YIL 14    SAYI 167    25 Ocak 2013

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL ACABA
Mustafa TURAN YAVUZ KÜRTLER’E KARŞIMIYDI?
Müslüm TUNABOYLU HASTALARIMIZIN İLAÇ SORUNU
Mustafa Nevruz SINACI EĞER GERÇEK “MİLLET VEKİLİ” OLSALARDI!..
Erhan TIĞLI NE OLACAK HALİMİZ - GİDİYOR ELDEN DİLİMİZ
Mesut ARTAR ÖLSÜN KÜÇÜK ESNAF.SİTE BAŞINA GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ
Suhubi Ulvi CIRIL CAMDAKİ GÜNEŞ
Selma GÜRSEL CILBIR
Hıfzı ÖZBEKMEZ BİLSEN OLMAZ MI
Ahmet CANBABA GÖZ GÖRE GÖRE
Necati ÇAVDAR OĞLUM KIZIM
Muhsin AKTAŞ BEKLE SEVDİĞİM
 
 
   
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
ACABA
Geçen sayımızda konu ettiğim “ÇORUMLUNUN SAĞLIK İLE OYNANDI!” Yazım aynı anda diğer dergim olan “ÇEVREMİZ DERGİMDE” bulunmaktadır. Okumayanların bu linge tıklayarak gidebilir ve okuyabilirler. http://cevremiz.dergisi.info
Gelelim bu gün yazdığımız konu ile ilişkisi olan Çorum Belediyesinin bu yanlış uygulamasında kullanılan plastik boruların Çorum ekonomisine getiri ve ötürüsünün irdelenmesine.
            Çorum merkez ilçede Belediyenin “Çorum Belediyesi Başkan Yardımcısı Alper Zahir İmzalı T.C. Çorum Belediye Başkanlığı Su ve Kanalizasyon Müdürlüğü Başlıklı  Sayı M.19.0.ÇOR.0.26.314.99/1380 sayı ile  Konu: Yağmur Suyu Bağlantısı” Tebligatı ile Çorum’da yapılan YAĞMUR SUYU BORULARI için ödenen miktarın boyutu nedir? Bu harcamalar apartmanlar ve bu boruları satanlar tarafından acaba hangi kalemlerde faturalandırıldığı ve bu boruları döşeyen esnafımızın işçilik paralarını kayıt altına alınıp alınmadığı, gerçek fiyatların yansıtılıp yansıtılmadığı incelendi mi?
           Bu araştırmamızı yazının sonunda bulunan kurumlara dergi yazısını yolladım. Bu bir sağlık problemi ile ilgili ve zaman içerisinde yollara balkonların atık sularının boşaltılarak kirletilmesin ve bu atıkların kuruması ile de toz ile karışarak insanlara mikrop, virüs, asalak ile yayılacağı ihbarı idi.
Çorum Merkez ilçede yapılan yağmur boruları tadilatında apartman bazında 1,200 ila 1,700 TL olarak karşımıza çıkmaktadır. Fiyat değişkenliği ise apartmanların oturma alanı ile ilgili ve yapılan işçilik ile değişik fiyatlara da rastlanılma imkânı oldukça yüksektir. 4 daire üzerine yapılmış bir konutun üç tarafına bu pis su boruları döşenmiş ve ayrıca da bu bağlantılar geçen yazımızda bahsettiğimiz gibi sokağa balkon bağlantıları ile verilmiştir.  Çorum Merkez ilçede bulunan konutların apartman ve müstakil olarak yapıların adedini gerçek sayısının yetkililer tarafından bilindiği malumdur.
Bilmek istiyorsanız googlenin bu haritasından kabaca bilgi edinebilir misiniz ACABA?.
Yetkililerce bilinen bina adedi ile yapılan çarpılınca kullanılan PVC boru her halde bir fabrikanın imalatı ile eşit olmazsa da belli bir satış potansiyelinin üzerinde bir satış yapmış olması yüksek bir VERGİ getirisi yapması gerekin mi ACABA?
Bu getir de Çorum’da inşaat malzemeleri satanların vergi limitinde de belli olması gerekir. Acaba bu inşaat mevsimi dışında satılan bina ve ortalama kullanılan PVC borularının kabaca çarpımından da bu PVC boruların VERGİ getirileri yaklaşık belirlenmesi gerekir mi ACABA?
Bu işlemleri yapan su tesisatı yapan esnaf veya inşaat taşeronlarının da inceleme yapılabilir mi ACABA?
Kayıt dışı ekonomi Çorum’da bu açıdan incelendi mi ACABA?
Apartman yönetimi de bu VERGİ açısından VERGİ NUMARALARINI aldı mı ACABA?
Apartmanların ve evlerin KDV vermemek için bu harcamalarını hangi kalemlerde verdiler ACABA?
Ödemeleri yapan konut sahipleri ve bilhassa apartmanda sakinlerinin bu işlerle ne kadar ilgileniyorlar ACABA?
Devlet VERGİ toplayacağım diye çabalar mı gözüküyor mu ACABA?
Ve sonuncusu: Kimin ele kimin cebinde ACABA?
Yine bu yazı gerekle yerlere yollanacaktır.

 

 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa TURAN
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
YAVUZ KÜRTLER’E KARŞIMIYDI?
Kürd’e fırsat verme Yâ Rab! Dehre Sultan olmasın
Ayağını çarık sıksın asla iflah olmasın
Vur sopayı, al haracı karnı bile doymasın
Şol çeşmeden gavur içsin, Rum içsin, Kürd’e nasip olmasın.
Yavuz’a izafe edilen Kürtlerle ilgili yukarıdaki dörtlük, gerçekten Yavuz’a mı aittir? Yoksa ona izafe edilmiş bir iftira mıdır?  Konu incelendiğinde, bu dörtlüğün Yavuz’a ait olduğuna dair hiçbir sağlam bilgiye rastlanmamaktadır. Güya Yavuz, Mısır seferine giderken Muş yakınlarında bir çeşme yaptırmış, zaferi kazanıp da geri dönerken yaptırdığı çeşmeyi harap edilmiş bir vaziyette bulunca çok kızmış ve çeşmenin üzerine,   yukarıdaki dörtlüğü yazdırmış. Zaten  Rum’un da gavur olduğunu çok iyi bilen Yavuz, bir mısrada  hem gavur, hem Rum ifadesinin kullanılmayacağını bilir ve böyle saçma sapan şiir yazmaz. Üstelik Yavuz’un Almanya’da basılan Divanı’nda  da böyle bir şiire rastlanmaz. Hakikatte de bu tarz, Sultan Selim’in kişisel özelliği ve üslubuna terstir. O halde bu yaklaşım, Yavuz’a yapılacak en büyük bühtandır. Üstelik Yavuz’un bir Kürt âlimi olan İdris-i Bitlisi’ye olan sevgi ve itimadı ve ona tanıdığı imtiyaz da ortadadır. Meselenin siyasi, sosyal, askeri ve dinî boyutları göz ardı edilerek, hissi ve ideolojik bir yaklaşımla nasıl ki Yavuz, 40 bin Şii Türkmen’i öldürttü diye haksız suçlamalara maruz kalıyorsa, aynı şekilde Yavuz’un Kürt kardeşlerimize de düşmanca bir politika güttüğü maalesef söylenebilmektedir. Oysa Sünni Kürt aşiretlerinin tamamı, Yavuz döneminde İdris-i Bitlisi’nin telkinleri ile Osmanlı’nın yanında yer aldıkları gerçeği bilinmektedir. Şimdi hadiseye sadece bu çerçeveden dahi bakılsa, Yavuz’un Kürtlere karşı olması için, hiçbir sebep bulunamaz. Belki bu suçlamalar,  Şii Kürt unsurlar tarafından ortaya atılmış bir iddia olması muhtemeldir.
Bu konuda Prof. Ahmet Akgündüz diyor ki: “  Bu iddianın tam tersi doğrudur.  Yavuz olmasaydı, bugün Doğu Anadolu’daki ehl-i sünnet olan Kürtler, Şî’a’nın tasallutu altında olurlardı. Çaldıran zaferinin kazanılmasında tamamen Sünnî olan ve gazada Yavuz Selim'in yanında yer alan Sünnî Kürt ve Türkmen aşiret beylerinin de büyük rolü vardı .   Osmanlı Devleti sahip olduğu topraklar üzerinde, ırka ve maddî sömürüye dayanan bir ayırıma gitmiyordu.  Bütün Müslüman ahali de bu ülkenin aslî vatandaşı kabul ediliyordu. Zaten Osmanlıyı Avrupa'dan ayıran en önemli hususiyet de buydu”
Kürt Beyleri Yavuz’a gönderdikleri bir mektupta şöyle demişlerdi: “Can ü gönülden İslam Sultanı’na bî’at eyledik. İslam Sultanı’nın nâmı ile şeref  bulduk  ve İslam Padişahı’nın yollarını gözledik. Bu muhlis ve size iteat eden bendelere yardım edesiniz.  Sadece Allah’ı bir bilip Muhammed (sav) ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz.”   Şimdi bu hâlisane duygularını Yavuz’a gönderen ve Osmanlı’ya bağlılıklarını ifade eden Kürt tebasına Yavuz’un karşı olmasının bir mantığı olabilir mi? Hem de etnik anlamda dünyada milliyetçilik fikrinin daha doğmadığı o devirde böyle bir şeyin söz konusu olduğunu iddia etmek, gafletten değilse art niyetten olduğu aşikardır.
Böylesi etle tırnak haline gelen ve yüzyıllar boyu aynı kaderi paylaşarak, aynı vatanı, aynı cephede, aynı düşmana karşı kardeşçe omuz omuza çarpışarak koruyan Türk ve Kürt unsurları ayrıştırıp kavga ettirmek isteyenlere karşı,   prim verilmeyeceğinden eminiz. Belki de Yavuz’un Kürtlere karşı olduğu yalanı da aynı düşman çevreler tarafından yayılmaktadır. Her türlü provakosyona karşı sağduyu elden bırakılmamalı, dayanışma ve bir bütün olma idealinden taviz verilmemelidir.
Diğer taraftan Yavuz Sultan Selim, siyasi ve askeri dehası yanında sanat’a, edebiyat’a, satranc’a ve şiir’e de çok düşkün bir hükümdardır. Şah İsmail de benzeri özelliklere sahiptir. Hatta Şah, sarayında bilginleri, şairleri ve sanatçıları barındırmaktadır. Onlarla zaman zaman satranç da oynamaktadır. Selim Trabzonda Şehzade Vali olarak bulunduğu sıralarda, tebdil-i kıyafet ederek gezginci bir derviş kılığında İran’a girmiştir. Hanlar ve kervansaraylarda satranç oynayarak herkesi yenmiş ve bu mahareti kulaktan kulağa ta Şah’a kadar ulaşmıştır. Bir gün Şah İsmail ferman buyurur: “Çağırın şu gezginci dervişi de, bir de biz satranç oynayalım kendisiyle bakalım”
Böylece Şah’ın huzuruna çıkan Şehzade Selim, satranç oyununda Şah İsmail’i yener. Bu yenilgiyi hazmedemeyen Şah ise çok sinirlenir ve konuğuna : “" Sen edep nedir bilmez misin bre adam? Hiç şahlar mat edilir mi?" diyerek elinin tersiyle ona bir tokat atar. Şah’ın çok kızdığını gören Selim, paçayı kurtarmak için onu yücelten şiirler okumaya başlar ve huzurdan ayrılırken de şu meşhur dörtlüğü okur ki,  bu dörtlük edebiyat tarihinde de tam bir şahaserdir. Zira şiirdeki ifadeler, yan yana da okunsa, yukarıdan aşağıya da okunsa aynı dizeler ortaya çıkar ki, divan edebiyatında bu tarza vezn-i aher deniyor. Bu durumda biz Yavuz’un,  divan edebiyatının derinliğine ve genişliğine bütün özelliklerini bildiğini ve uyguladığını görmekteyiz. 
 
Şah’a atfen yazılan bu şiirinde Şehzade Selim der ki:
 Sanma Şah’ım /herkesi sen / sadıkane / yâr olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur / ağyar olur / dildar olur / serdar olur. "
Şah bu şiri sükûnetle dinlemiş ancak, o da şiirin inceliklerine hâkim olmasına rağmen, bu sırlı ifadelerde kendisinin anlatıldığını ve anlatanın da Yavuz olduğunu anlayamamıştır. 
Ne zaman ki, Yavuz Çaldıran da Şah İsmail’i yenecek tacını, tahtını, hazinesini ve en sevdiği hanımını ele geçirecek, işte o zaman bu sır da çözülecektir. Çünkü Yavuz yediği tokatı hiç unutmamıştı. Çaldıranda Şah’a okkalı bir Osmanlı tokatı attıktan ve satrançta olduğu gibi, savaş meydanında da onu mat ettikten sonra, bir mektup yazarak o günkü tokatı hatırlatacak ve ardından şöyle yazacaktır: “Atacaksan tokatı, işte böyle atacaksın.”
Bu gün biz de, dostuna kucaklaşmak için adım atacak, düşmanına da okkalı Osmanlı tokatı atacak yiğit Yavuzlara muhtacız. Lakin bu iklimde Yavuzlar’ın neşv-ü nema bulmasından ve ülkemizin yücelmesinden rahatsız olup, yüce Türk milletinin iradesi dışında, Şah ve Bizans oyunları sahneye koyanlara da hukuk çerçevesinde böyle tokatlar gerekmez mi?
Sohbetin sonunda tam bir Peygamber sevdalısı olan Yavuz’un naatından iki kıta sunalım:
Kimse sensiz bulamaz Hakk’a vusûl,
Feyz-i lütfunla olur merd-i kabül
“Rahmet-en li’l – âlemîn” sin yâ Rasul,
El-meded ey mâden-i nur-u Hûdâ.
Günahkar (olarak) sayısız suç işledim.(nefislerinin) hevasına uyan şahıslarla yoldaş oldum.Ey kerem sahibi! (Peygamberimiz! Bu) isyanım (için) şefaat eyle! Ey Allah’ın nurunun madeni (olan peygamberimiz) meded kıl!...     
Ey kerem-kân-ı Rasul-ü Kibriyâ,
Kemterindir bu Selîmî pür-hatâ
Dergâhından iltica eder atâ,
El-meded ey mâden-i nur-u Hûdâ
Ey cömertliğin kaynağı (olan) yüce Peygamber!(Bu) hata ile dolu Selim, (senin) aciz (bir kölendir). Dergâhına sığınarak bağışlanmayı diler. Y. Kemal:” Seyr eylesün felek kaderin şehsuvarını.
Fethetti bir seferde nebiler diyarını.”
 
 
 
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Müslüm TUNABOYLU
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
HASTALARIMIZIN İLAÇ SORUNU
Zaman, zaman sağlık sorunlarımızla ilgili cümlecikler kurduğumu anımsıyorum.İnsan sağlığı en önde gelmektedir,Osmanlı İmparatorluğunun unutulmazlarından olan Kanuni Sultan Süleyman,ömrünün sonlarına yaklaştığı günlerde günümüze dek uzanan”HALK İÇİNDE MUTEBER BİR NESNE YOK DEVLET GİBİ,OLMAYA DEVLET  CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ.”tümceleri ile anılır.Bazı sağlıkla ilgilenen kurumlarda bu tümceleri görmem mümkün.Yıllar önce ilimizde bir eczacı  dostum bu sözü yazmamı istemişti.Eczane  faaliyetini durduruncaya dek o yazı asıldığı yerde insanlara seslenmişti adeta.
Ülkemizde, nüfus artışı sonunda insanlar kırsaldan kentlere zorunlu olarak göç etmek zorunda kalmışlardı.Kırsalda yaşam , yani sağlık sorunu biraz zor çözümleniyordu.Kentlere göç olayının nedenlerinden birisi sağlık sorun değildi elbet. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde ki sağlık sorunlarının başında SITMA,TRAHOM,VEREM,FİRENGİ geliyordu. Devlet belirtilen hastalıklarla unutulmaz bir mücadeleye girişti. Hastalıkların başında SITMA geliyordu.Sıtmayı kökünden kurutmak için az mücadele edilmedi.Sağlık görevlileri kırsal alanda ev, ev dolaşarak KİNİN adındaki ilacı dağıtıyordu.O dönemin ekonomik, sosyal, kültürel durumunu göz önüne getirdiğimizde mücadelenin ciddiyetini biraz daha iyi anlama olanağı buluruz.
Kentlerde sağlık sorunlarının çözümünde yardımcı olabilecek DİSPANSERLER kuruldu. Halk bu kuruluşlara yardımcı oldu.Çorum un orta bölümünde VEREMLE SAVAŞ    DİSPANSERİ yıllarca azımsanmayacak ölçüde yardımcı oldu.Bu kuruluşun şimdide görev başında olduğunu,bazı sağlık kontrollerini yataklı sağlık kuruluşlarına yakın bir yerde sürdürdüğünü biliyorum.Bu sağlık kuruluşunun neden kentin ortasından uzaklaştırıldığını bir türlü anlamış değilim.Dernek binası  yıkıldı.Bu yerde şimdiye dek  çok katlı bir yapıt yükseltilebilirdi.
Geçtiğimiz günlerde sağlık sorunlarının başında İLAÇ konusu ele alınarak ilgililere ve yetkililere uyarıda bulunuldu. Bazı ilaçların, sayıları çoğalmasına karşın eczanelerde bulunmadığına geçtiğimiz hafta bendeniz de tanık oldum. İnsan sağlığının bozulmasına neden olarak en çok üzerinde durulan konu sağlıksız beslenme gelmektedir. Zaman,zaman bu sorunlarla ilgili haberlere yerel ve ulusal basın da yer verildiğini görüyoruz.Ama sağlığımızı olumsuz şekilde etkileyen besin maddelerinin satışı nedense SİGARA gibi önlenememektedir?
Ülkemizde tedavisi uzun süren hastalıklarda belli ilaçların belirli zamanlarda alınmazı zorunlu olmaktadır. Benzeri bir tedavi gören yakınım için geçtiğimiz hafta içinde çalmadığımız kapı kalmadı. Eczaneler, bizde bu ilacı bulmanız mümkün değil, tedavinin yapıldığı sağlık kuruluşu yakının da bu ilaçların bulunabileceğini, ilaç depolarında bakın belki onlarda bulunur dendi. Tedavinin başlama saatine, yani  sürdürülen tedavinin başlama saatine öyle yaklaşılmıştı ki uzakta bulunabilecek bu ilacın hastanın tedavisinin yapıldığı ile ,yada hastaneye ulaştırılması olanaksızdı.
Tanıdıkları,tanıdık olmayan insanları ilaç için rahatsız ediyor,sorunu çözmeye çalışıyorduk.Bir telefonlaşma trafiği başlattım.Yöre illerde ki arkadaşlarımı harekete geçirdim.Çorum da ki eczanelerde ve ilaç depolarında adını daha sonra yazacağım ilaç yoktu.Yöre illerde koşuşturma sürerken,Samsun dan olumlu bir haber aldım.Eczanenin adını ve telefon numarasını Samsun da ki yakınıma ulaştırdım.İlacı bulunduran firma sabaha kadar ilacı bekletebilirim aksi halde yardımcı olamam der. Koşuşturmanın hangi koşullarda yapılabildiğini düşünebiliyor musunuz.Koşuşturma ilacın alınması ile son buldu. Kemoterapi alan hasta ikametinden 200 km. uzakta. Bu hastanın ve bu hasta yakınlarının çektiği sıkıntı ve geçirdikleri bunalımı bilmem anlayabildiniz mi?
Ekonominin her şeyin önüne geçtiği dünyamızda BLE0CİN 20 mg ilacın tedavi alınan hastane yakınındaki ilaç depolarında ve eczanelerde bulundurulması devletimiz için bir sorun olmamalıdır. Olağanüstü hallerde hastaların yani insanların yataklı sağlık kurumlarına ulaştırılması için ambulansların önemi kadar, o kurumda hastanın tedavi olabilmesi için de ilaca ihtiyaç vardır sanıyorum. Son zamanlarda ithal ilaçların depo ve eczanelerde bulunamaması sanırım insanlarımızı ve sağlık çalışanlarını olduğu kadar yöneticilerimizi de olduğunca ilgilendirmektedir.
Sağlık Bakanımızın konu ile ilgileneceğine içtenlikle inanıyorum. Sizinle yeni yılın başında böyle bir yazı ile buluşmak istemezdim; ama ne var ki yaşanan olay düşündürücüdür diyor, okurlarımı ve sorunun gidericilerini saygı ile selamlıyorum.

 

 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
EĞER GERÇEK “MİLLET VEKİLİ” OLSALARDI!..
Burada bir “beyin fırtınası” yapalım: Mevcut hâl-vaziyet ile en fazla 50 yılı mücavir, analitik bir “zamanda yolculuk” ve “mekânı muhasebe (ortam muhasebesi), mütalâa, mukayese” turuna çıkalım.
Velev ki, şahsında âlemi İslâm ve cihan Halife’liği mündemiç; Adalet güneşi, emniyet ve huzur iklimi Osmanlı’nın bakiyesi, varisi, hamisi Cumhuriyet’in kurucusu, Gazî, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ‘üye’ sıfatı taşıyanlar (milletvekili denilenler) gerçekten;
İnsan hakları, adalet ahlâkı, parti içi demokrasi, fırsat eşitliği ve hukuk ilkelerine sahip ve saygılı; Dikta, sulta, cunta, sınıf-zümre, menfaat, ticaret şirketi, organize suç örgütü, illegal mafya falan değil; Gerçek bir kitle partisine kayıtlı, aidatlarını muntazam ödeyen, vecibelerini yerine getiren; Mensup olduğu siyaset kurumunun; Eğitim, bilinç geliştirme vs, aktivitelerine düzenle katılan, hakiki ve samimi üyelerin; Namuslu, dürüst, demokrat ve helâl oyları ile aday gösterilip, genel seçimlerde seçmenin şaibesiz ve şerefli onayı ile “Millet Vekili” olsalardı!
ACABA NE OLURDU? BAKALIM:
1, Millet, yasama faaliyetlerinden dolayı, vekâlet şartları dâhilinde vekil ettiğine hesap sorabilir; yetki alanı ve sorumluluğu ile bağdaşmayan fiil ve tasarruflarından dolayı, icabında vekâletten azletme hakkını kullanabilirdi. Şimdi hesap soramamakta ve azledememektedir!..
2, Kürsü masuniyeti dışında, asillerin sahip olmadığı hak, dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyazlara sahip olamaz; Asil’in rıza ve muvafakati hilâfına, milletin sırtından fahiş ücret ve kıyak emeklilik gibi, insanlık, hukuk ve ahlâk dışı gasp ve iktisaplara teşebbüs edemezlerdi…
3, Devlet bütçesi, ithalât ve ihracat denk olur; Cari açık verilmez; Tüm makam, maaş, memuriyet ve ücretler ‘kıdem, ehliyet, liyakat/objektif norm ve standart birliği’ esasına uygun olur; İnsanlık dışı “yüzdeli zam” yerine, insanca ve adil “seyyanen zam” uygulanırdı…
4, “Emek-yoğun, zorunlu altyapı, iktisadi, sanayi ve ticari yatırım, kalkınma, gelişme faaliyetlerinde kullanım” harici dış borç alınmaz; Şaibe, kısır döngü, kayırma, haksız, yolsuz edinim unsuru iç borca asla tevessül edilmez; İşsizlik ve yoksulluk önlenir;, Vergide adalet ve tahsilât sağlanır, çifte vergilendirme şerefsizliğine düşülmez, dolaylı vergilerle halk soyulmaz, fahiş fiyat, ahlâksız ve sınırsız kâr hovardalığına asla ve kesinlikle izin verilmezdi.
5, Bedeli her ne olursa olsun hak-hukuk, huzur, Milli güvenlik ve adaletten asla taviz verilmez; İnsan hakları, eşitlik, akıl-mantık, kamu vicdanı ve kanun hükümlerine aykırı karar, edinim, izin, istisna, müsamaha, af-atıfet tasarruflarıyla, Yüce meclis, cüce meclis durumuna düşürülmez;, Sivil-Asker, bütün kamu ve özel sektör, aleni ve örtülü ödenekler “tam disiplinle sıkı denetlenir” bütün hesaplar hakkıyla ve lâyıkıyla sorularak “devletin namusu” ile tüyü bitmemiş yetimin hakkı korunur; Haksız edinim, yolsuzluk ve fahiş kazanç önlenirdi...          
6, Gazetecilik ve yayıncılık, (medya) asla “genel (basit/sıradan) piyasa tacirliği, sanayi ve kamu müteahhitliği (taahhütçülük) alanı”, siyasi şantaj, baskı aracı, yağdanlık, yalakalık, yardım ve yataklık vasıtası olarak kullanılamaz; Sözde kitle yayıncısı, akredite kartel medyası tertip ve teşekkül ettirilemez; Bir yanda ıstıraptan kıvranan, rencide edilen, acı çeken, sızlayan kamu vicdanı, halka ve hak’a tercüman olmak varken; ‘4.kuvvet’ olarak bu ayıp, derin utanç, yüzkarası, gasp, irtikap, rezillik ve küstahlığa ortak olunamaz ve seyirci kalınamaz;, Bu günkü medya nam sahibinin sesi kemikçiler; Demokrasi, adalet, ahlâk ve hukuku savunmak yerine; Yıkmak, yok etmek, hâtta 1950 öncesi koyu dikta, istibdat ve despotizme davetiye çıkartıp, bölünme ve parçalanmaya çanak tutmak, katkı sağlamak adına ne lâzımsa yapamazlardı...
7, Hükümetler devletin sınırlarına hâkim olur, dağları tutar, dâhilde ABD, Rus, İngiliz, Fransız, İsrail casuslarının fink atmasına, elçi nam “harici bedhahların” devlet işlerine dûhul etmesine izin vermez; Ezeli düşmanların dayatması ile “yeni anayasa” yapmaya kalkışmazdı.
SONUÇTA: Hakiki Millet Vekilleri; Mutlak surette “namuslu, dürüst ve demokrat” olur; Kendilerini hakkaniyet öznesi, eşitlik ilkesi, adalet ahlâkı ve hukuk temelinde “küresel adalet, evrensel barış ve ebed-müddet Türkiye” idealine adarlardı.
 
 
 
 
 

 

 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Erhan TIĞLI
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi
NE OLACAK HALİMİZ - GİDİYOR ELDEN DİLİMİZ
 Yozlaşma, özenti, yabancılaşma, yabancı hayranlığı aldı başını gidiyor. Gitgide benliğimizden uzaklaşıyoruz. Eskiden doğuya dönmüştük, şimdi batıya, Amerika’ya dönük yüzümüz. Bu yüzden bir türlü kendimize dönemiyoruz. Artık başlamıyoruz, start veriyoruz!Hoşça kal, güle güle yerine bay baylaşıyoruz. Çarşıda pazarda adı Türkçe olan yerleri mumla arıyoruz. Satıcılar satış yerlerine yabancı adlar koymazlarsa ikinci sınıf, kalitesiz, adi sanılacağından korkuyorlar. Avrupa’ya, Amerika’ya gidiyoruz ama bir türlü kendimize gelemiyoruz.
Evlerimiz dubleks, tripleks, salon salomanjeli, izoleli, dizaynlı. Yiyeceklerimizi taze kalsınlar diye dipfrizlere koyuyoruz. Yollar bariyerli, starlar badigardlı, gece kulüpleri adisyonlu, şovlu. Kulüpler klap oldu artık, clup’a benzetmek için klüp yazanlar var. Bankalar dekont veriyorlar. Türkçe tu kaka ediliyor, yabancı sözler okeyleniyor.
Kimi yabancı sözcüklerin yanına etmek eylemi getirerek Türkçeleştiriyoruz! Böylece orijinal, marjinal oluyoruz. Başarılı gençler onore ediliyorlar, lafını bilmeyenleri refüze ediyoruz. Dövizler deklare ediliyor, sırlar afişe ediliyor, gençler ajite ediliyor, agresifleşiyor.
Irklar asimile ediliyor, sporcular rekorları egale ediyor, sporumuzda mantalite, kondisyon, performans, motivasyon, defans, ofans, fikstür, deplasman, skor, rövanş, rövaşata gibi sözcükler cirit atıyor. Geçenlerde bir spikoş, “Takımımız faynıl fora gidiyor” diye bar bar bağırıyordu. Önce ne dediğini kavrayamadım, sonra kafama dank etti. Meğerse takımımız ilk dörde giriyormuş.
Ne kadar yabancı sözcük kullanırsak o kadar uygarlaşacağımızı, globalleşeceğimizi , başımızın göğe ereceğini sanıyoruz, boyumuz bir karış büyüyecek diye seviniyoruz.
Gözümüz aydın! Batıl-ılaşıyoruz! Dilde Avrupa Birliği’ne çoktan girdik ama niye arabamızı dağdan aşıralım derken düz yolda şaşırıyoruz?
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mesut ARTAR
Mesut ARTAR Hayat Hikayesi
ÖLSÜN KÜÇÜK ESNAF
Ölsün arkadaş Bakkallar, Manavlar, Balıkçılar, Kasaplar, Kahvehaneciler velhasıl ne kadar küçük esnaf varsa adını hatırlamadığım hepsi ölsün arkadaş. Neyine gerek yaşaması onların, gitsin çocuklarının nafakasını nerede ararlarsa arasınlar. Ekmek paralarını nereden bulurlarsa bulsunlar.
Ya bir zenginin yanına yamak olsun, ya bir atölyede asgari ücrete tabii, ya da camii önlerinde dilensinler. Nasıl olsa çocuklarına kitapları bedavaya geliyor, sağlık giderleri desen Devlet tarafından ödeniyor, Belediye’ler de nasıl olsa yardım merkezleri haline geldi, kömürünü, yiyeceğini veriyor.
 Neden çalıştırsın bu adamlar dükkânlarını her şey bedava zaten.
Nereden çıktı bu yazı diyenlere şunu demek istiyorum: küçük çapta bir dükkân açmak isteyen Şu odaya, bu odaya, sağlık raporu, İşyeri ruhsatı, ustalık belgesi derken 750 -2.000 lira gibi bir rakamın daha dükkân kapısı açılmadan harcanıyor. Dükkânı açtı diyelim içeriye yapacağı masraf, Bağ-Kur, kira, raf vs derken düşündüm ki bu adamın dükkân açması için orta çaplı bir arabasını satması gerekecek.
Kısacası daha para kazanmayı bırak, mekânda satılacak malları dükkâna koymadan adam yarı beline kadar batmış durumda olacak. O yüzden diyorum ya işte ÖLSÜN KÜÇÜK ESNAF. Yaşamasının ne anlamı var.
2011 senesinde 11 ayda sadece bakkal olan küçük esnaflardan 92 dükkân kapanmıştır. Acaba neden? Yabancı bandıralı ya da tek bir cebe hizmet eden marketler ülkemizi örümcek ağı gibi sardı üç beş yılda. Sizlerde üç kuruş ucuz diye indirim günlerinde kapılarında kuyruklar oluşturdunuz. Üç kuruş ucuz ürünü almak için girdiğiniz marketten ihtiyacınız olmayan şeyleri de aldınız, hatta pahalı olan bir ürünü de gelmişken alayım dediniz. Alışverişiniz daha masraflı hale geldi farkına bile varmadınız. Kredi kartından geç hemen, sanki devlet ödeyecek, gerçi neredeyse yapmadıkları bir o kaldı. Her şeyimizi birilerine ödettirmeye alıştırılmadık mı biz, ödeseler de mutlu oluruz değil mi?
Üç kuruş ucuz diye market kapılarını aşındırırken bakkal amca iflas etti, üç kuruş ucuz diye kıyılmış kıymayı marketten aldık kasap amca iflas etti. Bunun gibi çok örnek verirdim ama köşem yetmeyecek, bundan korkuyorum.
Varsayalım ki küçük esnafımızda ürünler on kuruş pahalı olsun, değmez mi bakkal amcanın köşe başında yanan ışığını görmeye. Sahibinin adını bilmediğim, yüzünü görmediğim kim bilir kimin olan alışveriş merkezleri yerine küçük esnafımızı kalkındırsak olmuyor mu? Bu kısaca döner sermaye, yardımlaşma değil mi?
Paramızın nereye gittiğini bilmeyen toplum olduk artık farkında değil misiniz?
Bundan böyle tavsiyem şu: Bir alışverişinizde arada ki fark en fazla iki ya da üç lira olacaktır, bu farkı da ödeyin okurlar. Kendi halkımızın, komşumuzun hatta kendimizin ayakta kalması için tek izlenecek yol bu yol ve biran önce yıllardır lafla kalan marketler yasasının çıkmasıdır.
Eğer bu dediğimi değil de şuan yapılanı yapmaya devam ederseniz, ölsün kasap amca, ölsün yufkacı teyze, ölsün çerezci amca topyekûn kapatsınlar dükkânlarını.
Allah yardımcıları olsun
 
 
 
 

 

 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Suhubi Ulvi CIRUL
Suhubi Ulvi CIRIL Hayat Hikayesi
CAMDAKİ GÜNEŞ
Çocukluğumuzda okuduğumuz bir hikâye vardı, hikâyenin adı  “Altın pencereli ev” idi. Hikâyede, bir çocuk her sabah uyandığında uzaklardaki tepenin üzerinde bir evde, altın gibi parlayan evin camlarını altın zannederek imrenerek bakar, “ah şu tepeleri aşsam da karşımda duran bu eve ulaşıp o altınlara sahip olsam” diye düşünürmüş.
Gerçekte parlayan, altın değil camdır. Cam ise; evin tepede olması nedeniyle, güneş doğar doğmaz ilk önce tepeleri aydınlattığı için camdan yansıyan altın görüntüsü, güneşin yansımasıdır. Çocuğun gördüğü parıltı altın değil, güneşin yansımasıdır.
Parlayan cam da olsa, altın da olsa, insan gibi aslı topraktır. Parlayan, Yüce Rabbimizin gücü ile ışık veren güneşin ışıklarıdır. Fakat cam veya altının ışığı yansıtması içinde gelen o ışığı yansıtacak özellikte cevherin olması lazımdır, parlayan cisimde yansıtacak cevher yoksa ne ışık görünür, ne de yansıma.
Parlayan cam da olsa, altın da olsa aslı topraktır demiştik ya, peki toprak nasıl oluyor da ışığı yansıtıyor? Yüce Rabbimiz kâinatı yaratırken o kadar mükemmel yaratmıştır ki hayatta gerekli olan her şey akıl sahiplerinin araştırması ile bulunup, ustasının elinde şekillenmektedir. Bir diğer maharet de; hangi cevheri en iyi nerede bulup, en iyi nerede değerlendireceğini iyi bilmektir.
Güneş ışığının değdiği her cisim ışığı yansıtır mı? Kesinlikle hayır. Öyle cisimler vardır ki bırakın ışığı yansıtmayı, ışığı yutarlar bile. Nice yüksek tepeler üstünde nice görkemli şatolar vardır ki; içlerindeki vahşet ve kötülüklerin dışa yansıması ile insan bakmaya korkar.
Bizi bakmaya imrendiren cam veya bakmaya korkutan şatonun ikisinin de aslı toprak olmasına rağmen, cazibeli veya korkutucu olan içlerindeki iyi veya kötü ruhlardır.
İnsanları da bu evlere benzetecek olursak, kimi insan cam gibi şeffaf, ayna gibi parlaktır. İçi dışı birdir, Yüce Rabbimizin verdiği nurun yansıması ile apaydınlıktır. Onu gören Yüce Yaratanı hatırlar, insan bakmaya doyamaz, her zaman onunla olmak ister, insana huzur verir.
Kimi insan vardır altın gibi kıymetlidir, ömrünü iyiliklere adamıştır, her yerde aranılan, faydalanılan, hayırlı işlerin hayırlı adamıdır.
Kimi insan vardır bina yapımında kullanılan tuğla gibi gereklidir, toplumun mozaik taşları gibi toplumu birlik beraberlik içinde tutan. Varlıkları, yok olunca belli olan toplumun temel taşlarıdır.
Kimi insan vardır çiçek bahçesindeki çiçekler gibidir, bu dünyaya doğup, büyüyüp vakti gelince tekrar toprak olmak gibi. Rast gelinirse faydalı olup, rast gelinmezse zararsız bir şekilde göçüp gitmek üzere yaratılmış.        
Kimi insan vardır desteklerle duran evler gibi, sürekli başkalarının yardımıyla hayatlarını sürdüren.
Kimi insan vardır içi canavar dolu şatolar gibi, kalplerinin katılığı, vicdanlarının canavarlığı yüzlerinden okunan. Bırakın onlarla arkadaşlık yapmayı, insan, yüzlerine bakmaya iğrenir.
Hikâyemize konu olan çocuk, evlerinden, tepedeki gördüğü evle beraber güneşi de görebilseydi, işin gerçek oluş nedenini görecek, düşünceleri hakikat yolunda gelişecek, yansımalarla değil, gerçeklerle ilgilenecekti. Nihayeti o bir çocuktur, belki o kadarını düşünemeyebilir.
Bizler de yaşantımızın büyük bölümünü yansımalarla ilgilenerek geçirdiğimiz için gerçekleri göremiyor, aradan zaman geçince yıllarımızın oyalanmalarla geçtiğini görüyoruz.
Gerçekleri bilerek, gerçekleri görerek, gerçekleri yaşayarak bir ömür yaşamak dileklerimle…
 
 
 
 
 

 

  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
CILBIR
MALZEMESİ: 3-4 porsiyon için,
400 gram kuru soğan,
250 gram koyun kıyması,
3 yumurta,
50 gram tereyağı,
2 domates,
2 adet sivri biber,isteğe göre kırmızı pul biber,tuz.
4 su bardağı su.
Soğanlar kabuklarından soyulur ve doğranarak bir tencereye konulur.
50 gram tereyağı yada margarin soğanların üzerine konarak tencere ateşe konulur.
Yağ eriyip,soğanlar biraz ölünce üzerine kıyma konularak istenildiği kadar tuz ilave edilir.
Soğanlar ölünceye kadar önceden yıkanan domates ve biber doğranır.
Kıymalar haşlanınca doğranmış olan domates ve biberi tencereye konularak üzerine yumurtalar kırılır üzerine istenildiği kadar pul biber konulur.
Kıymalar haşlanınca doğranmış olan domates ve biberi tencereye konularak üzerine yumurtalar kırılır üzerine istenildiği kadar pul biber konulur.
Bu karışım güzelce ateşte karıştırılır. Karıştırılan bu yemeğin üzerine 4 su bardağı soğuk su ilave edilir,tuzu istediğiniz kadar ayarlanır.
Kısık ateşte çılbır yarım saat kadar pişirildikten sonra sıcak olarak servis yapılır.

 
 
 
 

 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Hıfzı ÖZBEKMEZ
Hıfzı ÖZBEKMEZ Hayat Hikayesi
BİLSEN OLMAZ MI
Bir gonca gülsün gönül bağımda
Gelipte sinemde açsan olmaz mı
Aşk şarabı sundum bak ellerimde
Alıp kana kana içsen olmaz mı
 
Seni düşünmekten yoruluyorum
Artık rüyalarda sarılıyorum
Kadere feleğe darılıyorum
Halim perişandır bilsen olmaz mı
 
Sevdayın narına yandım ha yandım
Her zaman benimsin buna inandım
Latifim ortada kimsesiz kaldım
Gelip kollarınla sarsan olmaz mı
 
24 KASIM 2003 PAZARTESİ SAAT: 08:00

 

 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ahmet CANBABA
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi
GÖZ  GÖRE   GÖRE
Hak yolu deyip de uçkur
Çözülmez göz göre gör
Tanrı aşkına kadın kız
Üzülmez  göz, göre göre
 
Hata kimde ne demeli
Herkes suçunu bilmeli
Uçacak evin temeli
Kazılmaz göz göre  göre
 
Tahrik etme sağı solu
Nedir işin çıkar yolu
Hakaretler dolu, dolu
Yazılmaz göz, göre  göre
 
Yönetirler cambaz gibi
Çalarlar düzenbaz gibi
Bunca vatandaş kaz gibi
Yolunmaz göz, göre göre
 
Ateşten gömlek giyerek
Allahuekber diyerek
Bilerek ve bilmeyerek
Ölünmez göz, göre göre
 
Düşün yobazın kastı ne
Çıkar Atanın büstüne
Kırsınlar diye üstüne
Salınmaz göz, göre  göre.
 
Demokrasi almış yara
Ufkumuz görünmez kara
Gizli ödenekten para
Çalınmaz göz ,göre  göre.
 
Söyleyim gelmişken yeri
Göster kim sözünün eri
Bizden akılsızdan geri
Kalınmaz  göz, göre göre
 
Neler kime serbest yasak
Derler bir arayıp bulsak
Kanunlarla verilmiş hak
Alınmaz göz, göre  göre

 

 
 
 
 
 11

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Necati ÇAVDAR
Necati ÇAVDAR Hayat Hikayesi
OĞLUM KIZIM
Sevgim, baharım, hazım,
Coşkum, sevincim, nazım,
Şehla bakışlı kuzum ..
Bahtın hep açık olsun
Kalbin, gönlün  nur dolsun ..
 
Geline yakışır ak
Damat olup kına yak
Yansın hep kutlu ocak
Rabbim oğul - kız versin
Başın hep göğe ersin
 
Yoldaşın, sırdaşın olsun
Eşin, gardaşın olsun
Allah yardımcın olsun
Yardım et, bahtiyar kal
Doğru davran, dürüst kal
 
Çok çalış, iyi yetiş
Son olsun iyi bitiş
Hayra varsın her iş
Helal ye, bereket bul
İsterim gururum ol
 
Başın  Sema’ya  ersin
Can İbrahim’i bulsun
Ruhun Tuğba’ ya varsın
 
Sema’da Tuğba’yı bul
Halil’e er huzur  dol
 25.9.1995       ANKARA

 

 
 
 
 

 

 12

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Muhsin AKTAŞ
Muhsin AKTAŞ Hayat Hikayesi
BEKLE SEVDİĞİM
İşte geliyorum yar sana doğru
Açta kollarını bekle sevdiğim
Gittiğim yollarda barınmaz eğri
Açta güllerini bekle sevdiğim
 
Mesafeler uzar hayal öpünce
Kâinat donuyor gönül sapınca
Güneş kararıyor eller kopunca
Açta ellerini bekle sevdiğim
 
Gün ağarmaz olur yâr olmayınca
İçim hep boş olur sen dolmayınca
Saatler yürümez ses gelmeyince
Açta yollarını bekle sevdiğim
 
Yunusun sırtında hayal görürüm
Köpüğün üstünde sana yürürüm
Temmuz ortasında karlar kürürüm
Açta dallarını bekle sevdiğim
 
Mizabi diyor ki bu sevda vurdu
İçimde acılar panayır kurdu
Ayaklarım gelip kapında durdu
Açta tüllerini bekle sevdiğim
18.08.2008

 YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

168  SAYI 25  Şubat 2013 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!