|
YIL
14 SAYI 167 25 Ocak 2013 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL ACABA
-
Mustafa TURAN YAVUZ KÜRTLER’E KARŞIMIYDI?
-
Müslüm TUNABOYLU HASTALARIMIZIN İLAÇ SORUNU
-
Mustafa Nevruz SINACI
EĞER GERÇEK “MİLLET VEKİLİ” OLSALARDI!..
-
Erhan TIĞLI NE OLACAK HALİMİZ - GİDİYOR ELDEN DİLİMİZ
-
Mesut ARTAR
ÖLSÜN
KÜÇÜK ESNAF.SİTE BAŞINA GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ
-
Suhubi Ulvi CIRIL CAMDAKİ GÜNEŞ
-
Selma GÜRSEL CILBIR
-
Hıfzı ÖZBEKMEZ BİLSEN OLMAZ MI
-
Ahmet CANBABA GÖZ
GÖRE GÖRE
-
Necati ÇAVDAR OĞLUM KIZIM
-
Muhsin AKTAŞ BEKLE SEVDİĞİM
-
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
ACABA
-
Geçen sayımızda konu ettiğim “ÇORUMLUNUN SAĞLIK İLE
OYNANDI!” Yazım aynı anda diğer dergim olan “ÇEVREMİZ
DERGİMDE” bulunmaktadır. Okumayanların bu linge
tıklayarak gidebilir ve okuyabilirler.
http://cevremiz.dergisi.info
-
Gelelim bu gün yazdığımız konu
ile ilişkisi olan Çorum Belediyesinin bu yanlış
uygulamasında kullanılan plastik boruların Çorum
ekonomisine getiri ve ötürüsünün irdelenmesine.
-
Çorum merkez ilçede
Belediyenin “Çorum Belediyesi Başkan Yardımcısı Alper
Zahir İmzalı T.C. Çorum Belediye Başkanlığı Su ve
Kanalizasyon Müdürlüğü Başlıklı Sayı
M.19.0.ÇOR.0.26.314.99/1380 sayı ile Konu: Yağmur
Suyu Bağlantısı” Tebligatı ile Çorum’da yapılan YAĞMUR
SUYU BORULARI için ödenen miktarın boyutu nedir? Bu
harcamalar apartmanlar ve bu boruları satanlar
tarafından acaba hangi kalemlerde faturalandırıldığı
ve bu boruları döşeyen esnafımızın işçilik paralarını
kayıt altına alınıp alınmadığı, gerçek fiyatların
yansıtılıp yansıtılmadığı incelendi mi?
-
Bu araştırmamızı
yazının sonunda bulunan kurumlara dergi yazısını
yolladım. Bu bir sağlık problemi ile ilgili ve zaman
içerisinde yollara balkonların atık sularının
boşaltılarak kirletilmesin ve bu atıkların kuruması
ile de toz ile karışarak insanlara mikrop, virüs,
asalak ile yayılacağı ihbarı idi.
-
Çorum Merkez ilçede yapılan yağmur boruları
tadilatında apartman bazında 1,200 ila 1,700 TL olarak
karşımıza çıkmaktadır. Fiyat değişkenliği ise
apartmanların oturma alanı ile ilgili ve yapılan
işçilik ile değişik fiyatlara da rastlanılma imkânı
oldukça yüksektir. 4 daire üzerine yapılmış bir
konutun üç tarafına bu pis su boruları döşenmiş ve
ayrıca da bu bağlantılar geçen yazımızda bahsettiğimiz
gibi sokağa balkon bağlantıları ile verilmiştir.
Çorum Merkez ilçede bulunan konutların apartman ve
müstakil olarak yapıların adedini gerçek sayısının
yetkililer tarafından bilindiği malumdur.
-
Bilmek istiyorsanız googlenin
bu haritasından kabaca bilgi edinebilir misiniz
ACABA?.
-
Yetkililerce bilinen bina adedi ile yapılan çarpılınca
kullanılan PVC boru her halde bir fabrikanın imalatı
ile eşit olmazsa da belli bir satış potansiyelinin
üzerinde bir satış yapmış olması yüksek bir VERGİ
getirisi yapması gerekin mi ACABA?
-
Bu
getir de Çorum’da inşaat malzemeleri satanların vergi
limitinde de belli olması gerekir. Acaba bu inşaat
mevsimi dışında satılan bina ve ortalama kullanılan
PVC borularının kabaca çarpımından da bu PVC boruların
VERGİ getirileri yaklaşık belirlenmesi gerekir mi
ACABA?
-
Bu
işlemleri yapan su tesisatı yapan esnaf veya inşaat
taşeronlarının da inceleme yapılabilir mi ACABA?
-
Kayıt dışı ekonomi Çorum’da bu açıdan incelendi mi
ACABA?
-
Apartman yönetimi de bu VERGİ açısından VERGİ
NUMARALARINI aldı mı ACABA?
-
Apartmanların ve evlerin KDV vermemek için bu
harcamalarını hangi kalemlerde verdiler ACABA?
-
Ödemeleri yapan konut sahipleri ve bilhassa apartmanda
sakinlerinin bu işlerle ne kadar ilgileniyorlar ACABA?
-
Devlet VERGİ toplayacağım diye çabalar mı gözüküyor mu
ACABA?
-
Ve
sonuncusu: Kimin ele kimin cebinde ACABA?
-
Yine bu yazı gerekle yerlere yollanacaktır.
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa TURAN |
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
|
-
YAVUZ KÜRTLER’E
KARŞIMIYDI?
-
Kürd’e fırsat verme Yâ Rab!
Dehre Sultan olmasın
-
Ayağını çarık sıksın asla iflah
olmasın
-
Vur sopayı, al haracı karnı
bile doymasın
-
Şol çeşmeden gavur içsin, Rum
içsin, Kürd’e nasip olmasın.
-
Yavuz’a izafe edilen Kürtlerle ilgili yukarıdaki
dörtlük, gerçekten Yavuz’a mı aittir? Yoksa ona izafe
edilmiş bir iftira mıdır? Konu incelendiğinde, bu
dörtlüğün Yavuz’a ait olduğuna dair hiçbir sağlam
bilgiye rastlanmamaktadır. Güya Yavuz, Mısır seferine
giderken Muş yakınlarında bir çeşme yaptırmış, zaferi
kazanıp da geri dönerken yaptırdığı çeşmeyi harap
edilmiş bir vaziyette bulunca çok kızmış ve çeşmenin
üzerine, yukarıdaki dörtlüğü yazdırmış. Zaten
Rum’un da gavur olduğunu çok iyi bilen Yavuz, bir
mısrada hem gavur, hem Rum ifadesinin
kullanılmayacağını bilir ve böyle saçma sapan şiir
yazmaz. Üstelik Yavuz’un Almanya’da basılan
Divanı’nda da böyle bir şiire rastlanmaz. Hakikatte
de bu tarz, Sultan Selim’in kişisel özelliği ve
üslubuna terstir. O halde bu yaklaşım, Yavuz’a
yapılacak en büyük bühtandır. Üstelik Yavuz’un bir
Kürt âlimi olan İdris-i Bitlisi’ye olan sevgi ve
itimadı ve ona tanıdığı imtiyaz da ortadadır.
Meselenin siyasi, sosyal, askeri ve dinî boyutları göz
ardı edilerek, hissi ve ideolojik bir yaklaşımla nasıl
ki Yavuz, 40 bin Şii Türkmen’i öldürttü diye haksız
suçlamalara maruz kalıyorsa, aynı şekilde Yavuz’un
Kürt kardeşlerimize de düşmanca bir politika güttüğü
maalesef söylenebilmektedir. Oysa Sünni Kürt
aşiretlerinin tamamı, Yavuz döneminde İdris-i
Bitlisi’nin telkinleri ile Osmanlı’nın yanında yer
aldıkları gerçeği bilinmektedir. Şimdi hadiseye sadece
bu çerçeveden dahi bakılsa, Yavuz’un Kürtlere karşı
olması için, hiçbir sebep bulunamaz. Belki bu
suçlamalar, Şii Kürt unsurlar tarafından ortaya
atılmış bir iddia olması muhtemeldir.
-
Bu
konuda Prof. Ahmet Akgündüz diyor ki: “ Bu iddianın
tam tersi doğrudur. Yavuz olmasaydı, bugün Doğu
Anadolu’daki ehl-i sünnet olan Kürtler, Şî’a’nın
tasallutu altında olurlardı. Çaldıran zaferinin
kazanılmasında tamamen Sünnî olan ve gazada Yavuz
Selim'in yanında yer alan Sünnî Kürt ve Türkmen aşiret
beylerinin de büyük rolü vardı . Osmanlı Devleti
sahip olduğu topraklar üzerinde, ırka ve maddî
sömürüye dayanan bir ayırıma gitmiyordu. Bütün
Müslüman ahali de bu ülkenin aslî vatandaşı kabul
ediliyordu. Zaten Osmanlıyı Avrupa'dan ayıran en
önemli hususiyet de buydu”
-
Kürt Beyleri Yavuz’a gönderdikleri bir mektupta şöyle
demişlerdi: “Can ü gönülden İslam Sultanı’na bî’at
eyledik. İslam Sultanı’nın nâmı ile şeref bulduk ve
İslam Padişahı’nın yollarını gözledik. Bu muhlis ve
size iteat eden bendelere yardım edesiniz. Sadece
Allah’ı bir bilip Muhammed (sav) ümmeti olduğumuzda
ittifak halindeyiz.” Şimdi bu hâlisane duygularını
Yavuz’a gönderen ve Osmanlı’ya bağlılıklarını ifade
eden Kürt tebasına Yavuz’un karşı olmasının bir
mantığı olabilir mi? Hem de etnik anlamda dünyada
milliyetçilik fikrinin daha doğmadığı o devirde böyle
bir şeyin söz konusu olduğunu iddia etmek, gafletten
değilse art niyetten olduğu aşikardır.
-
Böylesi etle tırnak haline gelen ve yüzyıllar boyu
aynı kaderi paylaşarak, aynı vatanı, aynı cephede,
aynı düşmana karşı kardeşçe omuz omuza çarpışarak
koruyan Türk ve Kürt unsurları ayrıştırıp kavga
ettirmek isteyenlere karşı, prim verilmeyeceğinden
eminiz. Belki de Yavuz’un Kürtlere karşı olduğu yalanı
da aynı düşman çevreler tarafından yayılmaktadır. Her
türlü provakosyona karşı sağduyu elden bırakılmamalı,
dayanışma ve bir bütün olma idealinden taviz
verilmemelidir.
-
Diğer taraftan Yavuz Sultan Selim, siyasi ve askeri
dehası yanında sanat’a, edebiyat’a, satranc’a ve
şiir’e de çok düşkün bir hükümdardır. Şah İsmail de
benzeri özelliklere sahiptir. Hatta Şah, sarayında
bilginleri, şairleri ve sanatçıları barındırmaktadır.
Onlarla zaman zaman satranç da oynamaktadır. Selim
Trabzonda Şehzade Vali olarak bulunduğu sıralarda,
tebdil-i kıyafet ederek gezginci bir derviş kılığında
İran’a girmiştir. Hanlar ve kervansaraylarda satranç
oynayarak herkesi yenmiş ve bu mahareti kulaktan
kulağa ta Şah’a kadar ulaşmıştır. Bir gün Şah İsmail
ferman buyurur: “Çağırın şu gezginci dervişi de, bir
de biz satranç oynayalım kendisiyle bakalım”
-
Böylece Şah’ın huzuruna çıkan Şehzade Selim, satranç
oyununda Şah İsmail’i yener. Bu yenilgiyi hazmedemeyen
Şah ise çok sinirlenir ve konuğuna : “" Sen edep nedir
bilmez misin bre adam? Hiç şahlar mat edilir mi?"
diyerek elinin tersiyle ona bir tokat atar. Şah’ın çok
kızdığını gören Selim, paçayı kurtarmak için onu
yücelten şiirler okumaya başlar ve huzurdan ayrılırken
de şu meşhur dörtlüğü okur ki, bu dörtlük edebiyat
tarihinde de tam bir şahaserdir. Zira şiirdeki
ifadeler, yan yana da okunsa, yukarıdan aşağıya da
okunsa aynı dizeler ortaya çıkar ki, divan
edebiyatında bu tarza vezn-i aher deniyor. Bu durumda
biz Yavuz’un, divan edebiyatının derinliğine ve
genişliğine bütün özelliklerini bildiğini ve
uyguladığını görmekteyiz.
-
-
Şah’a atfen yazılan bu şiirinde
Şehzade Selim der ki:
-
Sanma Şah’ım /herkesi sen /
sadıkane / yâr olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur / ağyar olur / dildar olur / serdar olur. "
-
Şah
bu şiri sükûnetle dinlemiş ancak, o da şiirin
inceliklerine hâkim olmasına rağmen, bu sırlı
ifadelerde kendisinin anlatıldığını ve anlatanın da
Yavuz olduğunu anlayamamıştır.
-
Ne zaman ki, Yavuz Çaldıran da
Şah İsmail’i yenecek tacını, tahtını, hazinesini ve en
sevdiği hanımını ele geçirecek, işte o zaman bu sır da
çözülecektir. Çünkü Yavuz yediği tokatı hiç
unutmamıştı. Çaldıranda Şah’a okkalı bir Osmanlı
tokatı attıktan ve satrançta olduğu gibi, savaş
meydanında da onu mat ettikten sonra, bir mektup
yazarak o günkü tokatı hatırlatacak ve ardından şöyle
yazacaktır: “Atacaksan tokatı, işte böyle atacaksın.”
-
Bu
gün biz de, dostuna kucaklaşmak için adım atacak,
düşmanına da okkalı Osmanlı tokatı atacak yiğit
Yavuzlara muhtacız. Lakin bu iklimde Yavuzlar’ın neşv-ü
nema bulmasından ve ülkemizin yücelmesinden rahatsız
olup, yüce Türk milletinin iradesi dışında, Şah ve
Bizans oyunları sahneye koyanlara da hukuk
çerçevesinde böyle tokatlar gerekmez mi?
-
Sohbetin sonunda tam bir Peygamber sevdalısı olan
Yavuz’un naatından iki kıta sunalım:
-
Kimse sensiz bulamaz Hakk’a
vusûl,
-
Feyz-i lütfunla olur merd-i
kabül
-
“Rahmet-en li’l – âlemîn” sin
yâ Rasul,
-
El-meded ey mâden-i nur-u Hûdâ.
-
Günahkar (olarak) sayısız suç işledim.(nefislerinin)
hevasına uyan şahıslarla yoldaş oldum.Ey kerem sahibi!
(Peygamberimiz! Bu) isyanım (için) şefaat eyle! Ey
Allah’ın nurunun madeni (olan peygamberimiz) meded
kıl!...
-
Ey kerem-kân-ı Rasul-ü Kibriyâ,
-
Kemterindir bu Selîmî pür-hatâ
-
Dergâhından iltica eder atâ,
-
El-meded ey mâden-i nur-u Hûdâ
-
Ey
cömertliğin kaynağı (olan) yüce Peygamber!(Bu) hata
ile dolu Selim, (senin) aciz (bir kölendir). Dergâhına
sığınarak bağışlanmayı diler. Y. Kemal:” Seyr eylesün
felek kaderin şehsuvarını.
-
Fethetti bir seferde nebiler diyarını.”
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
|
- HASTALARIMIZIN İLAÇ SORUNU
-
Zaman, zaman sağlık sorunlarımızla
ilgili cümlecikler kurduğumu anımsıyorum.İnsan sağlığı en önde
gelmektedir,Osmanlı İmparatorluğunun unutulmazlarından olan Kanuni
Sultan Süleyman,ömrünün sonlarına yaklaştığı günlerde günümüze dek
uzanan”HALK İÇİNDE MUTEBER BİR NESNE YOK DEVLET GİBİ,OLMAYA DEVLET
CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ.”tümceleri ile anılır.Bazı sağlıkla
ilgilenen kurumlarda bu tümceleri görmem mümkün.Yıllar önce ilimizde
bir eczacı dostum bu sözü yazmamı istemişti.Eczane faaliyetini
durduruncaya dek o yazı asıldığı yerde insanlara seslenmişti adeta.
-
Ülkemizde, nüfus artışı sonunda
insanlar kırsaldan kentlere zorunlu olarak göç etmek zorunda
kalmışlardı.Kırsalda yaşam , yani sağlık sorunu biraz zor
çözümleniyordu.Kentlere göç olayının nedenlerinden birisi sağlık
sorun değildi elbet. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde ki sağlık
sorunlarının başında SITMA,TRAHOM,VEREM,FİRENGİ geliyordu. Devlet
belirtilen hastalıklarla unutulmaz bir mücadeleye girişti.
Hastalıkların başında SITMA geliyordu.Sıtmayı kökünden kurutmak için
az mücadele edilmedi.Sağlık görevlileri kırsal alanda ev, ev
dolaşarak KİNİN adındaki ilacı dağıtıyordu.O dönemin ekonomik,
sosyal, kültürel durumunu göz önüne getirdiğimizde mücadelenin
ciddiyetini biraz daha iyi anlama olanağı buluruz.
-
Kentlerde sağlık sorunlarının
çözümünde yardımcı olabilecek DİSPANSERLER kuruldu. Halk bu
kuruluşlara yardımcı oldu.Çorum un orta bölümünde VEREMLE SAVAŞ
DİSPANSERİ yıllarca azımsanmayacak ölçüde yardımcı oldu.Bu kuruluşun
şimdide görev başında olduğunu,bazı sağlık kontrollerini yataklı
sağlık kuruluşlarına yakın bir yerde sürdürdüğünü biliyorum.Bu
sağlık kuruluşunun neden kentin ortasından uzaklaştırıldığını bir
türlü anlamış değilim.Dernek binası yıkıldı.Bu yerde şimdiye dek
çok katlı bir yapıt yükseltilebilirdi.
-
Geçtiğimiz günlerde sağlık
sorunlarının başında İLAÇ konusu ele alınarak ilgililere ve
yetkililere uyarıda bulunuldu. Bazı ilaçların, sayıları çoğalmasına
karşın eczanelerde bulunmadığına geçtiğimiz hafta bendeniz de tanık
oldum. İnsan sağlığının bozulmasına neden olarak en çok üzerinde
durulan konu sağlıksız beslenme gelmektedir. Zaman,zaman bu
sorunlarla ilgili haberlere yerel ve ulusal basın da yer verildiğini
görüyoruz.Ama sağlığımızı olumsuz şekilde etkileyen besin
maddelerinin satışı nedense SİGARA gibi önlenememektedir?
-
Ülkemizde tedavisi uzun süren
hastalıklarda belli ilaçların belirli zamanlarda alınmazı zorunlu
olmaktadır. Benzeri bir tedavi gören yakınım için geçtiğimiz hafta
içinde çalmadığımız kapı kalmadı. Eczaneler, bizde bu ilacı bulmanız
mümkün değil, tedavinin yapıldığı sağlık kuruluşu yakının da bu
ilaçların bulunabileceğini, ilaç depolarında bakın belki onlarda
bulunur dendi. Tedavinin başlama saatine, yani sürdürülen tedavinin
başlama saatine öyle yaklaşılmıştı ki uzakta bulunabilecek bu ilacın
hastanın tedavisinin yapıldığı ile ,yada hastaneye ulaştırılması
olanaksızdı.
-
Tanıdıkları,tanıdık olmayan
insanları ilaç için rahatsız ediyor,sorunu çözmeye çalışıyorduk.Bir
telefonlaşma trafiği başlattım.Yöre illerde ki arkadaşlarımı
harekete geçirdim.Çorum da ki eczanelerde ve ilaç depolarında adını
daha sonra yazacağım ilaç yoktu.Yöre illerde koşuşturma
sürerken,Samsun dan olumlu bir haber aldım.Eczanenin adını ve
telefon numarasını Samsun da ki yakınıma ulaştırdım.İlacı bulunduran
firma sabaha kadar ilacı bekletebilirim aksi halde yardımcı olamam
der. Koşuşturmanın hangi koşullarda yapılabildiğini düşünebiliyor
musunuz.Koşuşturma ilacın alınması ile son buldu. Kemoterapi alan
hasta ikametinden 200 km. uzakta. Bu hastanın ve bu hasta
yakınlarının çektiği sıkıntı ve geçirdikleri bunalımı bilmem
anlayabildiniz mi?
-
Ekonominin her şeyin önüne geçtiği
dünyamızda BLE0CİN 20 mg ilacın tedavi alınan hastane yakınındaki
ilaç depolarında ve eczanelerde bulundurulması devletimiz için bir
sorun olmamalıdır. Olağanüstü hallerde hastaların yani insanların
yataklı sağlık kurumlarına ulaştırılması için ambulansların önemi
kadar, o kurumda hastanın tedavi olabilmesi için de ilaca ihtiyaç
vardır sanıyorum. Son zamanlarda ithal ilaçların depo ve eczanelerde
bulunamaması sanırım insanlarımızı ve sağlık çalışanlarını olduğu
kadar yöneticilerimizi de olduğunca ilgilendirmektedir.
-
Sağlık Bakanımızın konu ile
ilgileneceğine içtenlikle inanıyorum. Sizinle yeni yılın başında
böyle bir yazı ile buluşmak istemezdim; ama ne var ki yaşanan olay
düşündürücüdür diyor, okurlarımı ve sorunun gidericilerini saygı ile
selamlıyorum.
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
EĞER GERÇEK “MİLLET VEKİLİ”
OLSALARDI!..
Burada bir “beyin fırtınası” yapalım:
Mevcut hâl-vaziyet ile en fazla 50 yılı mücavir, analitik bir “zamanda
yolculuk” ve “mekânı muhasebe (ortam muhasebesi), mütalâa, mukayese”
turuna çıkalım.
Velev ki, şahsında âlemi İslâm ve
cihan Halife’liği mündemiç; Adalet güneşi, emniyet ve huzur iklimi
Osmanlı’nın bakiyesi, varisi, hamisi Cumhuriyet’in kurucusu, Gazî,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ‘üye’ sıfatı taşıyanlar (milletvekili
denilenler) gerçekten;
İnsan hakları, adalet ahlâkı, parti
içi demokrasi, fırsat eşitliği ve hukuk ilkelerine sahip ve saygılı;
Dikta, sulta, cunta, sınıf-zümre, menfaat, ticaret şirketi, organize
suç örgütü, illegal mafya falan değil; Gerçek bir kitle partisine
kayıtlı, aidatlarını muntazam ödeyen, vecibelerini yerine getiren;
Mensup olduğu siyaset kurumunun; Eğitim, bilinç geliştirme vs,
aktivitelerine düzenle katılan, hakiki ve samimi üyelerin; Namuslu,
dürüst, demokrat ve helâl oyları ile aday gösterilip, genel
seçimlerde seçmenin şaibesiz ve şerefli onayı ile “Millet Vekili”
olsalardı!
ACABA NE OLURDU? BAKALIM:
1, Millet, yasama faaliyetlerinden
dolayı, vekâlet şartları dâhilinde vekil ettiğine hesap sorabilir;
yetki alanı ve sorumluluğu ile bağdaşmayan fiil ve tasarruflarından
dolayı, icabında vekâletten azletme hakkını kullanabilirdi. Şimdi
hesap soramamakta ve azledememektedir!..
2, Kürsü masuniyeti dışında,
asillerin sahip olmadığı hak, dokunulmazlık, ayrıcalık ve
imtiyazlara sahip olamaz; Asil’in rıza ve muvafakati hilâfına,
milletin sırtından fahiş ücret ve kıyak emeklilik gibi, insanlık,
hukuk ve ahlâk dışı gasp ve iktisaplara teşebbüs edemezlerdi…
3, Devlet bütçesi, ithalât ve
ihracat denk olur; Cari açık verilmez; Tüm makam, maaş, memuriyet ve
ücretler ‘kıdem, ehliyet, liyakat/objektif norm ve standart birliği’
esasına uygun olur; İnsanlık dışı “yüzdeli zam” yerine, insanca ve
adil “seyyanen zam” uygulanırdı…
4, “Emek-yoğun, zorunlu altyapı,
iktisadi, sanayi ve ticari yatırım, kalkınma, gelişme
faaliyetlerinde kullanım” harici dış borç alınmaz; Şaibe, kısır
döngü, kayırma, haksız, yolsuz edinim unsuru iç borca asla tevessül
edilmez; İşsizlik ve yoksulluk önlenir;, Vergide adalet ve tahsilât
sağlanır, çifte vergilendirme şerefsizliğine düşülmez, dolaylı
vergilerle halk soyulmaz, fahiş fiyat, ahlâksız ve sınırsız kâr
hovardalığına asla ve kesinlikle izin verilmezdi.
5, Bedeli her ne olursa olsun
hak-hukuk, huzur, Milli güvenlik ve adaletten asla taviz verilmez;
İnsan hakları, eşitlik, akıl-mantık, kamu vicdanı ve kanun
hükümlerine aykırı karar, edinim, izin, istisna, müsamaha, af-atıfet
tasarruflarıyla, Yüce meclis, cüce meclis durumuna düşürülmez;,
Sivil-Asker, bütün kamu ve özel sektör, aleni ve örtülü ödenekler
“tam disiplinle sıkı denetlenir” bütün hesaplar hakkıyla ve
lâyıkıyla sorularak “devletin namusu” ile tüyü bitmemiş yetimin
hakkı korunur; Haksız edinim, yolsuzluk ve fahiş kazanç
önlenirdi...
6, Gazetecilik ve yayıncılık,
(medya) asla “genel (basit/sıradan) piyasa tacirliği, sanayi ve kamu
müteahhitliği (taahhütçülük) alanı”, siyasi şantaj, baskı aracı,
yağdanlık, yalakalık, yardım ve yataklık vasıtası olarak
kullanılamaz; Sözde kitle yayıncısı, akredite kartel medyası tertip
ve teşekkül ettirilemez; Bir yanda ıstıraptan kıvranan, rencide
edilen, acı çeken, sızlayan kamu vicdanı, halka ve hak’a tercüman
olmak varken; ‘4.kuvvet’ olarak bu ayıp, derin utanç, yüzkarası,
gasp, irtikap, rezillik ve küstahlığa ortak olunamaz ve seyirci
kalınamaz;, Bu günkü medya nam sahibinin sesi kemikçiler; Demokrasi,
adalet, ahlâk ve hukuku savunmak yerine; Yıkmak, yok etmek, hâtta
1950 öncesi koyu dikta, istibdat ve despotizme davetiye çıkartıp,
bölünme ve parçalanmaya çanak tutmak, katkı sağlamak adına ne
lâzımsa yapamazlardı...
7, Hükümetler devletin sınırlarına
hâkim olur, dağları tutar, dâhilde ABD, Rus, İngiliz, Fransız,
İsrail casuslarının fink atmasına, elçi nam “harici bedhahların”
devlet işlerine dûhul etmesine izin vermez; Ezeli düşmanların
dayatması ile “yeni anayasa” yapmaya kalkışmazdı.
SONUÇTA: Hakiki Millet Vekilleri;
Mutlak surette “namuslu, dürüst ve demokrat” olur; Kendilerini
hakkaniyet öznesi, eşitlik ilkesi, adalet ahlâkı ve hukuk temelinde
“küresel adalet, evrensel barış ve ebed-müddet Türkiye” idealine
adarlardı.
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Erhan TIĞLI |
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi |
NE OLACAK HALİMİZ - GİDİYOR ELDEN DİLİMİZ
Yozlaşma, özenti, yabancılaşma,
yabancı hayranlığı aldı başını gidiyor. Gitgide benliğimizden
uzaklaşıyoruz. Eskiden doğuya dönmüştük, şimdi batıya, Amerika’ya
dönük yüzümüz. Bu yüzden bir türlü kendimize dönemiyoruz. Artık
başlamıyoruz, start veriyoruz!Hoşça kal, güle güle yerine bay
baylaşıyoruz. Çarşıda pazarda adı Türkçe olan yerleri mumla arıyoruz.
Satıcılar satış yerlerine yabancı adlar koymazlarsa ikinci sınıf,
kalitesiz, adi sanılacağından korkuyorlar. Avrupa’ya, Amerika’ya
gidiyoruz ama bir türlü kendimize gelemiyoruz.
Evlerimiz dubleks, tripleks,
salon salomanjeli, izoleli, dizaynlı. Yiyeceklerimizi taze kalsınlar
diye dipfrizlere koyuyoruz. Yollar bariyerli, starlar badigardlı,
gece kulüpleri adisyonlu, şovlu. Kulüpler klap oldu artık, clup’a
benzetmek için klüp yazanlar var. Bankalar dekont veriyorlar. Türkçe
tu kaka ediliyor, yabancı sözler okeyleniyor.
Kimi yabancı sözcüklerin yanına
etmek eylemi getirerek Türkçeleştiriyoruz! Böylece orijinal,
marjinal oluyoruz. Başarılı gençler onore ediliyorlar, lafını
bilmeyenleri refüze ediyoruz. Dövizler deklare ediliyor, sırlar
afişe ediliyor, gençler ajite ediliyor, agresifleşiyor.
Irklar asimile ediliyor, sporcular rekorları egale ediyor,
sporumuzda mantalite, kondisyon, performans, motivasyon, defans,
ofans, fikstür, deplasman, skor, rövanş, rövaşata gibi sözcükler
cirit atıyor. Geçenlerde bir spikoş, “Takımımız faynıl fora gidiyor”
diye bar bar bağırıyordu. Önce ne dediğini kavrayamadım, sonra
kafama dank etti. Meğerse takımımız ilk dörde giriyormuş.
Ne kadar yabancı sözcük kullanırsak
o kadar uygarlaşacağımızı, globalleşeceğimizi , başımızın göğe
ereceğini sanıyoruz, boyumuz bir karış büyüyecek diye seviniyoruz.
Gözümüz aydın! Batıl-ılaşıyoruz!
Dilde Avrupa Birliği’ne çoktan girdik ama niye arabamızı dağdan
aşıralım derken düz yolda şaşırıyoruz?
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR Hayat Hikayesi
|
ÖLSÜN KÜÇÜK ESNAF
Ölsün
arkadaş Bakkallar, Manavlar, Balıkçılar, Kasaplar, Kahvehaneciler
velhasıl ne kadar küçük esnaf varsa adını hatırlamadığım hepsi ölsün
arkadaş. Neyine gerek yaşaması onların, gitsin çocuklarının nafakasını
nerede ararlarsa arasınlar. Ekmek paralarını nereden bulurlarsa
bulsunlar.
Ya bir
zenginin yanına yamak olsun, ya bir atölyede asgari ücrete tabii, ya
da camii önlerinde dilensinler. Nasıl olsa çocuklarına kitapları
bedavaya geliyor, sağlık giderleri desen Devlet tarafından ödeniyor,
Belediye’ler de nasıl olsa yardım merkezleri haline geldi, kömürünü,
yiyeceğini veriyor.
Neden
çalıştırsın bu adamlar dükkânlarını her şey bedava zaten.
Nereden
çıktı bu yazı diyenlere şunu demek istiyorum: küçük çapta bir dükkân
açmak isteyen Şu odaya, bu odaya, sağlık raporu, İşyeri ruhsatı,
ustalık belgesi derken 750 -2.000 lira gibi bir rakamın daha dükkân
kapısı açılmadan harcanıyor. Dükkânı açtı diyelim içeriye yapacağı
masraf, Bağ-Kur, kira, raf vs derken düşündüm ki bu adamın dükkân
açması için orta çaplı bir arabasını satması gerekecek.
Kısacası
daha para kazanmayı bırak, mekânda satılacak malları dükkâna
koymadan adam yarı beline kadar batmış durumda olacak. O yüzden
diyorum ya işte ÖLSÜN KÜÇÜK ESNAF. Yaşamasının ne anlamı var.
2011
senesinde 11 ayda sadece bakkal olan küçük esnaflardan 92 dükkân
kapanmıştır. Acaba neden? Yabancı bandıralı ya da tek bir cebe
hizmet eden marketler ülkemizi örümcek ağı gibi sardı üç beş yılda.
Sizlerde üç kuruş ucuz diye indirim günlerinde kapılarında kuyruklar
oluşturdunuz. Üç kuruş ucuz ürünü almak için girdiğiniz marketten
ihtiyacınız olmayan şeyleri de aldınız, hatta pahalı olan bir ürünü
de gelmişken alayım dediniz. Alışverişiniz daha masraflı hale geldi
farkına bile varmadınız. Kredi kartından geç hemen, sanki devlet
ödeyecek, gerçi neredeyse yapmadıkları bir o kaldı. Her şeyimizi
birilerine ödettirmeye alıştırılmadık mı biz, ödeseler de mutlu
oluruz değil mi?
Üç kuruş
ucuz diye market kapılarını aşındırırken bakkal amca iflas etti, üç
kuruş ucuz diye kıyılmış kıymayı marketten aldık kasap amca iflas
etti. Bunun gibi çok örnek verirdim ama köşem yetmeyecek, bundan
korkuyorum.
Varsayalım
ki küçük esnafımızda ürünler on kuruş pahalı olsun, değmez mi bakkal
amcanın köşe başında yanan ışığını görmeye. Sahibinin adını
bilmediğim, yüzünü görmediğim kim bilir kimin olan alışveriş
merkezleri yerine küçük esnafımızı kalkındırsak olmuyor mu? Bu
kısaca döner sermaye, yardımlaşma değil mi?
Paramızın
nereye gittiğini bilmeyen toplum olduk artık farkında değil misiniz?
Bundan böyle tavsiyem şu: Bir
alışverişinizde arada ki fark en fazla iki ya da üç lira olacaktır,
bu farkı da ödeyin okurlar. Kendi halkımızın, komşumuzun hatta
kendimizin ayakta kalması için tek izlenecek yol bu yol ve biran
önce yıllardır lafla kalan marketler yasasının çıkmasıdır.
Eğer bu dediğimi değil de şuan
yapılanı yapmaya devam ederseniz, ölsün kasap amca, ölsün yufkacı
teyze, ölsün çerezci amca topyekûn kapatsınlar dükkânlarını.
Allah yardımcıları olsun
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Suhubi Ulvi CIRUL |
Suhubi Ulvi CIRIL Hayat Hikayesi
|
- CAMDAKİ GÜNEŞ
-
Çocukluğumuzda okuduğumuz bir hikâye
vardı, hikâyenin adı “Altın pencereli ev” idi. Hikâyede, bir çocuk
her sabah uyandığında uzaklardaki tepenin üzerinde bir evde, altın
gibi parlayan evin camlarını altın zannederek imrenerek bakar, “ah
şu tepeleri aşsam da karşımda duran bu eve ulaşıp o altınlara sahip
olsam” diye düşünürmüş.
-
Gerçekte parlayan, altın değil
camdır. Cam ise; evin tepede olması nedeniyle, güneş doğar doğmaz
ilk önce tepeleri aydınlattığı için camdan yansıyan altın görüntüsü,
güneşin yansımasıdır. Çocuğun gördüğü parıltı altın değil, güneşin
yansımasıdır.
-
Parlayan cam da olsa, altın da olsa,
insan gibi aslı topraktır. Parlayan, Yüce Rabbimizin gücü ile ışık
veren güneşin ışıklarıdır. Fakat cam veya altının ışığı yansıtması
içinde gelen o ışığı yansıtacak özellikte cevherin olması lazımdır,
parlayan cisimde yansıtacak cevher yoksa ne ışık görünür, ne de
yansıma.
-
Parlayan cam da olsa, altın da olsa
aslı topraktır demiştik ya, peki toprak nasıl oluyor da ışığı
yansıtıyor? Yüce Rabbimiz kâinatı yaratırken o kadar mükemmel
yaratmıştır ki hayatta gerekli olan her şey akıl sahiplerinin
araştırması ile bulunup, ustasının elinde şekillenmektedir. Bir
diğer maharet de; hangi cevheri en iyi nerede bulup, en iyi nerede
değerlendireceğini iyi bilmektir.
-
Güneş ışığının değdiği her cisim
ışığı yansıtır mı? Kesinlikle hayır. Öyle cisimler vardır ki bırakın
ışığı yansıtmayı, ışığı yutarlar bile. Nice yüksek tepeler üstünde
nice görkemli şatolar vardır ki; içlerindeki vahşet ve kötülüklerin
dışa yansıması ile insan bakmaya korkar.
-
Bizi bakmaya imrendiren cam veya
bakmaya korkutan şatonun ikisinin de aslı toprak olmasına rağmen,
cazibeli veya korkutucu olan içlerindeki iyi veya kötü ruhlardır.
- İnsanları da bu evlere benzetecek olursak, kimi insan cam gibi
şeffaf, ayna gibi parlaktır. İçi dışı birdir, Yüce Rabbimizin
verdiği nurun yansıması ile apaydınlıktır. Onu gören Yüce Yaratanı
hatırlar, insan bakmaya doyamaz, her zaman onunla olmak ister,
insana huzur verir.
- Kimi insan vardır altın gibi kıymetlidir, ömrünü iyiliklere
adamıştır, her yerde aranılan, faydalanılan, hayırlı işlerin hayırlı
adamıdır.
-
Kimi insan vardır bina yapımında
kullanılan tuğla gibi gereklidir, toplumun mozaik taşları gibi
toplumu birlik beraberlik içinde tutan. Varlıkları, yok olunca belli
olan toplumun temel taşlarıdır.
-
Kimi insan vardır çiçek bahçesindeki
çiçekler gibidir, bu dünyaya doğup, büyüyüp vakti gelince tekrar
toprak olmak gibi. Rast gelinirse faydalı olup, rast gelinmezse
zararsız bir şekilde göçüp gitmek üzere yaratılmış.
-
Kimi insan vardır desteklerle duran
evler gibi, sürekli başkalarının yardımıyla hayatlarını sürdüren.
-
Kimi insan vardır içi canavar dolu
şatolar gibi, kalplerinin katılığı, vicdanlarının canavarlığı
yüzlerinden okunan. Bırakın onlarla arkadaşlık yapmayı, insan,
yüzlerine bakmaya iğrenir.
-
Hikâyemize konu olan çocuk,
evlerinden, tepedeki gördüğü evle beraber güneşi de görebilseydi,
işin gerçek oluş nedenini görecek, düşünceleri hakikat yolunda
gelişecek, yansımalarla değil, gerçeklerle ilgilenecekti. Nihayeti o
bir çocuktur, belki o kadarını düşünemeyebilir.
-
Bizler de yaşantımızın büyük
bölümünü yansımalarla ilgilenerek geçirdiğimiz için gerçekleri
göremiyor, aradan zaman geçince yıllarımızın oyalanmalarla geçtiğini
görüyoruz.
-
Gerçekleri bilerek, gerçekleri görerek, gerçekleri yaşayarak bir
ömür yaşamak dileklerimle…
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
CILBIR
-
MALZEMESİ:
3-4 porsiyon için,
-
400 gram kuru soğan,
-
250 gram koyun kıyması,
-
3 yumurta,
-
50 gram tereyağı,
-
2 domates,
-
2 adet sivri biber,isteğe
göre kırmızı pul biber,tuz.
-
4 su bardağı su.
- Soğanlar kabuklarından soyulur ve doğranarak bir tencereye konulur.
- 50 gram tereyağı yada margarin soğanların üzerine konarak tencere
ateşe konulur.
- Yağ eriyip,soğanlar biraz ölünce üzerine kıyma konularak istenildiği
kadar tuz ilave edilir.
- Soğanlar ölünceye kadar önceden yıkanan domates ve biber doğranır.
- Kıymalar haşlanınca doğranmış olan domates ve biberi tencereye
konularak üzerine yumurtalar kırılır üzerine istenildiği kadar pul biber
konulur.
- Kıymalar haşlanınca doğranmış olan domates ve biberi tencereye
konularak üzerine yumurtalar kırılır üzerine istenildiği kadar pul biber
konulur.
- Bu karışım güzelce ateşte karıştırılır. Karıştırılan bu yemeğin
üzerine 4 su bardağı soğuk su ilave edilir,tuzu istediğiniz kadar
ayarlanır.
- Kısık ateşte çılbır yarım saat kadar pişirildikten sonra sıcak
olarak servis yapılır.
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Hıfzı ÖZBEKMEZ |
Hıfzı ÖZBEKMEZ Hayat Hikayesi
|
BİLSEN OLMAZ MI
Bir gonca gülsün gönül bağımda
Gelipte sinemde açsan olmaz mı
Aşk şarabı sundum bak ellerimde
Alıp kana kana içsen olmaz mı
Seni düşünmekten yoruluyorum
Artık rüyalarda sarılıyorum
Kadere feleğe darılıyorum
Halim perişandır bilsen olmaz mı
Sevdayın narına yandım ha yandım
Her zaman benimsin buna inandım
Latifim ortada kimsesiz kaldım
Gelip kollarınla sarsan olmaz mı
24 KASIM 2003 PAZARTESİ SAAT: 08:00
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
GÖZ
GÖRE GÖRE
Hak yolu deyip de uçkur
Çözülmez göz göre gör
Tanrı aşkına kadın kız
Üzülmez göz, göre göre
Hata kimde ne demeli
Herkes suçunu bilmeli
Uçacak evin temeli
Kazılmaz göz göre göre
Tahrik etme sağı solu
Nedir işin çıkar yolu
Hakaretler dolu, dolu
Yazılmaz göz, göre göre
Yönetirler cambaz gibi
Çalarlar düzenbaz gibi
Bunca vatandaş kaz gibi
Yolunmaz göz, göre göre
Ateşten gömlek giyerek
Allahuekber diyerek
Bilerek ve bilmeyerek
Ölünmez göz, göre göre
Düşün yobazın kastı ne
Çıkar Atanın büstüne
Kırsınlar diye üstüne
Salınmaz göz, göre göre.
Demokrasi almış yara
Ufkumuz görünmez kara
Gizli ödenekten para
Çalınmaz göz ,göre göre.
Söyleyim gelmişken yeri
Göster kim sözünün eri
Bizden akılsızdan geri
Kalınmaz göz, göre göre
Neler kime serbest yasak
Derler bir arayıp bulsak
Kanunlarla verilmiş hak
Alınmaz göz, göre
göre
|
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Necati ÇAVDAR |
Necati ÇAVDAR Hayat Hikayesi
|
OĞLUM KIZIM
Sevgim, baharım, hazım,
Coşkum, sevincim, nazım,
Şehla bakışlı kuzum ..
Bahtın hep açık olsun
Kalbin, gönlün nur dolsun ..
Geline yakışır ak
Damat olup kına yak
Yansın hep kutlu ocak
Rabbim oğul - kız versin
Başın hep göğe ersin
Yoldaşın, sırdaşın olsun
Eşin, gardaşın olsun
Allah yardımcın olsun
Yardım et, bahtiyar kal
Doğru davran, dürüst kal
Çok çalış, iyi yetiş
Son olsun iyi bitiş
Hayra varsın her iş
Helal ye, bereket bul
İsterim gururum ol
Başın Sema’ya ersin
Can İbrahim’i bulsun
Ruhun Tuğba’ ya varsın
Sema’da Tuğba’yı bul
Halil’e er huzur dol
25.9.1995
ANKARA
|
|
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ Hayat Hikayesi |
BEKLE SEVDİĞİM
İşte geliyorum yar sana doğru
Açta kollarını bekle sevdiğim
Gittiğim yollarda barınmaz eğri
Açta güllerini bekle sevdiğim
Mesafeler uzar hayal öpünce
Kâinat donuyor gönül sapınca
Güneş kararıyor eller kopunca
Açta ellerini bekle sevdiğim
Gün ağarmaz olur yâr olmayınca
İçim hep boş olur sen dolmayınca
Saatler yürümez ses gelmeyince
Açta yollarını bekle sevdiğim
Yunusun sırtında hayal görürüm
Köpüğün üstünde sana yürürüm
Temmuz ortasında karlar kürürüm
Açta dallarını bekle sevdiğim
Mizabi diyor ki bu sevda vurdu
İçimde acılar panayır kurdu
Ayaklarım gelip kapında durdu
Açta tüllerini bekle sevdiğim
18.08.2008
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
168 SAYI 25 Şubat 2013 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |