SANAL OLMAYAN ;
"FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA HOŞ
GELDİNİZ !
|
|
DİKKAT !
BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
SAYI 8 01/05/2009 |
İÇİNDEKİLER
|
Ahmet CANBABA SEVGİLİ GÖNÜL ADAMI ALİ ABDÜLKERİMOĞLU’NUN ARDINDAN
Ahmet CANBABA ANNEME
Ahmet CANBABA ANNEM- ANNELERİMİZ
Ahmet CANBABA İŞLER HASTA
Ahmet CANBABA GÖZ GÖRE GÖRE
Ahmet CANBABA DÜŞERİM
Atilla ALPAY YEŞİLAY ÜNİVERSİTEDE
Bora ATILGAN TAŞRADA İNTİHARA HAZIRLANAN BİR FARE
Bora ATILGAN HÜZÜNLERİN TERAZİSİ
Bora ATILGAN GELECEĞİN ATLILARI İÇİN TEMEL SÜVARİ EĞİTİMİ
MAHİYETİNDE AFORİZMATİK ULUMALARDIR.
Mahmut Selim GÜRSEL BİSİKLETE BİNELİM (!)
Mahmut Selim GÜRSEL ANAM !
Mahmut Selim GÜRSEL 1 MAYIS KISA TARİHÇESİ
Mahmut Selim GÜRSEL HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ)
Müslüm TUNABOYLU METEOROLOJİK OLAYLAR ARASINDA KALAN ÇORUM
Necati ÇAVDAR EĞTİM- MAĞRİF ve İRFAN
Özkan KERACA GÜL BAHÇESİN DE
Özkan KERACA KARACAAHMET'TE Kİ VESİKALIK
Özkan KERACA GÜN BATIMI...
Selma GÜRSEL CILBIR
Serkan ÖKÇE DARGINIM KENDİME
Serkan ÖKÇE ÇOCUK KALALIM
Üzeyri Lokman ÇAYCI GÜL ÇIKMAZI SOKAĞI
Üzeyri Lokman ÇAYCI DESENLER
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
SEVGİLİ GÖNÜL ADAMI ALİ
ABDÜLKERİMOĞLU’NUN ARDINDAN 13-05-2009
Şairlerin sevgilisi, babası, abisi,
Ali Abdülkerimoğlu’nun vefatının üzerinden bir sene geçti.
Şimdi ikinci Bodrum şiir etkinliği yhapılıyor. 1. Uluslar arası
Bodrum şenliğinde Osman Karaaslan tarafından vefatını duyduğumda
şoke olmuştum. Kütahya’da, Isparta’da, Simav’da, Salihli’de,
Antalya’da, Bursa’da ve daha birçok yerlerde yapılan şiir
etkinliklerinde Ali ağabeyimi gördüğümde insana sıcaklık veren
babacan davranışlarından dolayı hemen kucaklaşır, halını hatırını
sorardım. O da hep iyiyim derdi. Şiirde usta bir kalemdi. İşte
Şairler Meclisi adlı şiirindeki şiirin akışına ve anlamına bakın. O
sevgi ile pişip mütevazı tavırlarıyla dostlarının gönüllerinde yer
etmiş birisiydi.
ŞAİRLER MECLİSİ
Çağırdınız koşup geldim
Menzilleri aşıp geldim
Bu meclise çiğ yakışmaz
Sevgi ile pişip geldim
Ali Abdülkerim ağabeycim Yaşadığı
yer olan Simav’a âşık bir kişiydi. Simav’ı çok severdi. Yalnız ben
değil tüm şairler camiası yas tuttu onun için. Kendi halinde,
ağlayanla ağlar, gülenle gülerdi. Yav Canbaba çok kıtalı şiir
gönderi yon başka şairlerin şiirlerini basamıyoruz bu yüzden senin
şiirlerinin uzun olanına yer vermeyeceğim dediğinde ne kadar
haklıydı. O ne söylese kimse üzülmezdi. Yöresel basında ve
camiamızda ses getirecek yazılar yazıldı hakkında. Ne kadar sevilen
birisiydi.
KÜTAHYA (İHA) - Simavlı şair
gazeteci Ali Abdülkerimoğlu’nun vefatı sebebiyle, Kütahya
Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu, merhumun ailesine bir
başsağlığı mesajı gönderdi.
Başkan İhsan Tunçoğlu imzasıyla
Kerimoğlu'nun ailesine gönderilen taziye mesajda şu görüşlere yer
verildi: "Simav İlçemizde yıllardır gazetecilik yapan değerli
ağabeyimiz, şair Ali Abdülkerimoğlu’nun vefatını üzüntü ile
öğrendik. Merhuma Allah’tan rahmet, kederli ailesine, dostlarına ve
basın camiasına başsağlığı ve sabırlar dilerim gibi, Kütahya
gazeteciler Cemiyeti'nin, baş sağlı mesajı gibi insanı hayretler
içine düşürecek başka haberlerde okudum internet sitelerinde Ali
Abile ilgili.
GAZETECİ-ŞAİR ALİ ABDÜLKERİMOĞLU, BALKONDAN DÜŞEREK ÖLDÜ
SİMAV - 11.04.2008 15:35:00
"Kütahya'nın Simav ilçesinde yaşayan
84 yaşındaki gazeteci-şair Ali Abdülkerimoğlu evinin balkonundan
düşerek yaşamını yitirdi.
Dün sabah saatlerinde
rahatsızlanarak Simav Doç. Dr. İsmail Karakuyu Devlet Hastanesine
kaldırılan Ali Abdülkerimoğlu ayakta tedavisinin ardından evine
gönderildi.
Tabakhane Mahallesi'nde kendi adının verildiği caddedeki evinin
balkonuna çıkan Ali Abdülkerimoğlu dengesini kaybederek altı metre
yükseklikten düştü.
Önce Simav ardından da Uşak Devlet
Hastanesine kaldırılan Abdülkerimoğlu, tüm müdahalelere rağmen
kurtarılamadı. Abdülkerimoğlu’nun cenazesi Halil Ağa Camisi'nde
kılınan cenaze namazının ardından Çitgöl beldesi Cumhuriyet
Mezarlağı'nda toprağa verildi.
Cenaze törenine, ailesi, yakınları, Simav Belediye Başkanı Rıza
Özdemir, katıldı. Ali Abdülkerimoğlu 55 yıldır genel yayın
yönetmenliğini yaptığı oğlu Aslan Abdülkerimoğlu’na ait Anadolu
isimli gazetenin haber müdürlüğünü de yürütüyordu. Ali
Abdülkerimoğlu, yazdığı bini aşkın şiirini üç kitapta toplayıp
yayımlamıştı. Son olarak Amasya Valiliği tarafından düzenlenen Türk
Sanat Müziği Beste Yarışmasında Altın Elma ödülü de kazanan Ali
Abdülkerimoğlu’nun bugüne kadar bestelenmiş 20'yi aşkın şiiri
bulunuyor."
Sevgili gönül dostları yukarıdaki
yazıyı internetten bululduğum zaman Abdülkerimoğlunun eşinin de
kendisinden önce vefat etmesinden dolayı daha da yalnız kaldığı
ortaya çıkıyor. Tabiî ki 84 yaşındaki şair babamızın kim bilir
dengesini kaybedip de balkondan düşmesini gerektirecek nedenler
nelerdi. Canım Ağabeyimin o anda tansiyonumu yükseldi de dengesini
kaybetti acaba. Ben tabi bu zamana kadar onu hiçbir zaman aklımdan
çıkarmadım. İstedim ki Ali ağabeyimizi sevenlerin yazdıklarını hep
bir arada toplamak ve kimler onun için ne dedi diye bilmek ve bunu
siz sevenleriyle paylaşmak istedim.
Oyhan Hasan Bıldırki, Ali
Abülkerimoğlu ile bir anısını anlatarak uzunca bir yazı
yazmış. Gene Rahmetle Andığımız Tayyar Tahiroğlu Ağabeyimizin de
içinde bulunduğu bir anı da bakın Bıldırki neler diyor.
"Kendisiyle 2004 Temmuz’unda Söke
Öğretmen evi’nde görüşmüştüm. İlçemize gelen konuk şairlerle
Öğretmen evi’nde buluşmuştuk. Akşamüzeri serinliği başlamıştı.
Çardak altındaydık. Birinin adımı seslendiğini duydum. Baktım, en
ulu ak servi ağaçlarından birine belini dayamış olan Tayyar
Tahiroğlu’nu gördüm. Yanındaki yaşlı şairle birlikte bana
gülümsüyordu. Kalktım, yanlarına gittim, rica mica dinlemedim,
ellerini öptüm.
Tayyar Tahiroğlu’nun; “Oyhan, bize
sahip çık. Hele Ali Abdülkerimoğluna’na hepten sahip çık. Bu kadar
gencin arasında iki yaşlı biz varız. Üstelik ben sonbaharımdayım,
kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Belki sonbaharı bir daha göremem.”
deyişini unutamam. Ali Abdülkerimoğlu durur mu? “Tayyar, sonbaharda
olan benim. Üstelik“Sonbahar” ilk şiir kitabım. Belki sen sonbahara
biraz yakınsın ama bu genci üzmeye çalışma. O daha ilkbaharında
olmalı. Bana göre sen de öylesin…” demişti.
Sonbahar, Tayyar Tahiroğlu’nu sevmiş
olmalı, onu aramızdan çekip aldı."
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- ANNEME
-
- Şarkı olmuşsun dilde yaşarsın çok gönülde
- Bağışla suçlarımı bana ne olur gül de
- Hiç yok ki düşlerimde son gününden bir anım
- Yalnızca bizim için yaşamana hayranım
-
- Karınlık iç dünyamda bitiyorsun gel
- Çok özledim burnumda tütüyorsun gel
- Ah!... Anneciğim.
-
- Yokluğun sevda olmuş büyüyerek içimde
- Sana olan sevgimi arayayım ben kimde
- Beyhude yakınmalar nafile bu çırpınış
- Geriye senden bana yalnız bir resmin kalmış
-
- Karınlık iç dünyamda bitiyorsun gel
- Çok özledim burnumda tütüyorsun gel
- Ah!... Anneciğim.
-
- Kızman severmiş gibi darılmansa bir sitem
- Girer misin rüyama arzu etsem istesem
- Kulaklarım çınlıyor beni mi anıyorsun
- Bir cennette belki de bizle uyanıyorsun
-
- Karınlık iç dünyamda bitiyorsun gel
- Çok özledim burnumda tütüyorsun gel
- Ah!... Anneciğim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- ANNEM- ANNELERİMİZ
-
- Karnında dokuz ay taşırken beni
- sen kanınla besleyerek can, veren annem.
- Bir ana kucağı özlemi duyup
- Doğmuşum
- Senin şefkatinle
- Şefkatli ellerinde.
- İlk defa tenini okşayıp
- Sütünden emmişim huzurla anam.
- Çocuğuna yanık bağrını açan
- Can suyuna değer şefkatin annem.
- Uyutur bir ninniyle sesin
- Ve usulca öpüşünde
- Sıcacık nefesin
- Uyutur.
- Hem fedakar, hem cefakar yürekte
- Derin uykularını böldüğümden
- Uykusuz gecelerin sebebi bendim.
- Anlatılmaz verdiğin emekler bize.
- Yıkaman,
- Sıcacık sarıp, sarmalaman
- Ve kundaklaman öpüp yüzümü.
- Kırıp dökmemize gülüp geçerdin.
- Bizi tehlikelerden kurtarman
- Tutup ellerimizden kaldırıp.
- Yüreğin dayanmazdı düşmemize.
- Bir boynuma sarılışına hasretim
- Ve birde yüzümde gezdirmene ellerini.
- Ben ilk gülmeyi senden öğrenmişim anne
- İlk emeklemeyi,
- Ayakta durmayı.
- İlk anne, baba demeyi
- Ve ilk soru sormayı
- Masallarınla büyürken.
- Bu günlere kolay gelmedik anne.
- Kuruyken yeşeren bir ağaç gibi
- Seni görmek bile beslerdi beni.
- Gülüşün sabırdı, gülüşün keder
- Her şeyde acılar sana düşerdi.
- Sözlerin teselli bütün dertlere.
- İlacımdı saçlarımı okşaman.
- Derdimizde sabrın tükenmez anne
- Senin ellerinin değdiği her şey
- Odamızı doldururdu bir güneş gibi.
- Dertleşmeni özlüyorum anne.
- Birazda çekiştirmeni kim olursa.
- Gönlünü bir dinlendiremedin bizlerle.
- Bir yanın hep hasreti yaşadı,
- Bir yanın yorgunluğunu hayatın.
- Resminde bir kınalı elini görsem
- Ve görsem bir kınalı saçının telini
- Cız eder yüreğim hasretinle bil.
- Neleri sığdırmadın derya gibi gönlüne
- Bayram sevincini yaşatırdın,
- Öptüğümde elini
- Yollarıma bakıp geç kaldın diye
- Sen çalardın zor günlerde kapımı.
- Neyin varsa paylaşırdın benimle
- Bize kuldun bize köleydin anne
- Hep omzunda ağır yüktük, ağır yük.
- Ardımızda yıkılmayan kaleydin.
- Yavrum diye kucaklayıp
- Bağrına basardın, gurbetten gelsek.
- Işığın geliyor sönmüş yıldızlar gibi.
- Gözün açık, hasret gittin oğluna.
- Can damlalarıydı sözlerin, hayat veren.
- “Yavrum seni çok özledim,
- Tütüyorsun burnumda” derdin.
- Bizim içinde sen öylesin anne
- Her şey sen varsa bir anlam kazanır.
- Sensizlik düşmanımdır uğramasın yanıma
- Şiirlerim tedirgin, seni anlatamıyorum.
- Sen bir mihenk taşısın yaşamımın.
- Senin sevgin son durağı yüreğimin.
- Son istasyonu gönlüm, orada in.
- Sıcaklığın tenimde
- Sözlerin kulağımda kalsın.
- Resmin,
- Avutmuyor beni annem.
- Tutamıyorum ellerini
- Senin karşılıksız sevgin var ya
- Onu tadamıyorum
- Ben sevgi sarhoşuydum sen varken.
- Dokunulmazlığımın tadını yaşardım.
- Sen benim özgürlüğümün sınırıydın,
- Sen benim günahlarımın ceza keseni.
- Sen benim sevaplarımdın anne,
- Aydınlık penceremdin.
- Sen benim bereketimdin
- Sen benim örfüm.
- Yaşamda en güzel şeyleri
- Bana layık görendin,
- Yedirendin,
- Tadına bile bakmadığın ne varsa.
- Öğütlerin ayaklarımın altında yol
- Öğütlerin gözümün önünde bir perde
- Büyüklere saygı derdin,
- Küçüklere sevgi
- Ben onun için sayar ve severim anne.
- Hep senin içinde çocuktum
- Sen affedendin.
- Şimdi affedenim yok.
- Acımasız sensiz her şey
- Senin varlığın umuttu, umut.
- Sensizlik hüznümün kaynağı şimdi.
- Sensizlik bir uçurum.
- Sensizlik yalnızlık demek.
- Sensizlik sevgiye acıkmak demek,
- Bilemedim affet anne.
- Şimdi mezar taşlarına
- Pişmanlıklar okunuyor dua diye.
- Bir rüyaya mahkum oluyor sevenlerin.
- Rüyalar bile terk ediyor kimi zaman sevenlerini.
- Bir resme mahkum oluyor bu gözler.
- Bir misafir gibi sessiz
- Göz göze geliyoruz her andığımda.
- Sensizliğe hazırlıksız yakalandım anne
- Zaman hep hasret dokudu tezgahında.
- Hep gelişini düşündüm son gidişinin,
- Umutlar boşa çıkıyor, boşa.
- Muson yağmurlarına benzerdi dua edişin.
- Bir çöl fırtınası gibiydi kızışın.
- Hem sıcaklığını tadardım
- Hem acının özsuyunu.
- Sevgi çıkmazlarını yaşıyorum seni düşünürken.
- Zincirlerinden kopmuş bir halka gibi,
- Hasretim boşlukta anne.
- Üstü kapalı bir gülüş dudaklarımda
- Uykuya dalarken seni düşünüşüm.
- Bir girdap yaratıyorsun rüyalarımda.
- Yeniden keşfediyorum seni,
- Uyanıp hayata merhaba derken.
- Pusuya yatmış bir canavar gibi
- Dünya telaş esi.
- Her gün savaşla uyanır günaydınlar.
- Ahh!... annem, anneler, annelerimiz.
- Çocuklarınız şehit olurken,
- En çok üzülensiniz.
- Tüten ocağımızda hem kordunuz,
- Hem de duman.
- Yavru çığlıkları gözyaşlarında
- Vatanını benden çok severdin bilirim.
- Onun için ölmeye yollarsın vatan uğruna.
- Onun için doğurmadın mı beni?
- Ama şimdi gel gör ki anne nice evlatlar
- Bile bile gidiyorlar
- Dünya barışı diye ölüme.
- Sen mutlu olmalısın anne vatan için
- Hala o ölecek yürek var bende.
- Hala o ölecek yürek var bende.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
İŞLER HASTA
Kendi iç dünyasına dalmış
internette tanımış olduğu adama düşüncelerini yoğunlaştırmıştı.
Hangi tasarımcılar benim gibi kusursuz bir aşkı güzel
giysiler içinde cansız bir vücutta hayata geçirebilir ki.
Bahar, kıpırdanmasındaki esin kaynağını kendinden almıştı
sanki. Sevgilisine cömertçe yazılar yazıyordu. Erkek bayan
konseptleriyle hizmet veren butiklere dönmüştü içi. Düşü
rengarenkti. Tatlım diyordu. Her yerim rengarenk çiçekler
açmış gibi geometrik desenler üzerinde ki bluzumun ve platin
rengi mini eteğimin altındaki bacaklarımın bir sütun gibi
seni beklediğini bilmeni istiyorum. Marka merakım dan olsa
gerek hep en nadide giysiler içinde göreceksin beni. Şimdi
duygusuz ve acımasız bir şeytan tarafından ruhum ele
geçirilmiş gibi sanki. Çok kısa zamanda tanışmış olsak ta iki
uzatmalı aşıklar gibi hissediyo0rum kendimi. Seni çok
seviyorum.
Adam ismini dahi bilmediği bir
bayandan gelen yazılar karşısında aşk sarhoşu olmuş, sanki
kendinden geçmişti. “İnsanlar elbetteki sevecekler, o zaman
sevgisinin kendisini götürdüğü yere kadar gitsin aşkları.
Yazarlar kalemlerinin götürdüğü yere kadar yazsınlar.
İnsanlar yapmak istediklerini yaptıklarında, yapacakları yere
kadar gitmiş olurlar. İşte bizde gittiğimiz yere kadar
gidelim internette seninle. Bende seni çok seviyorum. Başka
bir çetleşme de buluşmak üzere” demişti mesajında.
Daha böyle birçok göndermeler
yaptılar birbirlerine. Uzun, kısa yazılarla aşklarını üç ayın
sonuna getirmişlerdi ki bir pastanede buluşarak tanışmaya
karar verdiler. Her ikisi de yaşamlarının gerçeklerini
anlatacaklar mıydı acaba. Bir gün anlaştıkları gibi bir
pastanede buluştular. Bayan:
-Aaffedersiniz ne iş yaparsınız”
dedi. Adam:
-Fabrikatörüm”
-Çok güzel. Der bayan.
-Benim eşimde borsacı. Adam
bayanın eşinin borsacı olduğuna Sevinir çaktırmadan.
-Çok güzel, benimde hisse
senetlerim var. Borsa yükseleceği zaman beni inşallah
uyarırsınız” der bayana. Bayan:
-Ne demek efendim tabi ki
yardımcı olurum. Ancak bu işler alenen olmaz ne de olsa
eşimin telefonu dinlenebilir” der bayan. Adam:
Sen orasını merak etme. Ben
telefonda hal hatır sorarım işler nasıl derim işler iyi
dediğinde ben o gün kağıt alacağım. Sen işler kötü
maalesef işler hasta, işler yattı, dediğinde de elimdeki
kağıtları satacağım. Der. Kadın aslında Borsacı Şükrü İşler
beyin evlerinde hizmetçi olarak çalışmaktadır. Çetleşerek iyi
birini bulsa evlenip kendi hayatını kurtaracaktır. Ama tanıştığı
fabrikatöre de ben o evin hizmetçisiyim diyemez. Kadın bir
fabrikatörle tanışmaktan dolayı gayet mutludur. Bu arada
fabrikatörde çok sevinçlidir nede olsa bir ‘borsacı eşiyle’
tanıştığı için. O da içinden ‘inşallah benim memur emeklisi
olduğumu anlamaz’ diye geçirir. O da bayana ‘fabrikatörüm’
diye yalan söylemiştir. Emekli olunca bütün parasını borsaya
yatırmış, orta hali emekli Satılmış beyden başkası değildir.
Oldukçada yüklü paralar kaybetmiştir borsada. Ama bundan sonra
hele sevgilisi Mahsune hanımla tanıştıktan sonra daha fazla
kazanacağından emindir. Kadın, borsacının yanında çalışmaktan
dolayı borsa ile ilgili birçok açıklamalarda bulunur
fabrikatöre.
-Nede olsa eşimin bu işlerdeki
gizemliliğini ancak ben bilirim. Der . Fabrikatörle tekrar
buluşmak üzere ayrılırlar. İçinden ‘Huşa hazretlerine yüz sürüp
dilekte bulunmamın karşılığını alacağım inşallah. Az mı gittim
yatırlara. Tekkelere az mı yüz sürdüm. Ne kadarda yakışıklı
adam bayağı ilgilendi benimle, Yarabbim bir kabul olsun
dileklerim, bundan sonra bende gün yüzü göreyim’ der.
Satılmışta borsacı hanımıyla
tanışmanın verdiği sevinçle daha çok kazanmanın hayallerini
düşledi. Kadın eve vardığında daha Şükrü beyin gelmesine
hayli bir zaman vardı. Şükrü bey eşinden ayrılmasına rağmen
kendisine davranışında en ufak bir yanlışlığı olmamıştı. Ne de
olsa yaşça borsacıdan çok büyüktü. Kendine uygun arkadaş
getireceği zaman evine:
-Mahsune bugün ablanın evine
gidebilirsin? Der. Mahsunede o gün sevinçle ablasına gider eve
beyin istediği zamanda dönerdi. O gün de öyle oldu.
Akşama bey gelmeden sofrasını
hazırladım yanına da bir duble rakısını ve soğuk suyunu
hazır etmiştim ki kapının zili çaldı. Baktım Şükrü bey
-Hoş geldiniz efendim. Dedim.
-Hoş bulduk Mahsune. Dedikten
sonra üstünü değiştirip banyoya girdi bu arada da bana:
-Bu gün ………kağıtları para edecek,
borsa yükselişe geçecek . AB için tarihin verilmesine kesin
gözüyle bakılıyor. Yarın hareketli bir gün yaşayacağız. Çok
alım, satım olacak, onun için sabah erken gitmeliyim, beni
uyandır. Dedi. Mahsune hanım da:
-Olur bey uyandırırım. Dedi. Şükrü
bey banyodan sonra yemeğini yiyip bir duble rakısını
içtikten sonra yattı. Mahsune sabah dediği saatte beyi
uyandırmak istedi. Şükrü bey rahatsızdı, yatağından kalkmadan
-Mahsune hanım beni arayanlara
kalkamayacağımı rahatsız olduğumu söyle. Lütfen beni kimse
rahatsız etmesin. Diye tembih etti ve odasından çıkmadı. İşe
gitmemesinin verdiği yoklukla arkadaşlarından birkaçı aradı ve
hepsine şükrü beyin hasta olduğunu söyledi.
Tanıştığı fabrikatör yani
Satılmış da büyük bir heyecanla bayandan tiyo almak için
telefon açar:
-Efendim günaydın işler nasıl?
Der kadın internetten tanıdığı adamla telefonda ilk defa
konuşmaktadır sesini alamaz patronunun yani Şükrü beyin
arkadaşlarından birinin aradığını ve Şükrü beyin tembihini de
düşünerek
-Maalesef efendim işler hasta,
yatıyor. Kimseyle konuşacak durumda değil. Der. Hizmetçi
Satılmışın telefondaki sesinden tanıyamaz. Nasıl tanısın ki,
daha ilk defa duyduğu bir ses. Telefonu kimsenin rahatsız
etmemesi için de devre dışı bırakır. Mahsune Hanımdan işlerin
yattığına dair mesajı alan Satılmış ‘demek ki kocasının
yanında ancak bu kadar cevap verebiliyor, müsait değil.
Canım sevgilim benim. Gene beni düşünerek işler yattı diyebildi.
Bu benim için çok önemli der ve elindeki bütün kağıtları
satar.
Ertesi gün borsa yükselişe
geçmiş, borsadaki ekranlardan sattığı kağıtların yükselişi
karşısındaki değer kayıplarından Satılmış saçını başını
yolacak duruma gelmiştir. Yumruklarını sıkıp bunumu yapacaktın
bana Mahsune hani parolamız işler hastaydı. Sevgilisinin
evini bilmiyordu. bildiği tek şey telefondu ve imeyil
adresiydi. Büyük bir kızgınlıkla telefona sarıldı telefonuna
kimse cevap vermedi. Sonra imeyil gönderdi bir internet
kafeden. İşler hasta dedin. İşler yattı dedin, hayatımı
mahvettin Mahsune. Üstelik telefona da çıkmıyorsun. Bu sana
son mesajım sanıyorum bu bu dünyaya son mesajım. Hoşça kal
oysa seni ne kadar çok sevmiştim.
Artık Mahsune içinde çok geçti
ertesi günkü gazetelerden ‘Borsada iflas etti kendisini boğaz
köprüsünden attı’ diye bir haber okudu. Kendisini seven
birisini tanımış ama onu kısa bir zamanda kaybetmenin acısını
da yaşamıştı. Şükrü İşler beyin birkaç gün içinde hastalığı
geçmiş ama Mahsune için kendisini hiçbir zaman
affetmeyeceği ve bir sır olarak içinde sakladığı aşk acısının
izleri hiçbir zaman geçmeyecekti.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- GÖZ GÖRE GÖRE
-
- Hak yolu deyip de uçkur
- Çözülmez göz göre gör
- Tanrı aşkına kadın kız
- Düzülmez göz, göre göre
-
- Hata kimde ne demeli
- Herkes suçunu bilmeli
- Uçacak evin temeli
- Kazılmaz göz göre göre
-
- Tahrik etme sağı solu
- Nedir işin çıkar yolu
- Hakaretler dolu, dolu
- Yazılmaz göz, göre göre
-
- Yönetirler cambaz gibi
- Çalarlar düzenbaz gibi
- Bunca vatandaş kaz gibi
- Yolunmaz göz, göre göre
-
- Ateşten gömlek giyerek
- Allahuekber diyerek
- Bilerek ve bilmeyerek
- Ölünmez göz, göre göre
-
- Düşün yobazın kastı ne
- Çıkar Atanın büstüne
- Kırsınlar diye üstüne
- Salınmaz göz, göre göre.
-
- Demokrasi almış yara
- Ufkumuz görünmez kara
- Gizli ödenekten para
- Çalınmaz göz ,göre göre.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- DÜŞERİM
-
- Seninle sensiz yaşarım
- Gel desen gele düşerim
- Bende böyle bir beşerim
- Hallerden hale düşerim
-
- Yaparım aşk için hile
- Yel olur dağlar aşarım
- Yetişmek için menzile
- Bellerden ,bele düşerim.
-
- İçim coşku dolu benim
- Bendime sığmaz taşarım
- Akan suyun yolu benim
- Sellerden , sele düşerim.
-
- Yüreğinle sarsan beni
- Gönlünde sevda eşerim
- Sevip’ de harcarsan beni
- Ellerden, ele düşerim
-
- Bende sen varsın sor niçin
- İçimden gelir coşarım
- Kem söz etme benim için
- Dillerden dile düşerim
-
- Gitme bir bak n’olur dur da
- Senin için hep başarım
- Rüzgar gibi dağda kırda
- Yellerden ,yele düşerim
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİLAY ÜNİVERSİTEDE..
Her yıl geleneksel olarak yapılan
üniversite bahar şenliğine bu yıl Açaray gençlik kültür ve
sanat Derneğinin davetlisi olarak katılan Türkiye Yeşilay
Derneği Çorum Şubesi de açtığı standıyla ilgi ve beğeni
topladı.
Üç gün süren şenlik boyunca
gençlerle beraber olan ve onlara sigara alkol ve uyuşturucuların
zararlarını anlatan Şube başkanı Attila ALPAY; gördüğü ilgiden
memnun olduğunu belirterek şunları söyledi :
“Hitit üniversitesinin Geleneksel
olarak yaptığı bahar şenliklerine bu yıl ilk defa katıldık.
Üniversite yönetiminin bize verdiği yerde stand açarak
panolarımızı yerleştirdik. Üniversite gençliğimizden çok büyük bir
ilgi ve alaka gördük. Pek çoğunun sigara içmesine rağmen hemen
hepsinin bırakma isteği içinde olduklarını gözlemledik.
Bütçelerinin büyük bir kısmının bu zehire gittiğinin ve şiddetle
zehirlendiklerinin hemen hepsi farkında. Yine hepsi de kurtulma
yolları arıyor.Onları bilgilendirdik , broşür ve cd
dağıttık.Sorularını cevapladık.Sergi süresince sigarayı bırakan
gençlere belge ve armağanlar verdik.Gördüğümüz samimiyetten son
derece memnunuz. Bütün gençlerimizin sigarayı ve kimne içiyorsa
bilumum bağımlılık yapan maddelerini bırakmalarını ve sağlıklı bir
ömür sürmelerini diliyoruz. Hepsine derslerinde başarılar
temenni ederiz. Ayrıca bize yer veren üniversite yönetimine ve
bizi bu etkinlikten haberdar ederek davet eden Açaray Kültür ve
gençlik derneğine de çok teşekkür ederiz.”
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Bora ATILGAN |
Bora ATILGAN HAYAT HİKAYESİ |
TAŞRADA İNTİHARA HAZIRLANAN BİR FARE
Geldi, yazıcımın içine girdi. Ben
onu misafir etmemiştim oysa. Mülkiyetimin sınırlarını gaslederek
geldi ve benim hayatımın içine acısıyla kederiyle yerleşti. O derece
rahattı ki ben bile kendi yaşam alanımda bu ölçüde rahat tasarruflar
gerçekleştirme konusunda onunla yarışamam. Ne kadar rahattı, yüzünde
belli belirsiz bir gülümseme de vardı galiba. Tüm dünyaya karşı bir
isyanı mı simgeliyordu bu küçücük farenin varlığı. Oysaki çevremi
bütün bütün düzenlemiştim. Beni etkileyecek olan ortamımın aurasını
bozacak düzeydeki her şeyi uzaklaştırmıştım çevremden.. Bulunduğum
yere hâkim olmanın mutluluğunu tarif bile edemezdim önceleri, buna
inanın. Yalanı bile uzaklaştırmıştım hayatımdan. Zamanla bunu da
yani yalana da alıştım. Alıştırdılar işte ne yapabilirim. Ah o şeker
ve sevimli fare. İlk günlerde tiksinmiştim ondan, korkmuştum bana
virüs bulaştıracağını düşünerek. O ise korkarak değil hissederek
sevmişti beni ya da ben öyle hissetmiştim. Altı üstü bir fare
değildi bu, ‘’hümanist entel bir serseriydi’’ kesinlikle. Nietzsche
felsefesindeki anarşik öğelerin kökenleri üzerine bir yazımı
yazdırırken yazıcımın içine öylece ağıverdi işte. Ani bir refleks
ile onu engelleyemez miydim? Bunu elbette yapabilirdim. Zaten tüm
tanıdıklarım bu tür entelektüel konulardaki refleksif hassasiyetim
konusunda hemfikirdirler. Masamın ayrılmaz parçaları olan gazete
destelerinden birkaçını kullanarak farenin üzerine bir kâbus gibi
çökemez miydim? Bunu da yapabilirdim; çünkü bu tür tacizlere karşı
gösterdiğim fiili tepkilerim allame arasında meşhurdur; ama
yapmadım. Korkudan değildi, inanın, sadece bunu yapmak istemedim.
Bazen edip eylediklerimizin sebebini net bir biçimde bilemeyiz,
bizim dışımızda olan etkenler nedeniyle harekete geçen kaslarımızın
edip eylediklerinden mesul edilemeyiz. Biz yapmamışızdır, bizi bir
dürten olmuştur bu işe ve bunlara dürtü denir. Bu durum da tam
olarak bu tarife uygun bir biçimde gelişti.
Günler geçtikçe faremin çıkardığı
seslere alışmaya başladım. Sabahleyin erkenden kalkarak senfonik bir
eyleme hazırlanıyordu fareciğim. Oldukça kakafonik sesler çıkarıyor
olsa da modern atonal müziğin kuramsal ve felsefi içeriğine yabancı
olmayan kulaklarım bu düzensiz sesleri bir senfoni gibi algıladı.
Algımda bir yanılma payı elbette vardı; fakat ben bu yanılma payının
katsayısının yüksek olduğunu pek düşünmüyorum. Evet, çok
heyecanlanmıştım. Yazıcımın içinde dünyanın en etkileyici atonal
müzik şaheserleri bedava besteleniyor ve sadece bana sunuluyordu.
Kendimi bir lord gibi hissettim. Büyük ve görkemli şatomun içine
tıktığım ve paraya boğduğum onlarca klasik müzik sanatçısı sadece
benim için en güzel eserlerini veriyorlardı. Ve ben sofamdaki ipek
koltuğa oturmuş ve ayaklarımı geniş penceremden gördüğüm kusursuz
kır manzarasına doğru uzatmış bir biçimde onları dinliyordum. Hayal
bu işte, nasıl ki dilin kemiği yok ise hayalin de kemiği yok.
Hayallerinizin sınırları ile imgelerinizin sınırları aynı. Öyle
işte! Benim şeker fareciğim seni sevmeye alışıyor muyum ne?
Sevgi mi? Kimse bunun varlığını
iddia ederek bana çeşit çeşit taklalar üzerinden felsefeler üretmeye
kalkmasın. İnsanlar sevilmek için çok kötü ve benim minicik farem de
bunun farkında elbet. İnsan adı verilen vahşi yaratığın güvenilmeye
değmeyen bir yapıya sahip olduğunu benim minicik fındık farem de
biliyor. Yazıcımın içine girerek hayatımı taciz etmeye başlayan bu
fare vesilesiyle fare adı verilen yaratıklar hakkında bilgilerimi de
tazeleme imkânı elde ettim. Mesela fındık faresi farelerin en küçük
olanlarından ve bu fare türü elektronik aletlere özel bir ilgi
duyuyor. Bunları kemirerek yaşamını sürdürüyor. Benim farem de
fındık faresi boyutlarında olmasına rağmen senfonik sesler çıkararak
kemirme etkinliği konusundaki üstün başarıları nedeniyle fındık
faresi adı verilen zararlı mahlûkat sınıflaması içine girmiyor.
Vereceği zararın da o kadar büyük olacağını sanmıyorum ben.
Sanrılarım pek güvenilir şeyler değil, bunu biliyorum; ancak
insanoğluna olan güvensizliğim nedeniyle güvenecek bir tek bu
minicik fareyi buluyorum galiba. Emin değilim hiçbir şeyden,
insanlara güvenim sarsılıyor, hayvanlar âlemini tanıdıkça insanların
hayvanlaşmaya başladığını düşünmeye başlıyorum. Bugün gördüğüm
insanlar geçmişte abideler yaratarak insanın ruhsal dünyasına
tercüman olmuş o şair ve yazarlar neslinin torunları mı? Kesinlikle
hayır! Ben bir insan olarak bir insan yerine bir fare ile
dertleşmeyi deniyorsam bunun bir tek açıklaması olabilir: insanlar
beni ve benim değerli düşüncelerimi hak etmiyor. Hakkınız olmayan
bir şeyi size verdiğim için ben suçluyum; çünkü hiçbiriniz bunu hak
etmemişti. Alayınız dayatılmış bir adiliğin aidiyetinin sırtınıza
vurduğu semerler ile yol almaya çalışıyorsunuz. Bunu görmenizi
beklemiyorum, beni farem bunu görüyor bu bana yeter. Beni anlamanızı
istemiyorum, benim farem beni anlıyor bu bana yeter. Ama şunu bilin
ki size boyun eğmeyeceğim, isyanımın bayrağını dalgalandırmaya devam
edeceğim. İtirazımı yüksek sesle sürdüreceğim. Hem kimsiniz siz?
Benim hayatıma bu derece rahat bir biçimde müdahale etme hakkını
kimden alıyorsunuz. Kendi aşağılıklığınızı görmeden benim
samimiyetimi sorgulamaya çalışıyorsunuz? Hititler gelecekte böyle
tipli insanların topraklarının üzerinde hüküm süreceğini bilselerdi
eminim ki Hattuşaş’ı buraya kurmazlardı. Ama gelecek bilinemez ki …
Küçücük bir fare bile insan adını verdiğimiz yaratıkların
yanında gayet medeni bir konumu işgal ediyor. Sam Savage’nin Firmin
adlı romanı da burada anlam kazanıyor. Kitapların arasında onları
okuyarak insanlar âlemi hakkında bilgi sahibi olan ve kendini
geliştiren bir hümanist entel fare yanında ot gibi yaşayıp inekler
gibi böğüren ve birbirini yemek için zaman kollayan bu vahşi
yaratıkların yeri ne? Felsefe okumaları yapabilen bir farenin
yanında daha kendi dilindeki bir metni okuyup anlayamayan
yaratıkların esamisi okunur mu? Peki bu yaratıkları ciddiye alarak
yapılan faaliyetler yerini bulup amacını gerçekleştirebilir mi?
Kim ne derse desin Anadolu hala
Yakup Kadri’nin Yaban’ında anlatıldığı ölçüde yaban ve yırtıcı.
Kendi dışından gelenleri kabul etmeyecek kadar tutucu ve yobaz.
Kendi yabanlığına bakmadan, medeni insanları iftiralarla yıldıracak
kadar kurnaz ve ikiyüzlü. Yaklaşık bin yıldır bu topraklar üzerinde
ekip biçiyoruz ve hala bu toprakları ıslah edebildiğimiz söylenemez.
İnsanlarımızı ıslah edemedik ki toprakları nasıl ıslah edelim mi
dediniz? Haklısınız insanlarımız ıslah edilmemek için üstün çaba
sarf ediyorlar. Bu çabaları nedeniyle onlara üstün hizmetsizlik
madalyası versek yeridir. Ancak bütün bu duruma rağmen ‘ gelen neden
gitmek için gün sayıyor buradan’ diye sormaları da yok mu? Beni deli
ediyor. Siz onları kaçırıyorsunuz da ondan anladınız mı mankafalar
diye haykırasım geliyor.
Reşat Nuri’nin güzel bir romanı var
bilisiniz belki: Yeşil Gece. Romanın adı Anadolu’nun yabanlığının
sebebine yönelik ipuçlarını içeriyor olsa da ben bu romanın
cehaletimizin daimiliğinin engellenememesi hakkında bilgi edinmek
amacıyla okunması taraftarıyım. Şunu da söylemekten çekinmiyorum:
zamanı geldiğimde ayaklarım topuklarıma değe değe kaçıp gideceğim bu
zorunluluklarımdan ve sizlere inat bir fare besleyeceğim kafeste,
daha sonra da ‘fareciğim altın kafeste aman’ diye türküler
söyleyeceğim sevinç içinde.
Vakti zamanında Don Kişot’u okumak
gibi bir gafleti ve dalaleti gerçekleştirmiş
bulunduydum!!! Yel değirmenlerinin betonsu kütlelerine hücum
etmeyeceğim.
İlgililere binaen duyurulur!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Bora ATILGAN |
Bora ATILGAN HAYAT HİKAYESİ |
HÜZÜNLERİN TERAZİSİ
Tartarak aşamadığınız kütle
problemlerini ölçeceğiniz bir alanın olmasını mutlaka istersiniz.
Kütlesel bir problem olmadığını kesinlikle bildiğiniz duygusal
sorunların bile ağırlığını tartabileceğiniz hassaslıkta terazilerin
olmasını mutlaka istersiniz. Ne garip ki bunu ben de isterim.
Geceler boyu yalnızlığınızı körükleyen ve ağırlığıyla boynunuza
vurulmuş bir prangayı andıran hüzünleriniz ölçü tutmaz olur. Üzülmek
çare değildir çoğu zaman; çünkü üzülerek aşamazsınız hüzünlerinizi.
Beklersiniz, ‘’O’’ gelsin diye türlü batıl çareler aramaya
başlarsınız ve o bir türlü gelmez. Bekleyen olmak beklenen olmaktan
daha iyidir bazen. Bekleyişin verdiği acılar ile berkleşen yüreğiniz
en sert aşkların acılarına hazırlıklı hale gelir. Bunu bu kadar
akılcılaştırmak doğru mudur peki? Yani iki kere ikinin dört olduğu
gerçeği kadar belirgin midir acıların insan yüreğini berkleştirdiği?
Sanmıyorum. Hayatımızın birçok alanını kaplayan bu tanımlanmış
duygular, piyasanın göbeğinde en müstehcen biçimde pazarlanıyor
zaten. Bizler bize sunulan duygulardan en rağbet edilenlerini
seçmeye çalışıyoruz. Bir boy büyüğünü alıyoruz seneye de olsun diye;
ama hiçbir zaman seneye de kullanamıyoruz bu duygularımızı; çünkü
modası geçmiş oluyor bir sonraki sene geldiğinde. Şekillere bağımlı
bu duyguların kendilerini şekillerle ifade etme çabası çoğu zaman
çok gülünç oluyor; eğlencelik izlence hissi veren hüzünlerin
poşetlenmiş Pazar hali satılan değerlerin içinde satılmışlık
mertebesine kadar düşen bu duyguları mizahın terazisinde tartıyor.
Tartımı ayarladım, yalan yanlış
ölçse de hüzünlerimi bu tartının verileriyle yolumda yürümeye devam
edeceğim. Hüzünlüyüm desen burada oldukça basit ve estetikten yoksun
bir iç dökme olur diye düşünüyorum. Zaten ben genellikle
düşünüyorum. Descartes’in dediği gibi var olmayı da bir başarabilsem
herhangi bir sorunum kalmayacak. Hüzünlerimin mutlaka mantıklı bir
nedeni vardır; ancak ben bu mantığı kuranların bilişsel düzeyine
erişmiş miyim bilemiyorum. Mantığınım durduğu bir nokta olmasını da
istemiyorum bu durumun. Akıp gitmeli düşüncelerim hüzün deyince.
Anlamalıyım, anlamlandırmalıyım, kendime göre bir tanımını
yapabilmeliyim hüzünlerimin. Hüzün sözcüğüne eklediğim bu iyelik
ekinin bir anlamı olmalı işte. O’nu anlamlandırmalıyım. Nice saf
duygunun ehliyetsiz ellerde harcandığı, birçok hassas insanın hassas
sıfatını kazanmak için kendi özüne yabancılaştığı günümüzde ben
kendi duygularımı hüzünlerimi iyelik ekim ile donatabilmeliyim.
Hüzünlerimin üzerinde bir başka tekil şahsın eki olmamalı. Oysa
benim hüzünlerimin üzerinde tekil olmayan milyonlarca çoğul şahsın
izi var. Onlar hüzünlerime değdikçe daha bir çoğul oluyorum galiba.
Dassein’imin bir parçası olmuş bu çoğul hüzünler. İkinci ve üçüncü
çoğul şahısların penceresinden bakıyorum dünyamı kamaştıran
hüzünlerime. Şahıslarım çoğaldıkça ben de çoğalıyorum. Benliğimde
birkaç müstear ismin ağırlığını taşıyorum işte. Bunu neden mi
yapıyorum? Yapmasaydım çıldıracaktım desem Sait Faik‘e özenmiş olur
muyum? Ophelia’ya yazarken kendim olmak için başkalarına yazarken
uydurma kimliklere bürünüyorum desem ‘’ kökü dışarıda’’ olan bir
evrensel esinlenme hattının eksenine girmiş olur muyum? Pessoa mıyım
ben, kendimi Pessoa kadar yetkin mi görüyorum bu merhalede?
Hüzünlerimin terazisini getirin bana, kendimi tartmak istiyorum.
İki dirhem kadar gelsem de benliğimde kaç kişiyi taşıyabileceğimi
görmek istiyorum. Büyük olasılıkla bir benliği bile taşıyamadığım
için sıfır ve virgülle başlayan bir ondalık değerim olacak bu
terazinin üzerinde. Ne gam, hiç sorun değil. Yine de görmek
istiyorum. Al eline kalemi yaz başından geçeni tarzında şair ve
yazarların türediği bu günlerde başımın içinden geçenlerin hamalı
olup onları kendime dert edindiğim için hiç de mutsuz değilim.
Kendimi dışlanmış gibi hissetmiyorum; aksine ben bütün bu
kokuşmuşluğu ve aleladeliği kendi isteğimle dışlıyorum. Belki de bu
bir savunma mekanizması, Freudyen bir okuması yapılabilecek nevrotik
bir durum. Olsun, ben bu durumumu benimsiyorum ve tüm ağırlığını
gönüllü olarak üstleniyorum. Bu konuda kimseyi suçlayamam ve
yargılayamam. Kendi suçumu üstlenebilecek kadar cesur ve kişilik
sahibiyim. Belki de bu bana öyle görünüyor. Hüzünlerimle baş başa
kaldığımda kendime sorduğum nadir sorulardan biri de suçumun
kefaletini ödemeye muktedir olup olamayacağım meselesi üzerine
odaklı. Farklı kişiliklerin hamalı olduğumu biliyorum, onları kendi
isteğimle üstleniyorum.
Başıma aldığım bu bela da neyin
nesi? Kalemimin ucundan damlayanlarla kedimi vuruyorum. Hiç kimse
böyle intihar etmeyi denememiştir, buna eminim. Sorularınız varsa ya
şimdi sorun ya da daha sonra ban sorun çıkarmayın. Ey insanlık benim
halimde olsaydın ne yapardın? Çok çoğul bir soru oldu bu biliyorum
ve ben bu kadar çok biliyorum demeyi hiç sevmiyorum; çünkü
bildiklerimi bu cihanı dolduran bir tutam bilginin sadece bir
parçası olduğunu ‘’ biliyorum’’. Sakın korkmayın emi,hüzünler
üzerine son yazım olmayacak bu. Daha devam edeceğim ama şimdilik
değil. Nedenini sormayın bana, nedenlerle aram bu sıralar pek iyi
değil.
Hüzünlerim, ne olur beni anlayın,
eleştirmeyin; çünkü ben kendini eleştirdikçe ıssızlaşan biriyim.
Şimdi ısız adama çekilmekteyim. Siz şimdilik beni hayal etmekle
yetinin.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Bora ATILGAN |
Bora ATILGAN HAYAT HİKAYESİ |
GELECEĞİN ATLILARI İÇİN TEMEL SÜVARİ EĞİTİMİ
MAHİYETİNDE AFORİZMATİK ULUMALARDIR.
Ulumalar hayatı taciz etmeyi
becerebildiği oranda etkileyici oluyor. Sil baştan yazılan birçok
hikâye hayatın içindeki temel taciz hattını oluşturuyor ve yola
devam edenlerin gittikleri yerde yaşadıkları tacizin etkileriyle
yaşamalarına neden oluyor.
Hayatın insanlara dayattığı birçok
yükümlülük var ve biz bu yükümlülüklerden yan çizmek için elimizden
geleni yapıyoruz. Bilerek ve ya bilmeyerek başka insanların hayatını
etkiliyoruz. Etkileşimin en fazla arttığı yerler olarak da karşımıza
büyük şehirler çıkıyor. Metroda karşımızdaki koltuğa oturan kişinin
o koltuğa oturmaktan başka bir suçu olmasa bile o an orada olması
hayatın ona biçmiş olduğu bedeli ödemesi için yeterli oluyor.
Elinizde olmadan gözleriniz karşınızdaki kişinin gözleri üzerinde
dolaşmak zorunda kalıyor. Gözlerinizin dar açısına yerleşen onlarca
insanın çoğu zaman estetikten yoksun yüzleri o an içinde kendinizi
gerçekleştirmenize engel olur. Şehirlerdeki bu karmaşık durum süre
giden bir anarşinin varlığını hissettirse de bu durum izin verilmiş
bir anarşinin bizim isteğimiz dışında hayatımıza sokulması demek
aslında. Bunun farkına varmak o kadar güç olmasa dahi farkına
vardığın şeyi değiştirmek için harekete geçmek sırası geldiğinde
yılgınlığımız ya da umursamazlığımız, sorumsuzluğunuz arttıkça
artıyor. Milyonlarca insanın keşfettiği bir durum bu; ancak bu
binlerin algısındaki yanılmalar nedeniyle değiştirmenin
gerçekleşmesi sonraki bir zamana erteleniyor. Ertelene ertelene sona
ertelenmişliği yaşamaya başlıyoruz hayatta. Ertelenen de biziz
erteleyen de. Yılmışız yaşadıklarımızdan, dışımızdaki güçlerin bizi
kategorilendirmek için gösterdiği çaba karşısında direncimiz çok
düşük. Düşmüşlüğün, aşağılığın teorisinin temel fizik kanunları
misali deneysel süreçlerle ispata çalışıldığı kalabalık şehirlerde
şehrin en minik parçası halinde yaşamımızı devam ettirme zorunluluğu
elimizi kolumuzu bağlıyor. Çaresizliği sürekli yaşayınca
umursamazlığımız da artıkça artıyor. Umurumuzda değil içinde
bulunduğumuz durum ve kimiz biz? Kimliğimize ne tür bir değer hangi
birim ile veriliyor? Ölçtükçe artıyor mu acılarımız,
terkedilmişliğimiz; yalnızlığımız? Nedir bizi bunca bunaltan bunca
çaresiz bırakan temel psikolojik süreç? Bildiğim tek şey var:
öğrenilmiş çaresizlik!
Milyonlarca insanın yaşadığı en
büyük psikolojik sorun bu. Deney kafesine kapatılmış fareler
gibiyiz, deneyi yönetenler tarafından ortama sunulan acı verici
uyarıcılar tepkilerimizi düzenliyor, zaman zaman arttırıyorlar
tepkiyi deneyi yönetenler, zaman zaman azaltıyorlar, biz ise acı
verici uyarıcıyı azaltmanın elimizde olmadığını “öğreniyoruz”.
Öğretilen bir durum içindeyiz hepimiz. Bunun farkında olsak da
değiştirmenin imkânsızlığını öğrenmişiz bir yerlerde. Bu nedenle
değişebilir bir durum karşısında olsak bile bu durumu
değiştiremiyoruz; değiştiremeyeceğimizi sandığımız için harekete
bile geçmiyoruz. Pasifliğimizi başka türlü ifade edebileceğimi
sanmıyorum.
Uluma meselesine gelince, ulumanın
yayılması ile bu durumun insan bilişsel süreçlerine dayattığı
zorunluluk, insanın farkı algılaması ile ortadan kalkabiliyor.
Ulumanın baskısı ile tepkimeye giren insan psikolojisi “acaba”
sorusunu sorarak içinde bulunduğu durumu sorguluyor. Tahlil
sürecinin uzaması bir anlamda sorgulama sürecinin uzaması demek
oluyor ve bu durumda insanın içinde bulunduğu psikolojik konum daha
iyi eleştirilebiliyor.
Gelelim geleceğin atlılarına:
Anadolu coğrafyasında nice dert ve sıkıntıyı yaşayan bir milletin
gençliği olarak ileriki koşularımızı başarıyla tamamlamak için bize
düşen temel görevler vardır. Daha önce de tanımladığımız gibi içinde
yaşadığımız şehirlerin bize dayattığı sanal gerçekliğin dışında bir
düşünüş hattı kurmak için içinde bululduğumuz tecrit haline yönelik
bir itirazımızın olması gerekir. İtirazımızı yaşamın merkezine
eylemsel bir biçimde yerleştirebilmek itirazımızın sanallığını da
ortadan kaldırır. Düşüncelerimizin içerdiği itiraz, durumu farkı
hissettirecek düzeye ulaşmalı ve temel epistemolojik klişeleri
parçalayacak düzeyde yıkıcılığı rahminde besleyip büyütmelidir. Biz
her ne kadar Bozok Yaylası’nın göbeğinde bütün bu hay huydan uzak
bir yaşantı sürdürmeye çalışsak da küreselleşen dünyanın sanal
verileri tarafından bilinçli ve programlı bir süreç zarfında taciz
edilmekteyiz. Eserlerimizin de bu süreçten etkilenmesi olasıdır.
Buna engel olmak ve eserlerimizin özgünlüğünü korumak için geleneğin
kanıtlanmış verilerini yeni bir felsefi sanatsal süreçten geçirerek
işlemeliyiz. Aksi takdirde Türk felsefesi ve sanatının geleceği batı
sanat ve felsefesinin güdük bir kopyası olma gerçeği ile karşı
karşıya gelecektir. Günümüzde tartışılan felsefi ve sanatsal gündem
bunun en gerçekçi örneğidir. Bugün bir felsefenin geçerliliği batıda
bu felsefeyi benimseyen aydınların çok olması ile ölçülmektedir. Bir
sanat eserinin değeri milyon dolar vurguncularının ona biçtiği maddi
değer ile ölçülmektedir. Bu süreç izlendiğinde Türkiye’de sanat
eserinin ilgi görmesi için bu sanat eserinin batıda rağbet edilen
bir sanat anlayışıyla üretilip üretilmediği önemli bir ölçüttür.
Geleceğim atlılarını tanımladığımıza
göre bu atlılara verilecek temel süvari eğitimini de tanımlamalıyız.
Bu eğitim geleneğin verilerini putlaştırmadan gerçekçi bir düzleme
oturtarak işleyen, geleneğin eş süremli ve art süremli okumalarını
yapabilen, anakronizme sapmadan geleneği günümüz verileriyle
harmanlayabilen, harmanlama yaparken yamalı bohça yaratmadan özgünü
yakalayabilen bir anlayışla yapılabilir. Sanat nasıl ki yaşamı
anlamanın organonu ise ( Wilhelm Dilthey) gelenek de yaşamın
köklerini içinde taşır. Okullarımızda verilen sanat ve felsefe
eğitimi, batı sanat ve felsefesine dayalı olarak tam anlamıyla bir
beyin yıkama sürecinin programlanmış halidir. Milli eğitimin
kaynaklarıyla ayakta tutulan bu okullarda batı kültürü yedisinden
yetmişine örgün ve yaygın eğitim gören binlerce öğrenciye adeta
dayatılmaktadır. Kendi sanat ve felsefesine yabancılaşan bu bireyler
bütün felsefeci ve sanatçıların batıdan çıktığını düşünerek bu
ülkeden iyi yetişmiş dahi sanatçıların asla yetişemeyeceği
anlayışına klasik biçimde koşullandırılmaktadır. Değiştirmeye
çalışan sanatçıların ve felsefecilerin de batıya endeksli medyada
yer bulamayacağı öğretilmektedir. Böylece öğrenilmiş çaresizlik
durumu palazlandırılmaktadır.
Özetle “bizden adam olmaz”
anlayışının güdüklüğü ile kendi gizilgücünü kavrayamamış bireylerin
yetiştirdiği gençlerin üretebileceği bir sanat ve felsefe
bulunmamaktadır. Geçmişindeki dahi sanat ve felsefe adamlarını
tanımayan genç birey tanımadığı bir geleneğin sürdürücüsü olamaz.
Buraya kadar devam ettirmeye çalıştığımız ulumanın anlamı da budur
işte. Eğiticilerin ulumaları ile uyandırılan bireyler bunu
kavrayacak uyanıklığa sahip olabilirler. Aforizma tik bir ulumayı bu
yazının sonuna kadar bekleyen saf ve temiz okuyuculara tavsiyemiz
aforizma ile hayatı tanımlamaya çalışanların, hayatı sınıflandırmaya
çalışan gözlük takmış atlar olduğu gerçeğini hatırlamalarıdır. Keza
her tanımlama çalışması “ağyarını mani, efradını cami”’ mahiyette
olmalıdır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
BİSİKLETE BİNELİM!
Geçenlerde bir acil işi için Saat
kulesinden Bahçelievler de bulunan evime çıkmak yürürken bir Gazi
Caddesinde araçların olmaması dikkatimi çekti. Dikkatli bakınca
yolun iki tarafının da araç trafiğine kapalı olduğunu gördüm.
Etrafta da pek çok polisin olması beni biraz daha araştırmaya itti.
Birisine sordum:
- Ne oluyor. Hayırdır? Sorduğum
kişi:
- Bir şey yok amca otuz yaşın
üzerindeki şahıslara bisiklete binmelerini tavsiye için bisiklete mi
bineceklermiş. Biraz önce bisikletlerle yukarı çıkmışlar. Şimdide
buradan geçeceklermiş. Dedi.
Fotoğraf makinemi çıkartarak bir iki
poz alalım diye bekledim. Bir ekip aracının eskortluğunda
bisikletliler gözüktü. Birkaç kare resim alabildim.
Lafı uzatmayalım. Bu grupta otuz
yaşında 9 şahıs vardı 30 yaşının altında da bir o kadar kişilerin de
bulunması dikkatimi çekti.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
ANAM II
Vardığın yerde kim bilir
Hangi makamda bulunuyorsun
Çektin o zamanlar eşinden
Biz çocuklarında.
Babamın bir maaşı yetireceğim diye
Yürürdün pazarları o uzak yere
Aldığın üç file sebzeyi alır getirirdin bize.
Bilmemiştik kadrini o zamanlar
Ne cefalar içinde bizleri büyüttüğünü.
Ya şimdi biliyor muyuz?
Yine bilmiyoruz kadrini.
Aklımıza gelirse bir Fatiha
Yollarsak mekânına bazen
Ziyarete gelemezsek kabrini
Unutuldun sanma seni
Anamsın bilmedik kıymetini.
Bir zaman sonra bizde
Senin gibi kabir ehli olup
Buluşur muyuz yandaki boşlukta
Uzatırlar mı acaba kabrinin yanına.
İşte dünya böyle anacığım,
Sen yaşadın ve göçtün buradan
Bizde geleceğiz ardından. |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
|
1 MAYIS KISA TARİHÇESİ
Sekiz saatlik iş gününü elde etme
amacı düşüncesi ilk kez Avustralyalı isçiler, 1856'da, sekiz saatlik
işgünü lehinde gösteriler, toplantılar ve eğlenceler düzenleyerek,
hep birlikte bir günlük iş bırakmaya karar verdiler.
Bu kutlama 21 Nisan olarak
kararlaştırıldı. Avustralyalı isçiler bu kararı, sadece o yıl için
düşünmüşlerdi. Bu girişim heyecanlara yol açtı ve bu kutlamanın her
yıl tekrarlanmasına karar verildi. Bu kutlama diğer ülke yayılmaya
başladı ve dünyanın bütün ülkelerince benimsendi. Amerikalılar
1886'da l Mayıs'ın evrensel bir iş bırakma günü olmasına karar
verdiler ve l Mayıs'ta 200 bin Amerikalı işçi iş bırakarak 8 saatlik
işgünü talebinde bulundular. Polisiye ve yasal baskılarla, gösteriyi
tekrarlamasını birkaç yıl engellendi. 1888'de bu kutlamalar için
yeniden karar alındı. Avrupa'daki işçi hareketi de, bu hareketin en
güçlü ifadesini 1889'da toplanan Uluslararası İsçiler Kongresi 400
delegenin katıldığı sekiz saatlik işgünü talebinin en basta yer
alması gerektiği yolunda “Uluslar Arası Birlik, Mücadele ve
Dayanışma Günü” olarak kabul kararını aldılar. Fransız
sendikalarının temsilcisi, Bordeaux'lu isçi Lavigne, bu talebin tüm
ülkelerde evrensel bir iş bırakma ile dile getirilmesini teklif
etti. Amerikan isçilerinin temsilcisinin l Mayıs 1890'da grev
yapılması yolunda aldığı karara dikkat çekti ve Amerika Kongresi bu
tarihte uluslararası gününün kutlanmasına karar verdi.
Türkiye’de; Anadolu'da 1 Mayıs ilk
defa 1905 yılında İzmir'de kutlandı. Bunu 1909 Üsküp kutlaması
izledi İstanbul'da ilk 1 Mayıs kutlaması 1910'da yapıldı. 1912
İstanbul Pangaltı da yapılan kutlamadan sonra, 1913 Kutlamalar
yasaklandı.
1920 1 Mayısı'nda işgal idaresinin ve Osmanlı hükümetinin yoğun
baskılarına karşın 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kutlandı. 1921'in 1
Mayısı'nda yürüyüş ve kutlamalar askeri suç ilan edilmesine rağmen
İstanbul'un hemen tüm işçileri, özellikle şirket-i Hayriye, Seyrü
Sefain, Haliç idaresi ve Tramvay şirketi çalışanları 1 Mayıs'ı
kutladılar. 1922 Sultan Ahmet Meydanında toplanan emekçiler,
Galata’dan gelen gurupla birleşerek Kağıt haneye yürüyerek gösteri
yaptılar. 1923 1 Mayısı'nda çok sayıda yerli ve yabancı işletmede
çalışan işçiler greve çıktı. İşçi taleplerinin arasında, yabancı
şirketlere el konulması, 1 Mayıs'ın resmen işçi bayramı olarak
tanınması, sekiz saatlik işgünü, hafta tatili, serbest sendika ve
grev hakkı talepleri vardı. Birçok işçi bu gösterilerde tutuklandı.
1924 yılında1 Mayısı'nı "İşçi
Bayramı" olarak kutlayan işçiler engellenmek istendi. Sekiz saatlik
işgünü için bildiri dağıtan birçok işçi tutuklandı. 1925 yılında
Takrir-i Sükun Kanunu sonrasında kutlamalara izin verilmedi. 1935
yılına kadar her yıl ancak gizli kutlanabildi. 1 Mayıs'ın bundan
sonraki tarihi yasaklarla yazıldı.
1935 yılında "Ulusal Bayram ve Genel
Tatiller Hakkında Kanun" adıyla çıkarılan düzenleme ile "Bahar ve
Çiçek Bayramı" olarak 1 Mayıs genel tatil günlerine dâhil edildi. 27
Mayıs 1960 ihtilalinde yasaklar yaşandı. Toplu Sözleşme, Grev ve
Lokavt Kanunu'nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, işçi sınıfına 1
Mayıs'ın yerine bayram olarak dayatıldı. Ancak bu girişimlerin
hepsi, kararlı mücadeleler sonucu geri döndü.
En büyük katılımlı 1 Mayıs, 1976
tarihinde kutlandı. Bu kutlama DİSK'in öncülüğünde Taksim Meydanında
yapıldı. O gün Taksim Meydanı' nı 400 bin emekçi doldurdu. Taksim
meydanı "Bir Mayıs Meydani" adi ile anılmaya başladı. 1977 tarihinde
500 bin emekçi Beşiktaş ve Saraçhanede toplanıp Taksime yürüdü.
Halen meçhul olan saldırılar sonucunda 37 kişi katledildi, 200'den
fazla yaralı mevcudu ile kanlı 1 Mayıs olarak tarihimize geçti. 1978
tarihinde yüz binler Taksim alanında toplandı. 1977 katliamının
failleri bulunsun taleplerinde bulunuldu. 1979 yılında Sıkıyönetim
Komutanlığı İstanbul'da mitinge izin vermedi; yasağa uymayarak
Taksime çıkan 1059 kişi göz altına alındı. 1979 1 Mayısı İzmir Konak
Meydanı'nda kutlandı.
1980 12 Eylül Askeri Darbesi sonucu
tüm kutlamalar yasaklandı. Bu yasaklar içerisinde 1 Mayıs’ta
bulunmakta idi. Bu yeni bir yasaklı dönemde; kısa süreli iş
bırakmalar, bayramlaşmalar ve bildiri dağıtılması gibi
etkinliklerle, 1 Mayıs anısının belleklerden silinmesine izin
verilmedi. 1987 tarihinde yedi yıl aradan sonra, bazı
Milletvekilleri ve sendikalar öncülüğünde, aydın, sanatçı ve bilim
adamları ile birlikte yaklaşık 1000 kişilik bir grup Taksim Anıtı'na
1 Mayıs Şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler. Polis
sadece Milletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verdi. 1988
İstanbul Valiliği 1 Mayıs Kutlamaları için Taksime izin vermedi.
Taksime çıkmak isteyen sendikacıları polis önledi. 1989 tarihinde
Taksim'de bir araya 2000 kişiye saldırıldı. Mehmet Akif Dalcı isimli
bir işçi yaşamını yitirdi. İzmir, Ankara, Adana, Kayseri, Gaziantep,
Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Balıkesir, Manisa ve Elazığ´da
gösteriler yapıldı ve tutuklamalar oldu. 1990 tarihinde Taksim'e
yürümek isteyenlere izin verilmedi. Çıkan çatışmada İTÜ Öğrencisi
Gülay Beceren felç oldu. 1991 tarihinde İzmir´de 20 bin kişilik
gösteri gerçekleştirildi. 1992 TÜRK-IŞ, HAK-IŞ, ve DİSK Ankara´da
salon toplantısı yaparak ortak kutlama yapılarak gerçekleştirdi.
1996 tarihinde 1980 sonrasının en
kitlesel mitingi gerçekleştirildi. Kutlayanların ortak katilimi ile
20 yerde kutlama yapıldı. Kadıköy'ü dolduran yaklaşık 100-150 bin
gösterici toplandı ama yine açılan ateş sonrası 3 kişi yaşamını
kaybetti. 1997 1 Mayıs'ının geçen yılla kıyaslanamayacak kadar az
bir katılımla gerçekti 1997 1 Mayıs’ı İstanbul- Ankara-
İzmir-Mersin- Antalya- Denizli ve Uşak’ta yürüyüş ve mitinglerle
kutlanmıştır. Bu organizasyonu Türk-İş / DİSK / KESK yapmıştır.
1998 tarihinde 1 Mayıs “Şimdi
Demokrasi Zamanıdır” sloganı ile alanlarda kutlanmıştır. 1999 da
Büyük Kentler dışında ilçelerde de kutlamalar yapılmıştır. 2000 yıl
farklı bir şekilde “Küresel saldırıya küresel direniş”; sloganı ile
alanlarda mitinglerle kutlandı. 2001 yılı 1 Mayıs kutlaması İstanbul
Abide-i Hürriyet Meydanında “küresel saldırıya karşı güç birliği”
sloganı ile kutlandı.
Bu kutlamalar 2004 1 Mayısına
gelince DİSK, KESK ve diğer meslek örgütleri “bizi Çağlayan alanına
hapis edemezsiniz” direnmesi ile kutlamalarını Saraçhane de toplanıp
Yenikapı ya yürüyüşlerle ve mitingle kutlarken, Türk-iş ile diğer
bazı parti ve meslek kuruluşları Çağlayan alanını doldurdular. 2005
1 Mayıs kutlaması İstanbul Kadıköy meydanında 80 bin kişi katılımı
ile kutlandı. 2006 1 Mayıs en geniş katılımın yaşandığı ilçe Kadıköy
oldu. Çeşitli sendikalar ve gruplar saat 12.00 sularında Rıhtım
Caddesi`ne yürüdü. Düzenlenen miting sonrası saat 16.00 sularında
gruplar tamamen dağıldı. 2007 yılında 1 Mayıs'ı tekrar Taksim'de
kutlayarak aynı zamanda 1977'de olan olayları anmak isteyen grupları
polis silah, biber gazı, gaz bombası kullanarak durdurmaya çalıştı.
100'den fazla kişi yaralandı. 580, diğer kaynaklara göre 700'e yakın
gözaltı gerçekleşti. İbrahim Sevindik adındaki bir vatandaş hayatını
kaybetti. 2007 Tarihinde İşçi Örgütleri karar alarak 1977 Taksim
Kanlı Olaylarını anmak istedi. 900 kadar gösterici tutuklandı. Çok
sayıda tabanca ve Molotof kokteyli ele geçirildi. 2008 Tarihinde 1
Mayıs Taksim Meydanında kutlanmasına izin verilmedi. İstanbul´da
şiddetin dozu artı, hastaneye gaz bombası atıldı. İstanbul genelinde
531 gözaltı ve 38 yaralı ile kutlandı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1
Mayıs'ın resmi tatil olmasına ilişkin düzenlemeyi içeren “5892
sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un onaylayarak Başbakanlığa gönderdi. 2009
Nisan'ında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilen önergeden sonra
1981'den sonra tekrar resmi bayram olarak kabul edildi.
Mayıs Bayramı bayram olarak
kutlanan ve toplulukların çatışması olarak kutlanması olarak nice
yıllarca, yasaklanmadan kutlanmasını dilerim!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ)
Geleneklerimizle dini kişilerin karıştığı ve sadece
ülkemizde değil bütün İslam âleminde de çeşitli atlarla kutlanan bir
bahar karşılama şenliğidir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak
adlandırılan Hıdrellez günü; Gregoryen takvimi (Miladi takvimi)ne
göre 6 Mayıs, eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen
Jülyen takvimine göre 23 Nisan günü olarak Hızır ve İlyas’ın
yeryüzünde buluştukları gün olduğu sayılarak kutlanmaktadır.
6 Mayıs’tan Hızır Günleri adıyla
anılır8 Kasım’a kadar olan süre yaz mevsimi, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a
kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini
oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs günü kış mevsiminin bitip sıcak
yaz günlerinin başladığının da gösterdiğinin işareti olarak
kutlanılır.
Türkiye 6 Mayıs tarihinde kutlanan HIDIRELLEZ ismi
olarak anılmaktadır. Bu kutlamalar daha çok kadınlar arasında
kutlanır.
Hızır Aleyhisselâm’ın (Arapça: al
Khidr; Yeşil adam), İbrahim'den sonra yaşamış bir Peygamber veya
Veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarney’nin askerinin
kumandanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan,
künyesinin Ebü'l-Abbâs olduğu ve soyunun Nuh Aleyhisselâmın Sam
dayandığı bildirilmiştir. Bazıları da Hızır aleyhisselâm’ın
İsrâiloğulların’dan olduğunu söylemiştir.
Hızır lakabıyla meşhur olmasının
sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil
olmasıdır.
İlyas peygamberin M.Ö. 9. yüzyılda
yaşadığı tahmin edilmektedir. İsmi Kur'an-ı Kerim'de geçen bir
peygamberdir.
Bu iki dini şahsın buluştukları ve
bu günün insanların dileklerinin Hızır’ın uğraması ile
gerçekleşeceğini umarak dileklerde bulunurlar.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
METEOROLOJİK OLAYLAR ARASINDA KALAN ÇORUM
Durup dururken
nerden çıktı bu meteorolojik olaylar. Çorum’un geçmişine şöyle bir
göz attığımız da çok değişik meteorolojik olayların yaşandığını
görürüz.1979 yılının otuz Ağustosu otuz bir ağustosa bağlayan gece
saat 22. 45 de başlayan sağanak yağış unutulacak cinsten değil. Hava
sıcaklığının normalin üzerine çıkması değişik bir meteorolojik
olayın habercisi imiş gibi geliyor insana. O günleri yaşayan
Çorumlular hafızalarını bir kez daha sorgulayacaklardır.
Nadık
deresinden inen sel,.bugün ki Vali konağının ihata duvarlarını
yıktı.Gazi Caddesinde selin yüksekliği iki metreyi buldu.Önüne gelen
her şeyi alan sel,suları şehrin batısındaki boşlukları yapay göllere
çevirdi.Yarım saati aşkın sağanak yağışla birlikte düşen yumurta
büyüklüğünde ki dolu dışarıda yakaladığı canlı cansız demeden tüm
varlıkları bilinmez bir değişikliğe uğrattı Çorum o gece yirmi beş
evladını kaybetti.Haberleşme olanakları kalmadı.Telefon hatları
koptu,direkler devrildi, içinde oturulan oturulmayan .kısaca ne
kadar bina varsa kuzey batı yönündeki camlarını kaybetti.Konutların
içerisi buz parçaları ile doldu.Balkonlardan evlere dolan suları
boşaltmak için büyük küçük herkes görev aldı.Cam üreten firmalar
Çorum’a cam ulaştırmak için araç konvoylarında yer aldı.Tekerlekli
araçların üst kısımları buz parçalarının darbesinden gerekli
nasibini almıştı.Çorum dışına çıkan bu araçların plakasına bakmadan
Çorum’dan geldiği hemen dikkati çekiyordu.
Otuz Ağustos
seli ve getirdiği felaketi unutmak mümkün değil.çok sayıda konut
oturulamaz hale geldi.Sel zedeler için bir süre okullar ve
pansiyonlardan yararlanıldı. Dönemin Valisi Nevzat Şensoy’un
Çorum’da hayatı normale çevirmek için gösterdiği gayretleri ve
çalışmaları da unutmak mümkün değil. Tanık olduğum çok sayıda olayın
karşısında unutamadığım bir olayı siz okurlarıma aktarmak istiyorum.
Konutlar ya tümden yıkılmış, ya da bir iki duvarı yıkılmış, evde ne
varsa yani iğneye kadar her şey sel suları ile yer değiştirmiş,
vatandaş olanaksız kendine uzatılacak eli bekliyor. Vali makamına
bir pansiyon yöneticisi çağırdı, sel zedelerin misafir edilmesini
istedi. Görevlinin olumsuz tavırları kabullenilecek cinsten değildi.
Vali kimin malını kimden esirgiyorsun sen diye görevliyi dışarıya
attırdı. Yine aynı saatlerde makama gelen bir görevli hanımı, eşinin
şehirde olmadığını, kapalı olan ambarın kendisi tarafından açılarak
kullanılabilecek ne kadar su boşalma aracı varsa verebileceğini
söylemesi Vali Şensoy’u çok duygulandırdı. Anılan araçlar depo
kapısı görevlinin hanımının kontrolünde kırılarak depo boşaltıldı.
Sel sularının
temizliği günlerce sürdü. Ağustosun son günü basın mensupları da
çaresizlik içindeydi. Haberleşme çok güçtü. Yol kenarında ne kadar
telefon kutusu varsa sel suyu ile dolmuş. Görev yapamaz hale
gelmişti.
Basın
mensupları merkez deki PTT binasında toplandık. Pencerelerin camları
gece yere inmişti, odanın içersinde hala buz parçaları temizlenmeyi
bekliyordu. Biz çok değişik görüntüleri gördüğümüz için burada ki
görüntüyü nice sonra fark edebildik. Aramızda haberleşme için
çareler üretirken içeriye dönemin PTT Bakım Müdürü Nuri Bey girdi.
Meraklanmayın ben sizi istediğiniz istikamete ulaştırırım dedi.
Ulusal basın merkezleri ile buluşabilmek için Çorum’dan İzmir’e
oradan Ankara’ya, Ankara’dan da İstanbul’a faal iki hattan
yararlanarak ilimizin uğradığı doğal afeti yazılı basına
ulaştırabildik. Aynı gece Amasya da sağanak yağıştan nasibini almış,
bazı maden ocaklarına sel dolmuş işçiler hayatlarını kaybetmişlerdi.
Amasya o dönemde yarım otomatik görüşmelere açıktı. Merzifon Tavşan
dağı üzerinde ki radyo link aktarıcılarına çok kısa sürede
ulaşmışlar, Ankara’yı da bilgilendirmişlerdi. Çorum ‘un böyle bir
olanağı kalmadığı için sabahı beklemek zorunda kalmıştı. Şehir
itfaiyesinin telefonundan başka telefon çalışmıyordu. Sabah saat beş
sıralarında Vali Şensoy’u arayarak bilgi almak istedim. Bende
itfaiyenin numarası ile Sayın Şensoy’a ulaşabildim. Aldığım bilgi
ürpertiyordu.25 insanımız boğularak can vermişti Devletin organları
tarafından hazırlanan rapora göre kayıp sayısı 18 di. Ancak çoğu
yurttaşlar otopsiyi beklemeden cenazeleri köylerine götürerek son
yolculuklarına uğurlamışlardı. Basın objektifleri hiçte iç açıcı
olmayan görüntüleri saptamışlardı.
O dönemde
.yalnız TRT 1 var.Ancak biz Çorum’daki felaketi Ankara ya
ulaştıramamıştık.Sıfır üçte çalışan görevliye Ankara’ya hangi yönden
ulaşabilirsek ulaşalım.Dedim Karşıma Tosya da ki memur çıktı.Ben
haberleri Tosya ya o da Ankara ya aktardı.Böylece Çorum’daki
felaketi Ankara da öğrenmişti.Olayları neden detayları ile vermek
istediğime tepkiniz olabilir.
Amasya Ankara
ya bizden önce ulaştığı için yola çıkarılan TRT ekibi Amasya yolunda
ilerlerken Kuşsaray karşısına vardıklarında bir görevli biz yakını
bırakıp da neden uzağa gidiyoruz.Önce Çorum’da çekim yapalım sonra
da Amasya ya gideriz der.Bu sözcükleri arkadaşlarına söyleyen
görevli Çorumlu dur.Yaşadığı bölgedeki felaketi o daha yakından
hissetmişti.Vali Şensoy.,TRT ekibine benim yardımcı olmamı
istemişti.Akşam haberlerinde Çorum ‘daki sel felaketi ülke geneline
sunulabilmişti.
Yapılan
haberler sonu çok sayıda Çorumlu asker ailesine yardım için izinli
bırakılmış,yaralar birlikte sarılmıştı.Anımsadığım kadarı ile yüz
altmış beş aile evsiz kalmıştı.Bir süre toplu koruma ve barındırmaya
alınan aileler daha sonra akrabalarının yanına yerleştirildi.Kente
prefabrik evler gönderildi,ancak bunlardan gereği kadar
yararlanılamadı.Uygun arsa bulunamadığı için daha sonrada başka
bölgelere gönderildi.
O günlerde
afetler yasasında ki bazı maddelerin günün koşullarına uygun
olmadığı belirtilmiş olmasına rağmen Amasya-Çorum ve Sakarya
milletvekilleri bir birlik yaparak zorluk çıkaran maddeyi geçersiz
kılmak için genel kurula indiremedi. Maddeye göre evi yıkılana
devlet elini uzatır,kiracıya ise herhangi bir yardımda
bulunulamaz.Bu maddenin yeni olgulara göre değişikliğe uğratılması
gerektiği düşünündeyim.
Geçmişin bir
acısını size aktarmakla ne yarar sağlanacağı konusunda değişik
yorumlar yapılabilir. Çorum’un alt yapısı bana göre henüz
tamamlanmamıştır. Kamu kurum ve kuruluşları bütçeye konulan
ödeneklerle alt yapıyı bugün ki duruma getirebilmişlerdir. Çorumun
alt yapısı için ayrılacak olan ödeneklerin biraz büyütülmesi
gerektiğini düşünüyorum. Çorum’un alt yapısına yine bir göz atmakta
fayda var diye düşünüyorum.Nisan sonu ve mayıs ayı içinde meydana
gelen sağanak yağışlar sonunda asfaltın hemen gözünün
yaşlandığını,asfaltta yarış yapan araçların etrafı nasıl ıslattığını
birlikte yaşamaktayız. Araç sürücüsü bir yandan arabasını bedavadan
temizlerken,yol boyunda yayada yürüyen insanların nasıl üstlerinin
kirlendiğinden pek haberi olmuyor.Bütün bunları görmemek yada
düşünmemek istiyorsak,Çorum’un alt yapısına bir sil baştan yeniden
bakmak zorundayız.
Çok karamsar tablolar çizdiğim için
beni bağışlayın,Son günlerde bir hava alanı kırgınlığının oluştuğuna
tanık olmaktayız.Herkesin kendini savunma hakkının bulunduğunu
unutmamak gerekiyor.Direnmenin bir yararı olmayacağına inanıyor,Bazı
yetkililerin ikide bir hava alanı olayı ile haberlere girmelerini
uygun bulmuyorum.
Çorum bulunmaz
bir yerleşim yeridir.Hemen her gün belli saatlerde keşişleme yada
poyrazdan etkileniyor ve rahatlıyoruz.Çorum’daki meteorolojik yapı
ülkemizde çok az yerleşim biriminde bulunmaktadır,sıcaktan bunalan
yöre insanlarına yazı Çorum da geçirmelerini rahatlıkla önerebiliriz
diyor saygılar sunuyorum
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
- EĞTİM- MAĞRİF ve İRFAN
- Hanım lokalleri, aile ve gençlik
merkezleri, belediyelerin yaptığı sosyal çalışmaların başında gelen
işler oldu.
- Zira belediyeler; halktan
aldıklarını ilk defa doğrudan halka veriyorlar.
- Böylece daralan, bunalan şehir
halkının sosyalleşmesinde önemli katkı sağlıyorlar.
- Biz her zaman ki gibi Ankara
Büyükşehir Belediyesi’nin “Aile Merkezi”, ‘ihtiyarlar’ bölümünde
bilgisayar başındayız.
- Kimler yok ki
- Ev hanımları.
- İşçiler.
- Çiftçiler
- Memur emeklileri
- Kimi üst düzey görev yapmış
bürokratlar.
- Profesöründen ilkokul öğretmenliğine
kadar öğretim ordusunun çeşitli kademelerinde görev almış insanlar.
- Ve diğer meslek erbaplarından, çoğu
emekli 50 yaş üstü amcalar, teyzeler.
- Aile merkezinde Büyükşehir
Belediyesinin sunduğu, müzik, resim, spor, diksiyon, bilgisayar,
oyun gibi çok çeşitli aktivitelere katılıp, kimi boş zaman
değerlendiriyor kimi zamanında ulaşamadıkları bilgi –becerileri
ediniyorlar.
- Burası, çocuk,engelli, yetişkin ve
ihtiyarlar bölümleri ile tam bir rehabilitasyon merkezi..
- Ancak konum o değil.
- 26 Nisan 2009 günü “Aile
Merkezi”nde “23 Nisan haftası” nedeni ile miniklerin
sergileyecekleri çeşitli etkinlikler oldu.
- Değişik okullardan çocuklar
hazırlandıkları konulardaki becerilerini izleyenlere sundular.
- Guruplardan biri, sunum öncesi
beklemek için “İhtiyarların” bilgisayar bölümüne daldılar.
- Aman ne gürültü.
- Arkasından bir hanım geldi. Sesler
azaldı.
- O hanımın sesi ile derhal sesizlik
başladı. Ve – konuşması- hareketleri ile öğretmenleri olduğunu
kesine yakın kanaat sahibi kılan – hanımın “Bilgisayarlara
kesinlikle el sürmeyeceksiniz” talimatı geldi.
- El sürülse ne olacak ise?
- O, çekti gitti.
- Çocuklar, yine başladı konuşmaya,
kaynaşmaya.
- Bir birini duymak adına çıkardıkları
sesler gürültü kapsamı içinde..
- Hocaları geldiğinde, “çıt” yok.
- Ve hocalarının bet sesi yine
yankılandı:
- -Ben bilgisayarlara el
sürmeyeceksiniz dedim. Siz şifresini bile açmışsınız! Bir kere
hocaları, çocuklara neden bilgisayarlara dokunmamaları gerektiğini
izah bile etmedi. O, bazı çocukların bilgisayarlara ulaşmak için ne
zahmet çektiklerini unutarak sadece kendi isteğini “dikte” edip,
çekip gitti
- Ve zannediyordu ki bilgisayarlar,
şifreli. O, kilidi bilmeyen kullanamaz.Oysa internetle istenilen
yere rahatça erişebilinecek kamuya açık bilgisayarlardı..
-
- Çocukların kendi aralarındaki
koşturma ve konuşmalarına baksanız sanki hep kendileri var.
- Oysa hemen hepsi önlerindeki ekrana
kilitli, hem de bırakın babalarını dedeleri- ebeleri yaşlarında en
az 10 kişi oturuyordu.
- Biraz önce hocaları gelince susan
çocuklar için çeşitli meslek guruplarından saçları aklaşmış hemen
hepsi 50 yaş üstü insanlar sanki “yok”.
- Kimsenin umurunda değil.
- Hepside kuşlar gibi özgür, cıvıl
cıvıl.
- Özgürlüklerini bütün serbestliği ile
kana kana yaşamak adına çırpınıyorlar.
- Biraz sonra birileri bir top balon
ile geldi. Balona hücum eden çocuklar; elinde balon yumağı olanın
çevresine toplanıp hep bir ağızdan aynı isteği avazları çıktığınca
dile getirerek balon almak için çaba harcıyorlar.
- Çocuklardan bir kaçına,”Hangi
okuldan geldiniz. Ne yapacaksınız ?” şeklinde soru sordum.
- Bağırıp çağırarak birbirleri ile
iletişim kuran, top alabilmek için topluca ses çıkaranlar sanki
kendilerine sorulmamış gibi suskunlar.
- Bazılarının yüzü kızarıyor. Ama
sessizler.
- Biraz önce ve sonra hep birlikte
bağıran, çağıran onlar değil sanki
- Toplu istek ve davranışta hep
beraber hareket edenler, tek tek ilişkide yoklar
- Tek başlarına davranışta sanki
dilerini yutmuşlar.
- Konuşabilenlerde kem küm ve suçlu
gibi.
- Yani toplu tepki ve eylemde;
birlikte varlar.
- Ancak ferdi işlerde; yoklar.
- Topluluk içinde kaybolurken,
bireysellikte, farklı olmak da sıfır çekiyorlar.
- Bu tavırları, ilginç geldi. Onların kimilerine göre gürültüsüne
aldırış etmeyen, anlayışla karşılayan. Ya da “Neme lazım?” tarzından
ses çıkarmayanlar olduğu gibi müdahale edende olamadı değil.
- Kilitlendiği bilgisayar ekranına
sırtını dönen Mustafa Hoca:
- -Susun. Bu kadar da olmaz. Bak
insanlar var. Diye parladı. Aldıran kim. Çocuklar çocukça
eylemlerine devam ettiler. Daha da sinirlendiği yüzünün rengine
vuran Mustafa Hoca’nın:
- -Biliyor musunuz? Bende öğretmenim!
Demesi, çocukların çoğunun susamasına hatta yönlerini Mustafa hocaya
çevirerek dikkat kesilmelerine yetti. Mustafa hoca, ancak bu şekilde
söyleyebileceklerini söyleyebildi. Ve dahi “Bir zamanlar öğretmen
olduğunu” onlara anlattı.. Bilgisayarlara kilitlenerek çevreyle
ilgisini kesen ve kesmiş gibi olanlara, kendisini tanımayanlara eski
bir “eğitimci olduğunu” bi hakkın öğretti. Ve de Ben işte bunun
için emekli oldum. Çünkü kimseyi dinlemiyorlar. Bırakın çocukları.
Orada sus. Burada sus. Burada sus diyorlar. Bakın soru soruyoruz
cevap bile veremiyorlar.
- -Korkutmayın. Birazda rahat olsunlar
dememiz üzerine:
- -Bunlar eğitimsiz. Eğitmek lazım.
Demez mi?
- Mustafa hocanın “eğitilmemişler”
sözüne itiraz ederek:
- -Eğitim insana değil hayvana yakışır. İnsan bilgilendirilir.
Eğitilen robotlaşır. Bu yönü ile de hayvana, eğitim verirsiz. Dedik.
Abdulkadir hocanın iki tarafı iştahlandırmasıyla tartışma sürdü.
Mustafa hoca, hala insanın eğitilmesi gerektiğini söylüyor.
- Peki bu eğitim ne idi?
- Hocaları gelince toptan susulan.
- Otorite –hoca- gidince toptan
farklılaşılan bir yapı neyin eseri?
- Biz yıllarca sözde “eğitim“
veriyoruz.
- İşte manzara ortada.
- Bence insan eğitilmemeli.
- Çünkü o bir nesne değil.
- O, duyguları, aklı, muhakeme gücü,
sezişleri olan diğer yaratıklardan farklı olan insan ve değişmez,
değiştirilemez tabi kanun ve irade ile ortaya konduğu gibi eşrefi
mahluk Yaratılmışların en üstünü, şereflisi İnsana bilgi verirsiniz.
Öğretirsiniz. Kullanma, kabullenme, öğrendiklerini hayata geçirme
kendine kalmış.
- O, teklif edilmeye değer bir varlık.
Dikte edilmeye değer değil. Eğitimde, belirli yönlendirme yapılarak
eğitenin belirlediği bir kalıba sokma anlayışı vardır.Dikte
etme-edilme vardır.
- İnansın tek tipleştirilmesi.
- Aynı düşünmesi.
- Aynı hareket etmesi.
- Aynı giymesi.
- Aynı şeyleri tüketmesi.
- Eğitenin amacına hizmet eder hale
gelmesi.
- Yani makine yada robotlaşması söz
konusu.
- Akıl yok. Mukayese yok..İtiraz ve
eleştiri yok.
- Eğitimcisinin insafına kalmış..Ne
yöne salarsa salar.
- Zira eğitim; en basit anlamıyla
davranışları değiştirme sanatı. Yani bireyde eğitenin istendiği
davranışların yerleşmesi, eğitimcisince olumsuz davranışların
sonlandırılması amacıyla sürdürülen sistematik bir program. Eğitim;
kişiyi aklı, duyguları ve davranışlarıyla bir bütün olarak ele
alarak bir oluşturma ve yönlendirme sürecine tabi tutar.
- Öğretme, bilgi verme eğitimle aynı
değil ki.
- Onda teklif var.
- Orada baştan kabul yok.
- Eğitme bu anlamda insana değil ancak
hayvana yakışır bir uygulama.
- Ya da diktatoryalar da kalabalıkları
şeflerin istediği kalıba sokma ameliyesi. Tıpkı bir zamanların
değişmez, hatta “ebedi “sayılan şeflerin; Hitlerin, Musoloni’n,
Lenin ve Stalin metodu ..Ve onlardan şöyle böyle etkilenen diğer
çağdaşları diktatörlerin denemeleri, kimi kuruntularının tecrübe
edilmesi..Ve de sömürge ülkelerinin her türlü varlığını
patronlarına peşkeş çekmenin başka bir efsunlu adı “eğitim”.
- Ne eğitilene ne de eğitene faydası
olmayan zorlamalar. Ama milletlere, insanlara çok şeyler kaybettiren
sıkıntılar. Demokrasi ve çoğulculuk.. Hele hele insanı “en kamil”
yaratık gören anlayış, eğitmeyi, eğitilmeyi kabullenemez. Eğitim, az
gelişmiş ülkelerin ve diktatoryaların efendileri adına halklarına
giydirdikleri deli gömlekleri. Ve yer yer zulme varan uygulama
aracı.
- Ülkemizde maarif bakanlığının eğitim
bakanlığı şekline getirilmesi bile ilginç..
- Zira eğitim, insanları belli amaç için yönlendirmek adına
istenen kalıba sokma işi.
- Oysa “marif “, “eğtimle”eş anlamlı bile değil.
- Maarif: Tahsil ile elde edilen ilim,
malûmat, bilgi.
- Bu bilgilerle elde edilen kişinin
isteğine, kabiliyetine göre şekillenen “Maharet. Üstatlık. Hüner.
Kültür” anlamına geliyor.
- Bununla da iş bitmiyor.
- İnsanın irfan sahibi de olması hoş.
- İrfan sahibi olmak içinde illa
tahsil gerekmiyor.
- Çünkü İrfan;
- Bilme, anlama,kültür, üterim,
tecrübe ve zekadan ileri gelen zihni bir olgunluk, doygunluk..
Tasavvuf ve felsefe de ise evrenin sırlarını bilme gücü.
- İnsanı eğitebilir, öğrettir, bilgi sahibi yapmak için yılarca
tahsil hayatlarında çürütebilirsiniz, ancak o irfan sahibi
olmayabilir. Çünkü sosyoloji, psikoloji, biyoloji ve sosyal
antropoloji ilimlerinin tespitleri ile sabittir ki insan yalnız
fizyolojik yapıdan ibaret değildir.
- Hiç tahsil hayatı yaşamamış biri de pek ala irfan sahibi
olabilir.
- İlimde “bilmek” olmaz ise olmaz şart
iken irfan da insanın kendi şart ve kabiliyetleri ile düşünüp,
inceleyerek kazandığı bilmedir. İrfan sahipleri çok kere
birbirinden, beslendikleri kaynaklarda bile habersiz oldukları
halde insanlığı bir bütün olarak algılayıp insanlık değerlerine
nerede olursa olsun duyarlı olmakla ortak tavırlar gösterirler.
Ariflerin irfanı marifet olarak meyvesini verir.Onlar eserden eser
sahibine ulaşmak için mücadele ederler.
- Kimi sosyal olaylar “bilimsellik” ya
da “eğtim” kılıfı içinde üstü kapatılıyor.
- Eğitimde; bilmek, farkına varmak
yoktur. Verileni kabul esastır.
- Bilmek de idrak olmazsa olmaz
şarttır. Varlıkları ve oluşları bilmekle ilim olur.
- Bazıları işin tekniğine, şekil
şartının yerine getirilmesine bile bilim ve ilim desede bu yeter mi?
- İşte ABD’den dünyaya dalga dalga
yayılan ekonomik kriz..
- ABD de ve diğer ülkelerde bunca
ilim-bilim adamı. Teşkilatları..
- Bilseler, önceden tedbir almazlar
mı?
- Muhasebe kayıtlarının nasıl
yapılacağını yani hesap şartlarını bilim-ilim sananlar elbette
yaşanan ekonomik krizi bilemezler.
- Çünkü sosyal olayların çoğu bilimle-
ilimle olmaz. Onlar yön ve şekil veremezler. Olsa olsa kudretle
olabilir. İlimle ancak malum olan, var olan, olabilecekler
açıklanabilir. Olmayan mümkün değil.
- Çoğu da malumat ile bilgiyi eş
koşar.
- Oda ayrı bir şey.
- Bilgide tenkit etme ve hükümler
verme kabiliyetini inkişaf – geliştirme –ettirme esas iken eğitimde
bu yoktur. Eğitimde sadece “kabu”l esastır. Bu anlamı ile aslında
aklın askıya alınması yani insanın uyutma ve uyuşturma işidir.
- Çok kere bilgi ve kültürü de aynı
sayarız. İrfan yerine,”kültür” deriz.. Malumat kırıntılarını kültür
zannederiz.
- Oysa Fransızca bir kelime olan
kültür; her hangi bir konuda kazanılan sistemli ve geniş bilgi
demektir. İlim ve irfan, dolayısıyla kültür en anlamlı ifadesini bu
kelimede bulur.
- İrfan da; bilmek ve anlamak manaları olmakla birlikte, eğitim ve
öğretimle elde edilemeyen gerçeği, sezerek idrak etme gücü de söz
konusudur. Kültürde böyle bir durum yoktur.
-
- Bu noktada Ömer Seyfettin'in
öğretmen arkadaşlarıyla giriştiği “alim-arif “ tartışmasını
hatırlamakta fayda var.
- Ömer Seyfettin; İkinci Dünya Harbi
yıllarında öğretmendir. Bir ara öğretmenler odasında otururken,
- Arkadaşlar, der, bu millet âlim
değildir ama âriftir. Bu irfanı sayesinde pek çok şeyi okumuşlardan
daha iyi sezer, fark eder ve bilir.
- Arkadaşları itirazı basar:
- -Olur mu öyle şey! İlmi olmayanın
irfânı mı olurmuş?., derler.
- Harp yılları olduğu için de,
iktisadî ve ticarî hayat durgun, yokluk ve sıkıntı had safhadadır.
Şekersizlikten çaylar bile kuru üzümle, pekmezle içilmektedir. Bu
durumu değerlendiren Ömer Seyfettin,
- -Müjde arkadaşlar! der. Almanya'dan
bilmem kaç ton şeker geliyormuş, çayları kuru üzümle içmekten
kurtuluyoruz!
- Bunu duyan öğretmenler, sevinçten
yerlerinden fırlar ve bu haberi avuçlarını patlatırcasına
alkışlarlar!
- Ama o da ne? Tam bu esnada kapı
önünde bulunan hademe de en ufak bir reaksiyon görülmemekte. Ömer
Seyfettin bu defa hademeye döner ve;
- -Sen niye sevinmiyorsun, şekere
ihtiyacın yok mu? diye sorar.
- Hademenin verdiği cevap arifanedir:
- -Boş versene Bey'im, der, kel
merhemi bulsa kendi başına sürecek! Almanya harp ediyor, düşünsene.
Şekeri nerden bulup da bize gönderecek?
- Bu cevap üzerine Ömer Seyfettin,
irfandan mahrum olan arkadaşlarına dönerek,
- -İşte der, beyler, âlimle ârifin,
ilimle irfânın farkı. Ayrıca irfan’ın, tasavvufî yönü de vardır;
İlâhî bir feyiz olarak yada belli alanlarda o konuya yoğunlaşarak;
kâinata, hayat ve varlıklara ait birtakım sırlara vâkıf olup, bilme
hasletidir.
- Nasıl ki her sistematik programın
olmazsa olmazları varsa elbette ki eğitim sisteminin de olmazsa
olmazları var; disiplin bunun başında gelir.
- Sonuç olarak insan duyarlılığının
“özgür, kendisini ifade edebilen, kendini tanıyan, sorumluluk sahibi
olan, görev bilinci gelişmiş, özgüveni yüksek, özsaygılı bireyler
yetiştirmek için” eğitime değil bilgiye ihtiyacı vardır. İstenilen
davranışa sevk edecek bilgiyi yükleyerek insanı robotlaştırmak bir
milleti toplu davranışa itmek içinde mutlaka eğitilmesi gerek.
- Hakim kültürler; birer zulüm kültürü haline gelmiş ve insanı
insanlık dışı bir kültüre doğru itmektedir. Geri kalmış ülkelerin
emrine girdikleri yada onlara şirin görünme sevdası ile azat kabul
etmez yöneticileri, insanlarını onlara göre yetiştirmek için
eğitmektedirler.
- Sömürge ya da yarı sömürgelere
bakın.
- Efendileri gitse bile onlar
efendilerinin izinde
- Onlara göre eğitiliyorlar
- Hatta birçok millet kendi dilinde
değil efendilerinin dilinde resmi konuşmaları yaparak insanlarını o
dilde eğitiyor.
- Fakat eğitilenler nedense bir türlü
efendilerinin seviyelerine çıkamıyor.
- Ne Hint kıtası İngiltere
seviyesinde.Ne de Cezayir, Raunda; o kadar eğitilmelerine rağmen
Fransa seviyesine çıkabildi..
- Türkiye, kendisine sınır dikte
edenlerin arzularına göre yazısını, dilini, değerler sistemini
değiştirdi, “Cumhuriyet projesi” yutturmacası ile insanımızı
“batılı”ya uygun “eğitime” tabi tuttu. Geldiğimiz nokta ortada..
- Siyasal yapılar da öyle.
- Sömürgeciler, işgalciler,
çekilirken, sözde “huzur bulmaları için” bir ev ödevi veriyor.
- İlla “anayasa yapacaksınız. Yapın da görelim.. Ve bu şartlarda
ülkenizden çekilelim” diye.. Şimdi Irak’a getirilen “özgürlük ve
demokrasi” gibi model dayatıyorlar.
- Efendilerine göre hazırlanan
anayasalar o milletlere, devletçiklere bir türlü huzur getirmiyor.
- Oysa, mesela İngiltere’ye,; “Bize
anayasa dayatıyorsunuz. Neden sizde anayasa yok. Bize illa seçimle
gelen cumhuriyet diyorsunuz. Sizde mutlakıyete yakın meşrutiyet
neden
- Eski sömürgeler, bu tür soruları Belçika’ya, Hollanda’ya,
İsveç’e.. sormuyor.Akıl bile edemiyor.
- Onların istediği gibi seçim turları
atıyoruz, onlar gibi demokratikleşmeyip “anayasal” bariyerlere
çarpıyoruz.
- Halk “hâkimiyeti” değil, birilerinin
iradesi galip geliyor. Halkın seçtikleri “hakimlerin iradesine” tabi
oluyor. Yoksa ”anayasal “engele takılarak iktidara layık
bulunmuyor..
- Oysa her milletin milli
hüviyeti,sosyal yapısı farklı olduğu gibi her insanda farklı
yapıdadır.Farklı anlayıştadır.
- Mesele; farkı, kabul ederek
farklılığı faydaya çevirmektir.
- Milli Eğitim, maarif kelimesinin
yanında çok cılız kalıyor
- Sadece kanun zoruna dayanan
tedbirlerle yapılan eğitim milletin hayrına sonuç vermiyor. Milletin
irfanına, mili kültürüne saygılı müspet ilimlerin iştirakiyle
yürüyen bir maarif sisteminin varlığı ne kadarda gerekli..
- Eski Yunan, görkemli medeniyetine
rağmen “Site” dışındakileri insan saymıyordu. İnsanını “Köleler ve
efendileri” diye ona göre eğitiyordu.
- Romalılar buna benzer bir prensibi
hukuk kaidesi olarak ortaya koymuşlardı. Güçlünün haklılığı
prensibi..
- Hrıstiyanlığın “tabiatı” inkâra
kadar giden görüşüne tepki olarak doğan Rönesans’ta insanları zevk
ve madde düşkünü olmaktan öteye götüremedi.
- Aristokrasi yıkıldıysa da insanı
yücelttiğini sanan “Hümanizm” insanlığı hüsrana götürdü. İnsanı,
eşyayı tüm varlıkları amacına uygun “eğitmeye” kalkan
“Marksist-Leninist- Maocu” sistemin hali ortada..
- Mesela, Hikmet Sami Türk’e saldıran
geç kız.?..
- Veya Bostancı’da onca teşkilatlı
kuvvetlere karşı İstanbul’u savaş alanı haline getiren..
- Tam “eğitimli” değil mi?
- Eğitim, insana insani değerler
katmaz belki de “eğiten” sahibinin –amacına hizmet adına- uzatacağı
yağlı kemiğe kendini feda etme pahasına hayvanlaştırır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
GÜL BAHÇESİN DE
Bir ahu bakışın
ömrümün kederine değer. Yüreğime kan sızarak akışın: Sevdamın; asil
ferdine, asıl kendi adına olan...... değer. Özümü oyalayan, sözümü
aralayan, ruhumu korlayan, izanımı zorlayan..! Hüzün sarsıntısı ile,
yağmurların irademi örterek karanlığın bağrına sokulmuştum. İsmini
dilimden düşürerek karanlığın bezi içersinde arıyordum. Başıma
toplanan yıldızları avucumda topladım. Işık süzmeleriyle; yolumu
tayin, ismini kaim ederek izlerle sürülüyordum... İsmini anı taşların
altında buldum, dudaklarım çığlığın yankılı sesinde isminle duruldum.
Seni kalbimin sandığını açarak sakladım. Benliğimi dikenliyen gül adı
olan sen. Gül bahçesinde durdum. Karanlık içersinde kan akışı gibi
hafakan basan, ızdırab yükleyen güllerin gözlerime kan boşaltan
renkleri. İsminle haykırdım, yapraklar savruldu. Hazin bahçenin boğucu
oltasında hafakanlar bastı, gölgen kırılan dimağımda taştı. Bir yandan
güllerin kanlı bakışı üzerime hücum eder, bin andan günlerin derdi
yüreğimi ezer. Anların resminde yansıyan cismin alnıma yerleşti,
izlerin sesinde fısıldanan ismin canıma yerleşti. Gözlerimin acı
boğultusunda sen, gönlümün sancı kavruluşunda sen. Güllerin
yapraklarını rüyalarına sokuyorum. Günlerin şanlı adresinde ve
merkezinde konumlanan sana taze gül gönderiyorum. Şiirlerimin bestesi
seninle çalıyor, acı melodilerin yakarışı seni çalıyor. Yüreğimin
esareti senin adınla kelepçeleniyor.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
- KARACA AHMET'TE Kİ
VESİKALIK
-
- Gözlerime topraktan sürme çekildi
- Dudaklarıma taşların telaşında mim gerildi
- Selvilerin gölgesinde, tarihin göbeğinde
- Yüreğimin tenine hüzün yeli serildi
- Karacahmet'in takibinde ruh torbaları
- Ensemin damarına devrildi
-
- Mermer köşeli yüzü
- Ceset döşeli yükü
- Toprak köseli teli
- Anılarla yüzleşmiş seli
- Akar hazin kuyuların duruluğuna
-
- Saatler, elimde hovardaca kaçan
- Çöllerin kuruluğuna ayak vuran deli
-
- Bir vesikalık buldum
- Karacaahmet'in ölüm evrakında dürülen filesinde
-
- Anların mengenesinde sıkışmış
- Hayatın yaşlılığında gerilerde sıkılmış
- Alınların penceresine karanlık boya yıkılmış
- 1960 yılında kalan er kişi vesikası
- toprağın tabağına gömülen yakamoz
- bedenini çürüttü...
-
- Dudaklarında hafif tebessüm,
- Ufukların avucuna uzanan tezekkür bakışlarında,
- yürek seferi vardı, kafanın kürek eseri sardı...
- Kıvırcık saçları maviyi ve maziyi kaç kere yaladı
- Yorgun gözleri kimbilir hangi kaldırımları kamcıladı
- Bilinmez, dostlarının şahitliğinde hatıralarla yaslandı
-
- Bu yüze ölümü sordum
- Kendisinden kaçınılmaz vuslatın ağırlığını duydum
- Ruhumun savrulan sağırlığında
- toprak yüküne eğildim
- Kara toprağın kelepçesinde teslim...
-
- Bir vesikalık fotoğraf
- Bin anın ininde aklıma yatalak
- Elimde ki benim vesikalığım olsa
- Geleğin izinde donan yüzle
- Mezarlığa ayna...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
- GÜN BATIMI...
-
- Gecenin mezarında alnımı kemiren anılar
- Düşler yurdunun bulutlarını parçalayarak kaçar
- İzbe duvarların hicranında nefes olarak bakar
- Kafa hatırasının defteri soluk kalarak rüyalara yatar
-
- Yitip giden zamanların toprağı çöktü
- Küskün bulutların özlemi yağmurunu döktü
-
- Gün batımı güneşin kanlı gözleri
- Gün yakıtı hayatın sıcak şefkati
-
- Gün batıyor, gün doğuyor
- Zamanlar suya yazılarak kaybolur
- Bulutlar başımızda taç olarak
- hatıralar kuma kazılarak yok olur
- Ufuklar ötesine taş adımı uzatacak
- Gün batımı,
- Gün yakıtı...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
CILBIR
-
MALZEMESİ:
3-4 porsiyon
için,400 gram kuru soğan,250 gram koyun kıyması,3 yumurta,50 gram tereyağı,2
domates,2 adet sivri biber,isteğe göre kırmızı pul biber,tuz.4 su bardağı su.
- Soğanlar kabuklarından soyulur ve doğranarak bir tencereye konulur.
- 50 gram tereyağı yada margarin soğanların üzerine konarak tencere
ateşe konulur.
- Yağ eriyip,soğanlar biraz ölünce üzerine kıyma konularak istenildiği
kadar tuz ilave edilir.
- Soğanlar ölünceye kadar önceden yıkanan domates ve biber doğranır.
- Kıymalar haşlanınca doğranmış olan domates ve biberi tencereye
konularak üzerine yumurtalar kırılır üzerine istenildiği kadar pul biber
konulur.
- Kıymalar haşlanınca doğranmış olan domates ve biberi tencereye
konularak üzerine yumurtalar kırılır üzerine istenildiği kadar pul biber
konulur.
- Bu karışım güzelce ateşte karıştırılır. Karıştırılan bu yemeğin
üzerine 4 su bardağı soğuk su ilave edilir,tuzu istediğiniz kadar
ayarlanır.
- Kısık ateşte çılbır yarım saat kadar pişirildikten sonra sıcak
olarak servis yapılır.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Serkan ÖKÇE |
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ |
- DARGINIM KENDİME
-
- Dargınım kendime
- Artık gitmiyorum
- O gittiğimiz yerlere
- Ve ben uyuyamıyorum
- Sen gittin diye...
- Sanki eksiğim,
- Sanki bir şeyleri unutmuş gibiyim...
- Selamı kestim;
- Yüzüme bile bakmıyorum...
- Teamülüm yok kendime
- Görürsen eğer beni şaşırma
- Kapında bir gece...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Serkan ÖKÇE |
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ |
- ÇOCUK KALALIM
-
- Bakma gözlerime öyle
- Bir ömür boyu bakmayacaksan eğer
- Tutma ellerimi
- Hiç tutma…
- Bırakıp gideceksen eğer
-
- Sevdiğini söyleme
- Bir gün keşke diyeceksen
- Gülme yüzüme
- Hiç gülme…
- Bir gün tüm güllerini toplayıp gideceksen
-
- Penceredeki çiçekleri sularken
- Yıldızları göremeyeceksen
- Beni gördüğünde yolunu çevireceksen eğer
- Al oyuncaklarını, uzakta oyna
- Büyüyünce beni unutacaksan eğer
-
- Bırak çocuk kalalım
- Körebe oynarız
- Kırlarda çiçek toplar,
- Kuzularla koşarız
-
- Bırak bizi
- Çocuk kalalım
- Bırak bizi zaman
- Eğer büyüyünce ayıracaksan…
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- GÜL ÇIKMAZI SOKAĞI
-
- Kıskıvrak acılar saracak düşlerini
Dinle artık denizi
Gördüklerince.
Güneşin doldurduğu mavilikler var ya
Acılar orada uyurken
El ele
Günah taşıyacak geceler...
Göğü içecek gözlerin
Dayanamayacaksın
Gül Çıkmazı Sokağı’nda
Bir kayboluşun uğultusuna.
-
- Şiirler suskun olacak orada
Şarkılar ağlatacak seni
Kadehler kırılacak ellerinde
Düşünemeyeceksin
Ve sonra... bil ki
Bir daha Gül Çıkmazı Sokağı’nda
Göremeyeceksin beni...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
09. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/06/2009 |