuk suçluluğu Prof. Dr. Doğan Soyaslan başkanlığında başlamıştır. Oturumun ilk konuşmasını suç islemede tekrar gösteren aileler çalışması ile 2.sınıf Emniyet Müdürü çocuk Şube Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Sayin Mahir Ersiz yapmıştır.Sayin Ersiz konuşmasında çocuklar ile isler yapan bütün birimlerin mutlaka çocuğun yüksek yararını elde edebilmek arayışı içinde hareket etmesi gerekliliğini,suç isleyen çocuğun yeniden ve defalarca suç isleme gerçeğinin olduğunu, yapmış olduğu çalışma kapsamında belirtmiştir.
Sayin Ersoz’den sonra sözü alan SHCEK Genel Müdür Yardımcısı Dr.Ozcan Kars çocuk suçluluğunun önlenmesinde SHCEK’in hizmetlerinden bahsetmiş, 2006 yılında sonuçlanan ve sosyal riski azaltma projesi kapsamında SHCEK’in koruma sisteminin değerlendirilmesi araştırmasını ortaya çıkarılan verilerle belirtmiştir.
Oturumun üçüncü konuşmacısı olarak İngiltere Corewel Denetimli Serbestlik Başkanı Marre Ann, İngiltere uygulamalarından bahsetmiş, İngiltere ve Galler’de Gençlik (çocuk/Ergen) Adaletinden örnekler vererek düzenli yüksek kaliteli iletişim, iletişim stratejisi, yöntem çeşitleri, konuşmaya ve dinlemeye devam ile ortaklık çalışmalarında bulunulması gerektiğinin altını çizmiştir.       
 Sayin Ann’in ardindan bir sivil toplum örgütü olan OZGEDER Dernek başkanı Berrin Canlı ceza alan çocukların topluma yeniden kazandırılması çalışmalarından bahsederek, çocukların yeniden ve tekrar suca itilmemesi gerektiğini savunmuştur.
Çok hareketli ve yoğun gecen 4.oturumun bir diğer sivil toplum örgütü temsilcisi Türkiye Çocuklarına Yeniden Özgürlük Dernek Başkanı Yasar Çavdar, salıverme sonrası suca itilen çocuklarla ilgi çalışmalarından bahsetmiş, ortaya çocuklardan gelen içler acısı cevaplar çıktığını  ifade etmiştir.  Sayin Çavdar’dan sonra sözü alan Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bolumu Öğretim Üyesi Prof. Dr.Tulin Gunsen İçli, sokakta çalışan-sokakta yasayan ve suç isleyen çocuklarla ilgi İstanbul Emniyet Müdürlüğü ile ortak çalışmalarını sunmak üzere, çalışmayı yürüten Komiser Yardımcısı Sayin Hanefi Sefer’e sözü devretmiştir. Sayin Sever calisma sonunda orneklemin suc tureri ile arkadasinin isledigi suc turlerinin incelenmesinde iki degisken arasinda cok guclu bir iliski oldugu bulundugunu ifade etmistir.
Yukarıda da belirttiğim üzere çok yoğun gecen oturumun sekizinci konuşmacısı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Bütçe ve Mali Planlama Ana bilim dalı Başkanı Doç. Dr. A.Hakan Yılmaz ise kendi alanında duruma farklı ve etkin bir bakış acısıyla yaklaşmış olup yapmış olduğu Türkiye’de erken çocukluk gelişim donemi anne-baba eğitimine ilksin bir değerlendirme ile eğitim basarisi ve suç oranlarında ki azalmaya ilksin bir maliyet etkinlik ve maliyet fayda analizi çalışması ile sempozyumun  bütünlüğünü sağlamıştır.
Yapmış olduğu çalışmayla ortaya koyduğu savunusu ise şöyledir; Amacı ve hedefleri acık, kaynak yapısı belirlenmiş ve tüm toplumsal tarafların sahiplendiği güçlü bir ulusal strateji oluşturulması, toplumsal gelişim ve refah için büyük önem taşıdığıdır.
Sayin Yılmaz’dan sonra sözü alan İstatistik Uzmanı Komiser Özlem Göz Cekceki tekrarlanan çocuk suçluluğu üzerine bir araştırmayı sunmuş, araştırma sonucunun öğrenim durumu ve çocukların ilk karsılaştıkları suç turunun ikinci kez suçla karışmalarını etkileyen anlamlı birer değişken olduklarını vurgulamıştır.
Oturum sonunda Sayin Başkan Prof. Dr.Dogan Soyaslan’in anlamlı bulduğu sempozyum konusunun  Öfke Kontrol Yöntemleri sempozyumu ile devam etmesi gerektiği önerisinin ardından  katılımcıların katkı ve soruları ile oturum tamamlanmıştır.
Çok anlamlı ve dolu dolu gecen sempozyumun kapanış konuşmasını Ankara İl Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz yapmış, konuşmacılara teşekkür belgesi takdim töreninden sonra sempozyum sona ermiştir.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 14

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

ZAMANIN İÇİNDEN
Zamanın içinden bize gelenler, sütun, sayfalarımızda yer alanlar. Burdur’dan şiir annemiz Müzeyyen Düdük el yazılı, bilgisayar çıktılı şiirleriyle dikkat çekiyor. Müzeyyen annemizin şiirlerinden:
 
ATAM BU TOPRAKLAR SENİN
Beş ayrı bölümden meydana gelen “Bu topraklar senin” adlı şiirlerinin bir bölümünde şöyle sesleniyor Müzeyyen Düdük annemiz:
- Bastığımız topraklar, senin eserin,
Büyüyen evlatlar, senin eserin,
Yoktan var ettin Türkiye’yi,
Açtın okulları, kurdun fabrikaları,
Senin eserlerini, seni unutmayız Atam.
Müzeyyen annemiz, samimi, içten gelen duygularının bütünlüğü içinde şekillendirdiği ve bana gönderdiği şiirlerinde, kaderden, yalan dünyadan bahseden mısralarıyla karşımıza çıkıyor.
 
YALAN DÜNYANIN
Bizi yaşatan hayaller
Gece gündüz hayal kurarız,
Bazen tatlı hayaller,
Bazen de hiç olmayacak hayaller.
 
Kabuslu hayaller bizi üzer,
Tatlı hayallerde bizi mutlu eder.
 
Müzeyyen Düdük annemizin şiirlerinde kaderden, kabuslu gecelerin karanlığından da söz edilir.
 
Kaderime küstüm,
Kimseye küsmedim,
Kader beni ağlattı,
Karlı dağ ardına attı,
Kader sana küstüm..
 
Kırgınlıklar, sıkıntıların getirdikleri. Bir bir Müzeyyen Düdük mısralarında şekillenir, karşımıza çıkar.
 
DÖRTLÜKLER
Müzeyyen Düdük annemizden sonra; Burdur’da uzun süre görev yapan, sonra Isparta’ya naklen geçen şaire Fatma Uçarlar’dan iki dörtlük sunarak, zamanın içindenin noktasını koymak istiyorum efendim:
 
YAĞAN ÇIĞ GİBİSİN
Kuruyan dallarıma yağan bir çiğ gibisin
Bırak ruhum, tertemiz aşkın ile erisin,
Bil ki sen artık, elin değil yalnız benimsin,
Bırak ruhum tertemiz aşkın ile erisin..
 
YOKSUN
Ufuk karardı yoksun, baharda yazda yoksun,
Yıllardır seven kalbim, güzelliğinden yoksun,
Bir kerecik ara da özlediğim o sesin,
Kanayan yüreğimin yarası şifa bulsun.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

15

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

SEVGİ YOLU’NUN DÖRT ŞAİRİNDEN
Dergilerimiz, gazetelerimiz. Getirdikleriyle beğenilen, alkışlanan veya aksi bir değerlendirme içinde tutulanlar, görülenler, değerlendirilenler.
Sevgi Yolu Dergisi, Manisa ilimize bağlı Salihli ilçemizde yayınlanıyor. Kurucusu merhum Mustafa Aydın. Ay Yayınları adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: Gündüz Aydın.
Kültür ve sanat dergisi “Sevgi Yolu”nun Eylül-Ekim 2008 aylarına ait 73. sayısı bize ulaştı. Dergi içinde, araştırma-denemeler vardı. Ama ağırlıklı olarak şiirleriyle, şairlerimiz dikkat çekiyor. Sayfa düzenlemesi, zemin ve çerçeve renklendirmesi, bir profesyonellik görüntüsünü beraberinde getiriyor. “Sevgi Yolu”nun  anılan sayısından, dört ayrı şairimizin şiirlerinden kısa kısa bölümler nakletmek istiyorum efendim:
1- Gündüz Aydın’ın “Gülüm” adlı uzunca şiirinden bir bölümle işe, söze başlayalım:
 
Gülüm,
Unuttum seni,
Bayrağımın dalgalandığı gözlerini,
İdeallerini,
Sevgini, sesini,
Seni
Unuttum gülüm, unuttum..
 
2- Isparta ilimiz merkezinden Melahat Ecevit’in “Aşkı sende buldum” adlı, başlıklı şiirinden bir dörtlük var sırada:
 
Aşk denilen duygu söze yazılmaz,
Sevdanın mektubu gözle okunmaz,
Yürek yanar ama, öze dokunmaz,
Yakacaksan sen yak duygularımı…
 
3- Yine Isparta ilimiz merkezinden Fatma Uçarlar’ın “Bayrağım” adlı şiiri var Sevgi Yolu dergisinin 30. sayfasında. Bu şiirin bir dörtlüğü, şöyle:
 
Doğan güneş sana verir selamı,
Gözlerden başka yer sana reva mı?
Hasta olsam, ilaç bana deva mı?
Şifam ol, al bayrağım öpünce..
 
4- Muğla ilimize bağlı, Dalaman ilçemizden Birdal Can Tüfekçi’nin “Kime gidem rabbim” adlı, başlıklı şiirinden bir dörtlük naklederek, notamızı koyalım efendim. Buyurun:
Peygamber aşkına, senin aşkına,
Merhamet et, affet, garip düşküne,
Bir günahkar kulum, döndüm şaşkına,
Kime gidem rabbim, ben sana geldim.
 
Sevgi yolu Dergisinin sayfalarında yeralan şiirleriyle, daha doğrusu şiirlerinin birer bölümleriyle sütunumuzun konukları olan şairlerimize teşekkür ediyorum.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 16

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

HAYRETTİN İVGIN’DEN GELENLER
Kültür camiamızın içinde oldunuz mu, bu alandaki duayenlerle sık sık karşılaşır, onların dünyalarından, onların ellerinden aldığınız kitap, dergi, bülten diğer dokümanlarla dünyanız genişler, güzelleşir.
Hayrettin İvgin, kültür dünyamızın önde gelen isim ve imzalarından. Prof. Dr. Hayrettin İvgin’den sıklıkla kitap, dergi vb. yayın gelir bana. Bu yayınlar elden ulaşır. 2008’in son günlerinde gelenlerden:
 
ÖMER LÜTFİ DİVANI
Balkan Türkoloji Araştırmaları Merkezi yayınlarının 15 ncisi olarak, Prof. Dr. Tacida Zubçeviç-Hafız imzasıyla, Prizren’de geçen yıl 480 sayfayla Günyüzü görmüş, yayınlanmış.
Ömer Lütfi’nin fotoğrafının altında (13.01.1870 – 25.10.1928) tarihleri gösteriliyor.
Önsözün altındaki imza BAL-TAM Yayınları kuruluna ait. Bu önsözün bir yerinde;
“Ömer Lütfi’nin başlıca ve en büyük eseri Divanı’dır. İçinde lirik şiirlerini topladığı ve asıl gücünü gazel tarzında ispatladığı bu eserini, Osmanlı alfabesinden günümüz Türk alfabesine transkripsiyonunu ve edebi tahlilini yapıp, BALTAM’ın Ömer Lütfi’nin tüm eserlerinin Yayınlanması Projesinin ikinci eseri olarak okurlarımıza sunmaktayız” deniliyor.
 
TÜRKLÜK BİLGİSİ
BAL-TAM Türklük Bilgisi, derginin tam adı Prizren’de yayınlanıyor. Eylül 2008 ayına ait 9 ncu sayısı bu derginin. 328 sayfalık bir kitap görünümü var. Balkan Türkoloji Araştırmaları Merkezi yayınlarından biri, önde geleni bu dergi.
Yayınlanışını sağlayan: BAL-TAM, Balkan Türkolojisi Araştırmaları Merkezi adına, Prof. Dr. Tacida Zubçeviç-Hafız. Sorumlu yazar: Prof. Dr. Nimetullah Hafız. Danışma kurulu var ayrıca. İçindekilerin; tarih, dil, edebiyat, halk bilimi, yayınlar-olaylar şeklinde bölüm başlıkları olarak verildiği, ayrıldığı görülüyor. Bu bölümlerde imzaları bulunanlardan bazıları: Tuncer Gülensoy, Nail Tan, Hayrettin İvgin, Deniz Ünver, Yaşar Kalafat, Taner Güçlütürk vd.
 
İKİYE BÖLMEYELİM GECEYİ
Günay Öztürk Özdemir’in yeni şiir kitabının adı ara başlığımız. Şiir dünyamızdaki yola çıkışı, yürüyüşü, mesafe alışı dikkat çekmeye başlamıştır Günay Hanım’ın. Yazdıkları, yayınladıkları ve bu noktadan hareketle, sayfa ve sütunlara aktarılanlar teşhisimizin doğruluğunu göstermektedir.
Hedef olarak seçilen, varılmak istenen noktanın netleştirilmesi ve şiir yolculuğundaki adımlar, şiirimiz için ümit veren görüntülerdir, Günay Öztürk Özdemir görüntüleridir bunlar.
128 sayfalık “İkiye Bölmeyelim Geceyi” adlı kitaptan, Hayrettin İvgin’in sunuş yazdığı kitaptan türkülerin düğümüne kulak verelim bir dörtlükte:
 
Yalnızlığımın türkülerini söylerim,
Bir yanık, bir güzel türkülerim,
Nerede hani, dost denilen canlar?
Can dost arar, artar hüzünlerim

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 17

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

OSMAN TEKERCİ ŞİİRDE GİDEREK GÜÇLENİYOR
Şairler, yazarlar, araştırmacılar. Kalem erbabı düşünürler. Başlangıç yıllarından itibaren gelişme kaydederler, sanat ve edebiyat alanımızdaki aldıkları mesafenin oranıyla ölçülür ve değerlendirilirler.
Osman Tekerci, Burdur ilimize bağlı Bucak ilçemizde çalışan, eğitim camiamızın yüzlerce isminden, imzasından biri. Ama şiirleri var göz dolduran, mısraları var öz dolduran.
2007 yılında yayınladığı “Allıca Turnam” adlı şiir kitabıyla, şiirimizin meşakkatli yolculuğuna çıktı. Yürüdü,yürüdü. yürüyüş devam ediyor.
Özellikle Burdur ve çevresindeki şairlerimizin, yaşayan şairlerimizin yan yana getirilişi ve yazıp yayınladıklarının değerlendirilişiyle ortaya çıktı ki, Osman Tekerci, yaşayan Burdurlu şairlerin ilk beş rakamı içinde yer alıyor.
Bu tarafsız ve genel değerlendirmemiz, O’nun için bir  onur, bir gurur olmakla birlikte, hiçbir zaman “kendini yeterli bulma” gibi eksik, yanlış bir düşüncenin içine girip, kasılıp, bağdaş kurup oturması anlamına gelmedi. Böyle bir yanlışlığı, böyle bir eksikliği görmedik, görmedim.
İnsanın mütavazılığı, yükselmesi için önemli bir merdivendir gerçeğini Osman Tekerci hep yaşadı, bu gerçeği hep çevresindekilerle paylaştı.
2009 yılına geldiğimizde,yeni bir şiir kitabından, “Sürmeli Güzel” adlı şiir kitabından söz etmeye başladı. Dosyalar dolusu şiirlerini gönderdi bana. Bu şiirlerin, yeni yayınlanacağı “Sürmeli Güzel” adlı şiir kitabında yer alacağını söyledi, hatırlattı.
Hani, Yozgat’ın sürmelisi var ya.. Birde Burdur’un sürmelisi olsun diyerek yola çıkan Osman Tekerci, Sürmeli gözden, sürmeli turnadan, gözlerin sürmelisinden, söz ediyor uzun uzun. Sürmeli göz’den söz ederken şöyle söze başlıyor:
 
Dokunur sözlerin, yaralar beni,
Sürmeli gözüne kurban olduğum.
Karadır benlerin, paralar beni,
Sürmeli gözüne kurban olduğum,
Gözlerin sürmesin sevdiğim dilber.
 
Osman Tekerci, sürmeli gözlerin içinde olan sevgilisinden söz edecekken, sevgilisinin gözlerindeki sürmeden söz ediyor. Farklı bir anlatım, tamamlayıcı bir ifade biçimi. Hocanın anlatımda getirmek istediği yenilik.
Bu kez gözler sürmelidir. Yer değişimiyle karşımıza çıkar. Yakınlık isteyen bir beklentisi vardır. Zaman geçirilsin istemez. “Uzak durma” diye söze başlar, uyarılarıyla seslenir, sakin, samimi, arzu dolu, beklenti dolu.
 
Uzak durma hallerimi sor benim,
İnsafa gel, yaralarım sar benim,
Hayalimi, düşlerimi yor benim,
Gözlerin sürmeli, sürmeli güzel.
 
Osman Tekerci’nin ilk kitabının adı “Allıca Turnam”dı ya. Sürmeli Turnam, başlığıyla yazdığı şiiri de vardır:” İki turnam gelmiş bizim ellere/Selam götür yare sürmeli turnam” mısralarıyla zenginleşen bir anlatım biçimiyle de dikkatimizi çeker Osman Tekerci hoca.
Geçen yıllarla birlikte, güçlenerek sanat ve edebiyat dünyamızdaki yürüyüşüyle alkışlamaya devam edeceğimiz Osman Tekerci’nin, “Sürmeli Güzel” kitabıyla karşımıza çıkışından dolayı kutluyor, sevgi ve saygılarımla tebriklerimi yineliyorum efendim.
 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

   18

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

KAZIM POYRAZ’IN ŞİİR DÜNYASI
Şairlerimizden, yazarlarımızdan kucak dolusu mektup, mesaj, telefon görüşmesi almaya devam ediyorum.
Manisa ilimiz merkezinden, gönül zenginliğiyle, sanat ve edebiyat dünyamızın “ağabeyi” Kazım Poyraz’dan yeni şiirler aldım. 03 Mart 2009 tarihinin taşıyıcısıydı bunlar.
“Gönül dolusu sevgi ve saygılarını” da ilave ederek gönderdiği şiirlerinde Kazım Poyraz, Hakk’a giden yollardan söz ediyor, örnekler veriyor, Ne zaman? Diye soruyor, uzun süren yolculukların ardından; “kapandı o kapım” diye kestirip atıyor.
Masamda bulunan Kazım Poyraz şiirleri, 2009 yılının ilk aylarında kaleme alınmışlar. Çiceği burnunda şiirler diyebiliriz, böyle kabul edebiliriz. “Yollarım” adlı, başlıklı şiirinin ilk dörtlüğüne kulak verelim:
 
Yaram derin, yürekte umutla yaşıyorum,
Sevdan öyle ağır ki, özümde taşıyorum,
Dolanıp geçiyorum, tuzak dolu yıllarım.
Yalnızım bir viranda gece baykuş sırdaşım.
 
Ne zaman?. Bir soruyla gelen duygular. Cevaplarının varlığı inancıyla gerçekleştirilen arayışlar. Aylar geçmesine rağmen, beklenilenin aksine, üzüntülerin sıralanışı şairimizi üzüyor. Bu şiirin bir dörtlüğündeki duygular:
 
Bir tek çiçek bari sal, saklarım ömür boyu,
Soldurmaz onu inan, akan gözyaşım suyu,
Bu acımı dindirir, sarar derin yarayı,
Kalmadı artık gücüm ne zaman biter nazın?
 
Sorular, sorular..Birbiri ardına gelenler, sıralananlar. İyimserlikle yola çıkan, çıkmak isteyen şairimiz Kazım Poyraz. Ard niyetli olanlarla yola çıkmak istemediğini hemen söyler, belirtir, dikkat çeker. “Hoş dedim” başlıklı, adlı şiirinden bir dörtlükle karşılaştırma yapalım, söylediklerimiz doğru mu:
 
Şu riyakar kimseyle dostluk kurmak istemem,
Eşkin atım yokuşa, sürüp yormak istemem,
Yüze gelen fesadı, özden görmek istemem,
Yetim başı okşamak, öyle güzel hoş dedim.
 
Ve arkasından, Kapandı o kapım”dan;
 
Gökte katar olmuş, uçuyor Turna
Bahçem ıssız kaldı gel yalnız durma
Zalim vurdu geçti birde sen vurma
Kapandı o kapım, şimdi dardayım…
 
Hakk’a çıkan yollar. Hakk’a gidenler, ruhlara dönenler. Mısralar arasına yerleşip bize ulaşanlar, ulaştırılanlar. Kazım Poyraz mısralarından efendim:
 
Kazım der, gönlüm yoruldu,
Deryada dümen kırıldı,
Dünyadan hesap soruldu,
Bütün canlar Hakk’a gider..
Kazım Poyraz’ın şiir dünyasındaki yolculuğunda sağlıklar, başarılar diliyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  19

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

TEFENNİ NAMIK KEMAL İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRENCİLERİNİN ŞİİRLERİ

Çocuklarımızın dünyalarında olup-bitenler, gelip-geçenler şöyle bir sıralansa, sıralanma imkanı olsa, ne güzel ve anlamlı görüntüler ortaya çıkar kim bilir!...

20 Mart 2009 tarihinde, Burdur ilimize bağlı Tefenni ilçemizdeki Namık Kemal İlköğretim okulu öğrencileriyle bir sohbet toplantım gerçekleşti. Onların karşısına geçtim sohbet üstüne sohbet ettim, sohbet ettik. Onların sorularıyla karşılaştım, cevaplamaya gayret ettim.

Tefenni Namık Kemal İlköğretim Okulu, müdürleri Faden Okatan yönetiminde, öğretmen ve öğrencileriyle kaynaşmışlar, büyük bir aile görünümünde eğitim ve öğretimlerini başarıyla sürdürüyorlar.

Öğrenciler arasında, şiir yazanlar varsa, hazırlanması ricasında bulunmuştum. Gittiğimde bir dosya dolusu şiir, sayfalardaki minik ellerin yazdığı sevimli yazılar, mısralar, bazılarının fotoğrafları bana verildi. Şimdi bu konuda bir değerlendirme yapmak istiyorum:

2-A sınıfından Hatice Topçuoğlu, 3-A sınıfından Murat Uysal, Armağan Arslan, Zehra Öcal, 4-A sınıfından; Bayram Yıldıran, İbrahim Bayraktar, Ahmet Erkan, Yüksel Nur Koyuncu, Makbule Şakır, Halide Türker, Rahime Gül Arslan, Mehmet Uysal, 6-B sınıfından Duygu Esra Ersoy, 8-A sınıfından; Yıldırım Üzümcü (Sabira-Ayşin’in yazdıkları şiir) şiirleriyle bana ulaşanlardı.

Görülüyor ki, en çok şiir denemesi bulunan öğrenciler 4-A sınıfından sesleniyorlar. Bu bir sonuç mu, tesadüf mü, yoksa diğer sınıflardakiler bize ulaşmadı, ulaştırılmadı mı?. Öğrencilerimizin mısralarına dönelim, birlikte bazı mısraları üzerine bir göz atalım efendim:

1- Hatice Topçuoğlu: 8 yaşında 2-A sınıfında okuyor. “İnsanlık” başlıklı şiirinden: İnsanlık bitti baştan aşağıya/Artık kimseye güvenilmiyor/Hırsız dolandırıcı kaynıyor/Eskiden ne güzeldi/Dolaş, gez..

2- Murat Uysal: 3-A sınıfı öğrencilerinden “Tsunami” adlı şiiri var. Bir dörtlüğünde şöyle diyor: Tsunami gelince/Her şeyi alıp çeker/Tsunami gelince/Hayatı felç eder.

3- Armağan Arslan: 3-A sınıfında okuyor. “Mustafa Kemal Paşa” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Düşman yurda girmişken/Ümitler kesilmişken/Sen geldin/Mustafa Kemal Paşa.

4- Zehra Öcal: 3-A sınıfında okuyor. “Sevimli öğretmenim” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Ay parlatır günleri/Sevgi dolu çiçekleri/Öğretmenler üzülmesin/Sevgi dolu kalpleri.

5- Bayram Yıldıran: 4-A sınıfında okuyor. “Öğretmen mesleği” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Bizi okutup yazdıran kim?/Okutup büyük iş sahibi yapan kim?/İşte bu öğretmenlerin mesleği/Onlar okurken bu koşullar var mıydı?.

6- İbrahim Bayraktar: 4-A sınıfında okuyor. “Doğa” adlı şiirinin ilk dörtlüğünde şöyle diyor: Şırıl şırıl ırmak/Balıklar yüzüyor bak/Yemyeşil kokuyor çiçekler/İnanmazsan gelde bak..

7- Ahmet Erkan: 4-A sınıfında okuyor. “Cumhuriyetin ilanı” adlı şiirinin girişinde şöyle diyor: Temizlenince vatan/Düşmanların hepsinden/Cumhuriyet ilanı/Geldi hemen peşinden.

8- Yüksel Nur Koyuncu: 4-A sınıfında okuyor. “Uyuşturucu” başlıklı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Uyuşturucu kullanmamalı/Kullananları uyarmalı/Eğer kullanırsan/Olursun bir bağımlı.

9- Rahime Gül Arslan: 4-A sınıfında okuyor. “Sevgi, dostluk ve kardeşlik” başlıklı şiirinin girişinde şöyle diyor: Sevgi dünyamızda/Bizi mutlu etmek için/Dostluk kurmamız için/Bulunuyor.

10- Makbule Şakır: 4-A sınıfında okuyor. “Sevgi” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Sevgi dünyaları aşar/Kardeşlik bizleri aşar/Sevgi, dostluk kardeşlik/Gelmiş bize böyle duygu.

11- Halide Türker: 4-A sınıfında okuyor. “Annem benim” adlı şiirinin sonunda şöyle diyor: O güzel kalbini/Bir gün bende kazanıcam/Sana bakmak için/Her şeyi yapıcam.

12- Mehmet Uysal: 4-A sınıfında okuyor. “Türkiyem uyanıyor” adlı şiirinin girişinde şöyle diyor: Türkiye uyanıyor/Toprağıyla, taşıyla/Yemyeşil otuyla/Türkiyem uyanıyor.

13- Duygu Esra Ersoy: 6-B sınıfında okuyor. “İsa Kayacan” başlıklı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Burdur’un Tefenni ilçesinde/Ece Köyü denilen, gül bahçesinde/Bir sonbahar gecesinde/Doğdu duayen İsa Kayacan.

14- Yıldırım Üzümcü: 8-A sınıfında okuyor. Sebira-Ayşin’in yazdıkları “Duygular” adlı ortak şiirle bize ulaştı. Bu şiirin bir dörtlüğü: Mutluluk insanı çocuklaştırır/Üzüntü ise olgunlaştırır/Elbette kimse istemez üzülmeyi/Duygular, hayatın oyunu, senin elinde değil. 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  20

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
BALIK MI YEM Mİ OLSAK
 
Hayat bu yaşarken bizler
Balık mı olsak, yem mi olsak
Bu dünya düzenine nasıl uysak!
Yem olursan takarlar oltaya
Balık olup yaşarsın aldanmasan
Oltada takılı o cazip yeme
Elindeki yiyeceğinle yaşa
Kanma sen oltadaki yeme!
Bir anlık gafletin sana inan
Ömür boyu çektirir özüne.
Sadece sen kalmazsın mağdur
Etrafındakiler de senle yok olur
Kanma atlatacaklar seni o yemle
Satarlar pazarda sonra seni
Arkanda da gülerler sonra
İşte bak o koca sazan diye.
22 Nisan 2009 Çorum 16,45

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 21

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
ELİNDEKİ İLE YETİN
 
İnsan fakir doğar anasından;
Gözün olsa elin malında elinden ne gelir?
İnsan açta kalır, tok ta yaşar ömründe,
Umsan ne yazar. Ummakla kalırsın sen.
Verecek olan Allah'tır insan değil.
Kimseden istemeden ondan istemek gerek.
Dost b ulunmaz edinilir, onu da bilmen gerek.
Sen; sen olalı ne dediğin oldu ki?
Hiç benim dediğim de olmadı ki.
O ne yazdı ise yazımıza, biz isteriz.
Mal, Mülk alem onun O ne derse biz olur deriz.
Takmayın kafanıza. Taksan kendine edersin.
Yiyeceğim var yeter dersen iyi edersin.
Dostun para için dostsa; senin için değil
Malını yemek içindir düşün başka nedir?
Hiç takma dünyayı, mutlu ol aldığın nefesten
Sıhhat gibi zenginlik, ömürde işe yarar
Trilyonun olsa varsa şekerin, alerjin
Ne yiyebilirsin, nede yedirebilirsin.
Onun için sende olduğun gibi ol ve yaşa
Bak vardır sende daha fakir ve aşağı
Haline şükret, kazanmak için çalış
Belki vakti gelir seninde olur nimetin.
Dikkat et paran olunca dostum çoğaldı deme
Deme sonra elindekilere göz diktiler yine.
Haydi hayırlısı dile yaratanından.
Mutluluktan daha iyi zenginlik mi var.
Bir şeyler karaladım belki fazla
Belki senin dilediğinden daha az.
Hoşça kal. Mutlu ol. Elindekini de kaybetme.
19 Nisan 2009 Çorum 20,00

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 22

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

BİDAT GECELERİ VE BİZLER

Allah C.C. ve Peygamberimizi Neden KAMERİ TAKVİMİ Müslümanlara ön gördü?
REGAİP KANDİLİ Peygamberimizin Ana Rahmine düştüğü gece kesin belli değildir,
MEVLİD KANDİLİ; KADİR GECESİ, REGAİP KANDİLİ, MİRAÇ KANDİLİ, BERAT KANDİLİ olarak kutladığımız günler aşağıda listesini çıkarttığım günlerde miydi?
Allah C.C. Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa S.A.V. Ümmetin Miraç kandili kutlasın diye bir emri var mı? YOK! 
Kadir Gecesi Kuran-ı Kerim'de KUR'ANIN KADİR GECESİNDE İNDİRİLDİĞİNİ, KADER GECESİNİN NE OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUN DİYE BİZE SORUYOR, KADİR GECESİNİN BİN AYDAN HAYIRLI OLDUĞUNU bildirmekte FAKAT ŞÜ GECEDİR demiyor. Miladi yıl 365 gün içinde aramamız gerekmektedir.
 

 Kadir Gecesi bu gece diye kutlamak BİD’AT olduğu ve sonradan insanlar tarafından şu gün denmesi, Peygamber Efendimizin de hadislerinde kesin bir gün bilgisi verilmedi, RAMAZAN AYI içerisinde Kadir gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş, yirmi yedi veya yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir. Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen sabit bir gece değildir.
Burada Peygamber Efendimizin NEDEN HİCRİ TAKVİMİ kabul etme sebebi de bu günlerin saklı kalmasını gerektiği için olsa gerek. Peygamberimizin zamanında MİLADİ takvim bulunduğu ve Peygamber Efendimizin zamanında bilindiği gibi MİLADİ TAKVİM bulunmakta idi. Biz burada BİD'AT dediğimiz kutlanan aşağıdaki günlerin KADİR GECESİ Olarak kutlanmasının bid'at olduğunu söylüyorum.

 Peygamberimize MİRAÇ KANDİLE Peygamberimizin Miraca Çıktığı gece kesin olarak belli değildir! Kur’an İsra Suresi 1 ayette  konu anlatılmış, Necm Suresinde de Peygamber Efendimiz hakkında bizleri aydınlatmaktadır!

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 23

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
SESSİZLİK VE ZAMAN
            Bende önceki bir zaman diliminin tılsımlı havanın esmesi ile meydana gelen bir tutkunun yazılmasının zamanı gelmiş olduğunu anlamış gibiyim.
Birinci yılını doldurduğum memuriyet hayatımda bizleri bekleyen büyük tehlikelerin neler olduğunun bilinci ile zamanımı geçirmekte ve kendi planımın doğrultusunda hayatımın yönünü vermeye çalışmaktaydım.
            Her hafta gittiğim Çorum’a gelince her zamanki gibi anne ve babamın baskılarının olacağını biliyor, onları bir bahane ile yine atlatacağımın bilinci ile otobüsün Çorum’a girdiği anda saat 22’yi gösteriyordu gayet iyi hatırlıyorum.
            Çorum otobüs garajı o yıllarda Çorum’un dışı sayılacak bir alana yeni yapılmakta idi. Otobüsler garaja girmeyip saat kulesi civarında yolcularını indirme geleneğini halen sürdürmekte idiler. Her ne hikmetse o gün otobüs eski garajların bulunduğu yere gelmiş ve yolcuları burada indirmişti. Durakta bulunan tek taksiye işaret ettim. Geldi ve bindim. Şoför her nedense hareket etmekte acele etmiyordu. Ben alışkanlığım üzerine şoförün yanındaki koltuğa oturmuştum. Aynı otobüste birlikte Ankara’dan geldiğimiz benim yaşımda iki çiftte taksinin arka kısmına binmişlerdi. Taksici hayatından memnun bana dönerek:
            -Birader ne tarafa gideceğiz? Diye sordu. Ben:
            -Arkadaşları bırakalım, ben sonra inerim. Dedim. Fort taksi homurdanarak yerinden kalktı. Taksi şimdiki hükümet konağının bulunduğu bir yere doğru yol aldı ve vilayetin arkasında bir evin önünde durdu. Taksi içindeki çift paralarını verip indiler. Taksinin çok yüksek bir fiyat talep ettiğini görünce inen çiftin erkek olanına:
            -Bir dakika bekler misiniz? Diye seslendim. Adam durdu taksiye geri döndü. Şoföre:
            -Arkadaştan fazla para aldınız. Aldığın o paranın dörtte üçünü geri ver dedim. Şoför de bizimle aynı yaşlarda olduğundan araçtan inenle beni, birbirini tanıyor diye düşünmüş olsa ki aldığı paranın dörtte üçünü geri verdi.  Adamcağız şükran sesleri çıkartırken ben şoföre:
            - Karakeçili Camiinin yanına gideceğim dedim. Albayrak sokağı aralığından taksiyi döndürerek ilk dönemeçte durdu. Levyeyi eline alarak:
            -İn bakalım yakışıklı. Sen benim nafakamı nasıl geri verdirirsin? Ben sizi birlikte sandım diye dayılandı. Ben gayet sakin:
            -Burası yeri değil. Bu saatte uyuyanları rahatsız etmeyelim. İstersen arabanı tenha bir yere çek. Diye tepki verince biraz duraksadı, araca bindi. Tir tir titremesi halen üzerinde idi. Ben istifimi bozmadan. Aşçıların orada ineceğim dedim. Taksi hareket etti yüz metre sonra durdu. Şoförün titremesi geçmiş, benim sakin halim onu korkutmuş ve ürkekleştirmişti. Araçtan indim. Şoför tarafına geçtim ve diğer yolcudan benim ikazım üzerine aldığı para kadar para uzattım.
            -Bak ahbap. Sen evli misin? Diye sordum. Şoför cevap verdi.
            -Evet. Üç çocuğum var. Diyince ben:
            -Haram para ile mi çocuklarını doyuruyorsun. Diye serteldim. Levyeyi kaptığı ile kapıyı açtığı bir oldu. İndiğine pişman olduğunu pantolonunu ıslattığından anlamıştım. Benim beylik tabancam saldırgan şoförüm burnuna dayanmıştı. Şoföre:
            -Hem haram kazanıyorsun, hem de adam mı dövmeye kalkıyorsun. Dedim. Cevap verecek mecali olmayan şoföre:
            -Dua et üç çocuğuna ve eşine. Seni karakola götürür, fahiş para alıyor, birde levye ile adam dövmeye yelteniyor diye içeri attırırdım. Bir daha böyle olmasın dedim. Şoför pelte gibi aracına bindi. Kontağı çevirmeye mecali kalmamıştı. Ben eve girdim.
            Aradan üç ay geçti, tesadüf Samsun arabası ile tekrar Çorum’a geldiğimde durakta bulunan tek araca el kaldırdım. Araç geldi. Yine aynı şofördü. Bana:
            Merhaba birader. Evinize müşteri geldikçe uğradım. Seni sordum. validen O Ankara’da çalışıyor dedi. Bir gün yine taksine biner oğlum dedi. İşte yine karşılaştık. Sana minnet ve teşekkür borcumu sunmak istiyorum. Senle karşılaştığımız güne kadar arabanın hiç eksiği, gediği bitmiyordu. Sen beni uyardın. Evlatlarına haram yedirme dedin. Senden sonra sabaha kadar durakta düşündüm. Sana hak verdim. Bir daha kimseden hak etmediğim ücreti istemedim. O adamla senin verdiğin para bir bereketlendi ki. Arabam o günden bu güne arızalanmadı. Hiçbir masrafta çıkmadı. Daha önce hiç olmadık masraflarla kazancımı bitiriyor bazen eve ekmek bile götüremiyordum. Dedi. Ben cevap veremedim. Beni eve bıraktı. Ücretini verdim.
            -Bereket versin birader. Dedi. Bende:
            -Bereketini bul dedim. Bir gerçek veya hikaye olarak okuyabilirsiniz.
12/04/2009 01,30 Çorum

 

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 24

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
23 NİSAN 1920 ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI
Atatürk’ün Ulusumuza hediye ettiği Büyük Millet Meclisi'nin açılış yıldönümü olan 23 Nisan'da kutlanan, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bayramını ayrıca Atatürk Çocuklara da hediye etmiş, istikbalin olarda olduğunu da göstermiş olduğu bir bayramdır.
Ülkemizi paylaşmak isteyen güçlerin İstanbul'un işgalinden üç gün sonra, Mustafa Kemal Atatürk 19 Mart 1920 tarihinde bildiri yayımladı: Bildiride, "olağanüstü yetkiler taşıyan bir Meclisin Ankara'da toplanacağı, Meclis'e katılacak üyelerin nasıl seçilecekleri, seçilenlerin en geç on beş gün içinde yapılması gereği” bildiren kesin ve kararlı emirleri yer alan bu bildiri ile, dağıtılan Meclis-i Mebusan'ın üyeleri de Ankara'daki Meclis'e katılmaları emrediliyordu.
Ankara’da toplanacak Meclis için yer arandı. İkinci Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti kulübü olarak yapılmış olan bu bina Meclis için uygun görüldü. Eksik olarak gözüken yapı tamamlandı. Okullardan toplanan sıralar ile halkın katkısıyla mefruşatı donatıldı. Mustafa Kemal Atatürk 21 Nisan'da yayınladığı ikinci bir bildiride: “Meclis'in 23 Nisan” günü toplanacağını ve açılış töreninin duyurdu.
23 Nisan 1920 Cuma sabah ezanından itibaren Ankara'da bulunan herkes Meclis Binası çevresinde toplandı. Herkes ülkesinin yönetiminde kendi kaderine sahip çıkmanın coşkusu içindeydi. Hacı Bayram Camisinde kılınan Cuma Namazından sonra, Meclis binası girişinde bir dualarla tören yapıldı. Saat 13.45'de, Ankara'ya gelebilen 115 Milletvekili Meclis salonunda toplandı.
En yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey (1845), Başkanlık kürsüsüne çıktı ve aşağıdaki konuşmayı yaparak Meclis'in ilk toplantısını açtı.
"Burada Bulunan Saygıdeğer İnsanlar! İstanbul'un geçici kaydiyle yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğu ve bütün temelleri ile halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir.
Bu duruma baş eğmek; Milletimizin, teklif olunan yabancı köleliğini kabul etmesi demektir. Ancak tam bağımsızlık ile yaşamak için kesin olarak kararlı bulunan ve ezelden beri hür ve başına buyruk yaşamış olan Milletimiz, kölelik durumunu son derece ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak Yüksek Meclisimizi meydana getirmiştir.
Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum."
Bu açış konuşmasında, Millî egemenliğe dayalı yeni Türk parlamentosunun adı da "Büyük Millet Meclisi" olarak konulmuştu. Bu ad herkesçe benimsendi. Daha sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm konuşmalarında yer aldığı şekliyle ve ilk kez 8 Şubat 1921 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesinde de yazılı olarak, "Türkiye Büyük Millet Meclisi" (TBMM) adı kalıcılık kazandı.
            Bu ilk toplantıdan sonraki  TBMM, 24 Nisan 1920 günü yaptığı ikinci toplantısında Mustafa Kemal Paşa'yı (Atatürk), başkanlığa seçti. Mustafa Kemal Paşa, kendi öncülüğünde kurulan TBMM'nin başkanlığını Cumhurbaşkanı seçildiği gün olan 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürdü. TBMM, açılışından iki gün sonra, sadece yasama değil, yürütme gücüne de sahip olacak hukukî ve siyasî yapısını düzenleme çalışmalarına başladı.
            Çocuk bayramı olara ta kutladığımız bu bayramın Mustafa Kemal Atatürk’ün emaneti olarak ilelebet kalmasını dilerim.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 25

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mehmet Şakir ÇIPLAK

Mehmet Şakir ÇIPLAK HAYAT HİKAYESİ

YAZILIŞININ 600. YILINDA VESÎLETÜ’N-NECÂT
                                                                                                         
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (SAV)’e karşı duyulan derin sevgi ve saygının çok samimi, çok temiz ve çok güzel bir ifadesi olan “Mevlid”, “Vesîletü’n-Necât” adıyla büyük Türk şairi Süleyman Çelebi tarafından bundan tam altı yüz yıl önce kaleme alınmıştır.
Bu eser altı yüz yıldır derin bir vecd içinde okunmakta, okunduğu ortamda da Türk Milletinin gönlünde engin heyecanlar meydana getirmektedir. Türk Edebiyat tarihinde hiçbir eser Süleyman Çelebi’nin bu şaheseri kadar millete mal olmamıştır.
Süleyman Çelebi’nin elimizdeki tek eseri olan Türk Edebiyatının bu âbidesinin özgün adı “Vesîletü’n-Necât”tır. Selamete ve mutluluğa ulaşmak anlamındadır. Vesîletü’n-Necât’a halk arasında Mevlid denilmektedir. Bu isim sözlükte “doğmak, doğum zamanı” anlamında kullanılmıştır. Terim olarak ise Hz. Muhammed (SAV)’in doğduğu zaman demektir.
İslam Peygamberi için “Mevlid” olarak kullanılan bu terim, Hz. İsa’nın doğum zamanı için aynı kökten gelen “Milat” kelimesi ile ifade edilmiştir. Bu bağlamda kelimeyi “Mevlüd veya Mevlûd” olarak kullanmak yanlıştır.
Hz. Peygamberin hayatı, ahlakı ve gazaları hakkında başta İbn Hişam (ö. 834) olmak üzere birçok müellifin “Siret” veya “Siyer” adı verilen eserleri bulunmaktadır. Mevlidler ise mahiyeti biraz daha farklı eserlerdir. Mevlid yazan şâirler, Hz. Peygamber’in doğumunu, hayatını, başta miraç olmak üzere birtakım mucizelerini ve ölümünü kaleme almışlardır. Adında “Mevlid” kelimesi geçen ilk eser Ebu’l-Cevzî’nin (ö.1201) “Mevlidü’n-Nebî” veya “el-Arus” adlı eseridir. Süleyman Çelebi’den önce İbn Dıhye (ö. 1235), Muhyiddin-i Arabî (ö. 1240), el-Bekrî (ö.1295), İbn el-Cezerî (ö.1429) bu konuda Arapça eserler yazmışlardır. Türkçede ise Süleyman Çelebi’den önce iki eserden söz edebiliriz. Bunlardan ilki Âşık Paşa (ö.1332)’nın “Garibnâme” adlı eseridir. Âşık Paşa, şehrimizde medfun bulunan Elvan Çelebi’nin babasıdır. Garibnâme, on iki bin beyitten oluşan dînî-tasavvufî, sosyal ve ahlak içerikli muazzam bir eserdir. Türkçenin bilim ve edebiyat dili olduğu bu eserde özellikle vurgulanmaktadır. Süleyman Çelebi, bu önemli çalışmadan konu, fikir, kafiye, vezin bazen tasvir ve duyuş bakımından etkilenmiş ve yararlanmıştır:
 
Allah adın zikr edelim evvela
Vâcib oldur cümle işde her kula
 
Allah Adın her kim ol evvel ana
Her işi asan ider Allah ana
 
Cümle alem yoğ iken ol var idi
Yaradılmışdan gani cebbar idi.
 
Vesîletü’n-Necât’ın girişinde zevkle okuyup dinlediğimiz bu dizeler Âşık Paşa’nın
 
Garibname’sinde de şöyledir;
Allah adın eyledüm ibtida
K’andan oldı ibtida vü intiha
 
 
Evvelin ol evvelidir bî-gümân
Ahirin hep ahiridir cavidan
 
Cümle alem yoğ iken ol var idi
Şöyle eksiksüz gani cebbar idi
 
Erzurumlu Kadı Darîr Mustafa (ö.1393?)’in “Siyer-i Nebî” adlı eserinden Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ta “Velâdet” bölümünü yazarken etkilendiğini açıkça görmekteyiz Kadı Darîr Mustafa, eserini mensur olarak yazmış ancak içine çok sayıda manzum parça da ilave etmiştir. Bu manzûmeler içerisinde en güzellerinden biri, Hz. Peygamber’in doğumunu anlatan üç bölümlük ve elli beş beyitlik mevlîd manzûmesidir. Kadı Darîr’in anlatımı şöyledir:
“Amine eydür: bana oğlan doğmak heleti hasıl oldu. Susadım su diledim. Bir cevherden ibrik birle bana su virdiler dir. Kardan ak şekerden şirin oldum içdim dir. Andan sonra ak kuş kanadı birle arkamı sığadı dir.”
 
Vesîletü’n-Necât’ta ise bu bölüm şöyle şiirleştirilmiştir:
 
Amine eydür çün vakt oldu temam
Kim vücude gele ol hayrü’l-enam
 
Susadım gayet hararetten kati
Sundular bir cam dolusu şerbeti
 
Kardan ak idi ve hem soğuk idi
Lezzeti dahi şekerde yok idi
 
Geldi bir ak kuş kanadıyla revan
Arkam sığadı kuvvetle heman
 
Gerek daha önce yazılmış Arapça eserler gerekse örneklerini verdiğimiz Türkçe eserler her ne kadar Süleyman Çelebi’ye ilham vermişse de Vesîletü’n-Necât orijinal, sanat değeri yüksek, şiir dili zengin, anlatım gücü kuvvetli özgün bir eserdir. Adını andığımız eserler edebiyat tarihinde önemli bir yere sahip olsa da Vesîletü’n-Necât kadar şöhret bulamamıştır. Vesîletü’n-Necât ise altı yüz yıl boyunca sevilerek huşû içinde okunmakta ve dinlenmektedir. Süleyman Çelebi’yi etkileyen sadece yazılı kaynakları iyi değerlendirmiş olması değildir. Onun aile çevresi, yaşadığı ortam ve aldığı eğitim ve Türk dili anlatımına olan özel alaka da bu aşkın vücuda gelmesinde büyük rol oynamıştır.
Tarihlerin kaydettiğine göre Süleyman Çelebi, Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu sayılan ve her seferinde Osman Bey’i Dede Korkut gibi “Ey Oğul…” diye uyaran, yol gösteren Şeyh Edebali’nin kızdan torunudur. Babası, I. Murad (ö. 1389)’ın vezirlerinden Ahmed Paşa; dedesi ise Orhan Bey’in hem silah arkadaşı hem de İznik müderrislerinden Şeyh Mahmud tur,  Buna binaen Süleyman Çelebi, eğitimi yüksek meziyetlere sahip bir ailenin evladı olarak yetişmiştir. Yüksek bir tasavvuf  ve ahlak terbiyesi aldığı malum olan şairi zamanın yönetimi değerlendirmiştir. Yıldırım Bayezid (ö.1402) tarafından önce Divan İmamlığına tayin olunan Süleyman Çelebi, daha sonra Bursa Ulu Camii İmamlığına getirilmiştir ki bu önemli eserini de burada vücuda getirmiştir.
Vesîletü’n-Necât’ın yazılmasını tetikleyen olay bugün dahi güncelliğini koruyacak kadar ilginçtir. Rivayete göre Bursa Ulu Camii’nde vaaz sırasında Bakara Suresinin 285. ayetinde geçen "Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı  dileriz, dönüş ancak sanadır.” Mealindeki ifadeyi tefsir eden Acem vaiz, peygamberler arasında fark olmadığını hiçbir peygamberin ve onun getirdiği ilkelerin, diğerlerinden daha üstün tutulamayacağını vurgular. Halbuki ayetin tefsiri bütün Peygamberlerin Tanrı elçisi olarak tanınması bakımından aralarında bir fark olmadığına işaret etmektedir. Yine Bakara Suresinin 253. ayetinde “O peygamberler ki biz onların bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık” buyurulmaktadır. Sapkın Batınî inancını benimseyen Acem Vaizin Hz. Peygamber sevgisini kasıtlı olarak zedelemeye çalışmasına çok üzülen Süleyman Çelebi, Allah ve Peygamber sevgisini öne çıkaran bu eseri yazmıştır. Öz değerlerin görmezden gelinip ithal düşüncelere rağbet edilen günümüzde de dinler arası diyalog, ılımlı İslam modeli veya terörizm ile İslam’ı aynı cümlede anmak gafletinde bulunanlar gibi geçmişte de bu türden olaylar cereyan etmiş fakat ortaya Vesîletü’n-Necât gibi önemli bir şaheser meydana gelmiştir. Eserin Arapça olarak yazılan Önsöz’ünde şu ifadeler dikkat çeker; “Rahmân ve Rahîm olan Allahü Teâlâ'nın ismiyle başlarım. Muhammed (AS)’i bütün yaratılmışların sebebi, en şereflisi ve en azîzi yapan, makâm-i Mahmûd ile şefâat hakkını vererek O'nu bütün Peygamberlerden üstün kılan, ismini O'nun ismiyle yan yana yazarak, hasetçi şeytanın burnunu sürtüp, O'nun şânını yücelten Allahü Teâlâ’ya hamd ü senâlar olsun. Muhammed (AS), Allahü Teâlâ’nın indinde çok makbûldür. Allahü Teâlâ’nın melekleri O'nun yardımcılarıdır. Ağaçlar, toprak ve taşlar, O'nunla konuştular. O'nu sevenler dünyâda ve âhirette sevilip kurtulurlar. O'na düşman olanlar kovulup, Cehennem'e atılırlar. Bizi Muhammed (AS)’in ümmeti yapmakla şereflendiren Allahü Teâlâ’ya hamd ederim. Şerîki ve benzeri olmayan, mekândan münezzeh bulunan Allahü Teâlâ’nın bir olduğuna şehâdet ederim. O, herkesin kendisine muhtâç olduğu, ibâdet ettiği ve yöneldiği Allahü Teâlâ’dır. O, şâni yüce, kullarını merhametle bağışlayandır. Güzel ahlâk ve cömertlik gibi pek çok meziyetleri ortaya çıkaran, vaat edilen kıyâmet gününde, her tarafta şefâati kabûl edilir bir şefâatçi olan Muhammed (AS)’in, Allahü Teâlâ’nın kulu, resûlü ve habîbi olduğuna şehâdet ederim. Allahü Teâlâ, O'na seçilmişlerin en üstünleri olan tertemi ev halkına ve Eshâb-ı kirâmına sonsuz rahmet etsin.”
Yine bu sapkın îtikâdli vâizin sözüne cevap olarak:
 
"Ölmeyüb Îsâ göğe bulduğu yol,
Ümmetinden olmak için idi ol."
 
beytini söyledikten sonra, Resûlullah Efendimizin fazîletlerini söyle îzâh etmiştir:
 
"Dahî hem Mûsâ elindeki asâ,
Oldu O'nun izzetine ejderhâ.
 
Çok temennî kıldılar Hak'dan bular,
Kim Muhammed ümmetinden olalar.
 
Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur.
Lâkin Ahmed efdâl-ü-ekmel durur.
 
Zîrâ efdallige ol elyak durur,
Âni öyle bilmeyen ahmak durur."
 
Süleyman Çelebi, eserini böyle büyük bir aşk ve hayranlık duygularıyla kaleme almaya başlamış, anlatımlarında sık sık Kur’an ayetlerini ve Hadis-i Şerifleri referans almış, onları Türkçenin müzikal retoriği ile birleştirerek halkına bir sanat eseri sunmuştur.
Âl-i İmran Suresinin 189. ayetinde geçen “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter.” Mealindeki ifadeyi, Süleyman Çelebi’nin eserinde;
 
Yir ü gök içre dahi her ne ki var
Oldı Hak emri duttı karar,   şeklnde görürüz.
 
Rahman Suresinin 26-27. ayetlerinde geçen “Her canlı yok olacak ancak azamet ve ikram sahibi Rabbin zatı kalacak” meali ise;
 
Öldürür Allah u Kuddusü’s-Selam
Rabb-i Bâki la-yemût la-yemân            
 
şeklinde ifade edilmiştir
Bakara Suresi 163. ayette geçen“İlahınız bir tek Allah’tır. Ondan başka ilah yoktur. O Rahman’dır Rahim’dir.” ifadesini
 
Bari ne hacet kılavuz sözü çok
Birdir Allah andan artık Tanrı yok.   
 
Şeklinde şiirleştirmiştir.
“Bir şey yaratmak istediği zaman onun yaptığı Ol demekten ibarettir, hemen oluverir.” Mealindeki Yasin Suresi 82. ayetini ise;
 
Bir gez “ol” dimekle oldu Cihan
“Olma” dirse girü yok olur heman. 
 
Dizeleri ile anlatır.
Kadir Suresinde meleklerin yeryüzüne inişleri anlatılır. İsra Suresinin 61. ayetinde de Meleklerin Adem (AS)’e secde ettiği belirtilir. Bu hususlar şu mısralarda ifade edilir:
 
Anın için geldi Cebrail emin
Anın içindi Kur’an-ı Mübin
 
Adem’e kıldı ferihtehler sücûd
Hem ana çok kıldı ol lutf ıssı cûd
 
Peygamberimizin âlemlere rahmet olarak gönderildiğini anlatan Enbiya Suresinin 107. ayetini de;
 
Rahmeten li’l-alemîndir Mustafa
Hem şefîu’l-müznibindir Mustafa. 
 
diye mısalara aktarır.
 
“Allah’ın ismiyle başlanmamış olan bütün işler güdük (ebter) kalır.” Mealindeki Hadis-i Şerif;
 
Allah adın olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya anın sonu, 
 
“Muhakkak ki sizden bana en yakın olanınız beni çokça Salavat ile anan kimsedir.” Mealindeki Hadis-i Şerifi ise  eserin şah beytini oluşturacak şekilde şöyle yazmıştır:
 
Ger dilersiz bulasız oddan necât
Işk ile derd ile eydün es-Salât.
 
Mevlid, XV. Asır Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmıştır. Devrinin telaffuz ve gramer özelliklerini taşır. Süleyman Çelebi açık, sade bir dil kullanmıştır. Üslubu sade ve külfetsizdir. Süse, yapmacık ifadelere kapılmadan abartılı anlatımlara yer vermeden samimiyetle duygu, heyecan ve düşüncelerini anlatmıştır. Şair eserde, XV. asır dil özelliklerini kullanmış ve Mesnevi tarzında yazmıştır. “Münacat” (Allahü Tealaya yalvarma), “viladet” (Peygamber efendimizin doğumu), “risalet” (Peygamber oluşu), “mirac” (göklere çıkışı, Cenneti ve Cehennemi görmesi), “rıhlet” (Peygamberimizin vefatı) ve “dua” olmak üzere altı bölümden ibarettir. Destani bir anlatımı vardır. Yarım ve basit kafiyeler kullanılmıştır. Aruz vezni ise eserin bestelenmesine ve okunmasına katkı sağlamaktadır. Mevlid’in yüzyıllar boyunca bu kadar sevilmesi ve anlaşılması dil ve anlatımındaki sadelik, açıklık ve samimiyetten ileri gelmektedir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde milli duyguların daha yoğun olduğunu varsayarsak devlet adamlarının Arapça, Farsça gibi başka dillerde yazılmış eserleri neden tenkit ettiklerini de anlamış oluruz. Mesela; Yusuf Kırşehrî’nin yazdığı “Rısâle-i Mûsikî” adlı eserin Önsöz’ünde, kitabın Sultan I. Murad’a takdim edildiği ve şu şekilde geri çevrildiği yazılıdır: “Hoş kitaptır, içinde faideler vardır ama Farisi dilindedir. Bir kişi Türkçeye tercüme etmiş rûşen değil ve lakin bir kimse kitabı açık tercüme etse.” Eserlerin hem açık ve anlaşılır olmasına özen gösterilmesi hem de Türkçenin kullanılması özellikle istenmektedir. Süleyman Çelebi bu isteğe hürmeten eserini bu şekilde yazmaya özen göstermiştir. Mevlid, Hz. Peygamber’in doğum yıldönümünü kutlamak için yazılmıştır. Ancak Kandil geceleri, ölüm, doğum, şehit ve din büyüklerini anma törenlerinde, evlenme, hac farizası gibi her türlü sosyal bütünlüğü gerektiren hallerde okunarak Hz. Muhammed’in şefaatine erme dilenmektedir.
 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  26

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Müslüm TUNABOYLU

Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ

KENTLER BÜYÜDÜKÇE SORUNLAR ÇOĞALIYOR
Toprak ana doğal nemi bulduğu süre içinde canlılar için neler üretir neler.Üretilenleri isimlendirmeye kalksak belki ömrümüz yeterli olmaz.
Bir zamanlar Orta Asya da bir iç deniz var iken insanlar bu su birikintisinden uzun süre yararlanmış,toprağın nemi kaybolmaya başladığında  ise dünyanın çeşitli yerlerine göç başlamıştır.
İnsanlar Orta Asya da ki kazanımlarını karşılaştıkları nemli topraklarda konaklayarak yaşamları için gerekli üretimleri gerçekleştirmişlerdir.
Yerkürenin her yeri nemli topraklarla kaplı olmadığı içindir ki insanlar bulundukları yerleşim birimlerinde uzun süre kalamamışlar,zorunlu olarak nemli toprakları aramaya koyulmuşlardır.Buna tarihi bir süreç diyebiliriz.
Küçücük toplumlar giderek artış göstermiş böylece  artan nüfusla birlikte bazı sorunlarda birlikte gelmiştir.
Ülkemizin tarihine bir göz attığımızda,üretimin bol olduğu yerlerde nüfus yoğunluğunun giderek arttığına tanık oluruz.Buralarda ki sorunlar çok değişik türde gelişirken çözümlerde aranmaya başlanmıştır.Böyle olmasının tek nedeni kentlerin büyümesi, kırsal kesimin  sorunlarını da ikinci plana bırakılması zorunluluğunu getirmektedir.
Ülkemizde akarsuların toplanarak,göletler ve barajlar yapılmaya başlanması  cumhuriyet döneminde başlamıştır.İlimiz sınırları içinde uzun süre kalan Hititlerin toprak anayı nemlendirmek için barajlar yaptıklarına  kazılar sonucu tanık olmaktayız.
İnsanoğlu zamanın koşullarına göre çözüm üretmeyi de bilmiş,yıllar boyu yaşamını artan nüfusuna karşılık yeni çözümleri de beraberinde getirmiştir.Dün karasabanla  nemli toprağı değerlendirerek  gerekli oranda üretimi gerçekleştirmiş,karşılaştığı zor koşullara karşı kendi varlığını koruyabilmiştir.
Nüfus yoğunluğunun artış gösterdiği yerleşim birimlerinde insanoğluna öncelikle içme ve kullanma suyu gereklidir.Sağlıklı bir işgücünü su sorunu bulunan yörede sağlamanız mümkün değildir.İnsanoğlu yaşamanın ilk koşulu olarak suyu kullanmayı öne çıkarmıştır.Bu olgu tarihte de öyle olmuş,şimdide öyle olmaktadır.Dün mahalle çeşmeleri var iken bugün onlar birer tarih olmuş,insanoğlu suya yakın olmak için onu konutuna kadar  getirmiştir.
Nereden nereye geldik.kırsal alandan kentlere göç zorunlu olarak başlamasından sonra  kentlerin nüfus yoğunluğu artmış,kırsal alanda ise köylerde günün gelişen ve değişen koşullarını karşılamak  imkansız hale gelmiştir.Devlet öncelikle nüfus yoğunluğunu dikkate alarak hizmetleri karşılamaya çalışmaktadır.
Yaklaşık olarak yirmi yıldan fazla basında çalışarak Çorumun sorunlarını kamuoyu adına  ilgililere yansıtmaya çalıştığım süre içinde kırsal alan olsun kent sorunları olsun su sorunu  önde gelen sorun olmuştur.
Bin dokuz yüz yetmişli yıllarda. Çorum’da su sorunu  artış göstermiş olmasına karşın kent halkı olanla yaşamını sürdürmeyi bilmiş,ilgili kurum ve kuruluşlar sorunu çözümlemek için olduğunca çaba harcamışlar,bazı kısa vadeli ve masrafı az olan su olanaklarını  Çoruma getirmeye çalışmışlar,ancak yöredeki yöneticilerin kendi yörelerindeki su olanaklarının Çoruma uzantısını engellemişlerdir.
Rakımı  Çorum’dan l50 metre yüksekte olan bir ilçemizden cazibe ile su getirmek istenilmiş,ilçe yönetimi bu girişimi önlemiştir.
Bana göre ülke genelinde su sorununu çözümlemek için önce bir su yasasına ihtiyaç vardır.Yasama organı yurt ölçeğinde ki suların kullanımını  bu yasa ile belirlemeli,enerji yurt ölçeğinde nasıl uygulanıyorsa sularda o şekilde  bir uygulamaya tabi tutulmalıdır.
Son yağmurlar gelmeseydi Çorum nerdeyse bir çölleşmeye doğru yol almaya başlamıştı.
Bundan böyle kentlerin,beldelerin ve köylerin  su sorununu çok ucuz olarak sağlamanın yolu il sınırları içindeki akarsuların  yüksek rakımlara enerji ile depo edilerek cazibe yolu ile yerleşim birimlerine eşit düzeyde ulaştırmak olmalıdır .Aksi halde enerji bedelleri ülkenin ekonomi sorununu  daha da artıracaktır diyor saygılar sunuyorum.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 27

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Müslüm TUNABOYLU

Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ

ANADOLU BOZKIRINDA UNUTULMAYAN EĞİTİM KURUMLARI KÖY ENSTİTÜLERİ
Adından da anlaşılacağı gibi Köy Enstitüleri köyler için kurulmuş  bir Eğitim ve Öğretim kurumudur.Burada yalnız köy çocukları eğitim ve öğretim görecek sonra da köyüne dönerek kendisine verilen bilgi ve beceriler doğrultusunda çalışmalar yapacaktır.Köy Enstitüleri duyulan bir zorunluluk sonucudur ki ülkenin 21 yerleşim biriminde kurulmuştur.Bu eğitim yuvalarına ilkokuldan mezun olan bozkırın çocukları alınmaktadır.İlk yıllar bu uygulama yapılırken,her nedense birkaç yıl sonra uygulama sistemi değiştirilmeye başlanmıştır.Yalnız köy ilkokulundan mezun olan çocukların bu okullara gittiğini gören bazı açıkgözler kentsel alandan kırsal alana bir yıllığına taşınarak köy çocuklarının kontenjanını daraltmak istemişlerdir..Bu girişim giderek daha da değiştirilerek ilkokuldan mezun olan çocukların bu okullarda okutulmasına başlanmıştır.
Bir zorunluluk sonucu   Köy Enstitülerinin kurulması ile ülkenin dört bir yanında okuma-yazma olayları arzulanandan daha çabuk gelişmiş,Anadolu insanı okuyup yazmaya başlamıştır.Kısaca bozkırdaki aile oğlundan gelen mektubu köy katibinin köye gelmesini beklemekten kurtarılmıştır.Ama ne yazık ki bugün bile ülkede okuma yazma bilmeyen binlerce insan bulunmaktadır.Bazı eğitim kurumlarının okuma-yazma kursları açtığına tanık olunmaktadır.
Köy Enstitüleri’nde köy çocuklarının günlük hareketlerini bir değerlendirmeye tabi tutarsak, okulda her türlü işçilik bulunmakta,öğrenciler becerilerine göre bu iş dallarına ayrılarak eğitim görmeleri sağlanmaktadır. Enstitülerde yalnız kültür dersleri değil iş eğitimine de ağırlık verilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde askerde onbaşı ve çavuş olan gençlerin, altı aylık bir kurstan sonra köylere eğitmen olarak gönderilmeleri ile başlayan eğitim seferberliğine l944 yılı 17 Nisan’ında TBMM de kabul edilen bir yasa ile kurulan Köy Enstitüleri damgasını vurmuştu.
İlk yıllar çadırlarda başlayan eğitim öğretim çalışmaları giderek köy çocuklarının çabaları ile çadırlardan modern binalara taşınmasına neden olmuştur. Enstitülerin tarım alanlarında hemen her türlü tahıl, sebze, meyve yetiştiriliyordu. Mutfakta hep okul tarım alanlarında üretilen sebze, meyveler değerlendiriliyor, satın alma olayı çok nadir oluyordu. Enstitülerin mutfak olayında devlete herhangi bir yükü bulunmuyordu.
Öğrenciler okul tarım alanlarında yetişen sebzelerden usanmış olmalılar ki okul müdürüne olayı bir kart büyüklüğünde ki kağıda yazılan: ÖĞLE KABAK AKŞAM KABAK MÜDÜR BEY BUNUN BİR ÇARESİNE BAK” sözleri dikkatini çekmiş olacak ki bir sabah toplantısında  okul müdürü:
-Çocuklar bir savaşın ortasındayız.elimizdeki olanakları kullanarak devlete fazla yük olmaktan kurtuluyoruz.Ama ben size bir söz vereyim ..Bundan böyle günde iki kez değil bir kez kabak yemeği yiyeceksiniz.Öğrenci topluluğu ile müdürde söylediklerine gülmüştü. Bunları neden aktardığımı bende pek anlayamıyorum. Ancak bir şey hiç aklımdan çıkmıyor. O kadar sıkıntıların karşısında kalmamıza rağmen  idareye ya da yönetime karşı her hangi bir yıpratıcı, incitici, zorlayıcı davranışta bulunulmamıştır. Okul idaresi ile öğrenciler arasında öğle bir bağ vardı ki bu bağı koparacak yeni bir güç oluşturulmamış, ya da oluşturulamamıştır. Köy Enstitülerinde görev almış yöneticiden tutunda en alt kademedeki uzmanlara kadar unutulmaz bir eğitim ve öğretim kadrosu kurulmuştur. Bu kadroların kuruluşunda İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirilen İsmail Hakkı Tonguç’un imzasını görürüz.
Köy Enstitüleri’nin genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilke ve devrimlerinin Ankara’dan Anadolu Bozkırına dek uzanmasında unutulmayan katkılarda bulunmuştur. Yapılanları küçümseyen bir gurup Köy Enstitülerinin kuruluşunda karşıt görüşler bulunmuş ancak bunların eğitim ve öğretimde herhangi bir etkinliği olmamıştır.
Köy Enstitülerinde verilen bilgi ve becerilerle köy çocukları beş yıl sonra köylerine öğretmen olarak döndüklerinde karşılaştıkları bazı idari konularda okul yönetiminden destek görmüşlerdir.
1940 lı yılların ilk yarısında ülkede meydana gelen depremlerde Köy Enstitüsü’ndeki öğrencilerden oluşturulan küçük guruplarla enstitü bölgesindeki köylerde yapı onarım ve yapımlarında görev almışlardır. Olayın en güzel örneği Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde deprem sonrasında komşu Köy Enstitülerinden gelen öğrencilerin yaptıkları tahta barakalarla 1945 yılında bizzat tanışan ve 1947 de bu okuldan mezun olarak bozkırda görev alan bir  kişiyim. Öğrenciler guruplar halinde okulun tuğla ocaklarına giderek burada toprağı tuğlaya dönüştürülüşüne dek olan evrelerinde isteyerek görev almışlardır. Tuğla ocağında ki çalışmaların o denemde ekonomiye olan katkısı unutulamaz. Köy Enstitülerinin gelişip büyümesinde tuğla ocaklarının bir damgasının bulunduğunu söylersek yanılmış olmayız
Ülkenin yirmiyi aşkın yerinde kurularak faaliyetini sürdüren Köy Enstitüleri’nin Anadolu insanının bilgi becerisinin artmasında etken olduğu bir gerçektir. Köy çocukları okullardan bozkırdaki köylere dönünce köylerin çehreleri birkaç yıl içersinde her bakımdan değişmiştir.Ne yazık ki bozkırda yeni filizlenen fidanlar çok geçmeden günün iktidarınca kurutulmaya başlandı.
Köy Enstitüleri’nden mezun olan köy çocuklarının bir bölümü yine okul yönetimlerince belirlenerek Hasanoğlan Köy Enstitüsünde kurulan Yüksek Köy Enstitüsüne aktarılarak yüksek öğrenim görmeleri sağlandı. Bu öğrencilerin Türk yazım hayatında unutulmayan eserlerini görmekteyiz. Bu yazılı eserler bundan böyle genç kuşak tarafından incelenmeli ve gereği yapılmalıdır diye düşünüyorum.
Köy Enstitüleri bölgelerinde tarımın tüm dallarını modernleştirmede de önemli görevleri üstlenmiştir. Sanatın hemen tüm dalları bu dönemde kırsal alana dek ulaştırılmıştır. Enstitüde verilen bilgi ve beceriler ile donatılan öğretmenler kırsal da etkin olmaya başlamışlar, bozkırda tarımın dışında ufak atölyelerin kurulduğunu görüyoruz. O dönemde çiftçi saban demirinin onarımı için kentsel alana taşınmaktan kurtarılmıştır. Okulların hemen bitişiğinde kurulan işliklerde öğretmenin sanat dalına göre etkinliğini görmek mümkündü.
 Eğitimin yanında öğreniminde etkin olabilmesi için Köy Enstitülerin de kütüphaneler ve kitaplıklar kurulmuş, Bozkırın Çocukları Dünya Klasikleri ile tanıştırılmıştır. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in eğitim seferberliğine olan katkısı hafızalardan silinemeyecektir. Ama ne yazıktır ki o güzelim dünya klasikleri kitaplıklardan ve kütüphanelerden alınarak katledilmişlerdir. Dünyanın çoğu ülkesinde klasik eser katliamı o günün koşulları ile kınanmıştır.
Köy Enstitüleri’nde spor faaliyetleri hemen tüm dallarda yapılmaktaydı.Milli Bayramlarda törenlere illerde ve ilçelerde katılan enstitü öğrencilerinin etkinleri gösteriliyor,bu öğrenciler kırsal alanla kentsel alanın birbirine yaklaşımını sağlıyordu. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenleri için öğrenciler en azından on beş günlük bir çalışma ile becerilerini sergileme olanağı buluyordu.
Köy Enstitülerinde köy öğretmeni dışında köy sağlık memurları da yetiştirildi.Bu sağlık memurları faaliyetleri için görevlendirildikleri köylere giderek bizzat ilk sağlık müdahalelerini yapabiliyorlardı.Sayıları az olan sağlık memurlarının köylerdeki hizmetleri küçümsenecek cinsinden değildi.O dönemde görülen görevliler arasında Köy Enstitüsünden mezun olan sağlık memurları Sıtma Savaşında kırsal alanda en etkin olan kamu görevlileriydi.
 Son yıllarda Köy Enstitüleri’nin adından sık, sık bahsedilmekte, bazı kamu kurum ve kuruluşlarınca düzenlenen toplantılarda bu Eğitim ve Öğretim yuvalarının kapatılmasının büyük bir yanılgı olduğu vurgulanmaktadır.
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Büyük Atatürk’ün emirleri doğrultusunda köy eğitmenleri ile başlayan okuma-yazma seferberliği Köy Enstitüleri’nden mezun olan köy çocuklarının sayesinde gerçekleştirilmiştir. Türk Halkı bundan böyle, Köy Enstitüleri’nin Cumhuriyetimizin gelişip güçlenmesinde ki görevini hiçbir zaman unutmayacaktır.
Köy Enstitüleri’nin kuruluşunda ve daha sonraki dönemlerde görev alan tüm yönetici ve öğretim görevlilerini ,kuruluş yıldönümü nedeniyle bir kez daha şükranla anar saygılarımı sunarım.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  28

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Müslüm TUNABOYLU

Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ

“GÖLÜN YAZI MI YOKSA EĞMİR GÖLÜ MÜ “
Çorum’dan Laçin İlçesine uzanan karayolunun Kırkdilim Köyü yakınlarında yolun solunda genellikle ilkbaharda kendini göstererek ben buradayım diyen bir su birikintisiyle ve sazlıklarla karşılaşırsınız.Hatta siz oradan geçerken bazı kanatlı hayvanların su birikintisi üzerinde tur attıklarına tanık olursunuz.Bazende elinde tüfek  sazlığın içinde  pusu kurmuş avcılara rastlarsınız.
Dikkatimizi çeken bu su birikintisine göl diyoruz.Ben buradan her geçişimde  yıllar önce Prof.Faik Sabri Duran’ın imzası ile  yayımlanan yada basılan  Doğal Türkiye Haritasını anımsarım.Ama  nedense biz oraya Eğmir Gölü demiyoruz da gölün yazı diyoruz.Oradaki düzlüğe isim verirken göle isim vermeyi  unutuyoruz.Biz unutmuş olsak da birileri oranın ismini  çok değişik kaynaklarda okuyucusuna sunmuştur.
Samsun-Ladik –Akpınar Köy Enstitüsü’nde öğrenim gördüğüm bin dokuz yüz kırklı yıllarında Doğal Türkiye Haritasında illeri ve illerin doğal yapısını öğrenmeye çalışırken arkadaşlarıma ”BAKIN BİZİMDE GÖLÜMÜZ VAR” derdim.Ve Çorum’un da bir göle sahip olduğunu  gururlanarak  arkadaşlarıma  sezinletmeye çalışırdım.Göl sözcüğü her nedense beni çok etkilerdi.Okulun yakınındaki Ladik Gölünü ve göl üzerinde ki  kanatlıları ve sazlığı birkaç kez  izleme fırsatı bulmuştum.Bu gölde bulunan sazlıklardan yöre halkının hasırlar dokunduğuna da tanık olmuştum.
Öğretmenimiz Enver Metinel,bir gün bizi  Akpınar Köy Enstitüsü’ne yakın bir köye yürüyerek götürmüş,burada görevli bulunan bir eğitmenin başarılı çalışmalarını göstermişti.Okulun bitişiğindeki  lojmanında oturan eğitmenin evinde Ladik Gölünde yetişen sazlardan örülmüş hasırların  ekonomiye katkısını bir kez daha saptamıştım.
Öğretmenimizin bu köyde bizi  çok çeşitli dallarda somut olarak bilgilendirdiğini unutmam mümkün değil.
Son yıllarda bir markalaşma sevdasına kapıldık.Ne ölçüde başarılı olduk pek bilemiyorum.Ama  bilinen bir gerçek varsa yetkililerde aynı çabayı gösteriyorlar. Markalaşmanın ekonomiye katkısı  elbette azınsanamaz.Çaba gösterilmesinden yana olan bir kişi olarak diyorum ki ,bu su birikintisine yıllar önce  yetkili imzalar  “EĞMİR GÖLÜ” demişler.Biz neden bu isimden yararlanmıyoruz da gölü bırakıp gölün yazı diyoruz.Bu biraz haksızlık olmuyor mu?
Gölün  ve çevrenin korunmasında  ki çabaları yakından izleyen bir kişi olarak,buraya gölün yazı demeye dilim varmıyor.
1982 yılında yetkili uzmanlarca hazırlanan ve basımı yapılan  “YURT ANSİKLOPEDİSİ’NİN”3.cilt ve 2013 sayfasında yer alan ÇORUM tanıtılırken GÖLLER: bölümünde “il sınırları içinde önemli  göl yoktur.Merkez İlçe’oeki EĞMİR GÖLÜ aslında  b.ir birikinti gölü olup yazın suları çok azalır.Sazlık ve bataklıktır.Derinliği 0.50 ile 100 m arasında değişir.”denilmektedir.
Anılan yerdeki su birikintisinin ansiklopedik kayıtlarını size EĞMİR GÖLÜ olarak sundum.Belgesel kaynakların gençlere ulaştırılması varken ,neden yeni isimler peşinde koşuşturuyoruz anlamakta güçlük çekiyorum.
Konunun yetkililerce ele alınması ve gerçeklerin genç kuşağa ulaştırılması dileği ile saygılar sunarım.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 29

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Necati ÇAVDAR

Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ

“SONSUZLUK YOLCUSU”, PEYGAMBER ÇİÇEĞİ

Muhsin YAZICIOĞLU

 

Bozukta olsa;
Kurulu, düzenimiz
“Her yeni oluş da ümit, var” diye
Başlamıştı;
“Demokrasi şölenimiz”
Duyuldu;
Milletin namuslarına emanet ettiği silahları,
Milletine çevirenlere;
Namlusunu millete çeviren tanka selam durmam” diyen
Demokrasinin; “Dik adamı”
Boynu bükük Milletin; gür sesi
Sırtlan saldırısında ki
Anadolu’nun; yiğit evladı :
“Muhsin, bizce bilinmezlikte”
“Yarışı ilan eden; kösler, sustu

Peygamber Çiçeği
Millet, Gülü
Vatan’ın yiğit evladı!..
Nizam-ı Alem ülküsünün Serdarı

Ovalarda; at kişnemesi
Dağlarda; kurt ulusu
Göklerde; uçaklar..
Seheri soğuk,akşamı ayaz
Davanın derdinden dağlanan
Dumanlı
Dağlarım,
Seni sever
Seni saklar, vermez..
Millet umutla
“döngel” der,
 “Sonsuzluğun sahibine”, teslime  çoktan hazır!
O, “sonsuzluk” yolcusu

Kader!
Cedit’e şahin gibi kon
Çağlayan gibi coş, konuş
Yolculuk?..
Yerköy’e...
Döngel’de ..
Kanlıçukur..
Keşdağları..
Kurt misali,
Enginlere sığmaz
 Dağlar;  çekti.
Kefen; beyaz kar
Hür dağlar; mezar
Uğruna ölümü özlediğin
Toprak, su,dağ, ova, orman
Sahibiyim ben diye
Yeşillikler içinde bütün, vatan
Ve
Beyazlar giymiş yüce dağlarda;
Seni bekler;
Peygamber çiçekleri…

Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…
 
Derler ki;
“Sevgi çiçeği”denen nadide çiçek
Ankara yaylalarında sadece Gölbaşı’nda
Yalan!..
Birde Göksun yaylalarında var
Ankara’da engerekler; kahpe, tuzaklar
Kim derdi ki, seni bekler?
Tüm masumlukları ile
 Kahraman Maraş illerinde
Milletine deremediğin; çiçekler

Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…

Kopunca ruhun cesetle ipi
Yukarda; kar, boran,tipi,
Bulutları öpen sisler var
Aşağıda da yavru kurtlar misali kardeşler
Haberler; “haberi” bekler
Bayraklaşma; işte öyle şey
Gönüllerde üç hilalli “bayrak” dı
Nakşediyor; kapkara kalplere, Yaradan
“Peygamber çiçeği”, koku saçıyor,
Kahredici zaman;
Ne de  zor geçiyor?..
Hakim-i Mutlak!
Dantel dantel,oya oya
Sana yer vermeyen gönülleri, açıyor
Dostlar;
Yanında olmak,
Kim bilir?
Yer bulmak için;
-Yad ellerden “nizam-intizam alanlar” bile-
“Niamı-ı Alem” evine koşuyor.
 
Sırrı bilemeyiz,biz
Oluşları;
Kim planlar, kim dizer?
Allah’dan gayrısına eğilmeyeni
Hak dilerde,
 Şahları, padişahları  peşine düzer..

Artık sen varsın, milletin gözyaşında
İnsanları; renkleri ile sevdin
Tüm renkler, göz dikmiş;
 Tanrı Dağı’na eş,
 Ak gelinlikli hiyabanına
Bir muştu bekliyor
Keşdağları!
Ziyaretten sarhoş,
Misafirini; vermiyor

Suskun; teknoloji
Çaresiz; yetkililer
Millet yol gözler
Alçaklar da;  hıyanet,
Kucaklamak için
”Hesapsız”, dağlar; seni özler

Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü…

 
Al Bayrak-Gök Bayrak aşığı
Milletin yiğit evladı!
”Ruhunu dinlendirme” gayretinde
Rüzgar,
Türkü çalıyor
Ezan dinleyen Dağlar,
Seni çağıyor:
Kelebek gibi gel
Arabalar yetmez,yollar bitmez
Kartal gibi süzülerek,gel
Turnalar gibi uçarak, çabuk gel.
Ana sütünden ak
Karlar olsun sana kefen
Mezar, buruk gönüler
Gönüller Sultanına;
Açılmış bütün vatan

Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!

Enginler yetmiyor
Hür dağlar çağırıyor…
Sen;”millet ve vatan” derdin..
Göz pınarlarından kopup gelen, sen
Şahsında bire ermiş, ağlıyor; vatan..

Gün, Perşembe
Hak dostları bilir! “Cuma akşamı”
Ey Osmanlı..
Cumhuriyetin, yiğit “adamı”!
Sana.
Aşığı olduğun;
Üç Hilal’e karanfiller ekleyip
“Al bayrak”la “Gök Bayrak” serdim
Zira..
Derdimiz aynı dert..
Dava, bir..
Ev, perişan olsa da
Sönmesin, son yanan ocak
Millet; var oldukça
Yeniden derilecek

Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…
Kellemi alsalar da,
 “Açıkça” ret ettiğim “darbelere” inat;
Sözde düşüncemin iktidarında
Hapsolduğum ev, karanlık mezar
Sokaklarını dolaşıyorum,
Her sonucu kabule hazır,dualar var
 
“İktidarı” elinde tutan(!) Ankara;
Çaresiz..
Millet; seni bekler, sessiz
Gönüllerde sen, dillerde dua..
Aynı Çankırı yaylalarımdaki gibi
Rahmet bulutları,
Tek fark,
Gözyaşlarına eş ıslatıyor, vatanı
Düşünce aynı. Millet; sesiz

Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…

Gidip vardım, otağına..
Kahırlara kahır ekler
Öznurlar, yolara düşmüş
Buğlar, aynı sadakatle, nöbette
Ruhu; sinelerine sinmiş Başbuğu’nu bekler..
O kapı!..
Bekledim,
Ses versin!
Fakat ..
Gözler nemlenip
Gözyaşları yüreğimize akarken
Yine boğazımız düğümlenip
Dilimiz dönmediğinde “Hal dili” ile anlaşmak üzere;
Dil, gönül bir olunca, kıyamet gürültüsünde bile
Yürekten kopan ÇIĞLIK’ı alan..
Elin biçtiği sınır, dar gelir
Millete çok zorluk verir..
Son vatan parçasına yaban gözü var
Pay kapmak için  pusu kurar,
Eldekini sıkı tutmak  gerek
Düşlerimiz Kaf dağı..
Sırtlanların parçalayıp, çakallar elindeki
Alparslan otağı,Kanuni yurdu
Bizim Kafkasya,
Canımız Bağdat, Basra
Selahattin yadigarı..
Kan çağlayan Filistin..
Yaralı Türkistan
Esir coğrafya,
Şamil’in rüyası,
 Cevher;kanı Çeçenistanı,
Fatih’in hülyasını!
Bosna, Tuna, bütün rummelini
Çağrıbey’den Piri Reis’e bilinmez ufuklara
Hızır’dan Barbaros’adenizler ötesi
Yelken açtığımız okyanusları
Dolaştığımız uzak-yakın  bizim illeri..
Hayırlı şafaklara  gebe,
-İvik ivik köhne Bizans arayan-
Haç’ın koynunda mayalanan iklimi
Kainat planında:
Ay, ne ki?
Nebülozlar ötesine
Işık hızına eş,“Ufuk turunda” kat ettiğimiz
zaman –mekan ötesini
konuşmak üzere, desin  ki;
“Gardaş,buyur”,
Ses, yok!
Dağlarımda uyur, Muhsin..
Elbet, her daim Hakk’a teslim.
Ümit bu ya,
Bekleşiyorlar yiğit gardaşlar;
Buruk,mahzun..
Şahidi; Işık Dağı..
Karatekin bucağına Aydos’tan indiği
Kaybedip de bulduğumuz gibi..
-
Belki de- “Geliyor, başkan Muhsin..

Peygamber, Çiçeği
MİLLET, Gülü…
Vatan’ın yiğit evladı!..
 
Enginlerde rant savaşı..
İhanete eş, kalleşlikler
Peşinde pusu.
Engerekler, çakallar,,
 
Kahpe planlara;
Vakur, dimdik  duruş
Yalpalamadan gaye; hedefe varış
Yarış?..
El kol bağlı,
İmkan dar, ne kadar koşarsan koş..
Dava; büyük
Yol; uzun,
Ömür; kısa
Sen; gönüllere konuş

Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü…

 
Gardaş!
Sorular içinde sorular çok
Sorulara cevap, yok
Söylerlerdi;
Batı ayarlı kurmaylar(!)
Yerin altını
Dağın içini
Denizin derinini
Göklerin katlarını “gözleyen donanımız” var.
Vicdan sahipleri, dağlar delen çığlıkta..
Bırakın,
Milletin bağrındaki yangını soğutacak bir çift söz,
Seda bile yok.
Radarlar; suskun..
Taşkışla paşaları
NATO cenirilları
Milletin hissiyatına ters
Her hayırlı harekete tepkili
Resepsiyonlarda etkili
İşleri dışında “tam” yetkili
Yağ, gürle, es
Lazım olunca dil yut, nefes kes
Bu; sessizlikten öte, sağırlık?
Nato’nun “our boys”ları!
Atmışlardı, ölmeden “tabutluk” denen mezara
Ne tesadüf?
Radarlar, suskun.
Pentegon patentli kirli planlar mı?
Kime hizmet, neden, niçin..
Konacak yer için Batman’ı seçin
İnemezseniz, turlar atıp paslar geçin
Cirit atıyor Avaks’lar semalarımızda,
Katiller(!,)operasyon mu... ?
Korkarım; öyle değildir, manzara
Zira..
Başlar, döndü,
Yetkililer; şapşal..
An; perişan..
Zaman; isyanda..
Ajanslara aydınlık değil,”kaos” düşüyor,
Hakikat; halden hale geçiş yaşıyor
Hararetten kan beynine sıçramış, vatandaş; üşüyor
İsyana ramak kalmış,
İmdada ilahi sabır yetişiyor
 
Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü…
Vatan’ın yiğit evladı…

Beton “Tapulukta” nöbet tutanlar;
“Uçan tabuttan”almak için yoldalar
Sevenlerin peşinde..
Akla mı gelir?
Tapuluklarda çekilen çile
Sana kelepçe olanlar bile
Koşsa da, gidemez!
Değil ulaşmak, yön bulamaz..
Üstünü örtüyor;
 -kainat ayağa kalksa yapılamaz-
Kristal kristal kar
Duman duman kaplamış,sis
O, taptıkları teknoloji, iflas!
Devlet, çaresiz
Millet, perişan
Ve tek yürek
Karıncalanmış dil,yorgun eller
Cuma dualarında müşterek gönüller

Üşümek ne?
Dağlar buz kesiyor
Gücünü millete zorlayan, imkânları elinde tutan o derin(!) devlet; dondu
Gücünü devlete sebil eden
İmkanlardan yoksun, engin imanlı millet;buldu..

Hüküm, kesilmiş,
“Dualar gibi yükselip”
Dinlenmek için Ruh,
Çoktan asli yurduna varmış!
“Zikre dalmış her şey”
Ah o..Ümitlerimiz..
Fizik imkanlar, zorlanıyor..
 “Ay yıldızlı” dağlar, saklıyor
“ Tabiat ana”, tüm yolları bağlıyor

Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…
28 Mart 2009, Dağlar saralı, tam üç gün oldu
Batını, bilemeyiz
Zahire bakarız elbet,
 
Uzaklardan,
Çoook uzaklardan haber mi var?
Davet ediyor, sanki:
”Kekik kokulu koyaklardan aşarak”,
“Güvercinler ülkesinden”, koşup
Pencereme konan bir çift güvercin;
 
“Aradığı çeşme başı”!
O’nu dağlar gibi kar kandırmaz
Fırat kenarında  susuzluğa mahkum,
“sevgi çiçeği”Hüseyin misali;
gerçek pınara varmak,
rahmet deryasından kana kana içmek için
Bir tek “Bilen”in alim olduğu yere uçarak,
-Dünya zulmünden - “Kurtulup”
“Sonsuzluğun sahibi”ne teslim olan;
Mis kokulu ”Peygamber Çiçeği”
Milletin;umudu, Kızılelma’nın; bahadırı
İla-i Kelimetullah’ın   Alperen’i
İnsanlar arasından bir Muhsin!
Sonsuzluk yolcuları;
“Uçmağa” gitti!…

Birliğe, yolculukta:
Vahdet’e ermek için..
“Toyumuz var,
HOŞ GELDİNİZ.”
 
 
MUHSİN:::
(Ve innallàhe lemeal-muhsinîn) “Hiç şüphe yok ki Allah-u Allah-u Teàlâ Hazretleri, MUHSİN kullarını severek, destekleyerek, onlarla beraberdir.”
 
Allahü Teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(O takvâ sâhipleri ki); bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini yenenler, insanların kusurlarını bağışlayanlardır. Allah muhsinleri sever. (Âl-i İmrân sûresi: 134)
Sana nasîhat şudur ki, dört huy ile huylan böylece muhsinler zümresinden (kısmından) olursun.
1) Genişlikte (zenginlikte) zekât, darlıkta sadaka ver.
2) Gazâb (öfke) zamânında gazâbını ve hırsını yen.
3) Başkasının aybını görünce, onu açmayıp, kapatmaya çalış.
4) Hizmetçiye, ehline (hanımına) evlâd ve akrabâya ihsân ederek onları hoş tut. (İmâm-ı Gazâlî)
 
28 Mart 2009-Er Yaman
Peygamber Çiçeği ;
Sadece Ankara Gölbaşında yetiştiği söylense de K.Maraş Göksun ilçesi yakınlarında bol miktarda yayılım gösterir. Güzel
kokulu ve çok estetik bir bitkidir.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 30

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Selma GÜRSEL

Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

EKMEK MANTISI
MALZEMESİ: 2-3 porsiyon-100 gram kavrulmuş kıyma,2,5 Bardak su,1kaşık margarin yada tereya-ğı,1 kaşık salça,tuz,pul biber,bir çanak yoğurt 2 diş sarımsak
Evde bayatlamış ekmeklerden yapılır. Ev ekonomisine katkı bakımından önemlidir. Bayatlamış ekmek bıçakla küçük parçalara bölünerek hazırlanan tepsiye konulur.
Tereyağı tencerede su  bir tencereye konularak bir miktar salça konulur. Tencereye kıyma eklenerek su kaynatılır.
Kaynayan karışımlı su ocaktan indirilince biraz soğumaya bırakılır. Ilık karışımlı su doğranmış  ekmeklerin üzerine kaşıkla dökülür. Bol sarımsaklı yoğurt mantının üzerine dökülerek tabaklara servis yapılır.

 

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 31

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Serkan ÖKÇE
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ
BULUTLARIN KALBİ KIRILINCA      
    
Bulutların kalbi kırılıp
Kararınca mı yağar yağmur
O kadar sinirli o kadar öfkeli
Neden yırtıp atmak isterler kalbini
Ne söyler bu rüzgar onlara
Neydi ki acıları arttırırlar şiddetini
Ben de onlar gibi olunca
Yüzüm kızarır,
Çenem titrer,
Neden hep ağlar kafamda ki gözler

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  32

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Serkan ÖKÇE
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ
BENİM ANNEM
 
Benim annem vatan gibidir
Kucağında sarar bizi
Benim annem bir ırmak gibidir
Akar ve akar hep duru hep berrak
Benim annem bir dağ gibidir
O kadar yüce o kadar pak,
 
Benim annem toprak gibidir
Eli buğday kokar, ekmek kokar, aş kokar
Benim annem bahar gibidir
Güldüğünde çiçekler açar
Benim annem gece gibidir
Kararınca hava sarar bizi usul usul
Benim annem göğe yıldızlar saçar
Annemin başında uğur böcekleri uçar, hep uçar
 
Benim annem zaman gibidir
Onunla doğar onunla başlar hayat
Benim annem can gibidir
Ağlayan her bebek onda bulur şefkat
Benim annem sevgidir
Umutsuzluğa güneş gibi doğar
Onda bulduğum bu tek hakikat,
 
Benim annem gül gibidir
Babam kokar, kardeşim kokar, süt kokar
Benim annem berekettir
Onda her şey çoğalır artar
Benim annem derya gibidir
Bağrında nice sırlar tutar
Benim annem denizdir mavi yakamozlar saçar
Dev dalgalar kabarır coşar
Benim annem melektir
Uçar, uçar ve hep uçar.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 33

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

YILDIZLI PEKİYİ
Okul, öğretmen, kitabın başlığı,
Sıralar üstünde gelecek!
Karne, ilim, tahsil,
Beklenti.
Öğrenciler değil,
Sorunlar büyüyecek.
Küçük zarf içinde bir çocuk
Duvar üstünde
Baş aşağı yürüyor
Eflatun renkli bir böcek!
Anlatılanlar masal değil
Belki şiir gibi okunabilir ya da sahnelenebilinir. İsmail öğretmenin karşısında el pençe durmanıza da gerek yok. Bize anılarını anlatan Semiha ve Bahtiyar da onun öğrencilerindendi. Olanlar önemli bir şey değildi onlara göre şaşılacak ya da gülünecek!
Şehrin içinde dükkânı vardı. Evinde inekleri, eşekleri, keçileri,  tavukları ve horozları yaşardı! O «moooo’ları»  ve «meeeee’leri»  çok severdi. Okulda öğrencileri ve arkadaşları vardı. Hepsi sevecendi.
Asıl görevi öğretmenlik olan bu insanı ilçemizde tanımayan yok gibiydi. Oldukça sevimli, cana yakın, dost biriydi. Zaman zaman inekleriyle ve diğer hayvanlarıyla ilgilenmek için evine giderdi. O anlarda sınıfın en yaşlı ve iri yarı öğrencisini «arkadaşlarınla ilgilen» diye kendi yerine bırakırdı. O gidince  görev verdiği öğrencisi masanın üzerine çıkarak namaz kılar, durumu idare ederdi.
İsmail öğretmen kendisine sadık olan bütün öğrencilerini «yıldızlı pekiyi not ile» ödüllendirirdi. Öğrencilerinin karneleri bu müstesna notlar ile adeta süslü idi. Göğüslerine takılan başarı kurdeleleriyle evlerine gelen evlatları için anne ve babalar adeta düğün ederlerdi. Not olarak hiç tembel öğrenci yoktu. Bilgi bakımından ise bir şeyler öğrenemedikleri için hepsi tembeldi. İlkokulu bitiren öğrencilerinin ortaokula gelir gelmez tökezlemeleri ve birinci sınıftan terk etmeleri ise yüzde yüz muhtemeldi.
Benler bizlerden daha çok!
Çocuklar bilmiyorlar çarpım tablosunu ya da kuşları sevmeyi.
Sen anlat bana başından geçenleri.
Gündüzleri  yaşanan geceleri.
Bunları dinlerken Yusuf ayağa kalktı : «İlçenizdeki İsmail öğretmene bravo», dedi. «Vilayetimizde bizim başımızdan geçenler daha da farklı. Bizim Nedret öğretmenin annesi mi ölmüş babası mı ölmüş. Neyse, dersin tam ortasında her birinde  tesbih bulunan öğrencilerine «haydi çocuklar tesbih çekelim» derdi. Hepimiz tesbih çekmeye başlardık.. Ders yerine bize dua okuturdu. 3. sınıftan 5. sınıfa kadar hiç mi hiç ders yapmadık. Günlerimiz laklakla geçti yani. Bizim okulda Devrim isimli  dindar bir arkadaşımızı  din dersi öğretmenimiz isminden dolayı sınıfta bıraktı! Üniversitede okuyan  bir başka arkadaşıma da «neden senin ismin Evrim» diye baskı yapmışlar! Evrim : «Öğretmenim bu ismi ben koymadım, gidin şu an Mersin mezarlığında bulunan babama sorun» dediğini bana söyledi. Ben açık öğrenimimi bu nedenlerle temelim olmadığı için  yarım bırakan öğrencilerdendim.
Siz açın kapıları onlar girsinler
Karşılaştıklarının ne olduğunu bilmiyorlar ki dillendirsinler?
Olan oldu bir çok şey kaybettiler
Güçleri yok ki dirensinler
Kemal oldukça düşünceli : «Bu anlattıklarınıza göre Gözde Manav’da kasada duran 26 yaşındaki vatandaşımızın içki sebebiyle ölümünün sorumlusu kim? Eğitim Bakanları mı, öğretmenler mi, anne ve babalar mı? Haydi bu soruma cevap verin!» dedi.
Denetimsiz bir hayat
Devlet sofrası!
Kolay değil
Bütün bunları birlikte yaşamak,
Bize yazın olanları, insanlar bilsin
Böyle Eğitim’in karşısında herkes eğilsin!

Bor, 15.08.2004

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 34

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

DESEN

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

08. SAYI FİKİR DERGİSİ NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/05/2009