 |
YIL 14 SAYI 169 25 Mart 2013
|
 |
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL ÇANAKKALE 18 MART 1915
-
Mahmut Selim GÜRSEL ARABA SİLECEK MANYAĞI
-
Mahfi EĞİLMEZ HİTİTLERİ
DÜNYAYA TANITALIM
-
Suhubi Ulvi CIRIL YAĞMUR SUYU ÇALIŞMALARI
-
Atilla ALPAY AYVANSARAY
-
Selma GÜRSEL TAVUKLU PATATES
-
Sevim HARDAL ET
-
Üzeyir Lokman ÇAYCI
İÇGÜDÜLERİMİZDE ŞEKİLLENEN GERÇEKLER
-
Orhan AFACAN
ADEMİN KALBİ HASTA
-
Üzeyir Lokman ÇAYCI
DESEN
-
|
|
|
|
|
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- ÇANAKKALE 18 MART 1915
- Ordusuz hiçbir birlik muvaffak olamazlar. Ordu
olmadan da Çanakkale’yi geçerek İstanbul’u donanma ile zapt
edeceklerini umanlar Türk metaneti ile 18 Martta yüz yüze
geldiler.
-
İngilizlerin; denizlere hâkim olma emelleri gereği Bahriye
Nazırı Churchill’in planları ve Akdeniz filosu ile birlikte
Osmanlı İmparatorluğu denizlerinde de hâkimiyet sağlamak
girişimi için Fransa’yı da yanlarına aldılar. Boğazları geçme
İstanbul’u ele geçirme girişimi için hazırladıkları donanmamın
savaşın sonunu getireceğine inanarak
-
Çanakkale boğazını geçme
girişimi için 19 Şubat 1915 gününden itibaren harekât
başladı. Gemiler Türk tabyalarını yoğun top ateşi altına
aldılar, düşman kuvvetleri attıkları binlerce top mermisi
karşılığında Türk tabyalarından zayıf bir karşılık
görmüşlerdi. Düşman mayın tarama gemileri mayın
taramalarını yapmışlar. Boğaz geçiş için hazır hale
getirilmişti. 17 Mart 1915 tarihinde gece karanlığında
Nusret mayın gemisi komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey Karanlık
Liman bölgesini tekrar mayınladı.
- 18 Mart 1915 sabanı düşman kuvvetlerinin
yaptığı plan gereği 3 deniz tümeni bütün ihtişam ve
gururları ile İngiliz ve Fransız filoları saat 10.30 da
Çanakkale Boğazına girmeye başlamak üzere yerlerini
aldılar.
-
A hattı olarak 1. Deniz
tümenin Quen Elizabet, Agememnon, Lord Nelson ve
Inflexible gemileri Amiral Rocbeck tarafından
yönetiliyordu. Quen Elizabet gemisi Rumeli Mecidi
tabyası, Lord Nelson gemisinin hedefi Namazgâh Tabyası,
İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası olarak
belirlenmiş ve plan gereği 11.30 da buralar yoğun top
ateşi ile gemiler ilerlediler.
-
Saat 12.00 dolayında
Çimenlik Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye alevler
içinde kalmıştı.
-
B hattı olarak
adlandırılan 3. Tümen Goulois, Suffren, Bouvet,
Charlemagne dört Fransız gemisi ile Triumph ve Prince
George adlı iki İngiliz muharebe gemileri 1. Tümenden
sonra harekete geçtiler. Türk bataryalarından gelen yoğun
ateş altında yavaş yavaş boğazda ilerlemeye başladılar ve
yerlerini aldılar.
-
Triumph ve Prince George
Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını yoğun bombardıman
altına aldılar. Rumeli bataryaları tabyaları büyük hasar
görmüştü. Rumeli Mecidiye tabyasının topçuları şehit
olarak savaş dışı kalmışlardı.
|
 |
|
-
Arkada bekletilen 2. Tümen
gemileri Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun
ve Majestic 3. Tümenin yerini alması planlanmıştı.
-
Saat 14.00 civarında 3.
Tümenin Suffren ve Bouvet boğazdan büyük bir hızla çıkmaya
çalışırken Bouvet büyük bir patlama ile üç dakika içinde
sulara gömüldü. Bir şaşkınlık anında Queen Elzabeth ve
Agamemnon dışında diğer gemiler ateş kestiler ve batan
gemiden arta kalan personeli kurtarma girişiminde
bulundular. 603 kişi Çanakkale Boğazı sularında
kaybolmuştu kurtulan sadece 20 kişi idi. Bu arada 14.30
civarinda Goulois isabet alarak ağır yaralarla boğazı terk
etti.
-
14.30 civarinda Goulois
isabet alarak ağır yaralarla boğazı terk etti.
-
15.30 sularında Nusret’in
döşediği mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötü olmasına
rağmen yoğun çabayla Bozcaada’ya geldi.
-
2. Tümen; 3. Tümenin
yerini aldığında durum bu halde idi.
-
Anadolu Hamidiye tabyası
hasar görmemişti. İrrisistible ateş altında tutuyordu.
Saat 16.14 İrrisistible yanında büyük bir patlama oldu
Ocean16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına
çarpmıştı.
-
18 Mart’ta yaşananlar bu
savaş bazı komutanların söylediği gibi “ ordusuz bir
donanmanın başarıya ulaşamaz” sözlerini haklı çıkıyordu.
-
Robeck ve Churchill gibi
hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a
çıkılabileceği düşüncesi değişerek yeni hareket planları
yapılmasının gereğini acı bir tecrübe ile öğrenmiş
oldular.
-
Türk'ün 18 Martta yazdığı
destan bu destandı. Korkunç olduğu söylenen gün aslında
korkunç değil bir gül bahçesine girmek için Vatanını
müdafaa eden Mehmetçiğin “ölürsem Şehit; kalırsam Gazi”
ezelden ruhuna yazılmış Rabb'inin ona verdiği manevi
kuvvetin eseridir.
|
|
|
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi
nedir? Var mı ki dünya da eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne
büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber. |
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
ARABA SİLECEK MANYAĞI
Dün gece yani Pazar Gecesi bizim
apartmanda oturan komşunun da sileceğini MANYAĞIN birisi bükerken
bizim apartmandan başka bir komşu:
-Ayıp değil mi neden aracın sileceğini
büktün deyince MANYAK:
-Sana ne ben bükerim. Demiş. Bu
gürültü üzerine kapıya çıktık. Ağız telaşı yapan komşuya eşim sordu.
Ne oldu diye sorunca:
- Adamın birisi bir ar8abanın
sileceğini büküyordu ona ayıp değil mi dedim. Bana Sana ne ben bükerim
dedi. Onun için tartıştık diyince eşim:
-Adam ne tarafa gitti dedi. Komşu
da:
-Komşu da Apartmana girdiğini
söyledi. Merak ettim.
-Aşağıya inelim bakalım dedim.
Aşağıya ağız dalaşı yapan komşu ile sileceği bükülmüş arabaya
bakarken başka komşular da geldi. Konuşurken; apartmanımızda oturan
bir komşu da aşağıya gelerek:
-Bu araba benim. Ne istemişler dedi.
Ben de
-Şikayetçi isen polis çağıralım
dedim. Polis çağırdık. Polis geldi. Komşu apartman yönetici
yardımcısına da oturan birisi olduğunu söylemiş. O da böyle birisi
burada oturmuyor cevabı vermiş. Polisler kişiyi bulamadık dediler ve
gittiler.
Biz konuşurken ağız dalaşı yapan
komşu Hacı ağabey adam:
-Ben arabamı apartmanın arasına
koyacaktım diye bana söyledi. Ben mecbur muyum aracımı ta metropolün
oraya koyuyorum. Demiş.
İki gün önce apartmanlarımızın
arasına bir araç park etmişti. Dedim ki gelin sarı bir ara idi
bulursak adamı buluruz dedim Metrepole kadar gittik geldik
bulamadık. Evin önüne gelince arabanın karşı apartmanın parkında
olduğunu gördüm. Beraber olduğumuz arkadaşlara:
-Bu arabanın sahibi olsa gerek. Bu
araba kimin diye soruştururken komşu apartmanda oturan birisinin
olduğunu anladık. 6 kişi Apartmana girip ikinci kata çıkarken ağız
dalaşı yapan arkadaşa:
-Sen benimle gel. Sizlerde
merdivenlerde bekleyin kalabalık olarak gelirseniz korkar kapıyı
açmazlar dedim. Kapıyı çaldım bir genç bayan açtı. Bayana kızım:
-Beyin evde mi? Diye sordum. O da
evde çağırayım dedi. Şortla bir genç kapıya geldi:
-Ne var dedi. Yanımda olan ağız
dalaşı yapan komşuya dedim ki:
-Bu arkadaş mı dedim? O da:
-Evet bu dedi. Ben Evden
çağırdığımız şahsa:
-Aşağıdaki arabanın sileceğini sen
mi büktün dedim. Bu sırada diğer komşular de yanımıza gelmişti.
Onları yukarıya çıkanlar zannederek ve diklenerek:
-Evet ben büktüm diğerlerini ben
kırmadım. Ne olacak diye serteldi. Arabasının sileceği bükülen
arkadaş:
-Silecekten Ne istedin. Deyince ona
dikleşti. Aşağıya indik. Tekrar polis çağırdık. Polis geldi Sileceği
büken İzrar yapan (Mala Zarar Veren) Kişinin apartmanına girerek
alarak karakola hep birlikte gittik.
Araç sahibi şikâyetini bildirdi. İki hafta önce de
benim arabanın silecekleri birinci gece bükülmüş ben doğrultmuştum.
Ertesi gün de arabanın iki sileceğini de kırmışlardı. Bende aynı
yerde park etmiştim. Bende şikâyette bulundum. Benim gibi diğer
arkadaşlar la birlikte 1 şahit 4 müşteki (şikâyetçi) araçlarımızı
silecekleri kırıldı diye şikayette bulunduk.
Silecek manyağı DİĞERLERİNİ BEN KIRMADIM
demişti.
“Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge
üçüncüsünde yakalanırsın”
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02
|
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
 |
Mahfi EĞİLMEZ |
Mahfi EĞİLMEZ
Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz! |
HİTİTLERİ
DÜNYAYA TANITALIM (ntvmsnbc/ 25.08.2000)
Hitit
uygarlığı en az Mısır uygarlığı kadar eski ve zengin. Üstelik bu uygarlığın
dünyaya tanıtılmasında Türk araştırmacıların büyük katkısı var. Buna karşın
tanıtım yeteri kadar yapılamamış. En azından Mısır'ın yaptığı kadar bir
tanıtım yapılmadığı ortada. Hattuşa'yı gezmeğe giden herkes bunu kendi
gözleriyle görebilir. Piramitleri gezen yüzlerce turiste karşılık Hattuşa'yı
gezenlerin sayısı bir elin parmakları kadar az. Oysa Hattuşa inanılmaz
zenginlikte bir yer. Biraz çabayla biraz düzenlemeyle burası dünyanın ilgi
odağı olabilir. Dünyada 4000 yıl öncesine dayanan kaç tane uygarlığın
kalıntıları var ki? Biz Ankara'nın amblemindeki Hitit güneşini değiştirmekle
uğraşırken Mısırlılar neler yapıyor dersiniz?
Hititler, ilk
kez ne zaman ortaya çıktılar? Kendilerinden önce Anadolu'da yerleşik bulunan Hattilerin yerini nasıl aldılar? Henüz kesin çizgileriyle bilinmiyor.
Bulgular, Hititler'in İÖ 1700'lerde Anadolu'ya Kafkaslardan geçip orada
yerleşik olan Hattiler ile kaynaşmış ve yavaş yavaş onları içlerinde eritmiş
oldukları sanılıyor. Çünkü bu iki ulus arasında bir savaş olduğuna ilişkin
herhangi bir kanıt yok elde. Bu geçiş süreci sırasında Hatti kültüründen
etkilenmiş olduklarını, Hatti ülkesi adını almalarından ve Hattilerin Neşa
kentinden esinlenerek kendi dillerini Nesice olarak adlandırmalarından
anlıyoruz. Hititlerin kurucusunun Kuşşaralı Pithana'nın oğlu Anitta olduğu
kabul ediliyor. Hititlerin bir krallık haline gelmesi Labarna ile
imparatorluk biçimine girişi ise Şuppiluliuma ile oluyor.
En önemli
tanrıları Baştanrıça Hepat ile Fırtına tanrısı Teşup. Hepat, sonraki
kültürlerde bereket tanrıçası Kibele ya da geç Hititlerde ana tanrıça Kubaba
olarak yeniden ortaya çıkıyor. Hititler, ele geçirdikleri kentlerin
tanrılarını da kendi tanrıları arasına katmışlar. Bundan amaç o tanrıların
nefretini üstlerine çekmemek. Bu nedenle 1000 dolayında tanrıları olduğu
tahmin ediliyor. Başkent Hattuşa'ya 1000 tanrılı kent denmesinin nedeni de
bu. Hitit dininde cennet ve cehennem yok. İşlenen günahların cezasının ve
yapılan sevapların karşılığının bu dünyada alınacağına inanıyorlarmış.
Hititlilerin
dilleri Hint - Avrupa dil grubuna ait. Hattuşa kitaplıklarında bulunan
tabletlerin sekiz ayrı dilde yazılmış olduğu görülüyor: Hititçe, Hattice,
Hurrice, Mitannice, Luvice, Palaca, Akadça, Sumerce. Akadça, dönemin
diplomasi dili. Mısırlılar ve Hititler ya da Hititler ile Asurlular
arasındaki yazışmalar Akadça olarak yapılıyormuş.
Hitit
ülkesinde bütün topraklar krala ait. Yani toprakta özel mülkiyet yok. Kral
veya kraliçe istediklerine toprak tahsis ederlermiş. Kendisine toprak tahsis
edilenlerin krala, her savaşa gidişinde asker vermek yükümlülüğü varmış.
Sonraları Osmanlı'da ortaya çıkan timar, has ve zeamet sisteminin ilk
biçimi.
Hititler
paralarını gümüşten yapıyorlarmış. 8.5 gramlık gümüş çubuklar ya da halkalar
1 Şegel adını taşıyan bir para birimiyle ifade ediliyor. 40 şegel yani 260
gram gümüş ağırlığındaki kuruşların toplamı 1 Mana ediyor. Üst para birimi
olan Mana'yı Hititler, Sumerlerden almış. Mana, latin dillerindeki money
kelimesini andırıyor.
Hitit ordusu
piyadeler ve at arabalı askerlerden oluşuyordu. Her arabada üç asker var:
İlki sürücü. İkinci, sürücüye kalkan tutan asker. Üçüncü ise ok atan ve
mızrak kullanan asker. Kadeş savaşında Ramses ordularıyla kapışan Hitit
ordusunda 17000 piyade ve 4500 savaş arabası olduğu yazılı. 4500 arabayı 3
ile çarparsak 13500 kişi eder. 17000 de piyadeyi de katınca toplam 30 bin
asker. Oldukça büyük bir ordu.
Hititlerin
Panku adlı bir asiller meclisi varmış. Kral, Panku'nun onayını almadan
savaşa karar veremiyor. Panku, ayrıca kral öldüğünde yerine kimin geçeceğine
de karar veriyor.
Hitit
imparatorluğu, Kadeş barış antlaşması sonrasında Mısırlılar ile girdikleri
uzun dönemli barışa karşın deniz kavimlerinin sürekli saldırıları sonucu
tarihe karışıyorlar. Buna karşın geç Hititler adıyla anılan imparatorluğun
bir parçası Kargamış ve dolaylarında izini sürdürmeye devam ediyor bir süre.
Asurluların saldırıları Hititlerin son uzantısı olan geç Hititleri de İÖ
700'lerde tarih sahnesinden silip yokediyor.
Hititlerin
enbüyük kralı olarak kabul edilen Şuppiluliuma'nın tahta geçişinin nasıl
olduğu henüz kesinlik kazanmış değil. Şuppiluliuma, II. Tuthaliya'nın
oğludur. II. Tuthaliya'nın ölümünden sonra tahta Şuppiluliuma'nın erkek
kardeşi Arnuvanda ve kızkardeşi Aşmunikal birlikte geçmişlerdir.
Arnuvanda'nın genç yaşta ölümü üzerine tahta geçmeye hazırlanan oğlu III.
Tuthaliya, Şuppiluliuma tarafından öldürtülmüştür. Böylece yeğenini öldüren
amca, Hitit tahtına otrumuştur.
Şuppiluliuma
ve ardından tahta çıkan oğlu II. Arnuvanda'nın
Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde
yayınlanmıştır!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Suhubi Ulvi CIRUL |
Suhubi Ulvi CIRIL Hayat Hikayesi
|
YAĞMUR SUYU ÇALIŞMALARI
Belediyemiz 2011 yılından önce bazı
caddelere yağmur suyu boruları döşedi. İyi niyetli bu çalışmaların
bir müddet sonra yetersiz olduğu görüldü.
Yine çok iyi niyetli ve iyi bir
çalışma olarak, bizlerinde çok takdirle karşıladığı, 2011 yılında
Farabi caddesinden; Gazi caddesini takip ederek Çorum Lisesine kadar
yapılan yağmur suyu boru çapları, kazılan bu kanala 1 metre çapında
borular sığabilirdi. Kazı, hafriyat, işçilik masraf yapılarak 60 cm.
çapında borular döşendi anlayamıyorum?
Gazi caddesinin diğer tarafına da
İnönü caddesinden itibaren 80 cm lik borularla başlanan yağmur
suyu boruları Azap Ahmet Camii karşılarında 40 cm’ye düşürüldü, o
hat’ta birde, ilerde uzun bir hat olan ve çok yerden yağmur suyu
gelen bahabey caddesinden gelen yağmur suyu boruları bağlandı. Bu
hatların yetip yetmeyecekleri ilerdeki yıllardaki yağışlarda belli
olacaktır. Yarın çok yağış olduğunda biz hesabı şu kadar m2 ye şu
kadar m3 yağışa göre hesap ettik, şu kadar yağış yağdı ne yapalım
diyeceğimize, olabilecek en fazla yağışlara göre bu borular daha
büyük çaplı borulardan döşense daha iyi olurdu. En azından bundan
sonra yapılacak veya yenilecek yağmur suyu hatlarında daha büyük
çaplı borular düşünüleceğini umuyorum.
Yağmur suyu ızgaraları güzel
dizayn edilmiş ızgaralardan ana hatlara inen boru çapları da geniş
çaplı düşünülmüş bunlar gayet güzel olmuş. Yalnız görebildiğim
kadarıyla bazı ızgaraların içine hafriyat sırasında ve asfalt
dökümü sırasında malzeme dökülmesi sonucu kısmen veya tamamen
tıkanmalar oluşmuş, olabilir bütün işler bittikten sonra bütün
yağmur suyu ızgaraları kontrol edilip çalışır hale getirilirse bu
güzel çalışmalar daha verimli olur diye düşünüyorum.
2011de ki yapılan yağmur suyu
hatlarına baca tabir edilen kontrol lagarlarından konulmuş,
güzelde olmuş, ilerde tıkanma olduğunda buralardan rahatlıkla
açılır. Aynı baca sistemlerinden daha önce yapılan tüm yağmur suyu
hatlarına da yapılırsa oralardaki tıkanmalar da kolaylıkla açılıp,
bu kadar hatlarda çalışır durumda olur.
Sanırım 2004 veya 2005 te yapılan
Atatürk heykeli ile Karşıyaka Altın Evler Camii arasındaki 70 cm
lik beton büzlerle yapılan yağmur suyu hattın’ da bildiğim kadarı
ile hat boyunca bir taneden başka yağmur suyu bacası göremedim. O
hattın da bildiğim kadarı ile heykelin alt kısmında ki bir yerden
yukarı doğru dönerek Melikgazi deresine bağlandığını, bu şekilde
de yağmur suları ile gelen kum, çakıl vs. nin hattı tıkayarak
devre dışı bıraktığını düşünüyorum. Eğer bu hat bu kadar büyük
çaplı borularla tam kapasite çalışsa şehrimize bu kısımlardan
yağmur suyu gelmez. Aynı hat üzerinde boydan boya yapılan
ızgaraların ana hatlara bağlantıları da yeni yapılan bağlantılar
gibi büyük çaplı borularla değiştirilip oralarda sürekli kontrol
edilirse bu kadar yapılan hizmetler faal olur, akan yağmur suları
boşa değil, ızgaralar ile yağmur suyu hatlarına dökülür yollarda
seller oluşmaz ve hizmetler yerini bulur. Yoksa çalışmayan hizmet,
hizmet olmaz boşa masraf yapılmış olur.
Yol yapımı ve asfalt dökümü
sırasında yol eğimlerinin kenarlara doğru, yağmur suyu
ızgaralarının olduğu kısımlara doğru verilmeli. Bazı şehirlerde
olduğu gibi yol kenarlarına ızgaraların olduğu taraflara oluk
biçiminde hafif çukurlar açılarak ve ızgaralar konulurken yağmur
suyunun geçtiği yerlere konulur ise yağmur suları yola taşmadan
halkımızı rahatsız etmeden yağmur suyu hatlarına dökülür.
İlimizin içinden geçen dereler
yağmur suyu tahliyesi için büyük şanstır. Zaten bazı cadde ve
sokakların yağmur suları buralara verilmektedir. Bu derelere yakın
bölgelerden daha çok yağmur suyu hattı çekerek yağmur sularını
daha çabuk tahliye edebiliriz. Ne yazık ki bazı sorumsuz kişiler
buralara hafriyat ve çöp dökmekte veya bazen de tepelerden bu
derelere taş, toprak, kum vs. gelerek su yığılmalarına veya
tıkanmalara sebep olmaktadır. Buralar zaman zaman araçlarla
temizlense de bakıldığında görüleceği üzere derelerin bazı
kısımları bu tür engeller ile doludur. Bazı dereler de küçük
büzlerle geçilmeye çalışılmış, buralara uzun mesafelerden gelen
yağmur suları geçemez haldedir, çok yağmur yağdığında buralarda
sular yollara taşmaktadır.
Bu derelerin ara sıra kontrol
edilerek buralara çöp atanların engellenmesi, buralardaki çöp ve
engellerin araçlarla veya görevlilerce sık sık temizlenmesi, küçük
geçitlerin büyütülmesi olabilecek aşırı yağışlarda taşkınları
önleyecektir. İlimizdeki bu derelerin bazılarının uzunca kapalı
olarak devam ettiğini düşünürsek daha çok düşünmemiz gerekecektir.
Belediyemiz 2011 yılında aldığı
bir kararla binaların yağmur suyu borularını sokağa akıtılmasına
karar vermiş. Mutlaka bazı konuları epeyce tartışmışlardır ona
şüphem yok. Bu karar alınırken sanırım en büyük etken; eskiden
yağmur suyu borularının kanalizasyonlara verilmesi neticesi
yağışlarda zemin katların su basması neden olmuştur, doğrudur
doğru da bir karardır. Bu kararın olumsuz taraflarını da
düşünerek, bunlara da çözüm bulabilirsek sanırım daha sağlıklı
karar vermiş oluruz.
Nedir bu olumsuzluklar:
Bazı cadde ve sokaklarda yağmur
suyu boruları olmasına rağmen birçok cadde ve sokaklar da bu
hatlardan ve bağlantılarından yoktur, durum böyle olunca da,
yağmur yağdığında onca binalardan sokaklara dökülen yağmur suları
sokakları geçilmez yapacaktır.
Binalarda ki yağmur suyu borularına binaların balkon atık su
boruları da bağlıdır. Bu haliyle binaların yağmur suları sokağa
verilirse balkonlar yıkandığında oradan gelecek katı pislikler
sokaklarda çevre kirliliği meydana getirip, mikrop saçacak, güzel
şehrimiz köy görüntüsüne dönecektir.
Binalardan en az dört köşeden
hatta daha fazla iniş boruları ile inen yağmur suyu boruları bina
dışına verileceği zaman en fazla iki hat halinde, yatay olarak,
bazen de çok çirkin görüntü kirliliği vererek sokaklara
verilmektedir. Bu durumda çok yağış olduğu zaman bu borular
çekmeyecek, yağmur suları balkonlardan evlere girecektir.
Bu duruma paralel olarak kışın;
yağmur suyu boruları eskiden dik halde inerken bile donmakta,
borular tek halde olduğu için gerektiğinde sökülüp buzlar
atılabiliyorken böyle yapılırsa sökülme imkanı olmayacağı için
buzlar borularda kalıp, balkonlar yine risk altında olacaktır.
Bu uygulamadan şimdilik
vazgeçilip, yeni binalardan başlanarak balkon ve apt, içi yıkama
sularının kanalizasyona, yağmur sularından ayrı olarak verildikten
sonra, tüm cadde ve sokaklara yağmur suyu hatları çekildikten
sonra bina yağmur suyu borularının yağmur sularını atabilecek
şekilde sokaklara verilmesi daha uygun olur sanıyorum. Şimdi birde
binaların mantolama işlemleri gündemde, eğer böyle olursa o zaman
tüm borular yeniden yenilendiği için ikinci bir masraf olacaktır.
Velhasıl bu konu aceleye gelmiş bir konu olarak görüyorum.
Birçok cadde ve sokakta olduğu
gibi özellikle Gazi ve İnönü caddelerinde bulunan lokanta,
pastane, vs. gibi özellikle gıda tüketilen yerler zaman zaman,
yerleri yıkadıkları suları, sabunlu suları kaldırımlara
vermektedirler. Bu tür görüntüler hiç şehir kültürüne yakışmıyor.
Nasıl olsa Gazi ve İnönü caddelerine yağmur suyu hattı döşendi, bu
atık suları buralara bina yağmur suyu boruları ile verebilirler.
Saygılarımla!
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
- AYVANSARAY
-
O ilk halkaya yetişememişdi.
Ama çevresindekilere hep İslamı anlatır Müslümanların nasıl
olması gerektiğinden bahsederdi. Kainatın efendisinin
vefatında; Uhud , Bedir ve Hendek gazvelerinde kullandığı
gergedan derisi kalkanın bir Yahudi tüccarda rehin olduğunu
anlatır, onun dünya malına neden hiç değer vermediğini izaha
çalışırdı.
-
Müslümanların zenginliği
paylaşmak olmalıydı. Garbda ki Müslümanın acısını şarktaki
duymalı diyordu. O' SAV na hediyeler geldiğini ve ev halkının
ihtiyacından fazlasını yoksullara dağıtıldığını söylerdi.
-
Abdest alınacak su deniz dahi
olsa israf etmemeli diyen o büyük insanın bütün hayatını
ezbere bilirdi. Onsuz geçen hiç bir anı olmamıştı. Onunla
birlikte olmak şereflerin en büyüğüydü.
-
Asrı sadetden sonra insanların
imanı yerindeydi. Müslümanlar namaz kılıyor, zekat veriyor
ve kurulan ilk İslam devletlerinde sadık birer vatandaş olarak
İslam’a uygun yaşıyorlardı fakat yine mal ve evlat
gayretkeşliği içine girmekteydiler. O bunları görüyor;
toplumsal dayanışmanın azalarak Müslümanların yine canlarının
derdine düştüklerine üzülerek şahit oluyordu.
-
Mektuplar yazıyordu
etrafa.devlet adamlarına,islamı yaşayanlara,başka islam
ülkelerine..Emirlere valilere,yöneticilere..Herkesi bu
dünyayı terketmeye ve mal biriktirmemeye çağırıyordu.Hayırda
yarışmanın önemini anlatıyor,benlik davası gütmenin yanlış
olduğundan bahsediyordu.
-
Misal verdiği her zaman
kainatın efendisiydi.Onun mal ve mülk adına neyi vardı.
Vefatındaki bir kucak eşyanın tesbiti yapılmıştı. Ondan
kalanları normal bir insan bile sırtına vursa taşıyabilirdi.
Bir hasır,başının altına bir taş parçası,bir yatak,iki çift
ayakkabı, iki kılıç,iki hırkası-birisini üveysel kareniye
gönderilmesini vasiyet etmişti,oku,yay kirişi,kalkanı (yahudide
rehindi),Kuran-ı Kerimi ...Hepsi hepsi bir kucak eşyaydı
kalanlar...
- O islamın ilk devlet başkanı, Kainatın hürmetine
yaratıldığı en mübarek insan, dünyaya gelmiş bütün
peygamberlerin peygamberi ve bütün dünya Müslümanlarının
imamı,cin ve insanların peygamberiydi.
-
Cennete girecek insanlar onun
şefaatine nail olmazlarsa giremezler, onun buğzettikleri
içinde cehennemde ateşler tutuşturulurdu. En kutlu,en mübarek
ve en büyük oydu.
-
O olmasına rağmen, dünya malı
olarak neyi vardı ?
-
İstese zengin olamazmıydı.Kendisine
bağışlananları fakirlere dağıtmasa ,birazını biriktirse
dünyanın gelmiş geçmiş en zengin adamı olmaz mıydı?
-
Ama onun gözü bu dünyanın
bütün mallarına kapalı ve tokdu.İslamın muzafferiyeti için
çalışmış,yeryüzündeki hiç bir insanın çekmediği kadar sıkıntı
çekmiş ve asla rahat yüzü görmemişti. Halkıyla beraber
çalışır,sırtında yük taşır,kimseye elini öptürmezdi.
-
Devlet başkanına, müminlerin
ilk hükümdarına kim hesap soracaktı. Konuştuğu hadis, ağzından
çıkan ayetti.
-
Oda bunları anlatırdı hep.
Kainatın efendisinin vasıflarını sıralardı hece
hece...Müslümanlar onun gibi olmalıydı.İsraf etmemeli ,bu
yalan dünya için ipek,altın ve pırlanta biriktirmemeli,atlara
ve kadınlara,oğullara ve kızlara,evlatlara ve bilcümle dünya
malına bu kadar kıymet verilmemeliydi.
-
Hayatını bunları anlatmaya,
insanlara tekrar tekrar öğretmeye adamıştı.
- Zamanla memleketinde de onu dinlemez oldular. Bu dünyanın
büyüsü asrı saadetten sonraki yıllardada müminleri yine sarar
oldu. Şeytan bu dünyayı güzel gösteriyor ve müminleri hayırdan
alıkoyuyordu. Engellenen yol peygamberin sav yoluydu.
-
Nihayet hadisle müjdelenen o
büyük fetih için kalkıp konstantiniyye önüne geldi.
- Halid bin Zeyd, Kaab bin Malik, Cabir bin Abdullah;
Muhammed El Ensari gibi o da yaşlıydı .Gemilerle aylar süren
yolculuğun sonunda Hristiyanların surları önündeki ordugahda
kuşatmaya katılıyordu.Kış bastırmışdı. Ülkesinde görülmeyen
iklimler onu ve diğerlerini hasta etmişti. Son günleri
olduğunu kendiside hissediyordu. Vefatında veya şehadetinde
bulunduğu yere gömülmesini vasiyyet etti. Bu şehir elbette
bir gün fetholunacak ve onunda kabrinin bulunduğu yer bir
İslam diyarı olacaktı.
-
Aradan 1450 yıl geçti.
-
Doğduğu , İslamı kabul ettiği,
kainatın efendisiyle omuz omuza çarpıştığı ülkesinde kendi
kabilesinden veya soyundan gelenler, onun torunlarının
çocukları onun ismini ve hatırasını yaşatmak için onu hep
anlatıyorlar ve hürmetle anıyorlardı.Ama yaptıkları hatanın
hiç de farkında olmıyorlardı.
-
Dünyanın en pahalı
mermerleriyle kaplı Medinedeki Cennet-ül Baki kabristanının
önündeki büyük caddeye onun adını vermişlerdi.
-
O caddede yine büyük alışveriş
merkezleri bulunuyor ve bütün dünyanın lüks tüketim malları da
orada bir araya gelmiş ; hacıların uğramasını bekliyordu.
-
Oysa kendisi bulunduğu Osmanlı
topraklarında ne kadar da mutluydu. Kabri mütevazi evlerle
dolu, fakir insanların yaşadığı eski bir sokakda
bulunmaktaydı.O sokakta ismini yaşatacak küçük bir mescid ile
birde küçük bakkal dükkanı vardı.
-
Bugün Ayvansaray vapur
iskelesinden inenlerin karşısına çıkan paslı bir tabelada bu
mübarek insanın ismi yazmakta o tek katlı evlerden mamul
mütevazi sokağı ,mübarek Kabr-i Şerifleri ve mescidi tarif
edilmektedir: "Ebu Zer Gıfari RA türbesine gider."
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
TAVUKLU PATATES
- 6 adet orta boy patates
- 2 baş kuru soğan
- 1 fincan sıvı yağ
- 2 yemek kaşığı salça
- 2 tavuk göğsü ayıklanmış haşlanmış
-
-
Tavuk göğsü haşlanarak
didilir bir tabakta bekletilir.
-
Patatesler ayıklanarak bol
suda yıkanır ve süzgeçten süzülürler. Soğanlar ayıklanarak
doğranıp tencere kısık ateşe konulur ve sıvı yağ konularak
kısık ateşte kavrulurken salça ilave edilir.
-
Soğan hafif kızarınca
üzerine yıkanan patatesler tencereye konulur ve iyice
karıştırılır tencereye sıcak su konulur ve bir miktar tuz
ilave edilir. On dakika kadar pişirilince ayıklanan tavuk
göğsü tencereye konulur on dakika daha kısık ateşte
pişirilen yemek sıcak servis edilir.
|





















|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Sevim HARDAL |
Sevim HARDAL Hayat Hikayesi |
-
ET
-
Yüce Allah’ım şu karanlık yolları
-
Bizi sana ulaştıran yollar et!
-
İhtirasla kilitlenmiş kolları
-
Birbirini kucaklayan kollar et!
-
-
Muhabbetin gönlümüzde hız olsun
-
Önümüzde uçurumlar düz olsun
-
Yolumuzda dikenleri gül olsun
-
Gittiğimiz sana giden yollar et!
-
-
Şu dağların eteğine yaslansam,
-
Deli gönül gafletlerden uslansan
-
Demir döküm olam, olam paslasam
-
Çelik gibi kalaylanmış taslar et!
-
-
Bu dünyada ayağıma nal oldum
-
Yanlış gidenlere doğru yol oldum
-
Bazı insanoğlu, bazı mal oldum
-
Beni burada tatlı tatlı diller et!
-
-
Yağmur yağar derecikler sel alır
-
Rüzgar gelir gazelciği yel alır
-
SEVİM gider adı dünyada kalır
-
Has bahçe içinde taze güller et!
-
15,12,1989 Çorum
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
|
-
İÇGÜDÜLERİMİZDE ŞEKİLLENEN GERÇEKLER
-
-
Kapalı kapıyı
-
Üç kere parmaklarımla
-
Tıkırdattım...
-
“Meşguldür...” diye
-
Düşündüm
-
Sonra;
-
Ceketimin düğmesini
-
İlikleyerek
-
İçeriye girdim...
-
Başım eğikti,
-
Karşıya bakmaktan
-
Çekiniyordum...
-
Masaya doğru
-
İlerledim...
-
Sert bir ses
-
Kötü bir bakış
-
İçgüdülerimde
-
Şekilleniyordu...
-
O an,
-
Rüzgarın açtığı
-
Pencereye doğru
-
Yavaş yavaş
-
Başımı çevirdim...
-
Masa üzerindeki
-
Kağıtlar
-
Yerlere savrulmuştu...
-
Ben onları
-
Bir mahcubiyetle
-
Başım eğik
-
Tek tek topladım...
-
Ve masanın üzerine
-
Bıraktım...
-
Bir gürleme,
-
Sert bir bakış
beklerken
-
Başımı yavaş yavaş
-
Kaldırdım...
-
İri bir koltuk
-
Bomboş karşımdaydı...
-
Törenle,
-
İrkilerek girdiğim
-
Bu makam odasından
-
Boş koltuğu
selamlayarak
-
Geri adımlarla
-
Dışarı çıktım...
-
Kapı önünde
bekleyenler de
-
Tek tek
-
Benim gibi yaptılar...
-
Hayatın iğretiliği
-
Rüzgârla çarpan
-
Pencerelerde
-
Akisleniyordu...
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Orhan AFACAN |
Orhan AFACAN Hayat Hikayesi
|
- ADEMİN KALBİ HASTA
- Ademin kalbi hasta şifası Kur'andadır.
- Ademin gönlü darda ferahı Kur'andadır.
- Adem ölmek istemez çaresi Kur'andadır.
- Adem yalnız edemez vekili Kur'andadır.
-
- Adem ilimi sever,ilimi Kur'andadır
- Adem övülmek ister değeri Kur'andadır.
- Adem bir kerre doğar,Kue'ana göre ölür
- Bu iki hal arası neleri yaşar,görür.
-
- Adem neslini sorar,nesili Kur'andadır
- Adem Yaradan arar,asılı Kur'andadır.
- Adem günlük işlerle geçşinmenin derdinde
- Ebedi saadeti yitirme gayretinde.
-
- Adem hiç,hiç unutma,sınav yeri burası
- Bu dünyadan gider adem gelince sırası.
- Ademi'n tek ümidi şefaati Muhammed'in
- ORHAN sende kendine bunu gaye edin.
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
|
 |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
170 SAYI 25 Nisan 2013 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |