|
YIL
10 SAYI 119 25 Ocak 2009 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL YENİ BİR YIL DAHA
-
Mahmut Selim GÜRSEL ÇÖPLÜK
-
Atilla ALPAY GAZETECİLER BAYRAMI MÜNASEBETİYLE GAZETECİLER
-
Kerim MANDIRALIOĞLU BELEDİYE BAŞKANLARI NASIL OLMALI
-
Üzeyir Lokman ÇAYCI ÖÇ (TİYATRO)
-
İsa KAYACAN TÜRKÇEMİZİN GÜNAHI NE
-
Sakin KARAKAŞ OSMANCIK SANAYİ SİTESİ NEREDE
-
Mustafa Nevruz SINACI KAMU HİZMETİNİN KILCAL
DAMARLARI:BELEDİYELER ŞEHREMİNİ VE ‘3Ç’ TEORİSİ
-
Selma GÜRSEL RULO YAŞ PASTA
-
Hıfzı ÖZBEKMEZ ANLATSANA
-
Muhsin AKTAŞ
YAR AKILAN DÜŞÜNCE
-
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
YENİ BİR YIL DAHA
-
Hani Nasrettin Hocaya sormuşlar: Hocam
Eski aylara ne oluyor? Demişler. Muhterem de eski ayları kırpıp yıldız
yapıyorlar demiş. Acaba eski yılları da kırpıp ay mı yapıyorlar?
-
İşin şakasını bir yana koyarsak;
Müslümanlıkla ilgisi olmaya bir kutlamaya yeniden ereceğiz. Yeni Yıl.
Hepimizin bildiği gibi yeni yıl Hıristiyanlık dininin bir kutlanan
bayramıdır. Miladi takvimlerde bu günü yılın ilk günü olarak kabul
etmiş ve bizim de Miladi takvimi kabul etmemizle birlikte yılbaşının
birinci günü olarak yeni bir yılın başlangıcına girdiğimizi
bilmekteyiz.
-
Bu bizlere bir yaş daha
ihtiyarladığımızı ve bir yılı daha geride bıraktığımızı gösteren bir
olgudur. Hepimiz yeni yılda dana güzel ve müreffeh bir hayatın
geleceğini umarak ayların su gibi gitmesin sadece bakar ve
ihtiyarladığımızın farkına bile varamayız.
-
Bizler Müslümanlar olarak bu
kutlamalara katılıp katılmamamız kendi vereceğimiz hür düşüncemizle
ilgili bir olgu olduğundan, herkesinde artık belli bir bilgi birikimi
içinde yoğrulduğu zaman diliminde yaşadığımızdan sizlere şunu yapın,
bunu yapmayın gibisinden ahkâm kesecek değilim.
-
Yeni yıla girerken sonraki gelen yılda
neler yapacağımızı planlamamız gerektiğini, geride kalan yıllarda da
ne gibi eksikliklerimizin olduğunu düşünmemizin gerekliliğini
söylemekle kalıp; Yeni yılınızın kalbinize göre olmasını diler yeni
yılınızı candan kutlarım.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
ÇÖPLÜK
- Çorum’un en eski alış veriş
mekânı.
- Burası; Çorum’un en eski
bir arastası. Bu arastanın da; bazı kısımları ve bazı bina ve
dükkânlarının deforme olduğu doğrudur. Biz insanlar yaşadığımız
mekânları değiştirmeyi severiz. Bu değişilmeye uğraşı mekânların ana
yapılarını da deforme olduğunu söylemek safdillilik olduğu malumdur.
- Çöplük
tanımı için Osmanlıca harflerle basılmış olan “Çorum Tarihi” isimli
çalışmada: “Çorum Kal‛asının Romalılar zamanındaki eserleri saat
kulesi civarında evler altında kalmış bir temelin şimalinden cenuba
doğru indiğine göre, şimdiki çarşının (Çöplük) bulunduğu yerde olması
lazımdır. Zaten de Danişmentlilerin zabt ettiği Çorum Kal‛asının
şimdikinden daha vâsi‛ olduğu içindeki askerlerin çokluğu ile
anlaşılır.
- İşte Nastor bu kal‛ada uzun
müdded Dânışmend Ahmed Gaziye karşı durdu. Mir‛atü’l-tevarih << ba‛de
Nikonya ki Çorum’dur. Muhasara ve zahmetle zabt etti ve asker-i İslâm
gana’im ve esir ile na’il oldu (1)>>
- Çöplük diye halkımızın
bildiği çarşının; Çorum’un en eski yerleşim yerlerinden olan “Nikonya”
nın zamanında da bulunmuş olma ihtimali büyüktür.
- Çorum bu tarihlerde
kalesinin tanımı şu alanlar içinde olduğu zannedilmektedir. Çorum
Tarihi ismili eserde:
- “Nikonya
Tekfurunun sarayının bulunduğu yer, bu gün halen Albayrak ilköğretim
okulu olarak bilinen bulunduğu yerde idi.
- Alaybey
sokağının güzergâhından kale suru şimdiki Ulu Cami meydanına kadar
inmekte. Ulu Camiinin bulunduğu yerde büyük kilise bulunmakta, buradan
Ulu cami Altından geçen camii kebir 3. sokak dan Taşhan caddesi
istikametinden, Emniyet sokaktan devam eden sur, şimdiki kaleyi de bir
burç olarak düşünürsek oradan Kulaksız sokağı, Albayrak sokak olarak
sınırlandırabiliriz.
- Burası çok
büyük bir alan olarak gözükse de haritada burasının üçgen şeklinde bir
alan olduğu gözükmektedir.
- Bu
sınırların içerisinde halen bulunan ve kilise diye bilinen yerin
“havra” olma ihtimali büyüktür. Burasın Nikonya’dan sonra yapılmış
olması ihtimalinin olması gerekmektedir.
- Çorum’un
Türkler tarafından kuşatılması sırasında kuşatma 40 gün sürmüştür. Bu
gün Devlet Hastanesi sırtlarlı ve Bahçelievler bölümü Türk
çadırlarının bulunduğu kuşatma alanı olarak bulunmaktadır. Kuşatmanın
sonlanması ise Çorum’da gece çok büyük bir deprem olmuş taş üzerinde
taş kalmamış ve peşinden yağan müthiş bir yağmurdan sonra Çimento
fabrikası ve şimdiki Nadık deresi tarafından gelen muazzam sel ve
molozlarla Nikonya ortadan kalkmıştır. Sağ kalan Nikonyalılar bu
olayın Allah’ın Türklere verdiği bir mükafat, kendilerine verilen biz
ceza olarak görmeleri sonunda tamamı Müslüman olmuş ve Türk
boylarından Çorumlu oymağının burada kalması ve Karakeçili Aşiretinin
de yerleşmesi ile Çorum yeniden kurulmuş oldu.
-
Konumuza
başlık olan Çöplük yukarıda bahsi geçen deprem ve selden sonra oluşan
mezbelelikten sonra “Çöplük” ismini almış olması gerekir. Elde bulunan
molozlarla şimdi bulana kalenin yapılmış olmasının delili olarak
kalede kullanılan her türlü moloz taşının dıştan halen gözükmesi
olarak görebiliriz.
-
Çöplük o
zamanın tarihini yansıtan bir arkeolojik sit alanı olması gereklidir.
Aynı şekilde o zamanlardan kalan Hıdırlık caminin altında bulunan yer
altı mezarlarının da söylentileri bu konularla uğraşanlar tarafından
anlatılmaktadır.
-
Çöplük
Çarşısı için pek çok kişinin kalmaması için bizzat benim tarafımdan ve
imzaları karşılığı yaptığım anket halen sitemde yayınlanmaktadır.
http://copluk.buadresim.com
burada
ÇÖPLÜ ÇARŞISI YIKILSIN
(KALKSIN) DİYEN lerin adı soyadı ve ÇÖPLÜ
ÇARŞISI YIKILMASIN (KALKMASIN) DİYEN lerin adları ve
soyadları ile anketi ile de tespit edilmiştir.
-
Burada
isimleri yazılı olan ve ankete katılan zatlarla bizzat bire bir kendim
konuştum ve sorduğum soruya kalksın veya kalkmasın cevabını
yazmalarını adlarını soyadlarını ve imzalarını atmalarını istedim.
Daha sonra sanal olarak katılanlara da belirli süre verdim ve
katılanlardan TC kimlik nosunu verenleri buraya e-postaları ile
kattım.
-
Bence
Çöplük yani Çöplü Arastası kalkarsa Çorum büyük bir kültür erozyonuna
uğrayarak betonlaşan bir alan ile yeraltına alınmış bir çarşı ile
modernleşme tantanası ile birkaç kişinin cebinin olmasından başka bir
işe yaramaz.
-
Kaybeden
Çorum ve Çorumlular olur.
- (1) Nazmi Tuğrul Çorum Tarihi <<
Çorum’un Fet’hi ve Melik Danişmend>> ser levhasıyla başlayan kitabın
mâ-ba‛dını tamalamış oluyor.
- Türk azmi “ Denmektedir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
GAZETECİLER BAYRAMI MÜNASEBETİYLE GAZETECİLER
Bulunduğu
işyerinde hemen her şeyden sorumlu olanı ve toplumumuzun en altta
kalanı da ne yazık ki gazetecilerdir.
Genellikle mesai saatleri ve ne yiyip ne içtikleri ; ne zaman yatıp
uyudukları ve tatilleri hatta bayramları bile belli değildir.
Saat kulesi ile vilayet önündeki
haber üretim yerlerine ve bir de önündeki bilgisayarın uzaydaki
internet şebekelerine bağlı olan beyinlerinin telleri kopuncaya kadar
çalışan bu meslek gurubunu ne yazık ki kimse anlamamış ve kıymetini
de bilememiştir.
Gazeteci evine sabaha karşı mahalle bekçileriyle birlikte gider.
Mesaisi altı saatlik uykusundan
kalktığı anda başlamıştır. Bazen önündeki klavyenin simit
susamlarından çalışmadığı da olur. Hele ona birde şekerli çay
dökülürse kopan küçük kıyamettir.
Yemek saatinde her an birisi bir
yerde bir basın toplantısı mutlaka yapacak; iyi resim almak için
girdiği kalabalıklarda birkaç cop da sırtına mutlaka yiyecek veya
kim vurduya gidecektir.Telefonlar birbiri peşine çaldığı zamanlarda
tablasında sigarası ve bardağındaki çayı da hep yarım kalmaktadır.
Eni boyu birkaç km.lik bu şehirde bir
avuç insan daimi olarak hemen iki günde bir bu gazetelerin
sayfalarını işgal eder ; O bilgisayarını kapatmaksızın o haberden
bu habere ; bir toplantıdan diğerine koşar . Hızlı not tutmaktan
bilekleri ağrır, ayakkabısının tabanının yarılması kimsenin umurunda
değildir. Ve yine bu her gün bir şey söyleyen insanların en güzel
resimleri çekilir, onlar için kağıtlar harcanır, matbaaların
silindirleri döner, ağızlarından
çıkanlar haber lisanına çevrilir, satırlara dizilir, sayfalara
dökülür ve bu söz sahipleri bu suretle itibarlarına itibar katar; bu
şehirde büyük ve önemli insanlar olur, saygı görür; tanınır ve
bilinirler, böylece insanlarda memlekette olup biteni öğrenirler Amma
Oysa bunları yapan emek sahiplerini pek kimse tanımaz, bilmez hatta
sevmez...Ülkede iletişimli fakülteler orada profesörler filan olsa
da gazeteci Çorumda doğru dürüst bir iş veya meslek
sahibi olmayan ,hatta evlenecek kız verilmeyen adam demektir.
Herkesin pijamalarını giyerek akşam
yemeklerini yiyip, ellerinde çay bardaklarıyla televizyonlarının
karşısına geçtikleri saatlerde onun işi esas şimdi başlamakta ve
yirmiye yakın sayfa bağlanıp matbaaya gönderilmek zorundadır. Yoksa
demoklesin kılıcı gibi bir
yasa başlarının üstlerinde bir ecel gibi daima sallanır:
"Üç gün hele bir çıkma resmi ilanını
keserim, sende hapı yutarsın "diyen bu ilgili mevzuat da
kaybedilecekler ; hep dokuz sıfırlı rakamlar olacağı ve o da kağıtçı
ile matbaacıya gideceği için hiç duraklama veya aksama
affedilmemektedir.
O günde en az on altı saat çalışır.
Hele kışın akşam saatlerinde otobüs durağında beklerken tonlarca egzoz
gazı yutar ve önünden homurtularla geçen cipleri ve otomobilleri
sayar .Ama kimse onun mesaisinin yeni başladığının farkında
değildir.Hatta onun orada
olduğunun da...
Sonra bu her gün sayfaları işgal
edenlerin yüzde doksan beşi bu gazeteleri almaz, abone olmaz hatta
kendi resmi veya haberi yoksa bile okumazlar. Onun için bu şehrin
nüfusu on yılda elli bin artmışken gazeteler hala 1500 adet bile
basılamamaktadır. Basılsa dahi para verip alan bir elin parmakları
kadar bile yoktur.
O bazen bekler, telefonla yapılacak
bir teşekkürü,not tutması için bir küçük ajandayı, bir buket çiçeği
veya bir tükenmez kalemi, veya bir çam sakızı armağanı…Ama nafile,
herkes sineğin yağını hesaplamaktadır. Öyle bir tepsi baklava ile
gazete idarehanelerine akşam sürprizi yapacak ve cennete gidecek
insan sayısı ise trilyonda bir bile değildir. Hatta böyle bir
hareket dahi ütopyanın ve halüsinasyon görmenin ta kendisidir.
O günde yüz bardak demli çay ve
Yeşilaycı Attila efendinin inadına iki paket sigara içer. Günlük
radyasyon miktarını sekiz-on saat almazsa rahat uyuyamaz. Öyle
yirmi yılda emekli olan gazeteci tipi ancak İstanbul plazalarının
veya bilmem ne gurubunun dergi
editörleri ile ayağı uçaktan yere değmeyen parlamento veya hükümet
muhabirlerinin hakkıdır.Emekli olacağı gün genellikle onbeş-yirmi
yıl açığı çıkacak ve onu cebinden ödeyecek hatta emekli olduğunu
bile göremiyecektir. Sarı basın kartı en büyük hayalidir. Onunla
bütün kapılar açılacak ,uçaklara indirimli binecektir. İtibar görecek
belki silah ruhsatı alacak , memlekette nadirattan sayılacaktır. Ama
ona ulaşmak çoğunlukla kaf dağının ardında Nuh'un gemisini aramak
kadar zordur.Onun için gazetenin verdiği ve genellikle de kendisi
tarafından bilgisayarda hazırlanan ve sarıya boyanan bir tanıtım
kartını arka cebinde taşımakla teselli bulacaktır.
Onun için seçim zamanları iyi
zamanlardır. Meydana çıkan pehlivan adayları kesenin ağzını açıp
yemekli kahvaltılı-mevlidli toplantılar yapacak ve O belki bir an
için yarım ekmek içine ayakta kafa kellesi tükrük köftesi yerine
belki sıcak bir çorba içebilecektir.
Artık karanlık odada film yapmasa ve arşivlerde toz yutmasa da
önündeki canavar monitörden çıkan radyasyon sayesinde bazen aniden
bir frankeştayn olması veya hastalanması da her zaman ihtimal
dahilindedir.
O gazetesinin muhabiri, yazarı,
fotoğrafçısı, dizgicisi, çaycısı, dağıtıcısı, reklamcısı, hatta
ilancısı bazen de paspasçısı hatta her şeyidir.
Bu kadar acıklı cümleyi buraya
sıralayarak konuyu izam ettiğimizi –abarttığımızı- düşünenler
olabilir.
Hani geçen gün çalışan gazeteciler
bayramıydı ya. Sanki çalışmayan gazeteci varmış gibi. Bir yerlerde
birileri kendi kendine bayram kutlamaları yapıyor ve demeçler
veriyordu ya .
Soruyoruz , gazeteci öldüğü gün mü
bayram edecektir.
Bütün cefakar meslektaşlarıma-sigarayı
az içmeleri hatta bırakmaları dileklerimle/ selam olsun...
Gazeteciler gününüz kutlu olsun…
Saygılarımızla... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Kerim MARDIRALIOĞLU |
Kerim MANDIRALIOĞLU Hayat Hikayesi |
-
BELEDİYE BAŞKANLARI NASIL OLMALI?
-
Bir ili, bir ilçeyi yönetecek idareci,
beden ve hafıza bakımından güçlü, zeki, bilgiyi ve öğrenmeyi seven,
zihni açık, dürüst, ahlakî zaaflar taşımayan, azimli, cesur ve kararlı
olmalıdır. Her işte olduğu gibi özellikle yöneticilikte de liyakat
olmazsa olmazlardandır. Başkan adayı olanın her alanda bilgi birikim
sahibi olması elbette zordur. Ama orkestrayı yönetecek liderliğe sahip
olması şarttır. İyi bir liderin kalitesini de kendisiyle beraber
etrafındakiler belirler. Bundan dolayı etrafındaki kişiler iyi
seçilmiş olmalıdır.
-
Şehir emanet edilen kişi, görev yapmak istediği şehri çok iyi tanıdığı
gibi, diğer şehirlerdeki gelişmeleri de takip etmeli, her zaman
yeniliklere açık olmalıdır. Yönetici, vizyon ve misyon sahibi olmalı,
çok çok önemli olan tecrübesini bunlarla bütünleştirmelidir. Ortak
akılla plan, proje, iş üretmelidir. Yanlışları tenkit etmekle, iş
yapmak; haksızlıkları konuşmakla adaleti uygulamak ayrı ayrı
şeylerdir. Zulmü, herkes tenkit eder, ama adaleti herkes uygulayamaz.
Emri altındakilere adaleti uygulayamayanlar üsttekilerden nasıl adalet
bekleme hakkına sahip olur? Hz.Ebubekir: “Benim yanımda hakkını
alıncaya kadar zayıf güçlü, yediği hakkı ödeyinceye kadar güçlü
zayıftır” demişti değil mi? Yönetici, kendisini kimseye hesap
vermeyecek, eleştirilmeyecek şahıs olarak görmemelidir. Hiç kimse
masum değildir. Hz. Ebubekir’in halifeliğe geliş şeklini ballandıra
ballandıra anlatıp da, karşısındaki insanlara ağız açtırmayan
yetkililere ne demeli? O büyük hailfe: “Doğru, güzel hareket edersem
bana yardımcı olun, yoldan sapar yanlış yaparsam beni düzeltin’
diyordu.
-
Farklı görüşlere hoşgörüsüz yaklaşan
yönetici, halk tarafından kınanacak ve desteksiz bırakılacaktır.
Hiçbir kimse de bulunmaz Hint kumaşı değildir. Mezarlıklar, yerlerinin
doldurulamayacağına inanan insanlarla doludur değil mi? Dünya menfaati
üzerine dönen siyasetin, bir canavar olduğundan hareketle ahiretteki
hesabı düşünerek hizmet etmek en büyük ideal olmalıdır. Behlül
Dana’nın hac görevini yaparken ağlaşan insanları İbrahim Ethem’e
göstererek şöyle dediği anlatılır: Ey halife! Bu insanlar kendi
günahlarının hesabını verip veremeyeceklerini bilmedikleri için
ağlaşıyorlar. Sen ise hem kendi hesabını hem de onların hesabını
vereceksin. Buna hazırlıklı ol!’ Bir politikacı gelecek seçimi, bir
devlet adamı ise gelecek kuşağı düşünürmüş. Her yönetici iyi bir halk
adamı olduğu gibi iyi bir devlet adamı özelliği de taşımalıdır. Halkın
geleceğini, kendi geleceğinin önüne geçiren şahsiyetli yöneticiler
kaybetseler de kazananlardan olacaktır. Ayrıca halkının durumu
kötüleşmiş olmasına rağmen yönetimini sıkıntısız devam ettirebilmiş
lider bulabilmek çok zordur.
-
Yönetme talebinde bulunanların çok olması
kalitenin yakalanması açısından faydalı olabilir. Sayının fazla
olmasında makam ve dünyalık hırsının ağır bastığını da söylemek
mümkündür. Ayrıca favori bir aday adayının olmaması da bunda
etkilidir. Neden ne olursa olsun ancak bir kişi o koltuğa oturacaktır.
Eğer bu bir hizmet yarışıysa herkesin öne geçme mücadelesini
hakkaniyet içinde yapıp, sonuç ne olursa olsun birbirleriyle
kucaklaşması gerekir.
-
Erdem ve fazilet çatışmada değil, saygı ve
yardımlaşmadadır. Olayları günlük değerlendirip, heyecanla kararlar
almak kişilerin ve şehirlerin geleceğinin kararmasına sebep olabilir.
Ayrıca gerçek kazançlının kaybeden olamayacağını hangi inanan garanti
edebilir? Halka baş olmak ağır iştir. Genellikle baş olanın, sevinci
az, kaygısı çok; öveni az, söveni çok olurmuş. Ben o genelin içinde
olmayacaklardanım mı diyorsunuz?
-
Hadi yolunuz açık olsun…
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
|
-
ÖÇ (TİYATRO)
-
- «Işıklar evlerimize girince karanlıklar
gider…»
- Üzeyir Lokman ÇAYCI
- Kişiler :
- Bekir Efendi : İşçi emeklisi (70
yaşında)
- Necmi : Bekir Efendi’nin oğlu (29
yaşında)
- Profesör Kemal : Bekir Efendi’nin erkek
kardeşi (60 yaşında)
- Polis memuru
-
Bekir
Efendi 40 yıl Almanya’da çalıştıktan sonra Türkiye’ye döner. Hayatını
kendisine beşiklik yapan Bor ilçesinde geçirmeye karar verir. Oldukça
yorgundur. Türkiye’de bulunduklara süre içerisinde gerek hanımı
Cavidan’la ve gerekse tek oğlu Necmi’yle hiç ilgilenmemiştir. Onun
ilgi alanında sadece para vardır…
-
Necmi ise
annesi öldükten sonra uzun süre Türkiye’de yalnız ve başıboş
kalmıştır. İçkiden başka dayanağı yoktur.
-
- BİRİNCİ PERDE
-
(Gün yavaş
yavaş ağarmaktadır… Radyo açıktır. Bekir Efendi’nin dış kapıdan
girdiği görülür. Elindeki ekmeği masanın üzerine bıraktıktan sonra,
Necmi’nin yattığı divanın üstünü düzeltir. Yerdeki şişeleri ve
eşyaları toplar, diğer kapıdan çıkar. Tekrar gelerek ekmeği alır.
Mutfakta kahvaltı yapmakta olduğu anlaşılır.)
-
İki kapı,
dolap ve pencerelerden oluşan bir oda… Sağ ve sol duvarların
bitişiğinde iki divanla, solda divan yanında üzerinde ilaçlar bulunan
bir sehpa ve ortada ise etrafında sandalyeler bulunan bir masa…
Masanın üzerinde ise Necmi’nin çerçeveli çocukluk fotoğrafı, resimli
mecmualar, eski bir şamdan üzerinde mum, kitaplar ve radyo
bulunmaktadır. Duvarda bir ayna, sağdaki divanın yanında da, yerde
yatık bulunan boş içki şişeleri göze çarpmaktadır.
-
Radyodan
«haber saati” isimli programdan konuşmalar duyulur :
-
« Sevgili
dinleyiciler, işte bir kaç başlıkla huzurlarınızdayız. Yine zam
haberleriyle sarsılacaksınız… Yarından itibaren ejderhalar gibi
pahalılık üzerimize geliyor ! Trafik kazalarında rekor kırdık! Yollar
otobüslerle dolup taşıyor. Nehir ve tren taşımacılığımız adeta yok
gibi! Yurdumuzun dört köşesinde korsanlar ha bire arabalarımızı
yakıyorlar! Şer gönüllüleri ve caniler artık korkmuyorlar! Eğitimde,
ahlâkta ve inançta seviye düştü! Meydanlara çıkanlar bilir bilmez,
dinden, imandan, ilaçtan, vatan kurtarmaktan bahsediyorlar! Yani
anlayacağınız, herkes imam, doktor, siyasetçi oldu! Aile yapımız ise
ha bire parçalanıyor… Şehirlerimiz ilgisizliğin kurbanı! Sigara ve
içki tüketiminin artması bizi korkutuyor! Ajanlar ülkemizde at
koşturuyorlar! Önemli kademelerdeki insanlarımız kaza süsü verilerek
birer birer öldürülüyorlar. »
-
Bekir
Efendi : (Radyo haberlerini dinlemektedir) Ne günlere kaldık?
-
(Radyoyu
kapatır, sandalyeye oturarak Necmi’nin fotoğrafını eline alır) Bir
daha geri gelmeyecek güzelliklerden kaçışımdan bahsediyor sanki?
Kendisini unuttuğumdan, ihmal ettiğimden bahsediyor gibi... Unutmanın
kaybetmek olduğunu bana hatırlatmak istiyor!
-
(Elindeki
çerçeve ile ayağa kalkar) Gecelerin sihirli boşluğunda kendimi
kaybettiğim anları, ya da karşılarında hiç ses çıkaramadığım
haksızlıkları eğer şimdi görüntüleselerdi acizliğim ve zavallılığım
açığa çıkacaktı…
-
(Ayaktayken, eğilerek masa üzerindeki bir mecmuanın sayfalarını
karıştırır) İkiniz de haklısınız ey kelebek ve boşluğa tekme atarken
dudakları uçuklayan eşek!
-
(Öne doğru
gelir) İnişli ve çıkışlı yollarda, gençliğimin gücünü kullanarak
vefasızlık ettiğim insanlarla ben nasıl yüzleşeceğim?
-
(Başını
yukarı kaldırarak) Menfaat kulluğu, çıkar çobanlığı ve öfke tüccarlığı
yapmanın nelere mal olduğunu şimdi gayet iyi biliyorum.
-
(Ellerine
bakar) Sanki boşa akıttığım suların içerisinde boğuluyorum.
-
(Pencerelerden dışarı bakar) Kalplerini kırdığım insanlar beni yanlız
bırakarak öçlerini alıyorlar!
-
(Duvardaki
aynaya bakarak, ağzını açar, dişleri görünür) Daha önceden maskemi
çıkarsaydım, insanlar acımasız yüreğimle, dengesiz duygularımla ve
kontrolsüz arzularımla beni görmüş olsalardı bugün için bir tek dostum
kalmayacaktı…
-
(Ortadaki
masaya yaklaşır ve bir sandalyeye oturur. Dirseğini masaya koyarak
eline başını dayar) Bir de kendi kendimi aldatıyorum… Sanki şimdi
etrafım dosttan geçilmiyormuş gibi ulu orta konuşuyorum!
Çevremdekilerin adil olamadıklarını söylesem belki biraz inandırıcı
olabilir… Bana rehber olan yanlışlıkların, suçların ve günahların
sahibiyim. Düşünce fakirliğini zenginlik olarak algılayanlar arasında
yaşamanın ne demek olduğunu dahi bilmiyorum.
-
(Sabit bir
noktaya bakarak) Zamanında öğretmenlerim keşke bana utanmayı
öğretselerdi? Hırslarımı taşımak için 40 katır yetmez… Ne yaptığıma,
neyi yapamadığıma bakan mı var sanki? Patronu olduğum toprakların
çırağı olma gibi bir yöne itildiğimi görür gibi oluyorum. Ne hale
düştüm, ne hallere düşürüldüm?
-
(Tekrar
ayağa kalkar… İçerden küçük bir tabak içinde iki parçaya bölünmüş bir
elma getirir. Yarısını yer…) Sevgili oğlum ben sana hayatında bu
şekilde bir ikramda bulunamadım. Bak… elmanın yarısını da senin için
bırakıyorum… (Eline oğlunun fotoğrafını alır… Gözleri yaşararak…)
Necmi oğlum… Necmi! Konuşsana benimle… Bir defa olsun bana “baba” de.
-
(O sırada
dış kapı açılır. İçeriye elinde içki şişesiyle, sarhoş bir şekilde
Necmi girer… Odanın ortasındaki masaya yaklaşır. Bir sandalyeye
oturur. Şişeyi ağzına dayayarak içkisinden içer. Bekir Efendi soldaki
divana yaklaşır… Üstündeki yorganı açar. Oturur. İki elinin arasına
başını alarak oğlunu izler.)
-
Bekir
Efendi : Yanılgılar upuzun… Kavramlar paramparça… Çevremizde insan
avı var… Sinsice ve aptalca!
-
(Ayağa
kalkar) Sen ve ben bu güne kadar annenin yokluğunun farkına vardık mı?
Ya da senin benim varlığımdan ne hissettiğini ben bilmiyorum… Yarın da
aynı şeyleri yaşayacağız ! İhtiyaç duyulduğu zaman, faydası olmayacak
bir gelecekten bahsediyorum. Biliyorum bugün de benimle
konuşmayacaksın ! Ama aslında kendi halin sana benden daha çok şey
anlatıyor.
-
Ben
Almanya’da inşaatlarda usta olarak çalıştığım sıralarda duvarları
şekillendirmekten zevk alırdım. Harçlara hayallerimi karıştırırdım o
zamanlar…Ama ne yazık ki, yuvamı dilediğim gibi şekillendirmek
aklımdan geçmezdi… Bu sebeple bugünkü hayatı bu şekilde yaşıyorum.
Kendi ellerimle yüreğimden kopardığım bir varlık olarak susmakta ve
bana «baba» dememekle haklısın! Seni bende ve beni sende tüketenler
utansın… Önce kendim için, sonra da senin için söyleyeceğim bir söz
var... Bu da : «Unutmak kaybetmektir! » sözü...
-
(Necmi’nin
fotoğrafı elindedir) Kısa süreli mutluluklar uçucudur. Çoğu zaman da
insanlara zararlı olurlar. Görüyorsun ki ben yaşlandım. Yakındaki
hasret, uzaklardaki hasretten daha sarsıcı… Acıları sırtımda
taşıyamıyorum. Kolay mı bir şeyler olmak?
-
(Sessizlik…
Ayağa kalkar. Pencerelere yaklaşır.) Bak yine gece çöktü dışarıda.
Korkunç gölgeler geziyor sokaklarda. Sanki Bağdat’ı görüyorum,
kıpkırmızı bir kan denizinin ortasında. (Necmi’ye dönerek) Bakışların
soğuk… Ellerin titriyor senin…
-
(Necmi’nin
gözleri irileşir… Ayağa kalkar ve Işığı söndürür. Perde kapanır)
-
- İKİNCİ PERDE
-
(Gün yavaş
yavaş ağarmaktadır … Radyo açıktır. Dış kapıdan giren Bekir Efendi
elindeki ekmeği masanın üzerine bıraktıktan sonra, Necmi’nin yattığı
divanın üstünü düzeltir. Yerdeki şişeleri toplar, diğer kapıdan çıkar.
Tekrar gelerek ekmeği alır. Mutfakta kahvaltı yapmakta olduğu
anlaşılır.)
-
“Haber
saati” konuşmaları radyodan duyulur :
-
“Sevgili
dinleyicilerimiz sizlere şimdi aldığımız bir haberi ulaştıracağız…Gıda
dağıtım işinden denizcilik sektörüne geçen Orak, Safra adlı kuru yük
gemisiyle taşımacılık yapacak… Yani kaşla göz arasında 40 yıl gurbette
çalışmadan, Orak, kısa sürede koskoca bir geminin sahibi oldu. 95.7
metre uzunluğundaki geminin piyasa değerinin ikinci elde 5 milyon
dolar olduğu belirtiliyor. Geminin kapasitesinin 200 TIR’ın taşıdığı
yük değerinde olduğu da her yerde allandıra ballandıra anlatılıyor...
Bugünkü iktidarla ilgili haberler bununla da sınırlı değil… Yüzsüzlük
bulaşıcı bir hastalık gibi birinden diğerine geçiyor… Osuman Küpe’nin
oğlunun da gemi işletmeciliğine merak sardığı iddia edildi. Küpe’nin
oğulları Mimat Hilad, Simail Küpe ve Yalha Küpe’nin ortak oldukları
Buz İnşaat adına 9 trilyonluk teşvik temin edilerek, Çin’den gemi
aldıkları haberleri soğuk rüzgâr gibi ortalıklarda dolaşıyor.
-
Ayrıca
Osuman Küpe’nin oğullarının 600 evi olduğu iddiası ise piyasaya bomba
gibi düştü! Gözler diğer oğullarına çevrildi.
-
Kepekkatan’ın oğlunun ardından Yüzali Şimşek’in oğlunun gemi alması
siyasi kulislerin gündemine oturdu. Yüzali Şimşek’in 24 yaşındaki oğlu
Serkan Şimşek kız kardeşi ile 10 milyar lira sermayeli şirketi adına
720 milyar liraya Mo-Mo gemisi satın aldı. Bunlar bu halleriyle
kendilerini kalkındırmaya çalışıyorlar. Gemilerini kurtaran kaptanlar
denmez mi bunlara?
-
Sevgili
seyircilerimiz burada bu gibi iktidar faaliyetlerini anlatmaya ne
gücümüz yeter, ne de vaktimiz? Bu sebeple sizi bu konuları bizzat
takip etmeye çağırıyoruz... Biliyorsunuz, hiçbir zaman felaketler
sırıtarak gelmezler. Bu kafalardan kendi çocuklarınız için en ufacık
bir ilgi bekliyorsanız havanızı alırsınız. Bunlara oylarınızı
verdiğiniz için, sizlere onlar adına ne kadar teşekkür etsek az... Hiç
olmazsa bundan sonra da bu zavallıların devlet imkanlarıyla diğer
ihtiyaçlarını karşılamalarına da vasıta olacaksınız. İyi ki varsınız.
Sizin kıymetinizi bilmeyenler taş olsunlar!
-
Bekir
Efendi : (Radyo haberlerini dinlemektedir) Ağzına sağlık! Ne kadar
güzel konuştun! Bir de benim gibi 40 yıl gurbette şuursuz çalışanlara
çocuklarının yalnız ve kimsesiz bırakılmalarına, yüreklerinden
duygularının sökülüp atılmalarına sebep olan çıkarcılardan, hainlerden
de bahset! Biliyorum pusudaki kafalar av peşinde! Din maskesi altında
yetkilerini sıçrama tahtası gibi kullananlar var. Zayıf noktalar daima
sırıtıcı oluyorlar... Cahillikler acizliklerin örtüsü... Bu cılız
örtüler çekildikçe çirkinlikler açığa çıkıyor ve etkinlikler çöküyor!
-
Bekir
Efendi : (Radyoyu kapatır, oturur, oğlunun resmini eline alır) Bizi
Almanya’da da burada da yok farz ettiler. Bizim oralarda ağa gibi
yaşadığımızı düşünenler var! Onlara göre sanki para süpürdük!
Yürürken... gezerken... yatarken ceplerimiz marklarla doluyormuş gibi
algılandık! Seni böyle yorumlayanlar karşısında göz göre göre
unutuldun... Sonra da kayboldun! (Derin derin iç çeker) Bir gün
olsun... bir kez olsun sen orada ne bok yiyorsun diyen olmadı... Onlar
için lâf üretmek iş yapmaktan daha kolay!
-
Vay Necmi’m
vay! Daha çooook resminle avunacağım. Hiç olmazsa sen yokken dilediğim
gibi konuşuyorum. Kim bilir şu an benim paralarımla hangi kahvehanenin
köşesindesin? Önünde rakı... dut yemiş bülbül gibi hiç sesini
çıkarmadan buraya geleceğin, yani zıbaracağın vakti gözlüyorsun. Sen
orada kalabalık içinde yalnızsın... Ben burada kendi içimde
yalnızım... Ahhh farkına varamadığın bir tek şey var?
-
(Sessizlik,
müzik, ayağa kalkar. Duvardaki aynaya doğru yaklaşır...)
-
Bekir
Efendi : (Aynaya bakarak kendi görüntüsüyle konuşur) Ahhh... farkına
varamadığın bir tek şey var... dedim ya? Bu da hayatın kısalığı...
-
Ömür geçip
gidiyor... Dün tuttuğunu koparıyordun... Bugün oğluna sözünü
geçiremiyorsun! 70 yıllık koca herif! Hıyar oğlu hıyar!
-
(Oda
kapısından çıkar, sonra bir kitapla içeriye girer... Masaya doğru
yaklaşır ve sandalyeye oturur. Kitaptan bir sayfa açar, yüksek sesle
okur)
-
- Zamanın ikinci yüzü karanlık
- Önümüze çıkan bir çok şeyler var...
- Fark etmediğimiz...
- Yanından geçip gittiğimiz gerçekler
gibi!
- Düşmanı bol...
- Zengini aptal
- Fakiri çaresiz
- Okumuşu gayesiz
- Bir toplum...
- Böyle giderse
- Yaşının götürdüğü yerden
- Bir daha
- Geri gelemez Halil Usta...
-
(O sırada
dış kapı açılır. İçeriye elindeki içki şişesiyle, sarhoş bir şekilde
Necmi girer… Odanın ortasındaki masaya yaklaşır. Bir sandalyeye
oturur. İçkisinden içer. Bekir Efendi soldaki divana yaklaşır…
Üstündeki yorganı açar. Oturur. İki elinin arasına başını alarak
oğlunu izler.)
-
(Necmi de
babasına doğru başını çevirir… Göz göze gelirler. Perde kapanır.)
-
-
- ÜÇÜNCÜ PERDE
-
(Gün yavaş
yavaş ağarmaktadır… Radyo açıktır. Dış kapıdan giren Bekir Efendi
elindeki ekmeği masanın üzerine bıraktıktan sonra, Necmi’nin yattığı
divanın üstünü düzeltir. Yerdeki şişeleri toplar, diğer kapıdan çıkar.
Tekrar gelerek ekmeği alır. Mutfakta kahvaltı yapmakta olduğu
anlaşılır.)
-
İki kapı,
dolap ve pencerelerden oluşan bir oda… Sağ ve sol duvarların
bitişiğinde iki divanla, solda divan yanında üzerinde ilaçlar bulunan
bir sehpa ve ortada ise etrafında sandalyeler bulunan bir masa…
Duvarda « Ayıyı nereye götürürseniz götürün kendisini ormanda sanır!»
yazısı bulunan bir tablo asılıdır. Masanın üzerinde ise Necmi’nin
çerçeveli çocukluk fotografı, resimli mecmualar, eski bir şamdan
üzerinde mum, kitaplar ve radyo bulunmaktadır. Duvarda bir ayna,
sağdaki divanın yanında da, yerde yatık bulunan boş içki şişeleri göze
çarpmaktadır.
-
Radyodan
«haber saati” isimli program konuşmaları duyulur :
-
« Sevgili
dinleyiciler, işte bir kaç konuyla tekrar huzurlarınızdayız. Uzun bir
yolun çıkış noktasındasınız! Ayaklarınızı ne kadar uzağa atarsanız
atın oradan hasret çıkıyor... Çeviremeyecekleri dümenlerin başlarına
geçenler, perakende yalanlarla acılarınıza ıslık çalıyorlar. Onlar
kötülük yaparak rahatlıyorlar... Bizleri tüyleri yolunacak tavuk gibi
görenler var! Kemerlerinizi bağlamayı unutmayın... Çünkü sizi
güvenliksiz bir geçitten geçirmeye zorluyorlar. İftiraların
önlerindeki kargaşalıklardan, mahkemelere intikal ettirilen dayanaksız
dosyalardan, ceza şekline dönüştürülen suçlamalardan medet umanlarla
karşı karşıyasınız... Yüzlerinden nefret yağan ahmaklar, tecavüze
uğramış aynalardan, zurnaların ucundaki sineklerden, türban adı
altında rahibeleştirilen kadınlardan, kâtil kamyonlardan hiç söz
etmiyorlar.
-
Telefonlarınızın hukuksuz bir şekilde dinlenebileceğine dair
kuşkularınıza hak verenler çok! Halleriyle dini yalanlayanlar her an
size de çamur atabilirler… Cilalı siyaset devrinde siz de mağdurlar
listesinde yer alabilirsiniz ! Biliyorsunuz kablumbağalar çiftetelli
oynamasını bilmezler! Onlar başarısızlığın dokunulmazlığı ve
zayıflığın gücüyle, masumları kovalama ekibi gibidirler. Yaşadığınız
şehirde size ait neyiniz kaldı? Şimdi ulu orta yapılan bir kötülüğün
kırk yamasından bahsediyor herkes ! Yıpratılmamış bir tek şey gösterin
bana… Sanki onlar sizden öç alıyorlar. Siyasi tercihlerini sizden yana
yapmayanların bulundukları yerlerde kalma ihtimallerinin ortadan
kalktığı da gözlenmektedir ! Başkalarının bastonlarıyla yürüyenler
uzaklara asla gidemezler… »
-
(Kapının
zili çalar. Bekir Efendi kapıyı açar. Kardeşi Profesör Kemal elinde
bir valizle içeriye girer. Kucaklaşırlar. Valizi, karşı duvarın dibine
konulur.)
-
Bekir
Efendi : (Radyoyu kapatır) Hoş geldin kardeşim. Yıllarca birbirimizi
göremedik... Saçların da benimkiler gibi bembeyaz olmuş! Nasılsın, iyi
misin? Emekli oldun mu?
-
(Profesör
Kemal çeketini çıkarır. Her ikisi birden ortadaki masanın kenarındaki
sandalyeleri çekerek otururlar.)
-
Profesör
Kemal : Evet ağabey, hemen hemen on yıl oldu birbirimizi görmeyeli.
Seni ve bende izleri olan çevremi oldukça özledim. Hepimiz
birbirimizden uzaklarda yaşamaya zorlandık… Anlayacağın hasret, gurbet
derken yılları tükettik!
-
Bekir
Efendi : Olumsuzluklar içerisine itildik… Birileri de dayanma
gücümüzü alıp gittiler.
-
Profesör
Kemal : Necmi nerede ?
-
Bekir
Efendi : O bir kahvehane köşesinde günlerini hiç ediyor... Her gün
tirit gibi sarhoş geliyor eve… Beni sevmiyor. Benimle konuşmuyor.
Adeta benden öç alıyor. Yani ektiklerimi biçiyorum ben!
-
Profesör
Kemal : Demek alkol bağımlısı oldu...
-
Bekir
Efendi : Hem kendini kontrol edemiyor, hem de çevresini tanımıyor.
Yani o küçük Necmi’nin yerinde başka bir kişi var!
-
Profesör
Kemal : Hiç kimse kendisini sorgulamıyor. Dayanaksız ithamlar,
kuşku üreten ön yargılar, gerçekleri gizleyen örtülerle karşı
karşıyasız. Bu sebeplerle senin gücünün yetmediği yerlerde
sorumlulara, destekçilere veya devlet otoritesine de rastlayamıyoruz.
Geçen gün televizyonda konuşmasını dinledim devam eden Fener yolsuzluk
davasıyla ilgili olarak : “Falan ülkede, falan dernek yöneticileri
suiistimal yapmış. Bunun sorumlusu da sizsiniz diyorlar. Bana ne ya.
Bana ne. bir derneğin yöneticileri yanlış yapmışlarsa,
yargılanmışlarsa, buna ne?” dedi.
-
Bekir
Efendi : Tarihe, tarihi değerlere hakkını vermek seviyeli bir bakışla
mümkündür. Vatanseverleri ve Atatürk gibi değerleri suçlayanlardan ben
inançla ilgili, insani tavır beklemiyorum. Onlar kendi çocuklarını ve
yakınlarını kurtarma mücadelesi veriyorlar. Yolsuzluluklarla çevrili
yüksek duvarlar ardında saltanat süren bu kişilere bizim halimiz
bedduaya çevrilerek yansıyacak! Yani ben sorumluluk mevkilerinde
bulunan bu kişilerin geleceklerini de iyi görmüyorum.
-
Profesör
Kemal : Otobüsle Bor’a gelirken yanımda oturan bir şahsın bana
anlattıkları da Deniz Feneri davasındaki suçlamalardan hiç geride
kalacak şekilde değildi. Kendisi Paris’te çalışıyormuş. Onuncu
Paris’in Strasbourg Saint Denis bölgesinde bulunan Milli Görüş’e ait
64 Numara diye anılan caminin bu gün yerinde yeller esiyormuş. 6 – 7
yıl öncesine kadar cami alacağız vaatleriyle 9 milyon Frank’a yakın
para toplandığı söyleniyormuş. Para fabrikası gibi çalışan bu yerde,
kitapçılıktan, lokantacılığa... Bakkallıktan kasaplığa kadar bir çok
iş yeri de faaliyet gösteriyormuş... Cami alınmadığına göre toplanan
paraların nereye gittiğini vatandaşlar birbirlerine soruyorlarmış!
-
Otobüste
benim önümdeki koltukta oturan bir vatandaşımız da : «Ülkemizin
dışındaki vatandaşlarımızın karşılaştıklarından bahsediyorsunuz... Biz
de burnumuzun dibinde bize yansıyan olumsuzluklardan rahatsızız! Adeta
denetlenmesi gerekenlerin dokunulmazlıkları var! Denetleme yapması
gerekenlerin de bir şekilde etkisiz hale getirildiklerini görüyoruz.
Birbirlerinin adamları olanlar ister huzur evlerinde olsun, ister bir
başka hizmet alanlarında olsun tecavüzlerin, yolsuzlukların ve
baskıların görmezlikten gelinmesini sağlıyorlar! Olan üçüncü şahıslara
yani mağdurlara oluyor. Bu gibi yerlerde hukuk işletilmiyor... Yarın
bu tür kanunsuzluklara kaynaklık yapmış olan kişilerin belediye
başkanlıklarına getirilmelerine veya milletvekili adayı olmalarına da
hiç şaşırmayın » dedi.
-
Ankara’ya
indiğimde kömür kullanılarak havası kirletilmiş bir başşehirle
karşılaştım.
- Gelirken bir baktım, ilçemizdeki Özden
Çayını kurutmuşlar. Dereye yığınlar halinde betonlar dökülmüş.
Hatıralarımızın kaynağı bu dereyi kurutmadan önce ne yapıp ne edip
sularla besleyemezler miydi? Dünyanın hiç bir yerinde ırmaklar,
nehirler ve kanallar kapatılamaz... Onlar gelelecek için toplumların
güven alanlarıdır. Yarın, bir gün ihtiyaç duyulduğu anda çevreden
gelen sel sularını taşıyacak bu ırmağı kapatanlar, çevrenin sel
sularıyla harap olmasına sebep oldukları anlarda lanetle
anılmayacaklar mı? Yarınları niçin düşünmüyorlar?
- Her zaman tekrarladığım bir sözüm var :
İnsanlar kendilerinden uzaklaştıkça kötülüklere yaklaşırlar.
-
(Kapının
zili çalar. Her ikisi birden ayağa kalkarlar.)
-
Bekir
Efendi : Necmi bu saatte gelmezdi? Hem o anahtarıyla açardı kapıyı...
Hayırdır inşallah!
-
Bekir
Efendi kapıyı açar... Profesör Kemal de merak içerisinde onun
yanındadır.
- (Bir polis memuruyla karşılaşırlar.)
-
Polis :
Oğlunuz Necmi’ye bir kamyon çarptı... Olay yerinde can verdi.
Araştırmalarımıza göre amcasının Amerika’dan geldiğini görenler ona
söylemişler… O da buraya gelirken koskoca kamyonu fark etmemiş.
Cenazesi morga kaldırıldı. Başınız sağ olsun!
-
(Her ikisi
de giyinerek dışarı çıkmak üzeredir.)
-
Bekir
Efendi : Oğlum... Biricik yavrum... Seni de kaybettim... Bizi bu
hallere düşürenleri ALLAH’a haval ediyorum. Ben yitirdim, ne olur siz
sevdiklerinizi kaybetmeyin?
-
Profesör
Kemal : (Ceketini sandalyenin üzerinden alır) Biricik yeğenim beni
göremeden hayatını kaybettin… Ben de sen çok özlemiştim. (Hüzünlü bir
müzikle her ikisi de ağlayarak dışarı çıkarlar. Perde kapanır.)
- Bor, 13.12.2008
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
-
TÜRKÇEMİZİN GÜNAHI NE?
-
Dilimizin
anlatım için var olduğu, anlaşma için yaratıldığı biliniyor. Doğru
yazmak, Doğru konuşmak, doğru anlaşmak için çaba göstermek hepimizin
görevi.
- Merkezi Ankara’da bulunan, günlük
yayınlanan “Belde” Gazetesinde, Semiha Korkmaz ve Fatma Betül Kaya’nın
hazırladığı sütunlarda, 26,27 Aralık 2008 tarihlerinde görüntü olarak
yayınlanan “Komikler” sütunlarına geçen duyurular vardı. Bunların
içinde elle yazılanlar olduğu gibi, bilgisayar çıktılı olanlar da
yeralıyordu.
-
Bunlar
sırasıyla;
- 1- Satılık karalüferli daire..Tel:
- 2- Tembel avrat reyonu (Bir marketten)
- 3- Misir uni gelmiştur,
- 4- Osman Gazi Ünivestesinde ürüleci
servisinde Ameliyata gitti. Yunus Çini sahibi Eskişehir.
- 5- Muazzez Abacı, TSM sanatçısı. TRT–1,
31.12.2008 yılın son günü. Saat: 20.40, Yılbaşı eğlence programı: “TRT
çalışan personellerine teşekkür ederim” diye mikrofondan, ekrandan
sesleniyor.
-
-“TRT’de
çalışan personele teşekkür ederim” denmesi daha doğru değil mi?.
- Bunların sayısı giderek artırılabilir.
Artırmak mümkün. Siz şöyle Anadolu ya bir uzanın nelerle
karşılaşırsınız, nelerle. Bu yanlışların sahipleri, fazla eğitim
görmemiş olabilirler… Hiç değilse, çevrelerindeki, yakınlarındaki
güvendikleri kişilerden yardım talep etseler olmaz mı acaba?.
-
- TÜRK DİL KURUMU DUYARLI
-
Türk Dil
Kurumu, dilimiz konusundaki yanlışlıklar için, yabancı hayranlığının
zirveye ulaşmasının getirdiği sıkıntılar konusunda duyarlı. Bu
kurumumuzun başkanı Prof. Dr. Sayın Şükrü Haluk Akalın yaptığı
açıklamalarla, verdiği konferanslarla, sempozyumlardaki
bildirileriyle, dilimizin üzerine titriyor. Sayın Akalın’dan aldığım
25.12.2008 tarih ve 2713 sayılı yazıyı aşağıya alıyorum efendim:
-
Prof. Dr.
Sayın İsa Kayacan;
-
Belde
Gazetesinde 20 Aralık 2008 günü yayımlanan “Türkçe yaz, Türkçe oku”
başlıklı yazınızı da diğer yazılarınız gibi ilgiyle okudum.
-
Türk Dil
Kurumu, bilimsel çalışma ve araştırmalarının yanında yazınızda da
belirttiğiniz gibi Türkçenin kullanıldığı alanlarda yaşanan
yabancılaşmanın kaynaklandığı yasal düzenlemelerin yapılmasına kadar
geçecek zaman içerisinde; belediyeler, sivil toplum kuruluşları,
eğitim kurumları ve basın yayın kuruluşları ile iş birliği içerisinde
çeşitli etkinlikler yürütmektedir. Kurumun benimsediği ilke
çerçevesinde de tüm çalışmalarımız, Genel Ağ üzerinden kullanıcıların
eleştiri ve önerilerine açık bir şekilde yürütülmektedir ve sizin gibi
değerli bilim insanı ve yazarlarımızın Kuruma gösterdikleri ilgi bizi
yüreklendirmektedir. Yazınızda şahsım ve Kurumuma yönelttiğiniz
övgüler için teşekkür eder tüm değerlendirmelerinizin bizler için ufuk
açıcı olduğunu, çalışmalarımızı daha iyiye götürmemizde bize güç
verdiğini belirtmek isterim.
-
Sayın
Kayacan, yazınızda verdiğiniz örnek ile sizin de dikkat çektiğiniz
gibi Türkçenin doğru ve düzgün kullanımına yönelik duyarlılığın
toplumun tüm kesimlerince paylaşılması gerekmektedir. Böyle bir
duyarlılığın oluşması ve yerleşmesinde özellikle basın yayın
kuruluşlarının, yazar ve şairlerimizin çok önemli bir sorumluluğu
olduğu inancı ile bu yönde yazmış olduğunuz yazılarınız için çok
teşekkür eder, saygılarımı sunarım (Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Türk
Dil Kurumu Başkanı-Ankara)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
- OSMANCIK SANAYİ SİTESİ
NEREDE?
-
Osmancık
sanayi sitesinin kuruluş fikri 1970’li yılların başlarında
ortaya atıldı. Konu ile ilgili olarak örgütlenme sorunu
yaşayan sanayi esnafı sonunda site arsasının yer tespiti ile
avundu. 1980’li yılların ortalarında temeli atılan sanayi
sitesinin inşaatı yaklaşık 18 yıl devam etti. Sabrın sonu
selamettir atasözüne uygun mudur bilemem ama 18 yıl sonra
sanayi esnafının sitesine kavuşması biraz düşündürücü olsa
gerek.
-
Bu arada
nüfusu ikiye katlanan ve ekonomik açıdan gelişen Osmancık’ta
sanayi sitesi ihtiyacının 18 yıl sonra giderilebilmiş olması
derin sıkıntılara yol açtı. 2000’li yılların başlarında ise
tamamlanan sanayi sitesine esnafın taşınması istendi. Kentin
içerisinde yıllarca perişan halde hizmet üretmeye çalışan
sanayi esnafı sonunda modern dükkânlarına kavuştu.
- Sorunların sona ereceği ve ticari
pastanın büyüyeceği hayali ile modern olduğu tartışılan yeni
dükkânlarına taşınan sanayi esnafı büyük bir hayal kırıklığı
ile karşı karşıya kaldı. Henüz alt yapısı tamamlanmamış olan
bölgede sıkıntılar günbegün büyümeye başladı.
-
Dükkânların
önemli bir kısmının kısa bir süre sonra çökmeye başladı. Açık
alan aydınlatmalarının yeterince gerçekleştirilmemiş olması,
bölgeye ulaşım sorununun çözülememiş olması, giriş çıkış
bölgelerinin netleştirilmemesi, açıklamalı yön tabelalarının
oluşturulamamış olması, reklâm ve tanıtım zafiyeti, esnafın
bölgeyi bilinçsizce kullanması sonucunda hurda ve artık
malzeme ile oluşan görüntü kirliliği kısa zamanda sanayi
sitesini yaşlı bir konuma getirdi.
-
Pastanın
büyüyeceği umudu ile bölgeye taşınan esnafın kendini
yenileyemedi. Bilgisayarlı bakım, onarım, hizmet ve üretim
anlayışının geliştirilememesi, geleneksel usullerle işi
götürmeyen çalışan esnafın gelişen teknolojiye ayak
uydurmaması, bölgede birkaç banka ATM cihazının açılmaması
gibi sorunlara siteyi amatörce yönetme sorunu da eklenince
Osmancık sanayi sitesi Osmancık insanı ve esnafı için umut
olmaktan çıkmaya başladı. İşte bütün bu bilgiler ışığında
özellikle gece saatlerinde Samsun İstanbul D-100 karayolunda
seyreden araçların Osmancık sanayi sitesinin girişini ve
yerini kestirememesi sonucunda doğal olarak insan aklına
Osmancık sanayi sitesi nerede sorusu geliyor. Bu sorunun
cevabı sağlıklı olarak verildiğinde ve söz konusu sorunların
önemli bir kısmı çözümlendiğinde müjdelemek isterim ki “Sanayi
Sitesi” Osmancık için umut olacaktır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- KAMU HİZMETİNİN KILCAL DAMARLARI:BELEDİYELER ŞEHREMİNİ
VE ‘3Ç’ TEORİSİ HAKKINDADIR
-
İktisadi hayatın can damarı perakendecilik,
halka hizmetin ulaşma-başlangıç noktası ise belediyeciliktir. Vücuda hayat
veren kılcal damarlar misali bu iki unsur, hayatı yaşanabilir kılan
sacayağının ana öğeleridir. Bu üçgeni tamamlayan üçüncü ayak üretimdir.
-
Tabiat ana da (eko-sistem) üç unsur üzerine
kuruludur. Varlığını, eskilerin ‘anasır-ı erbaa’ dedikleri toprak, hava ve su
üçleminde sürdürür.
-
Üretim ve tüketimi destekleyen, örgütleyen ve
hayatiyet kazandıran, motive eden en önemli faktör ise belediye
teşkilâtlarıdır. Devlet, genellikle yurttaşla belediyeler vasıtasıyla buluşur.
Bu nedenle belediyeler, devlet teşkilâtının can damarını teşkil eden hayati
önemi haiz kurum ve kuruluşlardır.
-
Halk genellikle bunun farkında bile değildir.
-
Ama ‘farkında-bilincinde’ olmak zorundadır.
-
Zira kundaktan kabire kadar, insan dahi, bütün
yaşam formları üzerinde belediyeler etkin bir unsur olarak fonksiyonunu
sürdürür. Kısaca realize edecek olursak: Toplumsal yapının her katmanında, her
derece ve düzeyinde belediye vardır. Sağlık, mutluluk, ucuzluk-pahalılık,
temizlik-güzellik, güvenlik ve güncel hayatın huzurla devamı bile
belediyelerle ilgilidir. Bu nedenle belediye çok önemlidir.
-
Önce belediye başkanı olmak üzere, bu
teşkilatta görev alacak bütün kişilerde hakeza.
- Nitekim 29 Mart 2009 günü tekrar sandık başına gidilecek ve bu hayati
organların ana unsuru yeni yöneticiler seçilecektir. Gerçekte bu milletvekili
seçmekten çok daha önemli, onurlu ve sorumlu bir iştir.
-
Hani eskilerin ‘şehir emini’ diyerek; Yerleşim
yerinin en temiz ve mütemayiz insanını seçtikleri alan budur. Zira oraya
sadece ve yalnızca namuslu-dürüst, onurlu-sorumlu, adaletli ve hakikatli
insanoğulları lâyıktır.
-
Hayatlarında zerre kadar şaibe, insanlık,
hukuk, hakkaniyet ve ahlak dışı temlik ve tasarruf bulunan kimseler, belediye
kapılarına (hâşa) köpek kavliyle dahi bağlanamaz. Köy ve mahalle muhtarından,
belediye başkanı ve meclis üyelerine kadar o makamlar bütünüyle;
Namuslu-dürüst, onurlu-sorumlu, “Vatanı ve milletini öz’ünden çok seven”
bencillikle malul olmayan ve kişisel ikbal peşinde koşmayan “adaletli ve
faziletli” bilge kişilerin yeridir.
- ASLA BİR YANLIŞLIK YAPMAMAK GEREK!...
-
Aşağıda görüleceği üzere belediye hizmetleri
zaten olabildiğince kurumlaşmış, özleşmiş, yerleşmiş ve sadece namuslu-dürüst
bir yöneticiyi gerektirir aşamaya varmıştır. Asli görevi ve varlık nedeni
itibarıyla halka dürüst, kaliteli ve ucuz hizmet sunmakla yetkili ve görevli
bu kuruluşlar; Yerine ve durumuna göre hırsızlık, yolsuzluk, suiistimal ve
sahteciliğin de uç noktaları olabilmekte ve çok kötü niyetlerle “halkı
soymak-sömürmek için” pekalâ kullanılabilmektedir. Günümüzde yaygın örnekte
budur. İşte bu nedenle “seçici” sıfatıyla, hem aday olana ve hem de aday
gösterene çok dikkat etmek zorundayız. Belediyelerin teşkilat ve görevlerine
dair 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı yasa, belediyeleri idari ve mali
özerkliğe sahip kamu tüzel kişiliğe dönüştürmüş ve çok açık bir ifade ile
resmen olmasa da fiilen halka mâletmiş bulunmaktadır.
-
Eğer 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi
Kanununu bir yana bırakıp münhasıran, 5393 sayılı Belediye Kanununu esas
alırsak, belediyelerin temel görevlerinin; B.şehir Belediye Kanununda
özellikle düzenlenmeyen alanlarda 5393 sayılı Kanununda yer alan hükümlerin
ilçe ve ilk kademe belediyeleri için de geçerli olduğunu görürüz.
- MEVZUAT HAKKINDA:
-
Bilindiği gibi, 5393 sayılı Kanun,
belediyelerin görev, yetki ve sorumlulukları ile belediye idarelerine tanınan
imtiyazlar konusunda kapsamlı bir düzenleme getirmiş; Kanunun 14. maddesi
"Belediyenin görev ve sorumlulukları" başlığı altında şu hükme yer vermiştir:
- "Belediye, mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla;
-
İmar, su, kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel
alt yapı, coğrafî ve kent bilgi sistemleri, çevre, çevre sağlığı, temizlik ve
katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans, şehir içi
trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut,
kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik, spor; sosyal hizmet ve yardım,
nikâh, meslek ve beceri kazandırma, ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi
hizmetlerini yapar veya yaptırır.
-
Nüfusu elli bini geçen belediyeler, kadınlar
ve çocuklar için koruma evleri ile okul öncesi eğitim kurumları açabilir.
Devlete ait her derecedeki okul binalarının inşaatı ile bakım ve onarımını
yapabilir veya yaptırabilir. Her türlü araç-gereç ve malzeme ihtiyaçlarını
karşılayabilir. Sağlıkla ilgili her türlü tesisi açabilir ve işletebilir.
Kültür ve tabiat varlıkları ile tarihî dokunun ve kent tarihi bakımından önem
taşıyan mekân ve işlevlerinin korunmasını sağlayabilir. Bu amaçla bakım ve
onarım yapabilir. Korunması mümkün olmayanları aslına uygun olarak yeniden
inşa edebilir. Öğrencilere, amatör spor kulüplerine malzeme verir, destek
sağlar. Amatör spor karşılaşmaları düzenler. Yurt içi ve yurt dışı
müsabakalarda üstün başarı gösteren veya derece alan sporculara meclis
kararıyla ödül verebilir. Gıda bankacılığı yapabilir. Belediye, kanunlarla
başka bir kamu kurum veya kuruluşa verilmeyen mahallî müşterek nitelikli diğer
görev ve hizmetleri de yapar veya yaptırır.
-
Hizmetlerin yerine getirilmesinde öncelik
sırası, belediyenin malî durumu ve hizmetin ivediliği dikkate alınarak
belirlenir.
-
Belediye hizmetleri, vatandaşlara en yakın
yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulur.
-
Hizmet sunumunda özürlü, yaşlı, düşkün ve dar
gelirlilerin durumuna uygun usul, esas ve yöntemler uygulanır.
-
Belediyenin görev, sorumluluk ve yetki alanı
belediye sınırlarını kapsar.
-
Belediye meclisinin kararı ile mücavir
alanlara da belediye hizmetleri götürülebilir.”
-
Düzenlemede görüleceği üzere ‘mahalli ve
müşterek nitelik’ Belediye Kanunu ve belediye idaresinin en önemli ayırt edici
özelliğidir.
-
Gerek sahip olunan yetkiler gerekse bu
yetkilere istinaden görevlerin ifası bağlamında Türk belediye sistemi,
beldeden Büyükşehir’e kadar nüfus ve imkânlar bakımından önemli farklılıklar
gösterir. Büyükkşehir dâhilinde olmayan belediyeler temelde 5393 sayılı Kanuna
tabi olup; B. şehir belediyeleri ile ilçe ve ilk kademe belediyeleri hem 5216
sayılı Kanun hem de 5393 sayılı Kanunla ilgili diğer kanunlar gereği görev
yapar ve sorumluluk taşırlar.
- HALK’A HİZMET, HAK’A HİZMET:
-
Buradaki ortak özellik: Hakkıyla ve lâyıkıyla
doğrudan halka hizmettir.
-
Halka hizmetin adil, eşit ve dürüst olması
şarttır.
-
Aksi takdirde sosyal adalet zedelenir, kamu
vicdanı rahatsız olur.
-
Toplumsal barış temelinden sarsılır ve
bozulur. Belediyelerde bozukluk hükümetlerdekine benzemez. Etkisi ani,
sonuçları ağır ve pahalıdır. Bu nedenle kamu hizmetinin kılcal damarı olan
belediyeler asla dumura uğramayacak sağlamlıkla tahkim edilmek ve yarınki
makalemizde açıklık getireceğimiz “Şehir Eminleri” anlayışı-yaklaşımı içinde
ikame olunmak zorundadır.
-
Cumhuriyet döneminin ilk zamanları ve
öncesinde belediyelerin adı “şehremaneti” (şehir emaneti), belediye
başkanlarının adı da “şehremini” (şehir emini) idi.
- Güncel anlamda dünün belediyeleri, şehrin esas sahibi ve yerleşik
sakinleri adına kurulu, ahalinin iş hayatı, medeni ilişkileri ve müşterek
yaşamının iktisadi, sosyal ve yasal gereklerini ‘hak, adalet, hukuk ve
vukufla’ düzenleme görevi yüklenmiş, kişiler için geçici- emanet, doğrusu
(yerel halk adına) emanetçi kurumlar idi.
-
Bunlar, kul hakkı dayanaklı iş, icraat, işlem
ve faaliyetler olduğu içindir ki, şehir emaneti, yani belediye’nin başına
(belediye başkanlığına) halk içinde muteber, çok emin, namuslu, dürüst,
erdemli bir adam getirilir ve bunun adına da şehir emini denilirdi.
- Her ne kadar zaman içinde anılış biçimi, isim ve hukuki muhtevası değişmiş
olsa bile; Cumhuriyetle birlikte bu usul, esas, anlam ve yüklem asla
değişmemiştir. Halk daima her belediye başkanını şehir emini olarak görmek,
bilmek, ona inanmak, güvenmek ister.
-
Zaten temeli dürüstlük, çimentosu eşitlik,
adalet ve hakkaniyet olan bu temiz yönetim anlayışın değişmesi beklenemez ve
istenemez!.. Belediyelerde şeffaflık, doğruluk ve dürüstlük kavramı,
anayasanın ‘değişmez-değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez’
hükümleri gibidir. Nasıl ki, bir devlette baş, hayati önemi haiz ise; Tabanın
temayüz mebdei olan belediye başkanı da en az onun kadar ‘yaşamsal’ önemi
haizdir. Bu anlamda atalarımızın ‘balık baştan kokar’ darbı meseli, öncelikle
mahalli lider, yani halk önderi, milletin öncüsü ve sözcüsü pâyesini paylaşan
belediye başkanları için geçerlidir.
- Başkanlar meclisleri ile bir bütündür. Başı şaibeli, başarısız ve kötü bir
belediyenin meclisi de, adeta kanalizasyon çukuru gibi düşünülür. Böyle
belediyelerin birinci derecede temin ve tevziye memur ve mükellef oldukları
içme suları dahi temiz, berrak ve içilebilir değildir. Kirlilik, yozlaşma,
çürümüşlük ve kokuşmuşluk sokaktan sulara her yere ve her şeye adeta nüfuz
etmiştir. Esnafı kurnaz, sahteci, hileci, mürai, üçkâğıtçı ve pahacıdır. Lâ
ilâç sadakaya muhtaç, fakr-u zaruret içinde belediyeye seçilenlerin, birkaç
yıl sonra besili domuzlar gibi semirdiğini ve şehrin en mutena yerlerini
tutarak zenginleştiği görülür. Üstelik halkın deyimiyle bu güruh saman
altından su yürüten, sinekten yağ çıkartıp belini incitmeyen, her işini
kitabına uyduran ustalık ve kurnazlıktadır. Denetim unsuru bunlar için
işlemez, işlese de zerre miskal kusur ve kabahatleri bulunamaz. Bunlar,
kirlilik-kibirlilik, bencillik ve insanlık dışılığı yönünde kitlece namussuz,
onursuz, sorumsuz bir çeteden neş’et (türeme) bireyler bazında seçilmiş
keneler, lâğım fareleri, sülükler, vampirler ve domuzlar gibidirler.
- Halka hırsızlık, yolsuzluk, soygun-vurgun ve şehir rantıyla zulmeden
‘şehir eşkıyası’ bir belediyenin başkanı da birdir, onun partisi de, aday
gösteren genel başkanı da. Bu nedenle, devlet idaresinde “emin ve ehil
insanların” halkın takdir ve tasvibi ile seçilmesini esas alan “demokrasi ve
fazilet” geleneğinin yerleşebilmesi için yıllarca umur görmüş valiler belediye
başkanlığını da üstlenmiştir. Çünkü!.. Şehir eminleri asla emanete hıyanet
etmez, halkı adaletle idare ve hizmetleri faziletle sevk ve ikame ederlerdi.
Cumhuriyet’in ilk zamanları ve öncesini (Osmanlı) bilerek, kötüleyip tahrif
eden bazı art niyet ve menfur emel sahiplerinin paçavraları dikkate alınmazsa,
belediyelerinin gerçekten önem ve anlamına uygun biçimde faaliyet
gösterdikleri, insanların huzur, emniyet, adalet, saadet ve itimadına vesile
oldukları açıkça görülür. Sonradan ‘belediye’ adını alan bu kurumların temeli
adalet, fazilet ve hikmet; Halk’a ve hak’a, tam bir ehliyet, liyakat,
sorumluluk ve namuskârlıkla hizmettir.
-
29 Mart’ın yaklaşmakta olduğu şu günlerde
kahir ekseriyetine ‘şehir eşkıyası, Ali baba ve kırk haramiler’ denilen; hırs
ve ihtiras zebunu, şirretlik ve şaibe ile maruf, akıl ve ilim fukarası,
rüşvet-iltimas, yalan-talan erbabına çok dikkat etmek zamanıdır. Zira temelde
bu mazarrat olabildiği sürece, asla temiz, berrak ve dürüst bir yönetim tavanı
inşa edilemez.
-
Aslında doğrusu, belediyelerin siyasi
partilerden bağımsız olması değil midir?
- BAŞBAKAN RTE’NİN “3Ç” TEORİSİ
-
Başbakan 12 Aralık 2008 tarihinde yaptığı bir
açıklamada AKP belediyeciliğinin 3Ç üzerine kurulu olduğunu belirterek,
"Belediyenin asli görevi, çöp, çukur, çamur… Diğerleri bunun üzerine inşa
edilecek fantezilerdir, bu işin ambalajıdır, güzellikleridir" dedi.
-
Antalya, Serik konuşmasında 29 Mart
seçimlerini hatırlatan ve “seçimlerine yönelik çalışmaların devam ettiğini
söyleyen Erdoğan, "Şu anda yoğun bir şekilde teşkilatımız bu çalışmaları
sürdürüyor" dedikten sonra tarihi açıklamasını yaptı. Buna göre AK Pati'nin
Türk siyasetinde farklı bir konumu olduğunu kaydeden Erdoğan, “AK Parti
belediyeciliğinin üzerine kurulu olduğu” 3Ç teorisini şöyle tanımladı:
- ÇÖP, ÇUKUR, ÇAMUR !...
-
"Çöp, çukur, çamur... Bunlar belediyenin asli
görevidir. Bir belediye eğer çöpü kaldırmıyor, çukuru, çamuru yok etmiyorsa
görevini yapmıyor demektir. Bunun dışındakiler, üzerine bina edeceği
fantezidir, bu işin ambalajıdır, güzellikleridir. Bu kardeşiniz, İstanbul
Büyükşehir belediye başkanlığından gelmiş bir başbakan. Çöpü, çukuru, çamuru,
hava kirliliğini iyi bilir. İstanbul Büyükşehir’i kimden devraldı bunu da
İstanbullu bilir. Biz İstanbul'u devraldığımız zaman çöp dağları vardı,
susuzluk vardı, hava kirliliği vardı, affedersiniz sokak aralarında çukurlar
ve çamurdan geçemezdiniz. 90'lı yılların İstanbullusu iyi bilir. Şimdi
İstanbul'da böyle bir şey var mı? Yüzde 90 itibariyle yok oldu. İstanbul
farklı bir gelişimin içinde… Yapılmayanlar yapılıyor. Bu belediyeciliği biz
hamdolsun Antalya'ya da taşıdık. Serik ilçesi de bu güzelliklere kavuşsun.
Antalya nasıl kavuştuysa, Serik'te kavuşsun. Çöpten, çukurdan, çamurdan
kendinizi kurtarın. Aşılmayacak hiçbir iş yok. Yeter ki azmedin, çalışın,
yolsuzluğa prim vermeyin, bu iş lafla olmuyor. Lafla peynir gemisi yürümüyor.
Yaptıkları bir şey varsa, şunu yaptık desinler. Biz de şunu, şunu yaptık
diyelim. Hangisi ağır basıyorsa... Terazinin sahibi burada... Demokrasi
terazisinin sahibi millet" dedi. Türk siyaset tarihi ve 12 Aralık’ta yerel seçimlere dair başbakan
tarafından yapılan bu “belediyecilik” açılımı çok önemlidir. Neticeyi
bağladığı “yolsuzluğa prim vermeyin” emri ile yukarda açıklanan “şehremini”
tanımı örtüşmektedir. Bu nedenle Erdoğan’ı iyi anlamak,
-
Kasımpaşalı sıfatıyla ‘sözünün eri’ olmasını
istemek ve içtenlikle kutlamak gerek. Zira bu teoride çöp, çukur ve çamur
söylemlerinin yalın (açık-net) ifadelerinden ziyade mecâzi anlamlarına bakmak
gerek. Özellikle söylem içinde ‘bütüne münhasır biçimde’ yer alan: “Terazinin
sahibi burada” ve “demokrasi terazisinin sahibi millet” ifadeleri; Yerel
yönetimlerin mutlak millet iradesi, insan hakları, adalet ahlâkı, fazilet
anlamında Cumhuriyet, özgün (kadim) hukuk ve demokrasinin kaleleri olduğunu
betimlemesidir.
-
Mezkür konuşmada altı çizilen ve teoremin
esasını teşkil eden çöp, çukur ve çamur şifreleri (betimlemeleriyle); Kişisel
veya organize-kitlesel, çıkar örgütlerine dayalı insanlık dışı eylem,
gasp-irtikap gibi edinimler ve pis işler kastedilmekte; Hitabın gerçek
muhatabı: Yasa, hukuk ve ahlâk dışı kirli işlerle iştigal eden menfur kişi,
grup ve kesimler olmaktadır.
-
Yani bu açıklamadan: 29 Mart seçimlerinde RTE
ve AKP tarafından mevcutlardan adı kötüye çıkmış, şaibeli, sicili bozuk,
ahlâken düşük-çürük başkanların tasfiye edileceği; Halka içilebilir sağlıklı
su, yaşanabilir çevre, temiz toplum ve temiz-ucuz belediye hizmeti sunamayan
güruh yerine “gerçekten” namuslu, ilkeli, onurlu, sorumlu mert, samimi ve
dürüst kişilerin aday gösterileceğini umuyor, anlıyor ve uygulamayı bu
istikamette görmek istiyoruz.
-
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir
önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
Sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- RULO YAŞ PASTA
-
Pandispanya malzemesi
-
4 yumurta,
-
6 yemek kaşığı un,
-
7 yemek kaşığı şeker,
-
1 paket vanilya,
-
1 paket kabartma tozu
-
Krema için 1 yumurta,
-
3 bardak süt,
-
4 yemek kaşığı un,
-
7 yemek kaşığı şeker,
-
250 gramlık ¼ paket margarin,
-
2 yemek kaşığı kakao,
-
3 veya soyulmuş bütün muz
-
- Krema yapılışı:
-
Tencereye üç su bardağı süt konulur bir
yumurta sarısı ile beraber kırılır Sütün üzerine dört yemek kaşığı un, yedi
yemek kaşığı şeker tüpe konulur koyulaşana kadar kaşıkla kesilmemesi için
karıştırılır.
-
Krema pişince soğuması için kenara konulur.
Soğuyan kremanın içine 250 gramlık ¼ margarin konularak mikserle çırpılır.
Pastanın dışının kreması Kakaolu olması istenirse kakao konulacaksa krema
ikiye bölünerek kakao ile mikserle çırpılır.
-
Bu arada fırın tepsisinin altı katı yağla
yağlanır, pandispanya yapışmasın diye üzerine bir miktar un serpilir.
-
- Pandispanya hazırlaması
-
4 yumurta plastik bir kaba kırılır, yedi yemek
kaşığı şekerle mikserle yumurtalar beyazlaşana kadar çırpılır. Çırpılan bu
karışımın içerisine altı kaşık un, kabartma tozu ve vanilya konularak kaşıkla
hamur iyice karıştırılarak yağlanan tepsiye dökülerek incecik serilir ve
fırına sürülür.
-
Pandispanya hafif kabarıp pişince fırından
çıkartılır. Pandispanya yırtılmadan tepsiden özenle çıkartılır. İkiye
böldüğümüz kremanın beyazını pandispanyanın üzerine iyice süreriz. Krema
sürülmüş pandispanyanın kenarına önceden soyulmuş muzlar düzgünce sıralanarak
rulo yapılır.
-
Rulonun üzerine kakaolu krema iyice kapatacak
şekilde sürülür. Üzerine istenirse rendelenmiş çikolata, pasta süs şekeri ve
Hindistan cevizi dökülerek buzdolabına dinlenmesi için alınır.
-
Buzdolabından bir saat sonra çıkartılan yaş
pasta kesilerek servis yapılır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir
önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
Sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
Hıfzı ÖZBEKMEZ |
Hıfzı ÖZBEKMEZ Hayat Hikayesi
|
ANLATSANA
Acep nicedir hallerin
Tatlımıdır ki dillerin
İncemidir o bellerin
Gülüm biraz anlatsana
Çabuk kızar küsermisin
Rüzgar gibi esermisin
Sende şiir yazarmısın
Gülüm biraz anlatsana
Kısamı uzun mu boyun
Bilmem tatlımıdır huyun
Kimlere dayanır soyun
Gülüm biraz anlatsana
Hayatında biri var mı
Gönül kapın yoksa dar mı
Kalbinde sevdiğin yar mı
Gülüm biraz anlatsana
Gözler mavimi elamı
Saçlarında beyaz var mı
Kaderin kara yazar mı
Gülüm biraz anlatsana
Bakışın delimi eder
Gözlerin dalıp mı gider
Sevdiklerin sana ne der
Gülüm biraz anlatsana
Hep güler mi senin yüzün
Karamıdır kaşın gözün
Baldan tatlımıdır sözün
Gülüm biraz anlatsana
Girdin latifi gönlüne
Neşe kattın sen ömrüne
Bu konuda düşüncen ne
Gülüm biraz anlatsana |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
Bir
önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ Hayat Hikayesi |
YAR AKILAN DÜŞÜNCE
Rüzgârın kucağında uçar gidersin ona
Yıldızlar hamak kurar yar yolundaki cana
Işık hızı koşarsın bir yandan öbür yana
Mesafeler kısalır yar aklına düşünce
Kumsalda düş kurarsın dalgalarla gülersin
Sevgi gözyaşlarını yakamozla silersin
Aşığının canını canın ile dilersin
Tüm acılar azalır yar göğsüne düşünce
Gül dalına tüneyip sevgilini beklersin
Ay ışığından göğe parıltılar eklersin
Hüzün denen kâbusla her saniye teklersin
Bütün dertler hız alır yar özüne düşünce
Karakış ortasında muma döner erirsin
Duman olur dağların tepesini bürürsün
Okyanusun üstünde veli olur yürürsün
Dünyalar senin olur yar gönlüne düşünce
Mizabi aşk peşinde diyar, diyar gezersin
Gece boyu düşünde Ummanlarda yüzersin
Elinde yârin eli semalarda tozarsın
Kâinat huzur bulur yar sinene düşünce
02.09.2008 |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
120 SAYI 25 Şubat 2009 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |