|
YIL 10 SAYI 120 25 Şubat 2009 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL İSMAİL PAMUK İLE YILAR ÖNCE
-
Mustafa
Nevruz SINACI KEFERENİN “KÜRT DEVLETİ” FURYASI
-
Mahmut Selim GÜRSEL YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR
-
Sakin KARAKAŞ KIZILIRMAK AĞLIYOR
-
Atilla ALPAY 9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BOYKOT GÜNÜ
-
Mustafa Nevruz SINACI CUMHURİYET, BURSA NUTKU VE GALİP BARAN
BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ
-
Atilla ALPAY ALKOLE VE SAFAHATA HAYIR
-
Selma GÜRSEL FIRINDA HAMSİ
-
Paşa ÇETEN KURŞUN DÖK YÜREĞİME
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
İSMAİL PAMUK İLE YILAR ÖNCE
-
Yıllardan öncelere dayanan bir tanışın zamanını doldurunca ebedi aleme
göçüşünün tarihine bakınca günlerin ne kadar çabuk geçtiğini
anlıyoruz. O bu diyardan göçtüğünde seni 2001 yılını gösteriyordu.
-
İş yerimde otururken her zamanki iri ve şen cüssesi ile kapıdan
gözüktü ve selam verdi. Selamını alınca biraz İsmail Hocanın mırığının
kırık (neşesiz) olduğunu gözlemledim. Takıldım:
-
-Hocam ne haber; Bugün birisine mi kızdın? Neşen yok dedim. Bana
yorgun gözlerle bakarak:
-
-Selim ben artık uzatmaları oynamaya çalışıyorum. Biraz moralim bizim
kalpte bir problem var Ankara’ya giderek ona bir revizyon
yaptıracağım. Baktıracağım. Esas ben sana gelmemin sebebi helallik
dilemek. Gidip gelmemek var, gelip görmemek var! Diyince ben ne
söyleyeceğimi şaşırdım. Kekeleyerek:
-
-Hayırlısı olsun; bunda bir şey yok dedim. Sustuk. Çaylar geldi içtik.
Müsaade istedi. Bende işyerini kapatacağım beraber gidelim dedim ve
arabaya binerek aynı yönde oturduğumuz mahalleye geldik. Arabada
havadan sudan bahsettik.
-
Birkaç gün sonra Uğur Pamuk dergimizin çizeri karikatür getirmek için
işyerine uğradı. Sordum:
-
Hocam geldi mi? Dedim. O da:
-
Selim ağabey babam birkaç gün sonra pay-pas olması gerekiyormuş diye
telefonda söyledi. Uğur’a hastanenin telefonu var mı dedim telefonunu
verdi. Uğuru teselli ederek yolcu ettim. Eve gelince hastaneyi aradım.
Hocam çıktı. Hal hatır sorduktan sonra bir ihtiyacının olup
olmadığını, yapabileceğim bir şeyin olup olmadığını sordum. Ameliyat
gününü sordum. Yarın saban bıçağın altına yatacağını söyledi, ben
erkenden geleceğim dedi. Yemin verdi gelmemem için. Gelince burada
beklemekten başka bir yapılacak iş olmadığını söyledi.
-
Akşama doğru iş yerimin telefonu çaldı. Arayan Uğur’du:
-
Selim Ağabey babamı kaybettik dedi. Şok oldum ve bir şey diyemedim.
Günü gelince köye defnettik. Birkaç gün sonra da köye mevlidine
gittik.
-
Bir çınar böylece yok oldu zan edilse de dergimizde ve basında
yazıları ile ve kalbimizde yaşamada.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
-
KEFERENİN “KÜRT DEVLETİ” FURYASI
-
Dünya haçlı ordularının, dünkü
papalık yerine kaim komuta kademesi ABD, kirli-kanlı, organize
işlerde yandaş, yoldaş ve “pis işler” ortağı AB’ye “bir anket ve
kamuoyu oluşturma görevi” ısmarlıyor.
-
Konu: Kürt kisvesi altında
kurulması için bir asırdır çabalanan “örtülü Ermeni-Rum Pontus
tampon sömürge bölgesi” oluşturulması. BOB kapsamında tüm Orta
Doğu’nun İsrail çıkarlarına tahsis edilmesi plânının bir kısmının
hayata geçirilmesi… Örtülü Kürt düşmanlığı ve aleni dönme-devşirme
himayedarlığı…
-
Metodoloji: Başta, 100 yıllık
amansız Türk düşmanı, anarşi - terör ve tedhiş örgütü dostu,
ikiyüzlü, kalleş Almanya olmak üzere, AB hinterlandında Türkiye
aleyhine “kamuoyu araştırma provakasyonu”
-
Hain anket konusu: "BİR KÜRT
DEVLETİ KURULMASINI?"
-
Anket faaliyetini başlatan: Alman
Die Welt gazetesi.
-
Soru: Sollten die Kurden einen
eigenen Staat bekommen
-
Türkçesi: Kürt devleti kurulmasını
ister misiniz?
-
Alman Die Welt gazetesi tarafından
başlatılan bu menfur anket ve Türkiye aleyhine aleni faaliyet
ayrıca:
-
http://www.welt.de/politik/ausland/article4436510/Geheimplan-zur-Loesung-der-kurdischen-Frage.html#vote_3433847Türkei:
Adli İnternet sitesinde oylanıyor.
-
Düpedüz domuzluk bu…
-
72 Milyon Türk’ün gözünün içine
baka, baka pervasızca, alçakça ve haince oynanan bir kirli oyun;
Türk milletine apaçık darbe; AB’de yaşayan beş milyonu aşkın
Türk’e kin ve nefret duyguları aşılama, aralarına nifak sokma ve
düşmanlık girişimi…
-
AB’de ki “yeniden yapılanan” TC
elçi, büyük elçi ve çuvalla para alan misyonu ne yapıyor acaba?
-
Protesto, kınama var mı?
-
Ya “durdurma”, men ve takip
girişimi?
-
İlgililer hakkında “dava” ikame
girişimi!
-
Elbette bunları bilmek gerek.
Çünkü Dışişleri Bakanlığının varlı sebebi bu. Eğer bir ülkede,
açık veya gizli Türkiye aleyhine hareket ve faaliyet varsa;
Dışişleri misyonu, MİT ve ilgili “karşı güvenlik unsurları”
“faaliyeti mutlaka durdurmak, failleri cezalandırmak ve tekrar
edemeyecekleri şekilde karşı tedbir” almak suretiyle, dumura
uğratmak zorundadırlar.
- Aksi takdirde, orada TC adına görev yapan TÜRK yok demektir.
Dahası dışişleri kullanılarak o ülkede “dönme ve devşirmeler” üs
kurmuş demektir.
-
Tıpkı ABD’de Türk düşmanı lobilere
para veren; Hakiki ve samimi Türk lobilerini bu imkândan mahrum
bırakan ve fırsat buldukça sabote eden “menşei domuz monşerler”
gibi..
- LÜTFEN GEREĞİNİ YAPIN BU, "ÖNEMLİ BİR VATANDAŞLIK GÖREVİDİR"
-
Menfur skandal anket yukarıdaki
linkte.
-
Hem de Amerika çıkışlı.
-
Bu çalışmaya bir Türk olarak
gerekli cevabı vermek üzere öncelikle aşağıdaki linki tıklayarak
Ankete katılın.
-
"Nein/Hayır " seçeneğini seçip, "ergebnis"
yazısının üzerine tıklayın ve Ülkemizin birliğine hizmet edin.
Daha sonra bu linki kopyalayarak bütün arkadaşlarınıza gönderin.
Bu oyunu bozmak milli bir görevdir. Bakınız “dâhili ve harici
bedhahlar” ülkeyi bölmek için harıl - harıl çalışıyor.
-
Bu kadar istiyorsa kefere, Almanya
veya Fransa’da bir Kürt devleti kursa ya!
-
NOT; Bu anket daha öncede
yapılmış ve HAYIR çıkmıştı.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR!
- Yazan yazıyor.
-
Okuyoruz.
-
Aklımızın aldığını, desteklediğimizi
kopyalayarak alıp kullanıyoruz.
- Bu yazıyı yazısında kopyalayarak yazan için ne kadar
doğru?
- Bir yazıyı alıp kopyalayarak altına: Falanın filan
kitabı sayfa bilmem ne, Ya da Filan yazarın fişkan sitesi yazmakla ne
kadar doğru iş yapıyoruz?
- Bunlar bence yazan kişinin yazdığını alıp pardon
“çalıp” ismini kullanarak kullanmak değil midir?
- Evet. Bu hırsızlığın daniskasıdır.
- Yazarlık değil aşırmacılıktan başka bir şey değildir.
- Yazsak ne yazar, yazmazsak ne yazar!
- Yazmaksak daha iye değil mi?
- İrdelersek:
- Kaynak olarak aldığımız satırlar, paragraflar,
bölümler ne kadar yazıyı hazırlayan yazarın hakkını gasp etmek ve onun
çalışmasını izinli veya izinsiz kendi yazınızda referans olarak
göstermeniz için acaba o kişinin içtenlikle de olsa verdiği hakkını
kendinizin yazısı gibi kullanılmasını ben anlayamıyorum.
- Peki! Şimdi ne yazalım?
- Yazmak birikim işidir. Birikiminiz varsa yazarsınız.
-
Birikiminiz yoksa falancanın yazısını
çalışmanıza yapıştırır ve yazdım diyerek yayınlar veya
yayınlatırsınız.
- Öğrendiklerinizi yazarak yayınlatınız. İlla ki filan
kaynak demeyiniz. Sizi okuyan sizin o konu hakkındaki bilginizi ölçmek
yada o bilgiyi öğrenmek için okuduğunu bilmemiz çok önemlidir. Okuyan
zaten gazete ve TV den öğreneceklerini öğrenmektedir. Bizlerin o
bilgilerde eksiklik veya yanlışlıklar varsa onları okuyanlarımıza
kendi birikimimizle anlatarak onun ilgisini çekmemiz gerekmektedir.
- Diyorum ve talep ediyorum ki dergimizde yazılarınızın
yayınlanmama sebebinin en büyük etkenliği budur.
- Kendi birikimlerinizi yazın ve yollayın.
- Güncel veya haftası kutlanacak ve bazıları 52 haftaya
sığmayan önemli günlerimizi anlatırken bilgisayarımızın arama
motorundaki bilgileri değil; bizlere düşünmeyi, fikir yürütmeyi ve
bütün fiillerimizi yaptıran beynimizdekini yazalım lütfen.
- Dergimiz “DERLEME”, “AKTARMA” dergisi değildir.
- Adı üzerinde FİKİR DERGİSİ 09/02/2010 Çorum 12,05
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
-
KIZILIRMAK AĞLIYOR
- Çevre ve Orman Bakanı Veysel EROĞLU Türkiye Büyük Millet
Meclisinde yaptığı bir konuşmada ülkemizdeki nehirlerin organik ve
ağır metal kirliliği düzeylerini açıkladı. Buna göre, Kızılırmak
organik kirlilik açısından 2. sınıf yani az kirli ağır metal
bakımından ise 3. sınıf yani çok kirli düzeyde bulunuyor.
- Evet; yukarıdaki açıklamalar ve yazımızın başlığından da
anlaşılacağı üzere Kızılırmak ağlıyor. Kızılırmak’ın içerisinden veya
yakınından geçen bütün köy ve beldelerin kanalizasyonları Kızılırmak’a
akıtılıyor. Ayrıca Kızılırmak yatağına yakın çevrelerde bulunan sanayi
tesislerinin bir kısmının atıklarını Kızılrmak2a akıttıkları ve katı
atıklarında ırmak yatağında dolgu malzemesi olarak kullanıldığı da
biliniyor.
- Dilerseniz Kanalizasyon kavramını önce açıklayalım.
Kanalizasyon (Şehir Atık suyu) içinde bulunan değişik organik
maddelerin (fenol, benzen, deterjan, kimyasal kağıtlar, plastikler,
klorlu bileşikler, pestisidler, yağ ve gres vb.) mikroorganizmalar
üzerinde yapmaktadır. Bu nedenle tehlikeli organik kirleticiler
içeren, atık sular, fiziksel, kimyasal ve biyolojik olmak üzere üç tür
kirlilik gösterirler.
- Suyun fiziksel özelliklerinin değişmesi (renk, koku, tat,
bulanıklık, sıcaklık, pH v.s) fiziksel kirliliğe neden olur. Sıcaklık
ve pH, nehirlerdeki bitkisel ve biyolojik hayatı etkileyen önemli
parametrelerdendir. Yüksek sıcaklıkta çevreye bırakılan atık su,
karıştığı nehir suyunun sıcaklığını doğal olarak arttıracaktır.
Oksijenin yüksek sıcaklıkta, sudaki çözünürlüğü azalacağından, nehir
suyundaki biyolojik oksijen, biyolojik hayat için yetersiz kalacaktır.
- Zamanla suda birikime sebep olan kurşun, civa gibi
ağır metaller, biyolojik yolla parçalanabilen organik maddeler ve
inorganik atıklar suda kimyasal kirlilik yapar. Kimyasal kirlilik,
genellikle sanayi atıklarının arıtımsız olarak sulara verilmesi
sonucunda oluşur. Bazı endüstriyel atık sulardaki dayanıklı
kirleticiler, alıcı su ortamında birikme, canlıların dokularında
yoğunlaşma ve belli sınırlar üstünde canlılar üzerinde doğrudan toksik
etki etme özelliklerine sahiptirler. Ayrıca endüstriyel atık suların
sebep olduğu kirlenmelerde ekolojik denge bozulmasına daha çok
rastlanmakta ve bu bozunma çoğunlukla geri dönüşü olmayan bir nitelik
taşımaktadır.
- Kimyasal kirleticiler özelliklerine göre üç sınıfta
toplanmaktadır. Bozulmadan kalanlar: Klorür gibi inorganik
bileşiklerde zamanla parçalanma görülmez. Değişebilenler: Biyolojik
olarak parçalanabilen organik kirleticilerdir. Mikroorganizmalar
tarafından parçalanarak inorganik kararlı maddelere dönüşürler.
Kalıcılar: Zamanla biyolojik birikime yol açan cıva, arsenik,
kadmiyum, krom, kurşun, bakır gibi metaller, tarım ilaçları gibi
organik maddeler ve uzun yarı ömürlü radyoaktif maddelerdir. Bütün bu
kirlenmenin kanserojen oldukları da bilimsel olarak ispatlanmıştır.
- Biyolojik kirliliği, organik atıkların etkisiyle su
kaynaklarında üreyen algler, küfler ve bakteriler oluştururlar. Bu
canlılar zamanla ortamdaki oksijeni tüketirler. Oksidasyon işlemine
bağlı olarak, termik reaksiyonlar suyun sıcaklığını yükselterek diğer
canlıların yaşaması için gereken oksijen miktarını düşürmeye devam
eder ve orta vadede de nehir deki bitkisel hayatla birlikte canlı
türleri zamanla yok olur.
-
Yukarıda özetini vermeye çalıştığım
kirlilik oluşturan etmenlerin yanı sıra nehir yatağı ile sürekli
oynanması, kaçak sulama yapılması, metropollerin içme suyu
ihtiyaçlarını karşılamak için nehirlere gözünü dikmesi, inşaat
sektöründeki kum ihtiyacının nehir yatağından karşılanması,kum ve taş
ocakları açılması, sanayi atıkları,taş ve molozlarla yatağın
doldurulması, yerel yönetimlerin çeşitli sebeplerle ırmak yatağında
kontrolsüzce işlem yapmaları ve barajların ihtiyaç durumuna göre
nehir suyunun sık sık kesilmesi sonucunda da nehir yatağındaki
kirlilik çoğalmaktadır. Nehir suyunun kesilmesi ile birlikte
fırsatçılara gün doğmakta nehir içerisindeki küçük göletler rant
kapısı haline gelmektedir.
-
Bütün bu bilgiler ışığında asırlardan
bu yana; Anadolu’nun ekmeği aşı ve bereket kapısı olan Kızılırmak için
için ağlamaktadır. Kızılırmak’ın gözyaşlarını dindirebilmek için zaman
içerisinde bir takım hamleler yapılsa da bu yeterli değildir.
Ülkemizin henüz bir su yasası yoktur. Bu cennet vatana, ait olduğumuz
topluma, yaradılış ve var oluşumuz gerçeklerine, yaşadığımız gezegene
karşı vicdani sorumluluğumuz gereği suya ilişkin bütün faaliyetlerde
bazı kuralların getirilmesi ve uygulanması gerekmektedir.
-
Bu bağlamda doğa hakkına bağlı olarak
su hakkı ve dolayısı ile insan hakkı olarak olaya bakılmalıdır. Su
insan dâhil tüm canlılar için en önemli hayat kaynağıdır. Çare su
yasasının bir an önce çıkarılması ve yürürlüğe konulmasıdır. Su
kaynaklarının kullanımı ile ilgili kurallar ve ihlal edenlere ise ağır
yaptırımlar getirilmelidir. Suyla ilgili meseleler ancak böyle bir
anlayış ve adalet duygusu ile çözümlenebilir.
-
Böylece Anadolu’nun en uzun bereket
kapısı olan Kızılırmak başta olmak üzere göller, çaylar ve dereler
kurtulacak ve doğa ile birlikte insanlık kazanacaktır. Haydi,
Kızılırmak’ın gözyaşlarını dindirelim. Kızılırmak’ın gözyaşlarının
dindirelim ki yarın çocuklarımız ağlamasın.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
- 9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI
BOYKOT GÜNÜ...
-
15.yüzyılda
Akdenizdeki İspanyol, Ceneviz ve Venedik korsanlarının Piri
Reis ve Barbaros’ların önünden kaçarak yeni yağma alanları
bulmak ve yeni soygunlar yapmak bahanesiyle sığındıkları
kıtada buldukları bu zehirli ot; yani Tütün yine onlar eliyle
önce Avrupa ya getirilmiş ve oradan da Frenklerle olan
ilişkilerini ilerletenler eliyle de bütün Osmanlı ülkesine
oradan da tüm Asya’ya hızla yayılmıştır.
-
Dünyanın en
güzel coğrafyasındaki ülkemizin ikliminin ; tütüne
elverişli olması neticesi hızla her tarafta ekilmiş , önceleri
çubukla içilmiş sonra nargile ile denenmiş ve yüz yıldır da
makinalarla sigara şekline getirilip insanların istifadesine (
!) sunulmuş bulunmaktadır.
-
Sömürgeci
haçlıların bizim iyi sigara içtiğimizi keşfetmeleri bana
göre son iki bin yılın en büyük keşfi olmalıdır.Çünkü
makalenin ortasındaki sigara paketi 95 yıl önce Almanya
Dresden’deki Dünyanın en büyük sigara fabrikasında imal edilmiş
ve Müslümanları kandırmak için “ Selamualeyküm ” ismi
verilmiş olan ve bugünkü “Salem ” sigarasının Ata’sı olan
sigara paketidir.
-
Bu dehşet
verici hadise gibi araştırmalarımız neticesi böyle nice
reklam tuzaklarını ve insanlarımızı kandırmaya yönelik sigara
türlerini de antikacı ve koleksiyonculardan -ancak resimlerini-
ele geçirmiş bulunmaktayız.(Ganimetimiz arasında (!) üzerinde
Besmele yazılı paketlerden tutun da Selahattin Eyyubi’yi at
üzerinde sigara içerken gösteren paketler ve “Mekke” yazılı
sigaralar da bulunmaktadır.)
-
Nihayet
Cumhuriyetle birlikte ülkenin en büyük lokomotif sektörü
olan Reji idaresi Fransızlardan alınarak İnhisarlar
idaresine tahvil olunmuş ; sonra da Tekel adını almış ve
gittikçe büyüyerek 3-5 milyon insanın bu sayede ekmek yediği
(!) bir sanayi dev’i olup çıkmıştır.
-
Ama her gelen
iktidarın gafleti neticesi yabancılar –uzmanlarıyla- sigaramıza
el atarak Samsun ve Maltepe haricindeki bütün Türk
sigaralarına toz şeker ,kakao ve Alkol kattırmış; onu katmerli
bir zehir haline getirtmiş ve bizlere yeniden “ buyrun buradan
yakın” diyerek bizim tütünümüzü bize yeniden ikram etmiş
bulunmaktadırlar.
-
Sonra “Sizin
tütününüz de çok meşhurdu canım” diyerek ülkemize şilepler
dolusu kendi Tütünleri olan sulak yerde büyümüş, radyoaktif
hormonlu Virginyalarını ve bundan mamül sigaralarını sokuşturmuş
ve artık ülkemizi kanserin kucağına da iyice yerleştirmiş
olmaktalar.
-
Bu sayede
“Canım Türkiye’m ” günde seksen milyon doları her sabah
yakarak akşama kadar tüketen ve ertesi gün bir o kadarını daha
yakarken hem kendini hem de gelecek nesillerini “yaktığını ”
fark etmeyen bir ülke olup çıkmıştır.
-
Kendi
sigaralarının reklamlarında oynayan kovboyun Akciğer
kanserinden ölmesine aldırmadan hemen yerine dublörünü
yerleştirenler ; bizlerden bir plastik damar karşılığında yüz
elli kamyon buğday istemekte ve Devletimiz de günde iki yüz
elli insanımızı by-pass ameliyatı ettirerek savunma bütcesi
kadar bir parayı sigaranın açtığı bu yaraları sarmaya
harcamaktadır.(Bir anjiyonun devlete maliyeti dokuz,bir bypass
ameliyatının maliyeti ise elli milyar liradır. )
-
Sigara tütün
,alkol ,uyuşturucu ,kola ,fuhuş,aids ,frengi zinciri gibi çoğu
ithal bir sürü felaketin milli hasletlerimiz olması kadar
bendenize utanç veren bir başka konu daha yoktur.Bu özelliklere
sahip olan Müslüman Türk insanı profili ne yazık ki hep
tekrarlanan “yüzde doksan dokuz safsatası” içine girmekte ;
gerçekte ne olduğumuzu veya ne olmadığımızı da kimse
bilmemektedir.
-
Sigara ile
mücadele için çıkarılan 4207 sayılı kapalı yerlerde sigara
içmeme yasağı tiryakilerin dışarı uğramasına sebep olmuştur.
Ama ülkenin büyük bir kısmı hala soğukta da olsa
sigaralarını tüttürmeye devam etmektedirler.
-
Eğer kendimizi
ve ülkemizi biraz seviyor ve kendimize biraz acıyorsak; bu “
korkunç zehiri ” bir an önce bırakalım ve herkesin de
kurtulması için çaba gösterelim. Zira bundan büyük bir Milli
Dava olamaz. Her türlü milli meselemizi de ancak yaşayan ve
sağlıklı insanlar çözecektir. Ulu mezarlıktaki ölülerimiz
değil...
- Saygılarımızla….
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- CUMHURİYET, BURSA NUTKU VE GALİP BARAN BİLİNÇ
ÜNİVERSİTESİ
-
Devletin çözemediği sorunları çözmeğe girişen
“Ey ahali duyduk duymadık demeyin, Galip Dede devletin yapamadığını yapmağa
soyundu.” (10.05.1998-Milliyet, M.Hayırlıoğlu) 76 yaşındaki “Halk filozofu,
ilim, aksiyon ve eylem adamı, yurttaşlara örnek bilinç üstadı, Milli Kahraman”
Türk genci Galip Baran, yıllar önce başlattığı, “trafik terörüne son verme ve
demokrasiyi tabana yayma projesi’nin uygulamasında, Trafik Yasası’nı ihlal
yoluyla yolsuzluk yapan bazı rütbeli-rütbesiz polisleri, askerleri, avukat ve
hâkimleri uyarıyor.
-
Türk polisi, Galip Baran’ı sözü edilen projeyi
uygularken gözaltına alıyor. “Kırmızı Işık Eylemcisi Gözaltında” (22.04.1989,
Milliyet) Ancak, Türk inkılâplarının sahipliğine ve cumhuriyetin ilmen, fennen
ve bedenen kuvvetli, yüksek seciyeli muhafızlığına (bekçiliğine) soyunan
Baran, “bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır” demiyor. Polisin ve
jandarmanın henüz cumhuriyetin polisi ve jandarması olamadığını düşünüyor. Ne
Cumhurbaşkanı’na, ne Başbakan’a, ne Adalet ve ne de İçişleri Bakanına
telgraflar çekip, mektuplar yazarak affı için yalvarmıyor, “ben inanç ve
kanaatimin gereğini yapıyorum, eylemimde haklıyım, eğer bana haksızlık
yapılmışsa bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim
görevimdir” diyor. Demokrasilerde devletin etkinleştirilmesini sağlama,
kurumları disiplin ve toplumsal denetim altına alma çalışmalarını sürdürüyor.
-
Bu mücadele sürecinde kendisini (Rektör'ü
olduğu) Bilinç Üniversitesi Baş amelesi olarak tanımlayan Galip Baran;
Atatürk’ün, Bursa Nutku’nda sözünü ettiği, “Cesaretimizi pekiştiren ve
sürdüren sizlersiniz. Ey yükselen nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz
kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz” diyerek görevlendirdiği Türk
Gençleri’nden (büyüklerinden) birisidir… Katıldığı HABİTAT-II zirvesinde,
kendisinden, “Tek Kişilik Ordu” olarak da söz ettiren (Milliyet, 13.06.1996)
Galip Dede, Türkiye (ve dünyanın) tek “yasa bağımlısı”dır. Yasa kavramıyla bu
denli içli-dışlı ve özdeşleşmiş oluşunu dikkate aldığımızda, Galip Dede’yi
“Bay Yasa” olarak tanımlamamız; O’nu önemseyip izlememiz, örnek almamız ve
“Bilinç Üniversitesi” ne sahip çıkarak, açtığı yoldan yürümemiz gerekir diye
düşünüyorum… Önce, Atatürk’ün Bursa Nutku’na ilişkin kısa bir hatırlatma: 1975 yılında ilk kez yazılı bir metin olarak, Cafer Tanrıverdi tarafından
açıklanıp dağıtılmasından sonra; Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan
duruşmada dönemin Türk Tarik Kurumu Başkanı Enver Ziya Karal ile Öğretim Üyesi
Sami N. Özerdem’in katkılarıyla, Atatürk’e ait olduğu kesinleşen nutkun,
mahkemece onaylanan orijinal metni aşağıdadır. Ayrıca 1935 yayını bir dergide
de vardır. İrticai bir ayaklanma sonrası, Bursa’ya giden Atatürk tarafından
söylenen bu nutuk’un bir bölüm de, Celal Bayar tarafından meclis kürsüsünden
okunmuştur. Önceleri siyasi iktidarlarda tedirginlik yaratan ve yasak olan
Bursa Nutku, mahkeme kararından sonra, serbestçe okunur, söylenir ve dağıtılır
hale gelmiştir.
- BURSA NUTKU:
-
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin
sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine ve doğruluğuna herkesten çok
inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz
düşürecek en küçük, ya da büyük bir kıpırtı veya bir davranış duydu mu, “bu
ülkenin polisi vardır, jandarması vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve
silahla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecek, asıl
suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz inkılâp
ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiçbir zaman
yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi
ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” Diyecek. Onu hapse atacaklar.
Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise
telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine
çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki,” ben inanç ve kanaatimin
gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız
olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de
benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!” (Mustafa
Kemal Atatürk)
- BİLİNÇ ÜBİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ’NİN KURULUŞ AMACI, HEDEFLERİ VE İŞLEVİ
-
Bursa Nutku’nun yılmaz takipçisi, Atatürk
ilkeleri, Türk İnkılâbı, fazilet anlamında Cumhuriyet, yasalara saygı, adalet
ahlâkı ve demokrasiye olan sarsılmaz bir inançla Galip Baran; Yirmi yıl
aralıksız süren bir mücadele verdi. Esas amaç, manâ ve muhteva bazında “İnsan
hakları, adalet, demokrasi ve hukuk” mücadelesinin doruğunda: “Cumhuriyet’in
ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlarını, diğer bir
deyişle “yurdu ve milleti özünden çok seven” nesilleri yetiştirmek üzere Muğla
ili, Bodrum ilçesi Turgutreis beldesinde Bilinç Üniversitesini kurdu.
-
Şu an için bu Üniversite, yerel eylem
projeleri ile entegre olarak İnternet ortamında hizmet vermekte, dünyanın her
tarafında okunmakta ve her gün binlerce insan (okuyucu ve meraklı) tarafından
ziyaret edilmektedir. Ayrıca, Üniversite Rektörü Galip Baran, teori üreten
gönüllü Öğretim Üyeleri ve Üniversite eylemcilerine yönelik günlük e.Mail
trafiği 100 binleri bulmaktadır. Dolayısıyla dijital ortamda faaliyet gösteren
sanal bir kurum gibi algılansa da, fiiliyatta Bilinç Üniversitesi, Türkiye ve
dünyanın yüzlerce üniversitesinden daha aktif, sıkça ulusal-bölgesel basında
yer alacak, süreci etkileyecek ve hatta gündem belirleyecek kadar popüler,
geniş katılımlı, belirleyici, etkin, dinamik bir yapıya sahiptir.
-
Özellikle, “Bilgi Çağı’nın çöküşü” söylemiyle
başta Türkiye olmak üzere BM, AB dâhil pek çok uluslar arası kurum-kuruluş,
bilim akademisi, evrensel lobi, konjonktürel araştırma teşekkülü nezdinde tez,
antitez ve iddiaları ciddiyetle konuşulan Galip Baran ve Bilinç
Üniversitesi’ne, oldum olası Türkiye hükümetleri kulak tıkamakta, göz ardı
etmekte ve görmezlikten gelmektedir. Bunun olası nedeni GB’ın eylemci ekibi ve
Bilinç Üniversitesinin ısrarla takip ettiği yol ve ele aldığı konulardır.
-
Bu konular kısa ve öz olarak:
-
Aşırı tüketim, gereksiz masraf, kişisel ve
kurumsal israfın önlenmesi;
-
Vergi adaletinin hakkıyla ve layıkıyla
sağlanması, ekonominin kontrol edilmesi, kayıt-takip altına alınması ve
kesinlikle vergi kaçırmanın önüne geçilmesi;
-
Ekolojik denge, çevre, en değerli unsur olan
insan ve insana taalluk eden bütün bitki, su, hava ve hayvan varlığının özenle
korunması, doğal, siyasal, sosyal ve kültürel kirlenmenin tam bir dikkat ve
disiplinle önlenmesi; Milli servete asla zarar verilmemesi;
-
Trafik kurallarına mutlaka uyulması,
uymayanların nezaketle uyarılması, olmazsa yasal yaptırım uygulanması ve
sonuçta insan’a içtenlikle saygı duyulması;
-
İnsanlık dışı varlılara münhasır bir alçaklık
olan rüşvetin verilmemesi ve alınmaması;
-
Bütün insanlığın leh ve yararına imar yasasına
uyulması, her ne surette olursa olsun
-
İmar yasasına aykırı işler yapılmaması,
yapanların şiddetle men ve takibi;
-
İş barışı ve iş ahlakının korunması, çalışanın
hakkının mutlaka adaletle verilmesi;
-
Maaş ve ücrette hakkaniyet ve hukukun hâkim
kılınması, eşit işe eşit ücret verilmesi;
-
Toplumun beden ve ruh sağlığının korunması ve
aykırı alışkanlıklar edinilmemesi;
-
VE;
-
“Her şeyi devletten bekleme alışkanlığı”nın
terk edilmesi.
-
İşte O’nun toplumdan ve devletten istedikleri
bunlar. Aslında aynı şeyler hepimizin istek ve beklentisi, ihtiyaç ve
sıkıntısı değil mi? Demek ki bu hepimizin işi!
-
BAK (Lütfen) : http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com
- Mustafa Nevruz SINACI Bilinç Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Bilinç
Akademisi Başkanı
- DEVLET, ADALET, HUKUK VE CEMAATLER…
-
Günümüz toplumunda, (yıkılış dönemleri hariç)
binlerce yıllık tarihimizde eşine ender rastlanan vahim bir onursuzluk,
sorumsuzluk ve buna paralel salt bencillik, yani, hırs-ihtiras ve çılgınlık
derecesinde, kanun-kural tanımaz bir ‘öz çıkar’ yoğunlaşması (sosyal
şizofreni) gözlenmektedir. Hatta bu uğurda toplumsal ilkeler,
sosyolojik-psikolojik ilmi disiplinler, milli ve manevi değerler hiçe
sayılmakta, halkı birbirine kenetleyen temel stabilizatörler, devletin ve
demokrasinin çimentosu niteliğindeki asgari müşterekler tahrip ve tahrif
edilmektedir.
-
Örneğin: 29 Mart 2009 tarihinde yapılması yasa
ve Anayasa emri olan Yerel seçimler konusunda, önce Yüksek Seçim Kurulu
tarafından ilân edilen ‘seçmen sayıları’ ile bir şaibe bulaşmış (Seçmen
sayıları: 2002=41.300.000, 2007=42.500.000, 2008=48.300.000., Buna göre:
Seçmen sayısı 5 yılda 1.2 milyon artarken, 1 yılda nasıl olup da 6 milyon
artmıştır?), sonra yüksek yargı arasında vaki çelişkili karar ve açıklamalar
kaygı yaratmış ve nihayet, 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu ile 2839 ve 2972
Sayılı temel Kanunlara fiilen muhalefet anlamına gelen, adayları re’sen
belirleme biçimindeki ‘hak, hukuk ve ahlak dışılık’ gölgesi düşmüştür.
Açıkçası: Henüz resmi seçim takvimi işlemeye başlamadan, önseçim veya delege
yoklaması yapılmadan belediye başkanı, belediye meclisi ve il genel meclisi
adaylarının büyük çoğunluğunun belli olması, ilan ve kamuoyuna deklaresi utanç
verici bir gelişmedir.
- Daha doğru bir anlatımla bu: Anayasa ve yasalar gereği halkı idare etmekle
memur ve mükellef kişileri belirlemekle yükümlü, ‘demokrasinin vazgeçilmez
unsuru siyaset (politika) kurumlarının’ iyice yozlaştığı, çürüdüğü ve tabana
vurduğunun göstergesidir.
-
Buna rağmen gidişatı ‘aynı istikamette
yoğunlaştırmaya ve pekiştirmeye çalışan’ bazı art niyetli kesimler, milli
hassasiyetleri izole etmeye yönelik, fakat, aynı şikayet konularını baz alan
tahrip ve tahkir amaçlı tartışmalar yapmaktadırlar.
-
Bunlardan biri ve en
belirgin olanı da, başarısız yönetimleri tahrik, kafaları bulandırma ve
mesnetsiz, dayanaksız suçlamalarla saman altından su yürütmedir. Esas
itibarıyla, genel gidişattan çok memnun olan bu kesimler, yaşanan kaos ve
kargaşadan yararlanma peşindedir.
- MESELA “DEVLET-CEMAAT” İLİŞKİSİ:
-
Yukarda değinildiği üzere, Türk toplumunda son
zamanlarda yaşanan belirgin değişim ve dönüşüm, bazı art niyetli, dış
bağlantılı, gerici, fanatik, yobaz, bağnaz kişi ve kesimlerce “devlet-cemaat
ilişkisiyle” açıklanmakta, konuyla ilgili olarak da bazı iddialar, görüş,
düşünce ve yorumlar ileri sürülmektedir. Bu nedenle konuyu, umur-u devlet
kavramı, medeni siyaset geleneği ve konjonktürel bağlamda incelemek
gerekmiştir. Buna göre:
-
Kendilerini konuyla ilgili gösteren bazı
uzmanlar (!) ile; (AB-D yanlısı ve Soros güdümlü) Boğaziçi Üniversitesi ve
Açık Toplum Enstitüsü tarafından hazırlanan “Türkiye’de Farklı Olmak” konulu
raporda yer alan görüşler (21 Aralık 2008 Cumhuriyet) ve Bahçeşehir
Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof Dr. Hasan Köni
tarafından:
-
“AKP’nin ikinci dönem kalacağını gördüğümüzde,
iktidar kültürünün topluma yansıyacağını da tahmin ediyorduk. Bu araştırmanın
verileri bilinen gerçeklerdi. Türkiye’de laikler, kadınlar, gençler; kısacası
farklı olan herkes üzerinde giderek artan bir baskı var” denilirken; Marmara
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilüfer Narlı da:
-
“Anadolu kentlerinde bağnaz muhafazakârlaşma
ekseninde bir değişim yaşanıyor. Bu değişimde en önemli noktalardan birincisi
kadınların ötekileşmeden daha fazla olumsuz etkilenmesidir. İkincisi, bağnaz
bir muhafazakârlığın katı konvansiyonel ahlak ilkelerine sıkı sıkıya bağladığı
insanların yalnızca diğer insanları yargılamakla kalmadığı, aynı zamanda
onların yaşam tarzına müdahale ettiği de ortaya çıkmıştır. Gülen ve benzer
cemaat yapılarının, toplum tarafından sempati görmesinin temel nedeni,
devletin özellikle eğitim ve sosyal dayanışma alanında çökmesidir” demekte.
-
Sosyoloji Derneği Bşk. Prof. Dr. B.Gökçe ise:
-
“Muhafazakârlaşma yalnız Anadolu’da değil,
büyük şehirler dâhil olmak üzere Türkiye’nin her yerinde artarak bir baskı
unsuru haline dönüştü. Toplumdaki kişi ve grupların, kendilerini yöneten
siyasi erk ile egemen güçlerin farkında olmadan etkisi altına girdi. Bu durum
Türkiye’nin sosyal yapısındaki değişimle bağlantılı bir olgudur.”
- Yukarda özetlenen devlet ve cemaat ilişkileri ile ilgili görüşler konumuz
dışında olmakla birlikte, bahse konu cemaatten kasıt insani ve İslâmi
cemaatler değil; Bilakis kendi öz çıkarları uğruna bütün ekonomik, sosyal,
bilimsel, kültürel ve dinsel değerleri pervasızca kullanmaktan kaçınmayacak
kadar değersiz sapkınlardır.
- İNSAN’A ODAKLI OLMAK GEREK!
-
Dolayısıyla ‘insanlık, adalet ve hukuk dışı
gasp, edinim ve tasarruflar’ bilumum fail ve fiilleriyle Cumhuriyet Savcıları,
Yargıç ve Mahkemelerin işidir. Yargı, Yasama ve Yürütme bunun için vardır. her
şeye rağmen insanlık düşmanlığı, zulüm ve hukuk dışılık sürüyorsa, bunun
bedelinin ne kadar ağır olduğu da bilinmeli ve gereken tedbir ivedilikle
alınmalıdır.
-
Biz konuyu “insan” bağlamında ele almak,
incelemek, irdelemek ve değerlendirmek durumundayız. Bu noktadan hareketle:
Sözde uzmanların görüş açıklarken temas ettikleri, ‘devletle ilgili’
düşüncelerin temeline inmek ve değerlendirmek gerekir diye düşünürüz.
-
Buna göre: Yönetimin yerini cemaatlerin
aldığını söyleyebilmek için; devletin en azından şimdi, veya bir zamanlar
haklı, adil-doğru ve dürüstler adına hâkim ve hükümran, demokratik disiplin
unsuru, adalet ahlâkı çerçevesinde hukuka, insan haklarına sahip-saygılı,
eşitlikten yana “var” olduğunu kabul etmek gerekmez mi? 10 Kasım 1938’den
sonra, (1950-60 hariç) devlet var mıydı ki? Eğer devlet adalet ahlâkı ve hukuk
hâkimiyeti ise, bu anlamda oldu mu hiç? Olmayan bir şeyin yerini ne alabilir?
- BİR AÇILIM VE DEMOKRASİ DERSANESİ
-
Başta Galip Baran olmak üzere; İnsanı, insani
(insanlık dışı, yasa karşıtı) davranışları ve bunların nedenlerini
araştırdığımız, 20 yıldır devam eden, demokrasi dershanesi odaklı “okul dışı
eğitim” çalışmalarımızda gördük ki, devletin hizmet etmesi beklenen
kalabalıkların varlığı ve devlete muhatap bu kalabalıkların davranışları başlı
başına bir sorun. Devletin var olabilmesi için kalabalıkların üstlerine düşeni
yapmaları vergi vermeleri, yasalara uymaları ve var olan devlet’in de, ne
pahasına olursa olsun bunu temin etmesi gerekirken, yönetimlerin yasayı,
yönetilenlerinse ana kural ve kaideleri boş vermesi. Buna paralel sosyal
gevşeme ve toplumsal yumuşama.. Adalet ve Hukukun yerini, kaynağı adalet ve
hukuk olmayan keyfi yasa kavramının alışı ve yığınların bunlara da uymayışı.
Kalabalıklar bunu yapmıyorlar ise ki yukarıda sözü edilen çalışmalarda
“vatandaşlık görevlerini” yapmadıklarını gördük ve bu sorumluluklarını nasıl
yerine getirecekleri konusunda onlara örnek olmak için yıllarca çalıştık.
Projeler hazırladık uyguladık. Kalabalıklar anlamadılar. Yönetimler de
anlamadı. Durumu olmayan devletin kurumlarına sunduk. Onlar da anlayamadılar.
Haklıydılar kalabalıklar (toplum) anlamayınca kalabalıkların seçtikleri nasıl
anlayabilirlerdi ki? Anlamamaları bir tarafa, şaka gelecek ama zaman zaman
gözaltına da aldılar bizi, o çalışmaları yaparken…
- Sonuç olarak demek istediğimiz şu ki: “Kanun, adalet, vergi ve denetim
yok’sa, devlet de yok demektir”. Cemaat olsa ne yazar?
-
Neden uyruk değil de, kalabalık dedik, açık
değil mi?
-
Açık değilse, “toplumsal ve yasal sorumluluk
nedir?” bir araştırın ve daha ayrıntılı bilgi için: http://bilinc-universitesi.blogspot.com’u
ziyaret edin lütfen!
-
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
|
-
ALKOLE VE SAFAHATA HAYIR
-
Yılbaşı alkol bayramı değildir; böyle
günlerde insanlarımız sefahat tabloları çizmemelidirler.
Yılbaşlarında bilhassa alkol tüketimin had safhaya çıkıyor. Bu gecede
işlenen suçlar ve yapılan trafik kazalarının aylık bilançolara
eşdeğer olduğunu da istatistiksel olarak görülmektedir.
- Milli gelenek ve dini bayramlarımız arasında Noel
kutlama ve yılbaşı eğlencesi diye bir şey yoktur. Bunlar Hıristiyan
batı dünyasının bize göre çirkin adetleridir. Bir Peygamberin doğumu
içki içerek fuhuşla ,kumarla ve kepazeliklerle kutlanmaz. Eğer
dünya globalleşiyorsa buna inananlar bizim adetlerimize neden
hassasiyet göstermezler. Çılgınlar gibi içki içerek sarhoş olmak,
zorla kazandığı paraları ,çoluk çocuğunun nafakasını bir gecede
içki ve kumar masalarında harcamak bize yakışan hal ve hareketler hiç
değildir. Bir geceden bir şey olmaz diye düşününler her türlü
kötülüğe böyle gecelerde başlamakta; bir günah gecesinin acısını
bütün bir ömür boyu maddi ve manevi felaketlere uğrayarak
çekmektedirler.
-
Öte yandan dünyadaki Müslüman
katliamlarının bu günlerde artması ,hepsi sivil çok sayıda suçsuz
Müslüman kardeşimizin muhtelif ülkelerde şehit edilmesi, ülkemizde
de terör estiren ve hıyanet içinde bulunan bazı gurupların
azgınlıklarını artırmaları yüreğimize büyük acılar
yerleştirmektedir. Dünyanın içinde bulunduğu bu felaketler ortamında
yaşadığımız elim kayıplarımız için dua ve tefekkür etmekten; çalışkan
olup işlerimizi ve ekonomimizi kurtarmaktan başka bir çare yoktur.
-
Basında yılbaşı için gereken önlemler
diye polisimizin sarhoşlarla ve çıkaracakları olaylarla meşgul
olmaları, eğlence yerlerini kollamaları ve otomobil kullanamayacak
derecede alkol alanları evlerine bırakmaya çalışmaları Türk-İslam
toplumuna yakışan işler değildir. Biz ülkemizin terör yaraları
aldığı; İslam Dünyasının kan, katliam ve ateş denizinde boğulduğu,
İslam coğrafyasının Amerikan ve İsrail işgalinde olduğu bir dönemde
hangi halimize keyfedeceğiz ve işrete dalacağız. Garptaki Müslüman’ın
acısını şarktaki duymazsa tam iman etmiş sayılır mı? Türk ve İslam
ahlak ve aile yapısına aykırı işret tabloları, magazin basınının
sosyete ve zenginlerin sefahatine yönelik eğlenceleri ve bunların
çarpık-rezil yaşantıları yetmiş milyonluk bu fakir ülkeye hala
dayatılmak istenmektedir. Medyanın büyük bir kısmı da bu ihanetin
maalesef içindedir.
-
Yılbaşı eğlencelerini, bunu alkol
bayramı yapanları, sefahat ve rezalet tabloları çizerek bunları bu
aziz milletin bayramı veya geleneği yapanları ve bunları
milletimize dayatanları şiddetle protesto ediyor; tüm hemşerilerimi
işgal altındaki İslam coğrafyasında suçsuz yere katledilen tüm
Müslüman kardeşlerim için duaya ve saygıya davet ediyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- FIRINDA HAMSİ
- 1,5 kilogram hamsi
- 3 adet orta boy patates
- 2 İstenirse 2 baş kuru soğan
- Bir miktar tuz
- 2 fincan zeytinyağı
-
Hamsiler başları ve içleri ile
kılçıkları alınarak bir kaba konulur. Bu kaba konan hamsiler bol su
ile yıkanarak süzgece alınarak suyu süzülür.
-
Ayrı bir kapta soyulan patatesler
soyulduktan sonra kangal halinde dilimlenir. Bol su ile yıkanarak bir
tarafa konulur. İki baş soğan doğranarak kangal halinde doğranır.
-
Bir fincan zeytinyağı veya sıvı yağ
tepsiye dökülerek fırının tepsinin her tarafı yağlanır.
-
Yıkanan balık ve patates ve soğana
istenildiği kadar tuz serpilir. Patates ve soğanlar tepsinin altına
düzgünce sıralanarak ve hamsiler eşit olarak tepsiye döşenir.
Hamsilerin üzerine bir fincan yağ gezdirilerek kızdırılmış fırına
sürülür. Önce sulanan hamsi bir miktar zaman sonra suyunu çekerek
kızarır.
-
Kızartılan hamsi istenirse tabaklara
paylaştırılarak servis yapılır. İsteyenler limon sıkarlar.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
Paşa ÇETEN |
Paşa ÇETEN Hayat Hikayesi
|
- KURŞUN DÖK YÜREĞİME
- Kurşun dök yüreğime
- Diller sırrımızı söylemesin
- Aman ey aman düşmesin üstümüze
- Gurbetin gölgesi
-
- Dağlar bir bir savrulsa da
- Sıcak kalsın kirpiklerin
- Aman ey aman kurumasın
- Sıla ağacım
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
121 SAYI 25 Mart 2009 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |