 |
YIL
15 SAYI 170 25 Nisan 2013 |

-
ÇORUM BARAJI
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL DEMİŞTİ
-
Mustafa Nevruz SINACI DEMİRKIRAT ALFABESİ "BASİDE İCRA"
-
Mahfi
EĞİLMEZ HİTİTLERİ
DÜNYAYA TANITALIM II KADEŞ SAVAŞI
KİM KAZANDI?
-
Mustafa TURAN YAZARLAR MI KİTAPLAR MI?
-
Mustafa Nevruz SINACI DİASPORANIN SESİNİ KESMEK
Atilla ALPAY KONUŞMA DİLİ VE ÇORUM AĞZI
-
İsa
KAYACAN YILIN SÖZLERİNDEN SONRA
-
Selma GÜRSEL SAÇ MAYALISI (Yanmaz Tava)
-
Adile TÜRKMEN
BİRİ DE BENİM ARKADAŞIM
-
Necati ÇAVDAR ÜZMEZ
-
Muhsin AKTAŞ UNUTULMUŞ ZAVALLI ADAM
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
DEMİŞTİ
Geçenlerde bir kez benim ile
konuşurken:
-Arkadaşım! Bek dünya düzeni
değişti artık ayak takımları baş takımları oldular demişti.
Gülmüştüm cevap verememiştim. Kim idi bu ayak takımları diye
düşünmeden de edemedim.
Evvelsi gün bir işim için
gittiğim yerde arkadaşımın dediğini görerek şaşındım. Burası
bir zamanlar konuşması ve izah etmesi bir zat tarafından
yönetilir iken buranın hizmetini gören ufak tefek ve iki lafı
bir araya getiremeyen şahıs burasını idare etmeye başlamıştı.
Beni görünce suratını buruşturdu ve yarı anlaşılır yarı
anlaşılmaz bir konuşma ile:
-Niye geldin? Dedi. Şaşırdım.
İş yeri herkesin gelip gidebileceği bir yer değil miydi? Cevap
olarak:
-Arkadaşım nerede diye sordum.
Bana:
-Eski çamlar gibi gitti diye
cevap verdi. Daha vecizenin tamamını bilmeyen ve cevap olarak
verdiği cümleyi tamamladım:
-Eski Çamlar bardak oldu mu
demek istedin? Diye üsteledim. Bana:
-Hıı! Diye cevap verdi. Ben
yine sordum:
-Arkadaşım nerede dedim! Cevap
verdi.
-Emekli ettik. Yerine ben
geçtim müdür oldum dedi. Bende:
- Koyunun olmadığı yerde
keçiye Abdurrahman Çelebi derler. Dedim. Ne dediğimi anlamadı.
Oradan ayrıldım.
Hani derler ye adamın birisi
oğluna devamlı sen adam olmazsın ya dermişte o çocuk okumuş
babasını ayağına çağırmış baba bana adam olmazsın diyordun ya
bak işte adam oldum demiş. Babası da; Oğlum ben sana amir,
müdür olamazsın, demedim adam olamazsın demiştim derler ya!
Arkadaşımın dünyanın düzeni değişti, ayak takımları baş takımı
olmuşlar sözünü hatırladım!
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- DEMİRKIRAT ALFABESİ "BASİDE İCRA"
-
Bu (başlıktaki) lâf, 1960
öncesi tarihi ve kadim Demokrat Parti Çankaya Ocağı delegesi
müteveffa Hamdi Ciliv'e ait. Merhumun aynı ad'la bir de kitabı
var. Biz onunla, Demokrat Parti'nin, 19 Haziran 1992 tarih ve
3821 Sayılı Kanun gereği yeniden açılması, ruhlanması, hayat
bulması ve güncel vizyonunun inşası sürecinde tanıştık,
muhterem eşi Sara dâhil, Prof. Dr. Orhan Morgil'in
Koordinatörlüğü'nde birlikte çalıştık.
-
Kuruluşunun 67. yılında (7
Ocak 2013) Hamdi Ciliv'i tazimle anmamın nedeni şu: Merhum,
tarihi-kadim DP için derdi ki:
-
"Demokrat Parti; M. Kemal
Atatürk’ün 14 Eylül 1923 tarihinde.; Celâl Bayar, Prof. Dr.
Fuat Köprülü, İsmet İnönü, Recep Peker ve Refik Saydam ile
birlikte kurduğu Halk Fırkası (chp) nin özü, asli cevheri,
kurucu unsuru; Milli Mücadele ve Kuvva-i Milliye hareketinin
beyin takımı olan "Kuvva-i İlmiye" koludur.
-
Bu sıfatla; 7 Ocak 1946'da
'Yeter! Söz Milletindir' diyerek kuruldu. Samimi bir halk
hareketi olan "beyaz ihtilâl" ile 14 Mayıs 1950'de iktidara
geldi. Milleti; Dikta, cunta, ıstırap, esaret, açlık,
hastalık, çarık ve şeametten kurtardı; Hak, hukuk, adalet,
insaniyet ve demokrasi ile buluşturdu; Cumhuriyeti Demokrasiye
kavuşturdu. İşte ve başta, bilhassa bu nedenle; Vatan ve
vatandaş daima Demokrat Parti ve Adnan Menderes ile davanın
tüm önderlerine minnettar ve müteşekkir olacaktır." Derdi!
-
Hamdi Ciliv'i tanıyanlar,
bunları O'nun söylemiş olmasının ne kadar önemli, anlamlı ve
değerli olduğunu da çok iyi bilirler. Benim, kuruluşun 67.ciyılında
Hamdi Ciliv'i özellikle ve bilhassa anmamın birinci nedeni,
içtenlikle söylenmiş bu sözleridir!
-
İkinci neden ise; Tıpkı
Hüsamettin Cindoruk ve mümasil misyon tacirleri gibi, yıllar
boyu merhum Menderes ile birlikte anılarak mirasından
yararlanmayı şiar edinen, Av. Burhan Apaydın tarafından TBMM
Başkanlığına verilen (güdümlü Yassı ada çadır tiyatrosu,
hukukun utancı ve adaletin yüzkarası) 1961 idam (alçakça ve
haince katliam) emirlerinin tekrar gözden geçirilmesi,
kaldırılması veya yeniden yargılanma yolunun açılması
marifetiyle itibarın iadesi, girişimine duyduğum tepkiyi dile
getirmek içindir.
-
Çünkü başta, son Baş Vekil
Adnan Menderes olmak üzere, kader ve dava arkadaşları Fatin
Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan'ın bu rezalete alet edilmeleri
büyük bir ayıp ve utançtır. Küresel adalet ve evrensel barış
elçileri, O merhum ve müstesna Demokrasi Şehitlerinin buna
asla ihtiyaçları yoktur. O'nlar, aziz ve necip, büyük Türk
Milleti tarafından, ilelebet sürecek, derin bir nefretle,
şiddetle reddedilen menfur bir isyan ve kalleş ihanetin masum
kurbanıdırlar.
-
Zaten, kamu vicdanında
tertemiz; Fakat isyancı, vatan haini güruhlarca illâ
lekelenmek istenen berrak isim ve muazzez şanları TBMM
tarafından iade-i itibara mazhar olmuştur. Aziz Ruhlarını
alenen rencide edecek başka bir istismara gerek yok!. Milli
Mücadele mabedi; Milli Ruh ve mübarek Mukaddeslerle mündemiç
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu suiistimale "evet" diyerek
izin vereceğine inanmak istemiyorum.
-
Bu vesileyle; Yıllardır
fütursuzca sürdürülen "Demokrat Parti ve Adnan Menderes"
istismarı, sömürü ve suiistimaline yol açacak bu girişimi asla
tasvip ve tasdik etmediğimi ilân ederim. Üstelik vaktiyle
Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Mehmet Ağar ve
Erkan Mumcu'nun yaptığı gibi; "Demokrat Partiye rağmen
Demokrat Parti istismarı" utanç vericidir. Ayıptır. Tam bir
şımarıklık, kendini ve haddini bilmezliktir!
-
MÜTHİŞ BİR İRONİ
-
Üstelik kadim Demokrat Parti
ile özellikle Şehit Baş Vekil Adnan Menderes sömürüsü yoluyla
"siyaset simsarlığı, din tüccarlığı ve misyon tacirliği"
yapanlar, genellikle Milli devlet karşıtı, AB+ABD uydusu ve
öz'de "Misak-ı Milli ile Milli Mücadele" aleyhinde olanlardır.
-
Oysa Demokrat Partili olmanın
ilk şartı: Misak-ı Milli'ye adanmak; İnsan Hakları, tam
demokrasi, özgürlük, Milli bağımsızlık, egemenlik ve tavizsiz
hükümranlık bağlamında 'Milli Mücadele'yi kayıtsız şartsız
tasdik ve tasvip etmeyi zorunlu kılar. DP'nin şiarı Milli
Devlettir.
-
2001 yılında tarafımdan Mehmet
Ağar aleyhine "Demokrat Parti istismarı" hakkında açılan bir
davanın, Sincan Ağır Ceza Mahkemesinde vaki duruşmasında:
'Bizim bahis konusu ve kastettiğimiz bu günkü DP değil;
1950-60 arası faaliyet gösteren Demokrat Parti'dir," gibi, çok
garip, acayip ve saçma bir ifade vermesi, yıllardır ısrarla
sürdürülen istismarın veçhesidir.
-
OYSA BİLMEK LÂZIM Kİ:
-
3821 Sayılı Kanun gereği 29
Kasım 1992'de 5. Olağan Büyük Kongresini ifa ve icra ederek
(tıpkı AP, CHP ve MHP gibi) yeniden açılan tarihi, klâsik ve
kadim Demokrat Parti; İlk kurulduğu 07 Ocak 1946'dan itibaren
vaki bütün hak, mal ve hukuku, fiilen ve resmen iktisap ederek
orijinal ad ve amblemle, Türk siyaset hayatındaki yeni ve
ileri yerini almıştır.
-
Dolayısıyla; 1992 yılından
itibaren ayakta, aktif ve hayattadır. Hattâ resmen (yeniden)
açılarak faaliyete geçtiği tarihten itibaren: Önce, dava,
emanet ve vasiyete ihaneti ile maruf Aydın Menderes'in Büyük
Değişim Partisi (BDP), DP'ye 1994 yılında iltihak etmiş,
iltihakı tasvip etmeyen İstanbul İl Başkanı, Genel Başkan
Yardımcısı ve Genel Başkan adayı Besim Tibuk Demokrat
Parti'den ayrılarak 1995'de Liberal Demokrat Parti'yi kurmuş.;
Bir süre sonra da, Korkut Özal'ın Genel Başkanlığı sırasında
(Turgut Özal tarafından 'yeniden aktif siyasete dönmek
amacıyla' kuruluşu yapılan) Yusuf Bozkurt Özal'ın Yeni
Parti'si (YP), 1997 yılında DP'ye iltihak etmiş ve fakat; her
şeye rağmen, 27 Mayıs ürünü "menfur mihraklar tarafından" her
daim partinin inkişafına mani olunmuş ve gelişmesi sistemli,
plânlı ve güdümlü müdahalelerle engellenmiştir.
-
2001 atağı ve Ankara Belediye
Başkanı İ. Melih Gökçek'in de'facto (resmen değil fiilen)
genel başkanlık görenine nasp edilmesinden sonra durum
değişir. "Üçlü Çete"nin ağır hezimet ve akamet sürecinde,
Demokrat Parti'ye iktidar yolu sonuna kadar açılır. Fakat
alelacele tezgâhlanan oyunlar, şark kurnazı dessas düzenler ve
(bedhahlarla) ittifak dolarlarının bastırması sonucu açılan
yol (her şeye rağmen) kapılır ve kapatılır.
-
Bunu dâhili darbeler (2004),
iç hesaplaşmalar, kirli oyunlar, pazarlama, satış ve peşkeş
operasyonları izler. Zaten Yaşar ve Ömer'in parti işgali bu
minval üzeredir. Bu arada, hakiki, halis ve samimi, gerçek
demokratlar "ya soylu bir diriliş, ya onurlu kapanış" parolası
ile Demokrat Parti'yi kurtarmak adına uzunca bir mücadele
verseler de eyyamcı takımın elinden partiyi kurtarmaya
muvaffak olamazlar. Sonunda olan olur ve Erkan Mumcu (ANAP)
ile vaki anlaşma ve pazarlık gereği 08 Mayıs 2005 günlü
sembolik kongre sonucu ANAP'a katılım, fiilen ve resmen
gerçekleştirilir. DP'niz ANAP'a katılması ve Mehmet Ağar'ın
DYP'sinin
-
Demokrat Parti adını alması
tam bir üçkâğıtçılık, hile, desise, organize sahtekârlık ve
suç teşkil eden bir faciadır. Bu utanç D(y)P'nin ANAP ile
birleşip bütünleşmesine kadar fütursuzca devam eder. Makûs
talihin son evresi bu birleşme ve bütünleşmedir. Böylece,
artık geç de olsa "Merkez Sağ" teşekkül etmiş ve DP, 33 yılı
mücavir iktidar ve beş büyük partinin bileşkesi (sentezi)
haline gelmiştir.
-
NETİCE OLARAK
-
Hali hazır Demokrat Parti,
Gültekin Uysal'ın Genel Başkanlığında ve 2820 Sayılı Siyasi
Partiler Kanunu çerçevesinde siyasi, fiili ve hukuki faaliyeti
ile insan hakları, adalet ahlâkı ve DEMOKRASİ mücadelesini
"Anayasa ve yasalar" kapsamında nizami bir şekilde sürdürmekte
olup; Merkez ve taşra dâhil bütün organları, kurulları ile
ayakta ve hayattadır.
-
Demokrat Parti'nin, canlı,
fiili, resmi ve aktif varlığına rağmen, tarihi, değerleri ve
liderleri üzerinde müzmin biçimde tesis edilen "inatla
sürdürülen ve çıkarlar uğruna ısrarla sergilenen" istismar,
siyasi sömürü ve suiistimaller utanç vericidir! Bilmeyenler
bilmeli, duymayanlar duymalı ve bu istismar artık son
bulmalıdır!
-
Demokrat Parti'ye gelince:
-
Dönem itibarıyla tarihi dava,
geleneksel misyon ve merkez sağı temsille mükellef bir siyaset
kurumu sıfatıyla kendini bilmek; Bizzat kendisi 'tarihi, tabii
ve kadim Demokrat Parti' olmak, gelenek ve gerçeği
sahiplenmek; İnsan ve ülke bağlamında Merkez Sağ'ı toparlayıp;
"Yeter; Söz Milletindir!" diyerek, siyasete vaziyet etmek
zorunda ve durumundadır.
-
Biline.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
 |
Mahfi EĞİLMEZ |
Mahfi EĞİLMEZ
Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz! |
HİTİTLERİ
DÜNYAYA TANITALIM II KADEŞ SAVAŞI
KİM KAZANDI? (ntvmsnbc/ 25.08.2000)
Karnak,
Luksor, Ramesseum, Abydos ve Abu Simbel'de bulunan eski Mısır tapınakları,
mezar anıtları ve saraylarının duvarlarında yazılı ve çizili olanlara
bakılırsa, Mısır firavunu II. Ramses'in, Kadeş savaşında, Hitit kralı
Muvatallis'e karşı büyük bir zafer elde ettiği anlaşılıyor. Christian
Jacq'ın dünyada çok satanlar listesine girmiş ve Türkiye'de de aynı konuma
gelmiş olan beş ciltlik Ramses adlı kitabında da aynı şeyler yazılı.
Dizinin, Kadeş Savaşı başlığını taşıyan cildinde II. Ramses'in başlangıçta
yenilir gibi bir konuma düşmesine karşın sonradan toparlanarak Hititleri
darmadağın ettiği ve Muvatallis'in kendisiyle barış yapmak için yalvar yakar
olduğu anlatılıyor. Christian Jacq, bütün bunları yukarıda saydığımız
tapınak, mezar ve saraylardaki yazılardan aktarıyor. Yani özetle konuya
Ramses ve onun saray yazman ve şairlerinin gözüyle bakarak bir öykü
yaratıyor. Böyle yapması son derecede doğaldı. Çünkü romanı, Mısır'ın
tanıtımına ilişkin bir sipariş üzerine yazmıştı.
Mısır
kaynakları ve sonradan bu kaynaklara dayanılarak yazılan öyküler Hititleri
barbar ve istilacı bir ulus olarak sunuyorlar. Bunlara göre Mısırlılar,
ülkelerini ve ulaştıkları üstün uygarlık düzeyini korumak isteyen bir ulus.
Bu konuda o kadar çok kitap ve yazı var ki bugünkü dünya bu yaklaşımı
fazlasıyla benimsemiş durumda.
Gerçek
böyle mi acaba? Bilim her konuda bu soruyu sorarak başlar işe. Hitit
tabletlerindeki Hititçe yazılar çözüldükten ve savaşın sonuçları
değerlendirildikten sonra gerçeğin tam tersi olduğu çıkıyor ortaya. Eğer bu
tabletlere ulaşılamasa ve savaşın sonuçlarının ne olduğu anlaşılamasa
Mısırlıların Hititlere karşı Kadeş'te büyük bir zafer kazandığı sanılacaktı.
Gerçi bu kaynaklara ulaşılmış ve gerçek ortaya çıkmış olsa bile Mısırlıların
bu savaşta zafer kazandığını ileri sürenler hala var. Bunların başında da
Christian Jacq geliyor.
Hititler
Barbar mı?
Eski
dünyanın merkezi Anadolu ve Ortadoğu idi. İÖ yaklaşık olarak 1800'lerde
Anadolu'da Hititler ortaya çıktı. Hititlerin ortaya çıktığı tarihlerde
Anadolu'dan Suriye'ye kadar uzanan coğrafyada en önemli iki krallık Hititler
ile Mitanniler'di. Aynı coğrafyada bulunan çeşitli beylikler Hititlere
bağlıydılar. Bu bağlılık, ödenen vergiler karşılığı bir özerklik içeriyordu.
Buna karşılık o ülkelerin, Hitit kralı savaşa giderken ona asker vermek
zorunluluğu vardı.
Hitit
krallığını bir imparatorluk haline getiren kral Suppiluliuma'dır. İÖ 1375
ile 1335 arasında hüküm süren Suppiluliuma çağın önemli krallıklarından olan
Mitanni devletini yıkarak imparatorluğunun sınırlarını Lübnan'a kadar
genişletiyor. Buraları fethetmesine karşın buralarda yaşayan insanları köle
yapmıyor. O ülke halklarını Hitit imparatorluğuna bağlı halklar haline
getirmekle yetiniyor ve içişlerinde özerk bırakıyor. Bu bilgiler yalnızca
Hitit tabletlerinde taraflı yazılmış olabilecek yazılardan değil, aynı
zamanda o dönemde yaşamış tarafsız ulusların tabletlerinden de anlaşılıyor.
Oysa aynı dönem Mısır'ında inanılmaz bir kölelik düzeni sürüyor. Köleliğin
boyutları o kadar aşırı ki sonuçta Ramses döneminde Yahudilerin isyanı ve
Musa'nın yahudileri alarak Mısır ülkesini terketmesine kadar varıyor işler.
Kaldı ki
Hititlerin yayılmacı bir politikadan çok kendi imparatorluklarını koruma
amacına dayalı ilerlemeleri söz konusu. Bunu da Hititlerin kurucusu kabul
edilne kral Labarnas'ın yazdırdığı bir tabletten anlıyoruz. Şöyle diyor
Labarnas: "Ve ülke çok küçüktü…Ne tarafa kıpırdansa hemen bir düşman ülke
ordusu yolu kesiyordu." Labarnas bu durumdan kurtulmak, en azından
tüccarlarına yol açmak amacıyla çevreyi ele geçirerek krallığı büyütmeye
başlamıştı.
Hititler, ele geçirdikleri ülke halklarını köle yapmaz onlara bir çeşit
özerklik tanırken, Mısırlılar kendi içlerinde yaşayan insanları köle
yapıyorlar. Hitit uygarlığının üzerinden Frigler, Romalılar, Selçuklular ve
Osmanlılar geçtiği için geriye kalan kalıntılar ne yazık ki Mısır'da
kalanlardan daha az. Ona karşın bu uygarlığın sanat, kültür ve bilim
alanında oldukça ileriye gittiğinin kanıtları duruyor hala. Kaldı ki
Asurlulardan öğrendikleri ticareti de oldukça geliştirmiş oldukları
anlaşılıyor. Demek ki Mısır yazıtları ve resimleri Hititleri barbar ve
istilacı olarak gösterirken gerçeği anlatmıyor.
Savaşta
Hititler mi Daha Üstün Yoksa Mısırlılar mı?
Bu
konuda da çeşitli tezler ileri sürülebilir. Çoğu çıkarsamalar yine
tapınaklarda yer alan yazı ve resimlerden geliyor. Buna karşılık bugün
elimizde iki önemli bulgu var Hititlerin savaş gücü ve tekniğiyle ilgili.
Bunlardan ilki Hitit başkenti Hattuşa'daki kazılar sırasında bulunmuş olan
yaklaşık bin satır uzunluğundaki bir metni içeren bir tablet. Hititçe
yazılmış olan tablette at yetiştiriciliği ve binicilik kuralları
anlatılıyor. Bu metin, Hititlerin bu konuyu hangi uzmanlık düzeyine
getirdiklerini ortaya koyuyor. Gerçi metnin yazarı Kikkuli adında bir Hurri
ve Mitanni ülkesinden getirtilmiş ama Hititler ondan aldıkları eğitimle işi
bir sanata dönüştürmüşler.
Hititlerin savaş gücünü gösteren ikinci kanıt savaş arabaları. Hitit savaş
arabası o zamana kadar kullanılan 4 tekerlekli savaş arabalarından farklı
olarak 6 tekerlekliydi. Tekerlekler de, diğer ülkelerin savaş arabalarında
kullanılan tek parça tahtadan yapılmış tekerleklerden değildi. Bugünkü
tekerleklere benzeyen çubuklarla desteklenmiş tekerlekler kullanılıyordu.
Dolayısıyla savaş arabaları çok daha hafif ve hareket yeteneği yüksek
olabiliyordu. Arabanın benzerlerine göre hafif olması her savaş arabasında
iki yerine üç askerin yer almasına olanak sağlıyordu. Askerlerden birisi
arabayı sürüyor, ikincisi arabadaki diğer iki kişiyi koruyacak biçimde
kalkan kullanıyor, üçüncüsü ise ok ve mızrak atıyordu.
Kadeş
savaşında Mısır ve Hitit ordularının sayıları hakkında çeşitli iddialar var.
Mısırlılar, savaştaki fedakarlık ve kahramanlıklarını abartmak için rakibi
fazla sayıda göstermek ihtiyacı duymuşlar. Bugün kabul edilen genel görüşe
göre Hititler bu savaşa 17,000 piyade ve 4,500 savaş arabasıyla katılmışlar.
Her savaş arabasında 3 asker olduğuna göre 13,500 de arabalı asker demektir.
Buna göre Hititlerin toplam savaşçı sayısı 30,000 dolayında bir sayıyı
göstermektedir. Buna karşılık Mısırlıların 20,000 dolayında olduğu
sanılmaktadır. Bu sayılar kesin değil. Buna karşın Kadeş savaşında
Hititlerin Mısırlılara karşı sayısal üstünlüğü olduğu biliniyor. Bu da
Hititlerin savaş gücünü ve üstünlüğünü gösteren üçüncü kanıt.
Savaşa Giden
Yol
O zamana
kadar bilinen dünyanın en büyük iki imparatorluğu olan Hititlerle Mısırlılar
niçin savaşa girdiler? Bu soruyu yanıtlamak için biraz geriye gidelim.
Tek
tanrıya inandığı için sapkın firavun diye adlandırılan firavun Akhenaton'un
ölümünden sonra yerine büyük oğlu Smenkare geçiyor. Smenkare'nin ölümle
sonuçlanan kısa süren firavunluğu sonrasında Mısır tahtına Tutenkamon
geçiyor. Tahta geçtiğinde Tutenkamon henüz çocuk yaşta. Üvey kızkardeşi
Ankesenamon ile evlendiriliyor. Tutenkamon 18 yaşındayken, sonradan mumyası
üzerinde yapılan röntgen incelemeleriyle anlaşıldığı üzere, kafatasına
aldığı bir darbeyle öldürülmüş. Cinayetin Başrahip Eje tarafından işlendiği
kabul ediliyor bugün.
Buraya
kadarki öykü konumuzu çok yakından ilgilendirmiyor. Yalnızca altyapıyı
verebilmek için değindim. Konumuzu asıl ilgilendiren bölüm dul kalan kraliçe
Ankesenamon'un başına gelenler ve bunların Hititlerle ve Kadeş savaşıyla
ilgisi.
Başrahip
Eje, firavun Tutenkamon'u öldürdükten sonra firavun olmak istiyor. Bunun en
kestirme yolu kraliçe Ankesenamon ile evlenip tahta geçmek. Ankesenamon,
kocasını, Eje'ın öldürdüğünü bildiği için mi yoksa Eje kendisinden çok yaşlı
olduğu için mi bilinmez onunla asla evlenmek istemiyor. Ama Eje bu konuda
kararlı. Ankesenamon'un bulabildiği tek çözüm adını ve ününü duyduğu Hitit
kralı Suppiluliuma'dan yardım istemek. Suppiluliuma'nın oğlu II. Murşiliş'in
yazdığına göre bu yardım isteği şöyle çıkıyor ortaya: "Mısırlılar, Amka
zaferini duyunca korktular. Üstelik firavunları da ölmüş olduğu için,
Mısır'ın dul kraliçesi babama bir elçi ile şu mektubu yolladı: Kocam öldü.
Benim oğlum yok. Duyduğuma göre sende oğul çokmuş. Eğer bana oğullarından
birisini verirsen onu koca yapacağım. Tebamdan birisini kocam yapmayı asla
istemiyorm. Ona koca olarak saygı duyamam." II. Murşiliş devam ediyor:
"Babam bunu duyunca inanamadı. Hatti'nin büyüklerini toplayıp danıştı."
Sonunda Suppiluliuma, danışmanı Hattuşa-ziti'yi Mısır'a elçi olarak gönderip
durumu tam olarak anlamayı kararlaştırdı. Hattuşa-ziti, Mısır'da gerekli
araştırmaları yaparken Suppiluliuma bir yandan da Karkamış'ı ele geçiriyor
ve inanılmaz büyüklükte bir savaş ganimeti elde ediyordu. Bu, onun
Ortadoğudaki ününü iyiden iyiye arttırmış olmalı. Bir süre sonra Hattuşa-ziti,
Ankesenamon'un ikinci mektubuyla dönüyor. Mektupta Suppiluliuma'ya hitaben
şunlar yazılı: "Niçin bana inanmıyorsun? Niçin alay edildiğini sanıyorsun?
Ben başkasına değil yalnızca sana yazdım. Bir çok oğlun olduğu söyleniyor.
Oğullarından birini bana verirsen o, hem bana koca hem de Mısır'a kral
olacak." II. Murşiliş devam ediyor anılarına "Babam iyi yürekli olduğu için
kadının sözünü dinledi ve göndereceği oğlunu seçti." Suppiluliuma, Mısır
firavunluk soyunun Hititlere geçeceği hayalini kurarak oğlu Zannanza'yı
küçük bir askeri birlikle Mısır'a yollar. Hitit tabletlerinden anlaşılacağı
üzere, prens Zannanza'nın sınırı geçtikten bir süre sonra öldürüldüğü haberi
gelir Hitit ülkesine. Firavun olmak için gün sayan Eje, Ankesenamon'un bu
girişimini öğrenmiş ve Mısır orduları başkomutanı Horemheb aracılığıyla
yolladığı orduyla Zannanza'nın birliğini kuşatarak yok ettirmiş hepsini.
Suppiluliuma, bu olaya çok üzülmüş. Yine tabletlerden anlaşıldığına göre
günlerce ağlamış ve intikam yeminleri ederek başta fırtına tanrısı Teşup
olmak üzere tanrılara kurbanlar sunmuş. Zannanza'nın davet edildiği bir
ülkede cinayete kurban gitmiş olması Suppiluliuma ve bütün ailesi üzerinde
bir Mısır nefreti yaratmış olsa gerek. Ne var ki o sırada Anadolu'da
yayılmağa başlamış olan veba salgını bu nefret ve intikam duygularının
yoğunluğuna karşın Suppiluliuma'nın Mısır üzerine bir seferi göze almasını
engelliyor. Nitekim Suppiluliuma da vebaya yakalanıp İÖ 1335 yılında ölüyor.
Ardından tahta geçen oğlu III. Arnuvandas da yalnızca bir yıl krallık
yaptıktan sonra vebadan ölünce tahta II. Murşiliş geçiyor. Tahta geçer
geçmez, Hitit imparatorluğunda bu kadar taht değişimini fırsat bilerek
ayaklanan Arzava'lılarla savaşa girişiyor. İki yıl süren bu savaş sonunda
Arzava ülkesini yıkıyor. Kuzey'de ayaklanan Kaşka'lıları ve diğer ulusları
da yeniyor. II. Murşiliş'ten günümüze kalanlar yalnızca babası
Suppiluliuma'yı anlattığı anılar değil. Onun çok ünlü bir de veba duası var.
II. Murşiliş, ardında büyük ve güçlü bir imparatorluk bırakarak İÖ 1306'da
ölüyor. Tahta oğlu Muvatallis geçiyor.
Bu
sırada Mısır tahtında Akhenaton'la birlikte ortaya çıkan geveşeklik ve
karışıklıklar sonrasında artık güçlü bir firavun vardır: II.Ramses. II.
Ramses, daha imparatorluğunun ilk yıllarında düzeni kurmak ve Mısır'ın
gücünü çevreye kabul ettirebilmek için seferlere başlıyor. Hititler
açısından bardağı taşıran damla Suriye topraklarında Hititlere bağlı olarak
yaşayan Amurruların birden Ramses'e bağlılıklarını açıklamaları. Amurru
prensi Benteşina, kendisine çok daha fazla tavizler önermiş olan II.
Ramses'in sözüne güvenerek Hititler'den kopmuş ve Mısırlıların safına
katılmıştı.
O
dönemin güç dengeleri içinde II. Ramses'in ilerleyişini durduracak tek güç
vardı dünyada: Hititler. Artık Muvatallis için yapacak başka bir şey
kalmıyordu: Hem sınırlarına yeniden biçim vermek hem de Suppiluliuma'dan
kalma intikamı almak (Prens Zannanza'nın öldürülmesi olayı). Dolayısıyla iki
ulusun savaşa girişmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu. İki ordu, Halep ile
Şam'ın ortasında bir yerde olan Kadeş'te karşı karşıya geldiler.
Bu
noktada savaşı Hititlerin değil Mısırlıların çıkardığına ve gerçek barbar
aranıyorsa bunun kim olduğuna dikkat etmek gerekir.
Savaşı Kim
Kazandı?
İki
büyük ordu İÖ 1296'da Kadeş yakınlarında karşılaştılar.
Ramses'in Kadeş'e yaklaşımı askeri strateji açısından hataların en
büyüklerinden birisi olarak tanımlanıyor bugün. Ordusunu dört bölüme
ayırmuştı. Her bir bölüm Mısır'ın en büyük tanrılarının adını taşıyordu:
Amon, Ra, Ptah ve Seth.
İlk
karşılaşmada Muvatallis'in, kardeşi III. Hattuşiliş ve oğlu Urhi Teşup ile
birlikte kumanda ettiği Hitit birlikleri, Ramses'in ordularını darmadağın
edivermişti. Ramses canını zor kurtarmış kendisini Amon tümeninin içine zor
atmıştı. Savaşa soktuğu Ra tümeninden geriye çok az asker kaldığı
anlaşılıyor. Onlar da tam bir bozgun halinde kaçmağa başlamışlar. Bu ilk
yenilgi Mısır yazıtlarında şöyle anlatılıyor: "Yürüyüş kolundaki Ra
tümeninin ortasına saldırdılar. Ra tümeni harekat halindeydi. Savaşa hazır
değildi. Bu nedenle majestelerinin (II. Ramses) askerleri de savaş arabaları
da onlar (Hititler) karşısında yenildi."
Amon
tümeni, ordunun geri kalanından ayrılmıştı. Hitit savaş arabaları
yapılarının getirdiği hafiflik ve manevra üstünlüğüyle kısa sürede Amon
tümenini de sarmışlardı. Üstelik Ramses de sarılmış olan Amon tümeninin
ortasındaydı. Tam anlamıyla bir toplu yok edilmenin eşiğindeydi Ramses ve
Amon tümeni. Onların yok edilişinin ardından başsız kalan Ptah ve Seth
tümenlerinin yok edilmesi çok kolay olacaktı. Hitit imparatorluğunun önünde
Mısır toprakları açılıyordu artık Hitit
ordusu pek çok ulustan derlenmiş askerlerden oluştuğu için disiplini çok
güçlü değildi. Mısır ordugahına girdikleri anda yağmaya başladılar. Emir
komuta herşey bir anda yok olmuştu. Mısır ordugahı çok zengindi. İşte tam bu
sırada Mısır yazmanları ve şairlerine göre Ramses, tanrısal bir güçle Hitit
askerlerine saldırıp onları dağıtıyor ve savaşı birden lehine döndürüyor.
Bundan sonra Ramses'in kahramanlığı üzerine öyküler sonu gelmez biçimde
sıralanıp duruyor Mısır yazıtlarında. Aynı kaynakları kullanan Christian
Jacq da Ramses dizisinin Kadeş adlı bölümünde Ramses'in kahramanlıklarını ve
elde ettiği zaferin öyküsünü anlatıyor.
Oysa
Hitit kaynakları böyle anlatmıyor. Mısır ordugahının yağmasına dalmış
bulunan ve emir dinlemez halde olan Hitit askerleri hiç beklenmeyen anda
küçük ve düzenli bir birliğin saldırısına uğruyorlar ve toparlanmaya fırsat
bulamadan dağılıyorlar. Bu birliğin nereden geldiği bugün hala bir sır.
Fakat bu birliğin Ramses ordularına ait olmadığı kesine yakın bir biçimde
biliniyor. Çünkü Ramses'in ağzından şöyle anlatılıyor: "Yanımda ne bir prens
var, ne bir sürücü, ne bir piyade subayı, ne de bir araba savaşçısı. Yaya
askerim de araba savaşçılarım da beni onların karşısında ganimet gibi
bırakarak çekip gitti. Onlarla savaşmak için kimse beklemedi."
Savaş
bir süre daha sürüyor. Ondan sonra her iki ordu da geri çekildiği için kimse
kimseye üstünlük sağlayamıyor. Mısır kaynaklarında Muvatallis'in Ramses'e
şöyle bir mektup yolladığı yazılı: "…Mısır ve Hatti ülkeleri senin
emrindedir ve ayaklarının altına serilmiştir..." Oysa o durumda Hitit kralı
Muvatallis başkent Hattuşa'dan yaklaşık 600 kilometre uzakta, Suriye
topraklarında bulunmaktadır. Daha iki ordu arasındaki ilk çatışmada Mısır
orduları geriye dönmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla Muvatallis'in bu
tür bir mektup yazması için ortada hiç bir neden yok. Bugün, çoğu
araştırmacı böyle bir mektubun Ramses'in hayal ürünü olduğu konusunda
hemfikir.
Mısır
tapınaklarında, mezarlarında ve saraylarında Ramses'in Kadeş savaşını
kazandığına ilişkin yazılara ve resimlere karşılık savaşı Hititlerin
kazandığını gösteren bazı kanıtlar var ortada. İlk kanıt: Prens
Benteşina'nın Mısır'a bağladığı Amurru ülkesinin savaştan hemen sonra
yeniden Hititlere bağlı hale getirilmesidir. İkinci kanıt savaştan yaklaşık
9 yıl sonra Hitit kralı III. Hattuşiliş ile II. Ramses arasında imzalanan
Kadeş barış antlaşması (İÖ 1286) sonrasında Hattuşiliş'in büyük kızını
Ramses'e çok büyük törenlerle gelin vermesidir. Ramses, sonradan Maatnefrure
adını alan bu kızı Başkraliçe yapmıştır. Böylece bir Hititli Mısır sarayında
başkraliçeliğe gelmiştir. Savaşı kazananın değil kaybedenin kabul
edebileceği bir gelişme bu.
Hitit
kaynakları ve diğer kaynaklar bulununcaya kadar Kadeş savaşının kesin
galibinin Mısırlılar olduğu sanılıyordu. Buna karşın böyle bir galibiyetten
sonra nasıl olup da Hititlerin Amurru prensliğini kendilerine yeniden
bağladıkları ve yine nasıl olup da Mısır'ın Hitit ülkesini haraca
bağlamadığı anlaşılamıyordu. Bugün bilinen, Hititlerin bu savaşı
kazandıkları ama galibiyetlerinin sonradan yağma sırasında müdahale eden bir
birlikçe durdurulduğu biçimindedir. Özetle her iki ulus da bu savaştan kesin
galibiyet elde edemese de savaştan sonra Hititler'in, Mısırlılara karşı çok
daha üstün bir konuma geçmiş olması savaşta Hititlerin üstün geldiğini
ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Mısır kaynaklarına dayanarak aksini anlatan
öyküler ya da yorumlar doğru değildir.
Hititleri, Christian Jacq'ın, dünya çapında çok satan Ramses romanından
barbar ve istilacı bir ulus olarak tanıyanları ve Mısırlılar'ın Hititleri
Kadeş Savaşında yendiğini düşünenleri hayal kırıklığına uğrattığımızın
farkındayız. Ama öyküler ile bilimsel kanıtlar her zaman örtüşmüyor.
Kaynaklar:
-
Ana Britannica, Cilt 12, s. 370 - 71.
-
Christian Jacq, Ramses: Kadeş Savaşı, 1998.
-
C.W.Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu, 1994.
-
Ekrem Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları, 1995
-
İlhan Akşin, Hititler,1991.
-
Jürgen Seeher, Hattuşa Rehberi (Hitit Başkentinde
Bir Gün), 1999.
-
C.W.Ceram, Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler, 1994.
-
Bob Brier, Tutanhamon Olayı, 1999.
-
Muazzez İlmiye Çığ, Hititler ve Hattuşa, 2000.
-
Mahfi Eğilmez, Ortadoğuda Siyaset 1 ve 2 (Light
Günlük kitabı içinde).
Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde
yayınlanmıştır!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa TURAN |
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
|
- YAZARLAR MI KİTAPLAR MI?
-
Yazarları mı kitapları
hatırlatıyor, yoksa kitaplar mı yazarları? Sorusu gündeme
gelse acaba ne cevap veririz! İlk akla gelen şey, ikisi de
birbirini hatırlatır olur her halde. Çoğu yazar onlarca kitabı
arasından, tanınmış ve tutulmuş biriyle isim yapar genelde.
-
Çünkü Kaşgarlı Mahmut deyince
hemen, kitabı “Divan ü lügati’t-Türk” akla gelir. Yusuf Has
Hacip ismi ,“Kutat Gu Bilig” i çağrıştırır. Firdevsi’den söz
edildiğinde, şaheseri “Şehname”sanki yüzümüze güler.
-
Yunus’tan
dem vursak “Divanı “ nı hatırlarız. Mevlana ile “Mesnevi” si
kol kola yürür. Sadi’nin adı geçse, hemen “Gülistan” canlanır
hafızamızda. Fuzuli,“Su Kasidesi”yle öyle yücelir ki, yürürken
yıldızlar takılır ayaklarına. Evliya Çelebi, seyahatnamesiyle
özdeşleşmiştir. Katip Çelebi desek, sayıveririz kitaplarını
bir çırpıda. İbni Sina’yı yad etsek , “El-Kanun”un Avrupa’yı
aydınlattığını görür gibi oluruz. Gazali’yi zikretsek,
“İhya”sının dünyayı ihata ettiğini temaşa ederiz. Mehmet Akif
‘le “Safahat”ı ikiz kardeş gibidir Asım
Köksal’ın, “İslam Tarihi”nde Asr-ı Saadet’in muştusunu duyar
gibi oluruz. Cemil Meriç adı; “Bu Ülke”ile zirveleşmiştir.
Arif Nihat Asya,“Bayrak”la pervaz etmiştir mavi göklere .
Yaşar Kemal’in “İnce Memed”ini kundaktaki çocuk dahi bilir.
Ali Fuat Başgil,”Gençlerle Başbaşa”sında,ebedileşmiş ve
abideleşmiştir. Necip Fazıl ismi,”Sakarya” ile
kucaklaşmış,”Çile” ile ölümsüzleşmiştir. Şair Yılmaz
Güney,”Sonsuz Bekleyiş”iyle taht kurmuştur gönüllere.
Cahit Sıtkı,“35 yaş”ıyla oturmuştur edebiyatımızın
zirvelerine. Necati Cerrah’ın “Güle Hasret”i
duygulandırıp,kanatlandırır ve boğar sizi göz yaşlarına. Oktay
Sinanoğlu’nun “Hedef Türkiye”si sizi ,rihteri yüksek bir
depremle sarsar.
- Ahmet Kabaklı, “Temellerin Duruşması”ıyla şahikalarda
taçlanmıştır.
-
Geçtiğimiz Mart ayında TV deki
bir sobet esnasında, sunucu bana: “Hocam! Sizin isminizi,
cisminizi, resminizi ne zaman ve nerede, görsem Çanakkale’yi
görür gibi oluyorum.” diye açış yapmıştı. Bu yaklaşımı, bana
seslendirenlerin çokluğundan tahmin ediyorum ki, demek ki biz
de okuyucu üzerinde, “Destanlaşan Çanakkale” ile iz
bırakmışız.
-
Ne mutlu o kişiye ki,
kitaplarla yakın dostluklar kurma bahtiyarlığına ulaşmıştır.
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- DİASPORANIN SESİNİ KESMEK
- Soykırımın bal gibi belgesi olur. Eğer Ermenilere soykırım yapılmışsa,
bunun da belgesinin olması gerekir. 1.5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğü
savunuluyor. Nerede bunların toplu mezarları? Göstersinler açalım mezarları.''
Soykırım iddiasında bulunanlar ile hükmü verenlerin aynı kişiler veya kesimler
olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Halaçoğlu, ''Yani savcı ve hakimler aynı
kişilerdir. Bu nedenle de soykırım olmadığını söyleyenlerle diyalog kurmaktan
kaçınmaktadırlar'' dedi.
- ''ERMENİLER MASUM MASUM YERLERİNDE OTURMAMIŞLAR''-
- TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, ''bazı ülkelerin
parlamentolarında parmak kaldırmak suretiyle bir ulusu mahkum etmelerinin çok
yanlış olduğunu'' dile getirerek, şunları kaydetti: 'Ermeniler, tehcir
öncesinde iddia edildiği gibi hiçbir faaliyette bulunmayan bir durumda
değildiler. Anadolu'nun hemen yer yerinde isyan ve Osmanlı’ya ihanet etmişler
ve en önemlisi de Osmanlı Devleti'nin savaş içinde olduğu devletlerle
anlaşmışlar, onların ordularına asker vermişler, onlardan silah alarak fiilen
Osmanlı Devleti'ne karşı resmen ilan edilmemiş bir savaşa girişmişlerdir.
Dolayısıyla Osmanlı Devleti, güvenlik nedeniyle onları savaş alanı dışına
sürmüştür. Ermeniler, masum masum yerlerinde oturmamışlar. Sevk edilen
kafilelere hazırlık yapmaları için 1 hafta ile 15 gün arasında süre verilmiş,
her türlü imkan sağlanmıştır. Kadın ve çocuklardan ailesi olmayanlar
yetimhanelere ve zengin ailelerin yanlarına verilmiş, savaş sonrası bunlar
ailelerine teslim edilmiştir. Müslüman olan Ermeniler'in de kendi dinlerine
dönebilecekleri ilan edilmiştir.''
- Halaçoğlu konuşmasında, tehcir sırasında 37.500 Ermeni'nin
salgın hastalıktan öldüğünü anlatarak, buna karşılık Osmanlı ordusunun
kaybının ise 402 bin olduğunu bildirdi. Yusuf Halaçoğlu, 37 bin 500'ün yanı
sıra 6 bin 500-8 bin 500 arasında Ermeni'nin eşkıya saldırısı, 230 bin
Ermeni'nin de Kafkasya'da hastalık, soğuk veya açlıktan öldüğünü ifade etti.
- TÜRK MİLLETİNE KARŞI YARGISIZ İNFAZ
- Mesele çok boyutlu. İncelediğimiz konferans çerçevesinde bütün
boyutları ile konu inceleniyor ve dikkatle irdeleniyor. O nedenle biraz daha
ayrıntıya girmek gerek. Şöyle ki: Yapılanları ''Türk milletine karşı yargısız infaz'' olarak nitelendiren
Halaçoğlu, yazar Orhan Pamuk'un bir İsviçre gazetesinde yayınlandığını
belirttiği ''Türkiye'nin Ermeni katliamı gibi tabulaşmış konuları açıkça
tartışmaya başlamasının zamanı geldi. Bu bilgiler Türk halkından saklanıyor ve
bu iyi bir şey değil. Bu konunun tabu olduğu ve tartışılamadığı bir ülkede
yaşamak utanç verici'' şeklindeki sözlerine işaret etti.
- TTK Başkanı Halaçoğlu, konuşmasını şöyle tamamladı: 'Konunun
tartışılmasını engelleyen kim? Beyefendi geliniz her ortamda tartışalım.
Dağarcığınızda ne varsa söyleyiniz ve cevabınızı alınız. Tabulaştıran
sizsiniz. Bu toplantıya katılmayanlar da sizin gibi aynı düşüncede olanlardır.
Ben bu ülkede yaşamaktan, bu milletin bir ferdi olmaktan onur ve gurur
duyuyorum. Bizim tartışmaktan utanacak ne bir tarihi geçmişimiz, ne de sizin
bilmeden söylediğiniz bir soykırım vardır. Ancak sizler gibi ellerinde hiçbir araştırma olmadan, bilimsel çalışma
yapmadan sorumsuzca ve insanlık değerlerini ayaklar altına alarak konuşan
kimseler var. Bize demokrasi dersi vermeye hakkınız yok. Siz önce Fransa'ya ve
demeç verdiğiniz İsviçre'ye bakınız ve sözlerinizde samimiyseniz oradaki
yasaklara bakınız ve bu ülkelerdeki yasakları dile getiriniz. Kendinizi nasıl
savcı ve hakim yerine koyabiliyorsunuz, nasıl rahat yuyabiliyorsunuz?''Aslında, Tasnakçı komite reisleri bugunku konferansa katılmayarak
suçlarını kabul ve itiraf ediyorlar. Sükut ikrardan gelir.
- TTK Başkanının konuşmasından sonra Arslan TEKIN, 37 sivil
orgut bir araya getiren Sivil Toplum Kuruluslari Birligi, ITÜ Macka kampusunde,
bugun "Turk Ermeni ilişkilerinde Tarihi Gercekler" konulu konferansı
duzenlediğini, yarın da konferans sergi ve sunumların devam edeceğini
bildirdi. Birligin baskani Prof. Dr. Aysel Eksi. Sivil orgutler şu ölüm kalım
zamanında asgari mustereklerde birlikte hareket etmelidirler. Dedi. Ve
devamla: “Teferruatla ugrasılmamalıdır. "Ulusalcılar" dediklerine, her seyden once
"inanc ve bilinç" noktasında cok farkli olmakla beraber, ulke butunlugu icin
her faaliyetlerine destek verdim. (oysa ben, Inanc meselesinde son derece
hassasım, bu hassasiyetim dindarlıktan baksa bir sey. "Inanc" Turk'un temel
kıymetidir. Inanc uzerinden "ilericilik", "çagdaslik" gibi gereksiz
tartısmalara girmek kimseyi bir noktaya getirmez. Getirdigini bilen, duyan var
mı ?! Bir insan ne gericidir, ne de çag dısıdır.Bu kavramlarin içi bos... Bu ayri... Ulke butunlugunu savunmanın "inanc"la
alakası olmadıgını da bilirim! Alnı secdeden kalkmayan bir cok insan
Turkiye'yi pazarlayan ateistlerle, pagan, dönme ve devşirmelerle beraber...
Kimi muhafazakar gazete yoneticileri sayfalarını bu tiplere açmış. "inançlı"
milliyetçilere kufrettiriyorlar!) Bu konferansın cok onemli bir ozelligi var.
Turk'e kufredeni de cagirmislar, Turk'u seveni de... Sadece "ilim" diyeni
de... "Turkler Ermenileri kesmistir" tezini savunanlarin hicbiri konferansa
katilmayi kabul etmemisler.Erivan Devlet Universitesi Rektoru Profesor Radik Martirosyan'in katilmama
bahanesi adamin aklinda zoru var dedirtecek turden: "Davetinizde soykirim
yerine "savas trajedisi" demeniz bir gercegin inkarıdır. Zira, bu gercek
dünyada pek cok parlamento tarafindan resmen tanınmıstır. Bazı ulkelerde
"Soykırım yoktur demek" ağır suctur. Toplantınıza katılamayacagım." Ve
Tasnakci zihniyetteki daha bir bircok Ermeni de benzer nedenlerle gelmiyor.
Onlar gelmez ama bizdekilere ne oluyor!... "Tasnakci reisler" de kaciyorlar.
- Erivan tezlerini savunmak icin goguslerini siper eden Prof.
Dr. Murat Belge, Doc. Dr. Halil Berktay, Prof. Dr. Selim Deringil, Prof. Dr.
Mete Tuncay da konferansa katilmayi reddetmisler. (Bu isimler Bogazici, Bilgi
ve Sabanci universitelerinin rektorlerini parmaklarinda oynatmakta,
istedikleri gibi yonlendirmektedirler.)
- Acı olan şu ki: Bu memleketin suyunu icen, ekmegini yiyen bu tür adamlar
ve gibileri, Ermeni tezlerini destekleyen yurt ici ve yurt dısı konferanslar
olunca hiçbir mazeret uretmeden kosa kosa gidiyorlar. Gel işte, sana bir
fırsat! Haklıysan haklılıgını haykır... Sen korkundan tezini desteklemeyeni
cagırmadın... (Ayni zamanda ulkenin guvenligini ilgilendiren bir mevzuda
Turkleri katil gostermek icin konferans duzenleyerek Tasnakci tezlerin
propagandasini yapmak, karsı fikri konusturmamak hakikaten suc mu, degil mi?
Hukukcular bunun uzerinde dusunmelidirler.) Ermeni tezlerinin çıgırtkanlarının
seslerinin kısılması, hattâ kesilmesi gerekiyor... Onun icin 37 sivil orgutun
çabasını önemsiyorum.
- İLBER ORTAYLI:
- ''TÜRK TOPLUMU 'KASAPLIK' TÖHMETİYLE KARŞI KARŞIYA''
- Halen Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı da, Türk
toplumunun tarihi, yaşadığı an ve geleceği itibariyle ''kasaplık'' töhmetiyle
karşı karşı bulunduğunu ifade ederek, ''Jenositi (soykırım) kabul ettirerek
Türkleri de 'kasaplar kulübüne' almak istiyorlar'' dedi.
- Sempozyumda konuşan Prof. Dr. İlber Ortaylı, jenositin hukuki
bir terim olduğunu ve jenosit konusunda Türk hukukçularının hazırlıksız
bulunduklarını kaydederek, yakın tarihini iyi bilmeyen Türk milletinin de
hazırlıksız yakalandığını anlattı.
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
- KONUŞMA DİLİ VE
ÇORUM AĞZI
-
Osmanlı Devletinin en geniş ve yaygın zamanlarını
ele alacak olursak çok sayıda lisanın
Osmanlı coğrafyasının hemen her yerinde
konuşulduğunu ve bir dil birliğinden bahsetmenin mümkün
olmadığını görmekteyiz. Gayet tabii karşılanması gereken
bu hal mucibince de Çorum ve havalisi geldiği yerdeki
lisanı konuşmaya devam ediyordu denebilir.
- Ayrıca hiç bir dil konuştuğu
gibi yazılmamakta ve yazıldığı gibi de konuşulmamaktadır. Bu
itibarla konuşma ve yazı dili olarak ikiye ayrılan güzel
Türkçemiz iç Anadolu ve bölgemiz içinde aynı şekilde mütalaa
edilebilir.
-
Yazı dili aynı zamanda bir milletin kültür dili demektir.
Osmanlı Devletinin erken devirlerindeki lisan birliğini
sağlama çabalarını saymazsak bir müddet sonra gelişen ve kabul
gören yazı dilini İstanbul Türkçesi veya şivesi diye de
tanımlayabiliriz. Fakat buna mukabil günlük konuşma dilinde bu
birlik Osmanlı coğrafyasının hemen hemen hiç bir yerinde
sağlanamamıştır ama buna rağmen bölgesel ağızlar arasında hiç
bir zamanda bir çatışma çıkmamış Anadolu insanı bütün bu
farklılığa rağmen birbiri ile anlaşmaya yüzyıllar boyunca
güzellikle edegelmiştir. Buna sebeb Türkmen ekseriyetin ve
Oğuz boyları hâkimiyetinin oluşturduğu bir Milli Birlik içinde
olmaları ve geldikleri Orta Asya’da da bir devlet geleneği
içinde yaşamalarıdır.Anadolu’nun Türkleşmesi ile gelenler
lisanları, adet ve gelenekleri, töreleri ve kanunları ile
gelerek burada yeni bir medeniyet kurdular. Bu itibarla lisan,
dil ve edebiyat da kurallarıyla aynen taşınmış oldu.
-
Bu konuda ellili yıllarda araştırmalar yapan Çorumlu eski
Dil’ciler Oğuz Boylarının, oba ve soy isimlerinin Orta
Asya’dan aynen gelerek Selçuklular zamanında köy isimleri
olarak kullanıldığını; yüzyıllar içinde de bu köylerden il
merkezine gelenlerin hala bu isimleri kullanmaya
başladıklarını söylemektedirler.
-
Cumhuriyetin ilanından sonra da yine bu isimler soyadı haline
dönüşerek hala yaşamaya ve kullanılmaya devam edecektir.
Bu konudaki ilk akademik çalışmaları Türk Dil kurumunun 1930
lu yıllarda başlattığı çabalarda görüyoruz. Uzmanlar
tarafından Çorum ağzının özgün kelimeleri derlenmiş ve
kayda geçirilmiştir. Fakat bu arada Çorum’lu Dilci
ve eğitimcilerin çalışmaları da bu çabaları takip
etmiş; araştırmalar giderek zenginleştirilmiştir. Bunlar
içinde en özverili çalışmaları Eğitimci Tayyar Kerman
gerçekleştirmiş bu konuda detaylı bir eser vermiş; onu Nesrin
Ayçam, Abdullah Ercan ve ismini sayamadığımız pek çok
araştırmacı takip etmiştir. Hafız-ı Kütüp Eşref Ertekin Hoca
efendinin geniş ve uzun derlemelerinin kaynak olarak göstermek
hiç te yanlış olmaz.
-
Son olarak bu konuda öğrendiklerimiz; bugün bile Türkçemizle
birlikte Kırgız; Çuvaş, Kazak Türkçesi sözlüklerindeki pek çok
kelimenin Çorum ağzı kelimelerle hala ve bire bir
örtüşüyor olmasıdır.
-
Sonuç Olarak: Bütün müellif ve dilcilerin ortak görüşü Çorum
ağzı kelimelerin artık sadece literatürde kaldığı, medyanın,
yazılı basın ve endüstriyel gelişmelerin Anadolu ağzındaki
tarihi ve kültürel birikimleri de aşındırıp yok ettiği
şeklindedir. Her ne kadar artık sokaktaki Çorum insanı
İstanbul Şivesiyle konuşuyor ve yazıyorsa da hala köylerde bu
dil özelliklerinin kaybolmadığı ve yozlaşmanın ulaşmadığı bazı
yerlerin olduğu anlaşılmaktadır.
-
Yapılacak iş; bu konudaki eksiklikleri bulmak ve halk
edebiyatı ürünlerini hızla kayıt altına alarak Çorum Dili ve
Edebiyatına hizmet etmek olmalıdır.
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- YILIN SÖZLERİNDEN SONRA
-
Genel bir değerlendirmeyle ortaya konulanlar.
Bunların artı ve eksileriyle karşılaşılan sonuçlar. “Vicdan Mahkemesi”nde
hakim önüne çıkıp, yanlışları-hataları karşısında “özür dileyenler”in mahkeme
kararı ve sesleri karşısında suskunluk ve ısrarlılık içine girmenin ne derece
doğru olduğu tartışılabilir…
- Yılın sonunda, ortaya konulan sözler, nelerdir, ne anlam ifade
etmektedirler?. Birlikte okuyalım, birlikte yorumlayalım buyurun:
-
- YILIN SÖZLERİ:
- 1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana söylediklerimin, yazdıklarımın
hepsi tamamı yalan.
- Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir gerçek, doğru olan
(18.12.2008ı
- 2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım, kırılmayacağım,
- Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve yorgunluğu içinde
olamayacağım,
- Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum mahkemede, mutlaka berat
edip aklanacağım. (19.12.2008ı
- 3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan haberleri olanlarca,
50 veya 100 kişi tarafından bilinerek okunur, yorumlanır,
- İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve sütunlarında,
8-10 bin hatta daha fazla kişi tarafından, bilinerek, hatırlanarak okunur.
(20.12.2008ı
- 4- Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız,
- 5- Milli davalar, sözle, tek gözle değil; çift gözle, fiiliyat olarak
izlenmeli ve değerlendirilmelidir (İsa Kayacanı
- 6- Yazılar, kitaplar, yazarın çocukları gibidir. Yaramaz, uslu, akıllı,
esmer, sarışan, güzel, çirkin, tembel, çalışkan, nitelikleri ne olursa olsun,
çocuklarını sever, analar, babalar. Gönüllerinde her çocuğun ayrı, özel bir
yeri vardır. Şiirlerim, yazılarım, benim sevgili çocuklarım ve torunlarım
gibidir (Mustafa Kemal Yılmaz-Ankara)
-
- GÜL KARDEŞİM, ÜZGÜN GÖRMEK İSTEMEM (Mustafa Ertaş)
-
- Avuçların açık elin havada,
- Yüzün mahsun, mahsun gönlün duada,
- Gel gezelim Taşeli’nde ovada,
- Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
-
- Yüz yirmi dört kitap imzanı attın,
- Balsın, süzülmüşsün kültüre kattın,
- Görmeyeli hep dost neyledin nettin?
- Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
-
- Kitap göndermişsin elime aldım,
- Birem, birem okudum derine daldım,
- Söyle bu dünyaya ben niye geldim.
- Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
-
- Mal verdi, mülk verdi hepisi yalan,
- Bir mezardan başka, yok elde kalan
- Varmı şu dünyanın ötesini bilen?
- Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
-
- Gülmek en güzeli, bilmek ötesi,
- Peygamberimizin evrende sesi,
- Bırakalım can dost ağıtı yazı,
- Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
-
- Doğum Ece köyü, yaşam Ankara,
- Gece gündüz hep yalvara yalvara,
- Çok dualar ettim, düşmezsin dara,
- Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
-
- Eserini aldım, sağlıklı sağ ol,
- Vatan’a hizmetten başka var mı yol?
- Saygı, sevgi, selam, gönderdim bol bol,
- Gül kardeşim, üzgün görmek istemem,
-
- Ertaş der ey dostum, İSA KAYACAN,
- Beni benden aldı gel gör heyecan,
- Lale, sümbül gibi gönlünü açan,
- Gül kardeşim, üzgün görmek istemem
- Mustafa ERTAŞ (Araştırmacı-Yazar, 19.10.2008 – Konya)
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
SAÇ MAYALISI (Yanmaz
Tava)
MALZEMESİ: 5-6 porsiyon- 1 kilo un, kibrit kutusu
büyüklüğünde yaş maya, bir tatlı kaşığı tuz, ılık su.
Daha
çok Ramazan Ayının sahur yemeğidir. Çorum’da Ramazan
Aylarında her sahurda, ıspanaklı, çökelekli, kıymalı gibi
çeşitleri yapılır.
Una
kibrit kutusu büyüklüğünde, yaş maya, bir miktar tuz
katılarak ılık su ile kulak memesi sertliğinde yoğrulur.
Hamur bir miktar bekletildikten sonra kabarır, yani mayası
gelir. Bu hamurdan kaşık ıslatılarak bir yemek kaşığı
alınarak yumak tutulur. Yuvarlanan bu yumağın altına un
serpilerek 15-20 santim çapında ve yarım santim
kalınlığında el veya oklağı ile hamur yumağı yassılanır.
Saç veya yanmaz tavaya konularak iki tarafı çevrilerek
kızartılır. Tavada yapılıyorsa kısık ateşte tavaya
kızdırılır ve çok az bir yağ sürülerek tavaya hamurun
yapışmaması sağlanır, hamur kendine gelmesi için üzerine
kapak kapatılarak iki dakika daha ateşin üzerinde
bekletilerek alınır üzerine tereyağı sürülerek sıcak
olarak servis yapılır. Çay veya hoşaf eşliğinde yenilir.
















|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Adile TÜRKMEN |
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi |
-
BİRİDE BENİM ARKADAŞIM
-
Göz yaşı dökenlerden
-
Izdırap çekenlerden
-
Boynunu bükenlerden
-
Biride benim arkadaşım.
-
-
Sevgiden,yoksullardan
-
Gönülden,mahkumlardan
-
Allah’ın kullarından
-
Biride benim arkadaşım.
-
-
Mazide kalanlardan,
-
Kadersiz olanlardan,
-
Hayale dalanlardan
-
Biride benim arkadaşım.
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Necati ÇAVDAR |
Necati ÇAVDAR Hayat Hikayesi
|
- ÜZMEZ
- Nereye gitsem orda bulduğum Türkmen kocası
- Zulme isyanda, aksiyonerlerin gerçek hocası
- Elhamra’dan çığlık, Türkistan’da otağ gibi
- Taç Mahal’de sultan, Kafkasya’da Şamil gibi
- İmanı saf, Türkçesi duru. O, ateşin koru
- Kalkandır hakikate, onun kalesi, suru
- Bazen Yunus olur Anadolu’dan ses verir
- Zaman olur neyzen gibi terse, ters verir
- Millet sevdası yüreğinde, kavi iman göğsünde
- Kanat gerer, bilse savunur sonunda ölse de
- Kurşun sıkmış Hak adına ilk gençlik anından
- Nasiplenmiş, Fazıl bağından, Serdengeçti çağından
- Her an coşkulu, çağlayanlar gibi deli o sevdalarda
- Ağlar bulurum, kuzu gibi uysal mana eri yanında
- Mazlumların babası, gariplerin abası, incelerin kabası
- Çağın içmeden sarhoş Neyzeni, nüktedanlar babası
- II
- Olmayı hep aksiyonda arayan
- Çile’de hakikat sırrına eren
- Günümüzün içmeyen sarhoşu, Neyzen
- Anadolu sevdası ile çağırıp gezen
- Batıl adına ne varsa korkmadan ezen
- Muharrir sıfatlı halk dilinde konuşan ozan
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ Hayat Hikayesi |
- UNUTULMUŞ ZAVALLI ADAM
-
- Öylesine bir gündü,
- Saat sekiz otuz telefon çalıyordu.
- Alo dedim.
- Ecnebice bir şeyler söylüyordu.
- Bir türlü anlamadım.
- Türkçe söyle be kardeşim, Türkçe dedim.
- Gülüştük.
-
- Can arkadaşım, kadim dostum, iki gözüm
- Adı Mesut. Soyadı Üzüm.
- Doğum günün kutlu olsun dedi.
- Sustum.
- Kelimeler boğazıma düğümlendi.
- Zor bela yutkundum.
-
- Hiç hesapta yokken, birden düştü aklıma,
- Saate baktım daha erkendi.
- Uyuyorlardır diye düşündüm.
- Kuzucuklarım, canlarım var, kesin ararlar.
- Hadi büyük iki çocuklu, birisi daha yeni,
- Telaşlıdır unutur.
- Lakin ipek yürekli ortancam var,
- O iki eli kanda olsa kesin arar.
- Küçük adı üstünde küçük,
- Okul ders derken aklı bir karış havada
- Belki bir ümit!
- En azından yirmi beş sene;
- Varımı yoğumu,
- Yetmedi ömrümü yiyen karım var.
- Belki o arar.
- Acele etme, kuşluk vaktine doğru hepsi arar, sorar.
- Bak, sanaldan mesaj atmış bazı dostlar,
- Sağ olsunlar var olsunlar.
- Kuşluk vakti gelip geçti,
- Öğlen girmek üzere, tık ses yok.
- Her yer zifiri karanlık.
- Yok, yok unutmazlar.
- Kahvaltı, bulaşık,
- Temizlik derken yorulmuşlardır.
- İkindiye doğru mutlak ararlar.
-
- Zaman ilerledikçe,
- Yelkovan kirpiklerime
- Saplanmış duruyordu.
- Kara kerpetenle ruhumun;
- Dişleri çekilmiş acıdan sızlıyordu.
- Allah! Allah!
- Akşam geçti bir terslik var bunda.
- Telefonlar mı bozuk ne.
- Anladım, yaptı yapacağını yağmur,
- Rüzgâr, kopardı telleri yine.
- Olsun, daha günün bitmesine çok var,
- Hepsinin aklına gelir, o zaman kadar.
- Umurumda değil, nasılsa bir garantim var,
- En umulmadık zamanda,
- Yüreğime balıklama dalan.
- Her köşesine sevgiden,
- Aşktan, saraylar kuran kraliçem var,
- O kesin kes arar, telaşlı var!
- Birazda geç kalkar.
- Unutmaz, en azından bir mesaj atar.
-
- İşte ikindi yaklaşıyor,
- İşleri hafiflemiştir, şimdi ararlar.
- Şu merete bir bakayım, kapanmasın sakın
- Şimdi canlarım, yavrularım, yarim arar.
-
- Ses seda yok,
- İlk defa anladım ki,
- Bir saniye bin seneden çok.
- Güneş elveda nakaratını son kez söylerken,
- Hüzünle bakıp gözüme,
- Hafifçe dokundu yüzüme.
- Bugünlük görev bitti. Dedi ve gitti.
- Canımın yarısı uzaklarda,
- Arayıp sormasa da haklı!
- Yüreğimde yeri çok, acısı bende saklı,
- Babasının kuzusu, merhamet deyip de,
- Şöyle aramaya ermez mi ki aklı,
- Hiç hakkım yok!
- Ama olsun! Nede olsa atayım,
- Gözlerim yollarda, bekler meraklı.
-
- Yine ümitlendim koskoca beş saat var,
- Sekiz, dokuz, on, on bir, on iki
- Yani yirmi dört!
-
- Anladım, akşamda bitti. Gece başladı.
- Bak şimdi akşam telaşındalar,
- Sonra ararlar, ararlar demi?
- Ararlar mı acaba?
-
- Saat yirmi üç elli dokuz.
- Ben sustum. Semavat sustu.
- Yıldızlar ağladı geceye küstü.
- İlgisizlik canımı aldı bulutlara astı.
- Yaş döküldü yanaktan, memleketi su bastı.
-
- Hançer gibi yüreğime saplanıp;
- “Doğum günün kutlu olsun” dedi,
- Kâğıt ve kalem;
- İsyan ile bağırdı yüzüme cümle âlem,
- Sus! Urbası içinde unutulmuş zavallı adam.
- 03.11.2010 Muhsin AKTAŞ (Mizabi)
-
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
171 SAYI 25 Mayıs 2013 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |