 |
YIL 15 SAYI 175 25 Eylül 2013
|
 |
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL TERBİYE
-
Mustafa Nevruz SINACI52. YILINDA “DİN LİSANINDA EZAN”
-
Mahfi EĞİLMEZ HİTİT BİRLİĞİ
-
Suhubi Ulvi CIRIL KANSERLİ HASTADAN ÖNERİLER
-
SAKİN KARAKAŞ TOSYANIN ADI YOK
-
İsa KAYACAN ÇAĞDAŞ AZERBAYCAN ŞİİRİ
-
Selma GÜRSEL KARNIYARIK (İmam Bayıldı)
-
Ayşe ÇOBAN
KÖPRÜ
-
Adile TÜRKMEN KIBLEMİ,KABE’Mİ SANA BAĞLADIM,
-
Ahmet CANBABA
BİR
YETKİLİ GÖRMEZ Kİ
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- TERBİYE
-
Terbiye insan aklının dış
görünüşü olarak insanlara gözükür. Dış görünüşü terbiyeli
gözükmek insanın siyaset aklını kullanmasını önemini ve
insanlık vasfında da akıl öne çıkar. Terbiyeden noksan olan
insanın aklının olmadığını, aklını terbiyesizle kullanamayan
da insanlık kişiliği düşer. Terbiye insanın zırhı ve onun
koruyucusudur. Terbiyenin de kendisine göre bir hukuku ve
nizamı vardır. Akıl bu hukuku gerektiği gibi kullanarak
terbiye sınırlarını belirleyebilme insanın en önemli
vasıflarından birisidir. Terbiye insanın sözüne inanılır,
güvenilir ve insanlar tarafından beğenilir yapar.
- Terbiye bakımından eksikliği olan;
hangi yüksek mevki ve makama ulaşsa onun ayıplarını örtmez.
Onu övenler ve dost olarak bildikleri sonradan onun ayıplarını
görerek yargıya ve düşmanlıklara dönüştürürler onu ulaştığı
mevkiden uzaklaştırarak onun gerçek hak ettiği yere indirir.
Terbiye bakımından eksik olanlar eninde ve sonunda layık
oldukları yerde kalırlar. Terbiye mal ve mülkle elde edilmez.
Kendisini terbiye ile birlikte yaşamayı öğrenmek için çalışmak
ve ilim ile kendisini terbiye olmayı arzulaması gerekir. Bu
durumda olduğunu gören kişi kendisini terbiye kazanmaya başlar
ise aklı da artar. Aklı arttıkça terbiyenin ona verdiği
bilgilerle kuvvetlenme ve yücelmeye başlayabilir. Terbiyeli
kişi mal bakımından zengin ise; bulunduğu toplumun ileri
gelenleri ile birlikte olur. Terbiyeli kişi mal bakımından
fakir ve muhtaç kişi ise bulunduğu toplumda terbiyeli ve
edepli kişiye ihtiyaç duyduklarından kendilerine yardım
talebinde bulunarak terbiyesinden faydalanırlar.
- Terbiye; edep olarak insana yansır.
Hayvanlarda terbiye edilebilir fakat edep sıfatı ile
anılmazlar. İnsanın yaşamı ve onun bilgisi terbiye ile edep
olarak yaşamında gözükür. Aile terbiyesi ile edebini bulan
insan ilim, bilgi, mal, mülk ve etraf kazanabilir.
Ebeveynlerinin ona bırakacağı mal ve mülk terbiye ve edepten
yoksun birisi için kendisine kalan birikimleri kaybederse edep
ve terbiyeden mahrum ise kaybettikleri karşısında edebini daha
da kaybeder. Bu kayıp kendisine vereceği zarar ile etrafına da
büyük bir kayıp olarak gözükür.
- Terbiye insanların geçici istek ve arzularını
durdurma için gerekli bir bilgi birikimidir. Terbiye bilgisini
kullanmayan kişi sonunda başkalarının yanında yaptığı terbiye
dışı davranışları küçük görülür ve alaya alınma ihtimali
yüksektir.
- Terbiyenin önemli bir aracı da beş duyuyu ve
nefsi kontrol altına almak gerekmektedir. İşitme duyusunun
önemi büyüktür. İnsan duyduğu her şeyi dikkatli incelemeli ve
doğruluğunu anlamadıkça inanmamalıdır. Etrafında bulunabilecek
kişilerden bazılarının ona dalkavukluk yapabileceğini ve onun
güzel ve hoş sözleri ile kendisini yanılgıya düşürebileceğini
bilmelidir. Terbiye edeceğimiz en önemli duyu organımızdır.
Dedikodu ve iftiraları incelemeden kabul etmememiz
gerekmektedir.
- Dokunma duyusu ise insanın karşı tarafa vereceği enerji ve
hissin önemini anlatır. Yaratılanlara sert ve kaba bir şekilde
dokunulursa tepkinin aynen kendisine yansıyacağını, nazik ve
güven verici şekilde bir dokunuşun ise o dokunulanda aynı
nezaket ve duygu ile geri döneceğini bilmek gerekmektedir.
İnsanlar karşı hemcinslerine bu dokunma duyusunu edep ve
terbiye ile mecbur kalmadıkça tatbik etmelidir. Karşı cinsin
sizin hakkınızdaki kararlarını tam bilmediğiniz için daha
büyük bir hata ile karşılaşılma imkânı muhakkaktır. Görme
duyumuz ise her gördüğümüzün aklımıza doğru yansımayacağını
düşünerek bilmemiz gerekmektedir. Görüntünün insan beynindeki
etkisi ise daime doğru olacaktır diye bir kuralı yoktur.
Gördüğünüz şeklin ahlaki olarak insanların görünüşü ve
davranışı ile onun o andaki halini aksettireceğini
düşünmelisiniz. Koklama duyusu ise bizlere verilen güzel bir
duyudur. Kötü kokuları duyarak, güzel kokuların bastırılmasını
önlememelidir. Tat duyumuz olan dil yiyecek ve içeceklerin
tadından başka konuşmamıza en gerekli organımızdır. Dilimizi
güzel kullanmak karşımızdaki kişilere hitap ederken nazik ve
terbiyeli kullanmamız gereken ve küfür ve kötü sözlerden uzak
tutmamız gereklidir.
- Terbiyle insanın istek ve arzularının her
istediğini yapma. Onlardan seni doğru ve önemli işlerden
uzaklaştırırken yanındakilerin de sana zararı olacağını
düşünmen gerekir.
- Terbiyenin en zor kısmı gerçeği görene kadar
hiçbir şeyi küçük görme, önemsiz gözüken işler bile senin
terbiyeni etkileyebilecek sonuçlar doğurabilir. Etrafında
bulunanların terbiye bakımından iyi olduğu kişilerle birlikte
ol. Onlardan öğrenebileceğin pek çok şey olabilir yapacağın en
güzelini yapmanı sağlayabilecek arkadaşların olur.
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- 52. YILINDA “DİN LİSANINDA
EZAN”
-
Bu toprakların gerçek sahibi
kadim Müslüman Türklerin, (1941-1950) 10 yıl hasretini çektiği
Ezana yeniden kavuşmasının üzerinden 52 ve/veya 63 yıl geçti.
-
Büyük hasretin giderilmesine
hizmet edenlere Rahmet osun.
-
Anayasal vatandaşlığın temel
hakkı olan “Din ve Vicdan Hürriyetini” kısıtlayıp halka
sebepsiz yere manevi huzursuzluk veren, “Ezanın Din Lisanında”
okunmasını TCK hükmü ile yasaklayan kanun; 9. Dönem TBMM’nin
Anayasa’ya sadakat ve samimiyetle bağlı, vatan ve millet
sevdalısı; Vatanperver Milletvekillerinin yasama iradeleriyle
kabul ettikleri 5528 Sayılı Kanun hükmü ile.; 16 Haziran
1950’de yürürlükten kaldırıldı.
-
Türkiye’nin 1946’da
gerçekleşen halk hareketi (Beyaz İhtilâl) ile çok partili
siyasi hayata adım atmasıyla beraber;, Önceden dayatılmışlar
dâhil dayatılan türlü siyasi ve sosyal tasarım projeleri
karşısında eğilmeden, kanun yollarında yürümeye sadakat
göstererek sürdürülen destansı demokratik bir mücadele ile
açığa çıkan 14 Mayıs 1950 Milletvekili Genel seçimi
iradesinin; ülkede kapılarına kilit vurulmuş pek çok
yoksunluk için anahtar olduğu ışıltılı bir gerçektir.
- 7-12 Haziran 1945’in denetim (milli murakabe)
talebi ve antidemokratik ortam ile mücadele hareketi; 7 Ocak
1946’da Demokrat Parti adını aldığında, önüne dikilen çok
sert, dayatmacı, antidemokratik ve statükocu yapıya teslim
olmamak için bir çare bulmayı, önemli ve acil ana dava olarak
gördü ve büyük bir isabet ile “Hürriyet Misak-ı” ve “Sine-i
Millet” kavramları ile donandı.
-
Türkiye’nin İstiklâl
Savaşından sonra ilk ve tek halk hareketinde; Özne’nin
bizatihi Millet olduğu yürüyüşe önderlik edenler ve bu
harekete vücut verenler, ülkedeki sessiz ve yük taşıyan
kesimin hücrelerine nüfus ettirilen samimi ve saf fikir
hareketinin bayrağını taşırken; varlığı insan için temel hak
gören bakış açıları ile ülkenin ve milletin yoksunluk
envanterini kolayca belirledi. Sorunlar, “objektif ve
orijinal alternatifleri; Namuslu, dürüst ve demokrat çözüm
yolları” en açık, net ve dürüst biçimde ortaya konuldu.
-
Diyanet İşleri Başkanlığı 18
.VII.1932 tarihinde yayınladığı bir tamimle yeryüzünün her
yerinde Müslümanlar için namaza çağrı olan Ezan’ın Din
Lisanında okunmasına yeni ve değişik bir usul getirdi ve Ezan
yerine bir kurul tarafından belirlenen Türkçe namaz çağrısının
okunmasını tavsiye etti. Deneme mahiyetinde bir sosyal tasarım
projesi olarak ortaya atılan ve Müslüman halka Türkçe Ezan
okunmasını ihtiva eden proje;, Başta Mustafa Kemal Atatürk
olmak üzere Müslüman halk tarafından benimsenmediği için öneri
uygulamaya geçmedi...
-
1937 yılında Celal Bayar’ın
Başbakanlığı döneminde Din Lisanında Ezan okunmasına yönelik
eğilimler neredeyse yok oldu ve unutuldu. Ancak, çok arzu
edilmesine rağmen Hatay meselesi, Atatürk’ün hastalığı ve
TBMM’de yeni bir irade olmaması nedeniyle Ezan hakkında arzu
edilen değişikliğe gidebilmek mümkün olamadı ve Türkçe Mealli
ezan okuma adet’i yer yer sürdürüldü. 1939’da Celal Bayar’ın
Başbakanlıktan ayrılmasını müteakip;, C. Halk Partisi
tarafından “sosyal
- tasarım projesi” olarak uygulanan
Türkçe Ezan okunmasını topluma nüfuz ettirmek için Din
Lisanında Ezan okuyanların ceza yaptırımı görüşü hükümeti
nezdinde hayli ağırlık kazandı. 1941 senesinde TCK’nın MD -526 TBMM’de değiştirildi ve Din
Lisanında Ezan ve Kamet okuma suç kabul edildi ve bu suçu
işleyenler için hapis ve para cezası kondu. Ülkenin
Camilerinin Minareleri için için ağlıyordu… Merhum Celâl
BAYAR der ki: “1. Dünya savaşından sonra el atılan sadece
para - pul olsaydı, hatta sadece İstanbul’da bir hükümranlık
peşinde olsalardı, “kader” der İstanbul’un o zaman ki
iradesine boyun eğer, belki de hiç sorgulamazdık. Ama ne zaman
mukaddesatımıza, dinimize, namusumuza, toprağımıza el attılar;
İşte o zaman, İstiklâl Savaşı (milli mücadeleye) karar verdik.
Alçak ve menfur düşmanlar İzmir’e ve Ege’ye göz diktiler.
Kur-an’a el attılar, Ezanı susturdular. İşte o zaman silahlı
mücadeleye karar verdik’’
-
HASRET BİTTİ, KUTLU VUSLAT’A
VARILDI
-
14 Mayıs 1950 günü seçimleri
kazanarak, emsalsiz bir halk hareketi ile iktidar olan DP ve
Menderes Hükümeti; 9. Dönem TBMM 16 Haziran 1950 günü saat
15’te, TBMM Başkan Vekili, İstanbul Milletvekili Fuad Hulusi
Pemirelli, Manisa Milletvekili Muzaffer Kurbanoğlu ve Bursa
Milletvekili Raif Aybar kâtipliğinde toplandı. 1. Menderes
Hükümetinin TBMM’ye sevk ettiği TCK MD-526 değiştirilmesi
hakkında kanun tasarısı ile Kayseri Milletvekili İsmail Berkok
ve 13 arkadaşı ve Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan’ın önerge ve
teklifler hakkındaki Adalet Komisyonu raporu gündemiyle
TBMM’nin 9. oturumu açıldı. İçtüzükte Adalet Komisyonu
raporunun TBMM’de gündeme alınması için 48 saat geçmesi hükmü
gereği ilk olarak İstanbul Milletvekili Başvekil Adnan
Menderes söz aldı ve Genel Kurula “Muhterem arkadaşlar; Arapça
ezan hakkında Demokrat Parti Meclis Grubunda verilen kararın
gazeteler ve radyo ile yayınlanması neticesinde kanuni mâniin
kaldırılmış olduğu telâkkisinin hâsıl olması ve bâzı
vatandaşların Arapça ezan okuması muhtemel olduğu için bu
bap/ta Hükümetçe Meclise sevk etmiş olduğumuz Kanun teklifinin
bugünkü gündeme alınmasını ve öncelikle müzakere edilmesini
yüksek tasvibinize arz ediyorum” dedi.
- Başvekil Adnan Menderes’in konuşması ardından oturumu
yöneten Başkan, teklifin gündeme alınmasını oylamaya sundu ve
yasa önerisi gündeme alındı. Ezanın Din Lisanında Okunabilmesi
serbestisi getirecek kanun teklifinin müzakerelerinde ilk
sözü; Cumhuriyet Halk Partisi Trabzon Milletvekili Cemal
Eyüboğlu aldı ve ‘Hükümetin bugün huzurunuza getirdiği kanun
tasarısı hakkındaki C. H. Partisi Meclis Grubunun görüşünü arz
ediyorum: “Bu memlekette Millî Devlet ve Millî şuur
politikası, Cumhuriyetle kurulmuş ve C. H. Partisi bu
politikayı takip etmiştir. Bu politika icabı olarak ezan
meselesi de bir dil meselesi ve Millî şuur meselesi telâkki
edilmiştir. Millî Devlet politikası, mümkün olan her yerde
Türkçenin kullanılmasını emreder. Türk Vatanında ibadete
çağırmanın da Öz dilimizle olmasını daima tercih ettik. Türkçe
ezan, Arapça ezan mevzuu üzerinde bir politik münakaşa açmaya
taraftar değiliz. Millî şuurun konuyu, kendince halledeceği
inancıyla Arapça ezan meselesinin ceza konusu olmaktan
çıkarılmasına aleyhtarı olmayacağız” dedi.
- Demokrat Parti Gurubu adına Seyhan Tekelioğlu:
“Sayın arkadaşlar; Atatürk her şeyi Türkçeleştirmek kaidesini
ortaya attığı zaman acaba İslâm dinine ait olan kitapların
Türkçeye tercümesi mümkün müdür diye bir tecrübeye
başvurulmuştu. Bu meyanda ilk olarak ezan’ın Türkçe okunması
düşünüldü. Atatürk’ten sonra ise Arapça ezan okuyanı tecziye
etmek üzere de bir ceza müeyyidesi olarak, Ceza Kanununa bir
hüküm kondu. Arkadaşlar; şayet Atatürk sağ olsaydı hiç şüphe
yok ki, o da bu büyük Meclisin düşündüğü gibi düşünecek,
elimizdeki Allah Kanununun Türkçe ile tercümesine imkân
olmadığını, din ulemalarının vermiş olduğu karara göre,
anlayacak ve ezanı din diliyle okutacaktı.
- Arkadaşlar; Atatürk inkılâbı
gazetelerin yazdığı gibi umdesi değil, Atatürk memlekette
yapmış olduğu inkılâpların millet tarafından hazmedilmesini
esas olarak kabul etmişti. Bu bir dil meselesi değil; Allahû
Ekber ile Tanrı Uludur kelimeleri ikisi bir manâya gelmez.
Biz eski zamanlara ait kitapları okursak, birçok tanrılar
olduğunu görürüz, yağmur tanrısı, yer tanrısı, ve saire.
Binaenaleyh Tanrı Uludur deyince bunların hangisi uludur?
Binaenaleyh İslâm dini, Müslüman dili kaidelerine göre
camilerinde ancak din dili ile olur. Ve bunu da memleketin
yüzde doksan sekizi, bizi seçenler, bizden istemişlerdir.
Kaldı ki, Hıristiyanlar bile bir ölümü ilân için çan çalarlar,
onlar çan çalınırken çanın ne demek istediğini anlıyorlar.
Müslümanlar bir sala sesi duymuyorlardı. Dışardan Türk dili
ile ezan okunurken, içerde yine din dili ile Kuran okumaya
müsaade ediliyordu. Binaenaleyh arada birbirine uymayan, zıt
esaslar vardı.
-
Ben Menderes Hükümetine ve
Hükümetin istinat etmiş olduğu milletin reyi ile mutlak reyi
ile buraya gelen DP milletvekillerini tebrik ediyorum…”
-
Sonuçta: TBMM'nin 16 Haziran
1950 tarihli oturumunda görüşülen tasarı alkışlarla yasalaştı
ve 17 Haziran 1950'de resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe
girdi….
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız
|
|
|
|
|
|
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahfi EĞİLMEZ |
Mahfi EĞİLMEZ
Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz! |
-
Avrupa Birliği'ne girmeye
çabalayan Türkiye'nin topraklarında bundan 3500 yıl önce Hitit birliği
kurulmuştu. Babası II. Sethi'nin yaptığı Mısır'ın egemenlik alanlarını
genişletme çabasını sürdürmek isteyen Firavun II. Ramses, tahta çıkışının 5.
yılında, Hititlerin, Mısır egemenliğinden koparıp aldıkları bugünkü
Suriye'deki toprakları geri almak için harekete geçti. Bu yolculukta ilk
hedefi Asi Irmağı'nın hemen kıyısında yer alan Kadeş kale kentini ele
geçirmekti.
O sırada Hitit tahtında oturan Kral II. Muvatalli, II. Ramses'in böyle bir
sefere çıkacağı duyumunu çoktan almış ve Hitit başkentini bugünkü Çorum/Boğazkale'de
yer alan Hattuşa'dan güneydeki Tarhuntaşşa'ya taşımıştı. Bu taşınma
kimilerine göre lojistik destek açısından savaş alanına yakın yere gitmekle
ilgiliydi, kimilerine göre de II. Muvatalli'nin, kardeşi Hakpiş kralı III.
Hattuşili'nin desteğini alabilmek için Hattuşa'yı ona bırakmış olmasının
sonucuydu. II. Muvatalli, II. Ramses'in niyetini öğrendiğinde Anadolu'da
savaş birliği çağrısı yapmış ve Hititlere bağlı krallıkları kendisine destek
olmaya davet etmişti. Bu çağrısına olumlu yanıt aldıktan sonra savaş
planlarını yapmıştı.
Kadeş savaşına giderken Hitit birliğini oluşturan krallıkların sayısı 15
idi. Bunlar: Hakpiş, Pitassa, Seha Nehri Ülkesi, Arzaha Ülkesi (Viluşa,
Mira, Hapalla), Lukka, Masa, Karkisa, Aravanna, Kizzuvatna, Kargamış,
Mitanni, Ugarit, Halpa, Nuhaşşe ve Kadeş idi. Mark Healy'nin Kadeş Savaşı
adlı kitabında Hititlerin 5 bin asker ile katıldığı bu birliğin toplam
olarak 30 bin asker sayısına ulaştığı sanılıyor. Sonuçta savaşı Hititler
kazandı. II. Ramses ne Kadeş'i ne de Amurru topraklarını ele geçirebildi.
Böylece Anadolu'nun yanı sıra Suriye topraklarının önemli bir bölümü de
Hititlere kalmış oldu.
Bu, aslında ikinci Hitit birliğiydi. İlk Hitit birliği bir Anadolu birliği
biçiminde kurulmuştu. M.Ö. bin 700'lerde başlayan Hitit çıkışı, yüzlerce yıl
süren Asur ticaret kolonisi sömürüsüne son vererek Anadolu birliğinin
oluşmasını sağladı. Bu birlik Anadolu'yu birdenbire Mezopotamya'nın ekonomik
gücüne ortak etti. O zamana kadar hiçbir kent krallığı bir Anadolu birliği
sağlayamamış ve dolayısıyla Mezopotamya güçlerinin sömürüsüne açık kalmıştı.
Asurlular, Anadolu'yu bir anlamda ticaret üssü haline getirmişler, borç
vererek, yüksek faizler uygulayarak Anadolu'daki krallıkların bir güç
olmasını önlemişlerdi. Bu kısır döngüyü Hititler kırdı. Önce Anadolu
birliğini sağlayarak, sonra da Mısır'a karşı güç gösterisi yaparak
yaşadıkları yüzyıllara damgalarını vurdular. Bunu yaparken herkesin dinine,
inancına saygı gösterdiler, hiç kimseye kendi dinsel inançlarını empoze
etmediler.
ABD ve Japonya karşısında ikinci, hatta üçüncü plana düşen Fransa ve
Almanya'nın bir Avrupa birliği kurarak güçlerini bir araya getirme
düşüncesiyle Hititlerin Mezopotamya'ya karşı Anadolu birliği oluşturma
çabası arasındaki tek fark 3 bin 500 yıllık zaman dilimidir. Hititler bu
gücü oluştururken Anadolu'daki hiçbir krallığı kenarda bırakmadılar.
Hepsinin bu birliğe farklı bir güç katacağının bilincindeydiler. Ve öyle de
oldu.
Bundan 3 bin 500 yıl öncesinde olduğu gibi bugün de Anadolu ancak ve ancak
bir birlik oluşturduğunda önemli bir yer olmaktadır. Hititlerden sonra o
birliği oluşturabilen toplumlar imparatorluklar kurmuş ve dünya gücü
olmuşlardır. İşte Bizans, işte Selçuklular, işte Osmanlılar.
Avrupa Birliği üyeliğine ilk adımı atmanın eşiğinde olan Türkiye'nin
hoşgörüyle, barışla, insan haklarıyla, farklı dinsel inançlara ve aynı dinin
farklı mezheplerine göstereceği saygıyla ilk önce kendi iç birliğini yani
Anadolu birliğini sağlamlaştırması gerekiyor. Anadolu birliğini
gerçekleştiren bir Türkiye'nin AB üyeliğini gerçekleştirmesi çok daha kolay
olacaktır.
Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde
yayınlanmıştır!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Suhubi Ulvi CIRUL |
Suhubi Ulvi CIRIL Hayat Hikayesi |
- KANSERLİ HASTADAN ÖNERİLER
-
Bana 2010 yılında KLL (Kronik
Lenfositik Lösemi) teşhisi konuldu, tedavi oldum, iyi oldum
derken 2012 yılında hastalık yeniden çıktı, buradan da şunu
anladım ki bu hastalık çok sinsi ve fırsat bulduğu anda
yeniden ortaya çıkabiliyor. Bunun için çok dikkatli olmak ve
tedbiri elden bırakmamak gerekiyor. 2012 yılından bu yazıyı
yazdığım 2013 yılına kadar iki yıldır yeniden tedavi olmama ve
değişik ilaçlar denenmesine rağmen, bazı tedavi usullerini de
ben araştırmalarımda riskli ve uzun süreli tedavi gerektirdiği
için kabul etmediğim için tedavimde kesin bir başarıya
ulaşılamadı.
-
Benim ağır almamdaki
sebeplerden biri her geçen gün yeni, basit ve daha ekonomik
tedavi usulleri ile vücut yorulmadan tedavi usulleri üzerinde
yapılan araştırma ve çalışmalardır. Bu günkü tedavi şartları
bunu getiriyor bu yüzden hiçbir doktor ve sağlık çalışanını
üzmeye hakkım yok, onlar tüm içtenlik ve özveri ile benim ve
tüm hastaların en kısa sürede, en başarılı bir şekilde
tedavilerini yapmak istiyor ona tüm kalbimle inanıyor
saygılarımı sunuyorum. Ama ben de dört yıldır moralim çok iyi
olmasına rağmen ruhen, bedenen ve maddeten çok yoruldum, bazen
karamsar bir tablo çiziyorsam buna bağlanmasını rica ediyorum.
-
Kanser tedavisi gören biri
olarak yaşadıklarımı toplumumuzla ve ulaşabildiğimiz yetkili
kişilerle paylaşarak, kanserle ilgili sorunları en az
sıkıntılarla nasıl atlatırız, hasta olanlara nasıl faydalı
oluruz onu düşündüm. Ben yaşadığım sıkıntıları, gördüğüm
eksiklikleri, olmasını istediğim işleri anlatırken amacım kişi
ve kuruluşları suçlayıp rencide etmek değil, “sorunlar
söylensin ki çözülsün, çözümler söylensin ki uygulansın”
mantığı ile sorunların çözümüne katkı sağlamaktır.
-
Hastalığım nasıl belli oldu,
belli olmadan önce belirtileri nelerdi onlardan başlayarak
yazıma devam ediyorum.
-
Hastalığım 2010 yılında belli
olmadan iki üç yıl öncesinde ülkemize bir grip mikrobu gelse
beni bulur, Doktora muayene olup verilen ilaçları kullanmama
rağmen en az iki üç ay griple uğraşırdım. Sürekli terleme,
halsizlik, sürekli öksürük aylarca devam etti. Birkaç defa
doktora muayene oldum o zaman kuş gribi salgın idi sebebi ona
bağlanıp netice alamayınca kaderimize razı olup bekledim.
Benim olduğum kanser de bu belirtiler oluştu, her kanser
türünde ve her kişi de belirtiler başka başkadır. Hâlbuki bu
belirtilerin bir kısmı bağışıklık sisteminin zayıflaması
sonucu ortaya çıkan belirtilerdi, o zamanlar kan tahlili
alınıp araştırılsa idi, daha erken teşhisle daha kolay tedavi
usulleri ile bu kadar maddi manevi sıkıntı çekmezdim diye
düşünüyorum.
-
Daha sonraları isteğimin
dışında kilo kaybetmeye başladım iki yılda 20 kg. kaybettim,
merdivenleri zor çıkmaya başladım, benim rahatsızlığım KLL
(lösemi) olduğu için kanser ilerleyip kronikleşince, dalağım
kanı temizlemede yetersiz kalınca şişip kalbime baskı
uygulamaya başladı. Daha sonra sürekli koltuk altımı ve
boğazımı elle kontrol ettiler, tedaviden önce buralarda
bezeler oluşmuştu. Hastaneye gidip şikâyetlerimin iyice
arttığını söyleyince sağ olsunlar çok teferruatlı bir kan
tahlili aldılar, tahlil neticeleri kötü çıkınca ilimizde
Hematoloji (kan hastalıkları) bölümü olmadığından çok acilen
bir araştırma hastanesine gitmen lazım dediler, Ankara’ya
sevkimi istedim ve gittim.
-
Kız kardeşim ve ailesinin
Ankara’da olması benim çok işime yaradı. Rabbim; onlardan, tüm
sağlık kuruluşları ve personellerinden ve benimle ilgilenen
tüm herkesten çok razı olsun. Bu arada bir takdirimi
belirtmeden geçemeyeceğim, bana kalırsa en zor ve en kutsal
meslek: sağlık hizmetleri diyorum sebebi mi; bir yakınımız
hastalandığında üç gün sonra hepimiz usanıyoruz, sağlık
çalışanları bedava çalışmıyorlar ama ömürlerini de bizim üç
gün dayanamadığımız hizmetlerde kullanıyorlar. Şifa Rabbimden
ama onlar da vesile oluyor, hep dua ediyorum.
-
Bir zamanlar beşinci katlara
koşarak çıkan ben, adımlarımı atarken zorlandığım günlerim
oldu. Onların yardımı olmasaydı bırakın tedaviyi, teşhis, ilaç
temini prosedürü, kan bulma, tedavi, kontroller derken aylar
süren bu işlemleri onların yakın ilgisi olmasaydı yapmam
mümkün değildi. Peki senin ilgilenin varmış ilgilenmişler, ya
başkaları nasıl işin içinden çıkıyorlar diyenlere çekilen
zorlukları anlatmaya çalışıyor, bazen öneri getirip, bazen de
ne yapabiliriz de herkes için bu zorlukları nasıl aşarız diye
onun için çabalıyorum.
- Ankara’ya sevkimi aldıktan sonra yaklaşık iki ay
tetkiklerim sürdü defalarca kan verdim, iki defa kemiğimden
ilik aldılar. Teşhis ve tetkiklerin bu kadar uzun sürmesi
bildiğim kadarıyla Lösemi; dört gurup ve her bir gurup altı
kademeden (safhadan) oluşuyor. Teşhisim konuldu: KLL Kronik
Lenfositik Lösemi) denildi.
-
Kemoterapi tedavisi
uygulanması (serum tedavisi) gerekiyor denildi, benden ve
ailemden izin alınıp resmi makamlardan da onay alındıktan
sonra kemoterapi için gün verdiler ve gittiğim araştırma
hastanesinin kemoterapi ünitesinde kemoterapi almaya başladım,
benim ilk tedavi şeklim: altı ay süreyle, her ay, üç hafta
sonunda dördüncü hafta, her seferinde kan tahlili verip dört
gün üst üste koltukta oturarak kolumdan serum tedavisi
uygulaması şeklinde yapıldı.
-
Gittiğim hastanenin kemoterapi
ünitesinde 25 adet koltuk bulunmakta, ve günde çoğunluğu il
dışından ortalama 50-60 hastaya hizmet verilmektedir. Bu
sayıya yatarak tedavi gören hastalar dahil değildir. Bu
ünitede ayakta tedavi gören hastalar, tetkik ve teşhis için
gelenler hastanede kalamadıkları için kalma sorunu
yaşanmaktadır.
-
Ayrıca çok ağır ve yorucu bir
tedavi olan kemoterapiden sonra vücut çok yorgun düştüğü için
çoğu zaman hemen kalkıp gelinememekte, bir tarafta ağır bir
hastalık, diğer tarafta başta kalacak yer olmak üzere ekonomik
ve birçok sorun yaşanmaktadır. Burada verdiğim sayı bir
hastanede ki sayıdır, ülkemizdeki araştırma hastaneleri de
hesaba katıldığında rakam korkunçtur, üzerine önemle etkin
çözümlerle gidilmesi gereken bir konudur.
-
Denilen tarihte ilaçlar temin
edilip kemoterapi almak için koltuğa oturdum mabthera denilen
serumu takıp verdikleri anda dünyam karardı, öyle ya kaç
yıldır kronikleşmiş kanser hücreleri kendilerini yok etmeye
gelen ilaca karşı mutlaka karşı koyacaklardı, akşama kadar
epey ecel teri döktüm, sağolsunlar orada bulunan doktor ve
hemşireler büyük bir özveri ve gayretle hemen yoğun bakıma
aldılar, sürekli kontrol ederek vücudumu ilaca alıştırdılar,
sonraki günlerde çeşitli sıkıntılar yaşayarak 2010 yılında
altı aylık kemoterapi tedavisini tamamladım. O zaman benim
tedavi uygulaması ilk olduğu için galiba tedavi başarılı oldu.
Daha sonra 2012 yılında hastalık yeniden çıkınca beş ay
kemoterapi uygulanmasına rağmen kanser hücreleri ilaçlara
bağışıklık kazanmış olacak ki tedavi başarılı olamadı. 2013
yılı olmasına rağmen tedavim devam etmektedir.
- ÇEKTİĞİM SIKINTILARDAN BAZILARI ŞUNLARDI
-
Kemoterapi alındığında
kanserli hücreler yok edilirken sağlıklı iyi hücrelerde zarar
görüp bağışıklık sistemi iyice zayıfladığından kendimizi
hastalık ve mikroplardan korumamız gerekmektedir, bunda biraz
ihmallerim oldu, ağzım burnum çok yara oldu, ağzımı açamadığım
için yemek yiyemediğim günlerim oldu.
-
Kemoterapi alındığı süreçte
ishal veya kabızlık, özellikle de kabızlık genellikle
olmaktadır. Yorgunluk, iştahsızlık, halsizlik, hastalığın
türüne göre elde ve ayakta uyuşukluk, kemiklerde ağrı,
kansızlık ve bende son iki yıldır akciğerlerimde su toplanması
gibi kanserin türü ve hastanın durumuna göre çeşitli
rahatsızlıklar olabilmektedir. Örneğin bende, moralimi yüksek
tutmama rağmen aşırı stres ve sıkıntıdan oluşan ve çok ağrılı
bir yara olan ZONA oluştu.
- KANSERLE İLGİLİ OLARAK YETKİLİLERDEN İSTEKLERİM
-
1.İlimizde ve ülkemizde kanser
vakaları gittikçe artmaktadır, tüm illerdeki SGK kayıtlarından
kanser hastalarının ve hangi tür kanser olduklarının, tedavi
olan, kontrollere giden, tamamen iyileşen veya kanser den ölen
kişilerin tespit edilmesi. Ülkemizin; kanser haritasının
oluşturulması,
-
2.Tespit edilen sayı ve
değerlere göre Kanser araştırma merkezleri kurularak, kanser
oluşumuna neden olan etkenlerin belirlenmesi.
-
3.Kanser oluşumuna neden olan
etkenler varsa, onların ortadan kesinlikle ortadan
kaldırılması.” olmaya devlet, cihan da bir nefes sıhhat gibi “
denildiği gibi, alınan bir nefesin, atılan bir adımın kıymeti
devlet olmayla eşdeğerdir, bunu çekenlere sorun. Hiçbir şey
sağlıktan önemli olamaz. Hastalarımız yanlış anlamasın,
sağlıksız insan üretken olamaz. Sağlıklı olabilmek için önce
toplum ve kişi sağlığını tehdit eden, sağlığa zarar veren tüm
etkenlerin ortadan kaldırılmasıdır, sigaraya getirilen
kısıtlamalar iyi bir başlangıçtır.
-
4.Umarım sağlığı tehdit eden
tüm olumsuzlukların tamamen yok edilip, sağlıklı ve mutlu bir
yaşam oluşturulmalıdır, bu da bu işe inanarak, toplumun her
kesiminin isteyerek gayretiyle ancak olur.
-
5.Cennet ülkemizin bereketli
toprakları boş dururken, seralarda, çiftliklerde vs. yerlerde
çok kazanma hırsıyla yapılan GDO’lu, hormonlu gıda
üretimlerinin yasaklanması, hormonsuz, katkısız, organik gıda
üretimlerinin teşvik edilip, zorunlu hale getirilmesi.
-
6.Özellikle Genetiği
Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile yapılan tarımsal ve
hayvansal üretimlerin kanserojen madde ihtiva ettiği iddiası
yaygındır. Bu konunun bilim adamlarınca iyice incelenip,
toplumun bu konuda bilgi ve bilinçlendirilip, özellikle ithal
gelen bu tür tohum ve üretimlerin önüne geçilmesi,
-
7.Kimyasal ilaçlarla yapılan
tarım ürünlerini yiyen yenilebilir av hayvanlarının bu
ilaçlardan dolayı öldüklerini zaman zaman duymaktayız. Hatta
arıların tarım ilaçlarından etkilenerek verimlerinin ve bal
kalitesinin düştüğünü, bu yüzden bazı arıcı ve arıcı
kooperatiflerinin organik bal üretmek için, tarım
arazilerinden uzak yerlerde üretim yaptıklarına kendim görerek
şahit oldum. Geçenlerde ihraç edilen bazı meyvelerin
ilaçlandığı ilaçların tesiriyle, yıkansa bile temizlenmediği
ve kanserojen madde taşıdıkları için geri gönderildiklerini
yazan bir haber okumuştum. Bunların adam sende, sana mı düştü
denilmeden, duyum da olsa, söylentide olsa araştırılmalı ve
önlem alınmalı. Şu an ortada gerçek olan bir şey varsa oda
kanser hastalıklarının hızla arttığıdır. Bütün işlerde tedbir
ve önlem, tedaviden daha kolay, daha ekonomik olmakla beraber,
halk sağlığından daha önemli olamaz.
-
8.Kanserin türü, kesin teşhisi
ve tedavisi uzun zaman almaktadır, zor ve çok pahalı bir öneri
ama, hastaların çektiği, kalacak yer, aşırı yorgunluk derdi,
gerek vatandaşın gerek devletin cebinden çıkan özellikle dar
gelirli aileleri madden zora sokan parasal yükleri düşünerek;
kanserle ilgili olarak her ilde göğüs hastalıkları hastaneleri
gibi mikroplara duyarlı hastaları koruma altına alacak şekilde
kanser hastaneleri yapılıp kanser hastalarının teşhis, tedavi
ve kontrollerinin kendi illerindeki kanser hastanelerinde
yapılması.
-
Sebebini de söyleyeyim,
kanserli hastalara; kalabalıklara girmeyin, mikroplu
ortamlardan uzak durun deniliyor, ondan sonra da bazen yüz,
iki yüz hastanın olduğu hastane ortamlarında muayene yapılıp,
kan tahliline, röntgene, vs. birimlere tetkik ve teşhis için
hasta gönderiliyor. Bu tür olumsuzluklar tedaviyi uzattığı
gibi bazen de yapılan tedaviyi boşa çıkartmaktadır. Yeni
hastane yapmak uzun zaman alabilir, geçici olarak mevcut
hastanelerde kanser hastaları için ayrı bir birim
oluşturulabilir.
-
9.Birçok kanser türünde
kemoterapi tedavisi ayakta tedavi şeklinde her ay bir hafta
olmak üzere altı ay sürmektedir. Daha sonra en az bir yıl her
ay kontrole gidilmektedir, hasta kemoterapiyi aldıktan sonra
hastane dışında kalmak zorundadır, hatta bir haftalık
kemoterapi sonunda öyle yorgun düşülüyor ki günlerce insan
yerinden kımıldayamıyor. Sağ olsun devletimiz tüm kanser
ilaçlarını ve tedavilerini özel hastaneler dahil katkı payı
almadan karşılamaktadır. Umarım Devletimiz, her ile kanser
hastaneleri yaparak bu sorunu da çözecektir. Rabbim bu
imkanları verenlerden razı olsun.
-
10. Kanser tedavisi uzun
süreli olarak, çoğunlukla da ayakta yapıldığı için kalma
sorunu yaşanmaktadır. SGK’nın verdiği yol ve sevk parası
otel, yemek masraflarını karşılamaktan çok uzaktır, hele bir
de enfeksiyon kapmayım deyip özel araçlara binilirse buna
kimsenin dayanabileceğini zannetmiyorum, bu yüzden bu
hastalığa yakalananlar bir de ekonomik sorunlarla uğraşmak
zorunda kalmaktadır. İlk etapta, yapılan harcamaların gerçek
harcama tutarları üzerinden ödenmesi.
-
11. Kalma sorununa bir önerim
de bu kadar çok hastaya hastanelerde yer bulunamayacağından,
il dışından gelip ayakta tedavi gören hasta ve yakınları için
misafirhane temin edilip hastaların tedavi süresince
servislerle taşınması.
-
12. Kanser tedavisi uzun ve
yorucu bir tedavi olduğu için büyük şehirlerdeki
hastanelerdeki yığılmaları önleyip, her ilin kendi bünyesinde
onkoloji ve lösemiyi ilgilendiren hematoloji uzman
doktorlarına kadro açarak kemoterapi ünitesi kurulup, uzman
doktorlar nezaretinde teşhis, tedavi ve kontrollerinin
yapılması. Bu şekilde olursa hasta kendi ilinde yorulmadan
teşhis ve tedavisini olur, kemoterapisini alır, bir de mümkün
olur da diyaliz hastaları gibi servislerle evlerine götürülüp
getirilirse, hasta kendi evinde daha rahat eder, hasta ve
devletimiz açısından daha ekonomik olur diye düşünüyorum.
Öneri bizden, değerlendirmek yetkililerimizden!
- KANSER HASTASI ve YAKINLARINA TAVSİYELERİM
-
1.Moralinizi bozmayın
ülkemizdeki kanser tedavi imkanları birçok ülkeden daha iyi
durumdadır.
-
2.Allah korusun kendiniz veya
bir yakınınız hasta oldu veya olursa tıp ilminden şaşmayın,
doktorların dediklerinden başkasını uygulamayın. Bu hastalığın
teşhisi de, tedavisi de zor ve uzundur. Telaşa kapılıp, acele
edip, çabukça iyi olacağım derken daha çok acı çekip tedaviyi
uzatırsınız. Her ayakkabı ve numarasının herkese iyi gelmediği
gibi piyasada, tv’ler aracılığı ile umut ışığı gibi sunulan,
ilaç değil takviye amaçlı denilen ama, halkımızın ilaç gibi
gördüğü ürünler herkese iyi gelmeyebilir, hatta kemoterapi
döneminde zarar bile verebilir. Doktorlar birçok araştırmadan
sonra tedaviye başlarken, hasta üzerinde hiçbir araştırma
yapmadan bu tür ürünler nasıl fayda sağlar iyice düşünmek
gerekir
-
3.Bazı besinler sağlıklı iken
alındığında faydalı olurken, hasta olduktan sonra hastalığı
artırabiliyor. Bunu bazı hasta yakınlarından zaman zaman
duyarsınız: şurdan şunu aldık, buradan bunu getirttik
faydasını göremedik gibi. Örneğin ısırgan otu ve bazı bal
ürünleri hastalanmadan önce koruyucu etkisi olmasına rağmen,
kanser oluşup hücreler bölündükten sonra kanser hücrelerini de
beslediği için kansere yakalandıktan sonra bu tür besinler
kullanıldığında kanser daha hızlı büyümektedir.
-
Bu tür yanlışlıklardan da
-
nılmalı, doktorların
tavsiyelerine kesin uyulmalıdır. Hangi tür gıda ve besinlerin
yenilip yenilmeyeceği ve bu konuların tıp bilimiyle uğraşanlar
tarafından araştırılıp halkımız bilinçlendirilmelidir.
-
4.Sadece kanser değil, birçok
hastalığın oluşması, artması, yayılması ve uzamasının
sebeplerinden birisi her tür kirliliktir. Buna çevre
kirliliğinden tutun aklınıza gelebilecek her türlü kirliliği
sayabiliriz. Özellikle yiyeceklerden yıkanabilir olanları bol
su ile yıkayıp, sirkeli suda bekletip gerekli hijyen
sağlandıktan sonra pişirin veya tüketin, kemoterapi
alındığında kabuğu soyulamayan meyvelerden yemeyin.
-
5.Sık sık banyo yapın,
giysilerinizi sık sık temizleri ile değiştirin, hele terinizi
üzerinizde hiç bırakmayın.
-
6.Kemoterapi alındığında
ateşlenmeler olur, onun belirtisi üşümedir, ilk anda ılık duş
alın, yine geçmezse doktora gidin.
-
7.Hastanın bulunduğu yerleri
ve odasını sürekli havalandırın.
-
8.Havadar olmayan, pis
yerlerde bulunmayın, zorunlu olmadıkça kalabalık yerlere
girmeyin, kalabalık ortamlarda bulunmayın. Kemoterapi
alınmaya başladıktan itibaren sürekli olarak ağızlık takmayı
ihmal etmeyin. Alınacak bir enfeksiyon size çok sıkıntı verip
tedaviniz uzayabilir.
-
9.Tuvalet hijyenine azami
dikkat edin, hatta evde imkan varsa tedavi süresince hasta
ayrı bir tuvalet kullansın.
-
10.Kemoterapi müddetince bol
su için ki, kemoterapi ilaçlarının zararlı yan etkilerinden
çabuk kurtulun.
-
11.Kemoterapi aldığınızda
günde iki üç şeftaliyi soyduktan sonra yerseniz kemoterapi
ilacının zararlarından daha çabuk kurtulursunuz. Ara sıra muz
yerseniz mideniz rahat eder, bulantı az olur. Herhangi bir
şekilde ağzınızın içi yara olursa önerim: karadut şurubu,
reçeli benim tavsiyemdir. Aslında kemoterapi başlarken hastaya
ne yapıp yapmayacakları liste halinde veriliyor ama bende
rahat ettiğim hususları paylaşmak istedim. Yine de bu gibi
hususlar tedavi olunan doktorlarla görüşülürse sizin
durumunuzu en iyi onlar bileceği için size en uygun olanı, en
doğru şekilde onlar söyleyecektir.
-
12.Moral, tedavinin en büyük
yardımcısıdır! Hastalık ne kadar ağır, tedavisi ne kadar uzun
sürse de mutlaka iyi olacağınıza inanın, uzun bir tedavi
olduğunun bilincinde, sabırla inanarak, dua edin. İnanın buna,
moralinizi bozmadan, ben seni mutlaka yeneceğim diyerek büyük
moralle düşman üstüne giden asker misali hasta da bu
mücadelede galip olacaktır.
-
13.Moralinizi bozan ortam ve kişilerden uzak durun, sizi
üzecek film, dizi, haberleri mümkün olduğunca izlemeyin, sizi
güldürüp, neşelendirecek dizi ve filmleri izleyin, yaptığınız
her işte moralinizi yüksek tutacak olanları tercih edin.
-
14.Hasta mikrop kapmasın
diyerek hastayı bir odaya kapattığımızda farkında olmadan
hastaya en büyük kötülüğü yapıyoruz. Hijyenle tecritti
birbirine karıştırıp, hastayı tecrit ediyoruz. Hastalığın
sıkıntısıyla boğuşan hastayı yanlış bir uygulama ile
yalnızlığa itiyoruz. Hasta temiz bir ortam içinde, ağzına
ağızlığını takarak, çok kalabalık olmamak üzere, gelenlerde
onu üzmeden, moralini bozmadan acıma hissi ile değil, iyi
olduğunu, daha da iyi olacağını söyleyerek sevdikleri
insanlarla beraber olmalı, hastanın morali yüksek tutulmalı.
-
15.Sadece kanserde değil,
birçok hastalıkta ve normal yaşamda hareketsiz kaldıkça vücut
tembelleşir, bir müddet sonra insan iyice hantallaşır.
Sağlıklı olmak için, kan değerleri ve vücut yürümeye uygun
durumda ise, yorulmadan, normal güneşli, bol oksijenli
yerlerde en azından havanın temiz olduğu sabah saatlerinde
parklarda yürüyüp güneşin vitaminini alıp, ciğerlerimizi bol
oksijenle doldurup, kanımızı temizlersek daha sağlıklı oluruz.
Bunu ben bizzat bir arkadaşımın ısrarıyla yaşadım.
-
Üçüncü kür kemoterapiden sonra
idi. Merdivenleri çıkamadığım bir zamanda eve geldi ısrarla
seni çatak mesire yerine götürüp hava aldıracağım dedi ve
gittik. Hava güneşli idi, çamların gölgesinde güneşle
iliklerime kadar ısındım, yürümeye çıktık, aha şura, aha bura
derken çatağın zirvesine çıktık. Anladım ki tedavinin biri de
temiz hava ve güneşmiş. Benimle ilgilenen tüm arkadaş ve
yakınlarımdan, özelliklede sağlık personellerinden Rabbim razı
olsun.
-
Bu yazımı kendi yaşadığım
şartlar ve gördüğüm sıkıntılara göre yazdım. Kanser hastalığı
çok çeşitli, belirtileri de, tedavileri de farklı, farklıdır
ama çekilen sıkıntılar birbirine benzer sıkıntılardır,
önerilerime eklenecek veya çıkartılacak bölümler olabilir.
Hatta önerilerimin birçoğu hasta olmadan uygulayabileceğimiz
tavsiyelerdir.
-
Toplumumuzun kendini ve
toplumun her kesimini ilgilendiren tüm konularla beraber,
sağlık ve kanser hususunda da nemelazımcılığı bırakarak, bu
konuda ne yaparımda nasıl faydalı olurum diyerek düşünmeli ve
bir şekilde sorunların çözümüne katkı sağlamalıdır.
-
Sağlıklı, huzurlu, mutlu bir
yaşam dileklerimle saygılarımı sunarım. 21-Temmuz - 2013
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi |
-
TOSYA’NIN ADI YOK
- Son bir ay içerisinde pirinç fiyatları %150 ye varan
oranlarda yükseldi. Pirinç fiyatlarındaki yükselişle ilgili olarak
sürekli açıklama yapılıyor. Konu ile ilgili olan kamu ve özel
kuruluşlar televizyonlarda yorumlar yapıyor.
- Pirincin fiyatı artar yada düşer. Bu dalgalanma
dünya yad yerli piyasa oyunlarından olabilir ya da bu durumu
kuraklığa bağlayanlar da olur. Bütün bu yorumlar uzar gider. Benim
ilgim ise işin Osmancık’la ilgili olan kısmı. Nedir o önemli
gördüğün husus diyecek olursanız. Konu ile ilgilenen Kamu ya da
sivil kuruluşların beyanatlarından anlaşılıyor ki diyeceğim.
Türkiye’nin artık iki pirinç türü var. Bunlardan bir tanesi
“Osmancık pirinci” diğeri ise “Baldo” olarak adlandırılan Trakya
menşeili pirinç.
-
Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor.
Pirinç sektöründe artık Tosya’nın adı yok. Bir başka deyişle Tosya
adında bir pirinç türü yok. Pirinç Tosya’da da yetişse bile artık
Türkiye’de pirincin adı Osmancık. Pirinç denildiğinde artık Osmancık
adı geçiyor. Bakliyatta pirinç konu olduğunda hep Osmancık pirinci
konuşuluyor. Tabii ki her Osmancık pirinci Osmancık’ta yetişmiyor.
Trakya’dan Çukurova’ya,Gönen’den Terme’ye ve Bafra’dan Tosya’ya
kadar ülkenin bütün pirinç ekim alanlarında Osmancık pirinci
ekiliyor. Yani Türkiye’de artık pirincin adı Osmancık.
-
Peki pirincin adı nasıl Osmancık
oldu. Dilerseniz kısa öyküsünü anlatalım. Türkiye’de pirinç tarımı
Cumhuriyetin ilk yıllarında başladı. Pirinç tarımının başlaması ile
birlikte Tosya’ya Kamu iktisadi teşebbüsü olarak devlet tarafından
bir pirinç fabrikası kuruldu. Bu fabrikayı takiben bir de özel
teşebbüs tarafından kuruldu ki Tosya’ya yakın yerler olan
Boyabat,Kargı ve Osmancık’ta üretilen çeltikler pirinç olmak için
Tosya’nın yolunu tuttu.
-
Doğal olarak kamu kuruluşları başta
olmak üzere bütün kurum ve kuruluşlar pirinç ihtiyacını Tosya’dan
karşıladılar. Dolayısı ile Tosya’ya yakın bölgelerin pirinçleri de
Tosya pirinci adı ile anılır oldu. Oysa ki söz konusu bölge
içerisinde yetişen ve Tosya’da pirinç olan çeltikler içerisinde
Tosya sınırları içerisinde yetişeni %20 yi geçmiyordu.
-
Tosya bu haksız rekabette on
yıllarca önde gitti.Oysaki zaten dağlık olan ve düz arazisi Osmancık
yöresinin ancak onda biri kadar olan Devrez çayı kenarına dizilmiş
yarım yamalak arazilerde Türkiye’nin önemli oranda ihtiyacını
karşılayacak pirincin yetişmesi mümkün değildi. On yıllarca zamandır
Kargı ve Osmancık bölgesinden kamyonlarla pirinç Tosya’ya gitti ve
Tosya pirinci olarak pazarlandı. Maalesef bu uygulama hale devam
etmektedir. Tüketiciler şunu bilmelidir ki Tosya’da pazarlanan
pirincin adı da Osmancık’tır.
-
Bu haksız rekabete bir yerde dur
demek gerekiyordu. Osmancık’lılar bu haksız rekabeti sonlandırmak
için 1995 yılında çalışmalara başladılar. Çalışmalar 1997 yılında
meyvesini verdi ve yörenin iklimine en uygun ve verimli çeltik türü
seçilerek Osmancık 97 adında tescillendi. Osmancık 97 çeltik tohumu
aradan geçen yıllar içerisinde Çeltik tarımı ile uğraşan çiftçilerin
tercih nedeni oldu. Gün geldi Osmancık pirincinin çiftçi açısından
tercih edilme oranı %90 ları buldu. Hatta Osmancık 97
Yunanistan,Romanya ve Bulgaristan’da da tercih edilmeye başlandı.
Doğal olarak aynı isimle ambalajlandı ve pazarlandı. Osmancık
pirinci Türk gıda sektörünün en önemli markalarından birisi oldu ve
Osmancık pirinçte aranılan ve tercih edilen bir marka oldu. Hatta
gün geldi Osmancık pirincinin şöhreti Osmancık ilçesinin bile önüne
geçti.
-
Evet kolay değil Osmancıklılar
pirincin cefasını çekmelerine rağmen sefasını Tosya sürüyordu.
Yıllarca Tosya’nın haksız rekabeti altında ezildiler. Sonra da
yukarıda açıklamaya çalıştığım süreç başladı. Şimdi bu haksız
rekabet sona erdi ve artık pirincin adı Osmancık oldu. Dolayısı ve
doğal olarak artık pirinçte Tosya’nın adı yok.
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi |
- ÇAĞDAŞ AZERBAYCAN ŞİİRİ
-
Azerbaycan çıkışlı
yayınlar, yazılar yanında, Azerbaycan çıkışlı olup, Türkiye’de günyüzü gören,
yayınlanan kitaplar da var. Bunlardan biri, merkezi Ankara’da bulunan Bengü
Yayınları arasında günyüzü gören “Çağdaş Azerbaycan Şiiri” adlı antoloji.
Azerbaycanlı şairlerden pek çoğunun kısa biyografileri yanında, şiirlerinden
örnekler verilmiş.
-
Proje yönetmeni; Ekber
Goşalı. Editörler: Ekber Goşalı, İmdat Avşar, Aktarmalar: Resmiye Sabir, Oktay
Hacımusalı, Namık Hacıhaydarlı.
-
Kısa adı DGTYB olan, Dünya
Genç Türk Yazarlar Birliği’nin Başkatibi Nergiz Cabbarlı’nın takdimi, sunuş
yazası var uzunca. Cabbarlı sunuşunun bir yerinde: “Bu kitaptaki şiirler,
belli bir yaşta ve belli bir edebi akıma mensup şairlerin şiirleri değildir.
Bu antolojide, bugün Azerbaycan’da yaşayan ve eserler veren, çok farklı edebi
akımlara mensup şairlerini okuyabilirsiniz” diyor, antolojiyle ilgili açıklık
getiriyor.
-
İçindekiler bölümünde,
şairin adı soyadı yanında, şairlerin isimlerinden de söz edilmiş. Şairlerin-şairelerin
isimleri üzerine bir göz atalım, buyurun:
-
Elçin İskenderzade, Mübariz
Mesimoğlu, Elbariz Memmedli, Ekber Goşalı, Resmiye Sabir, İlgar İlkin, Hamlet
Kazımoğlu, Fuzuli Sabiroğlu, Oktay Hacımusalı, Seher, Zahir Ezemet, Elçin
Mirzebeyli, Qulu Akses, Melahat Yusufkızı, Ali Rıza Hasret, Aydın Efendi, Ay
Nur, Celil Cavanşir, Faik , Gülhare Cemalettin, Nafız Hacıhalil, Hatıra, Hayat
Şemi, İbrahim İlyaslı, Elhan Zal, İtimat Baskeçit, Mina Reşit, Mahir Mehdi,
Namık Delidağlı, Namık Hacıhaydarlı, Naringül, Ali Şirin Şükürlü, Sevinç
Pervane, Şafak Sahipli, Alemdar Cabbarlı, Vasif Süleyman, Ulvi Bunyatzade,
Faik Balabeyli, Nizami Aydın, Kemale Nesrin, Kısmet.
- Bu şairler ve şaireler içinde tanıdıklarım var, görüşüp
merhabalaştıklarım, kitaplarından önceki yazılarımda bahsettiğim,
sözettiklerim var. 150 sayfalık “Çağdaş Azerbaycan Şiiri” adlı antoloji içinde
yeralanların şiirlerinden kısa kısa bölümler almak, nakletmek istiyorum:
-
- ŞEHİT DÜĞÜNÜ (Elçin İskenderzade)
-
- Bu evin yüzü gülmez,
- Bu eve gelin gelmez,
- Ne yapsın şehit anası,
- Bir güzel ağlar komşuda,
- Ah, bu kız bir su sunası…
-
- BİZ TANRISIZ DOĞMADIK (Ekber Goşalı)
-
- Eller duaya açıldı,
- Mübarek gökyüzüne,
- Yaşamı boyunca,
- Hep yaratmış kişinin,
- Ruhu dolaşır,
- Gökyüzünde.
-
- İLAHİ SEVGİ (Resmiye Sabir)
-
- Ben eriyen mumların,
- Kimsesiz akşamların,
- Ölümüne ağladım.
- Anne, sense benim gözyaşlarıma..
-
- Yer sınırlılığı nedeniyle, Azerbaycan’lı öteki
şairlerin ve şairelerin şiirlerinden örnekler veremedim. Özür dilerim efendim.
-
- YILIN SÖZLERİ (2):
- 1- Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı
ve kucaklaşmalıyız,
- 2- Milli davalar, sözle, tek gözle değil; çift gözle,
fiiliyat olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir (İsa Kayacanı
- 3- Yazılar,
kitaplar, yazarın çocukları gibidir. Yaramaz, uslu, akıllı, esmer, sarışan,
güzel, çirkin, tembel, çalışkan, nitelikleri ne olursa olsun, çocuklarını
sever, analar, babalar. Gönüllerinde her çocuğun ayrı, özel bir yeri vardır.
Şiirlerim, yazılarım, benim sevgili çocuklarım ve torunlarım gibidir (Mustafa
Kemal Yılmaz-Ankara)
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- KARNIYARIK (İmam
Bayıldı)
- 1 kilo patlıcan
250 gram kıyma 2 orta baş kuru soğan
- 2 orta boy domates
1 kaşık salça
- 5-6 adet sivri biber3-5 dal
maydanoz
- 5 çay bardağı sıvıyağı
Gerekli kadar tuz ve biber
-
Patlıcanların başı alınarak aralıklı olarak soyulur. Bir
kısmından bıçakla çizilerek arası açılır. Bol suda yıkanarak
süzgece alınır tuzlanır ve bir tavaya koyduğumuz sıvı yağ
kızdırılarak patlıcanlar kızartılırlar. İyice kızaran
patlıcanlar bir kenara alınarak tavaya soğan doğranır ve
üzerine kıyma konarak kavrulur.
-
Kavrulurken yarım kaşık salça konur üzerine doğranan domates
ve biber ilave edilir. Biraz kavrulunca ocaktan alınmadan
maydanoz ilave edilerek tuz ve biber ilave edilir ve iki üç
kere karıştırılarak ocaktan alınır.
-
Kızartılıp ve karnı yarılan patlıcanların içine bu karışım
kaşıkla konulur ve bir tencereye dizilir patlıcanların
yarısını kapatacak kadar sıcak su ilave edilerek pişirilir ve
yarım kaşı daha salça ilave edilerek bir miktar pişene kadar
kaynatılır sıcak olarak servis edilirler.
|






























 |
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Ayşe ÇOBAN |
Ayşe ÇOBAN Hayat Hikayesi |
- KÖPRÜ
Gurbet ellerde okumak için,
Bin bir sıkıntıyla kayıt oldular,
Ayrılık acısı,sıla özlemi,
Geçti yavaş yavaş huzur buldular...
Yurtlar kayıt açtı vakfımız kucak,
Sağ olsun Milletim,sönmez bu ocak,
Vatana Millete,hizmet sunacak,
Hakk rızası için görev aldılar...
Halktan vakfımıza bağışlar geldi
Okullar açıldı,yurtlar yükseldi.
Nice gariplerin yüzleri güldü,
Teşekkürler deyip memnun kaldılar.
Aynalarda gördüğümüz yüzleri,
Karanlığı boğacaktır sözleri.
Dua edip anacaklar sizleri,
Demet demet güller ile geldiler.
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Adile TÜRKMEN |
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi |
- KIBLEMİ,KABE’Mİ SANA BAĞLADIM,
- Gül yüzlü sevdiğim neme gücendin,
- Senden başkasını sevdiğim mi var ?
- Kıblemi,Kabe’mi sana bağladım,
- Senden başkasını sevdiğim mi var ?
-
- Aşkına düşeli yüzüm gülmedi,
- Çok bekledim yarden haber gelmedi.
- Çalışıp çabala oda olmadı,
- Senden başkasını gördüğüm mü var ?
-
- Akarsu sevmezse düşer mi dile.
- Sevda bir çiçektir,götürmez hile.
- Değil hakikatte düşümde bile,
- Senden başkasını gördüğüm mü var ?
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi |
- YARIN GÜNEŞ BİZİM İÇİN DOĞACAK
- Üşüme kavşağında
- Soğuklukların…
- Dilinin döndüğünce
- Anlat şeklini
- Korkulukların...
- Nasıl olsa,
- Yarın güneş
- Bizim için doğacak...
-
- Umursanmaz mı hiç
- Sana yapılanlar?
- Geceyi yaşamak gibi,
- Gündüzün aydınlığında…
- Biliyoruz nasil olsa,
- Kılıfı hazır
- Kabalıkların…
- Yarın güneş
- Bizim için doğacak.
- Emeğinle parlatsan
- Kararan yamaçları...
- Belli değil,
- Var mısın…
- Yok musun aralarında?
- Biliyoruz,
- Seni hiçe saymak
- Amaçları…
- Bırak…kendine dert edinme
- Bütün olanları…
- Nasıl olsa
- Yarın güneş
- Bizim için doğacak...
-
- Magnanville, 16.03.2000
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
-
BİR
YETKİLİ GÖRMEZ Kİ
- Halk ekmeği kuyruğunda öleni
- Halkım görür bir yetkili görmezki
- PKK ya yapılan her şöleni
- Halkım görür bir yetkili görmezki
-
- Fabrikanın kirli atık suyunu
- Vererek zehirler, akan çayını
- Siyasinin gizli rüşvet huyunu
- Halkım görür bir yetkili görmezki
-
- Yakıyoruz bize fayda sunanı
- Kötülüğün olmaz Türkü Yunanı
- Ormanlara avantadan konanı
- Halkım görür bir yetkili görmezki
-
- Sıra sıra oto yolda yazları
- Aşka davet eder sizi sözleri
- Fuhuş için el kaldıran kızları
- Halkım görür bir yetkili görmezki
-
- Alem yapar gençler erkekli kızlı
- Yaşarlar hayatı oldukça hızlı
- Uyuşturucuyu alırken gizli
- Halkım görür bir yetkili görmezki
- 23-8-2008
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
176 SAYI 25 Ekim 2013 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |