|
YIL
15 SAYI 177 25-Kasım- 2013
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL İLİM
-
Mustafa Nevruz SINACI EN KARA GÜN; 16 – 17 EYLÜL
-
Mustafa TURAN
FİLİSTİN SORUNUNUN İÇ YÜZÜ
-
Suhubi Ulvi CIRIL AFETLERE KARŞI ÜLKEMİZDE
VE
İLİMİZ ÇORUM’DA YAPABİLECEKLERİMİZ
-
Mahfi
EĞİLMEZ ŞAPİNUVA'DA YENİ İZLER
-
Selma GÜRSEL
DOMATES YEMEĞİ
-
Adile TÜRKMEN İSMİNİ İSTERİM
-
Mehmet KARADAĞ KURULSUN DOSTLAR OZAN BİRLİĞİ
-
Üzeyir Lokman ÇAYCI RESİMLE DOSTLUK
-
Üzeyir Lokman ÇAYCI
DESEN
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
İLİM
Yaşadığımız dünyaya için gerekli olan
en önemli işlerden birisi de ilim olup; bilgilerin ve
yapılan işlerin tekrar kullanılır bir şekilde
biriktirilmesi, öğretilmesi ve yazılarak saklanması
ile meydana gelen bilgilerin toplamı olarak
tanımlayabilirim.
İnsanlık tarihi içerisinde ilim dünya
ve ahret işlerini düzenli, doğru, isabetli ve
insanların faydası için yenilikleri bulabilen.
Yaşayanların sıhhati ile ilgili bilgi ve yeni
bilgileri araştırma, tedavi ve diğer taleplerini
karşılamasını sağlayan. İnandıkları dinin ibadetlerini
doğru ve eksiksiz yapabilme ve onların kendisine
faydasını bilmesi için gerekli olan. Yaşayanların
kullandıkları her türlü eşya ve aletlerin daha
faydalılarını bulup insanların hizmetine sunabilmek
için araştırmak ve geliştirmek için gereken. Hayat
içinde gerekli olan adil hükmetme, insanların idare
edilme sanatını öğretebilen gerektiğinde savaş alet,
sanat ve gerekenlerini yapabilmeleri sağlayan.
İlim dinlemekle olmaz. İlim ile
bilgili olarak doğan hiçbir insan olamaz. İnsanlar
ilmi çalışarak ve öğrenerek geliştirir ve ileriye
götürürler. İlmi gerçek ilim sahibi olan kişilerin
kitaplarından öğrenmek gereklidir. İlim öğrenmeye
başladığında insanın en önemli dayanağı bilgi ve ilim
sahibi bir öğretmeninin olması gerekir. Öğretmeni olan
kişi; insana doğru bilgilere erişmesini sağlayan,
kuvvetli bilgi sahibi olan kişilikli ve onurlu,
terbiye ve edepli olmalıdır ki yetiştirdiği talebeleri
de ilim ile onun seviyesine veya ondan daha yüksek
bilgi ve seviyeye yükselmesini sağlamalıdır.
İlim öğrenirken
akıllı, yumuşak huylu, vefalı, sebatlı, doğruluktan
şaşmama, vakar sahibi, bilgiyi doğru yerden ve
kişilerden öğrenmek sabırlı olmalıyız!
Bilgi için ilim
gerekliliği yeterli olamaz. Öğrendiğini dağarcığına
koyarak tatbik etmesi gerekir. O tatbik ettiği ilim
ile daha iyi neler yapılabileceğini araştırıp,
öğrendiği ilimi ileriye götürmelidir. Bu kendisinden
sonra gelecek insanlara bazı fikir ve ilim ile daha
başka yapılabilecek işlerin kaynaklığını yapabilir.
Bilgi ve ilimi düşünerek öğrendiklerinin nasıl
insanlığa ve dünyaya fayda sağlayacağını bulmasına ön
ayak olur.
İnsanı yücelten
ilimdir. İlim öğrenip onunla işlerini görmeyen insan
bir zaman sonra insanı küçültür. Akıl ile
kuvvetlenmeyen bilgi insanı sapıklığa sürükler.
İlim insanların uyarıcısı ve
koruyucusudur. İmkânı olduğunda insanı öğrendiği ilim
sayesinde yanlış yapmaması için uyarıcı olur. İlim
sahibi insan hak yemekten, zulümden uzak tutar. Eziyet
yapmaktan ve adil davranmak için yönetimi altında
bulunanlara ve etrafında olanlara merhametli
davrandırır.
İlim insanın bildiği ile yaşaması ve
gerektiğinde konuşması ve gerçekleri göstermek için
kullanma işlevini öğretir. İlmi bilgisini saklayan
sadece bilgisi ile kendisine fayda sağlar ve ölüm
denen zaman çizgisinde sona gelindiğinde kendi ilim
bilgi ile son bulur.
İlim ile yaşanması, ilimin verdiği
yenilikleri kavrama ve onları daha da ileriye götürmek
insan olarak hepimizi görevi ve yapması gereken en
önemli vazifemizdir.
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
EN KARA GÜN; 16 – 17 EYLÜL
“Şehit Başvekil Merhum Adnan Menderes; Polatkan ve
Zorlu anısına”
Adnan Menderes 1899’da
Aydın’da doğdu. Anne ve babasını küçük yaşta kaybetti.
O'nu Anneannesi büyüttü. Tahsiline İzmir İttihat ve
Terakki Mektebi’nde başladı; Kızılçulu Amerikan
Koleji’nde okurken misyonerlerle başı derde girdiği
için, devlete müracaat ederek, Misyonerler hakkında
şikâyetlerde bulundu. Makamlardan birinin başında
Celal Bayar vardı. Bu vesileyle Celâl Bayar’la
tanışmış oldu.
Ankara Hukuk
Fakültesi’ni bitirdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında
yedek subay olarak askerliğini yaptı. Aydın’da Kuvva-i
Milliye bağlamında Ayyıldız Çetesi’ni kurdu. Daha
sonra Söke’de Piyade Alay Yaveri olarak savaşa
katıldı. İstiklal Madalyası aldı. Ali Fethi Okyar’ın
1930’da kurduğu, ancak kısa sürede kapatılan Serbest
Fırka’nın Aydın Teşkilatı'nı teşkille İl Başkanı oldu.
İl Başkanı iken Mustafa Kemal Atatürk tarafından
hususi olarak ziyaret edildi.
Nezaketen ve çok kısa
süreli olarak plânlanan ziyaret saatlerce sürdü.
Serbest Fırka kapatılınca Halk Partisi’ne girdi.
Mustafa Kemâl Atatürk’ün emir ve isteği ile 1931’de
Aydın Milletvekili seçildi. 1945’e kadar TBMM’de
komisyon Raportörlüğü yaptı.
Saracoğlu Hükümeti’nin
getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı'nı şiddetle
reddederek, komisyondan istifa etti. Yaptıkları
muhalefetten dolayı, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü
ile birlikte CHP Disiplin kurulunca 12 Haziran 1945’te
ihraç edildi. Celal Bayar da hem partiden hem de
Mebusluktan istifa etti. Bu hareketler DP’nin 7 Ocak
1946’da kurulmasına sebep oldu. 1946 seçimlerinde
Kütahya Mebusu olarak meclise girdi. Celâl Bayar’dan
sonra Demokrat Parti içindeki ikinci adam durumu ve
konumuna geldi.
14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP oyların
53,5’ini alarak iktidara geldi. 10 senelik iktidarın
tek başbakanı olarak döneme damgasını vurdu. İktidarı
zamanında 5 hükümet kurdu. Bu zaman içinde Türkiye’nin
iç ve dış siyasetinde büyük gelişmeler oldu.
Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi başladı, köye makine
girdi, ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve
bankacılık yeniden başladı. Türkiye adalet, hukuk ve
kalkınma kavramıyla tanıştı.
27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan
darbeyle iktidardan indirildi. Yassıada’ya hapsedildi.
Milli Birlik Komitesi tarafından kurulan Yüksek Adalet
Divanı’nca (!) idama mahkûm edildi. Yassıada'da
tutuklu bulunduğu sırada çok zalimce ve insanlık dışı
işkencelere maruz kaldı. Duruşmalarda İzzet-i nefsi
ile oynandı. Hapishanede sürekli rencide edildi.
ATATÜRK'ÜN SÖZÜ VE CHP MACERASI
Türk demokrasi tarihinin en önemli
şahsiyetlerinden olan Adnan Menderes 1930’da katıldığı
Serbest Cumhuriyet Fıkrası feshedilince, Celal
Bayar'la görüşerek, Cumhuriyet Halk Fırkasına girdi,
en sonunda da Mustafa Kemal'in "Bugün konuştuğum genç,
elbette burada bizim parti mutemetleri ile çalışamaz.
Şayan-ı dikkat bir gençtir. Gün gelecek bu ülkede
Demokrasi’yi kurmak şerefi ona nail ve nasip
olacaktır" cümlesi ile takdir ve beğenisini
kazanmıştı. 1931 yılında Atatürk’ün emir ve direktifi
ile CHF Aydın Milletvekili seçildi, 1945 yılına kadar
CHF Milletvekilliğini sürdürdü. Adnan Menderes o
dönemi şöyle anlatır:
"Atatürk zamanında ben, Aydın'da
Serbest Fırka'nın reisiydim. Fethi Bey bizzat Aydın'a
gelerek, Serbest Fırka ile meşgul oldu. Aydın belediye
seçimlerini kazandım. Gayet dürüst bir mücadeleye
giriştim. Halk Fırkası’nın lider ve ileri gelenleri
ile tanışıyordum. Ama CHF'na, onların rica ve ısrarına
rağmen girmedim... Fethi Bey'in partisi, malum şartlar
altında feshedildi. Memlekete derin bir teessür hâkim
oldu. Halk Partisi kendini toparlamak istedi.
Vilayetlere heyetler gönderildi. Bu arada İzmir ve
Aydın'a da, Celal Bayar riyasetinde bir heyet geldi...
Ben bu heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet, Celal
Bayar tanıdığım ve hürmet ettiğim bir zattı. Vasıf
Çınar İttihat ve Terakki’den hocamdı... Ve temas
nihayet temin edildi. Bu muhterem zatların ibram ve
ısrarı üzerine, Halk Partisine girerek, fikirlerimizi
parti içinde müdafaa etmek muvafık olacaktı. O zamana
kadar CHF’na karşı çekingen davranan ve mütereddit
tanınan arkadaşlarla, bu partiye girdik.”
27 MAYIS’DAN 17 EYLÜL’E…
27 Mayıs 1960, sabah saat 04: 36'da
Ankara Radyosu'ndan yapılan bir anons, nefesini tutan
insanları bir anda heyecanlandırdı. Tek haberleşme
aracı olan devlet radyosundan evlere ulaşan menfur bir
yalandan ibaret anonsta, ''Bugün, demokrasimizin içine
düştüğü buhran ve en son müessif hadiseler
dolayısıyla, kardeş kavgasına meydan vermemek
maksadıyla; TSK, memleketin idaresini eline almıştır''
deniliyordu..
Böylece Türk halkı
darbe ilk defa tanışmış oldu.
Reis-i Cumhur Celal
Bayar Çankaya Köşkü'nde; Başbakan Adnan Menderes
Kütahya'da tevkifle gözetim altına alındı. Bakanlar
Kurulu ve Tahkikat Komisyonu üyeleriyle DP
milletvekilleri de bulundukları mekânlardan toplanarak
Harp Okuluna götürüldüler.
Demokrat Parti
iktidarı ile iyi ilişkiler içinde bulunan dönemin
Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun başta olmak üzere;
Üst rütbeli binlerce asker ve bürokrat derhal
cezaevlerine konuldu. Ülkede ilan edilen sıkıyönetim
sonucu tüm DP milletvekilleri, üst derecedeki
bürokratlar ve polis şefleri tek tek evlerinden
alındı.
Demokrat Parti’li
siyasiler yargılanmak üzere Yassıada'ya gönderildiler.
Darbecilerin emir ve kademe zinciri dâhilinde hareket
eden sözde mahkeme haklarında idam hükmü verdi ve 16
Eylül 1961 günü Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile
Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve 17 Eylül 1961 günü
Adnan Menderes alçakça asılarak idam edildiler.
Rûhları şâd olsun. Nur
ve huzur içinde yatsınlar. Allah (CC) Rahmet eylesin.
MENDERES'İN SON DAKİKALARI
İmralı'ya gelindiğinde, memleket
içinde ve dış basında sıhhi durumu hakkında türlü
spekülâsyonlara yol açan Menderes, iskeleden konulduğu
misafir salonuna kadar çiçek tarhları arasındaki 100
metrelik yolu hiç kimsenin yardımı olmadan rahatça
yürüdü. Ayrıca misafir salonu ile darağacı arasındaki
80 metrelik yolu da, gene aynı rahatlıkla kat etti.
İmralı Adasının
etrafında ve içinde Örfi İdare Kumandanlığınca sıkı
emniyet tedbirleri alınmıştı. İmralı Adası etrafında
donanmaya mensup tekneler, içinde de deniz, kara ve
hava askerleri görülmekteydi. Menderes'e MBK.'nin
tasdik kararı, kendisine tahsis olunan misafir
salonunda tefhim edildi. Cumartesiyi Pazar’a bağlıyan
gece saat 01.30'da Zorlu ve Polatkan için yapılan
formaliteler, Menderes için tekrarlandı. Menderes
Egesel'i dinlerken korku ile sarsıldı. Fakat zamanla
kendisini toparladı. Oturduğu yerde kamburunu
çıkararak oturdu. Son arzusu sorulduğu zaman bir
sigara istedi. Verilen Yenice sigarasını içerken
şunları söyledi:
“- Dünyadan ayrıldığım
şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı
kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti Allah refah
içinde bıraksın.” Menderes, sabaha karşı saat 02.31'de
Zorlu'nun ipe çekildiği darağacında asılarak idam
edildi. Aynen Zorlu ve Polatkan gibi, idam ve infaz
edilmek için darağacına götürülürken, bilekleri
arkasına bağlanmıştı.
“27 Mayıstan bir gün sonra 28 Mayıs günü,
ABD Ankara Büyükelçisi Warren, darbe lideri Cemal
Gürsel’in yanına Selim Sarper ile aynı arabada
gidiyordu. Sarper, C. Gürsel’in yanına ABD Büyükelçisi
ile girdi. Bu görüşme meyvesini çabuk verdi. Cunta
kölesi kurucu meclis’te hükümetin Dışişleri Bakanı
Fahri Korutürk altı saat sonra görevden alındı ve
yerine Selim Sarper getirildi. 1961’de CHP’den
milletvekili atanan Sarper, İnönü hükümetlerinde de
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttü.
Yıllar sonra gizliliği
kalkan ABD Diplomatik Belgeleri, Sarper’in Dışişleri
Bakanlığı döneminde ABD lehine casusluk yaptığını ve
Devlet Başkanı Cemal Gürsel hakkında ağır ifadeler
kullandığını gösteriyordu. Dışişleri Bakanı Sarper,
kendi Devlet Başkanı için ABD’ye “That Gursel was not
a great brain” yazıyordu. İsmet İnönü’nün hep yumuşak
elini sırtında hissettiği Sarper, TC’nin Dışişleri
Bakanı mıydı?, yoksa ABD’nin Türkiye temsilcisi mi çok
tartışılır. Sarper Dışişleri Bakanlığı döneminde
SSCB’nden gelen her türlü normalleşme talebini hem
derhal ABD’ye bildiriyor, hem de etkisiz kılıyordu.
Sarper en son 1965 ‘de
CHP milletvekili seçildi. 1968 yılının Ekim ayında
öldü.”
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa TURAN |
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
|
-
FİLİSTİN SORUNUNUN İÇ YÜZÜ
-
“Yahudi devleti” adlı
bir kitap yazan Avusturyalı gazeteci Yahudi Teodor
Hertzel 1892 yılında İsviçre’nin Bazel kentinde ilk
Siyonist Kongresini toplamış ve dünyanın en
zenginlerinden biri olan Yahudi Roçilt’in de desteğini
almıştı. Fikir platformundaki bu oluşumun hedef haline
gelişi, ilk örgütlü Siyonizm hareketinin 1897’de
ortaya çıkışıyladır.
-
Artık bundan sonra
Yahudilerin bir devlete kavuşma isteklerinin dile
getirildiği görülmektedir. Yer olarak da önce Uganda
düşünülmüş, sonra Filistin’de karar kılınmıştı.
Siyonizm ise, 1897 Basel Konferansı'yla
teşkilatlanmaya başlayan bir ideolojik oluşumdu. Bu
oluşum, adını Kudüs yakınlarındaki Sion dağından alan,
dağın ve çevresindeki (Arz-ı Mevud) vaat edilmiş
topraklarda büyük İsrail’i kurma idealinin siyasal ve
ideolojik hareketiydi. Bu hareketin, fikir ve eylem
bazında başını ise Teodor Hertzl çekmişti.
-
Merkez olarak
seçtikleri yer Osmanlı toprağı olduğu için, elde etmek
için de başvurulacak ve görüşülecek adres elbette ki
Osmanlı hükümdarı Sultan II. Abdülhamid’di.
-
Bu görüşmeye ve ardından Yahudilerin teklifleri
ile Sultan’ın tepkisinin ne olduğuna değineceğiz.
Ancak yıllar var ki, Filistin sorunu sürer gider.
Çünkü Siyonizm, dünyanın büyük bir problemidir. Peki,
bu problem nasıl ortaya çıktı ve gelişti? Bu sorunun
kısa bir fotoğrafını çekelim istedik ki, Sultan II.
Abdülhamid’in bu konudaki politikasını daha iyi
anlayalım.
-
Bu gün dünya
gündeminin ilk sıralarında yer alan Filistin’in önemi
tarihteki statüsünden gelmektedir. Çünkü semavi
dinlerin tamamında özel bir yere sahip olan Filistin
(Kudüs), bazı peygamberlerin yaşadığı ve Allah’ın
topraklarını kutsal kıldığını bildirdiği bir bölgedir.
Bölge, Bizans’ın elindeyken, İslamlar tarafından 7.
asrın ilk yarısında ve Hz. Ömer zamanında fethedilir.
Yahudiler ve Hristiyanların karma yaşadığı bir yerdi
Kudüs. Bu fetihten sonra İslamların dahil olmasıyla,
üç dinin mensuplarının ortak ve kutsal şehri
hüviyetini kazandı. Aslında Hz. Ömer’in o engin
hoşgörüsü olmasaydı Yahudi ve Hristiyanlar Kudüs’te
kalamayacaklardı. Şehir İslamların olacaktı. Fakat
İslam’ın hoşgörü çerçevesinde üç dinin mensuplarının
da tam bir güven ve din hürriyeti içinde yaşamaları
maksadıyla, Hz. Ömer’in bir eman vermesi, bu gün dahi
özlenen ideal davranışın en güzel örneğiydi.
-
Haçlı seferlerinde
Kudüs, Hristiyanların eline geçince, korkunç bir
katliama sahne olmuş ve 70 bin Müslüman kılıçtan
geçirilmişti. Kudüs sokaklarında akan Müslüman
kanının, Hristiyanların atlarının dizlerine kadar
ulaştığına tarih şahit olmuştur. Selahattin Eyyubi’nin
II. defa Kudüs’ü fetih etmesiyle tekrar bölgeye
Müslümanlar hâkim olur. Başka devletlerarasında birkaç
kez el değiştiren Filistin bölgesi, 1516’da Yavuz’un
Memluk seferiyle Osmanlıya geçer. Ve ilk defa Yavuz,
Filistin’e Yahudi göçünü engeller. Artık bölge 1917’ye
kadar Osmanlı’da kalacaktır.
-
Yahudilerin Filistin
‘de mülk edinmesi, esas itibarı ile Kanuni döneminde
başlar. Çünkü Yahudi Yusuf Nassi Kanuni’nin yakın
dostluğunu kazanmıştır. Kanuni de dostuna Taberiye
Gölü çevresinde genişçe bir arazi bağışlar. Kanuni
nereden bilebilirdi ki, dünyanın en büyük fitnesinin
ve belasının tohumlarını buraya ektiğini. İşte
Ortadoğu’nun çıbanbaşı İsrail’in Filistin’de toprak
edinmesinin nüvesi bu şekilde oluşur. Ancak 1918’e
kadar Yahudiler, Kanuni’den elde ettikleri araziyi üs
olarak kullanıp, ancak 650 bin dönümlük bir arazi elde
edebilmişlerdi. İsrail’in temel taşı Kibuts denilen
çiftliklerdir. Bu toprakların bir kısmını, yaklaşık 2
bin 600 dönüm araziyi, Sultan Abdülaziz bağışlamıştır.
Amaç biraz da Ziraat Okulu yapılması içindi. Ama
Yahudiler bu katkıyı, ileride İsrail devletine giden
yolda mihenk taşı olarak kullanacaklardı. Arazilerin
önemli bir kısmı da İttihatçıların Yahudilere kolaylık
sağlaması neticesinde kazanılmıştı.
-
Yahudilere gelince,
nemenem bir kavimdir ki bunlar, hangi taşı kaldırsan
altından çıkmakta ve dünyayı kana boyamaktadırlar. Hz.
İbrahim Peygamber’in oğlu olan İshak’ın soyundan
gelenlere İsrail oğulları (Yahudiler) deniyor. Hz.
Musa’yı dinlemeyip buzağıya tapıyorlar, haşa pazarlık
edip gökten kudret helvası ve bıldırcın eti
istiyorlar. Hz. Şuayp, Hz. Zekeriya ve Hz. İsa’yı
öldürüyorlar. Hz. Muhammed (SAV)’e inanmıyorlar.
Bunlar hakkında Kur’an da pek çok ayet bulunuyor.
Birinde de: ”Yahudiler Peygamberlerle alay ederek
kalplerimiz perdelidir dediler. Hayır, küfür ve
isyanları sebebiyle Allah onlara lanet etmiştir”
deniliyor. (1)
-
Yahudiler var
olduklarından bu yana yeryüzünde, hep problemli bir
toplum olmuşlar ve olmaya da devam etmektedirler.
Kur’an ın ifadesiyle lanetli bir toplum. Ağlama
duvarında birkaç damla gözyaşı dökmekle bunların
günahları affedilecek gibi değildir. Topu bir araya
gelip, sellerce gözyaşı akıtsalar, insanlığın
vicdanındaki sadece son Lübnan katliamlarını dahi af
ettiremezler.
-
Allah katındaki suç ve
günahlarını bilemeyiz elbette Allah’u âlem. Ama
bunların ne Allah korkuları var, ne de insandan
utanmaları. Dünya siyaseti ve ekonomisine hâkimdirler.
Biri yüksek sesle: “Dünya işlerini bağlayan ipin ucu
George W. Bush’un elinde değil, Bush’u bağlayan ipin
ucu Yahudilerin elindedir” diyordu. Hani haksız da
sayılmazdı yani. Tarihte Hz. Davut ve Hz. Süleyman
devirlerinde parlak bir dönem yaşanıyor. “İnançlarına
göre Hz. Süleyman bütün tapınakları kapatarak, tek
ibadethane olan Kudüs’teki Tanrı’nın oturduğu yer
anlamına gelen Yerüşalim’i yaptırdı. Buna Süleyman
tapınağı da deniyor. Bu ibadethanenin günümüzde sadece
batı duvarı kalmıştır. Museviler bu duvarın önünde
üzüntülerini belirtmek üzere ağladıklarından buraya
“ağlama duvarı” denir. Tapınak alanının diğer kısmına
ise Ömer Camii (Kubbetü’s-Sahra) yapılmıştır.” (2)
Asurlular Yahudilerin tapınaklarını yıkıp, kendilerini
Asur’a sürgüne götürdüler. Bir zaman sonra geri dönen
Yahudilere, bu defa da Babiller aynı muameleyi
yaptılar. Uzunca bir zaman sonra yine dönüp
mabetlerini yenilediler. Bu kez de Romalılar bölgeyi
ele geçirip, hem mabetlerini yıktılar, hem de Filistin
bölgesinde ne kadar Yahudi varsa topunu birden
Filistin’den çıkarıp sürdüler. Onlar da bir daha
Filistin’e dönemediler.
-
Bu gün dünyanın her
tarafında dağınık olarak bulunan Yahudi nüfus, işte bu
keyfiyetin bir sonucudur. Bir kısmı 1948’de İsrail
işgal devleti kurulunca bölgeye döndüler. Tabi bu
arada Avrupa’da Yahudiler yüzyıllar boyu aşağılanıp
horlandılar. Hatta 1492’de İspanya’da katliama tabi
tutulduklarında biz kendilerine kucak açıp bağrımıza
bastık ve topraklarımıza yerleştirdik. Rusya’nın
zulmünden kaçan Kırım Yahudilerine biz sahip çıktık.
Hatta bu Yahudiler, diğer ırkdaşlarına mektuplar
yazarak Osmanlı idaresindeki rahat ve huzura onları da
davet ediyorlardı. Ah nereden bilebilirdi Osmanlı,
sizin cemaziyelahirinizin ihanet olacağını! Yoksa
besler miydi kargayı, yahut yılanı böyle koynunda.
-
Görüşme arzularını
birkaç kez geri çeviren II. Abdülhamid, nihayet,
1902’de bir Yahudi heyetini kabul etmiştir. Teodor
Hertzl ile Haham Başının da bulunduğu Yahudi heyeti,
Tahsin Paşa yoluyla padişaha, Kudüs’ü ziyaret
etmelerine izin verilmesi ve Filistinde bir kanton
kurmalarına imkân tanınmasına karşılık şunları taahhüt
etmişlerdi:
-
1.Osmanlı devletinin
otuz üç milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının
tamamını ödemeyi,
-
2.İmparatorluğu
korumak için 120 milyon altın frank’a mal olacak deniz
filosu yaptırmayı,
-
3.Devletin mali
durumunu canlandırmak için otuz beş milyon altın lira
faizsiz borç vermeyi.
-
Bu teklifler
karşısında sinirlenen II. Abdülhamid, Mabeyn Başkâtibi
Tahsin Paşa’ya: "Tahsin! Onlara de ki: Devletin
borçları onun için bir ayıp değildir. Çünkü Fransa
gibi başka devletlerin de borçları vardır ve borçları
onlara zarar vermemektedir. Kudüs-i Şerif'i İslam'a
ilk önce Hz. Ömer (R.A.) fethetmiştir. Burayı
Yahudilere satma kara lekesini ve Müslümanların
korumam için bana tevdi ettikleri emanete ihanet etme
suçunu yüklenemem.
-
Eğer Bay Hertzl, senin benim arkadaşım olduğun
gibi arkadaşın ise ona söyle bu meselede ikinci bir
adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satamam.
Zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu
imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmış ve yine
kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp
uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye
ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne'de
şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek
üzere muharebe meydanında kalmışlardır. Türk
imparatorluğu bana ait değildir. Türk milletinindir.
Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Yahudiler
milyarlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum
parçalandığı zaman onlar Filistin'i hiç karşılıksız
ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz
taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde otopsi
yapılmasına müsaade edemem."
-
Nitekim Teodor Hertzl
de anılarında Padişahın söylediklerini, farklı
cümlelerle aynen teyit eder. Bu girişimden ümidini
kesen Hertzl şöyle diyecekti; "Halen birtek plan
aklıma geliyor, Sultan'a karşı kampanya açmalı, bunun
için de sürgün edilmiş prensler ve Jön Türklerle temas
kurmalı. Türkiye’ye mali ambargo uygulamalı. (sonra
da) Türkiye'nin dağılmasını beklemeliyiz."
-
Yahudilerin Filistin
deki süfli emellerini anlayan II. Abdülhamid, Yahudi
göçünü saltanatı boyunca engelledi. Hatta ziyarete
gidenlerin dahi pasaportlarına gümrükte el koyup,
dönüşte verdirdi. Yahudilere toprak satışlarını da
yasakladı. Siyonistler hangi kanaldan girseler, II.
Abdülhamid tarafından engelleniyorlardı. Hedeflerine
ulaşmak için önlerinde engel gördükleri II.
Abdülhamid’i tahtından indirme mücadelesi başlattılar.
Evet, daha önce Ermenileri karşısına alan Sultan,
şimdi de Yahudileri karşısına almıştı. Topraklarını
satmak isteyen Filistinlilerin topraklarını şahsi
parasıyla II. Abdülhamid kendisi alarak, “Emlak-ı
Şahane” haline getirmiş, bu şekilde Filistin Çiflikat-i
Şahanesi meydana gelmişti. O bölgede Osmanlı nüfusunu
artırma yoluna da giden II. Abdülhamid, artık
Ermeniler, Yahudiler ve onlarla kol kola çalışan yerli
İttihatçıların hedefindeki tek adamdı.1905 deki
bombalı saldırı, bu şer koalisyonunun başarısız bir
faaliyetiydi.
-
Osmanlı Devletinden
ümidi kesen Yahudiler, İngiliz ve diğer Avrupa
devletleriyle temasa geçmekte gecikmediler. Osmanlı’yı
parçalamak için aralarında anlaşan Avrupa devletleri
için de, bu durum iyi bir fırsattı. Kullanmakta bir an
olsun tereddüt etmediler. Çok geçmeden İngiltere
Hükümetinden Belfür Deklarasyonu geliyor ve şöyle
deniyordu: “Haşmetli İngiliz kraliyet hükümeti,
Filistin'de Yahudi halkı için milli bir devlet
kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye
ulaşmayı kolaylaştırmak için en değerli mesailerini
harcayacaktır.” Nitekim 1918’de Şerif Hüseyin’in
yardımıyla İngilizler Filistin’i ele geçirdiler. Şerif
Hüseyin gibi Hicaz ileri gelenlerini II. Abdülhamid
Şuray-ı Devlet azalığı verip İstanbul’da gözaltında
tutuyordu. Ama İttihatçılar böyle ince siyasetten
anlamadıkları için, idareyi alınca onu serbest bırakıp
Mekke Şerifi yaptılar. Filistin’e Yahudi göçünü
yasaklayan II. Abdülhamid’in bu yasağını kaldırıp,
Yahudilerin toprak alımını da serbest bıraktılar.
Şerif Hüseyin ilk iş olarak Osmanlı’ya isyan etmiş ve
Filistin bölgesini İngilizlere kazandırmak için
onlarla ittifak yapmıştı. Daha sonra Suud ailesi
Hicazda idareyi ele geçirince, İngilizlerin desteğiyle
Şerif Hüseyin de bu günkü Ürdün krallığını kuracaktır.
-
Filistin bölgesine yerleşen İngilizler, 1922
yılında bugünkü Birleşmiş Milletlerin yerinde olan
Milletler Cemiyeti’nden Filistin’i himayelerine
aldıklarını tescil ettirdiler. Artık rahat rahat
Yahudileri bu bölgeye toplama planlarına
başlayabilirlerdi. İngiliz oyunları tarihte pek
meşhurdur. Bakın Yahudilere Filistin’de toprak
kazandırmak için İngilizler ne gibi bir oyun
oynamışlardır.
-
İlk önce
Filistinlilerin ödeyemeyecekleri oranlarda çok fahiş
vergiler koydular. Filistin yerli halkı da vergisini
ödeyemeyince, toprağına el koydular. Sonra da bu
toprakların büyük bir kısmını Yahudilere bağışladılar.
Bir kısmını da sembolik, çok cüzi fiyatlarla ve
paslaşarak yine Yahudilere sattılar. Yahudiler ise,
dünya kamuoyunu bu toprakları Filistinlilerden
aldıklarına inandırdılar. Hatta bizim kamuoyunu dahi.
-
Pek çok Tarihçi de
“Niçin topraklarınızı Yahudilere sattınız?” diyerek
kabahati masum Filistinlilerde buluyordu. Bir miktar
toprağı bu şekilde Filistinliler de satmıştırdı. Ama
bu devede kulak mesabesindeydi. (Binde 9 gibi falan).
Esas toprakların büyük bölümünün satılması, İngilizler
tarafından yukarıda anlatıldığı gibi, bir de ihanet
içinde olan emlakçılar kanalıyla yapılmıştır.
-
Siyonistler, toprak
alımı konusunda hain emlakçıları aracı yapmışlardı.
Emlakçılar kendileri değerin üzerinde toprağı
Filistinliden alıp, daha yüksek değerle Yahudilere
satıyorlardı. Filistinli toprak sahibi: “Yahudi’ye
satışına rızam yok” şartına rağmen, emlakçı araya
başka şahısları koyarak ve kitabına uydurarak toprağı
Yahudice satıyordu. İş işten geçtikten sonra bu
emlakçılar fark edilmiş bir kısmı cezalandırılmış, bir
kısmı da ülke dışına kaçmıştı. Bütün bu katakullilere
rağmen 1948’de işgalci İsrail Devleti kurulduğun da
Yahudilerin tapulu toprağı 2 milyon dönüm
dolaylarındaydı ki, tüm Filistin’in % 7 si demekti.
Daha önce belirttiğimiz gibi, bu miktarın 650 bin
dönümü Osmanlı zamanında alınmıştı.
-
Her nasılsa bu zamana
kadar toprak edinmenin bir kuralı, şartı, şurtu
varken, 1948’ den sonra Yahudilerin toprak edinmesi
tamamen gaspa, cinayete, savaşa ve zorbalığa dayalı
olarak gerçekleşmiştir. Bütün dünya da maalesef bu
duruma seyirci kalmıştır. Ancak dünyadan önce
Filistinlileri satan hain ve işbirlikçi Arap
yönetimleridir.
-
1967 savaşında
yaklaşık 2 milyonluk İsrail, bütün bir Arap dünyasına
meydan okuyarak ve çoğuyla aynı anda savaşarak, nasıl
olup da Gazze’yi ve Sina Yarımadasını Mısır’dan, Doğu
Kudüs’ü Ürdün’den, Golan Tepelerini Suriye’den
alabilmiştir? Bu soru halen bu gün cevap
beklemektedir. 1933 lerde bütün teşviklere rağmen, 200
bin Yahudi Filistin’e gelmişken, bu tarihten sonra
esen Nazi fırtınası dolayısıyla göç bilinçli olarak
hızlandırılmıştır. Hitler’in çok yakın çevresinde
Yahudiler de bulunduğuna göre, öyle abartıldığı gibi
Yahudi katliamı pek mantıklı gözükmemektedir. Hatta
Hitler’in Siyonistlerle göç konusunda anlaştığı da
söylenmektedir. Bu şekilde bazı Yahudilerin
öldürüldüğü, diğerlerine de gözdağı verildiği, böylece
600 bin civarında Yahudi’nin Filistin’e göç ettiği
belirtilmektedir.
-
Bir deyim haline gelen
“Yahudi yaygarası” “Yahudi pazarlığı” gibi kavramları
biliyoruz. Dolayısıyla dünyada kendilerini acınacak
bir durumda göstermek için 6 milyon Yahudi’nin Naziler
tarafından öldürüldüğü yalanını rahatlıkla
pazarlayabilmekte, bunları örnek alan Ermeniler de,
Osmanlıda bütün nüfusları 1 milyon 295 bin olduğu
halde, 1,5 milyon Ermeni’yi soykırıma tabi tuttuğumuz
yalanını söyleyebilmektedirler. Şayet böyle bir durum
olsa bu, 300 kişilik tam 5 bin toplu mezar demektir.
Bunun mümkünü var mıdır? Ya da nerede bu toplu
mezarlar diye sormak gerekir?
-
Filistin’de,
İngilizlerin bölgeye hâkim olmasıyla başlayan terörizm
1948’e kadar sürmüştür. Filistin’de köyler basılmış
çoluk çocuk demeden masum insanlar öldürülmüş, bazen
köyler dahi haritadan silinecek boyutlarda terör
olayları yaşanmıştır. İşte bu terörist grupların
başındakiler İsrail kurulunca, devletin en üst
seviyelerinde görev almışlar, o günden bu yana da
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle, devlet terörü
yapmaktadırlar. Bu bağlamda ilk İsrail Başbakanı Ben
Gurion’un, II. Abdülhamid döneminde İstanbul Hukuk
Fakültesi'nde okuduğunu ve İttihatçılarla beraber
çalışmış biri olduğuna dikkat çekmek isterim. BM bu
yeni Yahudi devletini İngiliz ve Amerikan etkisiyle
tanırken, ne gariptir ki, onu ilk tanıyan ülkelerden
birisi de Türkiye olmuştur. Şimdi her İsrail
saldırısında başta Amerika ve İngiltere olmak üzere
dünya İsrail’in arkasında yer almakta, bütün bir Arap
ve İslam dünyası da seyirci konumunda kalmakta,
ellerinde petrol gibi bir silah olmasına rağmen, ne
yazık ki, Arap yönetimlerinin Filistin davasında
samimi olmadıkları çok net bir şekilde
anlaşılmaktadır.
-
Bu arada İngilizlerin,
I. Dünya savaşı esnasında, Osmanlı toprakları olan
yerlere hâkim olmaları sırasında, Filistinlilerin de
dâhil olduğu Araplar, Osmanlı’ya ihanet edip
İngilizlerle işbirliği yaptıkları için, kıyamete kadar
bu bölgeye barış gelmeyecektir görüşü de yaygındır.
-
Sultan II.
Abdülhamid’in bir karış Filistin toprağı dahi vermemek
pahasına, her şeyi, bu arada canını, tahtını dahi feda
etmeyi göze aldığı halde ve göze aldığı şeyler başına
gelmesine rağmen, bu fedakârlıklara katlanırken,
İttihatçıların bu hassasiyeti göstermemelerinin, bölge
halkının da ihanetinin, hesabı burada olmasa da
mahşerde sorulmaz mı? Kendisine velilik atfedilen
Sultan II. Abdülhamid’in ahı, acaba bölge insanını
yakmaz mı?
-
Yoksa Sultan II.
Abdülhamid bilmez miydi Yahudilerin o cazip
tekliflerini kabul edip, tahtını ve tacını
sağlamlaştırmayı ve eğer Sultan bunları kabul etseydi,
böylece borçları ödenmiş ve donanması dört dörtlük
olmuş, üstelik de 35 milyon faizsiz kredi eline
geçirmiş bir Osmanlı’yı kimse tutabilir miydi? Bu
güçle ve başında da II. Abdülhamid gibi bir hükümdarla
temsil edilen Osmanlı’nın, I. Dünya savaşında etkin
bir rol oynayıp savaşın seyrini istediği tarafa
çevirebileceği muhakkaktı. Böylece, masaya galip
oturarak kaybettiği eski topraklarını geri alması
hiçten bile değildi. Sultan II. Abdülhamid bütün
bunları elinin tersiyle itmişti. Böyle olsun için mi
yapmıştı bunu acaba? Elbette hayır. O halde Sultan
Hamid’e ve Osmanlı’ya ihanet eden kim olursa olsun,
onun ahından kurtulması mümkün olmayacağı pek
tabiidir. Nitekim şu beddua aynen Sultan’ın kendisine
aittir: "Allah bu hallere sebeb olanları kahhâr
ismiyle kahretsin.”
-
Acaba Sultan II.
Abdülhamid’i tahttan indiren Meclis’e baskı yapan
paşalardan, Mahmut Şefket Paşa’nın hemen 6 ay sonra
yine yoldaşlarınca öldürülmesi, diğerlerinin ise
sonunda, memleketi düşman çizmeleri altında bırakarak
kaçmaları sonucunda, Talat Paşa’nın, 1921’de
Berlin’de, Enver Paşa’nın 1922’de Türkistan’da, Cemal
Paşa’nın da 1922’de Tiflis’te öldürülmeleri bu
bedduanın tutmuş olmasından mıdır? Sabık Sultan,
Selanik günlerinde muhafız birliğinden Yüzbaşı Zünnun
Bey’e sanki o günleri yaşarmışcasına şunları
anlatıyordu:
-
"Bana en çok dokunan;
bir mason taslağı Yahudi'nin, tahttan indiriliş
kararını tebliğ edişi olmuştur. Yıldız'a gelen
mebuslar heyetinde Emanuel Karaso'yu hiç unutamıyorum.
Bu suretle makam-ı hilâfete hakaret edilmiştir.
Yahudilerin Hazret-i Peygamber (ASM.) zamanından beri
sadr-ı İslam’a ve Makam-ı Hilâfete karşı duydukları
kin ve nefret cümlenin malumudur. Ben Osmanlı tahtında
iken, siyonistlik davası için bir gün huzuruma
beynelmilel Yahudi teşkilatının kurucusu Teodor
Hertzel ile Hahambaşı gelmişlerdi. Bunları Yıldız
Sarayı'nda kabul etmiş ve maksatlarını dinlemiştim.
Her ikisi Yahudiler için bir yurt dileğinde idiler.
Bunun için de Kudüs'ü gösteriyorlardı. Hatta utanmadan
o Teodor Hertzel:'Zat-ı Haşmet penâhîlerine arz edelim
ki, Kudüs için her kaç milyon altın tensip
buyurursanız (isterseniz), derhal takdime hazırız.'
demez mi? "Kan beynime sıçramıştı. Düşün ki, yüzbaşı,
makam-ı saltanatımızda bu iki yahudi, rüşvet teklifi
cesaretinde bulunmuşlardı.' Terk edin burayı, vatan
para ile satılmaz!' diye bağırmıştım. İçeri giren
saray adamlarına da, her ikisini almalarını
söylemiştim. İşte bundan sonra, Yahudiler bana düşman
oldular. Şimdi burada Selanik'te çektiklerim,
Yahudilere yurt göstermeyişimin cezasıdır!"
-
Evet, Sabık Sultan
tespitini yapmıştı. Eğer Yahudilere yurt göstermiş
olsaydı, onu tahtından ölünceye kadar, değil
İttihatçılar Kudret-i İlahi’nin dışında hiçbir güç
indiremezdi.
-
Peki, şimdi sormak gerekmez mi? Bütün suçu
Ermenilere ve Yahudilere vatanından bir karış toprak
vermeyen Sultan II. Abdülhamit Han’a, tahtından
indirme tebliğini sırf ona hakaret olsun diye yine bir
Yahudi ve Ermeni ile bildiren, ardından sürgüne
göndermeyi reva gören ve Yahudiler adına bu cezayı
uygulayanlar kimdi? Elbette Mahmut Şefket Paşa, Talat
ve Enver Paşalarla diğer ittihatçılardı. Padişah,
İttihatçılar için şöyle diyordu: "Devleti on sene
idare edebilirlerse 'bir asır idare edebildik' diye
sevinsinler!" Bu hükmün ne kadar doğru olduğunu tarih
10 yılda gerçekten gösterecekti.
-
Bütün bunlara rağmen
Sultan, kendi tebası olan tüm azınlıklara gösterdiği
toleransı Yahudilere de göstermekteydi. Bu amaçla
İstanbuıl’da inşa edilen bir Yahudi ibadethanesinin
korumasını bizzat üsleniyordu. Ve bu Musevi Sinagog’u
II. Abdülhamid’in himayeleriyle yapılmış ve 1899’da
bitirilmişti. Yahudiler Sultan’ın bu desteğini ve
jestini unutmadılar ve Sinagog’a "İsrail'in Hamdi
(Şükranı)" ve "İsrail'in Hamid'i" "Hemdat İsrael
Sinagog’u ismini verdiler.
-
Yani Yahudiler II.
Abdülhamid’e “Yahudi ülkesinin padişahı” diyorlardı.
Siyonistlerle bu kadar mücadele eden, onlara
Filistinde bir karış toprak vermeyen bir Osmanlı
Sultanı, Osmanlı hükümdarlarının tebasına karşı
sorumluluğunu müdrik bir şekilde, Musevilere kol kanat
germekten ve onlara her türlü desteği vermekten de
geri durmuyordu. Çünkü II. Abdülhamid biliyordu ki, bu
oluşum masumanedir. Filistin deki isteğin amacıysa
siyasi ve ideolojiktir. Birine destek olurken, ötekine
köstek olmayı milli bir görev addediyordu.
-
İsrail 1948 yılında kurulmasından bu yana, hala
devlet olma vasfını kazanamadığını görmekteyiz. Kanun,
nizam tanımaz ve hukuk bilmez korsan devlet
anlayışından da kurtulabilmiş değildir. Elbette böyle
davranmasının altında yatan bazı gerçekler vardır.
Batı Hristiyan alemi, özellikle de İngiliz ve Amerika
tarafı İsrail’i bilakaydü şart desteklemektedir.
Birleşmiş Milletlerde İsrail’in haksızlığını gösteren
tüm kararlar ABD tarafından veto edilmekte ve
yürürlüğe girememektedir. Amerika’nın adeta bir
kuklası durumunda olan Arap devletleri ise, ellerinde
pek çok ekonomik ve siyasi koz olduğu halde,
korkularından İsrail zulmüne göz yummaktadırlar.
-
Yıllardır Filistin’e
kan kusturan İsrail, aynı şekilde Gazze’ye de denizden
ve karadan ekonomik ambargo uygulamakta ve orayı adeta
bir açık hapishane haline getirmiştir. İsrail’in bu
zulmüne ne yazık ki, Mısır yöneticileri de ataları
Firavun’un yolundan giderek zulme destek
olmaktadırlar.
-
İsrail son olarak da
31 Mayıs 2010 tarihinde insani yardım taşıyan
gemileri, uluslararası karasularında, yine
uluslararası hukuku ihlal ederek saldırmış ve 20’ye
yakın suçsuz insanı öldürüp, birçoğunu da
yaralamıştır. Dünya nizamına meydan okuyan ve Allah (cc)
tarafından lanetlenmiş bu toplum ve özelikle de
liderleri, gözü dönmüş bir haydut çetesi gibi davranma
küstahlığında bulunma hakkını kimden ve nereden
almaktadırlar? Hitler’in zulmü altında kala kala,
zulüm yapmayı öğrenmiş ve mağdur rolünde onlar da
başkalarına zulüm yapmaktadırlar. Üstelik Avrupa
bunları orta çağda tu kaka ilan edip, her yerde
aşağılar, hayat hakkı tanımazken, İspanya zulmünden
kaçanlara biz kucak açmıştık. Ekmeğimizi onlarla
paylaşmıştık. Şimdi ise, bu nankörlerin yaptıkları şu
kepazeliklere ve vahşete bakın ki, bizim insani yardım
taşıyan insanlarımızı gözlerini kırpmadan
öldürebilmektedirler. Beslenen karga, şekilde
görüldüğü gibi gözümüzü aynen oymuştur.
-
Bütün bu olanlar
karşısında, Arap dünyasının nutku tutulmuş
vaziyettedir. Dünya’dan ise çok cılız sesler lütfen
yansıyabilmektedir. Bu noktada batı basınına da
değinmek gerekiyor. Avrupa kamuoyunu aydınlatması
gereken basın kuruluşları olayı yok farzedip ilgisiz
kalabilmektedirler. İngiliz yayın kuruluşu BBC gün
boyunca sadece İsrail yetkililerine bağlanarak,
olayları Yahudi yalanıyla Avrupa’ya lanse ederken, tek
bir Türk yetkiliye bağlanma zahmetinde bulunmuyor.
Üstelik BM Güvenlik Konseyi’nde mesele görüşülürken
canlı bağlanıyor, ancak sıra Dışişleri Bakanımızın
konuşmasına gelince, derhal yayını başka yöne kanalize
ederek konuşma bittikten sonra tekrar bağlantı
kuruyor. Bunların hepsinin canı Cehenneme.
“Atalarımız “gavurdan dost olmaz” diyor. Ama Müslüman
Arap dünyasının pısırıklığı da ortada.
-
Hoş Avrupa basınını
yanlı olmakla eleştirirken bizim basınımız da sütten
çıkmış kaşık değil. Batı medyalarını suçlamaktan çok,
içimizdeki medya anlayışını sorgulamak gerekiyor
herhalde. Artık yetti gâri. Bu korsan ve haydut devlet
hizaya getirilmeli. Tam da suçüstü yakalanmışken. Ama
ne yazık ki, televizyonlarda bazı emekli paşaları
görüyorum. Ahkam kesmekteler. Dışişleri emekli
monşerlerini ibretle izliyorum. Koro halinde
bağırıyorlar suçladıkları yer belli. Sizin laf
ebeliğinizi ve çok bilmiş tavrınızı kasketli köylü
Mehmet Ağa bile yutmuyor artık. Ey Ağalar, emekli
paşalar, emekli monşerler, salyalarını saça saça
bağıran şarlatan akademisyen beyler ve “göbeğini
kaşıyan” diye bu necip milletle alay eden yoldaş
gazeteciler, böyle ciddi bir memleket meselesinde, bu
kadar radikalleşmek, bir akıl tutulması mıdır acaba?
Yoksa neyin nesi? Bizim derdimiz Gazze iken, İsrail
tarafından hunharca öldürülmüş insanlarımız iken,
dünya kamuoyuna İsrail’in kötü sicilini anlatmak iken,
sizin derdiniz bağcı dövmek midir? Milleti bu
tavırlarınızla çıldırttığınızın farkında mısınız?
-
Bu milletin bir daha
uyumamak üzere, artık uyandığını hala mı fark
edemediniz?
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Mahfi EĞİLMEZ |
Mahfi EĞİLMEZ
Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz! |
-
-
Hitit kenti Şapinuva'da yeni
bulgular ortaya çıkmaya devam ediyor. Çorum'un Ortaköy ilçesinde bulunan
Şapinuva, aşağı yukarı 15 yıldır kazılıyor. Kazıyı Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi öğretim üyesi Profesör Dr. Aygül Süel yürütüyor. Bu yılki kazıya
25 uzman ve 40 işçi olmak üzere toplam 65 kişi katılmış. Bu kazılarda
surlar, sanayide kullanılan bir fırın ve tören amacıyla kullanıldığı tahmin
edilen, yaklaşık 1000 metrekare genişliğinde bir meydan çıkarılmış ortaya.
Şu ana kadar henüz
80 metrelik bölümü ortaya çıkarılan surun iki metre eninde olduğu ve kenti
çevrelediği anlatılıyor. Dönemin tipik kale-kent anlayışına uygun olarak
yapılmış bir kent olduğu anlaşılan Şapinuva'da bu surların dibinde de su
kanalları çıkarılmış orta yere. Ayrıca kazılar sırasında bulunan çömlekler,
testiler, adak kapları arasında en ilginci bir süzgeç kapağı. Prof. Dr.
Aygül Süel bu kapağın makarna gibi yiyeceklerin suyunu süzmekte
kullanıldığını tahmin ettiğini açıklıyor.
Kazı heyeti başkanının açıkladığı çok önemli bir konu daha var. Buna göre
Hitit Kralı III. Tuthaliya ve eşi Taduhepa'nın mühürlerinin bulunmasıyla,
Şapinuva'nın, Hitit İmparatorluğu'na bir dönem başkentlik yaptığının
kesinleştiği ve bu kentin imparatorluğun en büyük kentlerinden birisi olduğu
kanıtlanmış oluyor. Bununla birlikte benim kafamı kurcalayan ve yanıtını
bulamadığım bir soru var. Şapinuva başkent Hattuşa'ya çok yakın bir yer.
Hattuşa varken burası niçin başkent olsun? Hitit tarihinde Hattuşa'nın
bırakılıp başkentin taşındığı bir başka yer var: Tarhuntaşşa. Akdeniz
bölgesindeki Tarhuntaşşa'yı başkent yapan kral, aynı zamanda Mısır Firavunu
II. Ramses ile Kadeş Savaşı'nı yapan kişi olan, Muvatalli. Tarhuntaşşa'nın
niçin Hattuşa yerine başkent yapıldığıyla ilgili iki teori var. Bunlardan
ilkine göre Kadeş Savaşı'na hazırlanan Muvatalli'nin Kadeş'e daha yakın bir
yer olan Tarhuntaşşa'yı başkent yapmasının nedeni lojistik kolaylığı
sağlamak içindi. Savaşın uzun süreceğini hesaplayan Muvatalli, başkenti
Tarhuntaşşa'ya taşırken tanrı heykellerini de yanında götürüyor. Böylece
kendisi ve ordusu uzaktayken, doğu Karadeniz'de yerleşik olan ve ikide birde
Hattuşa'ya saldırıp, yağmalayan Kaşka'ların başkente saldırıp tanrı
heykellerini çalmalarına engel olmayı planlıyor. İkinci teoriye göre ise
Muvatalli tahtta hak iddia eden kardeşi Hakpiş Kralı III. Hattuşili ile
imparatorluğu paylaşıyor. Hattuşa, başyazman (dışişleri bakanı konumunda)
Mitannamuva'nın yönetimine terk ediliyor. Kadeş Savaşı'nda iki kardeş
birlikte savaşa giriyorlar. Bu ikinci teori akla daha yakın görünüyor. Çünkü
savaştan sonra Muvatalli Hattuşa'ya dönmemiş ve Tarhuntaşşa'da kalmış.
Hattuşa'nın yeniden başkent olması tahta geçen oğlu Urhi Teşup zamanında
gerçekleşmiş. Ne var ki Urhi
Teşup'un krallığı uzun sürmemiş. Babasının zamanından beri tahtta hak iddia
eden amcası III. Hattuşili, Urhi Teşup'u devirerek tahta çıkmış ve
Hattuşa'nın başkentliğini devam ettirmiş.
Prof. Dr. Aygül Süel'in, Şapinuva kazısında mühürlerini bulduğu Hitit Kralı
III. Tuthaliya'nın krallık dönemi MÖ 1375 ile 1355 arasını kapsıyor. Bu
dönemdeki isimlerde bazı karışıklıklar var. Örneğin tahta geçtiği sanılan
Genç Tuthaliya diye bir kral var. Bunun III. Tuthaliya ile aynı kişi olup
olmadığı tam olarak açık değil. Sonra Hitit kral listesinde yer almayan II.
Hattuşili diye birisi var. II. Hattuşili'nin tahta geçip geçmediği de
çözümlenmiş değil. Bu durumda insanın aklına Tarhuntaşşa ve Hattuşa
ikilemine uygun bir olasılık geliyor. Yani III. Tuthaliya ile birlikte
tahtta hak iddia eden birileri olabilir ve III. Tuthaliya, Hattuşa'yı
bunlara bırakıp başkent yaptığı Şapinuva'ya taşınmış olabilir.
Hitit tarihinin bilinmeyenleri inanılmaz sürprizlere gebe. Bu sürprizlerin
önemli bir bölümü Şapinuva kazılarından gelecek. Özel kesimi bu kazıya
destek olmaya çağırıyorum.
Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde
yayınlanmıştır!
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Suhubi Ulvi CIRUL |
Suhubi Ulvi CIRIL Hayat Hikayesi |
AFETLERE KARŞI ÜLKEMİZDE ve
İLİMİZ ÇORUM’DA YAPABİLECEKLERİMİZ
İsmim Suhubi Ulvi
CIRIL. Çorum İtfaiyesinden emekliyim. Asrın felaketi
sayılan 1999 Marmara bölgesi depreminde çalıştıktan
sonra 1999 yılından itibaren çeşitli tarihlerde
depremle ilgili anılarımı, önerilerimi yazdım ve
aradan on üç yıl geçtikten sonra, çok güzel işler
yapılmasına rağmen afetlere karşı düşündüğüm ve şu
işler de yapılsa daha iyi, daha süratli, daha kalıcı
çözümler olur diye düşündüm.
Yapılan işlerden en
çok hoşuma gidenlerden, çadır yerine her şeyi içinde
olan konteynır evler ve Sivil Savunma Teşkilatının
güçlendirilmesi olmuştur.
Afetlere karşı;
Ülkemiz genelinde yapılmasını arzuladığım en önemli
iş. Ülkemiz genelinde faaliyette bulunan tüm İtfaiye,
Sivil Savunma Teşkilatları, tüm Arama ve Kurtarma
Teşkilatlarının tek çatı altında; İçişleri Bakanlığına
bağlı bir teşkilat olarak, amir ve yöneticilerinin
subay kadrosunda olduğu, gençlerimizin askerliklerini
İtfaiye Eri olarak yaptıkları, araç ve gereçlerinin
ileri teknolojilere sahip ve standart olduğu,
personelinin her türlü afetlere karşı çok iyi bir
eğitim aldığı, ülkemizin tüm il, ilçe ve beldelerinde,
sanayi bölgelerinde, trafik ve kaza riski olan her
yerde yeteri kadar araç ve personelle teşkilatlandığı,
adına ister İtfaiye deyin, ister Sivil Savunma deyin
yeni bir teşkilat kurularak her türlü afetlere karşı,
hatta savaşlara karşı; personelinin eğitimli, genç ve
dinamik, sayıca çok, araç ve gereçlerinin standart
olduğu yeni bir teşkilat oluşturulmalı diye
düşünüyorum!
Bu şekilde
oluşturulacak bir teşkilatla oluşabilecek büyük
afetlerde yetişmiş eleman sıkıntısı çekilmez, her
ihtimale karşı eleman ihtiyaç olduğunda terhis
olanların tekrar çağrılarak yurtdışından ekip
çağrılmadan kendi yaralarımızı kendimiz sarmış oluruz.
Bu şekilde terhis olanlar herhangi bir afet vs.
durumunda kendi yörelerinde bilgili ve gönüllü olarak
katılarak afetlere karşı bilinçli bir toplum
oluşturulur.
1013 yılı itibarı ile
ilimiz Çorum Sivil Savunma Müdürlüğüne ait araç,
gereçler ve depoları Ankara yolu üzerindeki Akıncı
Kışlası’nın yanında bulunmaktadır. Herhangi bir
yangın, kaza, arama kurtarma durumlarında ilk anda
İtfaiye aranıp ilk müdahale İtfaiye tarafından yapılsa
bile özellikle arama kurtarma gerektiren durumlarda
Sivil Savunmaya ait arama kurtarma ekipleri ile
beraber çalışılmaktadır. Bu durum göz önüne alınarak
Sivil Savunma depo, araç ve gereçlerinin İtfaiyeye
yakın bir bölgeye; örneğin Çimento Fabrikası altındaki
Şehitliğin yanına veya daha uygun yakın bir bölgeye,
geniş bir alanda kurulacak depo, tatbikat alanı ve
oluşabilecek bir afet’te gelecek yardım ekiplerini
barındıracak şekilde düzenlemenin yapılması, uygun
zamanlarda İtfaiye ile ortaklaşa tatbikatların
yapılması Bu bölgenin şehrimizin yukarı bir bölgede
olması nedeniyle depoların sel riskinden uzak ve
afetlere müdahalenin daha kolay, İtfaiyeye yakın
olması nedeniyle de her zaman için organizenin daha
kolay olduğunu düşünüyorum.
Ülkemiz genelinde
Acil müdahale ekipleri olarak tanımladığımız:
Ambulans, İtfaiye, Sivil savunma, Çevik Kuvvet ve tüm
güvenlik bina ve yerlerinin terörist saldırılarına ve
ekiplerin görevlerini engellemeye çalışanlara karşı;
güvenli ve araç çıkışı kolay yerlerde
konuşlandırılmalarını, yapılmış ve yapılacak bu
binaların bu tür olaylara ve afetlere karşı
güçlendirilmelerini, buralardan araç çıkışlarının
birkaç alternatifinin bulunması, araç çıkış kolaylığı
için buralara kavşak konulması.
İlimiz İtfaiye
müdürlüğü altında Çorum Belediyesi Park ve Bahçeler
Müdürlüğü ve onun içeresinde de büyük bir havuz
bulunmaktadır. İtfaiye müdürlüğü 2000 yılından sonra
şimdiki yerine taşındığından 2013 yılı itibarı ile
henüz havuzu bulunmamaktadır. Havuzu olmayan bir
İtfaiye düşünülemez. 1999 depreminde Adapazarı Erenler
Belediyesi’nde görevlendirildiğimizde çektiğimiz
sıkıntılardan birisi de kalacak yer sıkıntısı idi.
Gittiğimizde Ağustos ayı idi bazen belediye garajı
içinde bazen Sapanca gölü kıyısında kimimiz arazöz
içinde, kimimiz araç üstünde uyumak zorunda kaldık.
Yardıma gelenlerin de elbet de uyumaya, yeme ve içmeye
ihtiyaçları olacaktır.
Bunlar göz önüne
alınarak Park ve Bahçeler Müdürlüğünün Çomar Barajı
yanındaki ek tesislere nakledilip, İtfaiyenin
yanındaki Park Bahçeler Müdürlüğü Tesisleri İtfaiye
müdürlüğüne devredilirse ilk anda İtfaiye araçları
dolum yapmak için Hıdırlık yanındaki havuza gitmeyerek
zaman kaybı yaşamayacak, İtfaiye yanında bulunan
havuzda arama kurtarma tatbikatlarını rahatlıkla
yapacaktır.
Park ve Bahçeler
Müdürlüğünün İtfaiyeye devredilmesi ile İtfaiye daha
geniş bir alana kavuşarak, Allah korusun herhangi bir
afet durumunda yardım için gelen ekipler için
konteynır barınma yerleri yerleştirilerek ve gelen
araçların sularının soğuktan donmaması için kapalı
mekanlar yapılıp gelenlerin daha rahat çalışması
sağlanırken o ekiplerin daha organizeli, daha
kontrollü çalışması da sağlanmış olur.
İlimiz Ambulans Acil
Yardım komuta merkezi ve ambulansların bir kısmı
Bahabey Caddesinde bulunan Diş Hastanesi yanında
bulunmaktadır, Burası merkezi bir yer olmasına rağmen
Bahabey Caddesine çıkış kısmı karşısı kapalı
olduğundan yolun diğer kısmına geçmek için Cengiz
Topel Caddesi kavşağına kadar gidilip dönülmesi veya
Esnafevleri Sokaklardan Kıbrıs Caddesine çıkış
yapılıp, gidilecek yere ulaşılmaya çalışılmakta, buda
zaman kaybına sebep olmaktadır. Allah korusun herhangi
bir afet durumunda buradaki yer darlığı ve çıkış
zorluğu, oradaki sokakların darlığında binaların
yıkılması da düşünülürse orasının Ambulans komuta
merkezine uygun bir yer olmadığı anlaşılacaktır.
İlimiz Ambulans
komuta merkezinin; Devlet Hastanesi altında Samsun
yolu üzerinde bulunan Müftülük binasının şehir
merkezin de bir yere taşınarak oraya alınması, o
bölgenin araç park yerinin genişletilip, soğuklardan
araçları koruyacak şekilde ve herhangi bir afet
durumunda il dışından gelecek Ambulans ve Sağlık
ekiplerinin barınabilecekleri düzenlemenin yapılması,
oraya uygun bir kavşak düzenlemesi yapılması, afetlere
karşı önceden yapılacak bir önlem olarak
düşünülebilir.
Şu an ilimiz Çorum’da
kullanılan Devlet Hastanesi acil girişi, çıkışı, hasta
indirip bindirmesi hatta yerinin kolay bulunması hiçte
rahat ve kolay değildir, bunlarda göz önüne alınarak
acil giriş yerinin yeniden düzenlenerek Ambulansların
manevra yapmadan hastaları bırakıp veya almaları, acil
giriş levha ve aydınlatmalarının daha belirgin, daha
görünür olmaları, Hastane yön levhalarının uzak
mesafelerden hangi Hastaneye, kaç metre kaldıkları
belirtilecek şekilde kısa mesafelere ve kavşaklara
konularak yönlendirmelerin yapılması, acil girişlerin
önündeki özel araç park yerlerinin o bölgeyi
daraltmayacak yerlere yönlendirilmesi birçok sıkıntıyı
ortadan kaldıracaktır.
Şu an için ilimizde
ve ülkemizde bulunan acil girişlerin durumu maalesef
hemen hemen aynı durumdadır, bende zaten bu duruma
dikkat çekip gerekli düzenlemelerin bir an önce bir
yerlerden başlanarak sıkıntıları ortadan kaldırıp,
yeni yapılacak Hastanelerde bu düzenlemeye dikkat
edilmesidir.
İlimizde komuta
merkezi ile birlikte Ocak 2013 itibarı ile dört yerde
Ambulans merkezi bulunmakta, Acil müdahaleler için
uygun yerlerde bulunmalarına rağmen iki merkez, pazar
yerleri yanındaki Sağlık Ocakları yanında
bulunmaktadır. Pazar yerleri haftada bir gün
kurulmakta ama pazar yeri kurulduğu günler; ister
Ambulansların oldukları yerler olsun ister başka pazar
yerlerinin kurulduğu yerler olsun o bölgelerde ki
sokaklar kapandığı veya pazara gelen araçların yolları
daralttığı için sağlık, yangın ve diğer acil
durumlarda ulaşım engellenmektedir. Bu durum da
dikkate alınarak pazar yerlerinin araç trafiğini
engellemeyecek yerlere kurulması, tüm cadde ve
sokakların 24 saat araç trafiğine açık tutulması acil
yardım araçlarının daha kısa sürede olay yerine
ulaşmasına imkan sağlayacaktır.
Afetlerde ve
kuraklığın yaşandığı dönemlerde yaşanan en büyük
sıkıntılardan birisi su bulma, bulunan suyun temiz ve
süratli bir şekilde nakli veya yapılacak tesis ve
ekipmanlarla mevcut olan suyun kolay bir şekilde nasıl
kullanılacağının belirlenmesi ve bu konuda yapılacak
çalışmaları şu şekillerde sıralayabiliriz.
Her ilde ve yerleşim
birimlerinde içme ve kullanım suyunu baraj, gölet veya
su kuyularından temin etmektedirler. Suların temin
edildiği barajlar, göletler veya su kuyuları genelde
yerleşim birimlerinden çok uzaklarda olduğundan
buralardaki suları yerleşim birimlerine getiren su
borularının yerleşim yerlerine yakın, arazöz ve su
tankerlerinin rahatça dolum yapabileceği, trafiği
rahat yerlere; o kısımdan itibaren şehre su giriş
boruları giriş yerlerine vana konulup herhangi bir
depremde o vananın kapatılarak, şehirler de ki çökme
ve borularda ki kopmalardan dolayı oluşacak su
basmalarının önüne geçilerek şehirlerin kullanım suyu
buralardan temin edilebilir.
Yapılacak bu
tesislerde dolum vanalarından önce örneğin 200.000
nüfuslu bir şehir için 200 - 500 tonluk aktarma su
deposu ile barajlardan gelen suyun dezenfekte edilerek
arazözlere dolumu yapılırsa kısmen de olsa hijyen
sağlanır.
Bu havuzların yanına
arazözlerin rahat giriş çıkış yapabileceği, suyun
arazözlerin üstten ayrı vanalarla dolum yapılacağı,
birçok arazözün aynı anda dolum yapabileceği
tesislerin yapılması, afetlerde, orman yangınlarında
ve büyük yangınlarda su bulmada büyük kolaylık ve
çabukluk sağlayacaktır.
Afetlerde su bulmada
bir kolaylıkta, her il ve yerleşim yerlerinde bulunan
su depolarının arazözlerin rahat yaklaşacağı, suyun
kendi cazibesi ile dolumun yapılacağı yerlerine vana
ve itfaiye rekoru konularak afetlerde uzaklara
gitmeden buralardan da istifade edilebilir. Bu sistem
özellikle köylerde ve ormanlık alanlarda oluşacak
yangınlarda arazözlerin su dolumunda büyük kolaylık
sağlayacaktır.
Orman ve köy
yangınları için bir önerimde her köye İtfaiye
teşkilatı kurulamayacağı için her köy ve piknik
yapılan ormanlık alanlarda muhtarlık ve piknik
alanlarında sürekli dolu ve kullanılır halde
bekletilen ve traktör kuyruk mili dolum ve arazöz
hizmeti veren yaklaşık 3 tonluk tankerlerden
bulundurulursa herhangi bir köy veya orman
yangınlarında traktörler yardımıyla İtfaiye ve Orman
Yangın ekipleri gelinceye kadar yangınlara müdahele
edilerek yangınların büyümesi önlendiği gibi küçük
çaplı yangınlarda tamamen söndürülebilir. Yapılacak bu
organize ile arazözlerin gitmekte zorlandığı tarla ve
çok dik yokuşlu alanlara traktörlerle müdahele ile
ulaşılması zor yerlerdeki yangınlara daha süratli
müdahale edilebilir.
Depremlerde en çok su
ihtiyacı Hastanelerde yaşanmaktadır. Hastanelere temiz
su temini için Hastanelerin kendi bünyesinde
kendilerine en az üç gün veya bir hafta yetecek ve
içinde arıtma sistemleri olan, gerektiğinde
arazözlerin kolayca su doldurabilecekleri su
depolarının yapılması. Bu konuda Çorum Devlet
Hastanesi için bir önerim Hastane arkasında bulunan
Bahabey Çamlığındaki su depolarından, Hastaneye acil
durumlarda yetecek büyüklükte bir su deposunun
Hastanemize bağlanmasıdır.
Depremlerde en çok
istifade edilen yerlerden biriside parklardır.
Depremde evleri yıkılan veya evlerine girmeye korkan
insanlar evlerine en yakın parklarda beklemekte,
buralarda da tuvalet ve su ihtiyacı artmaktadır.
Parklara önceden yapılacak tuvaletler ve onların
yanına yapılacak ve gerektiğinde arazözlerle dolumu
yapılabilecek en az 10’ar tonluk su depoları
depremlerde büyük kolaylık sağlayacaktır. Aynı şekil
teşkilatlar pazar yerlerine de kurulup depremlerde ve
diğer zamanlarda insanlarımıza büyük kolaylık
sağlayacaktır.
Depremlerde su ve
tuvalet ihtiyaçlarından istifade edilen yerlerden
biriside Cami tuvaletleri ve şadırvanlarıdır, buralar
genelde tek katlı ve düz girişli oldukları için evlere
göre daha kolay kullanılabilmektedir, fakat
buralardaki şadırvanların su kapasitesi az oldukları
için sular kesilince ihtiyaca cevap verememektedir,
Camilerdeki şadırvan ve tuvaletlere bağlantılı olarak
yine herhangi bir su yokluğunda arazözlerin rekorları
ile hızlı dolum yapabilecekleri, şehir şebekesinden
cek valflerle ayrılabilen ilave büyük su depoları
önceden yapılıp yerleştirilirse deprem veya herhangi
bir su kıtlığında arazözlerin lüzumsuz yere sokak
sokak su dağıtmadan bu su depolarını doldurarak
işlerini daha hızlı bir şekilde yapmaları sağlanır.
Parklarda, pazar
yerlerinde, Cami bahçelerindeki ve diğer umuma açık
yerlerdeki tuvaletler mümkün olduğunca düz girişli
olursa çukurlarda oluşabilecek geri tepmeler ve su
baskınları yaşanmaz, tuvalet lagarları mutlaka şehir
kanalizasyon şebekesine bağlı olacaktır ama
depremlerde çöküntüler, yer kaymaları olduğu zaman
kanalizasyon giderleri de çalışamaz duruma
gelebilmektedir, bunun tedbiri de böyle umuma açık
tuvalet lagarlarının büyük yapılması, herhangi bir
tıkanma söz konusu olduğunda da vidanjörlerle
temizliklerinin çabuk ve rahat olması sağlanır.
Bu belirttiğim
önlemler alınmazsa, herhangi bir afet durumunda
vatandaşlarımız tuvalet ihtiyaçlarını gidermekte
zorlanacak, zaman zaman görüldüğü üzere uygun olmayan
yerlere bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışacak,
bunlarında temizliği zor olacağı gibi koku ve
pislikten geçilemeyecek, birçok hastalığın yayılmasına
sebep olacaktır.
Yangınlarda
kullanılmak üzere çeşitli yerlere yangın vanaları
konulmaktadır, fakat bunlar bazı yerlerde fazlaca
olmasına rağmen bazı yerlerde hatta riskli yerlerde
neredeyse yok denilecek kadar azdır. Bir yeri tarif
ederken kişiye cadde ve sokak adı verseniz zor bilir
ama falanca okul, falanca cami falanca resmi daire
denildiği zaman daha rahat yer belirtmiş olursunuz bu
İtfaiyecilikte de böyledir. En kolay adres bir çok
kişinin bilebildiği ve en kolay bulunan yerdir. Yangın
vanalarının da tüm kamu binaları, okullar, camiler
parklar, caddeler, iş merkezleri, sanayi tesis ve
siteleri ve yangın riski yüksek yerlere, dolum
yaparken trafiği aksatmayacak ve rahat dolum yapacak
şekilde yerleştirilmeleri, bu vanaların rekorlarının
tüm arazözlerin rekorlarına uygun ve sürekli çalışır
durumda olmalarına dikkat edilmesi.
Zaman zaman görüldüğü
üzere İtfaiyelerin, araçların yolları tıkaması sonucu
veya çok dar alanlar yüzünden yangın mahalline
ulaşmakta zorlandığı görülmekte buna önlem olarak her
yerleşim birimlerinki İtfaiye teşkilatlarında
gerektiğinde kaldırımlara rahat çıkabilecek özellikte,
küçük tonajlı, manevra kabiliyeti iyi olan küçük tip
arozözlerden bulundurulursa bu soruna bir çare
olabilir. Bunun haricinde öyle bir durumda yolları
tıkayan araçların zaman kaybını önlemek için Emniyet
güçlerince temin edilecek kurtarıcılarla çektirilmesi
ile İtfaiyelerin bu gibi zamanlarda hızlı ve rahat
çalışması sağlanabilir.
Yangın ve afetlere
karşı vatandaşlarımız ve yerel ve ulusal yayınlar
aracılığı ile bilinçlendirilmeli, Acil Yardım
telefonlarının herkesin bilmesi sağlanmalı, bu işlerde
ilk müdahalenin önemli olduğu, İtfaiyeye mutlaka haber
verilirken ev ve işyerlerinde alınacak basit ve
ekonomik tedbirlerle yangınların büyümesi
önlenebileceği gibi tamamen de söndürülebilir. Ev ve
işyeri yangınlarında ilk yapılacak iş doğalgaz
kullanılıyorsa ilk önce doğalgaz vanaları kapatılarak
gaz girişi kapatılır. Bütangaz tüpü kullanılıyorsa
hortumların kesilmesi veya yanması durumunda otomatik
kapanan detantörlerden kullanılması. Aydınlatma
sorunu yaşanmayacaksa elektrik sigortaları da
kapatılır.
Resmi dairelerde ve
işyerlerinde mecbur olan hatta yeni yapılan sitelerde
yangın tedbir araç gereçlerinin yangın durumunda nasıl
hareket edileceği, nasıl kullanılacağı oralarda
çalışan ve oturanlar bilgilendirilir ve gerekli eğitim
verilirse oralarda bulunan yangın söndürme tüpleri
veya yangın hortumları ile olabilecek yangınlara karşı
İtfaiye gelinceye kadar müdahale edilerek yangınının
büyümesi önlenebildiği gibi yangın da söndürülebilir.
Bu şekilde yapılacak çalışmalarla buralarda yapılan
yangın tedbirleri göstermelik değil işe yarar hale
gelir.
Evlerde, işyerlerinde
ve araçlarda kullanılan yangın söndürme cihazı
tüplerinin hangisinin nerede kullanılacağının yetkili
kişi ve kuruluşlarca bilgilendirilerek, bilinerek
cihaz alınırken ve kullanırken ona göre hareket
edilmeli. Örneğin karbondioksit gazlı yangın söndürme
cihazları kullanımı kolay, temiz, tüpün içinde artan
gazın tekrar kullanılabilmesine karşın, dolu boş
olduğu tartılarak kontrol edilebilir, aşırı sıcak
ortamlarda gaz sıkışmasından oluşacak tehlikeyi
önlemek amacıyla otomatik olarak emniyet supabı
açılarak tüpün içindeki gaz boşalabilmektedir.
Araçlarda ve aşırı sıcak ortamlarda çalışılan
işyerlerine alınacak yangın söndürme cihazlarının
kuru kimyevi tozlu cihazlarından olması tavsiyemdir.
Yangın söndürme cihazı alırken ve kullanırken yetkili
kişilere danışarak nerede hangi cihazın
kullanılacağını bilerek alınmalıdır. Yangın söndürme
cihazı satan firmalar çeşitli zamanlarda kampanyalar
düzenleyerek ve gerekli bilgilerimde vererek
vatandaşların bu cihazlardan alması sağlanabilir.
Yine yangınlarda
insan sağlığını tehdit eden duman zehirlemesi ve
ölümlerine karşın öncelikle ve mutlaka Hastanelerden
başlayarak, sebebi daha önceden oluşan Hastane
yangınlarında görüldüğü üzere onlarca yatağa ve
başkalarının yardımına ihtiyaçlı insanları tahliye
işlemi zor olacağı için alt katlarda meydana gelen
yangınlarda oluşan duman ve zehirli gazların üst
katlara çıkmasını önlemek için her kattaki merdiven
duvarlarına güçlü aspiratörler yerleştirip onlarında
zeminden çatıya çıkan bacalarla duman algılayıcı
sensörler aracılığı herhangi bir yangında oluşacak
duman ve zehirli gazların üst katlara çıkması büyük
ölçüde engellenerek tahliye ve kurtarma için belki de
ihtiyaç olmadan veya kısmen müdahele ile yangın daha
çabuk söndürülebilir. Bu sistem ülkemizdeki tüm çok
katlı resmi ve özel bina ve işyerlerinde
kullanılabilir.
Çok katlı binalarda
ruhsat alınırken zorunlu yaptırılan yangın
merdivenleri yapılacak denetimlerde görüleceği üzere
bazı binalarda kiler gibi kullanılmaktadır, herkes
kendi dairesinin güvenliğini kendi sağlayarak
buralarında yapılacak denetimlerle amacına uygun halde
olması sağlanmalıdır.
Afetlerden biri olan
sel ve su baskınlarına karşı neler yapabiliriz onları
da şöyle sıralayabiliriz.
Öncelikle tüm
yerleşim birimlerinde yağmur suyu ve kanalizasyon
şebekelerinin birbirinden ayrılması. Bilindiği üzere
yağmur çok yağdığı zaman kanalizasyonlar yağmur
sularını çekmekte yetersiz kalınca bodrum katlarda
kimi zaman geri tepmeler yaşanmaktadır.
Ülkemiz ve ilimiz
genelinde bu konuda çalışmalar başlanmış olsa da şu an
itibarı ile yeterli olmayıp yağmur yağdığında halen
birçok sıkıntı yaşanmaktadır. Yağmur yağdığı
zamanlarda Belediye yetkilileri cadde ve sokakları
gezerek nerelerde su birikiyor, nelerden geçilemiyor,
nereleri su basıyor onları tespit ederek ona göre
gerekli çalışmaları yapmalı. Yapılan yağmur suyu boru
ve ızgaraları yeterlimi, çalışıyormu, bazen de yol
eğim hataları yüzünden yağmur suları ızgaralara
uğramadan yollardan gitmektedir, bunlara dikkat
edilerek, yapılan yağmur suyu ızgaralarının yağmur
mevsimlerinden önce açılıp içlerinde biriken çöp ve
çamur gibi atıklardan temizlenerek yapılan çalışmalar
en verimli hale getirilmelidir.
Ülkemiz genelinde
dereler yetersiz kalıp taşkınlar meydana gelip can ve
mal kayıpları gelince derelerin ıslahı gündeme
geliyor, pansuman, bazen de göstermelik tedbirlerle
çalışmalar yapılıyor, aradan zaman geçince aynı
sıkıntılar veya benzerleri aynı veya başka yerlerde
yine karşımıza çıkıyor. Buraya daha önceden en fazla
şu kadar yağış oldu bu kadar çalışma yeterli
deniliyor, maalesef küresel ısınma dediğimiz olaydan
dolayı iklimler değişti, neyin ne zaman, ne kadar
yağacağı belli olmadığı içinde bu konu iyice düşünülüp
gerekli çalışmalar ani ve büyük olasılıklara göre
yapılmalı.
İlimiz Çorum’un
içinden geçen; İçeridere Bağlarından başlayıp Kapaklı
ve Mimar Sinan taraflarından geçen, Sülüklü deresinden
başlayıp Altınevler, Bahabey Caddesinden Hamit Duran
Caddesinden Cemilbey Caddesini geçip Kışlanın
arkasından geçen, Melikgazi Tepesinden başlayıp
Nadıktan Stadyum önünden geçen dereler ilimiz yağmur
suları için büyük bir şanstır.
Zaten bu derelerden
de yıllardır istifade edilmektedir. Bu derelerin
geçtiği yerlerdeki yağmur suyu ızgaraları çoğaltılıp
ızgara giderlerinin derelere bağlantıları büyütülürse
Caddelerde fazla su birikmeyeceğini umuyorum.
Bu derelerin açıkta
kalan kısımlarında görüleceği üzere, bazı vatandaşlar
nasıl olsa su götürür mantığı ile olsa gerek çöplerini
buralara atmakta, dereler pislik yuvasına dönmektedir,
buna da bir önlem alınmalı. Yine bu derelerin açıkta
kalan bazı kısımlarında görüleceği üzere otlar ağaç
gibi büyümektedir. Bu derelerin kapalı kısımlarını
temizleyen teknolojik araç ve gereçler mutlaka vardır,
bunların araştırılıp taşkınlar olmadan derelerin
kapalı kısımlarından başlayarak mutlaka
temizliklerinin yapılıp taşkın önlemlerinin alınması
gereklidir.
İlimiz Çorum’daki
diğer derelerden de biraz bahsedecek olursak; Samsun
yolu üzerinde bulunan ve sıklık mevkii dediğimiz
bölgeden yaklaşık 10 km’lik dağlık bir alanın yağmur
sularını toplayan Sıklık deresi, Çimento Fabrikasının
üzerinde bulunan taş ocaklarının alt kısmındaki yağmur
sularını toplayarak Çimento Fabrikası Camii üst
kısmından İtfaiye arkasından Park Bahçeler Müdürlüğüne
ulaşmakta, ayrıca önceden buraya Çimento Fabrikası
içinden biriken yağmur suları da katılmakta idi.
Öncelikle buraya kadar olan kısımlar mutlaka
temizlenip dere açık hale getirilmelidir. Maalesef bu
kadar uzun bir mesafeden gelen Sıklık Deresi burada
afet sayılabilecek yağmur sularını taşıyamayacak
büzlerin içinden Ahçı Bağlarına geçtikten sonra
daralarak yine yetersiz büzlerin içinden Melikgazi
Deresine bağlanmaktadır.
Yağmur çok yağdığında
Sıklık Deresinde oluşan yağmur suları belirttiğim
daralmış yerleri geçemeyince ilk önce Anadolu
Sokaklarda ki çukurda kalan evleri ve o bölgede ki
bodrumları yağmur suyu basmakta, hatta çok şiddetli
yağışlarda Fatih Caddesinden Osmancık Caddesine ve yan
sokaklardan şehir merkezine doğru sel oluşmaktadır.
Sıklık Deresi, Park
ve Bahçeler Müdürlüğü alanından itibaren büzler
alınarak mutlaka genişletilmelidir veya Park ve
Bahçeler Müdürlüğünden itibaren fuar alanı arkasından
Fatih Caddesinden 1 veya 1.5 metre çapındaki borularla
Melikgazi Deresine bağlanırsa Samsun yolundan ve
Bahabey Çamlığından gelen yağmur suları da şehrimize
inmeden Melikgazi Deresi ile birlikte Derinçaya
dökülür.
Binevler’in üzerinde
bulunan Çomar veya diğer adıyla Çorum Barajından
başlayarak Ilıca Bağlarından geçip Buharaevler’in
altından geçen Derenin de temizlenip ıslah
edilerek,yağmur yağdığında o civar yollarda ve
Buharaevler’in alt kısmı olan Pazar yeri ve
Buharaevler Camii ve diğer kısımlarda biriken yağmur
suları bu dereye bağlanarak tahliye edilebilir.
Ayarık Bağlarından
başlayarak İbrahim Çayırı Bağlarından geçen dere
İbrahim Çayırı Bağlarını geçtikten sonra daralarak
Osmancık Caddesini geçip yine dar bir dere yatağı ile
Derinçaya ulaşmaktadır. Bu derenin dar kısımlarının ve
büzlerle geçilen yerlerin genişletilmesi gereklidir.
Silmkentin
kuzeydoğusunda ki dağlardan gelen ve çok büyük olan
dere Silmkentin altından ki dar bir dere yatağı ile
İbrahim Çayırı Bağlarının üst kısmındaki dar bir büzle
Osmancık Caddesine hafriyat atıklarından yol
bulabildiği dar dere yataklarından geçip Derinçaya
ulaşmaktadır. Bu dere çok uzaklardan topladığı yağmur
sularını bu belirttiğim dar dere yataklarından
Derinçaya ulaştırmaya çalışmakta ulaştıramadığı
zamanlarda bu bölgeleri yağmur suyu basmaktadır.
Silmkentin
ilerisinden gelen bu derenin dar olan dere yatakları
genişletip temizlenerek geçtiği kanal ve büzler
büyütülürse bu bölgede oluşan su taşkınları da
önlenmiş olur.
İbahimçayırı
Bağlarını geçip Kuruçay Köyü köyüne giderken solda
kalan bölgede bulunan bağların içinden dere yatağı
gözlerden uzak olduğundan olsa gerek sanki hafriyat
atıkları dökme yeri gibi kullanılmakta buda taşkınlara
sebep olmaktadır. Bu derede o bölgedeki diğer dereler
gibi Osmancık Caddesini geçip Derinçaya ulaşmaya
çalışmaktadır. Bu dereninde temizlenip genişletilmesi
gereklidir.
Aslında ilimizden
geçen dereler çöplük gibi kullanılmakta yine bazı
derelere hafriyat atıkları atılmaktadır bunu önlemek
için mutlaka caydırıcı önlemler alınmalıdır, yoksa
duyarsız bazı kişiler bu dereleri tıkamaya devam
edecektir.
Hafriyat atıkları
için benim önerim tüm İl ve İlçelerde şehirlerin fazla
uzak olmayan bölgelerine evlerindeki tamir ve onarım
yaptırdıklarında oluşan hafriyat atıklarını
atabilecekleri hafriyat atık sahaları oluşturup
çeşitli duyurularla vatandaşlara böyle alanların
varlığından haber edilir vatandaşların hafriyat
atıklarını buralara dökmesi sağlanırsa dereler bu
hafriyat atıklarından kurtulur.
İlimiz Çorum’daki
yağmur suyu çalışmalarından biri olan Hıdırlık mevkii
alt kısımlarından Sancaktar Camii altına kadar yapılan
1 metre çapından büyük yağmur suyu borusunun Sancaktar
Camiinden Kıbrıs Caddesine kadar uzanan Milönü Caddesi
boyunca uzatılarak ve iki ana kola ayrılarak kolun
birisi Kiremit Minare Camii yanından Kıbrıs
Caddesinden Esnafevleri Semtinden Diş Hastanesi
yanındaki Sokaktan Bahabey Caddesinin Bahar Caddesi
ile kesiştiği yere kadar uzatılarak ve gerekli yerlere
ızgaralar konularak bu semtlerde oluşan ve çok yağmur
yağdığında yetersiz kalan yağmur suyu hattı yerine
yeni ve daha büyük yapılacak bu hat ile bu bölgedeki
biriken yağmur suları daha kolay bir şekilde tahliye
edilmiş olur. Sancaktar camiinden Kıbrıs Caddesi ile
Askerlik Şubesi ile Kale arasındaki sokaklara
yapılacak uzantılarla ve uygun yerlere yapılacak
ızgaralarla Emek Caddesinden ve Eti Lisesi yanındaki
sokaklardan gelen yağmur suları tahliye edilebilir,
bu hat gerektiğinde Cengiz Topel Caddesine kadar
uzatılabilir bu kısımlarda biriken yağmur sularıda
tahliye edilmiş olur. Bu şekilde yapılacak çalışmalar
ile şehir merkezine gelen yağmur suları büyük ölçüde
engellenmiş olur.
İlimizde bizim
göremediğimiz yerlerde oluşan yağmur suyu taşkınları
ve yağmur suyu birikintileri mutlaka vardır,
onlarında yetkili mercilere iletilerek, yetkili
kişilerinde çok yağmur yağdığında cadde ve sokakları
gezerek su taşkını ve birikintileri olan yerlere
gerekli çalışmaları yaparak sorunlar giderilmeye
çalışılmalıdır.
Kış aylarında oluşan
buzlanmalara karşı şu önlemleri alabiliriz.
Kar yağdığında ilk
anda şehirlerin her tarafını aynı anda temizlemek
mümkün olamayacağı için özellikle kaldırımlarda
buzlanmalar olmakta bu buzları kırıp temizlemekte uzun
zaman almakta olduğundan vatandaşlarımız yürümekte
zorlanıp, bazen de düşüp yaralanmalar olmaktadır.
Bu konuda çok uzun
süredir düşündüm, teknik olarak mümkün olurmu veya
yapılan iş yararlı olurmu bilemiyorum ama yaz
aylarında kaldırımları temizleyen araçları yapan
firmalar bir AR-GE çalışması yaparak kaldırımları
temizleyen küçük araçların önüne hidrolikli kazıyıcı
ile, araçlara eklenecek buhar kazanları ile buhar
üreterek kazıyıcıların önüne buhar vererek,
kaldırımlarda ki buzları buharla eritip, kazıyıcı ile
sıyırıp kaldırımlarda ki kar ve buzlar temizlenebilir.
Eğer bu sistem denenip başarılı olursa yollarda kar
temizliği yapan büyük iş araçlarda böyle sistemlerle
donatılıp buzlu yollarda yaptıkları çalışmalarda da
kullanılabilir. Bunlarla birlikte kaldırımlarda ki
buzları eritmek için küçük kaldırım temizleyici
araçlara tuz serpme sistemleri eklenerek kaldırımlarda
ki buzlar eritilebilir.
Buzlanma meydana
geldiğinde şehir içi cadde ve sokaklara buzları eritip
fren emniyeti sağlamak amacıyla serpilen mucur ve tuz
karışımı buzlar eridikten sonra mucurları ayrıca
temizlenemediği için akan sularla birlikte yağmur suyu
lagarlarının daralmasına bazen de tıkanmasına sebep
olmaktadır, birçok yağmur suyu lagarı işlemez hale
gelmektedir, bunun önüne geçmek için şehir içi
yollarda yapılan buz eritme çalışmalarında
araştırılıp, denenip sadece iri tuz kullanarak
kullanılırsa buzları eritirken yağmur suyu hatlarının
tıkanmasının da bir ölçüde önüne geçmiş oluruz.
Kışın kar ne zaman
yağacağı belli olmadığı için önceden yapılacak
planlama ile temizlik işleri ve ekipmanlarının kış
aylarında 7 gün 24 saat esasına göre, buzlanma
ihtimaline karşı şehirlerin büyük bir bölümüne hizmet
verecek şekilde planlama yapılırda kar yağdığında,
buzlanma olmadan kar temizleme işlemlerine
başlanılırsa zaman geçtikten sonraki zorluklar
yaşanmaz.
Ben bu yazdıklarımı;
yaşadığım, gördüğüm ve izlediğim olaylar neticesine
göre tavsiye niteliğinde yazarken de bazı önerilerimin
teknik olarak ve işe yarayıp yaramayacağının
araştırılarak, deneme yapılarak halkımızın tüm
afetlerden zarar görmeden veya en az zararlarla nasıl
kurtulabileceği düşüncesi ile uzun yıllar devamlı
araştırarak, en ince ayrıntılarına kadar yazmaya
çalıştım.
Bu yazımla çok yakın
ilgili olduğu için Temmuz-2000 de yazdığım aşağıdaki
“HERHANGİ BİR AFET DURUMUNDA KRİZ MASASININ
YAPABİLECEĞİ HAZIRLIKLAR ŞU ŞEKİLDE OLABİLİR” başlıklı
yazımı da ekleyerek konunun bir bütün oluşmasını
düşündüm.
HERHANGİ BİR AFET
DURUMUNDA KRİZ MASASININ YAPABİLECEĞİ HAZIRLIKLAR ŞU
ŞEKİLDE OLABİLİR:
1- Kriz masasının
oluşturulması,
2- Haberleşmeyi temin
ekipleri,
a-) Telefon
hatlarının açık tutulmasının temini ve çeşitli
bölgelere geçici telefonların konulmasının sağlanması,
b-) Yardım ekipleri
arasında haberleşmeyi ve koordinasyonu temin için
geçici telsiz istasyonu kurulup herhangi bir afet
durumunda hangi ekibin hangi kanalda ve kodda
haberleşeceğinin ve kimlere telsiz verileceğinin
önceden kararlaştırılıp, afet anında bu ekiplere
telsiz verilmesi.
3- Öncelikle kriz
masası, haberleşme ekipleri ve sağlık ekipleri için
gerekli elektrik enerjisinin temini başta olmak üzere
elektrik temini için jeneratör ve aydınlatma
ekiplerinin belirlenmesi.
4- Yangın ve sel
baskınlarına karşı Afet kriz masası emrine yeterli
sayıda itfaiye ekibinin çağrılması.
5-Güvenlik ve Trafik
akışının düzenlenmesi için ekiplerin belirlenmesi.
6- Arama ekip ve
araçlarının belirlenmesi.
7- Kurtarma ekip ve
araçlarının belirlenmesi ve enkaz altından çıkartılan
ölü ve yaralıların nereden çıkartıldığı, kim olduğu ve
nereye, hangi araçla gönderildiğinin kayıt edilmesi.
8- Sağlık ekiplerinin
hazırlanması. Enkaz altından ağır yaralı olarak
çıkartılanlar için acil ameliyat yapılabilen
ambulanslardan temin edilip ilk müdahalenin bu tip
ambulanslarda yapılması. Bu tip ambulanslardan her
şehirde ortalama iki tane olsa, özellikle ağır
yaralanmalı trafik ve iş kazalarında yolda ölümler
önemli ölçüde azalır. Herhangi bir afet durumunda ise
her ilden bir tane bu tip ambulans afet bölgesine
gönderilse birçok canda bu şekilde kurtarılmış olur.
9- Çadır kurma
bölgelerinin herhangi bir afet olmadan yerlerinin
belirlenmesi.
10- Çadır yeri
hazırlama ekiplerinin belirlenmesi. Çadırların, su
baskınlarından etkilenmeyecek, ulaşımı rahat bölgelere
çadırların yüksekte kalacak şekilde aralara yol
açılıp, çakıl serilip yerlerinin hazırlanması.
Herhangi bir afet durumunda tüm illerden fazla
miktarda iş makinası ve ekip gönderilmekte, bir kısmı
hiç çalışmadan geri gitmektedir. Çadır yeri hazırlamak
için bunlardan istifade edilebilir.
11- Çadır kurma
ekiplerinin belirlenmesi.
12- Seyyar tuvalet ve
seyyar banyo kurma ve atık suların tahliye ekiplerinin
belirlenmesi.
13- Afet bölgesinin
dezenfektesi için kireçleme ve ilaçlama ekiplerinin
belirlenmesi.
14- Afet anında su
şebekeleri kullanılamaz duruma geldiğinden, önceden;
içme ve kullanma suyunun nereden ve nasıl temin
edilebileceğinin belirlenmesi ve bu suları temin
edecek ekibin belirlenmesi.
15- Seyyar fırın ve
seyyar mutfak kurma ekiplerinin belirlenmesi.
16- Gelen yardım
ekiplerinin, araç ve gereçlerin o ilin kriz masasına
ulaşabilmesi için gerekli organizasyonun yapılması.
17- Yardım için gelen
ekiplerin nerelerde görevlendirileceklerinin
organizesi ve gelen yardım ekiplerinin barınma
yerlerinin tespit edilmesi.
18- Gelen yardımların tasnif, dağıtım ve depolanma
yerlerinin ve bu işle görevlendirilecek ekiplerin
belirlenmesi. Eylül –
2013
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
DOMATES YEMEĞİ
-
100 gram kıyma
-
1 Kilo olgun domates
-
1 baş soğan
-
1 fincan sıvı yağ
-
1 fincan pirinç
-
Bir diş sarımsak
-
1 miktar yoğurt
-
Domatesler yıkanarak sap kısımları
alınarak bir kenara konulur.
-
Sıvı yağ tencereye konularak kıyma
eklenir üzerine soğan doğranarak istenildiği kadar tuz
ekilerek kıyma ve soğan karıştırılarak kavrulur.
-
Kıyma kavrulurken domatesler irice
doğranır ve tencereye konulur. Üzerine bir miktar tuz
konulur bir miktar ateşin üzerinde kaşıkla
karıştırılır. Tencereye domatesleri kapatacak kadar
sıcak su konulur bir taşım kaynatılınca bir fincan
pirinç yıkanarak tencereye konulur.
-
Pirinçler pişince
tencere ateşten alınarak ılık olarak servis yapılır.
İstenirse üzerine sarımsaklı yoğurt da ekilerek
yenilir.
|
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Adile TÜRKMEN |
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi |
-
İSMİNİ İSTERİM
-
Karşımda duran yüce dağlara
-
Saçıma düşen beyaz aklara,
-
Yaprak döken hazan bağlara,
-
Senin ismini yazmak isterim.
-
-
Ömrü olmayan kuru dallara,
-
Sonu olmayan uzun yıllara
-
Bu mutsuz geçen yıllarıma,
-
Senin ismini yazmak isterdim.
-
-
Güneşten yanan ıslak göllere,
-
Ot bitmeyen ıssız çöllere,
-
Mis gibi kokan beyaz güllere,
-
Senin ismini yazmak isterim.
-
-
Gözümden akan ılık yaşlara,
-
Kirpik üstünde hilal kaşlara
-
Yazılması çok zor olan taşlara
-
Senin ismini yazmak isterim
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mehmet KARADAĞ |
Mehmet KARADAĞ Hayat Hikayesi
|
-
KURULSUN DOSTLAR OZAN BİRLİĞİ
- Ele,bele,dile sahip olalım
- Bozulmadan canlar sade kalalım
- Mürşidi Kamil yoldaş bulalım
- Kurulsun dostlar ozan birliği
-
- Birliği olmayan ozan sayılmaz
- Yağları yakmakla menzil alınmaz
- Ayrı-gayrı olan divan kuramaz
- Kurulsun dostlar ozan birliği
-
- Naza gelmez dostum gerçek ozanlar
- Halkın ateşiyle nerde yayanlar
- Tarihte kaç tane böyle kalanlar
- Kurulsun dostlar ozan birliği
-
- Sözüm size derim ayrı çekenler
- Baskıya zulme boyun bükenler
- Vakitsiz horoz olup ötenler
- Kurulsun dostlar ozan birliği
-
- Sazınla sözünle fakiri koru
- Türkçemi söylerim arınmış duru
- Ağlayı ağlayı gözlerim kuru
- Kurulsun dostlar ozan birliği
-
- Birlikten korkmayın güller açılır
- Nefes temiz olur koku saçılır
- Bu birlikte kötülükten kaçılır
- Kurulsun dostlar ozan birliği
-
- KARADAĞ’IM der ki ayrım yapmayın
- Helalimize haramlar katmadan
- Görmeliyiz oyunlara bakmadan
- Kurulsun dostlar ozan birliği
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi |
-
RESİMLE DOSTLUK
-
Bir arkadaş
Bir dost,
Bir komşu resmi yap,
Başköşeye oturt onları…
-
-
Zarar, kâr hesabı yapma
Çıkar, ihtiras, ihanet gibi
Kelimeleri
Aklının ucundan bile geçirme...
Boya, süsle,
Evinin en güzel yerine as...
-
-
Bunlar varken
Korkusuz
Endişesiz uyu...
-
-
Cıvıl cıvıl renklerle
Samimi çizgilerle
Dostluğun,
Göreceksin ki
Seni hüsrana uğratmayacak...
-
Paris – 03.03.1999
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi |
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
178 SAYI 25 Aralık 2013 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |