YIL 15     SAYI 176    25 Ekim 2013  

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL CUMHURİYET BAYRAMI
Mahfi EĞİLMEZ HİTİT DERSLERİ
Mustafa Nevruz SINACI ARAP BAHARI = BOP CEHENNEMİ
Mustafa TURAN ÜNİVERSİTENİN BÖYLESİ DE VARDI
Suhubi Ulvi CIRIL MENEMEN TARİFİ
Nihat İNCE CUMHURİYET BAYRAMI
Selma GÜRSEL ÇORUM TURŞUSU
Rıza HARDAL “BU VATAN BÖLÜNMEZ; ŞEHİTLER ÖLMEZ! "
Üzeyir Lokman ÇAYCI MOR DENİZ
Yaşar KILIÇ GURBET MAHKUMU

 

 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
CUMHURİYET BAYRAMI
            Türkiye Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanması sonunda 24 Temmuz 1923 günü İsviçre’nin Lozan şehrindeki Lozan Üniversitesi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri Lozan Barış Antlaşması’yla Türkiye'nin bağımsızlığımızın onaylanmış oldu.
            Türkiye'nin Bağımsızlığının imzalanmasından sonra Türkiye devlet yönetiminin daha açık biçimde idare edilecek yönetimin isim verilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi "Milli Mücadele"yi Büyük Önder Atatürk’ün başkanlığında başarıyla yürüten Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye Hükümeti yapısı ve işleyişi yönünden cumhuriyet yönetimi gibi yapılandırılmış ve idare edilmişti.
            Türkiye'nin yönetimi dünya milletleri tarafından daha belirgin bir nitelik kazandırılması gerekiyordu.  2 Şubat 1925'te, Dışişleri Bakanlığı düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerilmiştir. Türkiye'nin yönetiminin adının konulması için Türkiye Büyük Meclisi 29 Ekim 1923 günü yapılan Anayasa değişikliği ile Türkiye'nin İdaresinin CUMHRİYET, Türk devletinin adı "Türkiye Cumhuriyeti" ilk cumhurbaşkanı ise "Mustafa Kemal Atatürk" Türkiye'nin Cumhuriyet yönetimi ile yönetileceğini Büyük Millet Meclisi ilan etti.
            Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet'in "Onuncu Yıl Kutlamaları"nın yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği 10. Yıl Nutkunda, bu günü en büyük bayram olarak nitelendirmiştir. Bu ilandan sonra her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir millî bayramdır.
            Bütün dünya ve herkes ile her gelecek kuşak bilmelidir ki bu vatanda kurulan Cumhuriyet yönetimi Atatürk’ün önderliğinde bir ölüm kalım savaşından sonra gerçekleştirilmiştir. Bu başarının arkasında binlerce şehidin binlerce gazinin kurtuluş mücadelesi için yaptıkları bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bu büyük eserin her yönü ile gelişmesi geliştirilmesi gerekmektedir. Bilhassa Atatürk'ün gençliğe hitabesinde ileride olabilecek olumsuzlukları ve her türlü tehlikeden titizlikle korunması Cumhuriyet kuşaklarının Atatürk’e ve onun arkadaşlarına borçlu olduğu bilmemiz bizim için bir görevdir. Hepimiz bilmeliyiz ki; Cumhuriyet korumak ve kollamak görevin bilinci içinde bırakılan bu emaneti devamlı korumak için çabalamamız ve şehitlerimiz ve gazilerimizin emaneti olan Türkiye ve Türkiye Cumhuriyetini sonsuza dek yaşatmamamız için fedakarlıklardan kaçınmamamız gerekmektedir!
            Ne Mutlu TÜRK'ÜM Diyene!
            29 Ekim Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşu ve Cumhuriyet Bayramı hepinize kutlu olsun!

 

 
 
 
 
 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

 
Mahfi EĞİLMEZ
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz!
 
HİTİT DERSLERİ

M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1200 arasını kapsadığı kabul edilen bronz çağındaki ülkelerin ekonomileri büyük ölçüde tarıma dayalıydı. İki türlü ekonomik yapı vardı: (1) kendi üretimiyle geçinen ülkeler (ki bunların üretimi ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılığa dayalıydı), (2) kendi üretimleri yetmediği için başkalarının üretiminden savaş ganimeti ya da haraca bağlamak yoluyla pay alanlar (ki Hititler bu ikinci kategorideydi.)

O dönemde sulama bugünkü kadar gelişmediği için tarım alanları ikiye ayrılarak incelenebilir:
(1) Her yıl belli bir düzenle taştığı için çevresini doğal olarak sulayan nehirlerin çevresinde gelişen ve sürekli verimli olan tarım alanları (Mısır'daki Nil Nehri çevresindeki tarım alanları gibi), (2) Yağmurla sulanan ve dolayısıyla sürekli bir verimliliğe sahip olmayan tarım alanları (Kızılırmak çevresindeki Hitit tarım alanları gibi.)

Her ne kadar Hitit ülkesi de büyük bir nehrin (Kızılırmak) çevresinde kurulu olsa da Mısır gibi şanslı değildi. Çünkü Kızılırmak, Nil Nehri gibi düzenli bir taşma gösterip de çevresinde yağmur dışında sulanmış bir alan yaratmıyordu. Dolayısıyla zaman zaman yaşanan kuraklıklar tarımsal üretimi düşürüyor ve ekonomik sıkıntılar yaratıyordu.

Bunun sonucu olarak Hititler, başkalarının üretiminden pay almayı ekonomilerinin bir parçası haline getirmişlerdi. O nedenledir ki Hititler her yılın bahar aylarında komşu ülkelere sefere çıkar, onlardan ganimet alarak dönerlerdi. Bağlı krallıklardan da haraç alırlardı. Bir başka ifadeyle Hitit ekonomisinde tarımsal üretimin yanında en önemli gelir kaynağı savaşlardı. Hititler için esas olan barış değil savaştı. Çünkü kıtlık zamanlarında ayakta durabilmeleri savaşlarda elde edecekleri ganimet ve haraçlara bağlıydı.

Tarımsal üretimden alınan sahhan adlı vergi, devlet için yapılması gereken luzzi adlı hizmet (angarya), yabancı tüccarların kente mal getirip satması karşılığında alınan gümrük vergisi, savaşlardan elde edilen ganimetler ve bağlı krallıklardan alınan haraçlar Hitit mali sisteminin temel taşlarını oluşturuyordu. Hititlerden önceki dönemde Anadolu'da dış ticaret işlemlerine uygulanan ve nishatum adını taşıyan vergi yüzde 3 ile 5 arasında değişen bir orana sahipti. Hititlerde bu verginin, adı nishatum olmasa da, devam ettiğine ilişkin kayıtlar vardır.

Her ne kadar tapınakların kendi tarım alanları olsa da bunun onlara yeterli olmadığını ve saray gelirlerinden bir bölümünün tapınaklara tahsis edildiğini tahmin ediyoruz. Gerçekten de Hitit kralının aynı zamanda Hitit dinsel sisteminin başrahibi olduğunu dikkate aldığımızda sarayın tapınaklara mali destek yaptığını kabul etmemiz doğru olacaktır. Böylece bir anlamda günümüzdeki mali tevzin (merkezi idareyle ötekiler arasında kamu gelirlerinin paylaşımı) sistemine benzer bir sistem günümüzden 3500 yıl önce kurulmuş görünüyor.

M.Ö. 1200 dolaylarında Hitit İmparatorluğu'nun da aralarında bulunduğu Anadolu'daki krallıkların çoğu deniz kavimlerinin saldırısı sonucu yıkılıp gitti. Anadolu krallıklarının deniz kavimleri karşısında direnmemesinin temel nedeni Anadolu'da yaşanan uzun süreli kuraklığın yarattığı zayıflamaya bağlı görünüyor. Tarımsal üretimin hızla gerilemesi, sarayın bu üretimden aldığı vergileri de düşürmüş ve sarayın finanse ettiği askeri seferleri zayıflatmış olsa gerek. Hititlerin savaş yeteneğindeki gerilemenin yarattığı haraç ve ganimet eksilmesinin de yıkılışta önemli etkisi olsa gerek.

M.Ö. 13. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan taht kavgalarıyle kuraklığın birleşmesi sonucunda Hititlerin askerinin gücünün zayıflamış olduğu anlaşılıyor. Bunun sonucunda Hititler, II. Ramses'le giriştikleri Kadeş Savaşı'nda başardıkları Anadolu güçbirliğini deniz kavimlerine karşı tekrarlayamamış ve yıkılmışlardır. 3500 yıl öncesinin bize verdiği ders bu topraklarda ayakta durmanın yolunun Anadolu birliğini sağlamaktan geçtiği dersidir.

Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!

 

 
 
 
 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
ARAP BAHARI = BOP CEHENNEMİ
            İktisat ve siyaset hayatı vesayetle malûl ve emperyalistlere mahkûm, milli devlet vasfı mülga, bütün sosyal unsur ve kurumları dumura uğramış; Banka ve borsa şirketlerinin % 75’i düyun-u umumiye (yabancı soyguncu ve vurguncuların) eline geçmiş; Kendini, utanmadan ve Allahtan korkmadan, Türk ve İslâm düşmanı BOP saldırganlarının “eş başkanı” ilân eden bir mecnûn marifetiyle AB-ABD talimatlarıyla yönetilen sömürge bir ülkedir şu anda Türkiye…
            Kişi başı gelir, tıpkı enflâsyon rakamları gibi bir istatistik bir yalandır. Hakikatte kişi başına gelir, ülke gelirinin nüfusa bölünmesi olup; Asgari ücretli, işçi, memur ve emekli, her vatandaşın cebine giren para olması gerekirken, gerçek bu değildir. Dahası: Toplam gelirin % 75’i yabancılara, kalanın % 65’i imtiyazlı kesimin cebine girmekte; Milli Gelir’in çok küçük bir dilimi halka nasip olmaktadır. Acı gerçek budur. Bilelim ve artık düşlerde yaşamayalım!
Ancak vicdanı, ilmi ve irfanı kararmış; Basiret, hikmet ve bekadan yoksun; Dürüstlük, Hak, Hukuk, Adalet ve Demokrasi fukaralarının elinde bölünme tehdidine maruz ülkenin aciz ve zavallı yöneticileri adına; Akıl tutulması ile malûl, gazeteci nam bir meczup, önüne aylık 52 Bin liralık bir ulufe atılınca, ilk çıktığı televizyon ve akredite medyaya bak neler diyor?.
“Eğer gerçekten bir ülke ekonomi üzerinden yaşadığı asırlık esareti bir lider etrafında toplanan ekip tarafından bitirebilmiş ve o ülke artık başkalarından bağımsız hareket edebiliyor da kalkınmasını dünya genelinin en önünde ilerletiyor ise;, Buna rağmen kendi ülkesinde ideolojik körelmeye yakalanmış bir grup, onu düşürüp ülkeyi ve milleti yeniden 70 sente muhtaç duruma düşürecek şekilde, her türlü yalan- dolan iftira bilgi kirliliği ile o lideri (!) siyaset alanından dışarı atmakta, dış rakiplerden daha gayretli olarak.. Bilerek ve ya bilmeden o lider (!),  ülke ve dış rakiplerinin işine yarayacak, ülkemizin kalkınma hızını kesmek için frene basılacak şekilde onu düşürmeye çalışıyorsa ve bu askerleri ilgilendiren bir sıcak savaş değil ise;, Bütün vatanını ve milletini yüceltip muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak hatta muasır medeniyeti aşmak isteyen gazeteciler ve halk bu uğurda ölmek dâhil her türlü gayreti göze almalıdır. Hele askeri savunma ve savaşlar alanındaki silah üretimine başarılı bir giriş yapmış da, artık bir buçuk asırdır  ilk defa, ne 1. dünya savaşında ki Almanya'ya nede ondan sonra devam eden önce İngiltere ve sonrada ABD ye bağımlı olmaktan ordularımızı kurtarıp Nato’dan emir almaktan kurtaracak başarılı hamleleri gerçekleştirmeye başlamış ise her vatan evladı askerde onun başarısı uğruna ölmeyi göze almalı;, Çünkü adam gece gündüz demeden geldiği günden beri koşarak çalışmakta hem de herkesi o tempoda çalışmaya zorlamaktadır.”
El insaf!.. Yüklü bir ulufeye mazhar oldu diye: “170 yıl sonra bir lider çıkıp finansal esareti bitirmişse ben ölmeye hazırım" diye yalan söyleyebilen bir kişi, gazeteci mi, yoksa bir haşhaşi neferi mi anlamak çok zor! Hasan Sabbah fedaileri meşrep gereği her şeyi göze almış insanlardır. Ancak gazetecilerin aciz yönetimler ve lideri (!) için (hırs, ihtiras ve para uğruna) ölümü göze almaları, objektif düşünme ve yazabilmeye engel olacak dolayısıyla işine düzgün yapmasına imkân kalmayacaktır. Hele ölümü göze almanın ödülü “52 bin lira maaş” olunca,  paranın her kapıyı açtığı sözü ön plana çıkıyor. Lütfen elinizi vicdanınıza koyarak bu insanlık düşmanlığı, ayrımcılık ve bölücülüğün tam tersini bir düşünün!..
Hani o dillerinden düşürmedikleri ve “misyonun son halkası” olduklarını iddia, iftira ettikleri Şehit Baş Vekil Adnan Menderes ve kadim DP’nin şanlı kadroları “benzer bir durum ve yine Türk ve İslâm âlemine yönelik tehditler karşısında” ne yapmışlardı?
            MENDERES D-8’lerden önce Bağdat Paktı’nı kurmuştu biliyor musunuz?..
            Yaklaşık 58 yıl önce Ortadoğu’da, (TC’ni parçalama, bölme ve İslâm âlemini domuza peşkeş çekme değil) birinci sınıf, belirleyici, hür, hükümran ve tam bağımsız dünya devleti ve etkin bir güç olma yolunda ilk adımları DP atmıştı. Cumhuriyeti kavi (sağlam) kılan Sâdâbad Paktı’ndan sonra, Irak’ta imzalanan Bağdat Paktı dünya çapında büyük bir başarıdır. Türk ve İslâm dünyasına özgürlük ve bağımsızlık kapılarını açan bu anlaşmadan 2 yıl arayla 2 komşu ülkede askerî darbe oldu. Birlik ve bağımsızlık yanlısı vizyoner lider ve hükümetler gitti.
SÂDABAT+BAĞDAT PAKTI VE BOP LÂNETİ  
Cumhuriyet tarihinde biri akim (başarısız) ikisi tam üç anlaşma vardır ki; Bunlardan, son derece uyduruk, sanal ve sağlam temellerin aksine çürük zeminler üstüne inşa edilmeye çalışılan D-8, Developing Eight (gelişmekte olan 8 ülke: Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya) ittihadı hariç olmak üzere; Mustafa Kemal Atatürk tarafından akit ve inşa olunan Sadabad Paktı ile Baş Vekil Adnan Menderes ve DP’nin eseri Bağdat Paktı; Türk-İslâm Âlemi’nin özgürlük, hükümranlık ve bağımsızlığı yolunda atılmış fevkalâde önemli, değerli ve hayati adımlar niteliğindedir.
Dönem itibarıyla Avrupa Birliği’nin hamisi, fiili ve asli üyesi olan Osmanlı’nın, sinsi, vahşi, alçak, kalleş ve amansız düşmanı batı tarafından kancıkça yıkılıp parçalandıktan, dâhili ve harici düşmanla işbirliği sonucu zevale uğratıldıktan sonra, Türk-İslâm âleminin en büyük sorunu örtülü işgal, çöreklenmiş ihanet ve işbirlikçi vesayet olmuştur.
Kutsal İttifak, Tarihi İttihat ve pusudaki ihanet:
1955, 24 Şubat. Yer Bağdat. Türkiye Başbakanı Adnan Menderes, yüzünde tebessüm ve umut... Masaya eğilmiş, Bağdat Paktı’na imza atıyor. Bir sonraki karede Irak Kralı ikinci Faysal’la tokalaşıyor. Ülkeleri yakınlaştıran, ekonomik, özgürlük-güvenlik ve işbirliği yolunu açan anlaşmadan sonra Irak ve Türkiye’de ilginç gelişmeler yaşanıyor. Menderes’in 1959’da Londra’da uçağı düşüyor. Aynı yıl içinde bu sefer komşu ülke Irak’ta bir darbe gerçekleşiyor; Başbakanla, kral feci şekilde öldürülüyor. 1960’ta Türkiye’de Menderes ve DP hükümetinin sonunu getiren 27 Mayıs darbesi oluyor. Bir yıl sonra da Menderes idam ediliyor.
1950’de iktidara gelen Menderes (DP hükümeti) ülkede ekonomik ve demokratik açılımlara giderken dış politikayı ihmal etmiyor. Menderes, çok aktif ve aksiyoner bir lider, sürekli yurtdışı seyahatlere çıkıyor. Önemli anlaşmalara imza koyuyor. 1952’de NATO’ya üyelik anlaşması imzalanıyor. ABD ve Rusya ile “mütekabiliyet ve adalet muvacehesinde” ilişkiler geliştiriliyor. Hindistan’a kadar Türkiye’nin ilgi alanını genişliyor. Tek parti (CHP) döneminde kapısı çalınmayan Ankara’yı 10 yıllık DP iktidarında Eisenhower’dan Nehru’ya kadar pek çok lider ziyaret ediyor. Komşuları ihmal etmiyor. Irak’la yakınlaşıyor. Başbakan Nuri Said Paşa Osmanlı askeri. İstanbul’da eğitim görmüş. Irak’a dönmüş, başbakan olmuş.
1955’te Irak’a gerçekleşen seyahatte Dışişleri Bakanı Ali Fuat Köprülü ve Kayseri Milletvekili, DP Genel Başkan Yardımcısı Kamil Gündeş bulunuyor. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na kadar Irak petrollerinden pay almış. Bağdat Paktı anlaşması ile ekonomik bir kurul oluşturulacak, enerji sorunu tamamen çözülecek. Türkiye bölgesel bir güç olacak. Menderes, Bağdat’ta anlaşma sonrası İmam-ı Azam’ın türbesini ziyaretinden sonra Semati Ataman’a, bu amacından şöyle bahsediyor: “Elbette bir daha yeniden Osmanlı imparatorluğu kurulmaz ama günümüzün imkân ve şartları içinde o coğrafyada bulunan ülkeler niçin tekrar bir araya gelmenin çarelerini aramasın, bir yolunu bulmasın?”
Ancak iki ülkede birbirini takip eden darbeler bu süreci kesintiye uğratır. Bağdat Paktı anlaşmasından sonra 1958’de Irak’ta çok kanlı bir darbe olur. Kral 2. Faysal öldürülür. Nuri Said Paşa kadın kıyafeti ile saraydan kaçmaya çalışırken darbeciler tarafından yakalanarak linç edilir. Anlaşmaya taraf Türkiye’de 1959’da Menderes’in Londra’da uçağı düşer. Baş Vekil kazadan sağ olarak kurtulur. 27 Mayıs 1960’ta bu sefer askerî darbe olur. Menderes iktidardan indirilir. Irak ve Türkiye içe kapanır ve ilişkiler kesilip koparılır..
1958’de Irak, 1960’ta Türkiye’de darbelerin olması tesadüf mü? Bağdat Anlaşmasına imza koyan Menderes’in hemen yanı başındaki DP Kayseri Milletvekili Kamil Gündeş’in yeğeni Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır, “2 yıl arayla iki komşu devlette askerî (!) darbe oluyorsa orada soru işareti vardır. Menderes, Kral 2. Faysal ve Nuri Said Paşa aynı yöntemle iktidardan indiriliyor, çok manidar. Bağdat Paktı’nın mimarları bunlar.” diyor. Nitekim bu vahametten sonra ittifak dağıldı, anlaşma feshedildi. Türkiye Irak petrollerinden pay alamadı, Irak hiçbir zaman Türkiye ile yakınlaşamadı. İki ülkede de vizyoner hükümetlere kapılar kapandı. ./…
İHANETTE SON TANGO
24 Şubat 1955’te Türkiye, İran, Irak ve Pakistan ile Birleşik Krallık İngiltere arasında imzalanan Bağdat Paktı 9 Temmuz 1937de Türkiye, İran, Irak, Afgaristan arasında imzalanan Sadabat Paktı’nın tekrarı ve yeniden hayata geçirilmesi projesinden ibarettir. Zira ilki Atatürk ve sonraki Menderes tarafından hazırlanıp / kotarılıp imzalanan her iki Paktın da amacı esasta aynıdır: Orta Doğu’da barış, özgürlük, bağımsızlık ve güvenliği sağlamak…
Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından önerilip, altyapısı hazırlanan ve gerçekleşmesi sağlanan Sadabat Paktı’na imza atan devletlerin aldığı kararlar: 1. Pakta katılan tüm devletler; Türkiye, İran, Irak, Afganistan birbirlerinin iç işlerine karışmayacak; 2. Saldırgan girişimlerde bulunmayacak; 3. Ortak yararları üstün tutacak; 4. Milletler Cemiyeti’ne (Cemiyet-i Akvam) saygılı olacaklardı.
Sadabat Paktı, Atatürk’ün vefatından sonra çalışmalarını durdurdu. 1955’de kurulan Bağdat Paktı dâhil olmak üzere, bir daha da Atatürk’ün oluşturduğu bu birliktelik kurulamadı.
CENTO (Central Treaty Organization/Merkezi Antlaşma Teşkilatı) ise önceki adıyla “Bağdat Paktı” (1955-1958) Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve Birleşik Krallık İngiltere arasında, SSCB yayılmacılığını Ortadoğu’da önlenmeye yönelik kurulan bir güvenlik ve savunma örgütüdür. 1958 isyanında Irak’ın pakttan çekilmesi üzerine ABD’nin de dâhil olduğu yeni bir antlaşma yapılmış; 1979da önce İran, ardından da Pakistan’ın çekilmesiyle CENTO’nun varlığı fiilen ve resmen sona ermiştir. (Bir hatırlatma: 27 Mayıs 1960ta işlevine son verilen II. TBMM binası 1961-1979 yılları arasında CENTO’nun son genel merkezi olarak kullanılmıştır.)
            Bağdat Paktı, Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955 tarihinde imzalanan Karşılıklı İşbirliği Anlatlaşması’na İngiltere’nin (4 Nisan), Pakistan’ın (23 Eylül) ve İran’ın (3 Kasım) katılması ile oluşan bir karşılıklı güvenlik ve savunma örgütüdür. ABD ise (ileriki yıllarda) paktta gözlemci üye olarak yer alacaktır.
            Antlaşma 7 maddeden müteşekkil olup; 1. ve 2. maddeleri taraflar arasında Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51. md. gereği işbirliği yapacakları, bu işbirliğinin özel antlaşmalara zemin olacağı, antlaşmaların yürürlüğe girmesi ile gerekli önlemlerin hükümet onayından sonra uygulanacağına dairdi., 5. maddesinde ise; antlaşmaların Ortadoğu dışındaki devletlere de açık olacağı ve üye ülkelerin kendi aralarında özel antlaşmalar yapabileceği belirtilmişti.
Bu maddeye istinaden antlaşmaya giren İngiltere, Irak’taki üslerini korumasına olanak tanıyordu. 6. md. Antlaşma amaçları çerçevesinde çalışmak üzere daimi bir konseyin teşkiline dairdi ve bu konsey antlaşmaya katılanların sayısı en az dördü bulduğunda faaliyete geçecekti. İlk toplantıda (Kasım 1955) merkezin Bağdat olması ve örgüt içinde Daimi Askeri Komite ile Ekonomik Komite kurulması kararlaştırılmıştı.
Paktın sona ermesiyle ABD, İngiltere, Türkiye, Pakistan ve İran’ın üyelikleri ile teşkil edilen CENTO içinde ABD etkin rol oynamaya başladı. Teşkilatın askeri planlama kurulunun başına bir ABD generali getirildi. Fakat askeri sahada önemli bir çalışma yapılamadı. Sadece ekonomik işbirliği teşebbüsleriyle sınırlı kalan CENTO, ABD’nin Hindistan-Pakistan ihtilâfı ve Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde takındığı tavır sebebiyle önemini tamamen yitirdi. Pakistan 12 Mart 1979da, İran ise ertesi Gün teşkilattan ayrıldıklarını açıkladılar…
DÜŞMAN DAİMA PUSUDA
Eğer sürece dikkat edilirse açıkça görülecektir ki: 1937’de imzalanan Sadabat Paktı ile 1955’de imzalanan Bağdat Paktı’nın dumura uğratılmasında en önemli rolü İngiltere (Birleşik Krallık) üstlenmiş ve akabinde ABD’yi devreye sokarak yok etmeyi tetiklemiştir. Dolayısıyla, Türk ve İslâm âlemine karşı girişilen bu tür ve benzer sabotajlarda ön plânda İngiltere, peşi sıra Amerika ve arka plânda İsrail’in rol aldığı görülür. Tıpkı 1958’de Irak’ta ABD-İsrail ve İngiltere’nin (BOP)’un birinci versiyonu’nu uygulamaya koyması gibi..
Dönem itibarıyla menfur ve melhus projenin gelişmesini, yayılmasını önleyen ve akim kalmasını sağlayan Adnan Menderes ve DP’dir. Bu gün ise ihanetin Eş Başkanı aynı ülkede!.. 

 
 
 
 
 
 
 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa TURAN
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
ÜNİVERSİTENİN BÖYLESİ DE VARDI
Bolu İzzet Baysal Üniversitesinden bir davet almıştım. “BİLİM TOPLULUĞU” denen öğrenci oluşumu bizi“ Asılsız Ermeni Soykırım İddiaları” ile ilgili bir konferansa çağırıyorlardı.26 Nisan Salı günü saat 13.30’da zamanını kararlaştırdık ve önceki gün bu amaçla Bolu’ya giderek yoğun bir gün yaşadık.
Hazır Bolu’ya gitmişken Milli Eğitimdeki arkadaşlar da “Kitap Okuma ve Başarıda Motivasyon” konulu bir seminer hazırlamışlar. Lise öğrencilerine öğleden önce verdiğimiz bu seminere öylesine ilgi vardı ki,1,5 saat olarak düşündüğümüz programı saat 13’ü geçerek anca tamamlayabildik. Ardından apar topar kampüse vardığımızda, Üniversitenin Kültür Merkezi Salonu hınca hınç dolmuş ve ayakta da yer olmamacasına bizi bekliyorlardı. Bu ilgi ve coşku karşısında doğrusu biraz şaşırdığımı da ifade etmeliyim.
Konferansa başlamadan önce, ön sırada oturan Dekanlara ve Öğretim üyelerine dedim ki: “Bu manzara karşısında büyük bir mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum! Üniversitelerimizde özlediğimiz manzarayı şu an karşımda görmekteyim. İdeolojik saplantılar ve terör yerine, böylesine güzel sosyal ve kültürel faaliyetlerin hâkim olduğu ortamlarda okumayı o kadar isterdim ki! .Fakat bize her gün 20-30 insanın terörden hayatını kaybettiği ve olayların merkez noktasında bulunan İstanbul-Beyazıt’ta can derdi ve stres altında okumak nasipmiş. Üstelik fakültenin 2  gün açık, anarşik olaylar üzerine 3 gün kapalı bulunduğu zamanlarda. İyiki bu zamanlarımı birçok arkadaşımın yaptığı gibi sinemalarda değil de, kütüphanelerde geçirmişim. Bugün sizlere hitap etme konumundaysam, işte bu keyfiyet neticesindedir. Üstelik böylesi güzel bir programın hazırlayıcısı öğrenciler olunca, bu etkinlik daha da anlamlı olmuş. Üniversite gençliğinin bu yöne kanalize olması ne kadar sevindirici ise, sizlerin de öğrencilere güvenerek bu ortamı oluşturmanız her türlü takdirin üzerindedir. Merak ettiğim şey ise, bu ideal manzaranın diğer üniversitelerimizde de olup olmadığıdır.”
Öğrenciler o kadar seviyeli ve olgun ki,2 saat devam eden ve sunuyla da takviye ettiğimiz konferans boyunca ilgi devam etti ve hiçbir taşkınlık yaşanmadı. Sorular çok anlamlı ve nazik  olduğu kadar, konunun özümsenmesinin de bir ifadesi gibiydi. Aslında bu tür ortamlarda genellikle havayı bozan birilerinin çıkması muhtemeldir ama olmadı. Onların kitaplarımızı alıp imzalatmak için sıraya girmeleri ve ardından da samimi teşekkürleri beni ayrıca mutlu etti ve duygulandırdı.
Bilim Topluluğu yönetiminde bulunan öğrenciler bize Üniversiteyi gezdirdiler ve çevreyi tanıtarak bilgi verdiler. Tarih bölüm başkanını ziyaretten sonra, Üniversite yönetiminin kendilerine tahsisi ettiği büyük ve geniş bir yere giderek birlikte çaylarımızı içip, sohbet ederken “Bilim Topluluğu Bolu Rehberi” adlı bir dergi takdim ettiler. Onu inceleyince öğrenciler gözümde bir o kadar daha büyüdü.
Bakın daha ne faaliyetler gerçekleştirmişler:

Prof. Dr. Erdal İnönü, “Bilim ve Kültür Konferansı”

Doğan Cüceloğlu,“Geleceğine Yön Veren İnsan Konferansı

Cesur Kubat,  “Şiir Dinletisi”          

Kemal Şahin,    “Başarılı Olmanın Yolları Konferansı

İbrahim Sadri, “Söyleşi”

Ahmet Işıkara   “Depremle Birlikte Yaşamak Konferansı

Ayrıca Kitap Paylaşım Kampanyası, Kitap Fuarı, Bilişim Tekno Günleri, Çanakkale Şehitlerini Anma, Ankara ve İstanbul Gezileri, Matematik, Sağlık ve Kariyer Planlama seminerleri  ve konferanslar gibi daha pek çok aktiviteleri var. Bu gençler takdir edilip alkışlanmaz mı? Zaten bir süredir birçok üniversite sürekli irtifa kaybederken, İzzet Baysal Üniversitesinin gerek puanlarının artışı gerekse ilginin oraya yönelmesi ile her geçen gün popülaritesinin yükselişi tesadüf değilmiş.
Elbette bu başarıda bir İzzet Baysal faktörü görülüyor. Ancak böylesi güzel oluşumların ortaya çıkması ve sosyal ve kültürel etkinliklerin yapılması için de ,her üniversiteye bir İzzet Baysal gerekmez. Bu gelişmeler beni ziyadesiyle mutlu etti. Çünkü bazı üniversitelerimizde görülen ve her gün basında yer alan yolsuzluklar, elemen alımında kayırmalar ve suiistimaller, Osmanlının yıkılışını hızlandıran beşik ulemasının benzeri versiyonlarının yer yer ve sık sık görülmesi, ilmi çalışmalardan ziyade şekli uygulamaların ön planda tutulması, halka biraz tepeden bakılması gibi olumsuzluklar ile üniversitelerin hem imajı zedelenmiş, hem de halktan kopuk kurumlar gibi değerlendirmelere yol açmıştı.
Boluda kültür ve sanatın nabzını elinde tutan okur yazar dostlarla da sohbet etme imkanı bulduk. Üniversiteyi sordum ve dedim ki: “Sizin Üniversiteniz de tepede kurulmuş. Sizde de mi Üniversite şehre ve halka hep yukardan bakıyor?”
            “Kesinlikle hayır” dediler. Biz de Üniversite halkla bütünleşmiştir. Elbette öyle olmalı. İsmin başına birkaç harf ilave etmekle her şey bitmiyor. Aslında başlıyor. Ne kadar güzel halkın içinde ve kalbinde olmak ve onunla bütünleşmek!
Böylesi üniversitelerimiz de vardı.

 

 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Suhubi Ulvi CIRUL
Suhubi Ulvi CIRIL Hayat Hikayesi
MENEMEN TARİFİ
            Tarifini yaptığım menemende usul ve malzemeleri mümkün olduğunca kendi damak tadı ve beğenimize uygun olarak hazırladığım ölçülerdir. Dört kişilik düşündüğüm menemen tarifi şöyledir.
MALZEMELER:
125 gr. Tereyağı
250 gr. Kaşar peyniri
4 ad. Yumurta
4 ad. Orta boy domates
100 gr. Sivri biber
1 baş Sarımsak
1 tatlı kaşığı veya 1 kaşık kırmızı pul biber
Yeteri kadar tuz
4 ad. Ramazan pidesi veya 3 veya 4 ad. ekmek
YAPILIŞI:
            Domatesler ve biberler iyice yıkandıktan sonra domateslerin kabukları ateşte soyulur. Sarımsaklar ılık suda bekletilip kabukları soyulur. Biber, domates ve sarımsak bıçakla veya rondo ile ince ince doğranır. Kaşar peyniri rende veya rondo ile rendelenir. Doğranan bu malzemeler ayrı kaplarda bekletilirken bu malzemeleri alacak bir yayvan tencere veya tavada tereyağı harlı ateşte kabın her tarafına değerek eritilmeye başlanır, tereyağı kızarken biber ve sarımsak konularak tereyağı ile birlikte tahta kaşıkla haşlanır, tereyağı yanmaya başlamadan domates, pul biber ve tuz eklenip iyice karıştırılır, ateş kısığa alınarak kaşar peyniri katılır, konulan malzemeler mümkün olduğunca belli olmayacak şekle gelinceye ve tereyağı emilinceye kadar karıştırılır, yumurtalar bu karışımın üzerine kırılıp karıştırılır ve servis yapılır.
            Hazırlanan bu menemeni zevkle yemenin özelliği de menemenin pişirildiği tencere masaya konularak, bulunabilirse ramazan pidesi ile kaşık kullanmadan yenilmesidir. AFİYET OLSUN! 16 – Ekim – 2013

 

 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

ÇORUM TURŞUSU
10 litrelik saklama kabı
5 su bardağı Sirke
1,5 su bardağı Tuz
1,5 su bardağı Toz şeker
25 gram Limon tuzu
2 kilo Salatalık
3 kilo yarı olgun orta boy Domates
3 kilo Patlıcan
2 kilo Tatlı sivri biber
250 gram baş sarımsak
5 dal maydanoz
Aldığı kadar kaynak suyu (Şişe suyu ve Çeyme suyu turşuyu bozar)
            Sebzeler bol suda yıkanır bir kenara konulur.
            250 gram baş sarımsak kolay soyulması için başlarından ayrılarak dişleri sıcak suyun içinde ıslatılır ve kabukları soyularak bir kabın içinde bir kenara konur.
            Patlıcanlar soyularak bir kabın içine konulan tuzlu suyun içinde kaba konana kadar saklanır. Tuzlu suyun içinde durması patlıcanın kararmasını önler
            Önce sivri biberlerin saplı tarafı değil uç taraf kesilerek alınır. Burada konulacak turşu suyunun biberin içerisine girmesi sağlanır.
            Yarı olgun orta boy domatesler bir yorgan iğnesi ile birkaç yerinden delinir.
            Salatalıkların da bir başı sap tarafından kesilir.
            5 dal maydanoz yıkanarak sapları ile bir kenara alınır.
            Turşunun kurulacağı kap güzelce yıkanır. En alta bir sıra domates konulur üzerine bir sıra patlıcan konulduktan sonra ayaklanan sarımsaklardan bir miktarı ekilir. Tekrar bir sıra sivri biber korur, üzerine salatalık konulur tekrar sarımsak ekilir tekrar domates konulara kap dolana kadar sıkıca ve fazla bastırılmayarak kap doldurulur.
            Bir kaba 5 su bardağı sirke, 1,5 su bardağı tuz, bir buçuk su bardağı şeker ve limon tuzu kapta bir miktar kaynak suyu ile iyice karıştırılarak eritilir.
            Eritilen bu karışımın üzerine bir miktar kaynak suyu ilave edilerek kabın içine dikkatlice dökmeden konulur kabın ağzına kadar bu karışım dolunca üzerine maydanoz konularak kabımız sıkıca kapatılır.
            Turşumuz güneş görmeyen serin yerde 25 gün veya 35 gün içinde olur ve çıkartılarak bütün konan turşular doğranır ve servis yapılır. 
 
 
 

 

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Nihat İNCE
Nihat İNCE Hayat Hikayesi
CUMHURİYET BAYRAMI
Atalarım yurdumu savunmuştur her zaman
Yurduma yan bakanın sonu olmuştur duman
Vatan sevgisiyle Türk Millet bir yaman
Kutlu olsun yirmi dokuz Ekim Cumhuriyet Bayramı
 
Türk Milleti düşman kale gibi duruyor
Mehmetçik hainlere gece gündüz vuruyor
Yedikçe düşmanlar saçlarını yoluyor
Kutlu olsun yirmi dokuz Ekim Cumhuriyet Bayramı
 
Dağı, taşı, düzü, bayırı, ormanı bizim
Vatan hainlerinin her yerde başını ezin
Her zaman ulu önder’in yolunda gezin
Kutlu olsun yirmi dokuz Ekim Cumhuriyet Bayramı
 
Özgürlük bayrağımız işte bu gün yükseldi
Büyük önder Atamız hep ilerde giderdi
Kazandı savaşları ülkeyi bizlere verdi.
Kutlu olsun yirmi dokuz Ekim Cumhuriyet Bayramı
 
Savaşmış Türk Milleti vermemiş bir taşını
Kazanmıştı Türk Milleti özgürlük savaşını
NİHAT Atası gibi dik tutmuştur başını
Kutlu olsun yirmi dokuz Ekim Cumhuriyet Bayramı

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Rıza HARDAL
Rıza HARDAL Hayat Hikayesi
“BU VATAN BÖLÜNMEZ; ŞEHİTLER ÖLMEZ! ”
Oğlum Şehit diye ağlama anne !
“Bu Vatan Bölünmez Şehitler Ölmez! ”
Göksün vurup ciğer dağlama baba!
“Bu Vatan Bölünmez Şehitler Ölmez! ”
 
Vatana göz diken alçak insanın,
Ne namusu vardır ne de ki arı,
Kanı yerde kalmaz Mehmetçiklerin,
“Bu Vatan Bölünmez Şehitler Ölmez! ”
 
Dedenden, babandan bizlere kalmış,
Nice zorluklara atalar almış,
Lozan’da İnönü sınırı çizmiş,
“Bu Vatan Bölünmez Şehitler Ölmez! ”
 
Size sesleniyorum Ey Türk Milleti!
Aradan kaldırın kini, illeti,
Kimse deviremez cumhuriyeti
“Bu Vatan Bölünmez Şehitler Ölmez! ”
 
Ben bir garibanım birliğe işim,
Ne ekmeğim vardır, ne tatlı aşım.
Ölende, öldürülen hepsi soydaşım,
“Bu Vatan Bölünmez Şehitler Ölmez! ”
 
Bu vatan bütündür asla bölünmez
Alnına yazılan yazı silinmez
Yeri Cennet âlâ Mehmetçik ölmez
“Bu Vatan Bölünmez Şehitler Ölmez! ”
 
RIZA diyor yetmiş üç milyona sözüm
Yas tutmuş tellerim çalmıyor sazım
Sağduyulu olun oğlum ve kızım
“Bu Vatan Bölünmez Şehitler Ölmez! ”
25,10,2007

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 

 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
                    MOR DENİZ
Sen görmedin hiç ömründe
Mor denizi
Bir kuş ölüme susamışcasına
Üstünde
Alevleri çiğniyor...
Ben de görmedim
Bu denli
Sabahın canlanışını
Mor denizde...
 
Sanki üstünde titriyor
Binlerce ümit
Gözlerim kayboluyor
Yarının çağrıları içinde...
 
Bir ürperti çalkalanırken sabah
Göz göze ağlayışlarla
Dinleniyor
V e seriliyor bütün acılarımla
Gözlerimin önüne
Mor deniz...
İstanbul – 06.06.1975

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 

 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Yaşar KILIÇ
Yaşar KILIÇ Hayat Hikayesi
GURBET MAHKUMU
Gurbet mahkumuyum,yalnızlık suçum.
Şahidim ayrılık,gurbet yargıcım.
Savcı suç yok derde hasret davacım
Suçum belli değil,hal belli değil.
 
Gurbet çirkin,kıyafeti kılığı
Kırık sazla garip bir kat alığı
Hasrettendir kelepçemin çeliği
Vatan belli değil il belli değil
 
Akşam efkar ziyarete geliyor
Mazideki günler kapım çalıyar
Yalnızlık gariptir,hatır soruyor
Lisan belli değil,dil belli değil.
 
Dert söyletiyor da YAŞAR yazıyor
Yargıç kararıyla günüm uzuyor
Gözyaşımda incecikte sızıyor
Yağmur belli değil,sel belli değil.
07.07.1976
 

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

177 SAYI 25 Kasım 2013 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!