SANAL OLMAYAN ;
"FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA HOŞ
GELDİNİZ !
|
|
DİKKAT !
BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
SAYI 6 01/03/2009 |
İÇİNDEKİLER
|
Abidin ÇETİN ALLAHUEKBER YOLU
Abidin ÇETİN ÇANAKKALE YOLU
Abidin ÇETİN HABERİM YOK
Abidin ÇETİN KAN UYKUSU
Ahmet CANBABA İYİ NİYET
Ahmet CANBABA ŞÖFÖR HİKAYELERİ "RÖTGENCİ"
Ahmet CANBABA SOSYETE KAZIM
Ahmet CANBABA UMUTLARIN ÖTESİ VE TÜLAY SARAYKÖYLÜ (Bir Roman
Eleştirisi)
Ahmet CANBABA KURBAN EDİLDİ
Ahmet CANBABA ADINI SEN KOY
Atilla ALPAY YEŞİLAY İLİM YAYMA’DA
Atilla ALPAY ATATÜRK LİSESİNDE YEŞİLAY HEYECANI
Atilla ALPAY GAZİPAŞA’DA YEŞİLAY KUTLAMASI
Atilla ALPAY SENA ÖZKAŞ SİGARA’NIN GERÇEK YÜZÜ
Atilla ALPAY YEŞİLAY HAFTASINDA SİGARAYI BIRAKTI
Atilla ALPAY YEŞİLAY HAFTASI (1-7 MART)
Atilla ALPAY YEŞİLAY’IN İSKİLİP ÇIKARTMASI
İsa KAYACAN TÜRKÇEMİZ
İsa KAYACAN CAN EVİME ATEŞ DÜŞTÜ
İsa KAYACAN DİLİMİZ, ANLATIMLARIMIZ
İsa KAYACAN HACI FERHAT MİRZA’DAN KELÂMLAR-ÖZDEYİŞLER
İsa KAYACAN MEHMED b. SÜLEYMAN (FUZULİ)
İsa KAYACAN NURDANE UZUN’UN ŞIIR DÜNYASI
İsa KAYACAN YAZILANLARIN IÇINDEN
İsa KAYACAN VAN’DAN ÜMİT KAYAÇELEBİ’NIN ŞİİR DÜNYASI
İsa KAYACAN YENİ YENİ YAZILANLARDAN
İsa KAYACAN ÜÇ ŞİİRLE ANLATILANLAR
İsa KAYACAN BURDUR’DAN YOLA ÇIKARAK
İsa KAYACAN YUSUF ERKAN’DAN BURDUR GEZİ REHBERİ
İsa KAYACAN GÜLAYE RAZYEVA’DAN: ATATÜRK’Ü GÖRÜREM
İsa KAYACAN BAYRAM DURBİLMEZ HOCADAN: AŞIK EDEBİYATI
ARAŞTIRMALARI
İsa KAYACAN ESKİMEYEN ŞİİRLER
İsa KAYACAN YAŞLILIK, TANRININ İNSANLARA ÖDÜLÜ
İsa KAYACAN TÜRK DÜNYASI BAHTİYAR VAHAPZADE’Yİ SEVGİ VE SAYGIYLA
UĞURLADI
İsa KAYACAN SINIF ARKADAŞLARI NAZLI İÇİN DİYORLAR Kİ
İsa KAYACAN TÜRKOLOJİ ALİMİ KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE
İsa KAYACAN YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’DEN: DÜNDEN KALAN
İsa KAYACAN MANSUR EKMEKÇİ’NİN YENİ ŞİİRLERİ
İsa KAYACAN ŞAİRLERİMİZ
İsa KAYACAN KİLİS’İN KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİ
Mahmut Selim GÜRSEL BEN
Mahmut Selim GÜRSEL SEVDALIM
Mahmut Selim GÜRSEL HER AYIN 15’i ile 25’İ
Mahmut Selim GÜRSEL MEHMET AKİF ERSOY OKULU ÇANAKKALE ETKİNLİĞİ
Mahmut Selim GÜRSEL AN
Mahmut Selim GÜRSEL KONUŞMUYORUZ
Mesut ARTAR BİR OYUNUN BİTİŞİ, BAŞKA BİR OYUNUN BAŞLANGICI DEĞİL
Mİ ?
Mustafa Nevruz SINACI BİLGİ ÇAĞI’NIN (!) BARONLARI
Mustafa Nevruz SINACI İHTİRAS, KAPİS VE HIRS
Mustafa Nevruz SINACI 29 MART SENDROMU
Mustafa Nevruz SINACI DE’FACTO SULTA
Mustafa Nevruz SINACI ŞİMDİ NE YAPMALI?
Mustafa Nevruz SINACI ÖZÜR’CÜLERE YARGI YOLU
Mustafa Nevruz SINACI EREĞLİ ÇÖL OLMASIN!
Neval KAVCAR KÜRT RAPORU VE ABANT PLATFORMU
Neval KAVCAR KARANLIĞA GİDEN IŞIK FETULLAHÇILIK
Ömer KARACA KANLI ve KINALI TOPRAKLAR: ÇANAKKALE
Selma GÜRSEL KARNI BAHAR KIZARTMASI
Serkan ÖKÇE BİRİMİZİN BİRİMİZDEN FARKI
Tülay BİLGİN HAYAT SENDROMU
Üzeyir Lokman ÇAYCI GEÇMİŞTEN KOPARILAN ŞEHİRLER ANKARA VE
İSTANBUL
Üzeyir Lokman ÇAYCI SUSMA MEHMET!
Üzeyir Lokman ÇAYCI BU MEMLEKET BİZİM MEMLEKETİMİZ
Üzeyir Lokman ÇAYCI DESEN
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
Abidin ÇETİN |
Abidin ÇETİN HAYAT HİKAYESİ |
- ALLAHUEKBER YOLU
-
- Rus ayısı vurup gelmiş
- Sıcak hayal kurup gelmiş
- Mehmet hasta, sorup gelmiş
- Sarıkamış kışta kalmış
- Mehmetçikler düşte kalmış
-
- SARI GELİN inilemiş
- EBUL HASAN banılamış
- Urus Türkü günülemiş
- Sarıkamış kışta kalmış
- Mehmetçikler düşte kalmış
-
- Sarıkamış ney mi oldun?
- Enver Paşa bey mi oldun?
- Vatansever şey mi oldun?
- Sarıkamış kışta kalmış
- Mehmetçikler düşte kalmış
-
- Alman'a yaranamadık
- Buzlarda barınamadık
- Soğuktan korunamadık
- Sarıkamış kışta kalmış
- Mehmetçikler düşte kalmış
-
- Urus top atmış Hasan'a
- Ha Hasan'a ha da sana
- Geri dönmüş ürke, yana
- Sarıkamış kışta kalmış
- Mehmetçikler düşte kalmış
-
- Ermeniler mezar sökmüş
- Yaşlı-genci çakıp yakmış
- Uluçınar'ımız yıkmış
- Sarıkamış kışta kalmış
- Mehmetçikler düşte kalmış
-
- Batı-Kuzey birlik olmuş
- Türkü sahipsiz mi bulmuş
- Sömürücü dersin almış
- Sarıkamış kışta kalmış
- Mehmetçikler düşte kalmış
-
- Şehid olmuş Mehmetçikler
- Demişler; "Allhuekber!
- Ruhumuzu Nur'a gönder!"
- Sarıkamış kışta kalmış
- Mehmetçikler düşte kalmış
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Abidin ÇETİN |
Abidin ÇETİN HAYAT HİKAYESİ |
- ÇANAKKALE YOLU
-
- Sömürücü Batı gelmiş
- Mehmetçikler şehid olmuş
- Saldırganlar vurmuş, ölmüş
- Gelibolu Hakk'ın yolu
- Özüne dön Hakk'ın kulu
-
- Bulut almış alayını
- Hakk eylemiş kolayını
- Parlatmış, Yıldız, Ayını
- Gelibolu Hakk'ın yolu
- Özüne dön Hakk'ın kulu
-
- HIZIR demiş; "Dökün mayın!"
- Otlar olsun size tayın,
- Kurtuluşu yurda yayın!"
- Gelibolu Hakk'ın yolu
- Özüne dön Hakk'ın kulu
-
- SEYYİD ÇAVUŞ mermi kapmış
- Gemi ortasından kopmuş
- Gaziler görevin yapmış
- Gelibolu Hakk'ın yolu
- Özüne dön Hakk'ın kulu
-
- Mondoros'ta teslim almış
- İstanbul Batı'nın olmuş
- İngiliz'in İpi dolmuş
- Gelibolu Hakk'ın yolu
- Özüne dön Hakk'ın kulu
-
- Misakı Milli budanmış
- Lozan Batı'ya adanmış
- Sömürgeciler dadanmış
- Gelibolu Hakk'ın yolu
- Özüne dön Hakk'ın kulu
-
- Batı'nın Doğu Sorunu
- İflah olmaz o burunu
- Kırar Türkün gururunu
- Gelibolu Hakk'ın yolu
- Özüne dön Hakk'ın kulu
-
- Birlik yapar işbirlikçi
- Bizi soyar aşbirlikçi
- Şaşkın, düşkün şaşbirlikçi
- Gelibolu Hakk'ın yolu
- Özüne dön Hakk'ın kulu
-
- Çanakkale içindeyim
- Avrupa'da Maçin'deyim
- Hay'dan izinli zindeyim
- Gelibolu Hakk'ın yolu
- Özüne dön Hakk'ın kulu
-
- 27.12.2006
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Abidin ÇETİN |
Abidin ÇETİN HAYAT HİKAYESİ |
- HABERİM YOK
-
- Şu nefisten heva aldım
- Ne oldum delisi oldum
- Salatımı yanlış kıldım
- Benin benden haberim yok
-
- Kim öttürse nerde düdük
- Kılvavuzum oldu hödük
- Surlarımda açık gedik
- Benim benden haberim yok
-
- Savrulmuşam küller gibi
- Estirmişem yeller gibi
- Coşturmuşam seller gibi
- Benim benden haberim yok
-
- Dost dost diye tuttum kuyruk
- Gafillerden aldım buyruk
- Sadıklardan kaldım ayrık
- Benim benden haberim yok
-
- Yalpalayıp sağa, sola
- Ayrılmışam nice kola
- Akletmiyor beynim hala
- Benim benden haberim yok
-
- Soruları sorarım ben
- Yorgunları yorarım ben
- Çözümleri ararım ben
- Benim benden haberim yok
-
- Helal lokma alıp yesem
- Coşkun rüzgar olup esem
- Allah aşkın bulup desem
- Benim benden haberim yok
-
- 29.02.2009
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Abidin ÇETİN |
Abidin ÇETİN HAYAT HİKAYESİ |
- KAN UYKUSU
-
- Şehid olursam üzülme sen anam
- O benim Allah'ıma varışımdır
- Bırak dünyada ateşlerle yanam
- O benim gazilerle yarışımdır
-
- Düşersem yaptığımız bir akında
- Giysilerim dursun, o kefenimdir
- Hakk'a yürüyeceğim pek yakında
- Cihad eylemek ilmimdir, fenimdir
-
- Saplanan o kurşunlar varsın, kalsın
- Kurşunlar benim madalyalarımdır
- Toprağa gömün ki koynuna alsın
- O topraklar benim mayalarımdır
-
- Botumu çıkartma, bana lazımdır
- Sırat köprüsünden tezden geçirir
- Şehidlik benim alnımda yazımdır
- Kevser havuzundan şarab içirir
-
- Boyandığım al kanları silmeyin
- Onlar benin Cennet'te nişanmdır
- Muhammed'den başka kulu bilmeyin
- Mehmetçik tarihi benim şanımdır
-
- "Mehmet şehid!" deyin, selam söyleyin
- Babam sakın ha, kara bağlamasın
- Fatiha okuyup rahmet eyleyin
- Anam sakın ha bana ağlamasın
-
- 15.02.2007
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- İYİ NİYET
- Efendim bu ozan ‘Zebuni’ Yani Ali fazıl Bozdağ
çok iyi niyetli bir arkadaşımızdır. Ozanlar derneğini yeni
kurmuş ve aynı zamanda başkanı seçilmişti. Bürosunda
kendisini ziyarete gittiğimde, laf döndü dolaştı insanlar
iyilik yaptıklarında karşılığını göremiyorlar a geldi.
Gerçektende öyleydi.
- Efendim bende sırf Ali Fazıl Bozdağ
derneğin başkanı diye derneğe üye olmuş bir senelik de
aidatını vermiştim. Ocak ayında genel kurula gidecekler beni
de başkanlıktan düşürecekler dedi. Zebuni Babanın da bir
bildiği vardır demek ki dedim içimden.
- -Neden düşürecekler. Dedim.
- -Bütün zorluklar aşılmış
derneğin kimseye beş kuruş borcu yok. Masrafları cebimden
harcadım. Burada toplanıp ardımdan kulis yapıyorlar, sanıyorum
beni ekarte edecekler. Dedi. Bende:
- -Benim oyum senin. Dedim.
- -Sana oy kullandırtmayacaklar ki.
Dedi.
- -Neden? Dedim.
- -Seni geçici üyelikte bırakacaklar.
Zebuni yanlısıymışsın. Zaten bir iki oy farkıyla da seçimi
alacaklar. Dedi. Dediği gibide oldu. Ben ve benim gibi bir iki
arkadaşlar geçiçi üyelikte kaldı Zebuniyi başkanlıktan düşürdüler.
- Laf iyilikten açılmışken Zebuniyi
hayatında iyi niyetinden dolayı hep çarpmışlar. Öyle bir
zaman gelmiş ki artık “kimseye ne bir yardım yapacağım,
nede iyilikte bulunacağım” dedi. Dedi ama dediğini kalbi
tasdik etmiyordu. Gözleri çook gerilere daldı ve bir anısını
anlatmaya başladı.
- - Bir kazada postanede çalışan
memurdum. O gün sabaha kadar nöbetçiydim. Gece saat birde bir
bayanla bir bey geldi. Uzun boylu iyi giyimli bey:
- -İstanbul’a telefon edeceğim.
Dedi. Bende:
- -Telefon etmeden belirli bir
ücret ödemeniz gerekmektedir. Dedim. Ya telefon edip de ücret
ödemeden giderlerse, onun için önceden belirli bir ücret ödeyip
telefon ettikten sonra ne kadar alacakları ücret kalmışsa konuşulan
miktardan çıkarılıp bakiyesi ödenir. Yani postanedeki sistem
böyle işlemektedir. Adam:
- -Ne kadar ödemem gerekiyor? Dedi
- -On milyon! Dedim. Adamda para
yoktu demek ki kolundaki saatini çıkarıp bana uzattı.
- -Telefon etmek zorundayım, bu
altın saat sizde kalsın daha sonra telefonun ücretini
getirir saatimi alırım! Dedi. Ben baktım ki adam zor durumda
verdiği saat altın, saat öyle sıradan bir saat değil. Daha
önceden kendime verdiğim sözleri tutacak adam mıyım sanki ben.
Her şey lafta kalıyor. Baksana adam darda kalmış gel de
iyilik etme.
- -İnsanlık öldü mü beyefendi kalsın!
Dedim.
- -Adam asil birine benziyordu birazda
buraların yabancısı, kim bilir ne için gelmişti. Yanındaki
bayanda oldukça şık, birbirlerine çok yakışmışlardı. Gecenin bu
saatinde binde bir insanların işi düşer postaneye. Demek ki
bunlarında bir sorunları vardı. Yabancı:
- -Olur mu efendim saat kalsın, yarın
bana havale para çıkaracaklar o zaman telefon ücretini öder,
saatimi de alırım. Dedi.
- -Olur mu, olmaz mı. derken
onların samimi davranışlarına göre bana sonra öderler diye
saatini almadım adamın. Geçmiş gün konuşma ücretleri de üç milyon
tuttu. Hani bana ertesi gün ödeyeceklerdi. Bir gün, iki gün,
üç gün, beş gün, o da öyle gitti diye düşündüm.
- -A hhhh.! Ahmet abii iyi
niyetimizden ! Hep böyle çok paralarımız gitti hangi birisini
anlatayım ki.
- Gene bir gün bayram telaşımız
vardı. Ankara’ya gideceğim. Bütün yazıhaneleri gezdim o gün için
bilet bulamadım çaresizim. Postacılık yaptığım kazadan tayinim
Ankara’ya çıktı, orada çalışıyorum. O gün gitmem lazım ki ertesi gün
mesaim var yetişeyim. Birazda ne bileyim bize idare taktı bir
pundumuzu yakalasınlar ki bizi gene başka bir yere sürsünler.
Zaten Ankara’ya sürgün gittik. Okullar tatile girmiş, ertesi
gün bayram. Başka zaman her gün Ankara’ya boş giden
otobüslerin o gün akşam gece yirmi dörde kadar bütün biletleri
satılmış. Öyle yer ayırtma falan da yok. Bütün biletler
birkaç gün öncesinden satılmış. Çaresizim Ankara istikametinde
yolda duruyorum hangi araba geçerse geçsin el kaldırıyorum.
Belki biri içlerinden acırda şu garibanı da alalım der.
Derken aradan epey bir zaman geçti. Hani umudun kesildiği
yerde yeni umutlar doğar. Son model güzel bir araba önümde
durdu.
- -Nereye? Dedi şoför.
- -Ankara! Dedim.
- -Hadi atla bende Ankara’ya
gidiyorum! Dedi. Büyük bir sevinçle bindim arabaya, keyfime
diyecek yoktu. Daha önceden benim gibi bekleyenler beklemekten
usanmışlar dağılmışlardı. Hani ne derler bekleyen derviş muradına
ermiş diye. Ankara’ya doğru epey bir yol aldık.
- -Nasılsınız iyi misiniz? Dedi.
- -İyiyim beyim! Dedim. Fazlada bir
şey konuşmadık. Yolda benzin istasyonunda durdu. İstasyondaki
kafede yemek yiyeceğini söyledi. Beni de davet etti. Benimde
üzerimde fazla para yok;
- -Sağ olun, teşekkür ederim benim
karnım tok. Dedim. Esasında açlıkta hissediyorum. İsmini
bilmediğim bey ısrarla:
- -Olmaz! Dedi beni kolumdan
tutarak. Lütfen bir yemeğimiz nasip olsun daha Ankara’ya
kadar yol arkadaşlığımız sürecek sizinle! Dedi. Bende ister
istemez adamla kafeye gittim, bir güzel doyurdum karnımı.
Kendisi ne yediyse bana da onu ısmarladı. Hayatta ne iyi
insanlar varmış demek. Ben ne büyük yanılgı içindeymişim
meğer, herkese iyilik yapmayacağım bundan sonra derken. Bak
hiç tanımadığın biri çıkıyor karşına, sana yemek ısmarlıyor.
Oradaki garsonlardan gördüğümüz iltifatlardan dolayı adamın
tanınmış birisi olduğunu anlamak için falcı olmaya gerek
yoktu. Masaya oturduk lokanta sahibinden garsonlara kadar
hepside:
- - Hoş geldiniz beyim! Dediler
adamın halını hatırını sordular. Beraber yemeğimizi yedik,
ardından çay getirdiler çayımızı içtik arabasına benzinini
aldı. Benzincide bekleyen ve Ankara’ya gidecek başkalarını da
aldı arabaya. Hepside:
- -Allah razı olsun. Diyordu
binenlerin. Çünkü bütün otobüsler dolu geçiyor binmek
isteyenlerden ancak üç kişiyi alabilmişti arabasına. İçimden:
“Hayır yapmayı çok seviyor bu adam Allah böyle adamları
başımızdan eksik etmesin” dedim. Araba Ankara’ya doğru
hareket etti. Ben yemek için teşekkür ettim. O:
- -Lütfen efendim ne gereği var
teşekkürün. Size ne yapsam hakkınızı ödeyemem! dedi.
- -Estağfurullah efendim ne hakkım
var ki ödeyemeyeceksiniz baksanıza herkese karşı insanlığınızı
gösteriyorsunuz. Dedim. O
- -Benim yapım böyle ne yapayım.
Dedi. Ben hep kendi kafamdan şimdi benden ödeyemeyeceğim
para istese diye düşünürken, Şoföre:
- -Önce konuşalım sonra kavga
etmeye gerek kalmasın. Ne vereceğiz beyim Ankara’ya kadar? Dedim.
- -Bir şey vermen gerekmez! Dedi.
- -Olur mu canım. Şimdi senden
alsak herkesten de almamız lazım. Hiç birinizden beş kuruş
almayacağım. Zaten Ankara’ya gitmek zorundayım. Hep beraber
konuşarak gitmişiz çok mu? Dedi. Böyle konuşurken Dikmene
gelmişiz farkında değilim. Diğer binenler indiler arabadan baş
başa kalmıştık. Artık bundan sonrasını ben eve kadar
gidebilirdim.
- -Bende bir kenarda ineyim. Dedim.
O:
- -Nereye gideceksin? dedi. Bende:
- -Abidinpaşa. Dedim. Sonra adam
gazladı doğru Abidinpaşa. Ben içimden “iyiliğin bu kadarı da
olmaz. Ben olsam aynı şeyi yapmam elin tanımadığı birine.
Bu devirde gardaş gardaşa yapmaz bu adamın yaptığını” diye
düşünürken Abidinpaşaya gelmişiz. Ben:
- -Aha şurada ineyim. Dedikçe O:
- -Sen evini tarif et hele,
buraya kadar getirmişiz ben seni evine bırakmadan gider
miyim hiç? Dedi. Evin önüne geldiğimizde:
- Bu seferde ben seni bırakmam
tövbeler olsun. Acı bir kahvemizi içmeden gitmek olmaz!
Dedim. O:
- - Peki öyle olsun hadi içelim!
Dedi. Dairenin zilini çaldım hanım bizi kapıda karşıladı.
- -Hanım misafirimiz var, bu bey
beni kazadan Ankara’ya kadar getirdi. Allah razı olsun. Bize
bir yol yorgunluğu kahvesi yap ta kendimize gelelim” dedim.
Kahvelerimizi içtik ismini bilmediğim şahıs:
- -Sen Ali Fazıl Bozdağ
değimlisin? Dedi. Bende biraz hayret kesilerek:
- -Evet! Dedim.
- -Beni tanımadın mı? Dedi. Bende:
- -Yook! Dedim.
- -Hele bi dikkatli bak! Dedi.
- -Valla tanıyamadım beyim! Dedim.
- -Ben Hamdi Gül, Hani beş sene
önce bir akşam gece saat on ikiyi geçmişti. Postaneden
İstanbul’u aramam gerekiyordu. Üzerimde de saatimden başka beş
kuruş param yoktu. Telefon ederken ödemem gereken paraya
karşılık paramın olmadığını söyleyip saati rehin bırakmak
istemiştim de sen:
- - Olmaz efendim ben kendimden
ödeyim siz bana elinize geçince ödersiniz! Demiştiniz. O
günün parasıyla tutan üç milyonluk borcumu da 5 milyon
olarak ödemek istiyorum” Dediğinde ancak olayı hatırlamıştım.
- -Olur mu Hamdi bey! Kesinlikle
almam! Dedim. Alırsın, almazsın derken 5 milyonu komedinin
üzerine bıraktı ve başladı o günün akşamından sonrasını
anlatmaya.
- -Ben fabrikatörüm. O gün geceyi
arabada geceledik. Ertesi gün İstanbul’dan gelen havaleyi
aldıktan sonra postaneden seni aradım. Senin nöbetinin
bitip gittiğini söylediler. Postanedeki arkadaşlarından hiç
biri sana ulaşamayacaklarını söylediler. O akşamki olayda
Kayseri’den kazanıza gelirken bir benzin istasyonunda
yankesicilere cüzdanımı çaldırdım. İçinde paralarım
dövizlerim, kimliklerim vardı. Hepsi gitti. Yanımdaki bayan kız
arkadaşımda da aksine para yoktu. İstanbul’a telefon edecek
kadar bile üstelik. İstanbul’dan havale geldiği zaman
ödeyeceğiz dememe rağmen otelin kabul etmemesinden dolayı
geceyi arabada geçirdik. Sana karşı borcumdan dolayı vicdanen çok
rahatsızdım. Bir tesadüf eseri siz karşıma çıktınız. Önce uzaktan
tereddüt ettim. Yakınınıza geldiğimde artık siz olduğunuzdan
kesinlikle emindim. Size karşı borcumu ödeyebileceğim bir
fırsat çıkmıştı önüme. Senin Ankara’ya gitmende ayrıca memnun
etti beni. Bakalım ne zamana kadar sürecek beni tanımaman
diye özellikle bekledim. Dedi
- Beni evime kadar getirmesi
bulması karşısında ne kadar memnun olduğumu anlatıp evden
yolcularken böyle dürüst insanlarda varmış demekten kendimi
alamadım.
- Hala kendisiyle haberleşiriz.
Şimdi artık fikrimi değiştirmiştim sen iyilik yap ta varsın
el alem kendi kötülükleriyle baş başa kalsın. Çünkü kötülük
yapmanın vicdani huzursuzluğu insanı yer bitirir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- ŞÖFÖR HİKAYELERİ "RÖTGENCİ"
23-3-2003
-
- Zengin bir ailenin iki çocuğundan
biriydi Mahmut. Yeni yetmelerin ilk sevgililerini bir baykuş
çığlığında gecenin tatlı hatıralarını yaşatmışsa kim unutabilir
o ilk aşkını. Geleceğe boş bakan gözlerle ufukta, bir çizgi gibi
yakaladığı hayali mutluluğu, yaşanmamış hayata dair heyecanı kimi
yerde bir acı anı gibi saklıyordu içinde. O içindeki ütopik
sevgilisini de hiçbir an aklından çıkaramazdı. Bir gizli
hastalığın oluşmasının baş mimarıydı çevresindeki arkadaşları.
Böyle bir başı boşlukta kendisine kimsede söz geçiremezdi.
Anasının sözünden çıkmayan bir babası vardı. Arkadaşları Mahmut’la
babasının arasını açmayı çok severlerdi. Mahmut’un babası bir
sefarette çalışıyordu. Şoförler uzaktan Mahmut’un babasını
gördüklerinde’ sabah, sabah gene ev(ossuruk)havalandırmaya gidiyor’
derlerdi. Süleyman amca iş dönüşünde oğlu Mahmut’u sorarsa
şayet, duraktakiler:
- ”Oooo Süleyman amca o şimdi kim
bilir nerede içiyordur, bir iki iş aldı mı Mahmut için yeter,
aslan gibi arkasında sen varsın “ derlerdi . Süleyman içinden
kızdığını belli etmeden başını sağa, sola sallayıp o kızgınlıkla eve
gittiğinde, ‘oğlunu koruduğu için’ karısı Hamiyet hanımla da
münakaşa ederdi.
- Mahmut’un taksicilik yaptığı
senelerde Gaziosmanpaşa’ya ‘yes’ mahallesi derlerdi. Adım başı
Amerikalılar otururdu o muhitte. O muhitte çalışan hizmetçilerin
hepside İngilizce konuşur olmuştu. Dinamik ve genç görüntüleriyle
kendilerini naza çekerler, yeri geldiğinde sosyetenin büyük ve
seçkin isimlerinin katıldığı kokteyllerde vazife alırlar,
konukların pembe halılar üzerinden yürüyerek girdikleri
mekanda kokteylin mönüsündeki uzak doğuya ait yiyecekleri
çaktırmadan tadarlardı. Şoförlerinin de tavladıkları birçok güzel
hizmetçiler vardı. Sevgilisi olan şoförlere Amerikan içkisi ve
sigarası getirirlerdi. Türk ailelerinin çocukları onların
çöplüğüne atılan oyuncaklarla sevinir, Amerikalıların işe yaramayan
okunmuş kitaplarını almak için çoğu kez çocuklar kavga yaparlardı.
Hatta çöplükler bile paylaşılmıştı. Hiç kimse kendi evine yakın
çöplükleri başkalarına karıştırtmazlardı. Taksi müşterilerinin çoğu
Amerikalılardı. Çoğu kez sent verirlerdi, dolar verirlerdi.
- Süleyman amca Mahmut’u çok okusun
istemişti ama olmadı. Oğlunun ısrarı üzerine 1958 model bir
pontiyac otomobil almıştı. Ama Allah’ı var Mahmut arabasına çok
iyi bakardı. Süleyman amca miras zenginiydi, oldukça mülayim bir
yapısı vardı. Mahmut babasını parmaklarının ucunda oynatsa da
yeni alınan otomobilden dolayı bir baba baskısı altına
girmişti. Baba baskısından bıktığı içinde için takside hep gece
çalışmayı seviyordu. Gündüz taksisini bir şoföre veriyor gecede
kendisi kullanıyordu. Tabi babası gece yorgun, argın oğlunu takip
edecek değil ya. Mahmut’ta istediği gibi hareket ediyordu.
- Mahmut gece bir iş alsın, dönüşünü
muhakkak herhangi bir evin ışık yanan penceresinden bakıp evin
içersini röntgenler, geçte olsa öyle durağa gelirdi. Gözlerden de
ırak olduğu için Süleyman amca da oğlunu dürüst çalışıyor
bilirdi. Gene bir gün iş dönüşü durağa gelirken bir binanın en üst
katındaki odalardan birinin penceresinden odanın lambasının
yandığını görür. Gecenin saat ikisinde ışığın yanması Mahmut’u
heyecanlandırır. Öyle ya insanlar bir şey yapmasalar ışık boşu
boşuna yanmaz ki. Arabasını görünmeyecek bir şekilde zulaya çeker.
Dairenin yanan penceresinin tam karşısı hizasına gelen servi
ağacının gövdesine tırmanmaya başlar. En üst katın ışığından başka
binada hiçbir ışık yanmamaktadır. Bitişikteki kabası bitmiş
inşaatın bekçisi bile çoktan uyumuştu. Gece karanlığındaki
sessizlikte kendi soluk alışının sesini ve birde ara sıra
bastığında kırılan dalların çıtırtılarını duymaktaydı.
- Röntgencilik sanki Mahmut’un
ikinci mesleğiydi. Başka ağaçlara tırmanmak kolaydı ama böyle ulu
bir servi ağacına ilk defa tırmanacaktı. Tehlikeli bile olsa bir
şey görme heyecanı, içindeki korkuyu bastırıyordu. Ağacın
gövdesinden çıkan dallar oldukça kırılgan ve narindi. Çoğu kez
tuttuğu dal elinde kalmakta, kırılan dalların çıkıntıları zorda olsa
ayaklarına basamak oluyordu. Dördüncü katın hizasına vardığında,
Gördüğü manzara muhteşemdi. erotizmin kuşatmasından kurtulamayan
bir bayan git gide ufalan hafifleyen giysilerin darlığından
hap solmuş uzuvlarının dışarıya fırlayacakmış gibi taşmaları
karşısında kendini zaptedemeyen eşinin hırslı sarmaş dolaşın da
sonsuz bir haz yaşıyordu. Biraz cilveli nazlı ve çekingen
davranışları adeta eşini çıldırtıyordu. Sevdiği bir çiçeğin ilk
tomurcuğunu verdiği bir andı sanki karşısındaki eşine karşı
duruşu. Sanki orijinal lezzetle eşine sunulmuş bir aşk
tanrıçası gibi hissediyordu kendini bayan.
- Mahmut’un bastığı çatal dal
arasında sıkışan ayaklarının yorgunluğu bir acıyla kendisini
uyarır. Ayağını dinlendirme ihtiyacını hisseder. Diğer
ayağını bastığı çatal arasına koymak için yorgun ayağını
kaldırdığında bütün yükü diğer ayağına verdiğinden, gövdesinin
ağırlığını çekemeyen dal kırılır Mahmut hızla aşağı doğru düşmeye
başlar. İşte ne olduysa bu düşüşte olmuştu. Kurtulmak için her
tuttuğu dal elinde kalmaktadır. Gövdesinin ağırlığını taşıyamayan
dallar kırılıyor , Mahmut’un düşüşünü yavaşlatıyor ama
engelleyemiyordu.
- Genç evliler duydukları gürültü
üzerine, üzerlerine sardıkları bir çarşafla yatak odalarının
balkonuna açılan kapıdan balkona çıktıklarında birisinin ağaçtan
düştüğünü görmüşlerdi. Kendilerinin röntgenlendiklerini
bilmediklerinden, hırsız zannedip, gece karanlığında, avazlarının
çıktıkları kadar “hırsız kaçıyor, kimsecikler yok mu? aşağıda hırsız
var.” diye birkaç sefer bağırdılar. Gece karanlıkta yankılanan
sesi kimin duyduklarını bilemediler ama kavak ağacının dibinde
acıdan kıvranan birinin siluetini belli, belirsiz gördüler.
Giyinik vaziyette olmadıklarından bağırmaktan da öte bir şey
yapamadılar.
- Mahmut korkunun verdiği
paniklemeyle düştüğü yerden kalkıp üstünü silker. Yırtılan üstünü
başını gözü görmez, çeşitli yerlerine batan dalların sıyrık ve
kanatmalarındaki acıyı bile hissetmez. Bitişik inşaatın tahta
perdelerine tırmanır kendini inşaatın bahçesine atar. Yeter ki
röntgenlediği binanın bahçesinde olmasın, yeter ki orada
yakalanmasın. Ama şanssızlıklar Mahmut’u orada da rahat
bırakmayacaktır. Atladığı yeri görmez gece vakti. Oysa atladığı yer
bir kireç kuyusudur. İnşaat için açılmış ve söndürülmüş kireçle dolu
bir yer. Üzeri kaymak bağlamış ve derinlere doğru git gide
katılaşan kirecin içersine neredeyse dizkapaklarına kadar
gömülmüştür.
- Gece geç saatlerde kadının
çığlıklarını duyan bekçide uyanmış, kum yığınlarının ardındaki kireç
kuyusundaki Mahmut’u görmüştür bir karartı halinde. Mahmut’un
yanına kadar gelen bekçi elinde koca bir kalasla, Mahmut’un
karşısına dikilip ,“hadi bakalım buradan nereye kaçacaksın” der.
Mahmut bekçiye “Yav arkadaş beni tanımadın mı?. Ben pontiyacın
sahibi Mahmut. Hani seni iş dönüşü yolda, belde alırım ya.
Hatırlamadın mı.? Süleyman’ın oğlu Mahmut’um “deyince bekçi
elindeki kalası bırakıp el fenerini Mahmut’un yüzüne tutar ve
ancak Mahmut’u tanır. Mahmut’a:
- ”Yav Mahmut abi senin ne işin var
burada” deyip Mahmut’u ellerinden tutarak çeker, çıkartır
kuyudan.
- Mahmut bazı geceler bira alır,
bekçinin yanına uğrar beraber bira içerlerdi. Mahmut’un tavladığı
Amerikalıların yanında çalışan bayan arkadaşına beraber
kalsınlar diye kendi yerini vermişti birkaç kez bekçi. Onun için
Mahmut abisini çok severdi.
- Başına böyle haller de geldiğinde
elbette ki yardımcı da olacaktı. Mahmut çoğu kez kimi akşam rakı,
kimi akşam bira alıp, bekçiyle içtiklerinde bekçiyi konuşturur,
hangi dairede kim oturuyor, hangi dairede yollu var, hangi si
güzel, iş verir bekçiyi konuşturup dinlerdi. Mahmut ne zamandır o
daireyi göz hapsine almıştı . Her gecede aynı dairenin ışığı
yanmaz ya, ama gözetlediği dairenin ışıkları her gece yanıyordu.
İşte Mahmut’u gözetlemeye çeken nedenlerin başında da bu merakı
vardı.
- Kuyudan diz kapaklarına kadar kirece
batmış bir vaziyette çıkan Mahmut’un üzerine tazyikli hortumla su
tutan bekçi tahta perdedeki aralıktan bitişik binanın aydınlatma
ışıklarının yandığını ve kapıdan iki kişinin düşen ağacın altına
kadar gelip yere serilmiş servi dallarını ve yapraklarını bir
birlerine gösterip, biraz duyulacak bir sesle,”İşte hırsızın
çıktığı ağaç, bitişik inşaata bir soralım bakalım” dediklerinde
bekçi Mahmut’a: “aman abi hemen saklan” deyip Mahmutu
inşaattaki kendi odasına göndermişti.
- Bitişik binadan gelen iki kişi
bekçiye bir gürültü duyup duymadığını sorduklarında bekçi de
gürültü duyup onun üzerine uyandığını söyler. Guya hırsızı
kovalamıştır ama yakalayamamıştır. Gelenler tatmin olduklarından
bekçiye teşekkür edip oradan ayrılırlar.
- Mahmut bekçiden aldığı pantolonu
giyer ve açık bir büfeden aldığı rakıyı bekçiyle beraber içmeye
koyulurlar. Mahmut bekçinin ısrarı üzerine olayı anlatır. İşte bu
korku üzerine Mahmut bir daha röntgencilik yapmayacağına dair
bekçinin yanında kendi kendine söz verir. Yaptığı işin kötü
olduğunu acı bir deneyle kendiside anlamıştır. Mahmut bu sözü
acaba ne kadar tutacaktı. Sabah bekçiden aldığı kıyafetlerle eve
gittiğinde babası çoktan işine gitmişti. Yırtılmış gömlek ve
pantolonlarının eksikliğini bir hayli anası babası sordu ama
Mahmut bir sır gibi ölene kadar kimseye söylemedi.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- SOSYETE KAZIM
- Mutluluk arayanların üzerlerinde
durdukları konuların başında günler gelir. Bu günlerde eşini
mutlu edebilmenin çarelerini arar kocalar. Anneler gününde Kendi
annesinin gönlünü alamayan koca , sırf eşi memnun olsun diye
kayın validesini düşünür gibi görünmek zorunda hisseder
kendisini. Kayınpederini kaybetmiş bir damat , ilaçlar sayesinde 70
yaş sınırının çok daha altında görünen kayınvalidesine telefon
ederek
- “Annecim Anneler Günün kutlu olsun”
der. Yokluk sınırının içindeki vatanım insanı kendisini
ilgilendiren günleri işte bu nedenlerden dolayı kaçırmaz.
- Memleketimizdeki insan manzaralarını incelediğimizde
; acısı bol bir muıtluluk tablosu çıkar karşımıza. Açlık sınırında
yaşayan ve gelirleri asgari ücretin de altında bulunan
vatanım insanı mutluluğu televizyon izlemekte bulur.
- Satılmış 37 ekran televizyonunun karşısına kurulmuş
haberleri izlerken , ‘Anneler Gününün’ kullanıldığını işittiğinde
- “Yav garı, bah bu gün analar
günüymüş, oda neyse. Her zaman bir gün çıkarıyolar besbelli”
der.Hemen kanal değiştirerek , koca şiddetine maruz kalmış bir
kadının gözyaşları içersinde ağza alınmayacak kelimelerle
kocasına hakaret etmesini gördüğünde
- “aha bizim ganal burası” der.
Açlık sınırında yaşayan Satılmış gibiler şiddeti, itilip
kakılmışlığı, mutluluk sınırları içersinde göredursun biz bir de
mutluluğu yakalamış mutlu azınlıktan bahsedelim birazda. Onlar
kocalarını mutlu etmek için sürpriz olsun diye doğum günü
pastasından dansöz çıkaranlardır. Üzüntüleri günün birinde
buluşlarında tıkanıp kalmalarıdır. Ne yapsınlarda kocalarını
mutlu etsinler…
- Binlerce çarpan kalbin, binlerce alınan nefesin
ücra ve kuytu bir köşesinden, çılgınca dans edenleri seyreder
Kazım. Kendi kafasından Lailada çılgınca dans edenlerden nasıl
bir kazanç kapısı çıkarırım diye düşünür.. Bunlar geç vakit
evlerine varacaklar. Kiminin ertesi gün daveti, kiminin yakın bir
zamanda düğünü nişanı vardır.
- Kafasından o an düşündüğü ile ilgili olarak
yapacağı işin tutacağını bilen sosyete Kazım para harcamada sınır
tanımayan hanımların imdadına yetişir.. Şayet çiftler
evleneceklerse, gazete sütunlarına ‘sosyete Kazımın’ buluşları ile
geçmeleri lazım. Kimi evlilerin nikahını helikopterde kıydırır,
kimininkini denizde, sandalda. Örneğin birisinden hoşlanmıyorsanız
seçeceğiniz hediyede , Kazım yardımcınızdır. Kimine akrep aldırır
kimine fare maskotu, kimine ayıpladığınız bir koku.
- Hediye paketleri açıldığında kiminde mutluluk
gülücükleri belirirken kiminde korku çığlıkları.
- Mutluluk hiçbir zaman bekleyerek kişinin ayağına
gelmez. Mademki mutluluk sizin ayağınıza gelmiyor o halde sen
mutluluğun ayağına git. Onun için nemi yapacaksın ? Kazıma
müracaat edeceksiniz, Kazıma.
- İşte bizim komik ve espiri anlayışı sınırsız
Kazım kardeşimizin karşısına gelip de bir parti, bir davet, nişan,
düğün herhangi bir etkinlik, bir akşam yemeği gibi aklınıza gelen
veya gelmeyen kutlamalarda yardımcınızdır. Öyle çılgınlıklar
düşünen kişilerde işin parasal yönünde pek fazla durmazlar.
- Mesela otobüsteniz, Kazım en önden herkesi görecek
bir seviyeden hayırlı yolculuklar diler. Gurupla samimiyet
duygularını pekiştirir. Ve arkasından her yolculuklarında
söylediği
- “Erkekler uzun yaşamak istiyorlarsa kendilerinden genç bir
kadınla, Mutlu bir evlilik istiyorlarsa kendilerinden yaşlı bir
kadınla evlenmelidirler” (Pery W.Buffinton) sözünü yüksek sesle
söyleyip herkesten alkış almasını bilir.
- İşte sosyete Kazım dünyanın çeşitli yerlerini
dolaşmış en çok heyecan yaşanılan yerde Türkiye. Düşünün bir
kere tam doğum gününüzde Galata kulesindesiniz. Sinagok’ta bir
patlama oluyor.Sizin partinizdeki gezinizden onlarca kişi
koşar adımlarla kaçışırken peşinizdeki sosyete habercilerinin
flaşları patlıyor. Gazetelerdesiniz. Örneğin bir gün deprem
oluyor, dörtlük bir sarsıntı geçirdiniz. Bu rahat sizde ve
konuklarınızda 7.7 lik bir heyecan yaratır. Kazım gene iş
başındaysa gene gazetelerin sosyete sayfalarındadır. Korkunun
kimyasına karışmış aşkların gölgesinde bir gece geçiren
misafirlerinizi ertesi gün bir Kapadokya gezisine rahatça ikna
edebilirsiniz.
- Kazımın bir başka ustalığı da Bulunduğu ortama
göre Türkçesini ayarlar. Kimi davetlerde Türkçesini
İngilizciye kaçan bir lehçeyle anlatır kimi davetlerde
Almanca. Biz işte o zaman davetlerdeki yabancı misafirler
arasında İngilizler mi ağırlıkta yoksa Almanlar mı hemen
söyleriz. Bay Kazım için Türkiye’de keşfedilmemiş bir köşe yok.
Meryem Anadan, Antalya’daki Düden Şelalesine, Trabzon’daki yayla
şenliklerine kadar ilginç kutlamalarda ilginç mekanları hemen
bulur..Onun için yurdun ve dünyanın muhtelif yerlerinden de
davetler alır. Onun dağarcığındaki kelimeler ve anlatım
teknikleri çok farklıdır. Seçkin yabancı misafirleri ağırlaması
bazı yabancı dillerde tarzancadır. Herkes kahkahadan kırılır.
Kendilerini renkli bir sosyal hayatın içinde bulanlar buradaki
arkadaşlıklarından dolayı birbirlerini yakınen tanımış
olurlar..Birde bakarsınız bu gezinin sonunda evlenmeye karar
vermişler..
- Tiyatro ,müzik, veya şiir grupları
içersindeki bir etkinliğe katılmışsanız şayet sizin güzelliğinize
beste yapacak kişiler çıkıverir karşınıza.
- Kazımın partisini renkli bulanlar “Binlerce
partiye gittim bu kadar insanlar için şaşırtıcı olanı yok”
derler..Herkes bir şeye hayret eder partide muhakkak. Belirli bir
refah seviyesinde yaşayan azınlığın gardorabında hapis kalmış
giysiler gibi hissederler kendilerini, Kazımın partisine
katılmayanlar.
- Bir defa Kazım herkesin rüyasını keşfeder. Dört
kez bıçak altına yatmış ve sonra bu benim yüzüm değil diye
estetik ameliyattan feryat eden bayan G.Y yi yatıştırır ve
kendisinin de avantasını alacağı estetik doktoruna havale
ederek hayır dualarını alır. Onun için insanların rüyalarını
gerçeğe dönüştürmesini sağlar. İnsanların zihinlerindeki rekleri,
burunlarına gelen kokuları anlar. Gözlerindeki ışığın güneş mi,ay
mı olduğunu bilir. Daveti veren kişinin süslenmesine ,
hazırlanmasına yardımcı oluyor diye beylerinin de Kazım pek bir
hoşlarına gider.
- Kazım bir gün gök kuşağının altında bir davet
yapacağım demişti. Yağmur yağdığı zaman en güzel gök kuşağı
nerede oluşur diye kafasından düşünüp keşfettiği bir mekanda .Metorolijiyi
dinleyip yağmurun yağacağı bir günü tespit etmiş ve o gün hemen
‘Mutlu çiftler yemeği’ adı altında bir gezi düzenlemişti. Hem
güneşli, hem yağmurlu bir ortam olacak. Böyle bir ortam ancak
baharda olabilirdi. Üzerlerinde de gök kuşağı oluşacaktı
üstelik. Etrafı hırçın dağlarla çevrilmiş küçücük bir dağ
lokantasının taraçasındaki o muhteşem günü kimse
unutamamıştı..Geziye katılan bayanlardan şık kostümler içindeki
kusursuz fiziklerinin nimetlerini toplayabilmek için, bekar
zamparaların zuladan kendilerine bakmalarında bir sakınca
görmeyenler ve hatta buna fırsat verenler gezinin en renkli
simalarıydı. Saçlarından tırnaklarına kadar süzülüşlerinin farkında
olmasını isterlerdi bayanlar erkeklerin. Çokları pahalı
markaların koleksiyonlarını üzerlerinde toplamanın
avantajlarını bile kullanıyorlardı.
- İnsanları şok etmek Kazımın işiydi. Kazıma
sorsanız: “bir programınız var mı?” diye o: “Benim
deliliklerimin programı olmaz her zaman her yerde her şey
olabilir” derdi. Herkes Kazım için. “Kazımın yapacağı her türlü
sürprize hazırlıklı olun” derlerdi.
- Havuz kenarında masalara kurulmuş
davetliler bir ağustos sıcağında “ah şu havuza girsek te
bir serinlesek” demeye fırsat kalmadan birde bakarsınız bir
itfaiyenin hortumundan sular gökten yağmur gibi inivermiş
başınıza sizin kalbinizi okumuşcasına. Kalbinizin fırtınalarından
dağılan yağmur bulutlarını keşfeder ön sezileriyle. Hayatınızın
gerçeklerini yüzünüze karşı söyleyerek herkese pes dedirtir.
- İşte mutlu azınlığımızın kendisini, hayatın acı
gerçekleri arasına duvar çekerek soyutlamalarının örneklerini
görmüyor muyuz yaşamımızda. Memleketimin mutlu azınlığından
mutluluk manzaraları sunduk. Kim bilir yaşam yelpazemizin
grafiğinde yüzde kaçlık bir açı ile göstereceğiz böyle
mutluluk tablolarını.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
UMUTLARIN ÖTESİ VE TÜLAY
SARAYKÖYLÜ
(Bir Roman Eleştirisi)
Sirkeci Garından hareket eden, trendeki
Almanya’ya gidecek yolcular yerlerini alırlar ve bir
Almanya serüveni başlatır ki Tülay Sarayköylü, inanın
kitabı elinizden bırakamazsınız, bir solukta okumak
istersiniz.
Sanıyorum ilk romanı, bunda
da oldukça başarılı. Her ne kadar mütevazılığınden, “böyle
bir gurbetçi serüveni yazacak kadar kuvvetli kalemim
olmadığını biliyorum” demesine rağmen oldukça akıcı konu
ve kişileri birleştirici bir bütünlük sağlayarak güzel
bir sonla romanını bitirmiş.
Gurbetçilerimizin hayatını yazarken kendiside
bir gurbetçi olarak 11 yıl Avrupa’da yaşamış biri olarak
yaşamdan yansımaları yakından gözlemlemesi neticesi böyle
bir eseri edebiyatseverlere kazandırmış.
Umutların Ötesinde köylerinden, şehirlerinden
yaşam derdiyle anasını, babasını, eşini, sözlüsünü geride
bırakanların bir tren yolculuğunda tanışmaları ve
Almanya’daki acı, tatlı yaşam hikayeleri güzel ve akıcı
bir dille yazılmış.
Trendeki yolculukta tanışanların Almanya’da da
yollarının kesişmeleri, gurbetçi olarak birbirlerine sahip
çıkmalarının bizlere has bir meziyet olması çok güzel
işlenmiş.
Aşkın, sevginin, mutluluğun, mutsuzluğun, acının,
intikamın, kinin, nefretin ve ihanetin bir oya gibi
işlenerek yazıya dökülmesi neticesi güzel bir yapıt ortaya
çıkmış.
‘Aşk’ diyorum çünkü Selim’in içten içe Fatma’yı
sevişi, Fatma’yı önceleri bir kardeş gibi görüp, koruyup
kollaması ve sonradan evlenmeleri.
Faruk ve Aynur’un herkese örnek bir
evliliklerinin olması. Rafet’in Türkiye’deki ilk göz
ağrısı Hatçe’nin bir başkasıyla evlenmiş olmasının
verdiği aşk acısı neticesinde, Türk örf ve adetlerine
uymasa da bir Alman bayanla önceleri arkadaş ve sonra
kadının evlenmeden beraber olmayı sürdürmek istemesi
neticesi Rafet’in Örfümüze uymayan bir davranıştır diyerek
Beate’yi evlenmeye razı etmesi gibi yaşam kesitlerinde Türk
Alman ilişkilerine yer vererek güzel bir konuyu romanda
işlemesi ve tabiî ki Beate’nin eski kocasıyla bir yasak
aşka girişmesi neticesi Rafet’in Alman eşini ve eski
ayrıldığı Alman kocasını öldürmesi neticesi ihaneti ve
cinayeti de romanına taşıyarak yazar Umutların Ötesi
romanını insanların belleğine yerleştirmeyi başarmıştır.
Başarmıştır diyorum çünkü, anlatımında yöresel halk
ağzını çok güzel kullanarak o ortamı adeta yaşatmıştır
okuyanına.
Sonuç olarak yurt dışında para kazanmaktan
öte yeni başlayan ve biten umutlarda daha birçok konuyu
elbette ki yorumumda bahsetmem mümkün değil. Ama yazar
Almanya’daki sevmediği şeyleri sıralamış Güzel cennet
yurdumuza dönüş yaptığında da Türkiye’de olmasını
istemediği birçok keşkeler ide yazmadan geçememiş.
Keşke insanlarımız asık suratlı olmasa, Rüşvet
isteyen Gümrük memurları, Kahveleri dolduran işsizler,
yabancı plakalı arabaları görünce içilen bir şişe gazozdan
iki misli fiyat alan aç gözlü sahtekarlar olmasa.
Elektrikler, sular kesilmese, hastanelerde uzun hasta
kuyrukları olmasa.
İşte bütün kötü alışkanlıklarımızı bırakarak
dönsek yurdumuza. Bizim paradan çok bunlara ihtiyacımız
var diyerek bitirmiş romanını sevgili Tülay Sarayköylü
Söke Şairler ve Yazarlar Derneğinde
bir grup şair arkadaşlarla kendisini 2008 senesinin
şubatında ziyaret ettiğimizde bana imzalayarak verdiği
romanını Ağustosta okuyup bitirdiğimde kendisini hep
kutlamak geçiyordu içimden. Bekilli şiir etkinliğinde
kendisini göremedim ama Şair Cemal Şimşek dostumdan
kendisini kutladığımı ve selam söylememi iletmesini
istemiştim. İşte bu duygu ve düşüncelerimle Tülay
Sarayköylüyü Umutların Ötesi Yapıtından dolayı tekrar
kutlar başarılarının devamını dilerim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- KURBAN EDİLDİ
-
- Ağaya kul olup vatanı için
- Ölen ölmeyene kurban edildi
- Zalimin zulmünden kaçarak yüzü
- Gülen, gülmeyene kurban edildi
-
- Kor’a muhtaç yakamaz çakmağını
- Her lokmada yer patron tokmağını
- Elindeki bir dilim ekmeğini
- Bölen, bölmeyene kurban edildi
-
- Seneleri geçti boşu boşuna
- Bakmadılar fakirin gözyaşına
- Anlamayan geçti işin başına
- Bilen, bilmeyene kurban edildi
-
- Kadın onlar içinmiş el kiri de
- Cevap veremez ki sorsan biride
- Bir bak ülkemizdir en çok geride
- Kalan, kalmayana kurban edildi
-
-
- Alın yazısının içinde naat (1)
- Şifa dağıtmaya yetmedi saat
- Sırtı sıvazlanıp yalnızca vaat
- Alan, almayana kurban edildi
-
- Saltanat a karşı çıkan sürgünde
- On binlerce şehit verdik bir günde
- Yurduna askerlik için zor günde
- Gelen, gelmeyene kurban edildi
-
- Halkına gelecek vermek görevi
- Barındırır içinde gizli devi
- Yürekte yalnızca birikmiş sevi
- Olan, olmayana kurban edildi.
-
- * Bir şeyin niteliklerini övmek
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- ADINI SEN KOY
-
- Başkası atarken konuşturmazdı.
- Palavrada tek başına yeterdi
- Sorumsuzlukta üstüne yoktu ha
- Nerde akşam orda sabah yatardı
-
- Siyasette ömrü gelmez ki sona
- Haksız kazançları yatırır fona
- Babadan zenginlik kalsada ona
- Kumarda kaybedip mal mülk satardı
-
- Çokları etse de yemin Hipokrat
- Zanneder ki o en iyi demokrat
- Kendisine yardım eden bürokrat
- Dostlarının arkasından atardı
-
- Anlamaz sanırdın bakardı bönce
- İçinden planlar yapardı bence
- Kulağı delikti herkesten önce
- Avanta gördüğü yerde biterdi
-
- Anlamaz çok şeyi yakıştırırdı
- Dost görünüp dostluk pekiştirirdi
- Dedikodu edip çekiştirirdi
- İnsanları birbirine katardı
-
- Ne satsa da hiç bilinmez markası
- Çene çalar lafa tutar herkesi
- Bakar ki yok zavallının arkası
- Bülbülü gösterir karga satardı
-
- Zikzaklı yaşamı tutmaz ki ayar
- Kiminin ne işi varsa göz koyar
- Ali dibo gibi milleti soyar
- Öyle şer birisi öyle beterdi
-
- Ardından ne dense pek tınlamazdı
- Anlar sanırsınız hiç anlamazdı
- Aksinin biriydi söz dinlemezdi
- Durup dururken herkese çatardı
-
- Rastlanmaz canlıda böyle bir türe
- Ne dost hatrı bilir ne adet töre
- Boğulacak olsan göz göre göre
- Elinden tutmaz insanı iterdi
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİLAY İLİM YAYMA’DA |
- İlim Yayma Cemiyeti Çorum Yurdunda
Türkiye Yeşilay derneği Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay; gençleri
zararlı maddeler konusunda bilgilendirdi.
- Yurdumuzda gün geçtikçe artan
sigara bağımlılığı başta olmak üzere gençlerimizin ruh ve beden
sağlığını etkileyen her türlü madde bağımlılığı üzerinde de duran
Yeşilay şubesi başkanı Alpay; bu tür konferanslarında
dinleyicilerini sigara içmekle itham etmediğini ; bilakis
gençlerimizi yarınların geleceği olarak gördüğünü ve
bilgilendirmek için bu tür davetlere gittiğini de belirterek :
“Burası bir paratoner gibi gençlerimizi her türlü tehlikeden
kurtaran ve koruyan bir cemiyet çatısıdır. Bu itibarla biz bu tür
yerleri diğer toplu öğrenci kurumlarından farklı görmekteyiz.
Zira bir misyonu temsil eden gençler burada barınır ve
eğitilirler. Bu itibarla bizde üzerimize düşeni yapmaya geldik.
Sevgili genç kardeşlerimizi her yıl olduğu gibi bu yılda
bilgilendirdik. Onları da gelecekte zararlı maddelerle mücadelede
yanımızda görmek istiyor; Türk İslam toplumunu tehdit eden
unsurlarla mücadele de birlikte çalışmaya gerekirse savaşmaya
davet ediyoruz.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
ATATÜRK LİSESİNDE YEŞİLAY HEYECANI
Yeşilay Haftası Kutlamalarının
gerçekleştirildiği Çorum Atatürk Lisesi geçtiğimiz gün heyecanlı
saatlere sahne oldu.
İlimizde ilk defa ödüllü
yarışmaların tertiplendiği ve birincilere kıymetli armağanların
verildiği kutlama etkinliklerine gençler resim, kompozisyon, afiş,
maket, bilgisayar sunumu ve şiir dallarında katılarak hüner ve
yeteneklerini sergilediler.
Üç aydır devam eden çalışmalarının
neticesinde ortaya koydukları eserlerinin jüri tarafından
incelenmesi ve sergilenmesinin ardından geçtiğimiz gün okullarında
tertiplenen Yeşilay Gün’ünde ödüllerini alan genç Yeşilaycılar;
sigara ve alkol kullanmadıklarını, hayatları boyunca da
kullanmayacaklarını belirterek Yeşilay davasına sadık kalacaklarına
da söz verdiler.
Okul Müdürü Ahmet Güngör’ün yaptığı
açılış konuşmasının ardından bir sinevizyon sunumu yaparak
Yeşilay haftasının önemini anlatan Türkiye Yeşilay Derneği Çorum
Şubesi Başkanı Attila Alpay bağımlılık yapan maddelere hiç
başlamamış sağlıklı ve tertemiz nesiller istediklerini anlatarak
özetle şunları söyledi:
“İlimizde ilk defa böyle bir Yeşilay
haftası kutlaması yapıyoruz. Senelerdir bütün eğitimcilerimize
yalvardığımız halde kimse bizi ve Yeşilay haftasını önemsemedi. Aynı
zamanda benim de eski okulum olan Çorum Atatürk Lisesinde böyle
ciddi ve önemli bir çalışma yaptık. Bir kaç aydır hazırlıklar devam
ediyor. Kırka yakın öğrencimiz bu hafta münasebetiyle ciddi eserler
hazırladı. Onları geleceğin Yeşilay gönüllüsü gençleri olarak
görüyor ve muhabbetle selamlıyoruz. Bu etkinliği tertipleyen okul
müdürümüz Sayın Ahmet Güngör Beyefendiye ve Biyoloji öğretmeni Sn.
Sebiha Küçüker’ e sonsuz şükranlarımızı sunuyor, Türkiye Yeşilay
derneği ve şahsımız adına çok teşekkür ediyoruz.”
Törende daha sonra dereceye giren
gençlere armağanları verildi.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
GAZİPAŞA’DA YEŞİLAY KUTLAMASI
Yeşilay etkinlikleri çerçevesinde
ilimizdeki okullarda Yeşilay haftaları kutlamaları devam ediyor..
Geçtiğimiz gün de Gazipaşa
ilköğretim okulunda öğrencilere bir konuşma yapan Türkiye Yeşilay
Derneği Çorum Şubesi başkanı Attila Alpay ‘ da bu haftayı idrak
eden ve önemseyen tüm eğitim kurumlarına ve onların saygıdeğer
yöneticilerine teşekkür ettiğini bildirerek şunları söyledi :
“Sigara yasasının çıkmasıyla
davamız desteklenmiş olmakta bizde bu gibi zararlı maddelere
karşı bir kez daha zafer kazanmış bulunmaktayız. Bu günde
ilimizdeki eğitim kurumlarından Gazipaşa ilköğretim okuluna
gelerek Yeşilay haftası etkinliklerine katıldık. Genç
öğrencilerimiz haftanın önemini belirten şiirler ve
kompozisyonlar okudular. Bu suretle bilinçlenen gençlerimizi görmek
ve onların bu önemli haftanın etkinliklerine katılımlarını
sağlamak bizim için son derece memnuniyet verici olmaktadır. Zira
sigara alkol ve her türlü bağımlılık yapıcı madde tüm
yurdumuzu ilgilendirmekte nüfusumuzun önemli bir kısmı da bu
maddelerin esareti altına girmiş bulunmaktadır. Bizim mücadelemiz
insanları ve bilhassa gençlerimizi bilgilendirmek suretiyle bu
çabalar katkıda bulunabilmektir. Zira ağaç yaşken doğrulur. Otuz
yıl sigara içmiş bir insanın bırakması bizim için hiç önemli
değildir. Bizim derdimiz hiç başlamayan bir nesil yetiştirmektir.
Bunun müjdesini de gençlerimizin gözlerindeki parıltılardan
anlıyor, görüyor ve çok seviniyoruz.
Gazipaşa ilköğretim okulunda bu
etkinliği tertip eden tüm yöneticilere Okul müdürümüz Sn.Tuğrul
Delibaş’ a Müdür Yardımcımız Sn.Nuray Ertaş’ a bilhassa din
kültürü öğretmeni Sn.Rıdvan Bolat’ a sonsuz şükranlarımızı sunuyor;
hafta etkinliklerine katılan tüm öğrencilerimize de sağlıklar ve
başarılar diliyoruz.
Resimlerde Gazipaşadaki Yeşilay
haftası etkinleri ve Yeşilay konferansından kesitler görülüyor
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
Sena ÖZKAŞ
SİGARA’NIN GERÇEK YÜZÜ
YEŞİLAY GÖNÜLLÜSÜ
DUMLUPINAR İLKÖĞRETİM OKULU 7/C 2660
Bilindiği gibi içinde bulunduğumuz
1-7 mart 2009 tarihi Yeşilay Haftasıdır. Günümüzden 89 yıl önce
kurulmuş ve Bakanlar Kurulu kararı ile topluma yararlı
derneklerden kabul edilmiştir.Yeşilay’ın temel görevi insanları
bilhassa gençleri Sigara ; alkol ve bağımlılık yapan her türlü
maddenin zararlarından korumaktır.
Bunun için eğitim faaliyetleri
düzenler, okullarda seminerler ve konferanslar verir,hapishanelere
ve askeri birliklere gider, yurtları ve sivil toplum
kuruluşlarını ziyaret eder; film gösterileri yapar , broşür ve cd
dağıtır, sergiler açar…
Her yıl ülkemizde yüz binlerce cana
ve milyonlarca maddi kayba yol açan sigara orta çağdaki veba
salgınından sonra 21. Yüzyılın en tehlikeli hastalığıdır.
Bunu alkol, uyuşturucu , enerji içecekleri ve benzerleri takip
eder.Günümüzden elli yıl önce üretilen Türk Sigaraları artık
yapılmamaktadır. Zira bu sigaraların yerini artık yaşıtlarımın
dahi üzerinde bağımlılık yapan yabancı sigaralar almıştır.
Sigara kullanmak ve gömlek cebinde bulundurmak adeta bir gelir
göstergesi sayılmış ve moda olmuştur. Halbuki bu süslü ve şık
sigaraların içerisinde genleriyle oynanmış, radyoaktif
hormonlarla beslenmiş ve kimyasal gübrelerle yetiştirilmiş
aslında tabiatta olmayan , laboratuarlarda üretilmiş yabancı
tütünler mevcuttur.Bu tütünler fabrikalarda ince ince kıyılır,
nemlendirilir, sonra da üzerlerine kakao, etil alkol ve toz şeker
katılarak daha da zehirli hale getirilir. Bir de bunlara
ilaveten formülünü kimsenin bilmediği soslar katılmış ve
bağımlılıkları artırılmıştır.
Sigara içenlerde içmeyenlere göre
kalp krizi ,damar tıkanıklığı , kanserler, erken yaşlanma ve erken
ölümler daha çabuk gerçekleşir.sigara içen insanların bir çoğu
zengin değildir. Fiyatı pahalı olmasına rağmen dar gelirli
aileler’de paket paket sigara tüketilmektedir. Sigaranın içinde
bulunan bağımlılık yapan maddeler veya kimyasallar üreticinin
yararına olmasına rağmen tiryakilerin de sonunu hazırlar.Bu
yüzden sigaraya başlayan bir insanın bırakması tıbbi yardım
almadan çok zordur.Sigara içenlerin sayısı gün geçtikçe
artarken , hayatını kaybedenlerin sayısı da artar. Sigarayı
başlama yaşı ilkokullara kadar inmiştir. Bunun sebebi hem
çevremizdeki tiryakiler hem de tv ve medyadır. Amaçları
insanları ve bilhassa yaşıtlarımızı etkilemektir. Sigara
paketlerinin üzerinde birtakım uyarıcı yazılar vardır.(Sigara
öldürür, sigara sizlere ve çevrenizdekilere zararlar verir,
sigarayı bırakmak ölümcül kalp ve akciğer hastalıkları riskini
azaltır gibi…) Paketlere bunların yazmasına rağmen geleceklerini
düşünmeden neşeliyken, ağlarken veya gülerken büyük bir zevkle
içerler. Hatta sigaranın rahatlattığını, kendilerine iyi geldiğini
bile düşünürler.
Sizlerden bu Yeşilay haftası
münasebetiyle ricamız ; bilhassa bizlerin ve küçük
kardeşlerimizin yanında sigara içmemeniz mümkünse bu kötü
alışkanlığı artık bırakmanızdır. Zira bizler de bu dumanlı
atmosferi soluyarak pasif içici oluyor ve sizlerden çok daha
fazla etkileniyoruz. Öte yandan aylık bütçemizin önemli bir
kısmı sigaraya; ülkemizin bütçesinin büyük bir kısmı da sağlık
harcamalarına gidiyor.
İnsanlar iyiliği de kötülüğü de kendilerine yaparlar. Nasıl
başlarsak öyle gideriz.Bu nedenle bağımlık yapan zararlı
maddelerden uzak duralım.
Hem kendimize hem de
çevremizdekilere zarar vermeyelim. Zira içinde bulunduğumuz durum
artık büyük bir felaketten ibarettir!
Saygılarımızla!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
- YEŞİLAY HAFTASINDA SİGARAYI BIRAKTI
- Yeniyol mahallesi Gazi sokakta
işyeri sahibi olan 42 yaşındaki Kemal Öztürk de Yeşilay haftası
dolayısıyla sigarayı bırakanlar kervanına katıldı.Türkiye Yeşilay
Derneği Yeşilay Çorum şubesi tarafından sigarayı bırakması
dolayısıyla kendisine şükran belgesi verilerek , tebrik edilen ve
bilgisayar hizmetleri veren bir müessesenin sahibi olan
Kemal Öztürk yirmi yıldır sigara içtiğini belirterek şunları
söyledi :
- “Yıllardır zararlarını bu kadar
bilmeden sigara içiyordum. Pek de fazla içtiğim söylenemezdi
ama her an artırabilirdim. Geçtiğimiz aylarda Yeşilay
Başkanımız Attila Alpay ile tanıştım.İşyerime gelerek bana ve
yanımda çalışan gençlere kısa bir konuşma yaptı ve sinevizyon
görüntüleri ile bizi bilgilendirdi. O sırada epeydir fark
etmediğim zararlarını resim ve filmlerden görüp öğrendim.Epey
canım sıkıldı. Fakat o anda bu işten kurtulmak için gün bu
gündür dedim ve son paketimi Attila ağabeye vererek bu işe
son verdim. Bırakalı dört gün oldu . Biraz zorlanıyorum ama
sağlıklı ve uzun ömürlü yaşamaya da alışacağım. Kimler
bırakmadı ki.Ben mi bırakamayacağım. Bu zehrin esiri olarak hem
ömrümden yirmi yılı kaybedeceğim ve birde maddi ve manevi büyük
kayıplara uğrayacağım.Artık geri dönüş yok. Beni kimse başlatamaz.
Dumanını yel ve parasını da el almayacak. Hem sağlıklı olacağım
hem de param cebimde kalacak. Bu krizde bütün esnaf arkadaşlara
tavsiye ediyorum.
- Bunu herkes bırakabilir.
- Herkese sağlık ve mutluluklar
temenni ediyor ve Yeşilay haftası münasebetiyle sigarayı
bırakmalarını sağlıklı bir yaşamı tatmalarını diliyorum.”
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİLAY
HAFTASI (1-7 MART)
- “Sigara ; En Büyük Uyuşturucudur”
- Yeşilay Haftası münasebetiyle bir
basın açıklaması yapan Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi
Başkanı Attila Alpay ; sigaradan büyük uyuşturucu yok dedi.
- Dünyanın en büyük kitle imha
silahının sigara olduğuna da değinen Alpay; milletimizi tehdit
eden en önemli maddenin sigara olduğunu ve yılda Çorum nüfusu
kadar insanın sigara yüzünden boş yere ve erkenden öldüğünü
kaydederek şunları söyledi :
- “Dünyada uyuşturucu ticareti
yasaktır. Ama zehir tüccarları sigara serbest olduğu için
uyuşturucularını ve formülü meçhul kimyasallarını bu seferde
sigaraların içine koymaya başladılar. Bir paket sigara yarıya
alkol ihtiva etmektedir.İlaveten toz şeker ve kakao da vardır.
Bunların yanması kansere sebep olmaktadır. Ama en korkuncu
formülü meçhul kimyasal soslardır. Bunlara tekelciler sos
demektedir ve her marka sigaranın sosu ayrıdır. Bunların
formülünü kimse bilmemekte işin garibi merak da etmemektedir.
Halbuki yılda iki yüz bin insanı erken öldüren çocukları sakat ve
öksüz bırakan, nesilleri mahveden bu zehirli sigaralardır. Sağlık
bakanı sigara Çernobil’den tehlikeli demektedir. Buna da kimse
kulak asmamaktadır. Bu soslar şiddetli bağımlılık
yapmaktadır. Kurtulmak için çok ciddi bir klinik takviye
gerekmekte tiryakiler hastaneye yatmadan ve doktor yardımı
almadan bilimsel olarak sigaradan kurtulamamaktadırlar. Yeşilay
uzmanlarına göre bu sigara sosları şiddetli bağımlılık yapması
için ve tiryakinin devamlı o marka sigarayı çok daha fazla içmesi
hata çocuklarının bile sigara tiryakisi olması için hazırlanmış
uyuşturucu türevleridir.Bu korkunç bir tuzaktır.Uyuşturucular
artık sigaraların içinde serbestçe satılmaktadır. Bir paket açıp
ikinci sigarasını içen şiddetli bağımlı olmakta ve
kurtulamamaktadır.
- Ülkemize yabancı sigaraların
girişi bu salgının başlama tarihidir. Radyoaktif hormonlarla
gübrelenmiş Amerikan tütününden mamul bu zehirler şık ambalajlar
içinde kola, alkol, reklam ve medya desteği ile gençlerimize
ulaştırılmış ve bir kültür olarak da benimsenmiş durumdadır. Bu
kainatın en büyük yanlışıdır. Şu anda kırk dokuz milyon
sigara tiryakisi vardır. Bunlara ve getirdiği hastalıklara
verilen para silahlı kuvvetler bütçesi kadardır. Bypass
ameliyatları ve kanser vakaları sağlık bakanlığı bütçesinin
yüzde seksenidir. Bu milli bir felakettir. Bu uyuşturucu
salgınından hep birlikte kurtulalım . Ruh ve beden sağlığımıza
yeniden kavuşalım.
- Anayasamızın 58. Maddesi Devlet
gençlerin ruh ve beden sağlığını korumak için gerekli tedbirleri
alır demektedir. Ama ortalıkta tedbir filan olmadığı gibi serbest
kalan alkol reklamları ve çığ gibi artan sigara tiryakiliği ve
gittikçe düşen başlama yaşı bize milli bir felaket olarak adım
adım yaklaşmaktadır.Herkesi göreve ve gençlerimizi de akıllı ve
sağlıklı olmaya davet ediyorum.
- Yeşilay haftası münasebetiyle
ilimizde sigara alkol ve uyuşturucu ile mücadelemize destek
veren tüm hayırseverlere, öğrencilerini bilgilendirmek için bizi
okullarına davet eden saygıdeğer öğretmenlerimize teşekkür
ediyor; bu vesile ile zararlı alışkanlıklarından vazgeçen
hemşerilerime de Allah’tan sağlık ve afiyetler diliyorum.
Yeşilay Haftamız kutlu olsun.”
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİLAY’IN İSKİLİP ÇIKARTMASI
Geçtiğimiz gün altıncı defa
İskilip’e giderek üç konuşma yapan Türkiye Yeşilay Derneği Çorum
Şubesi İskilip’i en duyarlı ilçe ilan etti.
Gündüz öğretmenevinde
öğrencilere,gece de Endüsti meslek lisesinde halka hitabeden
Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay; gördüğü
ilgiden memnun olduğunu belirterek şunları söyledi : “Her zaman
olduğu gibi bu seferde Endüstri Meslek Lisesi Müdürü Aziz insan
ve değer eğitimci Sn.Sabri Çiçekçi’nin daveti ve organizasyonu
ile İskilip’e geldik. Gündüz öğretmen evinde sevgili genç
İskilipli öğrencilere peş peşe iki konuşma yaptık. Gece de Endüstri
meslek Lisesi konferans salonunda yöneticilerimize ve halka
hitabettik. Gördügümüz ilgiden son derece memnunuz. İskilip her
zamanki gibi bu konuda da en duyarlı ilçemiz. Her yıl geliyor ve
öğrencilerimizi ve halkı bilgilendiriyoruz. Ne zaman çağırsalar
yine gideriz. Zaten çağırılan her yere gidiyoruz ama daha bizi ve
çalışmalarımızı önemsemeyen ve programlarına alamayan kurumlar
olabiliyor. Sigara alkol ve uyuşturucu davası gözbebeğimiz
gençlerimizin var olma davasıdır. Bunları üretenler bizleri
kandıramamaktalar. Zira hepimiz orta yaşa erişmiş ve
doktorlarımız tarafından uyarılmış, sağlık problemleri olan
insanlarız. Ama sağlıklı ve tertemiz gençlerimiz bu konudaki bilgi
eksikliklerinden ve tecrübesizliklerinden dolayı eğitime ve
bilgilendirilmeye muhtaç bir durumdalar. Lise çağındakilerin pek
çoğu sigara ve kola bağımlısı, bu ileri yaşlara doğru başka
tehlikeli maddelere doğru tırmanabiliyor. Ülkemizde hatırı sayılır
bir sağlık bütçesi var. Bunun büyük bir kısmı madde bağımlılığı ve
onların getirdiği hastalıklar ile tedavilere harcanıyor. Geri kalanı
ise bildiğimiz sağlıksız ve dengesiz beslenmenin ve çevre
sorunlarının getirdiği hastalık türleri.
Milletçe hayatımızdan zararlı
maddeleri çıkaralım. Bilhassa gençlerimizi bilgilendirelim. Onlar
geleceğimiz ve umudumuzdur. Onları kimsenin zehirlemesine ve
kandırmasına imkân vermeyelim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
TÜRKÇEMİZ
Türkçemiz, üzerine titrediğimiz
oranda büyür, dilimiz üzerine gösterdiğimiz titizlikle kişilik
kazanırız.
Bu yönde çaba gösteren, gayret
sarfeden kalem sahipleri var, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız var.
Şair-yazar Fatma Uçarlar, dilimizle
ilgili değerlendirmeleri bulunan, doğrunun doğruların peşinde koşan
bir arkadaşımız. 21 Şubat 2009 tarihinde, Isparta’da faaliyet
gösteren SDÜ Türkçe Topluluğu öğrencileriyle Türkçemiz üzerine,
dilimiz üzerine bir sohbet toplantısı gerçekleştirdi Melahat
Ecevit’le birlikte.
Fatma hn konuşmasına, Ziya
Gökalp’ın; “Türklüğün bir ili var. Yalnız bir dili var/Başka bir
dili var, diyenin, başka bir emeli var” uyarısından hareketle söze
başladı. Sonra;
13 Mayıs 1277 tarihinden yola çıkarak, Türk büyüğü Karamanoğlu
Mehmet Bey’in; “Bugünden geri divanda, dergâhta, bergahta, mecliste
ve meydanda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır” buyruğunu
hareket noktası yaptı.
Osmanlı Devleti zamanında, Fars ve
Arap edebiyatından etkilenildiğini, Osmanlıca içinde bu dillerin
ağırlığının hissedildiğini hatırlattıktan sonra; İlk defa II.
Abdülhamit Han’ın Arap harfleriyle yapılan eğitimin yetersizliğini
görerek;
-“Yazımızı öğrenmek çok kolay
değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak. Bu işi halkımıza
kolaylaştırmak için, belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde
olur” diyerek başlatılan çalışmaların yetersiz kaldığına dikkat
çeken Fatma Uçarlar; Türk dilinde ilk yenilik hareketinin, Bergamalı
Kadri Efendi’nin “Meyseretülulum” adlı gramer kitabı ile başlanılmış
olmasının da yeterli olmadığını ifade etti.
Dilimizle ilgili, Türkçemiz
hakkındaki çalışmalarda emeği geçenlerin; Kütahyalı Hoca Abdurrahman
efendi; İbrahim Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Mehmet Emin Bey,
Yusuf Ziya, Hamdullah Suphi, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp gibi Türk
aydınlarının Türkçenin yeniden milli dil olması için öncülük edenler
olarak sıralandığından sözetti.
Dünyanın değişik bölgelerinde
yaşayan ve en fazla nüfusa sahip olan milletlerarasında yer alan
Türklerin, ortak bir alfabesinin olmayışını üzüntüyle karşıladığını,
1925 yılında Latin Alfabesini zorunlu tutan Stalin’in daha ileri
giderek; Türkmen, Karakalpak, Kırgız, Kırım Türklerine Latin
Alfabesinin farklı sürümlerini vererek, aralarındaki bağların
kopmasını sağlamada da başarılı olduğu noktasından hareket eden
Fatma Uçarlar;
Atatürk’ün 1928 yılında, Latin
Alfabesine geçişiyle, Stalin’in tüm hesaplarının altüst edildiğini,
Stalin’in buna karşılık olarak Latin Alfabesini kaldırıp, Türklere
kril Alfabesini zorunlu tutması, bu alfabeye de her bölgeye göre
değişik sürümler uygulatması, Türk birliğinin paramparça olması için
yeterli olduğu gerçeğinin üzerinde durdu.
Deli Petro’nun; “Bir milleti ortadan
kaldırmak istiyorsanız, önce dilinden başlayın” sözünden hareket
eden, bu gerçeği hatırlatarak konuşmasını sürdüren Fatma Uçarlar,
günümüz halk ozanlarının en ünlülerinden Şeref Taşlıova’yla
kendisinin şiirlerinden bazı dörtlük örnekleriyle, Z. Gökalp ve
Atatürk’ten örnekler verdi:
1- Türkçe oku, Türkçe öğren, Türkçe
yaz/Türkçe büyü, Türkçe yürü, Türkçe gez/Türkçe davul, Türkçe zurna,
Türkçe saz/Türk çocuğu, Türkü söyle, Türk’ü yaz (Şeref Taşlıova).
2- Yüreğim dilim dilim/Unutuldu bu
dilim/Türkçe yazı yazmazsa/Kurusun bütün elim (Fatma Uçarlar),
3- Dilim dilim güzel dilim/Hem
ayağım hem de elim/Türkçemle uyanmazsam/ Geçer bütün günüm elim
(Fatma Uçarlar).
4- Türklüğün dini bir, vatanı bir,
vicdanı bir/Lakin hepsi ayrılır, olmazsa lisanı bir (Ziya Gökalp)
5- Türk demek, Türkçe demektir. Ne
mutlu Türküm diyene (M. Kemal Atatürk)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
CAN EVİME ATEŞ DÜŞTÜ
Bazen, masanız üzerinde yer alan,
size ulaşanların başlıklarından, içeriğinden kopya çektiğiniz olur.
Şiirleriyle, yazıp yayınladıklarıyla
bir olgunluk çizgisi üzerinde bulunan, her yazdığı ve yayınladığı
beğenilip ilgi gören, Melahat Ecevit hocanım Isparta ilimiz
merkezinden sesleniyor.
İki şiiri daha var masamda. Bunların
mısraları arasında kısa bir gezinti yapacağım. Önce başlığımızın
alındığı “Canevime ateş düştü” başlıklı şiir efendim:
CANEVİME ATEŞ DÜŞTÜ
Şiir altı dörtlükten meydana
geliyor. Sitem, kırgınlık, kızgınlık ve kabullenmeler sıralanıyor
şiirin bütünlüğünde:
Ötün kuşlar, ötün selvi dalında,
Gönlüm firar etti, nasıl eyleyim?
Dediler; “o şimdi elin koynunda”,
Canevime ateş düştü neyleyim!
Arkasından, kesin kararlılık
belirtileri geliyor ortaya. “Bundan sonra O’nun adını anmam” diye
kestirip atarken, dönüşü olmayan bir noktaya gelindiğinin altı
çiziliyor. Talih kuşu olsa bile, O’nun başına kesinlikle
konmayacağını kalın çizgilerle belirtiyor.
Hani “Kitaba el bassa sözüne kanmam” inanç kesinliği, bütünlüğü
varya, Melahat Ecevit hocanım bu görüşün ortaya koyucusu olarak
görünüyor.
Bir kuru dal gibi yaprağın dökülüşü,
derinden çekilen ahlarla boyunların bükülüşü ve arkasından “Yıkılmaz
dağ idim, bir günde çöktüm” teslimiyet görüntüsü, hocanın canevine
düşen ateşlerin yakıcılığıyla iç içedir, yan yanadır.
Artık, istekler törpülenmiştir
“İstemem başıma çiçekler taksa/İstemem bir ömür ağıtlar
yaksa/İstemem el-bebek-gül bebek baksa/Canevime ateş düştü
neyleyim”ler sıralanıp gider.
Kaderin hep kendisiyle uğraştığını çektiği acıların boyunu
aştığını, bir bir sıralar ve arkasından şu dörtlükle noktasını koyar
Melahat Ecevit hocanım:
Çıkardım üzümden, gözümde yoksun,
Aşk için yandığım, sözümde yoksun
Kalbime saplanan zehirli oksun,
Canevime ateş düştü neyleyim
Bir başka şiiriyle yine sayfa ve
sütunlardadır Melahat Ecevit hocahanım.
Şiirin başlığı:
DUYDUM Kİ
Hayatın garip bir cilve olduğu
noktasından hareket ederek, saçlara düşen kırağı gerçeğinin içinde
sıkışıp kalmanın yararı olmayacağının altı çizildikten sonra, aşkın
pazarlığının olmadığı hatırlatılıyor Melahat Ecevit hocanın
kaleminden, duyguları arasından sayfalara dökülenlerle. Ve şiirin
girişinde şöyle deniyor:
-Bu akşam yapayalnızsın,
Can çekişen duygularla,
Yenik düştün besbelli,
Işıkları söndürmedin her nedense..
Ve ne kadar umursamadan,
Bunlar küçük şeyler desende…
Kıt kanat geçinip giderken, cebinin
boşluğuna aldırmadan yaşayıp giderken, hiç olmadık bir zamanda aşık
olmasının da pek anlam ifade etmediği anlatılıyor, hatırlatılıyor.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
DİLİMİZ, ANLATIMLARIMIZ
Dilimiz, Türkçemiz, Buradan
hareketle ortaya koyduğumuz anlatımlarımız. Yazdıklarımız,
yayınladıklarımız:
BENİM DİLİM-ANA DİLİM (Prof. Dr. Mehman Musaoğlu)
İlk Türkçe, Ön Türkçe, Eski Türkçe,
Derken,
Orhun yazıtları ve Yenisey anıtları,
Geliyor aklıma.
Çünkü; hem geriye, ileriye,
Tuşlanmıştır, benim dilim ana dilim!
Karahanlıca, Uygurca, Oğuzca,
Derken,
Kaşkarlı Mahmut ve Divanü Lügat’it-Türk,
Geliyor aklıma.
Çünkü; eğitimdir, öğretimdir,
Bir bilimdir, benim dilim, ana dilim!.
Çağatayca, Osmanlıca, bir tarihçe,
Türk dilleri, lehçeleri, ağızları ve konuşmaları
Derken;
Gaspıralı İsmayil Bey ve tercüman,
Geliyor aklıma.
Çünkü; bir iştedir, fikirdedir, bir dildedir,
Benim dilim, ana dilim..
Türkçede, sadeleşme, özgürleşme, millileşme,
Derken;
Ulu Önder Atatürk ve
Ne Mutlu Türküm Diyene!.
Geliyor aklıma.
Çünkü; gelişimdir, değişimdir, erişimdir,
Benim dilim, ana dilim!..
Ve nihayet,
Lengüistik küreselleşme,
Resmi diller, ortak diller ve
Avrasya Türkçeleri,
Derken;
Irak Türkçesi, Türkmencesi,
Geliyor aklıma.
Çünkü; Fuzuliden armağandır,
Hoyrat’çadır, Kerkük’çedır, hep Türçedir,
Benim dilim, ana dilim . (10.08.2004)
TÜRK’ÜN KALBİDİR KERKÜK (Murat Duman)
Bir asır boyunca, batarken güneş,
Yanar durur Kerkük, gören kör olur.
Türk’ün tarihinde en sadık kardeş,
Kanar durur Kerkük, gören kör olur.
TÜRKİYEM (Fatma Uçarlar)
Vatanıma Malazgirt’le girildi,
Medeniyet Türklük ile dirildi,
Atatürk’üm yüreklere örüldü,
Güzellikler senden çıkar Türkiyem.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- HACI FERHAT MİRZA’DAN KELÂMLAR-ÖZDEYİŞLER
- Bana ulaşan kitapların sayısındaki
artış sürüyor. Sayfalarındaki gezinti zorluğuma rağmen, gündemimde
yeralanların genel değerlendirilişleriyle mutluluk duyduğumu
kaydetmek istiyorum.
- Merkezi Azerbaycan’ın başkenti
Bakü’de bulunan, Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler
Akademisi yayınları arasında günyüzü gören, Hacı Ferhat Mirza
imzalı, ciltli, 270 sayfalık “Kelamlar-özdeyişler” adlı, Türkiye
Türkçesiyle Ankara’da Prof. Dr. Hayrettin İvgin’in editörlüğünde
günyüzü gören kitabın, Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine
Prof. Dr. Elçin İskenderzade ve Oktay Hacımusalı tarafından
aktarıldığını görüyoruz.
- Hacı Ferhat Mirza’nın fotoğrafının
bulunduğu sayfanın üzerinde; “Evrenin kurtuluşu islamda, kanunu ise
Kur’an’dadır” cümlesi yer alıyor.
- Türk Dünyası Araştırmaları
Uluslararası İlimler Akademisi Ankara Başkanı Prof. Dr. Hayrettin
İvgin’in üç sayfalık bir sunuşu var. Sayın İvgin sunuşunun bir
yerinde; “Elinizdeki bu-Kelamlar-Özdeyişler-adlı kitapta 232 başlık
altında 1602 kelam bulunuyor. Bu kelamlar, Hacı Ferhat Mirza’nın
İslam dini çerçevesinde, ahlaki ve sosyal hayatın nasıl düzenlenmesi
gerektiğine ilişkin uzun gözlem ve deneyimlerine özellikle düşünce
gücünün sağlamlığına dayanarak kısa ve öz halindeki yorumlardır”
diyor, kitapla ilgili özet bilgiyi, değerlendirmeyi sunuyor efendim.
- Bölüm başlıkları; Din, Din adamları,
İlahiyat, İslam, Müslümanlar, İbret, Kadre ve alın yazısı, Ölüm,
İntihar, Eşitlik, Kadın, sevgi, nikâh, İsraf, ticaret, Zafer, Haram,
öfke, yalaka, Azerbaycan, Allah korkusu, şeklinde sıralanmış… Bunlar
aldığımız bazı başlık örnekleriydi efendim. Örneklerimizin devamı:
- 1- Din: Din insanlığı zulmetten
ışığa götürecek nur, ilim ve iman onun anahtarı, kendini bilmez,
siyaset ve yobazlıksa onun uyuşturucusudur.
- 2- Kur’an-ı Kerim: Bütün küresel
sorunların ve tartışmaların halli Kur’an-ı Kerim’dedir.
- 3- Ölüm: kafesin dağılması ve
güvercinin özgürlüğüne kavuşmasıdır,
- 4- Şehitlik: Allah’a kavuşmak için
en güzel yoldur,
- 5- Akıl: hazine, ilim servettir.
- 6- Kibirlilik: kibirlilik ve kendini
beğenmişlik zalimliğin ta kendisidir. Sonu ise zulmüdür.
- 7- Nankör: Nankör kimsenin gözü kör,
kulağı sağır, kalbi mühürlüdür,
- 8- Haset: Haset kendin için kazdığın
kuyudur,
- 9- Yalaka: yalakalık arını, namusunu
kaybetmektir.
- 10- Yaşlılar: yaşlıları olan evde
bereket vardır. Onlara merhamet edene Allah da yardım eder..
- Hacı Ferhat Mirza: Çağdaş özdeyiş
ekolünün kurucusu, kelam ve fikir adamı Ferhat Ahmed Ali oğlu
Mirzayev (Hacı Ferhat Mirza) 11 Şubat 1950 tarihinde Bakü’de doğdu.
İnşaat mühendisi olan Mirza, Devlet Halk Kontrolü Şube Başkanı
görevinde bulundu. 1995 yılından itibaren kurucusu olduğu
“Azerbiznes “Hayriye-Üretim Ticaret Şirketinin başkanıdır.
- Azerbaycan Yazarlar Birliğinin, Rusya Yazarlar Birliğinin,
Azerbaycan Gazeteciler Birliğinin üyesi olan Hacı Ferhat Mirza’nın
değişik ödülleri bulunuyor.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
MEHMED b. SÜLEYMAN
(FUZULİ)
Asırların gerilerinden seslenerek,
bugünlere gelebilenler, bugünlerde yaşayıp, zaman engelinin
karşısında dimdik durarak, engelleri aşabilenler, kalıcılıklarıyla
anıtlaşan, kökleşip eserleriyle yaşayanlardır.
Gerek Türkiye’de, gerekse dünyanın pek çok ülkesinde, özellikle
Türk dilli ülkelerde yaşayanların büyük bir bölümü:
Beni candan usandırdı, cefadan yar
usanmaz mı?
Felekler yandı ahımdan muradım şem’i
yanmaz mı?
Mısralarının kime ait olduğu
sorulduğunda hep birden “Fuzuli’nin gazelinden ilk iki mısra”
cevabını koro halinde söyleyeceklerdir.
Bu gerçek, bu yıllara meydan okuyarak asırlar öncesinden
günümüze kadar gelen mısraların sahibinin köklü bir kültüre, inanca,
azim ve gayrete sahip, Mehmed Bin Süleyman yani Fuzuli olduğunu
bizlere hatırlatmakta, duygu ve kültür zenginliğinin satırbaşlarını
göstermektedir.
FUZULİ (Mehmed b. Süleyman)
Kayıtlara baktığımızda,
ansiklopedilere baktığımızda hemen görüyoruz ki, Divan Şairi olan
Fuzuli 1495 yılında Hille-Bağdat’ta doğru. Asıl adı Mehmet Bin
Süleyman olan Fuzuli, 1556 yılında Kerbela’da vefat etti, yüzlerce
eser bırakarak, dönemindeki insanlar arasından ayrıldı, yani
dünyasını değiştirdi.
Hille Müftüsü Süleyman Efendi’nin
oğlu olan, şiire başladığında önce çeşitli mahlaslar kullanan, başka
şairlerin de bu mahlasları kullandığını görünce hepsini bırakarak
“Fuzuli” mahlasını seçen Mehmed Bin Süleyman kısa zamanda yaşadığı
dönem şairleri arasındaki seçkin yerini göstermeye, zamanla
korumaya, fark edilmeye başlandı.
Kaynaklar gösteriyor ki; Fazl’ın çoğul biçimi olan Fuzuli, şahsi
üstünlüklerle ilgili veya şahsi üstünlüklere ait manasına gelen bir
kelime olarak bilinmektedir. Diğer taraftan Fuzuli’nin “Boşu boşuna”
manasına geldiği de söylemekte ifade edilmektedir.
Fuzuli’nin gençlik dönemine ait
fazla bilgi bulunmamaktadır. Eserlerinin incelenmesiyle, iyi bir
öğrenim gördüğünü, İslami ilimler, İran edebiyatı, hendese, hikmet
ve tasavvufla ilgilendiği sonuçlarıyla karşılaşıyoruz.
Sıhhat-u Maraz (1940) adlı eseri,
Fuzuli’nin hekimlik bilgisine de sahip olduğunu göstermektedir.
Gördüğü öğrenim ve hayatının değişik dönemleri hakkında da yeterli
bilgi bulunmayan Fuzuli’nin “Molla” unvanını alacak kadar ileri
derecede İslami bilimler öğrenimi gördüğü hakkında bilgiler
bulunmaktadır.
Fuzuli, 1508 yılında Bağdat’ı
fetheden Şah İsmail’e “Beng-ü Bade” adlı mesnevisini sundu. Bir
süre, Bağdat taki Safevi Valisi İbrahim Han’dan himaye gördü. Kanuni
Sultan Süleyman Bağdat’ı fethedince (1534) padişaha ve paşalarına
sunduğu kasidelerle dikkat çeken Fuzuli, kendisine bağlanan günde
dokuz akçelik maaş bir süre sonra kesilince Nişancı Celal zade
Mustafa Çelebi’ye ünlü şikâyetnamesini yazmıştır.
Şii mezhebine bağlı olan Fuzuli’nin
hayatı tümüyle Hille, Bağdat, Necef, Kerbela çevrelerinde geçti.
1556 yılında çıkan bir veba salgını sırasında vefat etmiştir.
Kerbela’da Meşhed-i Hüseyin (Hz. Hüseyin’in türbesi) karşısındaki
türbenin Fuzuli’ye ait olması ihtimali büyüktür.Dergah ve türbenin
zamanla yıkılması üzüntülere neden oldu.
Hayatı boyunca geçim sıkıntısı
çeken, Fuzulinin Fazlı adlı oğlu, babası gibi şair olmakla birlikte,
babası kadar tanınmamış, isim ve imza bırakamamıştır.
Fuzuli, Azeri lehçesinde yazmasına
rağmen, yazdığı çok güçlü lirik şiirlerle Türk edebiyatının en büyük
şairleri arasında yer almış ve kendisinden sonra gelen çok sayıda
şairi etkilemiştir.
Türkçe, Arapça ve Farsçanın bütün
inceliklerini bilen Fuzili, İranlı şairlerden Selman-ı Saveci,
Hafız, Türk şairlerinden de Nesimi, Ali Şir Nevai ve Necati’nin şiir
anlayışını benimsemiş ve şiirlerinin çoğunda tasavvufu işlemiştir.
Mutasavvıf bir şair olarak Fuzuli
şiirine tasavvufun en ince nüanslarını yerleştirmeye çalışmış,
zekası ile lirizmi bağdaştırmıştır. Fuzuli’nin bazı şiirlerinde
tababete ait işaretler de vardır.
Fuzuli’nin yaşadığı dönemde önde
gelen isim ve imzalar arasında yer almasının en önemli nedeni:
İlimsiz şiiri hor gören ve edebiyat aleminde şiirin ilme dayanması
fikrine yer veren ve savunan olmasıdır. Aynı ölçüde, imlaya da büyük
önem veren şair, yazılı metinlerin nesilden nesile
devredilebilmesinin, geçebilmesinin ancak doğru ve yanlışsız yazma
ve özen göstermeyle mümkün olabileceğini savunmasıyla da dikkat
çekmiştir, ilgi toplamıştır.
Fuzuli’ye göre, Hz. Ali, erdemli , olgun yetkin bir kişidir.
Bütün halifelerden ve
Peygamber’in yakınlarından üstündür.
Şairin 1. Şah İsmail’e yazdığı övgünün temelinde sevgi vardır.
“Beng-Bade” adlı Türkçe mesnevisi 444 beyitten oluşmaktadır. Eserin
konusu, esrar ve şarap arasındaki düşsel bir çatışmadır.
Fuzuli’nin “Şikayetname” adlı
mektubunda, saray şairleri arasına girememekten dolayı iğneleyici
bir dille yakındığı görülmektedir. Istırap şairi olarak bilinen
Fuzuli’nin “Leyla ve Mecnun” adlı dört bin beyitlik mesnevisi ile
diğer eserleri hakkında çok sayıda inceleme yayınlandığını
biliyoruz.
Bir başka bildiğimiz gerçek; 15.
yüzyıl Azeri şairi Habibi’nin, Çağatay şairi Ali Şir Nevai’nin,
İranlı şair Hafız’ın, Nizami Gencevi ve Cami’nin Fuzuli üzerinde
belli belirsiz etkilerinin olduğudur. “Leyla ve Mecnun” adlı
eserinde, Nizami’den yararlandığını kendisi ifade etmektedir.
Fuzuli’nin anlayışına göre; şiirin
temeli ilim, özü sevgidir. İlime dayanmayan şiirin temelsiz duvar
gibi hemen yıkılabileceğini söylemesi, şiir anlayışındaki derinliği
göstermektedir.
Kendinden sonra gelen, hemen bütün
divan şairlerini büyük ölçüde etkileyen Fuzuli için şiir, düşünce
duyguları sergilemeye, insanı tanımlamaya yarayan önemli bir
etkinliktir.
Genellikle, Azeri ağzını kullanan
Fuzuli’nin şiirinde uyumu sözcükler arasındaki ses benzerliği
sağlamaktadır. Şiirlerinde, halk dilinde geçen kelimelere,
deyimlere, atasözlerine, Kur’an’dan ve hadislerden alıntılara sıkça
rastlanmaktadır.
Türkmen soylu Iraklı şair Fuzuli de her Türkmen şairi gibi
“hoyratlar”ın etkisi altında kalmış ve şiirlerinde hoyratlardaki
cinas oyunlarını ustaca kullanmıştır. Fuzuli’nin, bugünkü Irak
Türkmencesini şiir dilinde az bir değişiklikle kullandığını gösteren
pek çok örnek vardır.
ESERLER
Fuzuli’nin “Hadikatü’s Süeda (1837,
Saadete Ermişlerin Bahçesi 1955) adlı eseri düz yazıda dinsel
lirizmin en güçlü örneklerindendir. Kerbela olayını anlatan bu eser
özellikle şiirler arasında yüzyıllardan beri okunmaktadır.
Fuzuli’nin mesnevi biçiminde yazdığı
ve 3.096 beyitten oluşan “Leyla ve Mecnun” (1955) adlı eseri Türk
edebiyatının şaheserleri arasında yer almaktadır.
Fuzuli’nin yirmiye yakın eser
yazdığını biliyoruz. Bunların başında, Türkçe Farsça ve Arapça olan
üç divan gelmektedir. Ünlü “Türkçe Divan”ı mensur girişle
başlamaktadır. Farsça ve Arapça Divanları yanında, Fuzuli’nin
Peygamber efendimizi metheden “Su Kasidesi”de çok sevilen
eserlerindendir.
Fuzuli’nin eserlerinin sıralamasında
yeralanlardan;
Rind-ü Zahid (Farsça mensur eser,
Çev: Silim Efendi, 1868),
Hüsn-ü Aşk (Sıhhat-u Maraz adıyla da
biliniyor. Farsça mensur eser, ilk çeviri: 1856’da yapıldı. Son
çeviri: Abdülbaki Gölpınarlı 1940)
Enisü’l-Kalb (Farsça kaside, Türkçe
Çev. Cafer Erkılıç,1944)
Türkçe Mektuplar (Abdülkadir Karahan,1948),
Şikayetname (1955),
Hadikatü’s-Süeda (Saadete Ermişlerin
Bahçesi, Kerbala olayını anlatır, Selahattin Güngör, 1809),
Beng-ü Bade (Farsça mesnevi, 444
beyit, esrar ile şarap arasında bir tartışmayı anlatır, K. Edip
Kürkçüoğlu, 1956),
Türkçe Divan (taş basması, 1951,
Abdülbaki Gölpınarılı 1961)
Farsca Divan (Hasibe Mazıoğlu, 1962)
Arapça Divan (yazma nüshası
Leningrad’da), Heft Cem (Sakiname adıyla anılan bu yedi bölümlük
eserin her bölümünde şair bir müzik aletiyle tartışır)
Tercüme-i Hadis-i Erbain (40 manzum
hadis çevirisi, Esad Çoşan, 2003)
HAKKINDA YAZILANLARDAN
Fuzuli hakkında yüzlerce makale
yazılmış, yayınlanmış doktora ve yüksek lisans tezlerine konu
edilerek, asırlardan asırlara nakledilen bir isim ve imza haline
gelmiştir şairimiz.
1- Fuzuli zaman engelini aşarak,
zirvedeki yerini koruyabilmiş sayılı şiir ustalarındandır. O’nun
şiirleri özellikle şiirlerinden bazıları her dönemde sevilmiş,
kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşabilmişlerdir.
Fuzuli’nin şiirlerini, yüzyılları
geride bırakarak kalıcı kılan acaba hangi özellikleridir? Değişen
kültüre ve topluma rağmen, sözkonusu şiirler nasıl olmuş da
yaşayabilmişlerdir?
Konuşma dilinde tonlama ve vurgun önemlidir. Bu unsurların
şiirde kullanımıyla, konuşma dilindeki doğal, rahat, zorlamadan uzak
söyleyiş, şiirin daha etkileyici, dolayısıyla kalıcı olmasını
sağlamaktadır (Mine Mengi, 500. Yılında Fuzuli Sempozyumu
Bildirileri,1996)
2- Fuzuli hiç kuşkusuz en büyük
şairlerimizden biridir. Yunus’u ayrı tutarak böyle bir ayırım
gereklidir. Çünkü Yunus, altıyüz yıl öncesinden bugüne açılan
kapıdır. Onunla ancak, şeyhi, Necati bey, Baki, Nedim, şeyh Galib
gibi eski şiirin sıkı düzeni ve ortak dili içinde gerçekten bir
çığır açabilen şairler boy ölçüşebilirler. Fakat Fuzüli bir bakıma
bu şairlere de üstündür. Çünkü eseri bize onlardan çok ayrılan,
tümüyle kişisel diyebileceğimiz bir deneyim ile gelir.
Denebilir ki, Fuzuli’nin bize
şiirleriyle verdiği kendi iç dünyası, bütün rindlik ve kalenderlik
heveslerine, kimi zaman gerçekten sıkıcı sanat oyunlarına karşın,
iki örneğin etrafında toplanır: Mecnun ve Kerbela şehidi Hüseyin…
(Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler)
Fuzuli şiir yarışmasının
şairlerinden:
Merkezi Ankara’da bulunan, kısa adı
İLESAM olan, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek
Birliği’yle, merkezi Azerbaycan’da bulunan ve kısa adı DGTYB olan
Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği’nin 2004 yılında ortaklaşa
düzenlediği “2. Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması”nda dereceye
giren şairlerin şiirlerinin mısraları arasında mini bir gezinti
yapmak istiyorum efendim:
Dereceye giren ilk dört şair:
Orhan Seyfi Şirin: 1961 yılında
Eskişehir’de doğdu. “Tuna Boylarında Alişimiz Var” adlı şiirinden:
Sorma buralarda ne işimiz var!,
Tuna boylarında Alişimiz var.
Yemen türküsüne ağlayışımız,
Nasrettin Hocaya gülüşümüz var.
Selami Yıldırım: 1959 yılında
Sivas’ta doğdu. “Derdim parmak uçlarımda tuşlu” adlı şiirinden:
“Asanı göğe at,
Düşene kadar sultansın”,
Demiyorum,
Yalnızlığımı getirdim sana,
İnanmazsan tut ellerini
Ya da bak gözlerime
Hicretimi gör!..
Halil Gürkan: 1954 yılında
Eskişehir’de doğdu. “Yiğitlerimiz” adlı şiirinden:
Türk’üz, anıldık “yağız” la, mertçe
vuran yiğit bizde,
Birkaç obalık Oğuz’la, devlet kuran
yiğit bizde.
Hakkı Şener: 1969 yılında Adana’da
doğdu. “Şadırvan” adlı şiirinden:
Ben bir ulu cami şadırvanıyım,
Manâ âleminden izler bilirim.
Elden ele giden dost kervanıyım,
Nice kışlar, nice yazlar bilirim.
İkinci Uluslararası Fuzuli Şiir
Yarışması’nda mansiyon alan şairlerden şiir örnekleri:
Selami Şimşek: 1974 yılında
Erzurum’da doğdu. “Çocuklar hiç ölmesin anne” başlıklı şiirinden:
Dünya çocukları gözleri etrafında,
Ağlamak için dönüyor
Kırık bir çiçek,
Her gece rüyalarımı süslüyor
Hangi yangına kül olsam,
Hangi bahçeye gül olsam
Dünya çocukların gözleri etrafında
Dönüyor anne.
Zeynep Ayla Sütçü: 1956 yılında
Isparta’da doğdu. “Gel gönül gül olalım seninle” adlı şiirinden:
Gel gönül gel gül olalım seninle,
İster dost koklasın, isterse düşman,
Diken gibi batmayalım eline,
İster dost toplasın, isterse düşman.
Galip Kurdoğlu: 1955 yılında
Arhavi’de doğdu. “Ey Fuzuli” başlıklı şiirinden:
Ey Fuzuli
Ben seni fuzuli sevmedim ki
Sevginin yüceliğini, erdemli olmayı,
Hasretin acısını, mutlu yaşamayı
Leyla Mecnun’u,
Ve daha nicelerini senden öğrendim
O yüzden
Canıma can katıyorsun.
KAYNAKLAR:
1.Işık, İhsan; Resimli ve Metin Örnekli, Türkiye Edebiyatçılar
ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. Baskı, cilt 4, Pozitif
Matbaacılık, 2007-Ankara)
2.Küzeci, Şemsettin: 2. Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması ve
Türk Dünyası Şiir Şöleni. (İLESAM –DGTYB-Ankara–2004)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
NURDANE UZUN’UN ŞIIR DÜNYASI
Sanat ve edebiyat dünyamızın içinde
yeralan, yıllardır, yazdıkları, yayınladıklarıyla dikkat çeken isim
ve imzalardan biri: Nurdane Uzun.
Nurdane Uzun Bursa’da yaşıyor, buradan sesleniyor. Yayınladığı
kitapları var. Değişik türlerde, genellikle şiir ağırlıklı bu
kitaplar.
Yenilerde bana ulaşan bir demet
şiiri, çocuk öykülerinden oluşan, Ağustos 2008’de günyüzü gören,
okurlarıyla buluşan, buluşturulan “Mavi Kurdele” adlı çocuk öyküleri
var masamda. Alp Yayınları arasında günyüzü görmüş 96 sayfalık “Mavi
Kurdele’ Nurdane hanımın 13 ncü kitabı.
Öykülerin adları; Mavi kurdele,
çorapçı kadın, sakızcı çocuk, Doktor Ahmet, Kurban bayramı, Alabaş,
Güvercin dede, Osmanlı kadını, Yavru güvercin, Kediler, Kiraz
mevsimi. Nurdane uzun, şiirde olduğu gibi, öyküde, çocuk öykülerinde
de anlatım zenginliği ve konuların dağılmadan, toparlanış ustalığı
içindeki görünümüyle takdir görüyor.
İlk öykünün girişinden: “Vakit
ikindiyi gerilerde bırakırken, sahildeki insanlar da birer ikişer ve
gruplar halinde evlerine dönüyorlardı. Deniz dalgasız pırıl pırıldı”
cümlesi söylemek istediklerimizin doğruluğunu ortaya koymuyor mu?.
ŞİİRLER
Nurdane Uzun’un şiirlerindeki konu seçimi, anlatım
ve bütünlük içindeki genel görüntü, anlatılmak istenilenlerin
özelliğini, güzelliğini ortaya koyar.
Bu şiirlerin bazıları, güfte denebilecek durumdadır.
Bestekarlarımızın gözden geçirmeleri halinde besteleyebilecekleri
şiirlerin, güfte bütünlüğü içinde olanların bulunduğu görülecektir.
“Gülüm” adlı, başlıklı şiir vermek
istediğimin örneklerden biri: Şöyle başlıyor bu şiir:
-Kaldırdın başımdan umut tacımı,
İçimde acılar dinmiyor gülüm.
Sardın bedenime gönül sancımı,
Yediğim içime sinmiyor gülüm.
Mor menekşem, Gönül ocağına koy
tencereyi, O sahilde bekliyorum, Hasretin içimi yakıp yıksada,
iklimler mi yoksa ben mi değiştim?, İkinci bahar, Yeşil gözlü yar,
Aşk bahçemde bülbül diye, İlahi, Yaşamayı sevdiren gibi başlıklar
verilen, yazılıp, sayfalara aktarılan Nurdane Uzun şiirleri.
Bunlardan “İlahi” den:
—Hidayete erenlerden,
Cemalini görenlerden,
Kalbe şefkat verenlerden,
Eyle bizi, eyle Yarab!..
Ve Nurdane Uzun’un bendenize atfen
yazdığı “İsa Kayacan Hocam’a” başlıklı 7 dörtlükten oluşan bir şiiri
var. Bu şiirin girişi:
-Dolu, boynu eğik başağa benzer,
San’atın mimarı İsa Kayacan.
Gönlünün yanında hiç kalır anzer,
San’atın ustası İsa Kayacan.
Teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- YAZILANLARIN İÇİNDEN
- İnsanoğlu, kendisinden söz edilince, hemde ‘olumlu’ söz
edilince, biraz şımarır,
- Gururlanır, bunların yenileri gelsin ister.
- Bu satırların yazarı İsa Kayacan olarak, benim için yazılanların
sayısı arttıkça, seviniyor, mutlu oluyorum.
- Samsun’dan Ozan Obalı (Mustafa Bilir) 16.07.2008 tarihinde benim
için bir şiir yazmış. Hemde yüz yüze gelmediğimiz halde. Kendisi
“sizi kırk yıldır ismen tanıyorum” diyor.. Bu tür anlatımların,
şiirlerin karşı karşıya gelmeden yazılması ayrı bir anlam getiriyor,
farklı bir düşünce ortaya koyuyor. Mustafa Bilir’in (Ozan Obalı’nın)
şiiri efendim:
-
- İSA KAYACAN BEY’E
-
- Dokuz yüz kırk üçte Burdur’da doğmuş
- Şu dünyaya gelmiş İsa Kayacan.
- Ne avuca sığmış ne kaba sığmış
- Bir ırmak bir selmiş İsa Kayacan.
-
- Güzel-iyi-doğru denilen üçlü
- Onunla anlamlı onunla güçlü
- Bu kadar sevecen bu kadar içli
- Olmasını bilmiş İsa Kayacan.
-
- Sanat ve basına kol kanat germiş
- Yazıp tam yüz otuz kitaba ermiş
- Herkese kalbinden bir parça vermiş
- Saygı hürmet almış İsa Kayacan.
-
- Yıllar akıp gitmiş, o hiç gitmemiş
- Sevgiyi büyütmüş, aşkı bitmemiş
- Namerdin dalında bir gün ötmemiş
- Mert bağına dalmış İsa Kayacan.
-
- Dostluk destanını yazan birisi
- Ona hürmetlerin layık irisi
- OBALI dünyanın boştur gerisi
- Gönüllerde kalmış İsa Kayacan.
-
- PTT’nin “İSA KAYACAN ÖZEL POSTA PULU”
- Söke ilçemiz merkezinde yaşayan, eğitimci, şair, araştırmacı,
yazar Abdülkadir Güler, 01 Kasım 2008 tarihinde, açtığımız,
Burdur-Tefenni Ece Köyü’ndeki “İsa Kayacan Kütüphanesi” için yazdığı
makalesinin bir yerinde:
- -“İnsan neyi ekerse onu biçecektir. Sayın Kayacan, yıllardır bu
kitap ve kütüphane uğruna emek veriyordu. Çaba harcıyordu. Yaklaşık
52 yıldır durmadan yazıyor ve yazdıklarını hem ili Burdur’a ve
Anadolu’ya gönderiyordu. Daha öncede söylemiştim. Sayın Kayacan
sadece sanat ve Kültür bağlamında PTT’ye verdiği paraları bir yere
toplasaydı, şimdi Ankara’nın Çankaya’sında lüks bir dairesi olurdu.
Ama o, toplamadan ziyade dağıtmayı tercih etti. Halâ bu kültür
uğraşı içinde hizmet veriyor.
- Aslında PTT Genel Müdürlüğü’nde bir yetkili olsaydım, İsa
Kayacan adına bir posta pulu basardım. Bu hizmeti de PTT Genel
Müdürlüğü yetkililerinden bekliyoruz. Çünkü İsa Kayacan yayınladığı
kitap, gazete ve dergileri Anadolu’ya taşıması konusunda evi ile PTT
arasında mekik dokumuş ve binlerce TL yatırmıştır. Bu hizmetler
yadsınamaz” dedi.
-
- BURDUR
- Uzun süre Burdur’da görev yapan Fatma Uçarlar’ın Burdur
şiirlerinden biri, “Burdur” adıyla 12 dörtlükten oluşuyor. Burdur
Belediyesi Kültür Yayınları arasında yayınladığımız “Şiirlerle
Burdur” adlı kitabımın 26 ve 27 nci sayfalarında yeralan Fatma
Uçarlar’ın “Burdur” adlı şiirinden:
-
- -Folklorü bir başka güzel,
- Sipsinin sesi, yüreği ezer,
- Zeybek oyunu dünyaya değer,
- Baki Bey Konağı var Burdur’un.
-
- Mehmet Akif vekilin olmuş,
- Fakir’in sende doğmuş,
- İsa Kayacan sesin olmuş,
- İncir Han’ı var Burdur’un.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
VAN’DAN ÜMİT KAYAÇELEBİ’NIN ŞİİR DÜNYASI
Şiirlerinin mısraları arasında gezerek, şiir dünyaları
hakkında bilgiler vermeye çalıştıklarımın sayısı, yüzlerle ifade
ediliyor. Hatta binlerle denebilir.
Van ilimiz merkezinden seslenen, şiir, yazı ve
araştırmalarıyla, dikkat çeken hele TRT Radyolarının
dinleme-izleme müdavimlerinden Ümit Kayaçelebi’nin şiirleri
arasında, daha doğrusu mısraları arasında bir gezinti yapma
isteğim hep ertelendi.
Elimde olmayan nedenlerle erteleyen, ertelemek zorunda kalan
benim efendim.
Ümit Kayaçelebi, bir fotoğraf makinesi gibi. Çevresinde olup
bitenler hakkındaki tesbitlerini sayfalara aktarıyor. Yumuşak bir
anlatımı, anlaşılırlık oranı fazla olan bir sunuş biçimi var.
TSM-THM sanatçılarıyla arkadaş gibidir. Ümit Kayaçelebi. Onlar
hakkında bilgiler verir, onlar için yazdıklarını gazete ve
dergilerin sayfalarına aktarıp, okurlarıyla paylaşır, bölüşür.
Şair,yazar ve gazeteci Ümit Kayaçelebi Sevim Süer’e ithaf
ettiği 9 dörtlükten oluşan şiirinin ilk iki dörtlüğünde şöyle
seslenmektedir:
-Yıllarca radyoda dinlediğimiz,
Unutmadık, unutulmaz o sesler.
Hepsine muhabbet beslediğimiz,
Unutmadık, unutulmaz o sesler.
Korolar yönetti Ahmet Yamacı,
Şemsi Yastıman’la Bayram Aracı,
Halâ hatırlarda Seyfettin Sucu,
Unutmadık, unutulmaz o sesler.
Gelin-Kaynana şikayetleri, gelin-kaynana atışmaları Ümit
Kayaçelebi’nin şiirlerinin konusudur, anlatımlarının önemli
boyutlarında yer alır, karşımıza çıkarlar. Gelin-Kaynana
atışmasında Gelin:
Sabun koydum legene
Bak başıma gelene,
Ben kadar taş düşe,
Kaynana senin tepene
Kaynana durur mu, hemen cevap
verir. Hemde böbürlenerek verilen bir cevaptır bu:
Kartal sinek avlamaz,
Köpek kuşa havlamaz,
Aklı olan gelin,
Kaynanaya hırlamaz.
Gelinden şikayeti anlatan
şiiriyle, kaynanayı şikayetle anlatılanların imza sahibi oluşuyla
Ümit Kayaçelebi, toplumsal sıkıntıların toparlanışını yapmakta,
adeta çözüm yolları göstermektedir. Bir başka şiirinde de Van
sebzelerinden sözetmektedir.
Bu şiirin ilk dörtlüğü:
-Şimdi sorsam nedir şu gazayağı,
Sen görmedin bilemezsin evladım.
Bir de desem nedir guzu gulağı?,
Sen görmedin bilemezsin evladım..
Sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim…
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
YENİ YENİ YAZILANLARDAN
“Bana Yazılan Şiirler” adlı bir
kitabın yayın hazırlığı içindeyim ya. Bana yazılan şiirlerden
örnekler vermeye o yüzden devam ediyorum, biraz da sıklaştırıyorum
sizin anlayacağınız. Bunlardan ikisi daha:
Vefalı, yani gönüllü, yiğit insan
İsa bey: Gönlümde sizin için düşündüklerimi yazdım. Aslında siz
benim yanımda daha çok değerli ve özel birisiniz. Lütfen hoşgörünüze
sığınarak af buyurmanızı ve bununla yetinmenizi rica ediyorum.
Aslında ben hiç kimsenin arkasında methe-mazhar yazı yazmayı ve
söylemeyi sevmem. Amma siz olunca bu niyetim aniden değişiverdi.
O’da sizleri ne kadar sevip saydığımın nişanesidir. (Türkmen Ozanı,
Süleyman Özçelik, İskenderun, 15.01.2009
Prof.Dr. Sayın İsa Bey
Aslı Türktür Kayacan’ın soyundan,
Burdur ili güzel Ece köyünden,
Ayrı düşmüş aşretinden, beyinden,
Çarkı felek Seyranında biri var..
Can ile cananın Kayacanından,
Aşıklar, ozanlar, pirler şanından,
Üç ile yediler, kırklar ceminden,
Çarkı felek devranında biri var.
Bir dem içmiş, ol aşıklar deminden,
Güneş dahi kıskanıyor şeminden,
Taşı sıksan can fışkırır canından,
Çarkı felek hayranında biri var.
Türkmen ozanıyım övgü yazarım,
Nokta koyar, bir kalemle çizerim,
İsa beyi, çar köşede gezerim,
Çarkı felek bayramında biri var.
Isparta ilimiz merkezinden Melahat
Ecevit hocanım, “Bizim gız” başlığıyla yazdığı ve bendenize ithaf
ettiği 10 Ocak 2009 tarihli şiiri:
BİZİM GIZ
Hemşehrimiz, Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan’a
Pembe gül takınmış siyah saçına
Daha yeni değmiş ondört yaşına
İnce rastık çekmiş hilal kaşına
Kapı gıcırtısına oynar bizim gız
Hele bakın ürkek ceylan haline
Zilleri takınmış narin eline
Şal kuşak yakışmış ince beline
Kaşık şıkırtısına oynar bizim gız
İşvesi yerinde hava atıyor
Göz süzüp etrafa çalım satıyor
Kıvırıp kıvırıp göbek atıyor
Tabak tıkırtısına oynar bizim gız
Bir başka rakseder ritimde sazda
Baygın bakışı can yakar birazda
Çağlayıp coşuyor baharda yazda
Suyun şıkırtısına oynar bizim gız
Oyuna doymuyor elleri havada
Çalıkuşu gibi durmaz yuvada
Hamsi balık gibi oynar tavada
Sinek vızıltısına oynar bizim gız
Çıkar orta yerde saçın savurur
Edalı dönüşü içler kavurur
Davul zurna gümbür gümbür vurulur
Yürek gümbürtüsüne oynar bizim gız
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ÜÇ
ŞİİRLE ANLATILANLAR
Şiirlerin
ortaya koyucuları, şairlerimiz, şairelerimiz. Melahat Ecevit,
Isparta ilimiz merkezinden seslenmeye devam ediyor. Yenilerde üç
yeni şiiri geldi. 18 Aralık 2008 ve 10 ve 11 Ocak 2009 tarihlerinin
taşıyıcıları bu şiirler. Yani üçü de çiçeği burnunda şiirler. Bu
şirlerin mısraları arasına dönelim ve kısa kısa bir göz atalım.
Buyurun:
BİR MİNDERLİK YER
18 Aralık
2008 tarihinde kaleme alınmış, daha doğrusu bu tarihte bitirilmiş,
tamamlanmış. Beş ayrı bölümden meydana gelen bu şiirin girişinde;
“Bir zamanlar seninle/Herşey daha güzel olacak derken/Bak, kapımızı
güz yelleri çalıverdi erken” mısralarıyla başlanıyor.
O güzelim günlerin keyfinin
sürülemediğinin altı çiziliyor, “hep mor çiçeklerini topladık/Umudu
dökülmüş bahçelerin” diye devam ediliyor. Mor çiçekler, umudu
dökülmüş bahçeler, anlatım zenginliğini sağlayanlar. Ve sonunda
şöyle bağlanıyor şiir:
-Pencereden gün ışığı sızmalı derken,
Hani kapattığımız perdeler var ya,
Onları biraz olsun aralı bırakamadık.
Ne yazık ki, özlem çektiğimiz
mutluluğa,
Bir minderlik yer ayıramadık..
Duygularının çorak kalacağını anlayamayan insanlar. Anlatma zorluğu
içinde olan duygu sahipleri, kalem sahipleri.
HAİN RÜZGAR
Rüzgarın
da haini oluyor demek ki. Vardır değil mi? Melahat Ecevit hocanım 11
Ocak 2009 tarihinde yazdığı veya tamamladığı “Hain Rüzgar” adıyla,
başlığıyla yazdığı dört bölümlük şiirin ilk bölümünde şunlardan
sözediyor:
Bu akşam başka esiyorsun,
Hain rüzgar!...
Bakışların sadece göz ucu,
Belli ki şeytana ters giydireceksin,
Papucu…
Melahat
hocanım, “Pencere camlarını kırıp/Döküşün/Hiçbir şey olmamış gibi
bir de dönüp/Öpüşün” lerden rahatsız oluyor.
BİZİM GIZ
Melahat
hoca altı dörtlükten meydana gelen, Burdur, Isparta ve çevresine ait
olan bir yakınlık deyiminden, kan bağı gösteriminden söz ediyor”
Bizim gız” diyor. Şiirinin başlığı da bu. “Pembe gül takınmış siyah
saçına,/Daha yeni değmiş ondört yaşına/İnce rastık çekmiş hilal
kaşına/Kapı gıcırtısına oynar bızım gız” anlatımından sonra şöyle
sesleniyor:
-Çıkar orta yerde saçın savurur,
Edalı dönüşü içler kavurur,
Davul-zurna gümbür gümbür vurulur,
Yürek gümbürtüsüne oynar bizim gız..
Bizim gız,
ürkektir, ceylan gibidir. Zilleri takınca narin ellerine, döner,
döner. İşvesi yerindedir, baygın bakışları çok canlar yakar, sinek
vızıltısı karşısında oynar bizim gız.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BURDUR’DAN YOLA ÇIKARAK
Burdur’dan, Burdurludan yola çıkarak
ortaya koyduklarımız. Burdur’dan bize yansıyanlar, Kitaplarda,
gazetelerde yer alanlar.
BURDUR’UM SENİ
Burdur ilimize bağlı Gölhisar
ilçemizde yaşayan, çağdaş halk ozanı, folklor derlemecisi Osman
Akkoç’un “Burdur’um Benim” adlı, başlıklı şiiri, Burdur’u değişik
yönleriyle ve yerleşim birimleriyle anlatıyor. Yedi dörtlükten
meydana gelen şiirin girişi genellik içinde veriliyor. Şöyle:
Burdur’umu anlatmakla açayım sözümü,
Aklıma gelir durur, salkım salkım üzümü.
Su deposuna çıkar doyururum gözümü,
Şirin, güzel, sevimli Burdur’um benim.
Sonra ilçeler teker teker
dolaşılıyor. Yaşilova, Ağlasun, Altınyayla, Çavdır, Çeltikçi, Bucak,
bir bir anlatılıyor. Bu şiirin bir başka dörtlüğünde de şöyle
seslenilmekte:
-İlçeleri, Gölhisar, Bucak, Tefenni,
Her zaman görmek isterim, mest eder beni,
Karamanlı, Kemer ilçe olmuştur yeni,
Nerelere gitmek istersem, durdurun beni..
Osman Akkoç “Burdur ve İlçeleri”ni
de bir başka şiirinde uzunca anlatıyor. 12 dörtlükten meydana gelen”
Burdur ve ilçeleri” adlı, başlıklı şiirin ilk dörtlüğünde ki Osman
Akkoç duyguları şöyle:
-O ceviz ezmesiyle, rengarenk gülünle,
O şeker fabrikanla, o masmavi gölünle,
Şen şakrak insanınla, baldan tatlı dilinle,
Mısralara sığmazsın, anlatsam Burdur seni…
Fatma Uçarlar’ın dört bölümden
meydana gelen “Sende Burdur”u sevdim” adlı, başlıklı şiiri var
yazımızın bu bölümünde:
SENDE BURDUR’U SEVDİM
Fatma Uçarlar, Burdur sevgisini, Burdur’a olan
bağlılığını, Burdurluya olan yakınlığını, içtenliğini bu şiirde
anlatıyor. Anılan şiirin ilk bölümü şöyle efendim:
-Ben sende Burdur’u gördüm!,
O yüzden sevdam sana değildi,
Ben Burdur’u sevdim..
Bakışlarında,
Salda’nın derinliğini,
İnsuyu’nun serinliğini gördüm.
Ben bu bakışları sevdim.
Bu bakışlarda,
Selda’yı sevdim, İnsuyu’nu sevdim…
Son bölümde, gazeteci Mesut Madan’ın
Burdur’da günlük yayınlanan 19 Kasım 2008 tarihli Yenigün
gazetesinde ki köşesinde” Hoş geldin usta” başlığıyla yazdığı
makalesinin girişi:
HOŞ GELDİN USTA
Tefenni’nin Ece Köyü’den çıkıp
yazdığı yazılarla Burdur’u tüm Türkiye’yi tanıttı o. O bir duayen. O
bir Usta. O Anadolu Basını’nın yıldızı. Bitmek tükenmek bilmez bir
hazine o. Yazılarıyla, şiirleriyle bütün Anadolu Basınının can suyu.
O bir yazı fabrikatörü.
“Herkes beni Ankara’larda sanır /
Burdur’da bir dam çökse içim parçalanır” diyen bir Burdur sevdalısı
o. Ama Burdur o’nun kıymetini biliyor mu? İşte bu tartışılır…
Yüzlerce kitap yazdı. On binlerce yazısı gazete ve dergilerde
yayınlandı. O mütevaziliğini hiç elden bırakmadı. Yazılarını
aksatmadan mahalli gazetelere gönderdi. Kısa bir aradan sonra
yazılarıyla tekrar aramızda. Hoş geldin büyük usta İsa Kayacan…
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
YUSUF ERKAN’DAN BURDUR GEZİ REHBERİ
Araştırma ve incelemeye yönelik,
çalışma-edebiyat alanındaki noktadan yapılan çıkışlar, hareket
noktalarıyla ortaya konulanların zorlukları vardır.
Hemşehrim Yusuf Erkan, uzun bir Burdur araştırma ve
incelemesinden sonra;
600 sayfalık, “Zamanın Ötesinden Burdur Gezi Rehberi” adlı
kitabını, İstanbul’da, Birleşmiş Yazarlar Şairler ve Bestekarlar
Derneği yayınları arasında günyüzü görmesini sağladı.
Geride bıraktığımız 2008 yılının son
aylarında gerçekleştirilen basım çalışmasıyla, Burdurluların, Burdur
severlerin ve kültürel çalışmaların içinde bulunanların hizmetine
sunulan anılan kitabın önsözü Yusuf Erkan imzasını taşıyor. Uzunca
olan önsözün biryerinde Yusuf Erkan;
-“Burdur’un tanıtılması, turizmde
daha fazla pay alması, ekonomisinin gelişmesi ve bir arada Burdur
insanının bilinçlenmesine, katkıda bulunmasında küçücük bir adım
olarak niteleyebileceğim bu çalışmayı babam Bayram Erkan ve annem
Azime Erkan olmak üzere tüm Burdurlulara ithaf ediyorum” diyor. Bu
cümleler, önsözün sonunda yer alıyor efendim. Düzeltelim.
İçindekiler bölümlerinin ana
başlıkları; Burdur, adının kökeni, araştırmalar, tarihçe kalıntılar,
Burdur Müzesi, Burdur’daki Müze Evler, Camiler, Türbeler, hamamlar,
çeşmeler, kütüphaneler, kiliseler, Burdur’daki arkeolojik kazılar,
Yakın dönemdeki yüzey araştırmaları,
-Burdur’dan yurtdışına kaçırılan
önemli eserler, Burdur’da bulunan eserlerin sergilendiği müzeler,
Burdur’da neolitik dönem, Burdur’un neolotik dönem özellikleri,
Burdur’un höyükleri,
- Frigya, Frigya kentleri, Lykia-Lykia kentleri,
Pisidia, Pisidia Kentleri, Burdur’daki Nekropoller, Burdur’daki
hanlar, Turizm, doğal güzellikler, mağaralar, içmeler, göller,
kanyonlar, orman içi dinlenme yerleri, yaylalar, anıt ağaçlar,
önemli bitki alanları, Burdur Faunası, rehber, geleneksel şenlikler,
geleneksel sanatlar, Burdur mutfağı, vd.
Yusuf Erkan, Burdur’un turizm
açısından önemli bir fotoğrafını çekmiş, bu fotoğrafın kareleri
içinde neler var onların değerlendirilişini başarılı bir şekilde
ortaya koymuş, sayfalara aktarmış. Yine kitap içindeki fotoğrafları,
kendi fotoğrafları, Valilik arşivi ve ötekiler şeklinde sayfalara
aktarılmış.
Bunları anlatırken, naklederken,
ifade olarak sayfaya aktarırken, Burdurlu olduğum için,Yusuf
Erkan’ın bu çalışmasından dolayı gururlandığını da bir pay çıkarma
ifadesi olarak kaydedeyim efendim.
Yusuf Erkan: 1970 yılında Burdur
iline bağlı Gölhisar ilçesinin Evciler köyünde doğdu. 1998 yılında
Gazi Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi “Konaklama
İşletmeciliği” bölümünden mezun oldu. Halen İstanbul’da “Otelcilik
ve Turizm Meslek Grubu’ öğretmeni olarak görev yapıyor. Yusuf Erkan,
Burdur’u Burdur folklorunu enine-boyuna incelemeye devam ediyor.
Hazırlamakta olduğum “Burdur Destanı”ndan: Yusuf Erkan:
İstanbul’da yaşayan/Turizm eğitimi alan/Zamanın ötesinden/Burdur’u
araştıran/Yayınlarla kitaplaştıran/Yusuf Erkan benim.. Bensiz
olmaz..
HAFTANIN DÖRTLÜĞÜ (Fatma Uçarlar’dan)
Folklorü bir başka güzel;
Sipsinin sesi, yüreği ezer,
Zeybek oyunu dünyaya değer,
Baki Bey Konağı var Burdur’un..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
GÜLAYE RAZYEVA’DAN:
ATATÜRK’Ü GÖRÜREM
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den
gelen şair, şaire ve yazarlarımızın sesleri, kitapları, yayınları…
Bunlardan bir yenisi, Gülaye Rızayeva-Şınıklı’ya ait. “Atatürkü
Görürem” adlı 99 sayfalık şiir kitabı efendim.
Kitabın redaktörü: Sirus Azadi,
Operatörü: Ayşegül Abdülkerimova, Dizgi: Arda Grafik Planet, Cavidan
Elbars imzalarıyla karşımıza çıkıyor.
Gülaye hanım bu kitabında değişik
şiirleriyle Türkiye, Atatürk sevgisini dile getiriyor. Atatürk
şahsiyetinin büyüklüğünden ve ölmezliğinden sözediyor, yola çıkıyor
Türkiye/Azerbaycan kardeşliğinden, Mevlana yüceliğinden, hareket
ederek kalbinde, ruhunda duyduğu sevgilerini mısralara döküyor.
“Bitip tükenmeyen sevgilerin sahibi”
olarak bilinen Gülaye Rizayeva-Şınıklı’yla Ankara’da, Altındağda
Şiir Akşamları programı çerçevesinde tanışma fırsatı buldum.
Atatürk ve Türkiye sevgisiyle dolu
olduğunu, yayınladığı “Atatürkü Görürem” adlı kitabıyla daha açık ve
net anlama, görme gerçeğiyle karşılaşmam beni sevindirdi, mutlu
etti.
“Atatürkü Görürem” adlı kitabın
sunuş ve önsöz mahiyetinde yazılanlar, “Redaktordan”, “Türk Türkü
goşdu” ve “Hazine köprüsü” başlıklarıyla verilmiş. Bunlardan:
- “Salam Azerbaycan şiirinin hususi
bir yeri var. O öteki şiirlerinde olduğu gibi, Deyir ki Salam
Azerbaycan şiiriyle, hiç kimsenin demediği, diyemediği yalnız
şahsına ait tarzda vatan sevgisini mukaddesleştiriyor” (Sirus Azadi),
- “Düzüm düzüm sıralanan bu
satırlar, Garabağ ağrılı, Tebriz hazretli, Kerkük, Çanakkale
yanlığıdır. Sarıkamış çölündeki şehid ruhunun masım bakışıdır. Bir
ana laylasının ışığında sizinle söz dünyasında görüşdük” Telman
Dejelli)
- “Gülaye hanım düşünür ki, Mustafa
Kemal Atatürk dünyanın bir çok ülkelerine, milletlerine örnek
olarak, yalnız öz milletinin değil, bütün insanlığın azaldığını
arzulayan büyük bir lider idi” (İmami Şövket Ebülfezi gızı).
Azerbaycan yazıçılar ve jurnalistler
birliklerinin üyesi, şaire Gülaye Şınıklı, “Taleyimin laylaları”
adlı şiir albümleriyle de dikkat çekiyor. Bu albümlerde yeralan
şiirleri Azerbaycan’ın tanınmış sanatçıları tarafından
seslendirilmeye devam ediliyor efendim.
Kitabın adı olan “Atatürkü Görürem”
adlı şiir 37, 38, 39, 40 ve 41 nci sayfalarda yeralıyor. Bu şiirden:
Aşkımızın aynasında,
Atatürkü görürem.
Azadlığ dünyasında,
Atatürkü görürem.
Gülayeyem, sözümle,
Hep özünü-özümle,
Hakkı gören gözümle,
Atatürkü görürem..
Gülaye hanım Atatürkü böyle
görüyor.. Ya bizim Türkiye’de bazı zeka özürleri nasıl görüyor?
Anlayan var mı? Tebrikler Gülaye hanım, tebrikler.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BAYRAM DURBİLMEZ HOCADAN: AŞIK EDEBİYATI
ARAŞTIRMALARI
İnsanlar, kararlı, sabırlı ve bu iki
nokta arasına, sürekliliği çalışma sürekliliğini yerleştirdi mi,
yerleştirebildi mi, başarıya mutlaka ulaşıyor-ulaşıyorlar, zirveye
bağdaş kurup oturabiliyorlar. Tıpkı, Yrd. Dç. Dr. Bayram Durbilmez
hocada olduğu gibi.
AŞIK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI
Yrd. Doç. Dr. Bayram Durbilmez,
“Aşık Edebiyatı Araştırmaları-Taşpınarlı Halk Şairleri” adlı
kitabının 3. ncü baskısını yayınladı. Merkezi Ankara’da olan Ürün
Yayınları arasında günyüzü gören 302 sayfalık kitap.
Bayram hocanın halk edebiyatımız
alanında ciddi çalışmalarıyla, araştırma ve yayınlarıyla geniş bir
kaynak bütünü içinde yeraldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Elimizdeki tek bir kitap bile, görüşlerimizin doğruluğunu
gösteriyor.
Bayram hoca, hazırlanan tezlerdeki,
yüksek lisans tezlerindeki, ortaya konulan projelerdeki imzalarıyla
dikkat çekerken, bu konudaki makaleleriyle de göz dolduruyor.
Bildirileri var uzun uzadıya hazırlanmış, detaylandırılmış.
Dinlendiklerimiz var, okuduklarımız var, izlediklerimiz var.
Kitabın içindekiler bölümüne şöyle
bir göz atıyoruz:
- Aşık edebiyatı Nazım biçimleri ve
türleri,
- Aşıklık gelenekleri,
- Taşpınarlı halk şairleri ve
şiirlerinden örnekler,
Bunlar kimler?. Kimlerden
sözediliyor. Bakalım:
- Aşık İkramı (1986-1954), Aşık
Gariboğlu (1929-) Aşık Halis (1937-) Aşık Erdemli (1936-1968), Aşık
Muttalip (1941-1991), Aşık Türkmenoğlu (1944-1998),
- Aşık Sadettin (1944-) Aşık Nurani
(1951-2001), Aşık Çemeloğlu (1955-) Aşık Gülbahçe (1958-), Ozantürk
(1969-)
Önsözün girişinde; “Geleneği olanın
geleceği de olur. Aşık edebiyatı da bir gelenek edebiyatıdır”
deniyor. Önsöz Bayram Durbilmez hocanın efendim. Giriş bölümünde,
ilk cümleler şöyle:
-“Aşık edebiyatının kökenlerini en
eski halk şairleri olan Kam_Şamanlara kadar götürmek mümkündür. Kam,
şaman, baskı, oyun, akın,ozan gibi adlar verilen gelenekli halk
temsilcileri, halk şairliği yanında, yüzyıllar boyunca toplumun
değişen sosyal ihtiyaçlarına göre farklı işlevler de
yüklenmişlerdir. Azerbaycan, Anadolu ve Rumeli sahasında ozanlıktan
aşıklığa geçişte de toplumun değişen ihtiyaçları etkili olmuştur”.
Esas adı: Sami Sırakaya olan ve 10
Mayıs 1951 tarihinde Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Taşpınar
köyünde doğan Aşık Nurani’nin (1951-2001) “Yozgat’ım” adlı uzunca
bir şiiri var 217 nci sayfada.Buradan iki dörtlük nakledelim:
-Bozok yaylasında mübarek belde,
Bellidir tarihte izi Yozgat’ın,
Hiç soranı yok ki, nedir, ne
halde,
Onun için buruk özü Yozgat’ın.
Nurani der, her kul seni görmeli,
Senle olup, senle kavil kılmalı,
Sazlar çalar, diller söyler
Sürmeli,
Çalar yanık yanık sazı Yozgat’ın.
Aşık edebiyatının kökenleri,
oluşumu ve gelişimi, Yozgat ve yöresindeki aşıklık geleneklerini
anlatan, dile getiren bu yayınından dolayı Bayram Durbilmez hocamızı
kutluyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ESKİMEYEN ŞİİRLER
Zamanın eskitemedikleri vardır.
Bunlar değişik alanlarda, farklı biçimlerde karşımıza çıkarlar. Söz
etmek istediğim eskimeyenler, Fatma Uçarlar’ın, Tanrı sevgisi, ölüm,
dualara yönelik duyguların şekillendirdiği şiirlerinden birkaçı
efendim.
Bu şiirlerin başlıkları; Hak yolu,
Ölmem mi lazım? , O’na koşmak isterim, o yer, Kerim Aydın Erdem’e,
Sessizce. Bu şiirlerin mısraları arasına dönmek istiyorum. Buyurun
birlikte gözden geçirelim
HAK YOLU
Her şey seninle yıkandı yağmur,
Şu katı yüreğim, nasıl olur hamur?,
Eğer ben hak yolunu bulmazsam,
Toz yap bedenimi, oradan oraya
savur.
İkinci şiir “Ölmem mi lazım?”
başlığıyla karşımıza çıkıyor. Burada, “Her geçen gün/Dedirtiyor
aman/O konuşma anı/Bilsem ne zaman?” mısralarıyla söze başlanıyor.
“Yaşamak zor ama/Dayanmam lazım/Ölümsüzlüğe ulaşmak için/Ölmem mi
lazım?” diye soruluyor. (Burdur, 07.11.2003)
ONA KOŞMAK İSTERİM
Fatma Uçarlar’ın üçüncü şiiri bu. “Bir umut düştüm bilinmez
yollara/Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum/Bıktım, hesap vermekten
kullara/Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum”la biten beş dörtlükten
oluşan “O’na koşmak isterim”in ilk dörtlüğü. Bu şiirden bir dörtlük
daha:
-Dağlarda Ferhat’ın sesini duydum,
Çöllerde Mecnun’un izini gördüm,
Veysel Karani’nin izini yüzümü sürdüm
Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum.. (Burdur, 14.11.2003)
Ve arkasından Fatma Uçarlar’ın “O yer” adlı, başlıklı şiiri.
Burdur’da 23.11.2003 tarihinde kaleme alınmış, şekillenmiş, sonra
yayınlanmış. “Gel deyip, çağırıp bekleyenim yok ama/Bilirim/Bir yer
var, bekler beni/Çare yok/Geldi mi o emir/İstesem de istemesemde/uyacağım/ilk
kez değer bulacak bu bedenim/ Götürüleceğim eller üstünde/Belki de
annemin kucağı kadar sıcak/O yer Bekler beni son nefeste.”
KERİM AYDIN ERDEM’e
Rahmetli Kerim Aydın Erdem dostumuz için Fatma
Uçarlar, Denizli’de başladığı altı dörtlükten meydana gelen şiirini
21.09.2004 tarihinde Burdur’da bitirmiş, tamamlamış. Bir
dörtlüğünde şöyle diyor Fatma Uçarlar:
Kaptan’ımız kılavuz, yaptık vazifemizi, Allah’tan Kerim’ini,
diledik dostumuza, İsa, Musa, Fatıma, açtık ellerimizi,
Ayrılık burukluğu, çöktü tüm omzumuza.
Ve sessizce, şiiri Fatma Uçarlar’ın. 12.11.2004 tarihinde
yazılmış, kaleme alınmış ve yayınlanmış. Burada; “Dilimdedir
yalnızca tek bir hece/Dualarla seslenirim her gece/Günahlardan sonra
boynum eğince/Af dilerim, af dilerim sessizce” mısralarıyla söze
başlanıyor.
Bu şiir dört dörtlükten meydana geliyor. Bir başka dörtlüğü
anılan şiirin:
-“Gel kulum” de, yalın ayak geleyim,
Huzurunda, yüzüm yere süreyim,
Son nefeste göz kaparken güleyim,
Rahman’ına sığınırım sessizce…
Ve duaların kabul olduğu anlarla ilgili Fatma Uçarlar duyguları,
anlatımı: “Huzurunda kabul olur dualar/Gönüldeki geçenleri o
anlar/Hak yolunda dinmez akar hep yaşlar/Bülbüllerle seherdeyim
sessizce”.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
YAŞLILIK,
TANRININ İNSANLARA
ÖDÜLÜ
Yaşlılıkla ilgili
değerlendirmeler farklılıkla karşımıza çıkıyor. Kimisi, “yaşlılık,
sağlıklı olduğu takdirde, olgunluğun, tecrübelerin bütünlüğünü
oluşturur, ortaya koyar” derken, kimisi, “yaşlılık zordur. Ne
yapılırsa, gençlikte yapılmalıdır” diye kestirip atıyor.
Denemeleri ve
şiirleriyle dikkat çeken bir kamu görevlisi, hem de başarılı bir
kamu görevlisi Aytekin Aydın’dan bir “mektup” aldım.. Yaşlılıkla
ilgili görüşleri dikkat çekiciydi, farklılık netliği ve görüntüsü
getiriyordu. İlginç bulduğum Aytekin Aydın’ın yaşlılık yaklaşımını
aşağıya alıyorum efendim:
YAŞLILIK
Yaşlılık, bana
göre, Tanrının insana verdiği bir ödüldür. Nasıl mı?:
Dünyaya gelen
insan hastalıklardan, kazalardan ve yaşamın her türlü zorluklarından
bedenini ve ruhunu koruyarak. 60–70 yaşına geliyor. Yüzünde derin
çizgiler, kırışıklıklar oluşuyor, saçlar beyazlaşıyor. Acaba neden?.
Bunların bir anlamı yok mu?.
Bir insan
istesede 15 yaşında saçları beyazlayıp, yüzünde derin çizgiler
oluşamaz. Farzedelim böyle bir şey oldu. Toplumdaki herkes onunla
dalga geçer. Ona kimse saygı duymaz. Çünkü, o yüzündeki derin
çizgileri ve beyaz saçları hak etmemiştir. Onlara sahip olması için
en az bir 50 yıl beklemesi gerekecektir.
O derin çizgiler, beyaz saçlar, Tanrının o
kişiye teşekkürüdür.
Yaşlı ve ünlü bir
tiyatro sanatçısına bir doktor arkadaşı, estetik ameliyat öneriyor.
Ve sanatçı inanılmaz bir tepki göstererek doktora şöyle diyor:
-“Siz ne
diyorsunuz doktor bey. Ben o derin çizgilere, o beyaz saçlara sahip
olmak için tam 70 yıl bekledim. Şimdi siz benden, hayatımın 70
yılını alıp yok etmek istiyorsunuz. Buna hakkınız yok, kesinlikle
ameliyat olmuyorum”. İşte böyle..
Bana göre, Tanrı yaşlı bir insana şöyle
diyordur:
-“Benim sana
verdiğim emanetimi, bedenini ve ruhunu tam 70 yıldır, hayatın tüm
zorluklarına, kazalara, hastalıklara, acılara rağmen korudun, bu
yaşa geldin. Bende senin yüzünde her birinde binlerce anlamı olan
derin çizgiler oluşturdum. Saçlarını beyaz aklarla doldurdum.
Bunları gören insanlar, sana hayranlık ve saygı duyacaklardır. Çünkü
o insanların bir çoğu, senin bazen hüzünlenerek baktığın o kırışmış
yüze, o beyaz saçlara sahip olmadan bu dünyadan ayrılacaklar. Çünkü
sen özelsin. Sen gençliğin ne olduğunu biliyorsun ama onlar
yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorlar”.. Tüm yaşlılara sesleniyorum:
Siz dünyamızın renkli bahar çiçekleri gibi güzel, onlar kadar
hassassınız. Tecrübelerinizle, erdemliklerinizle, çorak dünyamızın
çiçekleri, tatlı bilgeler, kahramanlar iyi ki varsınız.
Hepinize çok uzun
ve sağlıklı ömürler diliyorum. Sizden bir ricam var: Biraz bekleyip,
beni de aranıza alır mısınız? Sevgilerimle, (Aytekin Aydın, Ocak
2009-Ankara).
İSA KAYACAN (2)
Soğukta kalmış
gibi,
Titriyor yazın
senin.
Yüz kitabın
sahibi,
Alında yazın
senin.
Sevindirir
garibi,
Kışında yazın
senin
Mustafa CEYLAN
(Ankara, 19,5,1999)
GÜNÜN SÖZÜ:
Denetim, eğitimin önemli bir ayağıdır.
(Recep Yiğit)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
TÜRK DÜNYASI BAHTİYAR VAHAPZADE’Yİ SEVGİ VE
SAYGIYLA UĞURLADI
Azerbaycan’da söylenen çok güzel
kelimelerden, cümlelerden biri: Vefat etti yerine, dünyasını
değiştirdi.
Türk Dünyasının ünlü ve milli şairi
Bahtiyar Vahapzade adını duymayan, şiirlerini okumayan, O’nun
şiirlerindeki lezzeti almayan yoktur. Veya böyle biliyor, böyle
olmasını istiyorum, bekliyorum.
BAHTİYAR VAHAPZADE
1925 yılında, Azerbaycan’ın Şeki (Nuha)
kentinde doğdu. 1934 yılında Bakü’ye göçeden Bahtiyar Vahapzade,
Azerbaycan Devlet Üniversitesinin filoloji bölümünden 1947 yılında
mezun oldu. Aynı bölümde asistan olarak çalışmaya başladı.
1964 yılında ünlü Azeri şair Samed
Vurgun hakkında yazdığı tezle doktorasını verdi. Mezun olduğu
üniversitede Muasır Azeri edebiyatı profesörü olarak görev yaptı.
Azerbaycan Parlemantosunda milletvekili olarak hizmet veren,
Azerbaycan Halk Cephesinin önde gelen isimleri arasında yeralan
Bahtiyar Vahapzade, Türkiye’de daha çok Varlık dergisinde yayımlanan
ve Fuzuli hakkındaki eleştirilere cevap niteliği taşıyan “Yel
Kaya’dan Ne Aparır?” başlıklı yazısıyla tanındı.
Türk Edebiyatı dergisinde uzun
yıllar yazı ve şiirleri yayınlanan, 1975 yılında Azerbaycan Devlet
mükafatına layık görülen ve kendisine “Emekdar İnce-sen’et Hadimi”
unvanı verilen Bahtiyar Vahapzade, şiirin yanında uzun manzumeler
veya manzum hikayeler (poema) ve tiyatro eserleri yazdı, çeşitli
tercümeler yaptı. Uzun manzumeleri arasında Cezayir Milli Kurtuluş
Hareketi’ne hasredilmiş “Yollar Oğullar” ve kompizatör Üzeyir
Hacıbeyli’ye ithaf ettiği “Mugam” bunlardan iki tanesi olarak
bilinir.
Şiirlerinin pek çoğu bestelendi.
Ayrıca “İkinci Ses, Yağıştan sonra, Artığ adam, Vicdan” gibi
isimleriyle bilinen tiyatro eserleri de çalışmaları ve yayınları
arasında yeraldı.
Lord Byron’ın “Abidon Felinisi”ni Azeri Türkçesine çeviren
Batiyar Vahapzade’nin şiirleri Sovyetler Birliğindeki bir çok dile
ve bu arada bir çok Türk lehçesine, ayrıca, Almanca’ya, Fransızca’ya,
Farsça’ya çevrilerek kitap halinde yayınlandı. 2002 yılında “Benim
Garibim” adlı şiir kitabıyla Romanya Kültür Bakanlığı tarafından
Komodor Madalyası ödülene layık görüldü.
Yayınladığı 22 şiir kitabından
bazıları; Menim Dostlarım (1949), Sade Adamlar (1956), Şairin
Kitaphanası ( 1961), Bindörtyüzonaltı (1970), Benim Garibim (2002)
şeklinde sıralanırken, “Feryat” (manzum-1991, günümüz Türkçesine
Yavuz Bülent Bakiler tarafından çevrildi), Nereye gidiyor bu dünya?
(1991), İkinci Ses (1991), Özümüzü kesen kılıç-Göktürkler (1998: oyn.
DT. Şinasi Sahnesi 2000-2001) oyunlarıyla da dikkat çekti.
Hakkında, Türkiye’de Mehmet Nuri Yardım “Edebiyatımızın
güleryüzü” adlı yayınını 2002 yılında gerçekleştirdi.
Uzun süredir rahatsız olan, her
fırsatta “Türk halkını ve Türkiye’yi çok seviyorum” diyen Samet
Vurgun’dan sonra Azerbaycan’ın ikinci büyük şairi kabul edilen,
yaşamı boyunca Azerbaycan’ın bağımsızlığı için mücadele veren
Bahtiyar Vahapzade 13 Şubat 2009 tarihinde vefat etti.
14 Şubat 2009 tarihinde, yıllarca
ders verdiği Bakü Devlet Üniversitesinin salonunda, Cumhurbaşkanı
İlham Aliyev başta olmak üzere, bakanlar ve üst düzey yöneticiler,
Türkiye’nin Bakü Büyükelçi’si Hulusi Kılıç’ın da aralarında olduğu,
çeşitli ülklerin büyükelçileri, milletvekilleri, siyasetçiler ve
kalabalık bir halk topluluğunun katıldığı törenin arkasından kılınan
cenaze namazından sonar Bakü’de toprağa verildi.
GÜNÜN DÖRLÜĞÜ; Demek ki, sevirem men vetenimi / Çoh azdır
“veteni sevirem” demek / Vetenin yolunda babalar kimi / Canını,
ganını veresen gerek.. (B. Vahapzâde) .
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
35 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- SINIF ARKADAŞLARI NAZLI İÇİN DİYORLAR Kİ
- İnsanların, yakınları, arkadaşları
ve dostları için görüşlerini ortaya koymaları, ifade edip, yazmaları
hatta yayınlamaları, kamuoyuyla paylaşmaları ne güzeldir.
- Bu duygu ve düşünceler, ilköğretim öğrencileri arasında,
sınıfları içinde, sınıf arkadaşları için olursa daha bir anlam
kazanıyor, daha bir özellik ve güzellik taşıyor.
-
- NAZLI’NIN SINIF ARKADAŞLARI
- Nazlı önceki yazılarımda da
belirttiğim gibi torunum. Ankara Özel Arı Okullarının, İlköğretim
Okulunun 4-A sınıfında okuyor. Buz pateni sevgisi var. Bu konuda
epey mesafe aldı. Hatta önümüzdeki yıllarda, önce Türkiye, sonra
Dünya şampiyonluğu düşünceleri, hayalleri bile var.
- Nazlı kayıtlarda torunum görünüyor.
Ama o benim öncelikle arkadaşım. O’nunla her şeyi konuşuyor,
tartışıyoruz… Kol kola girip, kaldırımlarda yürüyor, yürüyoruz.
Nazlı’nın, Özel Arı İlköğretim Okulu 4-A sınıfındaki arkadaşları,
Nazlı için düşüncelerini yazmışlar… Minik kağıtlara, minik ellerle,
sevimli yazılarıyla. Nazlı için arkadaşlarının, 4-A sınıfı
öğrencilerinin (bazılarının) görüşleri şöyle efendim:
- 1- Sevgili Nazlı; Seni çok
seviyorum. Biliniyor ki, 1. sınıftan beri arkadaşız. Seni çok ama
çok seviyorum. Ayrıca çok mutluyum. Seni seven kişi (Aleyna Elisıkı,05.01.2009)
- 2- Nazlı, seni çok seviyorum. Sen
bence dünyanın en güzel buz kızısın (Kraliçe olabilirsin). Bazen
şımarabiliyorsun. Ama yinede biz bir arkadaş sayılırız (Elif Tüzün,
05.01.2009)
- 3- Bence Nazlı çok iyi bir kız.. Çok
tatlı, canayakın, Paylaşımcı ve biraz da afacan. Arkadaşlarını
seven, yardım eden, ne bileyim daha çok buna benzer şeyler. Onu çok
seviyorum. Sevgiler (Duygu Naz)
- 4- Bence, sen Nazlı esprili bir
kızsın. Şakacısın, komiksin, iyimisin. Ama bazenleri kızabiliyorsun.
Ama içindeki iyilik bir çıkıyor, bir giriyor. Komiksin, hatta
gülünce çok komik görünüyorsun. Duyguların ve hayallerin çok. Bu
hayallerini gerçekleştirebilecek misin bilmiyorum? (Ece Toptaş)
- 5- Naime ablan burnunu ısırsın.
Arkadaşım olursun. Nazlı zamanı iyi kullan. Lale gibi sınava
hazırlan. İyi şanslar olsun Nazlı mutlu olursun inşallah. Seni çok
seviyorum (Tomris Şilan Kurt, 05.01.2009)
- 6- Merhaba Nazlı. Nasılsın. Sen iyi
birisin. Tabi kötü yanlarında var. Ama bunu sana söylersem
kırılırsın. Saygılarımla. (İpek Tekiner)
- 7- Nazlı iyi bir arkadaş. Bazen kızıyorum. Ama çok seviyorum.
Şeker düşünceli, ama yaramaz bir kız. (Selenay Çiftci).
-
- ŞİMDİ BAKALIM
- İlköğretimin 4 ncü sınıfında okuyan
miniklerin, bir arkadaşı için görüşleri. Bunların içinde varolan,
temellerinde bulunan sevgi. Nazlı için, arkadaşları için görüşlerini
ortaya koyarlarken, sayfaya minik ellerindeki kalemlerle
yazarlarken, aktarırlarken nezaket dolu dünyalarından aldıklarını
toparlayıp aktarıyorlar. Kızgınlıkları yok denecek kadar az. Hatta,
yer yer yok. Tertemiz dünyalarının, tertemiz duygularını
anlatıyorlar, aktarıyorlar… Onların hepsini, bu satırların yazarı
olarak ben de çok seviyor, sevgiyle kucaklıyorum efendim.
-
- GÜNÜN HABERİ: Isparta’lı, Şair-Yazar Melâhat Ecevit’le Fatma
Uçarlar, 21 Şubat 2009 cumartesi günü, Isparta Süleyman Demirel
Üniversitesi, Türkçe Topluluğu öğrencileriyle bir sohbet
gerçekleştirdiler. Ecevit ve Uçarlar bu sohbetde, Türk dilinin
Türkiye ve dünya üzerindeki hareketliliğinden, Atatürk ve Ziya
Gökalp’ın dilimize verdikleri önemden, dil konusundaki
yanlışlıklarımızdan, kentlerimizdeki tabelalarda yeralan yabancı
hayranlığının fazlalığından söz ettiler.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
36 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- TÜRKOLOJİ ALİMİ KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE
- Ülkemizde öyle değerlerimiz var ki,
bilmiyoruz, hatırlamıyoruz.
- Merkezi Ankara’da bulunan ve kısa
adı YOYAV olan (darda kalana dost, yolda kalana yoldaş ve aç kalana
arkadaş olmayı ilke edinen iyiliksever insanların yeraldığı bir
yardım kuruluşu) Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı’nda, 21.02.2009
tarihinde;
- - “Kilisli Muallim Rif’at Bilge”
konulu bir panel vardı. Panel, Milli Eğitim Eski Bakanlarımızdan
Hasan Celal Güzel tarafından yönetildi. Panele konuşmacı olarak; Dr.
Uygur Tazebay, Prof. Dr. Adil Kılıç ve M.Yahya Efe katıldı.
- Ertesi günü, yani 22.02.2009
tarihinde Kilis Yardımlaşma Derneği merkezinde, yine Kilisli Muallim
Rif’at Bilge konulu ikinci bir anma, bilgilendirme toplantısı
gerçekleştirildi.
- İkinci günü yapılan toplantıya, konuşmacı olarak Dr. Uygur
Tazebay, Mehmet Temel, Veli Kaya, Dr. İbrahim Ateş, H.Güner Özmen,
İsa Kayacan ve M.Yahya Efe katıldı.
- Her iki günde ortaya konulan, Kilisli Muallim Rif’at Bilge’yle
ilgili araştırma ve değerlendirmeler gösteriyor ki;
- Kilisli Muallim Rif’at Bilge; 1874
yılında Kilis’in Cadid mahallesinde doğdu. 22 Şubat 1953 tarihinde
Ankara, Maltepedeki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti ve
Ankara Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verildi.
- Kilisli Muallim Rif’at Bilge
kimilerine göre 100 bin, kimilerine göre 3 bin kitap okudu.
- Adının başına Kilis kelimesini
ekleyerek, mesleği muallimliği de ilave ederek, Türkoloji dünyasının
ünlü isimlerinin başında, ilk sıralarında yeralan Kilisli Muallim
Rif’at Bilge, 1892 yılında Kilis Müftüsü Abdurrahman Efendi’den
icazet-name aldı. 18 yaşında İstanbul’a geldi ve 1898 yılında
İstanbul Darü’l Muallimin yüksek kısmından birincilikle Şahadetname
alarak öğretmenlik mesleğine atıldı.
- Muallim Rif’at Bey, önceleri Rüşdiye
ve İ’dâdiler’de, sonraları liselerde Türkçe, Arapça, Farsça, Tarih
ve Edebiyat öğretmenliği yaptı. Medresetü’i Kuzat’da Ceza Kanunu,
İmam Hatip Mektebinde ise Felsefe dersleri verdi.
- Ayrıca, İstanbul Üniversitesi İlahiyat ve Edebiyat Fakültesinde
Arap Dil ve Edebiyat derslerini okuttu. Bu arada İstanbul Hukuk
Mektebinden birincilikle mezun oldu.
- Kilisli Muallim Rif’at’ın başlıca eserleri sıralamasında 17
rakamı var. Bunlardan:
- 1- Kitab-ı Dede Korkut (Alâ Lisan-ı
Ta’ife-i Oğuzan, Dresden yazmasından 1914),
- 2- Divanu Lugati’t Türk (3 cilt. 1
ve 2 cilt 1915, 3. cilt 1917, İstanbul, Matbaa-i Amire)
- 10- Evliya Çelebi Seyahatnamesinin
7. ve 8. ciltlerinin Türkçeye çevrilmesi (1928)
- Bu arada ifade etmeliyim ki, Kilisli Muallim Rif’at Bilge,
alanında yetişmiş Türkologların başında gelmektedir.
- Bugün, Muallim Rif’at ilgili eğitim
çevrelerinde bile, YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı camialarında bile
ilk anda bilinemiyor, hatırlanamıyorsa bu ayıbın oralarda görev
yapanlara ait olduğunu kaydetmeliyiz.
-
- KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE’DEN
-
- Okumaya kanmadım,
- Geçen ömre yanmadım,
- Kırk yıldır muallimim,
- Çok şükür usanmadım.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
37 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’DEN: DÜNDEN KALAN
Şairler, yazarlar ortaya
koyduklarıyla biliniyor, hatırlanıyor...
Yekta Göngör Özden, hukukçu, şair,
gazeteci. Araştırmalarıyla dikkat çekiyor... Hangi alanda, hangi
konuda değerlendirme, yorum yaparsa yapsın, mutlaka gerçeklerin
mutlaka doğruların varlığıyla karşılanır, karşılaşırız
Yekta Güngör bir yorum adamıdır,
isim ve imzasıdır..
Ele aldığı, işlediği, hazırlayıp,
şekillendirip, sonuçlandırıp, sayfa ve sütunlara aktardıklarının
tümünde ifade etmek istediğimiz gerçeklerle karşılaşırsınız...
DÜNDEN KALAN
Yekta Güngör Özden’in Ocak 2009’da
günyüzü gören, seçme şiirlerinin, yeni şiirlerinin yer aldığı bir
kitap Dünden Kalan. 96 sayfayla İstanbul’da basılmış, günyüzü
görmüş. Kitabın ilk şiiri “Doyamadık” dan;
-Doğal kavşağındayız yaşamın,
Doğumdan ölüme...
Yürüyoruz ağır-aksak,
Ve bölüne… bölüne..
Burada dört mısra, bir anlatım
bütünlüğü… Gerçeklerin tümü. Doğuyoruz, yaşamın içindeki
varlığımızla, doğumdan ölüme yürüyoruz. Ama bölüne bölüne..Bundan
daha güzel bir anlatım, ifade ediş olabilir mi?. Tebriklerimi
sunuyorum efendim.
Yekta beyin şiirlerinin başlıkları da , şiirin anlatılmak
istenilenin, verilmek istenilenin bütünlüğüyle ilgili ipuçları
veriyor. Bunlardan; Özgün aydınlık, Suskunluk, Çözümsüzlük, Eskidi,
derin, doğal, bilinmez, Ne oldu bize, Ne yapsak? Değişmez, Yitirdik,
Biran gibi.
Sayfa 57’deki “Durmayacak” adlı şiirden aktarma yapalım,
örneklerimizin doğruluğunu göstermek için:
- Hiç çizilmemiş bir sayfa,
Donduran yokluklarda,
Ağırlığında acıların,
Bekleyişlerin,
Kendi karanlığında.
Yekta Güngör Özden’in adressiz
mektupları da vardır. Uzunca ve içi dolu. Bu konuda yazılmış bir
mektup 93 ve 94 ncü sayfalarda yeralıyor:
- Yalnız sınıfın değil, okulun en
güzel,
Güldükçe yanağında çiçekler
açıyordu,
Çevrende belirgindi görkemli sevgi
seli,
Eteğin rüzgârlarda kıvılcım
saçıyordu.
Ne mektuplaşabildik, ne konuştuk tek
sözcük,
Sınıf fotoğraflarında köşelerde
kalmışız,
Ne de sen ayrılırken vedalaştık,
öpüştük,
Şimdi nerelersin, alımlı-çalımlı
kız?
Son mısradaki sorunun cevabı
biliniyor: “Evlenmişsin-aile kararıyla duydum/Ağladım günler boyu,
kara imiş yazgımız/Yürekten, yaşam boyu mutluluk diliyorum/Umarım
bir yerlerde bir gün karşılaşırız” şeklindeki temenniyle
noktalanıyor efendim.
Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı
yineliyorum..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
38 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- MANSUR EKMEKÇİ’NİN YENİ ŞİİRLERİ
- Mansur Ekmekçi Adana ilimiz merkezinden seslenen,
şair, yazar ve araştırmacılarımızdan..
- Bize ulaşan yeni şiirleri var, duygu ve anlam
yüklülükleriyle karşımıza çıkan Mansur Ekmekçi, azim ve kararlılığı,
mütevazılığı, şiirimiz üzerindeki, şiir yolumuzdaki yürüyüşüyle,
dikkat çeken, göz dolduran isim ve imzalardan biridir. O samimi ve
gerçekci duyguların sahibidir.
- Yazdıklarındaki başarı, gelecektekilerin bir ölçüde
haber vericisi, garantisi olarak bize döner.
- Benimle ilgili pek çok şiiri var Mansur Ekmekçi’nin.
Hatta ilk şiiri, biraz mesafeli ve eleştiri yüklüydü. Bu şiir
30.06.2006 tarihinin taşıyıcısıdır. Bir toplantıda benden beklediği
ilgiyi görememiş, konuşma sınırlılığımızı dayanamayarak “Şair İsa
Kayacan’a” başlıklı uzunca şiirinde eleştirmiş, eleştirmişti. Sonra
barıştık. Bu barışma kendiliğinden gelişti.
- Mansur Ekmekçi’nin şiirlerinin başlıkları bile,
mısraların içinde nelerin bulunduğunu anlatır:
- -Ne olur geri dön bu acı yeter,
- Boşalan kalbime dolsan olmaz mı?
- Sensizlik acısı ölümden beter,
- Gönlünde kayboldum, bulsan olmaz mı?
- Görüyorsunuz, sevdiği insanın gönlünde kayboluyor,
nerede olduğunun farkında olacak, olması gereken kişiyi göreve davet
ediyor, sorular soruyor.
- Mansur Ekmekçi, toplumsal olayların tahlilinde bir uzmandır.
Görülmeyenlerin tespitini iyi yapar: “Hele bir düş de gör, tanı
dostunu/Başına geleni hal diyeceksin” mısraları söylemek
istediklerimizin doğruluğunu ortaya koymaktadır. “Güvenme dünyanın
süsüne dostum” hatırlatması da söylemek, işaret etmek istediklerimiz
arasındadır.
-
- -Yaratıldı Havva Adem’in eşi,
- Yaratılan Hakkın kulu kadındır,
- Dünyada türedi erkekle dişi,
- İnsanlığın doğru yolu kadındır…
-
- Bu anlatımı, ifadeleri tesbitlerinin, tahlillerinin
sonunda gördükleri, karşıolaştıkları gerçekler olarak ifade
edilenlerdir. Mansur Ekmekçi, Azerbaycan’a tutkundur. “Azerbaycan,
Azerbaycan-Can Azerbaycan” adlı, başlıklı şiirleri tutkunluğunun
belirtileri olan mısralarıyla doludur:
- -Güzel yurdumun kalesi,
- Azerbaycan, Azerbaycan.
- Bağında sümbül lalesi,
- Azerbaycan, Azerbaycan..
-
- -Her günüm, her anım seninle geçer,
- Azerbaycan sana daim ağlarım.
- Gönlüm seni sevdi, her yerde seçer,
- Sensiz geçen günü kara bağlarım..
- Mansur Ekmekçi’nin şiir dünyası öyle geniş, öyle
uzunluk içindedir ki, tamamı üzerinde yorum yapmak, gezinti
tamamlamak adeta mümkün değildir. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı
sunuyorum efendim...
- Mansur Ekmekçi’nin şiir tahlilleri ve denemeleri de
dikkat çeker boyutlarda karşımıza çıkmaktadır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
39 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- ŞAİRLERİMİZDEN
- Bendenizle ilgili duygularını
şiirleştiren, bana gönderen dostlarımın sayısının artışı, beni
sevindiriyor. Hattâ, zaman zaman sütunlarımdan bu şiirleri sizlerle
paylaşıyorum. Ankara’dan Davut Cömert’in “İsa Kayacan’a başlıklı
şiiri efendim:
-
- İSA KAYACAN’A (Davut Cömert)
-
- “Gıcık bir adamdır” öyle sanırdım,
- Burdur, Tefenni’den, Eceli biri.
- Profesör olmuş, böyle tanıdım,
- Yazar, çizer, gündüz, geceli biri.
-
- Sonra anladım ki, adamın hası,
- Arkasından atan, madamın pası,
- Unvanı var diye, çekenler yası,
- Şerefsiz, arsızlar elinin kiri.
-
- Yüz elli kitabı, nasıl gelde yaz!..
- Kalemle, tırnakla, dişle, elle kaz,
- Şiir güfte, beste, şarkılarda saz,
- Köşe yazısında, örneğin miri..
-
- Benim, bir kitaplık yazım olmadı,
- Serbestte, hecede, azım olmadı,
- Şairim, şirde, nazım solmadı,
- Tarzıyla yazıda, şairin piri.
-
- Üşenmeden yüzkırk basamak çıkar,
- Şiirlerim alır, çantaya tıkar,
- Başkası olsa “of-puf” der bıkar,
- İnsanda lisan, olmaza çiri.
-
- Yüzünden bellidir, acılar çekmiş,
- Gördüğüm teminat, insanlık ekmiş,
- Eşini kaybetmiş, sevgide tekmiş,
- Yaşatır öldürmez, kalbinde diri.
-
- Hazret-i Davut’um, Cömertlik böyle,
- Gerçekler acıtır, söz ile söyle,
- İsa Kayacan’dan, yandıkça öyle,
- Közünde açılır, yarası iri.
-
- ELİNDE TUTARSIN
-
- İsa Kayacan, dendiğinde Türkiye’de,
- Edirne’den Van’a kadar tanırlar seni.
- Yurdumuzu basın yoluyla dolaşırsın,
- Yeni Evliya Çelebi sanırlar seni.
-
- O güzel duyguların, düşüncelerinle,
- Gazetelerde, dergilerde, hep sen varsın.
- Binlerce yazı, yüzü aşan kitabına,
- Kırılmayan rekoru elinde tutarsın.
-
- Özkan GÖNLÜM (Temmuz 2003)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
40 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
KİLİS’İN KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİ
İllerimizin, ilçelerimizin, yerleşim
birimlerimizin kültürel zenginlikleriyle ilgili yapılan
araştırmalar, ortaya çıkarılanlar, bu bilgi ve belgelerin dışa
yansıtılması için gösterilen çabalar.
Kilis ilimiz (İl) Kültür ve Turizm
Müdürü Raif Tokel, kültürel ağırlıklı bilgi ve haberlerle zaman
zaman bizimle birlikte oluyor. Yani değerlendirmelerinin sonuçlarını
bize aktarıyor…
Geçtiğimiz yılın son ayının
ortalarında, bir basın açıklaması geldi Kilis Kültür ve Turizm
Müdürlüğünden. Burada, Kilis Tekke mevlevihanesinden (Tekye
mevlevihanesinden) sözediliyor, bilgi veriliyordu. Birde görüntü cd.si
eklenmişti basın açıklamasına. Verilen bilgilerden:
Tekke Mahallesi, Cumhuriyet
Alanı’nda olan bu yapı Adliye Sarayı (eski Hükümet Konağı) ile karşı
karşıya olup, ülkemizde (XIX. Yüzyılda ülkemiz topraklarında “90”
tane Mevlevihane vardı) ayakta kalabilen “32” Mevlevihane’den
biridir.
Evliya Çelebi’nin “Asithane-i Hazret-i Mevlana” sözüyle
belirttiği “Mevlevihane” şeyh ve derviş yetiştiren büyük bir
tekkedir.
Günümüze sadece mescit ve semahanesi
kalan Mevlevihane’nin, Hurufat Defterleri’ndeki adı “Kilis
Mevlevihane Mescididir”
Düzgün, beyaz sarı/ sarımtırak renkli kesme taşlardan yapıldığı
için yöre halkı arasında “Ak Tekke/Ak Tekye” olarak bilinir.
Kare planlı olan yapı, “L” biçimli
dört ayağın üzerine oturan bir merkezi kubbe ile köşelerdeki köşe
kubbelerinden oluşmuştur. Dört yığma ayağa binen merkezi kubbenin
ayak tablaları mukarnaslıdır. Onikigen bir kasnağa oturan bu kubbe,
dışarıdan payandalarla desteklenmekte olup kurşun kaplıdır.
Semahanenin doğu ve batı cepheleri
diğer cephelere göre daha farklıdır. Örneğin batı cephesinde kapı,
kapı üstünde bir tane yuvarlak pencere yanında, altlı üstlü
sıralanmış toplam sekiz pencere vardır. Altları düz atkılı, üstleri
sivri kemerli olan bu pencereler ile kapı, yüzeysel bir niş içinde
ve düz mukarnas kornişle sonlanmaktadır. Yapının güney cephesinde de
aynı özellikleri taşıyan altlı üstlü sıralanmış dörder pencere; doğu
cephesinde niş içinde olmayan altı pencere bulunmaktadır. Kuzey
cephesi ise süssüz ve penceresizdir.
Yapıda sivri, at nalı kemerli mihrap nişi yanında doğudaki
duvarda iki, kuzeydeki duvarda dört adet dolap nişi vardır.
Mukarnaslarla doldurulmuş olan
mihrap nişinde çeşitli boyutlarda bitki motifleri ile süslenmiştir.
Ayrıca mihrap kemerinin yan dolgularında kandil koymaya yarayan
konsollar, kaval, silme, silme ile mihrap arasındaki yüzey de,
bitkisel ve geometrik desenlerle süslüdür.
Günümüzde cami/mescit olarak kullanılan Mevlevihane Mescidi iki
yan duvarındaki nişler, üstlerindeki mukarnaslar-yapının batı ve
güney tarafındaki nişlerden düz saçağa geçişte kullanılan
mukarnaslar- ve mihrabındaki desenli kalem işçiliği, iki dönemin
özelliklerini yansıtan güzelliklerdir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
41 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- BEN!
- İşte en sevmediğim kelime.
- Bu kelime bence; biraz riya ve
kendini beğenilmişlik kokuyor.
- Her zaman söylerim ve yazarım :"Her
insan bir kitaptır" O kitabı açıp okumak gerek. Okumazsanız
bilemezsiniz. Her insanda kendisini okutmak istemez buna da artık
siz kendiniz adını koyunuz. Bir iş ve bir girişimde bulunmak biz
insanlar için ezelden yazılmış bir kader olsa gerek. Bu ise gündeme
getirmek için bize verilmiş fırsattır. Tabi medeni cesaretimiz varsa
yazılır ve okunur.
- Bir işi yapmak ve bir şeyleri
meydana getirip ondanda nemalanmak gayet tabii bir haktır. Dünyanın
düzeni bu eksen ile yürümekte ve insanlar bu emekleri ile
geçinmektedirler. İşimizi gerçek ve tam yapmamız gerekli ve o işleri
yuvarlak kelimelerle geçiştirmemeliyiz. Örneğin “sitelerim” var
demek yanlış olan bir bilgilendirme ve karşında bulunan okuyucuna
gerçeği anlatmamanın bir göstergesi olarak gözükür.
- Bizi tanıyanlara bilgi amacı ile bir
hatırlatma babından aşağıda bulunan linkleri inceleyerek kimliğimi
tamamını öğrenebilirler.
- Görüşmek dileği ile!
- Mahmut Selim GÜRSEL
Sitelere girmek için üye yapılmıyorsunuz
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
42 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- SEVDALIM
-
- Biz birlikte kardeş olalım sevdalım!
- Barış marşları ile şevk bulalım
- Vatan bir tek başka nerde kalalım?
- Bu topraklar; bu sınır bizim sevdalım!
-
- Hayat bu; bir gün biteceği tutar;
- Çağırır O; gel der verir artık karar,
- Bu beden her zaman Rabbi’ni arar
- Bayrağa sarılmayan ceset neye yarar?
- 25 Mayıs 2009 02.22 ÇORUM
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
43 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
HER AYIN 15’i ile 25’İ
İnsanların belirli bir periyodik çok önemli işleri
vardır. Benimde belli periyodik ve çalıştığım, başımı kaşıyamadığım
belirli günlerim bulunmaktadır.
Her ayın On beşi, Sanal iki dergimiz olan Çorumlu
2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve Edebiyat Dergisi ile Sarı Çiğdem
Şiir Defteri güncellenme günüdür. Gelen yazıları hazırlar ve on beşi
ile on altısı ile çok yoğun günümdür.
26 sı ise bir aylık gelen ve geldiği gün
güncellemeye çalıştığım yazarlarımın yazılarının her sayfasına link
vermeye ve siteye yükleme günüdür.
Yazarlarımız o gün yazı yollayabilirlerse artık
gelecek ayın sayısında elimden geldiği kadar sizlere sunmaya
çalışmaktayım.
Bu ay altıncı sayıda kapak olarak yazarlarımız
aldım.
Yazı göndererek yayınlanması için müracaat eden
arkadaşlarımız bulunmaktadır. Fakat küçük kurallarımıza uymaya
yanaşmamaları onların çalışmalarının burada yayınlanmasına mani
oluyor. Tercih onları.
Nice altı aylara birlikte ermek dileği ile
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
44 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
MEHMET AKİF ERSOY OKULU ÇANAKKALE
ETKİNLİĞİ
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
45 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- AN
-
- Bir gün bu gördüğün yerlerde
- Bir gün o topraklar yok olacak.
- Oraya bakınca gördüğüm bu yer mi;
- Diye bakınıp duracaksın sen.
- Evet o gördüğün yerler artık ateş,
- O gördüğün topraklar kömür,
- O gördüğün güzellikler
- Hepsi birden Cehennem
- Olarak karşında duracak.
- Onları tanıyacaksın ateş olarak
- Bedenini saran kıvrak alevler
- Ve seni yok ederek tekrarlar;
- Yeniden yaratan Rabb'ini
- Anarak yaşadığın yer.
- O yeri boş ve harap olarak bulacaksın.
- Son pişmanlığa ramak kalmadan;
- Sen sen ol da esas dünyanı bil,
- Orada geçecek zamanlarda;
- Bulunduğun mekânlarda
- Acı ile, zahmet ile Rabb'in
- Sana verdiği elem ile
- Değil sana vereceği saadet
- Rahatlık ve neşe ile an.
- Cennetlik olman kolay!
- 13 Mart 2003 02,15
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
46 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- KONUŞMUYORUZ
-
- Sana söyledim. Duymadım mı?
- Sen kendini nasıl anlamıyorsun ?
- Ben seni anlamadıysam eğer,
- Niçin kendini anlatmıyorsun ?
- Bizleri yaratan;insan yaratmış,
- Hayvanlar koklaşarak anlaşırmış.
- İnsan olduğumuz doğru ise neden,
- Savaşarak birleşip, anlaşıyoruz da;
- Konuşmuyoruz ?
- 13 Mart 2003 01,20
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
47 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
- BİR OYUNUN BİTİŞİ, BAŞKA BİR OYUNUN
BAŞLANGICI DEĞİL Mİ ?
- Hayalleri var insanların. Kimisi ne
istediğini bilen, kimisi bilmeyen. Kimisi sevdiği için kurar
hayalleri; kimisi hayal kurar, yıkmak için hayalleri.
- Sevgileri var insanların. Kimisi ne
sevdiğini bilen, kimisi bilmeyen. Kimisi sever birilerini, sevgi
nedir bildiği için; kimisi birilerine sevdiğini söyler, yıkmak için
sevgileri.
- Hayaller ve sevgiler? Bazen biri
birinden ayrılmayan ikili, bazen biri birinin panzehiri. Sevgililer
hayal kurmayı sever aslında masumca. Çoğu zaman olmadık hayaller
yıkar sevgileri acımasızca. Bazıları bilir hayaller gerçek değildir.
Bazıları farkında değildir; hayal nedir, gerçek nedir?
- Büyük adam olma hayali ile kalkıp,
Gurbet'e giden aşk çocukları var. Memleketinden onun için
gözlerinden aşk damlacıkları yuvarlayan bir yüreği unutup başka bir
ufka, başka bir kalbe yelken açan aşk(cık) çocukları var. Sevmeyi
oyun zanneden ve her seferinde kaybeden aşk garibesi insanlar. Hiç
sevmeyi öğrenemeyecek garip kalplere çobanlık yapan insanlar?
- 22 Temmuz günü yapılacak
milletvekilliği seçimleriyle ilgili olarak aday listeleri açıklandı.
- Bu listeler henüz kesin değil
tabi.Yerlerini beğenmeyip istifa edenler olabilecek belki.ama öyle
veya böyle Seçim takvimi işliyor sizin anlayacağınız.?Kırılan
kalpler, yıkılan umutlar?
- Bir oyunun bitişi, başka bir oyunun
başlangıcı değil mi yani?? Felsefesi bu ve buna yakın insanlar
tanıdım. Bazısı ne yaptığının farkında değil; bazısının, yıkılan
sevgiler umurunda değil.
- Bir dünya istiyorum?..içinde şunlar
şunlar olsun?? diye cümleler kurmayacağım bu satırlarda. Nasıl olsa
yalan limitini dolduracak bir aşk çocuğu her asırda olacak. Nasıl
olsa gurbet'e adam olmaya giden birinin ardından, her şehirde bir
ayrılık türküsü yakan bulunacak.
- Birileri ağlayacak, birileri
aldatacak. Birileri bu satırlarda okuduğu bu mektubu, yazıyı
algılayacak. Ve bu mektubun sahipleri bir anlığına olsun donup
kalacak. Birileri gurbet'te aşk başkadır? Şarkıları mırıldanacak.
Kimi öfkesini yutacak, kimi pişmanlık duyacak. Ve bu cümlelerin
sonuna, sonu olmadığı için bir nokta hiçbir zaman konmayacak. O
yüzden Memleketimizin ve insanlığımızın kıymetini bilelim.
- Birileri kurallar uydurup insanların
önüne sunuyorlar. Hayat ve yaşamak nedir acaba? Sadece doğmak ve
nefes almak mı? Hiç düşünmeden gelmişiz gideceğiz deyip tüm
nimetleri düşünmeden ayrımsız kabullenmek mi? Hani derler ya
"üzümünü ye bağını sorma" misali sadece üzüme mi aldanıyoruz.
- Her başlangıcın bir sonu mutlaka
vardır. Bunu herkes bilir. Demek ki aldandığımız ve Ahir etimizi
feda ettiğimiz dünyanın da bir sonu mutlaka olur. Ama insana
yarınlar hiç bitmiyor gibi geliyor. Kendisini Çınar ağacı falan mı
sanıyor ki?
- Ama çınar ağacıda asırlar geçse de
bir gün kuruyacak. Demek ki her şeyin bir sonu var.
- Her son bir başlangıç derler. Bunun
başlangıcı neresi. Çocuğun doğması mı? Ya da vadesi gelince canlının
hayata veda etmesi mi? Kıyısından, köşesinden tutunmaya çalıştığımız
bu hayatta herkes birilerinin özgürlüğünü,vatandaşlık haklarını
kısıtlamak için uğraş veriyor. Özgürlüğü o veya bu şekilde
kısıtlanmış herhangi biri, başka birinin özgürlüğünü,haklarını; o
başka biri, bir başkasının özgürlüğünü; o başkası, bir başkasının
özgürlüğünü kısıtlamaya çalışıyor. Bu zincir günden güne kendisine
yeni halkalar ekleyerek büyüyüp gidiyor.
- Birileri kurallar uydurup insanların
önüne sunuyorlar hayat, diye. Hak, Hukuk , vatandaşlık hakkı,
Özgürlük, diye bağıranlar bir bakmışsınız ki bir takım çizgiler
edinmişler kendilerince ve o çizgilerin dışına çıkanları lanetli
kılmışlar. Duyar gibiyim şu an hop hop! tamam da nereye kadar
özgürlük, nereye kadar kuralsızlık,nereye kadar vatandaşlık
haklarınız. Diyenleri. Anlatmaya çabaladığım kuralsızlık değil.
Evet, kurallarımız olmalı; lâkin bu kurallar insanların bozup
pisleterek önümüze sundukları kurallar olmamalı. Asıl olan kurallar,
kendimizi tâbî hissetmemiz gereken kurallar, Tanrı’nın kuralları
olmalı öncelikle. Ama insanların pis elleriyle hükmetmeye kalkışıp
kurallarını değiştirdiği hayat öyle bir yere gelmiş ki; nedense
Tanrının kurallarından çok insanların uydurduğu kurallara uymak
mükellefiyetinde hissediyoruz kendimizi. Öyle benimsemişiz ki bu
uydurmaca kuralları, yerine getirmediğimizde kötü hissediyoruz
kendimizi, bunalıma giriyoruz. Kurallar, sınırlar, hürriyet denilen
kısıtlamalar, şırıngayla damarımıza verilen eroin gibi. Hoş bir zevk
veriyor, damarımıza girerken. Farkında değiliz ki kendi ellerimizle
tertemiz kanımızı boşaltıp, damarlarımızı zehirle doldurduğumuzun.
- Memleketimde nedense isyan
denildiğinde bir panik havası oluyor hemen. Bir yerde, bir
toplulukta isyan kelimesi söylenmeyiversin, hemen yüzler birbirine
bakınıyor, korkuya kapılıyor. insanların büyütüp beslediği,
ruhsatsız iş yeri çalıştıranlara göz yumanlara, pasajlarda demir
doğrama işi için ruhsat verenlere, yapılmayan yollara, dökülen
kaldırımlara, işçiye, memura, emekliye çay kaşığıyla verip, kepçeyle
alanlara, seçim yatırımı için göz boyama için yapılan hizmetlere
kötü kuralları gör artık, bu düzensiz düzenin çarkı içinde döndüğün
sürece hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini. Şimdilik kurallara boyun
eğiyorum; ileride iyi bir yere geldiğimde bu kurallara hükmedip
değiştireceğim deme ey arkadaşım. O zaman, zehir damarlarını çoktan
doldurmuş olacak ve istesen de boşaltamayacaksın o zehri
damarlarından, hükmedip değiştiremeyeceksin o kuralları. Hatta, o
zehir, içine işleyip, sen kendinden geçtiğinde hoşuna gidecek, o
kuralları sözünün geçtiği insanlara uygulatmak, insanların
haklarını, özgürlüğünü kısıtlamak.
- Bu serzenişlerimi duyun istiyorum.
Arabayla o eşikten kaç bu eşikten kaç, bakımsız, boyasız parklara,
dökülen yaya kaldırımlarına, Arap saçına dönmüş şehir trafiğine,
sözde engelliler için yapılmış yaya geçitlerine, bir türlü bitmeyen
üst geçide,üstüne ölü toprağı serpilmiş çorum sivil toplum
kuruluşlarına,bunların sizin temel haklarınız olduğunu duyurun
istiyorum.
- Gelin, başımız önümüzde yürümeyelim
artık. Haydi, haykıralım kardeşlerim. Kızıyla, erkeğiyle,
rockçısıyla, popçusuyla, converselisiyle, iskarpinlisiyle,
başörtülüsüyle, dekoltelisiyle köylüsüyle, şehirlisiyle, işçisiyle,
memuruyla, emeklisiyle,esnafıyla
- Dik tutalım başımızı, göğe doğru
bakalım artık. Gökyüzünden, özgür maviliklerden özgür kurallar
devşirelim artık.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
48 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
BİLGİ ÇAĞI’NIN (!) BARONLARI
Vatandaş internette “açık mektup”
yayımlamak suretiyle yakınıyor.
“Ben politikacı değilim, olmaya da
niyetim yok. Ben zaten politik bile davranamam. Hatta o konuda
özellikle beceriksizim. Ama anlatmam, açıklamam gerek.
Yapılanların kötü olduğunu ve kötülüğün ağırlığını
hissettirebilmek için..Belki görülür, anlaşılır, fark edilir diye.
Bana göre tarih bu başbakan’ı asla affetmeyecektir. Çünkü: Bu
toplumu adına türban denilen bir kılıçla, kese kanata, yarıp ikiye
böldü. "Velev ki siyasi simge, suç mu?" sözleriyle fitili
ateşledi. Meseleyi özellikle bir kan davası noktasına getirdi. Söz
verdiği gibi kendisinden olmayanı da kucaklamak yerine,
tokatlamayı tercih etti. Artık kimse birbirini sevmesin, saflar
derinleşsin, bıçaklar bilensin istedi. Ettiği her lafla bilerek,
isteyerek nefret tohumları ekti..
Öfkeli. Kendinden olmayan herkese
yukarıdan bakan tavrı var. Aslında duyduğu korkunç öfkeyi
maskelemek için öfkeli. Çünkü sevgisiz. Öfke bir hitabet
biçimidir, savunması sadece komiklik. ‘Öfke bir hitabet biçimi
olsa da asla bir yönetim biçimi olamaz’ gerçeğinden bihaber. İşte
bu yüzden her öfkeyle kalktığında zararla oturmakta!.Çünkü
hırsının sonu yok.
Her yer ve her şey benim olsun,
herkes benden olsun istiyor. Kendisinden olmayana tahammül
edemiyor, dayanamıyor, eleştirilere katlanamıyor. Bunca yıl
şakşakçılara o kadar alışmış ki, AB müzakerelerine gittiğinde
elinde koca bir hiç’le dönmesine rağmen “Avrupa Fatihi” manşeti
atanlara öylesine güvenmiş, uçağına binenlerin hep kendisini
alkışlayacağına o kadar emin ki, en ufak bir eleştiride çığırından
çıkıyor, saldırganlaşabiliyor.
Çünkü o, savaşta her şeyin mübah
olduğu bir ekolü temsil ediyor; Dini de, dindarlığı da, bir tek
kendinden yana olanlara ait sanıyor. Onun için inanmanın tek şartı
baş örtmek.
Çalan da, çırpan da, yiyen de,
yediren de; satan da, sattıran da türbandan yanaysa mesele yok.
Her biri bilmem kaç yüz dolarlık has ipek örtüler takmış eşleriyle
İslam bir tek onlarınmış gibi davranıyorlar. Yerine göre ulema
kesilip, büyük kalabalıkları saf, samimi, temiz ve yürekten inanan
insanları inancından soğutuyor ve İslam’ı kendilerine mal etmeye
çalışıyorlar. Ama gerçek şu ki, çok yanlış yapıyor, yapıyorlar.
Çünkü gerçekleri konuşmak yerine mazlum ve mağdur
edebiyatına sığınıyor. işler ters gittiğinde ise, o yanık sesiyle,
izan, insaf ve adapla ezilmiş halk kahramanını oynuyor. Eğer
ezilen halkın kahramanı olmaksa niyet, kendisi ve şürekâsının
gemilerini, villalarını, bitmek bilmeyen dünyalıklarını nasıl
açıklıyor? Bu halk bir torba kömüre, iki dize şiire kendisini halk
kahramanı yapar diye düşünüyor Çünkü bu halk aç, çaresiz, işsiz ve
kimsesiz. Ama ya "Gayri yeter" derse! Bir gün gözü açılır da, o
bir torba kömür karşılığı kimlere ne tavizler verildiğini görürse!
O bir torba kömür için çekilen peşkeşleri fark ederse. "Neden
elektriğe, suya, gaza, yola bu kadar para veriyorum?" diye
sorarsa! Benzinin neden çok pahalı diye merak ederse!
Hani olur da bir gün gözü açılır
da gerçekleri görürse Hiç mi korkmuyorsunuz?
Dedim ya onu tarih affetmeyecek. O ki, adaletten,
hukuktan, kul hakkından korkmaz. Ama tarihten korkmalı Çünkü
ellerinde Türkiye'nin kanı var. Ellerinde türbanı kılıç yaparak
kanatarak, yara-yara ortasından ikiye böldüğü Türkiye'nin kanı
var. İşte bu yüzden, onu tarih hiç affetmeyecek.” Bu, halktan
birinin serzenişi... Mektup internette dolaşıyor okunabilir.
TC ‘karşılıklı sevgi, saygı, anlayış ve barış’
üzerine kurulu bir Halk Devleti’dir.
Atatürk’ün, despotizm, sulta ve
zorbalık anlamına gelen ‘devrim’ yerine, toplumsal konsensüs’e
dayalı ‘İnkılâp’ı tercih nedeni budur. Kanıtı TBMM’de kazılı
“Egemenlik kayıtsız, şartsız Milletindir” vecizesi olup;.Devlet
idaresinde “sevgi-saygı, adalet, eşitlik ve hukuk esastır "insani
boyut ve bilinçli toplum" Türk halkının hakkı, bir Cumhuriyet
projesi ve milletin “muasır medeniyet seviyesini aşma” idealidir.
Çünkü, darbelerle dayatılan, “Bundan böyle asla, bir Atatürk
çıkartamayacak (pasif, palyatif, bilinçsiz ve paralize) toplum
yaratma” emeli güden, sözde “bilgi çağının baronları” fiilen
bitmiş ve tükenmiş, ülkemiz ve dünyayı da tükenme noktasına
getirmişlerdir. Yukarda açıklanan mektup bir örnek... Hakikat:
Türk halkı’ nın sinesini parçalayan ıstırap ve çile, diğer tarafta
‘yalan-talanla’ saltanat süren baronlardır.
"İyi, Namuslu, Dürüst ve Demokrat
olan kazansın. Bilerek ve 'bilinçle' KÖTÜ'lere oy verenler ve
kötüler kahrolsun." AMİN
Sadece "Özel" yazışmalar için adres: gercek.demokrat@hotmail.com
WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com
*Bu makaleler telif yasası kapsamı dışındadır.
Serbestçe yayınlanmaları için gönderilmektedir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
49 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- İHTİRAS, KAPİS VE HIRS
- Türkiye siyasetinin elli yıldır
süregelen zaafı “ihtirasın itişi ve yetmezliğin çekişi” ile kör inat
uğruna tam bir ikilem (bocalama, çelişkiler yumağı) içinde
sürüklenerek olduğu yerde dönüp durmasındadır. Gerçekte ıstırap
içinde kıvranan dünyanın da derdi budur.
- Bilgi çağında bilgisizlik, cehalet
ve safahat..Olacak şey değil!...Ama gerçek bu..
- Egoizmin sınırlarını aşan çılgınlık,
hırs ve ihtiras derecesine varan korkunç bencillik;
- Buna mukabil, daima üç maymunları
oynayan, ağır-aksak, kör, topal, sağır ve dilsiz sencilik..Kısır
döngü içinde yıkılan, yok olan gelenekler, ötelenen, hor-hakir
görülen insan, insanlık davası ve medeniyet…
- Oysa insan olmanın, insan olarak
kalmanın ebedi şartı: Adalet ahlâkı ve hukuktur…
- Adalet ve hukuk evrensel bir değer.
Yalnız insanları değil, bitki, hayvan, hava, su ve sair hayatın
bütün unsurlarını kapsar. Yeryüzünün ortak sahibi, yaşamı paylaşan
insanlık ve insan’a hizmetle memur canlı-cansız yaratıkların
tamamının muhatabı adalettir.
- Dolayısıyla, adalet, hukuk ve
hakkaniyet cihazına sahip ve saygılı olmayan toplumlar sürü
konumundadır. Sürüyü ‘kendi mod’unda sabit kılarak’ yönetme adına
domuz veya kene gibi sömürenler var. Bunlar, çılgınca bir hırs,
ihtiras, kapris ve menfur emellerinin zebunu müzmir mütegallibe
(gizli emel ve kötü niyet sahibi işgalci, sulta, tasallut ve
gayrimeşru yollarla ‘gücü elinde tutan’ unsurlar) biçiminde bilinir,
medeni siyaset, kadim hukuk ve klasik sosyolojide ‘hayvan altı
varlık olarak tanımlanırlar. Zira yaradılış var oluş mutlak
saygı-sevgi, adalet’e sadakat ve hukuka mutlak itaat üzerine
kuruludur. Hakikatte hukuk: İlimde kıdem, görevde ehliyet,
insanlıkta liyakat ve (üretim) gayret oranında eşit hak esasına
dayanır.
- Doğrusal yönde (insanlık boyutunda)
hırs, ihtiras, bencillik ve kaprise yer yoktur.
- “İnsanlar eşittir ve üstünlük sadece
takva (ilim-ifan ve yüksek ahlâk) iledir.
- Örneğin: İslâm’ın son Peygamberi Hz.
Muhammed, “Mümin olmadıkça Cennet’e giremezsiniz, sevmedikçe de asla
mümin olamazsınız” derken; Yunus Emre “Yetmiş iki millete, bir gözle
bakmayan; Halka Müderris (Alim, Profesör) olsa (da), hakikatte
asi’dir” der. Yine Hazreti Peygamberin buyurdukları: “Allah’ın
varlığı ve birliği’ne inananlar (hangi şerait ve mezhepten olurlarsa
olsunlar) Müslüman’dırlar. Onların kanı ve katli haramdır. Zira
onlar da sizin kardeşlerinizdir. Onlar, İslâmi muameleye
müstahaktırlar” Ve nihayet, evrensel değer Hazreti Mevlâna’nın:
“İster Mecusi ol, ister putperest.. İstersen 40 kez tövbe edip
bozmuş ol, yine gel. Bu kapı (insanlık kapısı) ümitsizlik kapısı
değildir” çağrısı, insanlığın çimentosu, asgari müşterek’i sevgi,
saygı, hürmeti ve mükellef olduğu muhabbetidir.
- Burada evrensel bir örnek daha
vereyim.
- Şöyle ki: “Temiz insan ve temiz
toplum üç esas üzerine kaimdir.
- 1. Bireyin ruh temizliği (ahlâken
yüksek, namuslu-dürüst, beden-ruh ve can üçleminde anlaşık ve
kendisiyle barışık olmak)., 2. Vücudu temiz, sağlıklı ve güçlü
tutmak. 3. Tertemiz bir ruh, (akıl-berrak bilinç) ve güçlü, sağlıklı
bir vücut sahibi olarak yakın/uzak çevreyi tam bir titizlik, onur,
erdem, ilke ve sorumlulukla temiz tutmaktır.
- İşte iktisadi, sosyal, siyasal,
kültürel temizliğin “toplumsal ve bireysel” şartı budur.
- Dikkat ederseniz tezlerin hepsi
değer; Hırs, ihtiras, kapris ve egoizm (bencillik) tam bir
değersizliktir. Değersizlik, insanlık âlemi, dünya ve evren için
büyük tehlikedir.
- Zira değersiz varlıklar hırsızlık,
yolsuzluk, yoksulluk, cehalet, ahlâksızlık, onursuzluk,
nedenidirler. Sorun ve sorumsuzluk üretirler. Anarşi, terör-tedhiş,
yalan-talan, vurgun-soygun, rüşvet-iltimas, gasp ve irtikap,
istismar ve suiistimal bunun doğal sonucudur.
- Bu bağlam ve kapsamda 29 Mart’ta
vazife nedir?
- Elbette, hırs, ihtiras, kapris ve
bencillik üzerine kurulu, millet iradesini hiçe sayan, bu dayatma
seçimde; Açıklanan değerler ve insani ilkeler ışığında, onur-erdem
ve sorumlulukla hareket ederek, parti fanatizmini aşıp, insanlık
düşmanı “hırs, ihtiras ve kapris” zebunlarına asla oy yerine, acil
ihtiyaçları olan “onurluluk ve sorumluluk” dersi vermektir.
- "İyi, Namuslu, Dürüst ve Demokrat
olan kazansın. Bilerek ve 'bilinçle' KÖTÜ'lere oy verenler ve
kötüler kahrolsun." AMİN
-
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
50 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
29 MART SENDROMU
Toplumsal veya bireysel boyutta
araz-hastalığı belirleyen, bir arada görülen ve tanıyı kolaylaştıran
bulguların tümüne sendrom; birim belirti ise semptom olarak
tanımlanır. Şu kadar ki, terminolojide kullanıldığı alan bireysel
hastalık veya toplumsal bozulumu kapsar.
Meselâ şimdi bir mahalli seçime (?!)
hazırlanıyoruz.
Parti sahipleri bazında semptom
(demagoji, popülizm, fikri mutasyon, inatlaşma, zıtlaşma, ilmi
yetersizlik); Bütünleşik yapıda (genel kombinasyonda ise) tam bir
sendrom (bitmişlik, tükenmişlik, ilkesizlik, onursuzluk,
projesizlik, çözümsüzlük) gözlenmektedir.
Bir yanda başarısızlık, yetersizlik
ve yeteneksizlikten kaynaklanan hayıf ve hırçınlık; diğer tarafta
“dedikodu, çamur atma, karalama, iddia, iftira” gibi boş lâflardan
ibaret, hırs ve ihtiras furyası.. Lokal ve küresel bağlamda
yoğunlaşan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal krize karşı
kimsenin bir projesi, alternatifi yok!.. Partiler ve adaylar
birbirlerini hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soygunla
itham edip suçlamakta, dosyalar havada, karanlık kapılar ardında
pazarlıklar, tehdit, şantaj ve ahlâksız tekliflerde cabası.
Politik-ACI gündeminde hak-adalet,
ilke-onur, üretim, sorumluluk ve halk yok.
Elli yıldır bir ‘kısır döngü’ sürüp
gidiyor. Adaylar millet iradesiyle belirlenmedi. Seçimlerle yaklaşık
105.000 kişi belediye organlarına seçilecek. Aday sayısı 550 -600
bin. Tamamı sultalarca belirlenerek atandı. Doğrusu ‘partiye kayıtlı
üye veya delegelerce’ hiçbir telkin, ahlâk ve hukuk dışı baskı
altında kalmadan, oyun-düzen, pazarlık olmadan seçilmesi; buna da
merkezlerin saygı göstermesiydi. Hak-hukuk, adalet ve demokrasi
buydu. Açıkçası “demokrasinin vazgeçilmez unsuru (!) siyasi partiler
yine sınıfta kaldı!
İşte, bütün ülkeyi sarsan kirlilik
ve krizin esas nedeni.. Yozlaşma ve çürüme sisteme nüfuz etmiş,
statüko kirlenmiş durumda. “Tencere dibin kara, benimki senden
kara”. Basında yer alan iddialar insanı dehşete düşürmeye yeter.
Peki “Temiz Eller” operasyonu ne oldu?
Sonuçta, bu seçimde milletin adayı
yok!.. Halka biçilen vazife yine Noterlik!
Bir de seçmen boyutu var. 2002'den
bu yana kütüklerde tam bir komedi yaşanıyor. 2002'de seçmen sayısı
41 milyon 300 bin. İki yıl sonra, 2004'te 43 milyon 500 bine
çıkıyor. İki yılda 2 milyon artış…2007'de, (22 Tem.) sayı 42 milyon
500 bine düşüyor. Bu defa 2 yılda 2 milyon artan seçmen sayısı, üç
yılda bir milyon geriliyor. 2008'e gelindiğine sayı 48 milyon 300
bin. Bu kez bir yıl içinde seçmen sayısı altı milyon birden artıyor!
Konu, kamu vicdanını tatmin edecek
biçimde çözümlendi mi? Maalesef hayır.
Bu ağır ihmal, yolsuzluk ve
sorumsuzluktur. Neticede seçmen, parti farkı gözetmeden; Şaibesiz,
dürüst bir aday’a veya “bağımsıza” oy vermelidir. Aksine verilecek
her oy, suça iştirak ve potansiyel suçluyu teşvik anlamına gelir.
Ki, sorunun temeli yolsuzlukların, hızla tespiti, suçluların adalete
teslimi, alacakların tahsili ve faillerin cezalandırılması aciliyet
kesbetmektedir. Zira biriken yolsuzluk dosyaları ürkütücü
boyutlardadır. Üstelik ortada bir ‘medya-mafya-politik-ACI” üçgeni,
yandaş-yoldaş dayanışması ve yetkisizlik sorunu vardır.
Oysa uluslararası yolsuzlukla
mücadele hukuku, BM-AB kararları, ilgili sözleşme ve anlaşmalar;
(çoğu imzalanmış ve TBMM’de kabul edilmiş olsalar bile) uygulama
yasalarının çıkmaması nedeniyle hükümsüz kalmaktadır. Ayrıca,
onaylanan sözleşmeler gereği siyaset ve siyasi iktidardan bağımsız
"Yolsuzlukla Mücadele Birimi" derhal kurulmak, mutlak etki ve tam
yetki ile faaliyete geçirilmek; milletvekili dokunulmazlıkları
“kürsü masuniyeti” ile sınırlı kalmak koşuluyla kaldırılmak
zorundadır. 17.04.2003’te TBMM’de 4852 sayılı kanunla kabul edilen
GRECO yolsuzluğa karşı özel hukuk sözleşmesinin, 18.05.2006 (TBMM)
kabul tarih ve 5506 sayılı “BM yolsuzlukla mücadele sözleşme”
hükümlerinin tam uygulanabilmesi için, gerekli yasa ve hukuk
kurallarının ivedilikle hazırlanarak TBMM’den çıkarılıp, uygulanması
derinleşen sorunu çözecek ve sendrom sona erecektir. Aksi takdirde
sorun; İlk Millet-vekili seçiminde “bütün statüko ve sendrom
partilerinin” sandığa gömülmesiyle çözülebilir.
Sadece özel yazışma ve görüşmeler
için e.MAİL:
gercek.demokrat@hotmail.com
WEB:
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com
NOT: Makaleler telif yasasına tabi
olmayıp; mümkün olduğunca yayınlanması için gönderilmektedir.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
51 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
DE’FACTO SULTA
Neredeyse yarım asırdır devletin düzeni bozuk.
Milletin üstüne kâbus gibi çöken
darbeler; eşitlik, hak, adalet ve hukuk düşmanlığı de’facto (resmen
olmasa da fiilen) hükmünü sürdürüyor.
Rejim, haklı, doğru-dürüst, ilkeli,
onurlu ve sorumlu yurttaştan yana değil; Zengin, güçlü, paralı,
onursuz, hırsız-yolsuz, milli servet ve kaynakları sorumsuzca israf
eden, peşkeş çeken saltanat ve sulta unsurlarından yana.
Milli tarih-Milli hafıza, manevi
değerler ve doğal stabilizatölere (temel toplumsal ilke ve denge
unsurlarına) inadına bir direniş, başkaldırı, güzel adet, örf, ahlâk
ve geleneklere karşı red bilinci oluşturulmaya; bunun yanı sıra
“sorumluluk bilincinden arınmış, ilkesiz-onursuz ve sorumsuz birey”
yani, prototip insan yaratılmaya çalışılıyor.
Bu uğurda yıllardır uygulanan
psikolojik savaşla; Vatandaşın beynine, bilinçaltına, onu
ümitsizlik, başarısızlık, hayal kırıklığı, kâbus, karamsarlık ve
hüsrana sürükleyecek, hak yolunda-millet hizmetinde mücadele gücü ve
direncini yıkacak-kıracak olumsuz mesajlar ve yönetimi denetleme
iradesini ortadan kaldıracak sistematik telkinler empoze ediliyor.
Öyle ki; Halkın bilinçaltından
toplumsal görgüler, örfler, adetler ve yasa kavramının ifade ettiği
algılar, yozlaştırılmaya, çürütülmeye, anlamsızlaştırılmaya
çalışılıyor. Bilincin bu özelliğinin keşfedilmesi ve teknolojinin de
ilerlemesiyle, Subluminal Teknik yani bilinçaltına gizli mesaj
gönderme yöntemiyle, samimi dindarlık ve özellikle saf (arı-duru)
Müslümanlığa karşı; Dinler arası diyalog ve ılımlı İslâm gibi
Watikan’ın menfur yöntemleri kullanılıyor.
Psikolojik savaş sürecinde bu
mesajları bilinçaltına gönderme, aktive etme, çeşitli illegal yol ve
yöntemlerle yapılmakta. Örneğin müzik, dizi, sıradan program, normal
ve çizgi film, açık oturum, münferit hitap-sohbetlerle haber
programlarının ses/görüntü altına insan kulağının duyamayacağı ama
bilinçaltımızın algılayabileceği düzeyde ‘çok hassas’ dalga boyunda
mesajlar yerleştirmek suretiyle insanlar üzerinde tahribat, akıl ve
hafızalarda tahrifat yapıyorlar. Bazı siyasi partiler bile 25. kare
denilen bu yöntemi zaman zaman kullanmaktan geri kalmıyor. Ekolojik
denge, doğal doku ve bedensel tehdide yönelik DNA, RNA bozucu tohum
kodlaması, sanayi kirliği, biyolojik savaş ve hormonal baskı da
cabası.
Elli yılı mücavir bu süreçte
Depresif ve şizofrenik, paralize bir yapı oluştu. İnsanların ruh
beden imtizacı, vücut kimyası ve zihinlerini senkronize edecek,
dengeleyebilecek sosyal ilâç ve unsurlar bir bir yok edildi. Buna
paralel cinnet, cinayet, şiddet eğilimi ve gerilim arttı.
İnsanlarımız artık geleceğinden umutsuz, yaşama sevincini yitirmiş,
karamsar ve mutsuz.
İşte bu nedenle, Cumhuriyet’in temel
(Atatürk) ilkeleri, insan hakları ve hukuka aykırı ayrıcalık,
dokunulmazlık ve imtiyazlar ısrarla korunuyor. 27 Mayıs’tan bu güne
demokrasi, hak, adalet, eşitlik ve hukuk kavramları muâllakta..
Seçimden siyasete, siyasetten başıboş piyasa (!) ekonomisine kadar
şaibe bulaşmadık yer kalmadı. Cumhuriyet’in vazgeçilmezi ve temel
ilkesi olan halk’a hizmet, art arda yaşanan hezimetler (kaos, kriz,
bunalım ve buhran), eza, cefa, haksızlık, yolsuzluk ve aralarında
‘başbakan, bakan, parlamenter, general, emniyet müdürü, rektörler
ile şehir ve büyük şehir belediye başkanları’ da bulunan bit, pire,
kene, sülük ve vampirlerce yapılan sömürü, suiistimal ve hortumlarla
halk canından bezdirildi.
Kamu vicdanını derinden sarsıldı,
rencide edildi, yaralandı.
Türkiye’de yaşamak adeta bir zulüm
ve işkence halini aldı.
TBMM’nin Genel Kurul duvarında
“Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılı. 549 kişi her gün bu
temel emir ve ilkeye bakarak el kaldırıyor. Hani ‘Milli İrade’?
Amma bu “EL’LER” ne hikmetse bir
türlü, haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soyguna,
saltanat ve sultaya “DUR” demiyor. Ortalıkta dosyalar uçuşuyor,
kimse Hâkime, Savcıya gidemiyor. Cumhuriyet’in savcıları ‘hak-adalet
adına” durumdan vazife çıkartmıyor.
NEDEN?
Çünkü, ülkemizde DE’FACTO saltanat ve SULTA hakim de ondan!...
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
52 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
ŞİMDİ NE YAPMALI?..
Dünya, yıllardır Türk milleti’nin
yaşadığı felaketlerin boyut ve hacminden habersiz.
Öyle ki, bölücü unsurlar ile ülkemiz üzerinde menfur emel ve
çıkar hesapları olanlar ‘Tehcir’ i dahi soykırım olarak niteleme
çabası içindeler. Üstelik bu tür haber ve yorumlar bütünüyle yanlı,
objektif ve tarafsız değil. Şu an için, ilhamını karanlık güçlerden
alan ‘aydın’ bir kesim özürcülerin yargılanmasından son derece
kaygılı ve rahatsız.
Ancak bilinmelidir ki bunun, arsızca
ve hâyasızca iddia ettikleri fikir özgürlüğüyle bir alakası yok.
Soykırımı algılama, milli etik ve etnisite ile alakası var. Bunlar
gerçek amaçlarını gizleyerek "fikir özgürlüğü" demagojisi
yapıyorlar. Dertleri bu değil!. Türkçe konuştukları ve Ermenilerce
Türklere uygulanan “belgelerle sabit” vahşet, ihanet ve soykırımı
iyi bildikleri halde sözde soykırıma inanmaya, savunmaya ve lehte
propaganda yapmaya çalışmak, ya kör cahillere, ya da soyu belirsiz
hainlere mahsustur..
Hani Recep Tayip Erdoğan’ın, Başbakan sıfatıyla bunlara verdiği
bir cevap var ya;
“Her halde soykırımı bunların dedeleri yapmış ki, özür
diliyorlar!”
“mükemmel” bir cevap.. Doğruluğunu görmek için lütfen bu
makalede isimleri verilen ve mezkür sitelerinde mahfuz kimseleri bir
araştırın!. Aralarından nesebi Ermeni, Rum-Yunan ve Sabetaistlere
dayanmayan kaç kişi çıkacak acaba?... Konuyu Atatürk’ün ‘etnik
köken’lerle ilgili vecizesi ile derinleştirmek istiyorum. “Ben
ülkemde iş başına gelecek insanın soyuna, sop’ una bakmam, ancak
ihanetlerini gördüğüm vakit damarlarındaki kanına bakarım."
Yanlış anlaşılmasın. TC’de hiç kimsenin etnik kök filan
gözettiği yok.
Davos’tan sonra sanal olarak
yaratılan Yahudi karşıtlığı da uydurma, yalan.
Dünya da azınlık hukuku’nun asli unsur haklarından ileri olduğu
tek ülke Türkiyedir. Bakmayın adları Türk’çe olduğu halde, soydan
bozuk Ermeni, Rum-Yunan haymatloslarına; Bunların ar damarları
çatlak, kanları kirli. Sürekli Kürt sorunu, soykırım, demokratik
hak, özgürlük, güvenlik deyip demagoji yaparlar. Oysa gerçekte bütün
değerleri yozlaştıran, ortamı karıştıran, anarşi, terör-tedhişe
çanak tutan, yardım ve yataklık eden işte bunlardır. Organize suç
örgütlerinin mimar ve müsebbipleri, bilumum soygun-vurgun
olaylarının suçluları da!...
Gerçek odur ki, tarih boyunca Türk devletlerine asla ‘Türk’
ihanet etmemiştir.
Ülkesi ve milletine ihanet eden de görülmemiştir. Türk “azınlık”
olduğu ülkede bile namuslu, dürüst ve merttir. Yaşadığı devletin
yasalarına uyar, yasaklarına riayet eder. Ülke insanlarına saygı
duyar. Zulme maruz kaldığında anayasa ve hukuk yolundan hakkını
arar. Baskı, cebir ve şiddetle karşılık bulursa; Yunanistan,
Bulgaristan, eski Yugoslavya, Kıbrıs, Musul Vilâyeti (Kerkük) D.
Türkistan ve diğer Türk esaret (azınlık ve tasallut) bölgelerinde
olduğu gibi ‘medeni ve insani’ hakları uğruna açıkça, insanca,
mertçe mücadele verir.
Netice de Türk budur. Türk böyledir!.. Türk büyüktür… Bunlar
kadar alçalmaz!..
Peki; bunların neresi Türk Allah aşkına? Batılı Tarihçi illâ
ortaya bir fitne-fesat, iftira katar. Bu sözde tarihçiler, her ne
kadar Türk’ten hain göstermeye çabalarlarsa da, bu kesinlikle
yalandır. İftiradır. Hele ki yazarın adı Türk’se kansızdır! Bu
tahrifçiler şüphesiz dönme, devşirme veya soydan gayrisahihtir.
Meselâ, Ermeni asıllı yerli lobilerle müştereken kökü dışarıda
‘diaspora’ca yürütülen sözde Kürt sorunu ve soykırım iftirasına bir
bakalım:
Baştan söyleyeyim Türkiye’de asla
bir Kürt sorunu yok. Var diyenleri bir bir araştırın, soruşturun
altından mutlak surette Ermeni, Rum ve Yunan dönmesi çıktığını
göreceksiniz.
Dahası; “1915'te Ermeni’lerinin maruz kaldığı büyük felâket'e
duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor.
Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu
ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum” diye, hıyanet
kokulu bir metne imza atarak; 16.12.2008’de ‘Türk Milleti adına’ ve
TC’de: “Ermeni’lere soykırım yaptık onlardan özür dileyelim” savıyla
başı çeken isimleri de analiz edin.
Açıkça ifade ettikleri şekilde, öç alma, hıyanet, haset ve
düşmanlıkla kıvranan hain bir kitle ile karşılaşacaksınız. Üstelik
bunlar bizden para kazanan kişiler. Menfur siyasi görüşleri bizi
ilgilendirmiyor. Kimi bunların yazılarını sever, şarkılarından
hoşlanabilir. Güzel gibi görünen fakat en hafif ifadesiyle gülünç
bahanelerle aymazlar ve ihanet kalkışmacılarına para kazandırmayı
sürdürebilirler. Onlardan biriyle söyleşi yapanlar da çıkabilir.
Bu bir Türklük onuru ve insanlık
derecesi sorunudur.
Böyle düşünenler aslında çok
yanılıyor ve aldanıyorlar. Doğrusu: bunları, böyle düşünenleri ve bu
‘gibileri’ millet olarak çevremizden atmak hayatımızdan çıkartmak,
dışlamak, insanlık adına memur, zorunlu ve sorumlu olduğumuz
demokratik tepkimizi göstermek, bedhahları cemiyet, devlet, siyasi,
sosyal ve sanat hayatımızdan silmek gerekir.
“Ermeni’lere soykırım yaptık onlardan özür dileyelim” savıyla
‘başı çeken” isimler ve sürdürülen kampanyalar http://www.ozurdiliyoruz.com
adresinden görülebilir..
Lütfen kendinize gelin. Uyumayın!.. Bilinçlenin, farkında
olun!...
Özgürlük, huzur ve güvenlik
alanımızı daraltan, insan hakları, adalet ahlâkı, hukuk ve
demokrasiyi dumura uğratan, anarşi-terör ve tedhişe çanak tutan,
rüşvet alan-veren, hırsızlık, yolsuzluk, gasp-irtikap, görevi kötüye
kullanma, kaçakçılık, kayıt dışılık, aleni istismar ve
suiistimallerle malul “takip, denetim, kontrol ve şeffaflıktan” ödü
kopan, ulusal veya uluslar arası denetimden şiddetle kaçan güruhun
tamamı benzer tandansta düşünen, frekansları pek farklı olmayan,
mütemmimleri “Türk, Türkiye, Milli Devlet, Hak-Adalet, Hukuk,
İnsanlık ve İslâm düşmanı” organize çıkar (anarşi, terör ve tedhiş)
örgüt furyalarından müteşekkildir.
Başta Türk milleti aleyhine kirli kumpaslara taraf ihanet
şebekeleri olmak üzere; yukarıda nitelik ve nicelikleri açıklanan
bütün zanlı, fiili ve potansiyel suçlulardan devleti arındırmak,
“her kim olursa olsun” hedef kitle bazında zan altındaki bu menfur
topluluktan “iyilik, doğruluk, namuskârlık, dürüstlük ve erdemlilik
adına” toplumda şüphe, şaibe, korku ve tereddüt uyandıran herkesi ve
her kesimi hesaba çekmek, suçluları bulmak, şiddetle men ve
cezalandırmak, çevremizden dışlamak zorundayız.
Bu devlet, hükümet ve birey için
görevdir. Hedef kitle sadece “özürcüler” değildir. Yanlış
anlaşılmasın. Onlar zaten bağımsız yargı ve Türk adaleti önünde
hesap verecekler.
MESELE: Bunlar ve benzerlerinden “ADAY OLANLARA” asla oy
vermemektir.
Türk Milleti bir yandan bu “emsal” davaya taraf
olmak, sahip çıkmak; Diğer taraftan yukarda evsafı açıklanan ve
eylemleri tanımlanan “hırsız-yolsuz-yalan-talan” takımından ülkeyi,
siyaseti, STK, parti, iktisadi sektör ve kurumları kurtarmak için
elinden geleni her şeyi yapmak zorundadır. Bu bir insanlık ve
vatandaşlık görevidir. Sosyal sorumluluktur.
SONUÇ: Türk, Kürt, aleni Ermeni, Rum, Müslim veya
Gayrimüslim; Asli unsur veya azınlık, her kim olursa olsun:
Namuslu-dürüst, onurlu-sorumlu, hakkıyla üreten ve helâlinden
tüketen herkes bizim kardeşimiz, yurttaşımız, sevgili ve değerli;
Birinci sınıf vatandaşımızdır.
AMA!.. Suç odağı, organize terör ve çıkar örgüt
zanlısı, kumar borcu-diyet borcu olan yalancı-talancı,
şüpheli-şaibeli, rüşvetçi-iltimasçı, hortumcu ve suiistimal güruhu
asla!. Bunlar Türk milletini alçakça sömüren keneler, sülük ve
domuzlar mesabesinde olup; yandaş, yoldaş ve yol arkadaşları dâhil
insanlık ve millet düşmanıdırlar.
ŞİMDİ TAM ZAMANIDIR: 29 Mart’ta bir yerel (genel)
seçim var ve bu seçimde yukarda tanımlanan tür’lerin büyük bölümü
halkın önüne “ADAY” sıfatıyla çıkacak. Dikkat ediniz lütfen!.. Bu
adayların hiç biri “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” umdesine
uygun olarak milletçe belirlenmedi. Gayrisini millet düşünmeli,OY’unu
tam bir vatandaşlık şuuru ile ‘BİLİNÇLE’ kullanmalı ve siyasi
mevtalar ile politik-ACI’ları ebediyen sandığa gömmelidir.
Biline…
Özel yazışma için adres: gercek.demokrat@hotmail.com
WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
53 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- ÖZÜR’CÜLERE YARGI YOLU
- Günümüz Türkiye’sinde psikolojik savaş, provokasyon
ve dezenformasyon (yanlış, maksatlı, art niyetli bilgilendirme,
perdeleme ve menfur amaçlar doğrultusunda yönlendirme) hükmünü tüm
şeametiyle sürdürmekte. Başta ‘sanal âlem’, yazılı ve görsel kartel
medyası bu işi 50 yıldır aleni bir düşmanlıkla yapıyor. Örnek:
‘özellikle’ gözden kaçırılan özürcüler…
- Hatırlarsanız bu kalkışmaya en ciddi tepki
23.12.2008 tarihinde Hüseyin Türk, Hasan Hüseyin Satır, Sabahat
Özgür, M.İnal Kolburan, Hüseyin Erdoğan, Serdar Orhaner ve Kürşat
Karacabey’den geldi. Milli tarih şuuruna sahip, onurlu-sorumlu ve
mazinin şanlı şehitlerine saygılı bu kardeşlerimiz; Türk Milleti’ni
aşağılayan özürcüler hakkında TCK’ nun 301/4 maddesi uyarınca
koğuşturma ve kamu davası istemiyle “Büyük Türk Milleti’nin tarihine
leke sürüp, izzeti nefsine saldırıda bulunan” zanlıların “halkı kin
ve düşmanlığa alenen tahrik ve Türk Milleti’ni aşağılama suçlarından
yargılanıp cezalandırılmalarını” istemişlerdi…
- Basın Savcısı Abdulvahap Yaren başvuruyu inceledi ve
08.01.2009 günü: Türk’lerin Ermenilerden resmen özür dilemesi
gerektiğini savunan şüphelilerin, “üzerlerine atfedilen iddiaların
içeriğine bakıldığında; kamuoyunda tartışılan güncel beyanlardan
olduğu ve demokratik toplumlarda ortaya çıkan düşüncelerin ifadesi
niteliğinde bulunduğu, subjektif düşüncenin tüm kamuoyu tarafından
benimsenmesinin zaten mümkün olmadığı, bu tür aykırı düşüncelere
rağmen, zaten karşı düşüncelerin de kamuoyunda ifade edildiği;
Düşünce özgürlüğünü benimseyen demokratik toplumlarda genel
kamuoyunun düşüncelerine aykırı ifadelerin suç olarak nitelenmesinin
hukukun temel ilkeleri ile bağdaşmayacağı..” gerekçesi ile
“özürcüler hakkında soruşturmaya gerek olmadığına” karar verdi.
- Akabinde davacı ve şikâyetçiler 29 Ocak 2009 günü
Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na: C. Başsavcılığı’nca
verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar’a itirazla; “İtirazın
kabulü ve zanlılar hakkında kamu davası açılması” isteminde
bulundular.
- Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi itirazı kabul edip, Ankara C.
Başsavcılığı’nca verilen ''Ermenilerden Özür Dileme'' kampanyasıyla
ilgili takipsizlik kararını kaldırdı ve TCK (301 madde) gereği ‘izin
için’ Adalet Bakanı’na başvuruda bulundu. Adalet Bakanı Şahin
4.3.2009 günü istemi kabul ederek, davalıların (zanlıların)
yargılanmalarına resmen izin verdi. Böylece yargılama yolu açıldı.
Sayın Adalet Bakanı’nı bu takdir ve tasarrufundan dolayı
kutluyorum. Her ne kadar bu “takdir hakkı” (301 değiştirilirken)
AB’den “vize” nedeni ise de, şu an için kullanma biçimi isabetli ve
yerinde oldu. Şimdi ‘adil bir yargılama için’ gözler Mahkemede.
- Milletin inandığı-güvendiği kurumların başında
‘bağımsız” Türk Mahkemeleri gelir. Türk Adaleti daima halkın
itimadına mazhardır. Oysa: Sözde dost-müttefik ABD eyaletlerinin
ekseriyet ile AB’nin tamamında, “Türkler Ermeni soykırımı
yapmamıştır” demek resmen yasaktır. TTK eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf
Halkacoğlu ile İP Genel Başkanı D. Perinçek ile isimleri muhal çokça
TC vatandaşı hakkında kesinleşmiş para ve hapis cezası var. Kaldı
ki, mezkür ülkelerde, bu hukuk ve ahlâk dışı müeyyideden dolayı
‘Türkiye ve Türklerden özür dilemeyi’ hiç kimse, değil telâffuz
etmek, insanlar akıllarının ucundan bile geçiremez. Üstüne üstlük,
katılmak veya bağlanmak için çırpındığımız AB’de.. O, AB ki,
1580’lerden beri fırsat buldukça Türklere soykırım yapmış, tehcir
uygulamış ve DRAKULA namıyla maruf Kazıklı Voyvoda’yı insanlığın
utancı soykırım tarihine altın harflerle kazımıştır.
- Şimdi Türk kamuoyu ve kamu vicdanı; Adalet
Bakanı’nın yargılama izninden ötürü rahat, memnun ve müsterihtir.
Artık iş millet-vekil’lerine düşmektedir. Şimdi, damarlarında
Türklüğün asil cevherini taşıyan bütün Vekiller bu durumdan cesaret,
ders ve ibret alarak, “1876-1923 yılları arası Ermeni,
Rum-Yunanlılar tarafından Türk Soykırımı yapıldığına dair” milli
mevzuat ve evrensel hukukun temel ilkelerine uygun bir yasa önerisi
hazırlayıp: derhal Genel Kurul’a sunmalıdırlar. Elbette, bütün
sıcaklığı ve güncel belgeleriyle sabit Srebrenica, B.Hersek, Karabağ
ve Irak soykırımları, katliam ve yerel “progrom”ları da hesaba
katarak..
- Çünkü: İnsan hakları, siyaset ve adalet; hukuki
mütekabiliyet üzerine kaimdir.
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
54 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
-
EREĞLİ ÇÖL
OLMASIN!
-
Konya’nın Ereğli
ilçesi 1980’lere kadar hayalleri zorlayacak harikulâde bir
güzellikte idi. Yöresel tabirle dere, akar, çay ve arklarla kılcal
damarlar gibi örülmüş son derece verimli, işsizlik sorunu olmayan,
insanları sağlıklı, neşeli, huzurlu-mutlu, nüktedan, gelecekten
umutlu hayat dolu yemyeşil, cennetsi bir efsane şehir vardı. Sonra
mı? Okuyunuz lütfen!...
-
Ülkemiz ve dünyanın
en güzel şehirlerinden biri olan (Konya) Ereğli'nin en önemli ACİL
ve güncel sorununa değerli ilgi ve dikkatlerinizi çekmek istiyorum…
-
Bilindiği üzere
Ereğli en az 5000 yıllık kadim bir yerleşim merkezidir.1985’ e kadar
şehirden geçen akarsu ve Roma İmparatorluğu zamanında açıldığı
bilinen “toprak kanallar” (Ereğli ağzında “arklar”) sayesinde İç
Anadolu’nun yemyeşil, mümbit, masalsı ve cennetsi bir yöresiydi.
Öyle ki, “Yeşil Ereğli” den bereket fışkırır, taşı toprağı değer
üretir, insanları sağlık, mutluluk, refah, zenginlik ve barış içinde
yaşarlardı.
-
Zira, ilçeye hayat
veren ve insanlara bolluk ve bereket bahşeden ark, akar ve dereleri
(can suyu) vardı. Rivayete göre
İvriz’den fışkıran bu su, Hazreti Ali (RA) tarafından, asırlar önce,
susuzluktan kıvranan bölge halkına mucize kabilinden bir armağandır.
Dolayısıyla Ereğli, Selçuklu ve Osmanlı döneminde yaklaşık 500 yıl
Mekke’ye vakıflık yapmış olup; kaynaklar ve halk arasında yaygın
anlatımlara göre Zemzem suyunun yeryüzündeki ikinci zuhuru
Ereğli’dedir ve “Erkili” efsanesine konu pınarın burada olduğu
bilinir. Yani Ereğli, aynı zamanda kutsiyet izafe edilen bir
yerdir.. Bazı seneler, Bahar ve Sonbahar aylarında gelen seller,
bazen de 'mirav' ların su dağıtım rejiminde yarattığı sorunlar
nedeniyle; 1970’ lerde İvriz Barajı Ereğlililerin rüyası haline
geldi. O dönem politikacıları “baraj” vaat ederek oy isterlerdi.
Sonuçta beklenen oldu. 1985’te İvriz Barajı açıldı. Ama inanılmaz
(haksız ve hukuka aykırı) cebri bir kararla Ereğli’nin ana dere,
akar ve arklarından akan “can suyu” birdenbire kesiliverdi. Önce,
binlerce yıllık, Ereğli’ye hayat veren, gençlerin yüzdüğü, tarla,
bağ-bahçe, güzelim ağaçlık alan ve çayırların sulandığı, sıcak yaz
günlerinde ailelerin piknik yaparak çevresinde dinlendiği, hayat ve
bereket kaynağı, binlerce emsalsiz güzellikle birlikte akarlar,
ark’lar ve dereler kurudu, hâttâ, zamanla üstleri kapatıldı.
Dolduruldu. Asfaltlandı...
-
Sonrada, “Yeşil
Ereğli” kubbe de bir hoş seda veya mazide muhteşem bir hatıra gibi
gözler önünden silinmeye, yok olmaya, kuraklığın pençesinde
ıstırapla kıvranmaya, için için ölmeye ve çölleşmeye başladı! …2008
de, gelinen durumu özetleyecek olursak::
-
Türkiye’nin en
lezzetli sebze ve meyvelerinin yetiştiği bağ ve bahçeler kurudu. Son
5-6 yılda, Türkiye çapında haber olan toz fırtınaları oluşmaya ve
yoğunlaşmaya başladı. Bu fırtınalar esnasında insanlar evlerine
sığınmak, bir yerlere saklanmak ve kapanmak, kimi daireler ve
hastaneler boşaltılmak zorunda kaldı. Henüz çağla iken meyveler,
olgunlaşmadan çeşit çeşit sebzeler 'çok hazin ve içler acısı bir
manzara sergileyerek' susuzluktan dallarda kurudu. Yer altı su
seviyesi 8-10m de iken 80-100 m ye indi, Ortalama yıllık yağış can
suyu kesilmeden önceki 23 yılda 315 mm iken sonraki 23 yılda 287 mm
oldu (% 8,9 azaldı); yeşil alanlar kuruduğu, meyvelik, selvilik ve
söğütlükler kesildiği, yeşil örtü yok edildiği için yağmur bulutları
‘yağmura” dönüşmeden Ereğli’yi terk etmeye başladı. Ortalama
sıcaklık arttı. Eko sistem bozuldu. Mevsimler özellik, tazelik ve
güzelliklerini yitirdi. Eski Bahar’lar ve efsanevi (şairane)
Sonbahar’lar kalmadı. Kış’lar çok kurak, inadına soğuk ve
çekilmez-dayanılmaz, tahammül edilmez hale geldi. Ereğli'nin gülen
yüzünün yerini, sert ve haşin, acımasız ve zalim doğa koşulları
aldı. Dünyanın sayılı sulak alanları ve kuş cennetlerinden biri olan
meşhur Ereğli Sazlıkları (Akgöl)’ün alanı 21500hk dan 3000hk a indi,
geçmişte önemli sayıda üreyen özel kuş türlerine artık
rastlanmamaktadır. Hayaller, eski fotoğraflar ve hafızalarda yaşayan
güzellikler yok oldu. Ereğli resmen ve fiilen çölleşme başladı…
-
Bu çevre ve doğa
katliamının sorumlusu, sanıldığı gibi İvriz Barajı değildir. Yanlış ve bilinçsiz,
haksız ve hukuksuz uygulanan su yönetim planıdır. Halen geri dönüş
mümkündür. Kayıplar telâfi edilebilir ve şehir tekrar kazanılabilir.
Velev ki, kurtarılmak istensin!..
-
Gerçekte
ülkemizin ekolojik denge sorunu çok büyük. Yerine göre çok kritik ve
telâfi edilemez boyutlara dayanmış durumda. Eko sistem çekilmekte,
çökmekte, iklim değişmekte, onursuz-sorumsuz, cahil ve bencil ‘beton
yığınları dikmeyi kalkınma sanan” şehir eşkıyaları ve çıkar odaklı
neo-yönetim unsurları yüzünden Türkiye, acil-vahim bir doğa
felâketiyle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır..
-
İşte,
Konya’nın Ereğli ilçesi de bu kritik yerleşim ve yaşam alanlarından
biri..
-
Ancak
önce genel duruma, AB ve dünya ya ‘mukayeseli bir bakışla’ göz
atmak gerek.
-
Dünya’da
‘başka Türkiye yok’ söylemi ne anlama gelmektedir? Şöyle bakalım
bir.:
-
“Tüm
Avrupa’da 12 bin çeşit bitki türü var. Türkiye’de bu rakam 9000.,
Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanmakta. (82 Nijerya
kadar) Son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok oldu.
Yetişmiş bir ağaç günde 17 kişinin oksijen ihtiyacını karşılıyor ve
22.5 kilogram karbondioksiti absorbe ediyor. Sadece dünya kâğıt
tüketiminin yarısı geri kazanılabilse, yılda 8 milyon hektar orman
alanı korunabilir. Günümüzde dünya dakikada 21 hektar orman alanı
kaybediyor. Böylece fert başına her yıl doğaya 7 ağaç
borçlanmaktayız. Çünkü bir yıl içinde kullandığımız kâğıt- kartonlar
ve ayrıca yaşamsal ihtiyaçlarımız için 7 adet ağaç tüketmekteyiz.
Bir Avrupalı yılda ortalama 300 kg. kâğıt ve kâğıt ürünü tüketmekte.
Dünyada her yıl kâğıt tüketiminin yarısı geri kazanılsa Türkiye
büyüklüğünde bir ormanlık alan yok olmaktan kurtarılabilecektir.
Bunu asırlar öncesinden gören Fatih Sultan Mehmet ne demiş?
“Ormanlarımdan bir yaş dal kesenin, başını keserim” Ya İslâm’ın son
Peygamberi Hz. Muhammed? “Kıyametin koptuğunu görsen dâhi, mutlaka
bir fidan dik!” Ve bir Çin atasözü: “Herkes kendi kapısının önünü
temizlerse şehirler tertemiz olur”
-
Sonuçta
eko sistemle barışıklık anlamına gelen ‘çevre koruma’ olgusu,
bireysel görev ve sorumlulukla başlayıp, tüm ülke ve arz’ı içine
alan‘evrensel’ duyarlığı zorunlu kılmaktadır. İnsan’a düşen görev
önce ruhsal, sonra bedensel ve buna paralel çevre temizliğidir.
Çevrecilik sadece ‘temiz tutma’ anlamına gelmez. Aynı zamanda
ekolojik sistem, denge ve değerleri ‘doğal ortamda’ koruma, kollama,
iyileştirme ve geliştirme anlamını taşır.
-
Ki, başta
Ereğli olmak üzere, ülkemizde pek çok yörenin sorunu korumasızlık;
Yasa dışı edinim, kanunsuz temlik-tasarruf, Soygun-vurgun, rant
kaygısı ve imar yolsuzluklarıdır. .
-
Dolayısıyla hemen harekete
geçilmez ise Ereğli çok yakında çöl olacaktır.
-
Unutmayın ki
başlayan çölleşme ‘acil önlem alınmadığı takdirde’ hızlanarak
artacak ve “acil önlem alınmaması halinde” çok geç olacaktır. Artık
bekleyecek vakit mi var? Bu kötü gidişe son verilmez ise, uzun
vadede Ereğli’yi bekleyen diğer tehlike, şimdi tahminen 925 m (can
suyu kesilmeden önce tahminen 975m) olan yeraltı su seviyesinin, Tuz
Gölü seviyesinin (905 m ) altına düşmesi halinde ova köylerinde
ilelebet tarım yapılamaması ihtimalidir.
-
EREĞLİ İÇİN; ACİL ÖNLEM ve ÖNERİLER:
-
DSİ, Belediye ve
Özel İdare işbirliğinde İvriz Barajı’nın su yönetim planı acilen ve
derhal değiştirilerek Ereğli’ ye can suyu yeniden verilmelidir. Bu
halk için ‘doğal bir hak’, DSİ ve Belediye için asli görev, tarihi
vebal ve ivedi sorumluluktur. Akarlar ve binlerce yıllık, “ark”lar
tekrar açılmalıdır; (açma, temizleme ve dönüştürme işlemi günümüz
teknolojisiyle kolaylıkla mümkündür, çok kısa sürede
gerçekleştirilebilir) Ayrıca, 1965'lerde Göztepe'de olduğu gibi;
yerel potansiyel, Ordu, Okul-Öğrenci ve TEMA gibi kuruluşların
desteği alınarak ve halkla işbirliği yapılarak, bütünüyle Tont ve
Toros yamaçları mutlaka ağaçlandırılmalıdır.
-
Aslında mesele bu kadar basit, kolay ve ucuz olmakla; Yeşil
Ereğli’nin çöl olmasını önlemek, eski güzelliklere, yemyeşil ve
bereketli topraklara tekrar kavuşmak sadece sahiplik, duyarlık ve
sorumluluk gerektirmektedir. Burada duyarlık, bilinçli-sorumlu
takipçilik halka; şehir medyasına; 29 Mart adaylarına; Görev ve
sorumluluksa, başta Çevre-Orman Bakanı, DSİ Genel Müdürü, Kaymakam
ve Belediye Başkanı’na düşmekte. Şimdi “Sosyal sorumluluk ve bilinç”
zamanıdır. Yeşil Ereğli’nin çöl olmaması dileğiyle, iyi, sağlıklı ve
mutlu günler
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
55 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Nevval KAVCAR
|
Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ |
- KÜRT RAPORU VE ABANT PLATFORMU
- 2007 Ekimindeki “Kürt Raporunun”
gelişmiş versiyonu Obama’nın önüne konuldu demiştim. “Kürdistan
Üzerinde Çatışmayı Önleme” raporunun ana fikri; TSK’nin PKK ile
mücadeleden çekilmesi, PKK için af çıkarılması ve Çapulcistan’ı
tanımaya yönelik adımların atılması idi.
- Bu adımlar 29 Mart 2009 yerel seçimi
sonrasında atılacaktır. Bir yandan Brüksel’in talebi doğrultusunda
bölge halkını daha azdıracak çözümler öne çıkarılacak, öbür taraftan
Irak’ın Kuzeyindeki yapı ile tanımaya dönük çalışmalara girilecek.
- Obama’nın Gül ve Erdoğan’ı arayarak
“bölgenin liderisiniz” mealindeki sözlerinin altında yatan budur.
Amerika’nın Ortadoğu, Kafkaslar ve Asya siyasetindeki öngörülerini
Erdoğan ve Gül’e aktarması “Top sizde” demesi, yerel seçim sona
erdiğinde daha anlam kazanacaktır.
- Amerika Obama döneminde daha atak
siyaset yürütecek ve muhtemeldir ki İslâm Coğrafyasının, Washington
lehine dönüşümü hız kazanacaktır. “Barış, terörle mücadele ve
demokrasi” kelimelerini çok duyacağız.
- Avrupa ve Amerika’nın Türkiye’den
beklediği davranış, “içerde Kürtleri özgürleştirmek, dışarıda
Irak’ın Kuzeyindeki yapıyı tanımaktır.” İç kamuoyuna bunu anlatmanın
yolu onlara göre “PKK terörünün bitirileceği” müjdesidir. PKK’nın
bitme vakti gelmiştir. Tahterevallinin PKK ucu aşağı inerken,
Kürdistan kısmı yukarı kalkacaktır. Geçmişin coğrafi bölgesini, ABD
lehine devletleşme sürecine tanıyarak katkı vermemiz istenmektedir.
- Sevr tekrar karşımızda yani. Ülke
toprakları önce G.Doğu’dan başlayarak “Kürtleri” ve “K.ırak’taki
yapıyı” tanıyarak, yasal bölünme sürecine girecektir.
- İşte bu günleri yaşarken, Fetullah
Gülen’in “Abant Platformu” Irak’ta toplandı. Dolar yürekli olan bir
yığın kendini bilmez oraya giderek, Amerikan politikasına hizmetkâr
olduğunu ilân etti.
- İki gün boyunca orada konuşulanın
özü “Türkiye’nin o soysuz yapıyı” mutlaka tanıması üzerinde
yoğunlaştı. Fetullah Gülen’in Amerika’nın menfaati doğrultusunda
adım attığının ilânı Erbil’deki toplantıdır. Sonuç bildirgesinde
“Türk medyasının bakış açısını değiştirmek ve Kürt Yönetimini
tanımak” vardır.
- Tanımanın göstergesi de Abant
hizmetkârlarına göre:
- “Erbil’de bir Türk Konsolosluğu ve
Ankara’da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin bir temsilciliğinin
açılması” dır.
- AKP iktidarı gelmeden önce
Türkiye’nin kırmızı çizgisi “Irak’ın kuzeyinde oluşacak Kürdistan’ın
harp sebebi olacağı” idi.
- Görüldüğü gibi Erdoğan çok şeyi
değiştirdi. Millî menfaatler aşındırıldı. Daha daha aşındırılması 29
Martta yerel seçimi kazanmaları sonrası olacaktır.
- Yoksa oğluna değil gemicik, isterse
trans Atlantik alsın. Çevresi Harun gibi gelip, Karun’a dönüşsün.
“Millete din iman deyip, kendilerine han hamam alsınlar.”
- Türkiye altımızdan kayıyor.
Yolsuzluklar, millî menfaatlerimizin aşındırılmasına bakınca hafif
kalıyor.
-
- Özgür Fehmi Efendi
- Allah kimseyi para pulla imtihan
etmesin. Şu kısacık ömrünü satacak çok kişi var çevrede. Adı
yaptığının karşılığını almak gibi masum fakat 100 bin liraya da köşe
yazılmaz yahu Fehmi Koru. Her kim neyi abartırsa abartsın, bunca
parayı önüne serenlerin beklediğini misli ile veriyorsun. O paranın
onda birine AKP iktidarı önünde takla atan onca şarlatan bu miktarı
duyunca dudakları uçuklayacaktır emin ol.
- Günlerdir aldığı miktar ortalarda
geziyor, millet “vay bee” diyordu. Nihayet cevap vermiş, diyor ki:
“Elde ettiğim ekonomik bağımsızlık, bana, fikirlerimi özgürce
açıklayabilme fırsatı da tanıdı. Kimseye eyvallahım yok, canım
sıkılınca ceketimi alıp gidebilecek haldeyim.” ( F.Koru- 18 Şubat
2009- Y.Şafak)
- Binlerce lirayı sana ceketini alıp
gitmen için ödemiyorlar Fehmi Efendi. Hizmetinin karşılığı o para,
ananın ak sütü gibi helal değil bilesin. Hele ceketini al bak,
kimlerle hangi telefon görüşmelerin, bağlantıların ortaya saçılacak.
- Odatv’nin yayınına göre TMSF’den
program başı 32 milyar almış. Toplam da 640 milyar ediyor. Bunca
para “Ekonomik özgürlük” saçmalığı ile açıklanamaz.
- TMSF cevap versin hele. Daha kimlere
ulufe dağıtıldı? Bahsi geçen dağıtıma kim karar veriyor? Sorusundan
başlayarak cevaplasın TMSF sultanlığı.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
56 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Nevval KAVCAR
|
Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ |
KARANLIĞA GİDEN IŞIK FETULLAHÇILIK
Fetullah Gülen gerçeği ne kadar
anlatılsa, ayet gereği bazıları görmüyor, duymuyor. Amerika’da
hazırlanan Kürt raporunu meşrulaştırmak için, Abant Platformu
Musul’da toplanmıştır. “Türkiye Kürdistan’ı tanısın” denmiştir.
Böyle bir şey olursa, bu çığ nerede durur? Fetullah Gülen dinî bütün
Müslüman mıdır, yoksa Müslüman –Türk kimliğini Amerika’ya
kullandırarak fason mu çalışmaktadır?
Okulları, yurtları, STK marifetiyle
içinde bulunduğu toplumu dönüştürmektedir. Dönüşüm geçmişini unutup,
inancı yozlaşıp önüne konulanla yetineceği yerde duracak süreçtir.
Okullarının dili İngilizce olmakla birlikte, seçmeli ders ile Türkçe
öğretilen fakir çocuklar Türkiye’ye getirilerek, vitrin olarak
kullanıldıkları “Türkçe Olimpiyatlarına” çıkarılmaktadır.
Bin bir yüzlü bu insanların kendi
projeleri olamaz bu elbette. İçinde yaşadıkları toplumun gözüne
girip, zeki, ilerisi için istikbâl vaat eden gençler, kendi
kültürüne yabancı Amerika’yla iyi geçinecek şekilde eğitilmektedir.
Okuldan yetişen gençler ailesi ve toplumundan kopmuş, kendilerine
her söyleneni yapacak konuma gelmektedir. Devlet yönetimindeki
görevlerinde söyleneni yapan, ılımlı idareciler olacaklardır.
Misyonerlik yapılmaktadır tercümesi. Okul Müslüman ülkede ise
gençler Kürd Said’in (Said Okur) hezeyanları ile İslâm’dan
koparılmaktadır.
AB’de Avrupalının ırkçı ve kasvetli
din anlayışından çocuklarını korumak isteyen Müslümanlar,
Çocuklarını bilmeden bu defa, Fetullah’ın misyonerlerinin kucağına
atmaktadır. Öyle olmasa AB ülkelerinde o çocuklara eğitim Türkçe
olurdu. Almanya’da Almanca, diğer ülkelerde İngilizce eğitim
verilmektedir. Ki, Türkçe AB’nin kabul ettiği dildir.
Müslümanlarımız zeki olmalı ve karşılarına çıkacak
tehdidi görmesi gerekli iken, bu konuda ayak diremektedir.
Almanya’da yaşayan bir akrabama Gülen konusunu anlattığımda bana: “
Aman sus, çarpılacaksın” demişti. “Şeyh uçmaz, Mürid uçurur” bu gibi
durumlara mahsusu bir anlatım olmalı.
Gelelim Özbekistan’a. Asala bitip, rutine bağlanmış
PKK saldırıları başlatıldığında, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri
özgürlüğüne kavuşuyordu bir bir. Washington’un gözü onlarda idi. Ne
oldu? Fetullah Cemaati “Amerika’nın işaretlediği yerlere
konuşlanmaya başladı.” Komünizmin zindanından kurtulan Türkler, bu
defa da Amerikan cehennemine düştü.
Özbekistan’da suçlama gerekçesi her
ne olursa olsun, biliyoruz ki cemaat devlet işleyişine karışmış,
okullarındaki gençleri toplumdan koparmış ve akla hayale gelmeyen
birçok işe karışmıştır. Bugün Türkiye’de yasalar karman çorman.
DTP’liler ellerinde APO posteri geziyor, AKP değişemez maddeler ile
Anayasanın ruhuna fatiha okumaya hazırlanıyor, “dur” diyecek
kalmadı.
Netice olarak Özbekistan Cemaati
erken çözdü, diyebiliriz. “3’ü Türk 11 kişinin 6,5 yıl ile 8 yıl
arasında hapis cezalarına çarptırıldılar.” Sadece bu kadar değil.
Cemaat okullarından mezun olan epey bir kişi de cezalar aldı.
Beyinleri tamamen yıkanmış o kişilerin artık ne Özbekistan’a ne de
kendilerine faydası olmayacaktır.
Kerimov’a Düzenlenen Suikast
Amerikan Kolejlerinin Özbekistan’da
kapatılma tarihi epey eski. 2000 yılı. Gerekçesi Devlet Başkanı
İslâm Kerimov’a suikast girişimi. “Kerimov bu kararı alırken
kendisine yönelik bir suikast girişiminde Gülen yandaşlarının da yer
aldığı”nı açıklamış, Ankara’ya da bildirmişti.
Görüyor musunuz hangi fonksiyonları yerine
getiriyorlar.
Güvenlik servislerinin takibi ile varılan bir
netice. Bu konuları kapsayan TV programı da yaptılar. O programda(
Basın – 21 Şubat 2009);
1- Özbek Ulusal Güvenlik Servisi
tarafından hazırlanan ve devlet televizyonunda 16 Şubat günü
yayımlanan “Karanlığa Giden Işık” başlıklı belgeselde ise Nurculuğun
ve Gülen hareketinin tarihi anlatıldı ve bu hareketin özellikle
yatılı okullar aracılığıyla yaydığı görüşlerin Özbek ulusal
kültürüne ve bilincine aykırı olduğu vurgulandı.”
2- Özbek televizyonu, Türkiye'den
gelen Fethullahçıların kurduğu okulların özellikle yatılı statüyle
faaliyet gösterdiğini, bunun amacının da öğrencileri ailelerinden ve
çevrelerinden uzaklaştırarak, 24 saat kendi denetimleri altında,
daha kolay etkilediklerini belirtti”
3- Fethullah Gülen tarikatının
binlerce yıllık Özbek kültür ve geleneklerini yıkıp din yoluyla
beyin yıkadığını belirten Özbek Televizyonu, bu okullardan mezun
olan iyi eğitimli, çocukların ileride devletin kilit noktalarına
gelmesinin amaçlandığını vurguladı.
Bunları biz değil, Özbek Devleti
söylüyor.
Hollanda Hükümeti de mercek altına aldı cemaati.
Amerikan emperyalizminin bu kolu geriletilirse,
insanlık rahat nefes alır.
Abant İle Türkiye’yi Sırtından
Vuranlar
15 Şubatta Erbil’de cemaat – Amerika işbirliğinde
yapılan toplantıda “Türkiye Kürdistan’ı tanısın” denmiştir.
Washington’un “Kürt raporunun”
hayata geçmesi için gereken yaptırım, sonuç bildirgesine girmiştir.
Türkiye’ye bunu yapan, bulunduğu
ülkelere neler yapmaz?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
57 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
- KANLI ve KINALI TOPRAKLAR: ÇANAKKALE
- Selam sana... Bin bir çile ve
zahmetlerle yoğrulmuş. Al kana bulanmış ve gözyaşı sulanmış.
İzanlarımızın muhakemesinde buluşmuş. Toprağının her bir metresi
şehitlerin kemikleriyle süslenmiş. Hüzünlerin alevlerinde çığlık
olarak kopan mahşerin kanları duygularımızı incitmiş bulunan. Hicran
alevlerine sokulan korlarla kalb odamızı yakmış olan. ÇANAKKALE...
- Selam size... Bin bir çile ve
zahmetlerle yoğrulmuş, al kana bulanmış ve gözyaşı ile sulanmış
Müslüman ümmeti ve beldeleri.
- Selam sana... Toprağının her bir
metresi Anadolu’nun kapısını aralayan Alparslan ordusunun zaferinden
günümüze şehitlerin kemikleri ile zenginleşmiş. Binlerce tarihin
mirasçılığını üstlenerek çağların üstü çağlara umran kaynağı olmuş.
İslam Medeniyetinin arzı saran özellik ve adalet yurdunun güzelliği
olan.
- Hürmet size... Bin bir çile ve
zahmetlerle yüzleşerek: hakkın rızası ve halkın hizmetçisi olan;
alimlerin, fadılların ve nurlu yıldızların yurdu... Ecdadımızın
hicret konağı... Eyvanların istikamet bucağı. Selam...
- Kanla sulanan, aziz kemiklerle
süslenen ve vuslatla üflenen ülkemizin istirahat yerinde bulunan:
Celadettin Rumi, Akşemsettin, Mimar Sinan ve daha nice çağının
temelinde çağların ufkuna mesafe aydınlığı olan
- isimlerin; berrak hecelerin, asırların güzellik sesinin: rikkat
safileri. Çağlayanların hakikat nefesinin fısıltısında yükselen
himmet ve hizmetleri.
- Haçlı ordusunun dünyanın dört
yanından akarak çiğnediği güzel yurdumuzda birleşen Müslüman şanlı
ve kanlı cengaverler. Hilafetin temsilcisi İslam ülkesinde
toplanarak din ve vatan mücadelesi için gelmiş olan şehit yada
gaziler. Ak alınlarını terlettirerek, kara saçlarını kınalatarak,
geride kalanları göz yaşına boğarak ve hayır dualarını alarak... Acı
savaşın yıkıcı ve yırtıcı namlularda kurban olan ey şanlı ve kanlı
kahramanlar. Selam...
- Asırların zaman akıntısını sağlam
gayelere oturtarak dünyayı sevdaların bağrına sokarak. Osmanlı
imparatorluğu adalet ve nizam içersinde hüküm sürmüştü. İnsanların
kaçınılmaz çukurlara yuvarlandığı varoluşun perdesi ruhlardan
çekilmesi. Antik zamanların derinliğinde anlık yaprakların solması.
Yaşamların donması. Tarihin yosunlu kuyularında fani batışına
ibretle bakarak müşahede ederek nice devletler; doğmuş, büyümüş ve
bir daha doğrulanmayarak çağların mezarlığına göçmüştür.
- Yalnızca yaptıkları imarları,
eşyaları, kaşıkla meydana çıkarılan toprak altında ki medeniyetleri
gün yüzüne çıkarak, günümüzün ibret aynasında zihin ve
fikirlerimize çökmüştür.
- 20.yy başının ensesine tokmaklar
vurulmaya başlanmıştı 1. Dünya harbinin fitnesini dinamitleyen savaş
Avrupa’yı alevlendirmişti. Avrupalılar fakir ülkelere kan ve gözyaşı
akıttırarak, alın terlerini gasp ederek, tarih mirasını çalarak ve
yeraltı ve yerüstü madenleri kepçeleye dek sömürüyor ve kendi
ülkelerine taşıyorlardı. Bunun içinki savaşla birbirlerini
yumruklayan Avrupa daha da maddi zenginliklere kavuşma mücadelesine
girmişlerdi. Osmanlı imparatorluğu da o sıra da tarih sahnesinden
çekilmeme sancısına girmişti. Balkan harbinin ağır darbesinden yeni
çıkmış, ellerindeki silah ve mühimmatlar çamurlu yollarda
terkedilmiş ve iktisaden halk fakir durumda inliyordu. Kısaca
Osmanlı beli bükük, bağrı yanık ve yorgundu. Öyle bir yorgunluk ki
ağır hasta. Avrupa’nın adlandırdığı hasta adam. Ve hasta adamın göz
kamaştıran zenginliğini harita üzerinde mücrim ellerle paylaşılan
pasta: Osmanlı toprakları...
- Hüzün yüklü kör kuyularında kaybolan çileli zamanlar. Buhranlı
dalgaların zihnimize ve fikrimize yansıması. Bulanık hazin dolu
zamanının kanları taşlara ve yaşlara yapışması. Zamanın sisleri
arasında kaybolarak başlara ve taşlara kazınarak yer edinmiş hazin
soluklar. defterlere yayılan, eserlere yazılan Çanakkale’nin
duygularımıza bakışı, düşüncelerimize batışı.
- 1915 tarihinin kanlı deresinden
süzülerek; hecelerin fısıltısını, hadiselerin fırtınasını,
hicranların nefesini dinliyoruz ve izliyoruz.
- Haçlı ordusu toplanmış hasta diye
nitelendikleri Osmanlı imparatorluğu- na hançeri saplayarak ölmesini
hızlandırmak emelleri. İşgal için geleceğin bulanık tablosunu
gözleyerek, hayal penceresinden ufkun kirli istikbalini kanla
resmederek hülyalara kapıldılar.
- İstanbul’un ihtişamına kavuşma ihtirasları ile; vicdanlarını
yırtarak, zihinlerini kızıl tablolarına sararak, 1915 zamanının
damgasında yeni çağların temellerinde ufukların ve uzakların
kirpiklerine yönelmişlerdi. Lakin Çanakkale topraklarına göçülen,
tozlarına gömülen sabis işareti ile alınlarını öptürmüş haçlı
ordusu. Acı dolu zamanın kör kuyularında talihsizlikle buluşmuşlar
ve hayal kırıklığına uğramışlardı. Tarihin mühründe kazılan kanlı
geçitsizlik ve şanlı Osmanlı askerinin mücadelesi ile yazılan
Çanakkale. Kanla sulanan, şanla seslenen topraklar...
- Halis istikametli, ihsanların
işaretinde Müslüman askerler. İmanının aydınlığını söndürmemek,
bağımsızlığın nefesini boğdurmamak için alınlarını ve ellerini
kınalatarak toplanmışlardı.
- Umman denizinin engin maviliklerini
yararak, menzillerin konağına ulaşma sabırsızlığı ile dalgaları
süratle tokatlayarak yaklaşıyorlardı. Evet savaşın kanlı yüzünden
günümüze göz yaşların sızısı kalplere süzülerek, idraklere
sokularak... 1915’in kanlı balçıklarına kapılarak çığlıklarla
hüzünlerin balyozları ruhları sarsacak. Çanakkale’nin sıkıntılı
yosunlu kuyularına yanık gözlerin sızıntıları akacaktır.
- Hüzünlü kör kuyuların kızıl
bataklığının aynasında zihin ve fikrimizi iğneleyen, vicdanlarımızı
yaralayan zamanların çarkında öğütülen. Gözleri kararak, iştahları
kabararak, akıllarını kapatarak üstün teknolojik silah üstünlüğüyle
Çanakkale boğazına yığılmışlardı.
- Tarihlerin kimi yerde altın
sayfalarla süsleyerek anlattığı şanlı, kimi yerde arşın bağrına
vurulan kanlı soluk. Sisli şafakların gözlerini dinamitleyen, umran
ların nefesini dişleyen, rikkatlerin dizlerini titreten zamanın
boğuşması 18 Mart 1915
- Gökyüzünün tatlı serinlik ve
maviliklerini örten karabulutlar dağılmış, yaşları dinmişti.
Günlerden Perşembe dir. Osmanlı tabyasının sırtlarında ufukların
berraklığında görülen düşmanın gri hantal gemileri boğazın perdesini
yırtarak giriş yaptılar. Haçlılar vicdanlarını kopararak ve
izanlarını kırar arak tek noktanın limanına kilitlendiler. Zengin
İstanbul’un kaynaklarına sahip olmak, toprakları işgal ederek
tarihten silmek. Kınalı kahramanlar engin maviliklerin boyasını
kirleten griliğe kısıklı. Ağır hantal teknolojik üstünlükte geçecek
ve Osmanlının boğazını sıkarak öldürecek- mi. Dilleri ıslatan,
kalbler ısıtan ALLAH’A dualar la tevekkül teslimiyeti.
- Ve… kulakları yırtan korkunç gürültü
çığlığını kopardı, Osmanlı tabyaları üzerine. Yıkıcı topların
dokunduğu yerleri anında dağıtıyor. Mehmetçiğin nazik bedenine
yapışan saçmalar anında ruhları koparmaya başlamıştı. Tabyalar ise
mühimmat yönünden yetersiz olduğu için boşa harcanacak bir tek
malzeme olamazdı. Bir diğer yetersizliler, toplar eski ve paslı
durumda olduğu için atış menziline ulaşılamıyorlardı. Kısacası bu
kanlı meydan MADDE – MANA SAVAŞI olacaktır.
- Kinlerini kusan savaş gemileri
gururlu askerlerinin yüreği kıpırtılı. Birkaç gün sonra ulaşmayı
planladıkları ihtişamlı güzelliği hülyalarıyla içiyorlar. Hayalleri
ile adeta uçuyorlardı.
- Gözleri kararak, iştahları kabararak
İstanbul’a dümenler daha da hızlandı. İtilaf askerleri daha da
hırslandı.
- Madde kuvvetinin çevrelediği,
teknolojik üstünlüklerinden dolayı çalımla ilerliyorlar. Osmanlı
askerleri tetikte ve kulakları komutanlarının vereceği emirlerin
sabırsızlığında. Ve… Savaş gemileri boğazın en dar yerinde karadan
cevap geldi. Öyle bir karşılık ki anında gemileri alabora olarak
suların dibine gömülüyordu. Kanları denize döktüren DENİZ – KARA
savaşı berrak suların aynasında günümüze yansıyarak başladı. Bir
yanda havadan başlarına yığılan toplar. Bir yandan da on gün önce
kör karanlığın ufuksuzluğunda rotalarına döşenen mayınlarla şaşkına
döndüler. Hülyaların kıskacında İstanbul tablosu buharlaşarak söndü.
Rüyalar hazin tablonun karşısında dondu. İdrakleri çetin
mücadelelerin sahnesi olan savaş gerçeklerine buluştu. Ölüm
istemeyen nefisleri, mücrim ruhlarını kurtarmaya daldılar. Ölüm
veya hayat arsında kaldılar.
- Namlulardan kopan toplar anında
yerini buluyor. Kızıl alevler kıvılcım yaparak hantal metali
deliyor. Gemileri kısa sürede Çanakkale denizinin derinliğine
gömülüyordu. Deniz – kara birbirine karıştı. Barut ve alev kusan
gemileri öfkelenmiş karış karış Çanakkale nin toprağını savuruyor
ve yer yer sarsıyordu.
- Öğle saatlerinde başlayan savaş
korkunç bir dövüşle sürerek akşamın hafif meltemine yaklaşılmıştı.
Çanakkale nin hırçın dalgaları ufukların sisli menziline
sürükleniyordu. Hülyaların kırıklığı ile denize sabitlenen gözlerin
kırışıklığı. Gam ve kasvet yüklü kor yangınlarla dolu duygular
izanlara yığılarak umutlarını söndürmüştü.
- Akşama doğru itilaf savaş gemilerinin bazıları ağır yara almış.
Bazı gemilerde tabak gibi anında mavi gözyaşlarını yararak deniz
bataklığına iniyordu.
- İtilaf donanmasının muhteşem silah teknolojilerin karşısında.
Osmanlı ordusunun zayıf araç gereçlerine, yoksul ve yoksun
mühimmatların yetersizliğine rağmen Çanakkale boğazında
sıkıştırılmıştı. Bu da madde ve mana savaşı olarak tarihin şanla
kaydettiği ve kanla resmettiği mücadele olacaktır.
- Muhteşem donanımlı savaş gemilerinin
attığı seri mermilerinin alev örtüsü Mehmetçiklerin ruhlarını
çekerek ötelere kanatlandırıyordu. Kara tarafında oluk oluk dökülen
kanların istikamet sızısı şanlı işareti gösteriyordu. Yenilmez
dedikleri gemileri suların hararetine yutuluyor. Kısaca mana
bileğinin kuvveti itilaf tarafına yenilgi olarak yazılıyordu.
Unutulmaz zamanının kör kuyusunda acı olarak tarihin derinliğine
kazılıyordu.
- Rumeli mecidiyesi topçu erlerinden
Seyit onbaşı. Mermi taşıyan vincin bozulması üzerine: imanının
istirahat inde, vatanına olan sevdası coşkusunda. 276 kiloluk
mermiyi sırtına alarak yorgun topun namlusuna sürdü. Nusret mayın
gemisinin kanlı duvarını aşan ve tabyaların başarılı atışlarını
atlatan birkaç gemiler ya durdurulacak. Ya da İstanbul menziline
süzüleceklerdi. Billur billur damlayan terler. Savaşın kaderini
belirleyecek son mermi. Balistik hesaplar yapıldı. Gözler hedefe
kilitlendi. Gönüller sürpriz hadisenin belirsizliğine fişeklendi.
Kalbleri ısıtan niyazlar tevekküle işlendi. Ya ALLAH çığlığı dağ,
taşlarda yankılandı. Son mermi havayı delerek uğuldadı ve tam
isabetli atışla mermi çelik zırhı deldi. Düşman gemisi vurulmuştu.
Altı buçuk saat süren deniz savaşında gemiler engellendi.
- Biraz sonra da Çanakkale nin ince
kalbur tepelerinde güneş. Etrafına kızıl alevler yayarak gizlendi.
Karanlığın perdesi Kara ve Denizi örtmüş. Süslenen inci taneli
gökyüzü ve hilal parıltısı. Savaş gemilerinin alnına konulan haç
işaretine anlık yansımış. Karanlığın boğultulu nemlerinde kaybolarak
yok olmuştu. Var olan yalnızca hilal kaşlar. İman dolu başlar.
- Düşman gemileri yenilerek geri
çekiliyordu. Sömürmeye gelmişlerdi kendileri sönmüştü. Kinlerini
kusarak hırsla dövüyor… dövüyordu. Kahraman Mehmetçikten intikam
almak için.
- Şanlı geçitsiz Çanakkale boğazından
çıkarak son mermilerini de rast gele attılar. Etrafa derin sessizlik
hakim oldu. Akşamın mehtabında esen ceset ve duman kokusu kalblerin
dokusunda gözleri ıslattı. Kahraman Mehmetçiğin tarafında coşku
remzi ile dalgalanıyor. Düşman tarafında ise yenilginin gamlı
kasvetiyle ağır ağır ülkelerine yol alıyorlardı.
- Bu donanmanın üçte biri ya serin
sulara batmış ve ya ağır yara almışlardı. 900 askerlerininde canları
heba olmuştu. Osmanlı tarafında da 58 şehit 74 yaralı verilmişti.
- Bir günlük savaş. Serin sulara
batanlar. Toprağın bağrına çökenler.
- Bu bir günlük savaş. Tarihin
kaydettiği acı savaş. Ne ummuşlardı ve ne buldular:
- KAYIP ve YENİLGİ…
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
58 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
KARNI BAHAR KIZARTMASI
1 orta boy karnı bahar
2 yumurta
6 yemek kaşığı un
Tuz
Kızartmak için; margarin 150 gram
1 kase yoğurt
Orta boy karnı bahar kökünden
kesilerek bölünerek çiçek gibi çıkarılır, bol su altında yıkanır.
Tencereye bir miktar su konularak yarım yemek kaşığı tuz atılır ve
karnı bahar kaynayan tuzlu suda haşlanır fazla yumuşatılmaz.
Haşlanan karnı bahar süzülür biraz soğumaya bırakılır. Bir kaba
kırılan iki yumurta çırpılır ve bir kaba da un konulur.
Bir tava da eritilen yağ kızınca
soğuyan karnı bahar önce yumurtaya bölenerek una batırılarak tavaya
konulur. Karnı baharlar kızartılır.
Kızartılmış karnı bahar istenirse
sıcak sıcak servis yapılır. İsteyenler düz yoğur veya sarımsaklı
yoğurt dökülerek yenilir.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
59
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Serkan ÖKÇE |
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ |
BİRİMİZİN BİRİMİZDEN FARKI
Birimizin birimizden farkı
İki gözü bir ağzı
Değil ya.....
Her değirmenin farklı dönse de çarkı
Aynı buğdaya çalışır
Un olması için öğütme taşı
Her kanadı olan kuş uçmaz
Ama her uçan kuşun kanadı vardır,
Tıpkı böyledir ben de sevmelerin anlamı
Ve,
Akşamları...
Beni bu satırlara,
Seni bana getiren hep aynı
Aynı sevdanın ekili tohumları.
Aynı vazifeye mahsus,
Acıya yoğrulan sevginin tadı
Hangi ellerde örülür,
Ve nasıl...
Birimizin birimizden farkı,
Aynı göz yaşlarına ıslatmaz mıyız?
Farklı bedenlerde ki canı.
Madem zaman eşit,
Sevgi eşit,
Sevda aynı.
Neydi o aynalarda göremediğimiz,
Yalanlara katık ettiğimiz gerçek,
Neydi....
Birimizin birimizden farkı
Aynı buğdaydan olma unun
Fırında pişmiş,
Bir tepsi çöreğiyiz...
Ben, sen, o yok; hepimiz.... |
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
60 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Tülay BİLGİN |
Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ |
- HAYAT SENDROM’U
- Kadınlar kocalarının kıymetini
bilirler ve hep Allah başımızdan eksik etmesin diye dualar ederler.
- Evin emekçisi kadın bilumum tüm
işlerden anlar.
Yemekçisi
Bulaşıkçısı
Süpürgecisi
Çamaşırcısı
Ütücüsü
Çaycısı
Meyvecisi
Bilumum tamirat işleri
Çocuk bakımı
Çocuk eğitimi
Yıllık temizlik bakım ve onarım
Pazar alış verişi
İç işlerinden sorumlu aile bakanı(tabii ki sözü geçiyorsa)
- Erkeğin zaman bulamaması sebebiyle
büyük ebeveynlerin işleri de kadına yıkılır. Kendi annesi, babası,
kayın valide kayın pederi derken günün rekortmeni kadın her işi
yoluna koyar.
- Bunların birçoğunu, günlük yapmak
zorunda olan kadın yoğun bir çaba sonunda işlerini yoluna koyarak
akşama güzel bir sofra hazırlar. Üzerini değiştirir evin hizmetçisi
gitmiş yerine hanfendisi gelmiştir.
- Akşam yemeğinde buluşan aile
bireylerinin ilk Sendrom’u başlar.
- Çocuklardan biri de olsa, damak
tadına uygun sofrada yemek bulamaz ve sofraya oturmak istemez.
- Babanın çabasıyla zorla yemek
yedirilir.
- Yemeklerin birçoğuna kusur bulunur.
Akşam yemeğinde kadının ilk sarsıntısını yaşar.
Büyük bir maraton sonunda yine hayata devam eder moral verir
etrafına gülücükler dağıtır, pozitif sulara yelken açar.
- Evin reisi akşama kadar çalışmıştır.
Dışarıya çıkıp hava almak ister. Evde sıkılan çocuklar başlar kavga
etmeye. Şefkatli yüreğiyle bir sabreder ikincisinde ses denemesiyle
herkesi muma çevirir.
- Gece reis eve gelir ve kadın harpten
çıkmışçasına dinlenmek ister. Birazda eşine nazlanır söylenir.
- Akşama kadar ne yaptın da birde
dırdır ediyorsun der.
- Kadının bütün hayalleri yıkılmıştır.
Beğeni ve takdir için gayret eden kadının Uzun koşu maratonunun
sonunda şikeyle madalyası elinden alınmıştır.
- Yedi şiddetindeki deprem önceleri
yıkmaz. Zaman aşımıyla devreleri yanar. İşlevini kaybeder. Bir daha
eski halini almaz. Takdir ve beğeniyi karşımızdaki insanlara sunmak
çok kolay bir teşekkür ve bir gülümseme yıkımı önler.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
61 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
GEÇMİŞTEN KOPARILAN ŞEHİRLER ANKARA VE
İSTANBUL
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
Ak görüntüler adıyla bu
şehirlerimizin üzerlerine kara bulutlar çökertiliyor.
İdealleri çürüyen, parayı ayna gibi
kullanan, siyaseti çıkar aracı kabul eden kişiler tarafından bu
şehirlerde uygulanan tahribatlar bize hizmet diye yutturuluyor!
Bu şehirlerin geleceğe nasıl ve
hangi konumlarda taşınacağına dair ipuçlarını da bu şehirleri
yönetenlerin ve bunları destekleyenlerin tavırlarından anlıyoruz.
Bunlar bugün yüzsüzlük göstererek
adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden oy
vermenizi istiyorlar.
Bu şehirlerde biz yokuz yani millet
yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve tarih de yok, zevksizlik,
bilgisizlik ve ilkellik var!
Geçmişte görmediklerimizi bunlarda
görüyoruz!
Dolmabahçe Sarayı’na kadar uzanarak,
kendilerine bu faziletli yerlerde siyasi büro açanlar, tarihi kendi
yerinde bırakmama kompleksini taşıyorlar. Bunlar şuursuzca, «kendi
kendilerine gelin - damat olarak» ebedileşmek için adımlar
atıyorlar... Tepki alıp almayacaklarını düşünmeden gelecekte
koyacakları noktaları da önceden belirginleştiriyorlar.
Bu noktalarda, bulundukları yeri tanımlamak için Anayasa’ya ve
mevcut kanunlara aykırı bir şekilde mitinglerde Şeyhülislamlık,
padişahlık gibi unvanları kendilerine yakıştırarak yükseklerde
saltanat aramalarının Atatürk ilkelerine ve Cumhuriyet kanunlarına
bağlılık göstereceklerine dair yaptıkları yeminlerle çelişip
çelişmediğini de hiç düşünmüyorlar.
Karşılaştıkları eleştirilerden sonra da kendilerine koydukları
unvanları inkar ediyorlar.
Bunları bu şehirlerdeki tarihi izleri silerek gerçekleştireceklerine
inandıkları için de tahribatlarını derinden ve gizleyerek
yürütüyorlar.
Bunlar bugün yüzsüzlük göstererek
adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden oy
vermenizi istiyorlar.
Bu şehirlerde biz yokuz yani millet
yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve tarih de yok, zevksizlik,
bilgisizlik ve ilkellik var!
Bu şehirlerin sokaklarında
suskunluklar yürüyor, vurdumduymazlıklar gezinti yapıyor,
ilgisizlikler görev yapıyorlar!
Çeşitli iklim şartlarında bu
şehirlerimizden bize yansıyanları Avrupa ülkelerinde görmeniz mümkün
değil! Yani insan adeta bu şehirlerimizde unutulmuş durumda. Sabah
evinizden sağlam çıktıysanız akşam evinize sağ veya sağlam dönmeniz
mümkün olmayabilir. Kontrolsüzlüğün ve denetimsizliğin cirit attığı
bu şehirlerde inşaatlardan düşürülen çeşitli malzemelerle
hayatlarını kaybedenlerden, açılan kanalizasyon çukurlarında ölen
çocuklarımızdan veya değişik ihmallerle kaybettiğimiz veya özürlü
hale düşürdüğümüz insanlarımızdan bahsediyorum!
Bu kişiler bugün yüzsüzlük
göstererek adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden
oy vermenizi istiyorlar.
Bu şehirlerde biz yokuz yani millet
yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve tarih de yok, zevksizlik,
bilgisizlik ve ilkellik var!
İstanbul’da yağmur yağdığı bir gün
Aksaray’da iseniz, yolcu taşıyan araçlara binmeniz mümkün olamadığı
zaman haliniz harap! Yürüyerek Kapalıçarşı’ya gitmek isterseniz,
bir tek sığınak dahi bulmanız mümkün değil! Kaldırımların
düzensizliği ve yollardaki su birikintileri de sizin ne denli
etkileneceğinizi gösteren unsurlar! Bir de özürlü iseniz veya bir
özürlüyü götürüyorsanız sizi rahatça ulaştıracak yol veya size nefes
aldıracak bir sığınak bulmanız mümkün değil! İlgisizlikler Ankara’da
da İstanbul’dan farklı değil, yaşlı, hasta veya hamile iseniz, ya da
şiddetli bir rüzgârla sicim gibi yağmur yağıyorsa üstten geçen
yollara çıkabilmeniz, sığınaksız kaldırımlardan yürüyebilmeniz
mümkün değil!
Bu kişiler bugün yüzsüzlük
göstererek adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden
oy vermenizi istiyorlar.
Bu şehirlerde biz yokuz yani millet
yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve tarih de yok, zevksizlik,
bilgisizlik ve ilkellik var!
Bu şehirlerde mağazaların
kaldırımlara sarkan tabelaları, reklam panoları ve belediyelerce
konulan işaret panolarının, yüksekliğiyle, çıkıntı mesafesiyle nasıl
tehlike arz ettiğini de ortaya çıkan kazalarla görüyoruz.
Mağazaların dış cephe renkleri, yayaların geliş ve gidişlerini
olumsuz etkileyen dışlarına çıkarılan tezgâhlar, her birisi
şehirleşmenin dışında bir görüntü arz ediyor ve bu şehirlerimizdeki
yönetim boşluğunu ortaya koyuyor!
İşlek caddelerde süratle geçen
araçlardan kaldırımlarda yürüyen insanlarımıza gelebilecek
tehlikelere karşı, herhangi bir önlem alındığını da göremiyoruz!
Avrupa’da şehircilik büroları
öncülüğünde, yukarıdaki bahsettiğim bütün konular tek tek kurallara
bağlanıyor ve kayıt altında tutuluyor. Her bir değişiklik veya
yenileme ise bu bürolardan izin alınarak gerçekleştiriliyor.
Sokak veya cadde isimleri ulusal
değerlerle çatışmıyor!
Bizimle özdeşleşen adeta bir tarih
dokusu gibi şehirlerle birlikte değer kazanan sokak ve cadde
isimlerinin bu şehirlerimizde gelişigüzel kararlarla
değiştirildiğini görmekteyiz. Victor Hugo’nun doğduğu evin
bulunduğu sokağa başka bir isim verseniz, nasıl karşılanırsınız? Bu
sebeplerle her insanımız bir değer kabul edilmeli ve doğduğu eve,
oynadığı sokağa, yürüdüğü caddeye, gezinti yaptığı parka, yaşadığı
şehre saygı göstermek zorundasınız. İsim değişikliği kanunlarla
zorlaştırılmalı, bilim adamları ve Türk Tarih Kurumu vasıtalarıyla
bir komisyon tarafından yürütülmelidir.
Diğer şehirlerimizde oynanan
oyunları Ankara ve İstanbul’da da görüyoruz;
Yöneticileri verdikleri seçim
rüşvetlerinin insanlarımıza uyuşturucu etkisi yaptığını
düşünüyorlar! Narkoz verilen bir kişi, yapılan ameliyatı fark
etmiyorsa, rüşvet alan kişiler de «ceplerinden, akıllarından,
geleceklerinden, üzerinde yaşadığı topraklardan nelerin alındığını,
bilmiyorlar» şeklinde kabul ediliyorlar!
Ankara ve İstanbul’da Belediye
Başkanlığı yapan zatları bulundukları şehrin tarihi, tarihi dokusu
konusunda bir imtihan yapsanız her ikisi de kaybeder!
İstanbul Kapalı çarşıyı hemen hemen
18 yıl sonra 2007’nin sonunda gördüm. Dışarıda yağmur yağıyordu!
İçerde birçok yerde tavandan akıntılar vardı. Bazı bölümlerde
akıntı olan yerlere kovalar konulmuştu. Duvarlardaki bakımsızlığı
aksettiren görüntüler... Yani Kapalıçarşı geçmişin muhteşem
derinliğinden, anılara aynalık yapan görkemli tarihinden bugünkü
ilgisizliğe, umursamazlığa isyan edercesine bir haldeydi... Sanki
ağlıyor gibiydi!
Esenler Terminalindeki görüntü daha da hazin! Viraneyi andıran su
dolu çukurlar! Yerdeki çöpler, balgamlar! Ayakkabılarıyla evlerine
mikrop taşıyan yolcular..
Bu kişiler bugün yüzsüzlük
göstererek adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden
oy vermenizi istiyorlar.
Bu şehirlerde biz yokuz yani millet
yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve tarih de yok, zevksizlik,
bilgisizlik ve ilkellik var!
Çağın gerisinden giden yöneticileri
ortaya koydukları işlerden, kişisel çıkarlar yönündeki hizmet dışı
faaliyetlerinden, particilik ve yandaşlık ilişkilerinden tanıyoruz.
Halbuki çıkar yerine vatanı, particilik yapma yerine de millete
hizmeti ön plana getirmeleri gerekirken bunlar çağın süratle gelişen
yüzünü fark edemiyorlar! İktidarda kalabilmek için emperyalist
ülkelerin sömürü çarkına takılıyorlar! Başları döndükçe kendilerini
ayakta tutanlardan ve sömürenlerden yardım istiyorlar! Yardım
ediliyor görüntüsü altında kendilerine ve millete ait birçok şey
kaybediliyor! Aynen kumar masasında kaybeder gibi! Çarkların hem
titreşimi, hem dönüş hızı arttıkça hırçınlaşıyorlar…
Size soruyorum? Mitinglerde, «yüksek
gerilim hatlarından yayılan manyetik dağılımlardan veya şehrin
göbeğinde yer alan elektrik direklerinden, trafolardan, televizyon
vericilerinden, fabrikalardaki makinelerden, çevreye yayılan
seslerden, gürültü kaynaklarından ya da uzaydan evlerimize kalın
beton duvarları aşarak giren görüntülerden» bahsediyor mu?
13 yaşındaki çocuğun eleştirisine
dayanamayan Ankara’nın havasını, İstanbul’un fakirlerini
soramazsınız! Biz hazır mıydık yüzlerce insanın birlikte hazırladığı
sinema filmlerine, dizilerine... Bunların insan beyninde ne gibi
değişiklikler veya tahribatlar yaptığını tesbit edecek bir kurum,
bir komisyon, bir ilim adamları topluluğu oluşturduk mu?
Ankara Türkiye’nin beyni ise
İstanbul kalbidir! Kötü yönetimler bu iki şehirden tüm ülkemizi
olumsuz etkilemektedir!
10.03.2009 tarihli Evrensel
Gazetesi’nde yer alan : «Belediyenin icraatları yüzünden balıkçılık
mesleğimiz öldü, diyerek iş isteyen balıkçıya Rize Belediye
Başkanının akıl verdiği iddia edildi haberiyle İstanbul ve Ankara’yı
hatırlatan meslekler ve özellikler geçti aklımdan...
İstanbul’da balıkçılığı denizi
kirleterek öldüren, etkisini hesaplamadan ABD’nin savaş gemilerini
geçiren zihniyet ile Ankara keçisini unutturan siyaset hepsi aynı
noktada birleşiyorlar!
Beyoğlu’nda veya Kızılay’da buluşan
sevgililer; içleri beton yığınlarıyla doldurulan, Satılarak
kapatılan, Sümerbank gibi müşterileriyle, ürettikleriyle bir kültür,
bir tarih olan müesseselerin yüreklerimizden koparılan bu iki
şehirde geçmişi soluyabiliyorlar mı?
Bu kişiler bugün yüzsüzlük
göstererek adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden
oy vermenizi istiyorlar.
Bu şehirlerde biz yokuz yani millet
yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve tarih de yok, zevksizlik,
bilgisizlik ve ilkellik var!
Bozulan çehreleriyle bu iki şehir
iki doktor arıyor! Paris, 11.03.2009
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
62 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
SUSMA MEHMET!
Perde açılır…
Bir asker bir bayrakla sahnenin ortasındadır.
Masa üzerinde kutsal kitap, toprak, Tarih kitabı ve Anayasa
bulunmaktadır.
Vatandaş bağırarak içeri girer :
Üzerimize ölü toprağı mı serpildi?
Özümüzdeki kutsallıkları kim aldı?
Konuş Mehmet… Ne olursun susma mehmet!
Vatandaş :
Susma Mehmet gerçeklerden söz et!
Mehmet :
Yağarsa bir partinin
Ya da din tüccarlarının kuruntuları
Milletin üstüne
Gök kızarır… yer titrer
İnsanlar üçüncü plana atılır
Haksızlıkların resimler yapılır
Ağlaşır insanlar.
Beddualar yükselir...
Acılar üstüne
Türküler söylenir !
Şiirler yazılır...
Vatandaş :
Susma Mehmet çarpıklıkları anlat!
Mehmet :
Kimi onların arkasından gider
Kimi de haksızlığa uğrar
Suçlanır
Tutuklanır
Cezalar verilir
Hapishanelere atılır
Huzurdan… eğitimden… güvenlikten
Hiç bahsedilmez
Behtemsizlik ön plana çıkar
Yolsuzluk, hırsızlık her tarafa yayılır!
Vatandaş :
Susma Mehmet gafilleri tanıt!
Mehmet :
Baykuşlar gibi
Dış güçler tüner devletin üstünde
Değerler yok edilir
Tarih yağmalanır
Geçmiş yargılanır
Zalimler alkışlanır
Hainler konuşur
Güçler susar
Kuvvetler dumura uğratılır!
Kahramanlar suçlanır!
Vatandaş :
Susma Mehmet zalimlerden bahset!
Mehmet :
Bigisiz insanlar yetkilendirilir
Çapulcular iş başına getirilir
Bilginler, alimler, gözde insanlar dışlanır
Yetkiler kötüye kullanılır
Kazalar, olaylar ve cinayetler artar
Musubetler insanların üzerlerine çullanır!
Vatandaş :
Susma Mehmet hainleri ifşa et!
Mehmet :
Düşünceler paslanır
İnsan sevgisi gündemden kalkar
İdrak kaybolur
Atatürkçülük rafa kaldırılır
Bayrak, toprak ve kitap
Kutsallıklarını kaybeder
Bağımsızlık önemsenmez
Yarınlar hiç düşünülmez
Devlet ve kurumlar itibar kaybeder
Demokrasi boşluğa düşer
Anayasa ihlal edilir
Dayanaksız kalır egemenlikler
Cumhuriyet sallanır!
Ülkeyi koruma ve kollama duyarlılığı
Silinir düşüncelerden...
Ortada
Ne dil...
ne din...
ne millet...
Ne de Ordu kalır!
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Ankara, 15.02.2009
Selam ve sevgilerimle.
Üzeyir Lokman ÇAYCI
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
63 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- BU MEMLEKET BİZİM MEMLEKETİMİZ
-
- Nasıl olsa kural yok… kaide yok
- Sağa, sola,
- Yukarıya aşağıya…
- İstediğin yere çödür evlâdım
- Bu memleket bizim memleketimiz...
- Utanılacak bir şey yok
- Seni yönetenler utansın!
-
- Onlar seni ısırırlarsa
- Hiç kimsenin kılı dahi kıpırdamaz
- Ama sen ısırırmadan hapı yutarsın!
-
- Nasıl olsa kural yok… kaide yok
- Sağa, sola,
- Yukarıya aşağıya…
- İstediğin yere çödür evlâdım.
-
- Üzeyir Lokman ÇAYCI
- Ankara, 25.12.2007
-
- Üzeyir Lokman ÇAYCI
- İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
- 55, rue Louise Michel
- 78711 Mantes la Ville
- FRANCE
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
64 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
DESENLER
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
07. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/04/2009 |