YIL 10     SAYI 121    25 Mart 2009

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

AYET VE HADİSLERLERDEN BİLGİNİZE: İMAN
Mahmut Selim GÜRSEL YAZDINSA YAYINLA YOKSA SENİNLE GİDER
Sakin KARAKAŞ OSMANCIK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNİ ARIYORUM
Müslüm TUNABOYLU KÖY ENSTİTÜLERİ NİN UNUTULMAZ EĞİTİM VE KÜLTÜR HİZMETLERİ
Salim SAVCI MUSTAFA NECATİ NİÇİN UNUTULMUYOR
Hüseyin Hüsnü GÜREL ERZİNCAN BELEDİYE BAŞKANI YÜKSEL ÇAKIR'A AÇIK MEKTUP
Ali EMİROĞLU DÜNYA ISINIYOR
Mustafa Nevruz SINACI KUNDAKLANAN CAMİLER
Selma GÜRSEL KABAK KÖFTESİ (MÜJVER)
Cuma TÜRKMEN ŞAİR
Erman YILDIRIM ÇATAK
 
 
   
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
AYET VE HADİSLERLERDEN BİLGİNİZE: İMAN
2:3. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. 2:4. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. 2:5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. 2:6. Gerçek şu ki, kâfir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler. 2:7. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır. 2:8. İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah'a ve ahiret gününe inandık’ derler.
2:62. Şüphesiz iman edenler; yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
3:67. İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi. 3:68. İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah Müminlerin dostudur. 3:69. Ehl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar.
3:84. De ki: Biz, Allah a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz. 3:85. Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.
3:100. Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevkederler. 3:101. Size Allah'ın âyetleri okunurken, üstelik Allah Resûlü de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir. 3:102. Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.
3:130. Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakinin ki kurtuluşa eresiniz. 3:131. Kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakinin! 3:132. Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.
3:141. Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister.
3:149. Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz. 3:150. Oysa sizin mevlânız Allah'tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.
3:175. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun. 3:176. (Resûlüm) İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara, ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır.
3:200. Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz
4:29. Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.
4:43. Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar- cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır. 4:44 Kendilerine Kitap'tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar!
4:47. Ey ehl-i kitap! Biz, birtakim yüzleri silip dümdüz ederek arkalarina çevirmeden, yahut onlari, cumartesi adamlari gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri dogrulamak üzere indirdigimize (Kitab'a) iman edin; Allah'in emri mutlaka yerine gelecektir. 4:48. Allah, kendisine ortak koşulmasini asla bagişlamaz; bundan başkasini, (günahlari) diledigi kimse için bagişlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.
4:144. Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
 
Hadis
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Muhammed'in nefsini kudret eliyle tutan zâta yemîn ederim ki, bu ümmetten her kim -Yahudî olsun, Hristiyan olsun- beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktır".  Müslim, İman 240, (153).  
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e "Ey Allah'ın Resûlu, kıyamet günü senin şefaatinle en ziyâde saadete erecek olan kimdir?" diye sormuştum. Bana: "Hadis'e karşı sende olan aşkı görünce, bu hususta senden önce bana bir başkasının sualde bulunmayacağını tahmîn etmiştim" açıklamasını yaptıktan sonra şu cevabı verdi: "Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden gelerek 'Lâ ilâhe illallah' diyen kimsedir"  Buhârî, İlm 34, Rikak 50.  
Ebu Sa'îd İbnu Mâlik İbni Sinân el-Hudrî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır."     Ebu Sa'îd der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa, 40).  Tirmizî Sıfatu Cehennem 10, (2601).  Tirmizî hadis için "sahihtir" demiştir.  
Yine Ebu Sa'îd (radıyallahu anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kim: 'Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, Resûl olarak Hz. Muhammed'i seçtim (ve onlardan memnun kaldım)' derse cennet ona vâcip olur".  Ebu Dâvud, Salât 361, (1529).  
Yine Ebu Sa'îd (radıyallahu anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Bir kul İslâm'a girer ve bunda samimi olursa, daha önce yaptığı bütün hayırları Allah, lehine yazar, işlemiş olduğu bütün şerleri de affeder. Müslüman olduktan sonra yaptıkları da şu şekilde muâmele görür: Yaptığı her hayır için en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar sevap yazılır. İşlediği her bir şer için de, -Allah affetmediği takdirde- bir günah yazılır."  Buharî hadisi tâlik olarak kaydeder (İman 31), Nesâî, İman 10, (8, 105).  
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden biri içiyle dışıyla Müslüman olursa, yaptığı herbir hayır en az on mislinden, yedi yüz misline kadar sevabıyla yazılır. İşlediği her bir günah da sâdece misliyle yazılır. Bu hâl, Allah'a kavuşuncaya kadar böyle devam eder."  Buharî, İman 31; Müslim, İman 205, (129).  
Muâz İbnu Cebel el-Ensârî (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kimin (hayatta söylediği) en son sözü Lâ ilâhe illallah olursa cennete gider"  Ebu Dâvud, Cenâiz 20, (3116).  
Ubade İbnu's-Sâmit el-Ensarî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına Allah'ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz. İsâ'nın da Allah'ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attığı bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehâdet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır."  Buhârî, Enbiya 47; Müslim, İmân 46, (28); Tirmizî, İmân 17, (2640).      Müslim'in bir başka rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet ederse Allah ona ateşi haram kılacaktır."  
Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor:  Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek "Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum. "Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar: "Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!"     Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir".  Buhârî, Tevhid 33; Müslim, İman 153, (94); Tirmizî, İman 18, (2646).  
Câbir İbnu Abdillah el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İki şey vardır gerekli kılıcıdır" Bir zat: -Ey Allah'ın Rasûlü! gerekli kılan bu iki şeyden maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):      "Kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir" cevabını verdi."  Müslim, İman 151, (93).  
Süheyb İbnu Sinân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Mü'min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sâdece mü'mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı birşey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır".  Müslim, Zühd 64, (2999).  
Vehb İbnu Münebbih'in anlattığına göre kendisine: "Lâilâhe illallah cennetin anahtarı değil mi? dendi de: "Evet, öyledir ama dişsiz anahtar olur mu? Dişleri olan anahtarın varsa kapın açılır, yoksa kapalı kalır, açılmaz" cevabını verdi.  Buhârî, Cenâiz 1.  
Abdullah İbnu Mes'ud el-Hüzelî (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, bir adam kendisine "Sırat-ı müstakim (doğru yol) nedir?" diye sordu. Ona şu cevabı verdi:"Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), bizi sırat-ı müstakimin bir başında bıraktı. Bunun öbür ucu ise cennete ulaşmaktır. Bu ana yolun sağında ve solunda başka tali yollar da var. Bunlardan her birinin başında bir kısım insanlar durmuş oradan geçenleri kendilerine çağırıyorlar. Kim bu dış yollardan birine sülûk ederse yol onu ateşe götürecektir. Kim de sırat-ı müstakîme sülûk ederse o da cennet'e ulaşacaktır." İbnu Mes'ud bu açıklamayı yaptıktan sonra şu ayeti okudu: "İşte bu benim sırat-ı müstakimimdir, buna uyun. Başka yollara sapmayın, sonra onlar sizi Allah'ın yolundan ayırırlar...." (En'âm 152) 
Abdullah dedi ki: Babam Ömer İbnul-Hattab (ra) bana şunu anlattı: "Ben Hz. Peygamber (sav) yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber (sav)`in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı:
Ey Muhammed! Bana İslam hakkında bilgi ver! Hz. Peygamber (sav) açıkladı: "İslam, Allah`tan başka ilah olmadığına, Muhammed`in O`nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmen, namaz kılman, zekat vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah`a haccetmendir." Yabancı:"Doğru söyledin" diye tasdik etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu:
Bana iman hakkında bilgi ver ? Hz. Peygamber (sav) açıkladı. "Allah`a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah`tan olduğuna da inanmandır." Yabancı yine: "Doğru söyledin!" diye tasdik etti? Sonra tekrar sordu:
Bana ihsan hakkında bilgi ver? Hz. Peygamber (sav) açıkladı: "İhsan Allah`ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah`a ibadet etmendir. Sen O`nu görmesen de O seni görüyor." Adam tekrar sordu:
Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?  Hz. Peygamber (sav) bu sefer: "Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla bir şey bilmiyor!" karşılığını verdi. Yabancı:
Öyleyse kıyametin alametinden haber ver! Dedi. Hz. Peygamber (sav) şu açıklamayı yaptı: "Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir (Müslim`in rivayetinde fakir kelimesi yoktur) davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir." Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti.
Ben epeyce bir müddet kaldım. (Bu ifade Müslim`deki rivayete uygundur. Diğer kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (sav)`la karşılaştım" şeklindedir) Hz. Peygamber (sav) Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben:
Allah ve Resulü daha iyi bilir ! Deyince şu açıklamayı yaptı: "Bu, Cebrail Aleyhisselamdı. Size dininizi öğretmeye geldi."

 

 

 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
 YAZDINSA YAYINLA YOKSA SENİNLE GİDER
            Bir gün işyerimde otururken bir yazar arkadaşım kapıdan içeriye girdi. Selamlaştık; yer gösterdim oturdu. Selam sabahtan ve hal natır sormadan sonra çay içip içmeyeceğini sorudum içelim dedi.
            Yazar arkadaşımın yüzündeki maske neşeli çehreden çok kırgınlık sunan bir görünüm sergiliyordu. Sordum:
            - Hayırdır; biraz neşen yok? Yüzünü buruşturarak:
             Hastanede yatıyordum. Cevabını verdi. Aklımdan şöyle geçirdim. Ziyaretine gidemediğim için bana kırıldı herhalde diyerek cevapladım:
            -Geçmiş olsun. Haberim olsaydı ziyaretine gelirdim. Neden bir telefon etmedin? Diyerek durumu kurtarmak istedim. Cevapladı:
            -Hayır! Öyle önemli bir hastalık değildi. Ayağımdan fizik tedavisi aldım. Onun için yatmıştım. Dedi. Ben:
            -Olsun, hanımla ziyaretine gelirdik. Eve geliriz biraz konuşuruz. Hanımlarda dertleşirler. Dedim. Oda:
            -Bekleriz. Buyurun diye cevap verdi. O sıra çaycı çayları getirdi. Arkadaşımızın eskiden tahsildarların kutluklarının altında taşıdığı küçük fermuarlı çantalarından bir tane elinde devamlı bulunurdu. Çayı çaycıdan alırken çantasını masamın üzerine koyarken bir yandan da bana:
            -Hastanede boş durmadım. Bu çanta hikâye ve şiirlerle doldu taştı. Dedi. Bende:
            -Kalemine sağlık. Yayınlanınca kıymeti artar. Okuyucu değerlendirir değil mi dedim. Çayı içti, teşekkür etti, çantasını alıp çıktı gitti.
            Akşam hanımla ziyaretine gittik. Dergimiz ondan sonra yıllarca yayınlandı. O arkadaşın hastanede dediği yazılar ve şiirleri çantasında kaldı gitti. Ben istemedim. O da vermedi. Takdir onundu.
            Ben dergilerim çıktığından bu güne yayınladığım yazıları muhakkak denetimden geçirmek mecburiyetindeydim. Çok samimi olduklarım dışındaki yazarlarıma “Yazı verecek misiniz” diye sormam. Verirlerse onu ve beni etkileyecek kelime ve satırları sansür eder, ona sunan kabul ederse öyle yayınlarım. Kabul etmezse yazarın kendisi bilir.
            Neden yazı istemiyorsun derseniz? Çorum’da bir tabir vardır. Bu deyim Bütün Türk kültüründe çeşitli şekillerde kullanılır. Bu tabiri düstur edindiğim için yazı istemem. Bu deyim nedir derseniz:
            “Kargaya pisliğin kimyadır demişler. O da gitmiş ‘Derinçey *’a etmiş” derler.
 
*Derinçay Çorum’un çok yakınında bulunan bir akarsuyun ismi.

 

 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Sakin KARAKAŞ
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
OSMANCIK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNİ ARIYORUM
Kısa adı OSMİAD olan Osmancık sanayici ve işadamları derneği 2008 yılı şubat ayında büyük ümitlerle kuruldu. Yıllardan bu yana örgütlenme fakiri olarak gördüğümüz Osmancık’ta işadamlarının bir araya gelerek örgütlenmesi yöre için bir umut çiçeği olarak açtı. OSMİAD kurulur kurulmaz bölgeye umut dağıttı. Osmiad’ın kurulması
nı takip eden aylarda aşağıda özetini vermeye çalıştığım haberler yerel basında yankılandı. Osmancık ve Çorum ile ilgili web sitelerinde OSMİAD haberleri yerini aldı. Nedir bu haberler diye soracak olursanız sadece haber başlıklarını aktarmaya çalışacağım. “Osmiad’dan Organize sanayi atağı, Osmiad Kızılırmak havzasında yatırımların lokomotifi olacak, Osmiad hızlı başladı vb. haber başlıklarını çoğaltmak mümkün.
Dernekleşen İşadamları yapılan toplantı da yaptıkları açıklama da; ''Osmancık Organize Sanayini hayata geçirmek, Yeni istihdam alanları oluşturmak, yeni yatırımların önünü açmak, güçlü şirketleşmeyi sağlamak ve genel anlamda ilçenin sanayi ve ticaretini geliştirmek olduğunu, Küçük yatırımları bir araya getirerek mevcut potansiyelimizi geliştirmek amacında olduklarını söylediler.
Gönül isterdi ki OSMİAD rüzgarı ile Osmancık ticaret odası kurulsun. Ancak olmadı; Çünkü Çorum ticaret odası için Osmancıklı üyeler önem arz ediyordu. İki yüzün üzerindeki Osmancıklı ticaret erbabı Çorum için önemli bir gelir kapısıydı. Aman aman denildi, alın size bir parmak bal. En kısa zamanda Çorum ticaret odasının Osmancık’ta bir şubesi açıldı. Osmiad kurulduğunda ben daha çok  organize sanayi bölgesi ile ilgili demeçlerle ilgilenmiş ve Osmancık adına umutlanmıştım. Osmancık organize sanayi ile ilgili bir arpa boyu yol kat edilemedi. Osmiad bu hususta sivil inisiyatif olarak etkili bir rol üstlenemedi. Kızılırmak havzasında yatırımlarım lokomotifi olamadı. Küçük sermayeler birleştirme faaliyetleri gerçekleştirilemedi. Bölgede yeni istihdam alanlarının oluşturulması için gereken adımlar atılamadı.
Kamu teşviklerinden yararlanmanın en temel şartlarından birisi olan ve Osmancık’ın geleceği için önem arz eden Organize sanayi bölgesi ile ilgili araştırma ve incelemeler lafta kaldı.  Konu ile ilgili bir çalışma grubu kurularak güçlü bir lobi oluşturulması için gerekli olan hiçbir faaliyet yapılamadı. Avrupa birliği fonları hibe prog
ramlarından Organize sanayi bölgesi için herhangi bir proje hazırlanamadı.
Bu bağlamda gözler bölgede yeni istihdamların umudu olan Osmiad ve dolayısı ile Osmancık organize sanayi bölgesini aradı. Aradan iki yıl geçti, Osmiad birkaç ödül töreni ve yemek etkinliği ile anıldı. Osmiad’ın Kızılırmak havzasında yapılması muhtemel özel teşebbüsler için bir ilaç olamayacağı anlaşıldı.
Bu arada Osmiad çok halis niyetli ve özverili bir yönetim kurulu çevresinde adı lafta olan yemeklerde ve törenlerde  Osmiad adına boy gösteren memleket için suya sabuna dokunmayan üyelerden oluşan bir örgüt olarak hafızalarda yer bulmaya başladı. Durum böyle olunca da iki önce bölge için açan umut çiçeği yavaş yavaş solmaya başladı.

 

 
 

 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Müslüm TUNABOYLU
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
 KÖY ENSTİTÜLERİ NİN UNUTULMAZ EĞİTİM VE KÜLTÜR HİZMETLERİ
Altı yüz yıllık bir dönemin eğitim ve kültür hizmetlerine bir göz attığımızda karşımızda ülke insanının bir bölümü hemen tüm eğitim ve kültür olanaklarından uzak kalmıştır.Konuy
u biraz daha açacak olursak kentlerde ,kasabalarda yaşayan insanlar kırsal alanlarda yaşayan insanlardan daha şanslı daha önde tutulmuş görülmektedir.Bu arada kırsal alanda yaşayan bazı toprak ağaları varsıllığının bir sonucu olarak günün eğitim ve kültürünü almada kentlerdeki insanlar gibi alabilmiştir.Ama nüfusun yüzde sekseni çiftçi ve köyde yaşayan insanlar,eğitim ve öğretim kurumlarından yararlanma olanağı bir türlü bulamamışlar.Bir kısım aydınlar köyde yaşayanlar okusa ne olur okumasa ne olur diyebilmişler,kırsal alandaki yurttaşlarına bakış açıları kentlerdekiler gibi olmamıştır.Bir bakıma öz ve övey evlat muamelesi uygulaması öne çıkarılmıştır.İstanbul da ki saraya Çorum Koparandan kesilerek sunulan ağaçlar yıllar sonra Hemşehrimiz Prof.Hıfsı Veldet Velidedeoğlu  nun Cumhuriyet Gazetesi ne yazdığı anılardan beynimize yerleşmiştir
Kurtuluş Savaşı sonrasında  Anadolu da Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarınca kurulan yeni yönetim ,yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti,asırlarca unutulan seksen bin köyü ve o kadarda mezrayı kasaba ve kentlerin ulaştığı eğitim ve öğrenim düzeyine getirebilmek için yeni bazı atılı
mları yapması gerekiyordu 1928 de yapılan Harf Devrimi sonrasında ülkenin en ücra köşelerine dek eğitim ve öğretim kurumlarını ulaştırma amaçlanmış,bu nedenle önce ,askerliğini onbaşı ve çavuş olarak tamamlamış gençlerden yararlanma öne çıkarılmış,bazı il merkezleri yada yakınlarında eğitmen kursları açılmıştır.Çorum açılan bu eğitmen kurslarından öncelikle yararlandırılan illerin başında gelmiştir.Ama ne yazıktır ki bizim yöneticilerimiz Çorum a tanınan bu ayrıcalığın bir yanıtı olarak  hiçbir eğitim kurumuna İlköğretim Genel Müdürü olan eğitimci İsmail Hakkı Tonguç”un adını verememiştir.Öyle sanıyorum ki önümüzdeki aylar içinde bir eğitim kurumumuza rahmetli TONGUÇ un adı verilir.
Dönemin Cumhurbaşkanı  İsmet İnönü 17 nisan 1940 da TBMM de kanunlaşan KÖY ENSTİTÜLERİ ile ilgili olarak: Önümüzdeki senelerde nüfusumuzun çoğunu teşkil eden köylümüzün,gerek tahsil gerek geçim hususunda  seviyesini yükseltmeyi başlıca hedef tutacağız.Bu hususta elde edeceğimiz neticelere çok ehemmiyet ve kıymet veriyoruz.
Kat”i olarak inanıyoruz ki,köylümüzün tahsilini ve maişetini daha yüksek bir dereceye vardırdığımız gün,milletimizin her sahada kudretli,bugün güç tasavvur olunacak kadar yüksek ve heybetli olacaktır.İSMET İNÖNÜ
İlköğretim Genel Müdürü Tonguç,CANLANDRILACAK KÖY adlı yazılı yapıtında kırsal alana,yada köylüye bakış açılarını açıklarken :Memleket işleri yalnız yazıp çizmekle,nutuklar vermekle yürütülemez.Köyün içine girmeli,orada ki yolsuzluklar giderilinceye  kadar bizim gibi onlara katlanmalı,köylünün başına üşüşen dertleri elbirliği ile ortadan kaldırmalı.Bizimle hem dert,hem de sevinç ortağı olmalı
Bizim işlerimizi düzeltebilmek için bizim bildiklerimizi bilmeli,bizim yaptıklarımızı yapabilmeli.Halkın yapamadığını hiç kimse yapamaz,hele sadece.okur-yazarlığına güvenen hiç yapamaz.Bu laflarımızı kitaplardan öğrenerek söylemiyoruz.Bize bunları içinde doğup büyüdüğümüz,kenarında dedele
rimizle babalarımızın mezarları bulunan köy öğretiyor.
Tonguç,eğitmen kursu döneminde Çorum a gelerek incelemelerde bulunmuş, Kastamonu Gölköy Enstitüsü nün ilk Çorumlu kadrosunu oluşturmuştur. Kastamonu ilk mezunlarından Mecitözü Kışlacık Köyünden Şakir Demir,yine Mecitözü nün Çıkrık Köyünden Hacı Uçak ilk aklıma gelen isimlerden dir.Şakir Demir üç yıl öğretmenlikten sonra Hasanoğlan da açılan Yüksek Köy Enstitüsü ne ayrılmış,Hacı Uçak ise yakalandığı hastalıktan kurtulamamış, Çıkrıkta hayata veda etmiştir.
Köy Enstitülerine köy okullarından mezun olan köy  çocukları alınırken, sonraları bu kural delinmiş, köy okulundan diploma alan şehir çocukları da Köy Enstitülerine alınmıştır. Bu olay köy çocuklarının kotasına bir bakıma el koymak olmuştur.
1928 den sonra ülkemizde okuma-yazma seferberliği  başlatılmış, seferberliğin ilk kahramanları da kurslarda yetiştirilen eğitmenler olmuştur. Eğitmenlerin hizmetlerini hatırlamamak en azından insafsızlık olur. Köy Enstitülerinin ilk mezunlarını vermesi ile seferberlik biraz daha canlanmış, çok zor koşullarda çalışan köy çocukları hiçbir zaman uygulamadan yakınmamış, görevini zorunlu olmadıkça aksatmamıştır.Çok kısa sürede köylerde tarımın,hayvancılığın,el sanatlarının unutulmaz bir şekilde geliştiğini,köylünün kente   zorunlu olmadıkça gitmediğini,modern tarımın köylünün yüzünü güldürdüğüne tanık olmuşuzdur.
Beş  yıllık bir eğitim ve öğretim sonrasında ya kendi köyüne yada yakın bir köye öğretmen olarak atanan gençler kendilerinden istenen hizmeti aksaksız gerçekleştirmişlerdir. Onların sayesinde kırsal alandan çok sayıda kamu görevlisi yetiştiği gözlenmiştir.
Köy Enstitülerinden mezun
 olan köy çocukları arasında yazarlar, ressamlar, parlamenterler, bakanlar görmek mümkün.
Kırsal alandaki bu uyanış ülkemizde bazı  çıkarcı guruplarını  rahatsız etmiş, kısaca köylünün uyanması arzulanmamıştır.
1940 yılında açılan 20 dolayında Köy Enstitüsü 1950 de iktidara gelen siyasal parti tarafından kapatılmıştır.
Konuyu şöylece bağlamakta fayda görüyorum. Köyden çıkıp,gerekli eğitim ve öğrenimi aldıktan sonra köye  hizmet için dönüş bugüne dek sürmüş olsaydı bugün TÜRKİYE NİN Avrupa birliğine girmek için çaba harcamasına gerek kalmayacaktı.Ama köy gerçeği ortaya çıkınca yalnız kendi gurubunu düşünen varsıllar,bu köy çocuklarının ne yapacakları belli olmaz diyerek güzelim eğitim ve öğretim kurumlarını kapatılmasına neden olmuşlardır.
Kırsal alandaki vatandaşların dünyanın gelişim ve değişim olgularından yararlanmalarına karşı çıkmak ne kadar bencil bir eylemdir.Bu gurupların bugün bile çıkarcı eylemlerini zaman zaman  sergiledikleri  konusunda duyumlar alındığı bir gerçektir.Şunun iyice bilinmesi gerekir Köy Enstitülerinin kapanmasına neden olan siyasal guruplar,o dönemde devamlı suçladıkları Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin yok yere yıpratıldığı konusunda yazılı ve görsel basında yorumlar yapmaktadırlar.Buda bizim kuşağı geçte olsa onurlandırmaktır.
Sözlerimi tamamlarken Köy Enstitülerinde görev alan ve ebediyete intikal eden tüm  yönetici, öğretim görevlisi,uzman,teknik ,sağlık ekipleri ile tüm hizmetlilere minnet ve şükranlarımı sunar, hayatta olanlara nice sağlıklı yıllar dilerim.

 

 

 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Salım SAVCI
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
MUSTAFA NECATİ NİÇİN UNUTULMUYOR?
Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, o günden bugünlere değin pek çok Milli Eğitim Bakanı gelmiş. (1) Bunların çoğu unutulmuş. Ama unutulamayanlar da var. İşte bunlarda biri, Mustafa Necati...
Mustafa Necati, ulusun ve onun çocuklarını çok seven, herkesi kardeş gören, “Kardeş” sözcüğünü sık sık kullanan saygın bir kişidir.
Mustafa Necati’nin sözlerinde içtenlik vardır. Engelleri yenme isteği vardır. Ülkesine, bu vatanın insanlarına yaraşan işleri yapmayı bir borç bilir. Birlikte çalıştığı tüm insanlara, değerlerini fazlasıyla verir. “Öğretmenlerin gönüllerini kucaklayan, bir Bakan olarak gösterilir. Her yılın birinci günü, bu nedenle, içtenlikle, saygıyla anılır.
Mustafa Necati bir insandı. Fazla yaşamadı. Genç yaşta hayata gözlerini yumdu. Onun adını yaşatmak isteyenler çıktı. Balıkesir İlk öğretmen Okulu, modern bir yapıya kavuşmuştu. Fırsat doğdu. Mustafa Necati’yi unutmayanlar okulun adını: Necatibey İlk öğretmen Okulu koydular. İyi de yaptılar. Ellerine, dillerine sağlık.  O zamanlar, İlk öğretmen Okullarına, ortaokulların birincileri, ikincileri, öğretmenler kurulunca seçilerek alınırdı. En seçkin öğretmenler bu okullara kaydırıldı. Balıkesir Necatibey İlk öğretmen Okulu da böyle bir kadroya ve öğrenciye kavuştu. Bu okula gelen öğretmenler, ne yapacaklarını bildiler. Gece gündüz demeden çalıştılar. Kedilerini öğrencilerine adadılar. Onları, ülkenin beklediği öğretmen olarak yetiştirdiler. Birer Atatürkçü ve Anayasacı olarak yurdun dört bir yanına saldılar.
Her Necatibeyli, gittiği okulu inceledi. Çalışma yöntemini ortaya koydu. Söz ve öz birliği sağlamayı bildi. Bilimsel otoritesini kurdu. Öğrencisinin hak ve hukukunu savundu. Kimsenin adamı olmadı. Herkese eşit işlem yaptı. Öğrencisine hakettiği numarayı verdi. Baba rolüne çıkmadı. Bu nedenle eleştirildi. Ama o, çalışmasını hiç aksatmadı. Her zaman öğrencilerin, velilerin yanında olmayı bildi. Böylece gönüllere girdi.
Mustafa Necati’nin Kızılay-Mithatpaşa Caddesinde olan evi restore edildi. Bir işyerine kiraya verilecekti, verilemedi. Bu bina, şimdi boş duruyor. Bu binanın:  Mustafa Necati Müzesi olmasını Milli Eğitim Bakanlığı da düşünüyor deniliyor. Seçime girmeden, bu müzenin açılmasını dileyen yüz binlerce insan halen yaşıyor. Bunlardan biri de, bu satırların yazarıdır.
Mustafa Necati, adı unutulmasın! Saygılarımla. 

(1) O günden bu güne pek çok Milli Eğitim Bakanı geçti sözümü bir eski bakan yerinde bulmamıştı. Ama gerçek ortada diyeceğim. O Bakana da saygılar.

 

 
 

 

 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Hüseyin Hüsnü GÜREL
Hüseyin Hüsnü GÜREL Hayat Hikayesi
 ERZİNCAN BELEDİYE BAŞKANI YÜKSEL ÇAKIR'A AÇIK MEKTUP:
ERZİNCAN’DA DEPREME DAYANIKLI İNŞAA EDİLEN BİNALAR DÜŞEY YÖNLÜ HAREKETLERE DAYANAMAMIŞ VE ÇOK TEHLİKELİ ŞEKİLDE ÇATLAMIŞLARDIR.
Ankara’da Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası (İNTES) tarafından Mayıs-Haziran 2009 tarihli insan dergisi’nin 23. sayfasında; Erzincan Belediye Başkanı Yüksel ÇAKIR “Türkiye genelinde depreme en hazırlıklı il; Erzincan” olduğu konusunda bir makale yayınlamıştır.
İnternette http://milliservet.blogspot.com WEB sitesinde yayınlanan dünyada yalnız Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında kil tabakaları arasında muazzam büyüklükteki düdüklü tencerelere benzer kapalı ortamlarda doğalgaz ile suya doygun zeminlerin yan yana ve beraberce bir arada bulunduğu; bu yer altı düdüklü tencerelere benzer kapalı ortamlarda deprem hareketleri başlamadan çok kısa bir süre önce doğalgaz patlamaları ve bu patlamalar ile meydana gelen canavarlar kudretindeki sıvılaşma olayları ile zeminler aşağıdan yukarı doğru itildiği; yüzey arazinin deniz gibi dalgalandığı; ağaçların, binaların ve tesislerin yana yatıp, yatıp kalkarak veya burgu gibi bükülerek ve paramparça olarak bu yerlerde kıyametler koparcasına çok korkunç afetler meydana geldiği; bu deprem hareketleri başlamadan önce; yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu korkunç afetlerin deprem olayları ile hiçbir ilgisi olmadığı; doğalgaz patlaması ve deprem olayları birbirinden farklı ve başka, başka olaylar olduğu konularında 32 yazılı belge ile bilimsel bilgiler verilmiştir.
Bu Web sitesinde; Japonya da 7.2 gibi çok şiddetli olmayan 1995 Kobe depreminde; en şiddetli depremlere dayanıklı sağlam inşaatların, bu çok şiddetli olmayan depreme dayanamadığı; Kobe deprem afetinin; deprem üssü merkezinin yakın olması sebebi ile; Kobe’nin aşağıdan yukarı doğru düşey yönde itilmesinden ileri geldiği; bu depremin ilk günü keşfedildiği halde; Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz patlamaları ve meydana gelen sıvılaşma olayları ile bu korkunç afetlerin meydana geldiği hakkındaki gerçeğin henüz bilinmediği konusunda 32 yazılı belge ışığında bilimsel açıklamalar yapılmıştır.
1992 depreminde Erzincan Ovasında yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen sıvılaşma olayı ile; fay olmayan yerde DDY rayı yatay ve düşey yönde canavarca büküldüğü bilinmektedir. Depremlere dayanıklı inşa edilen binaların ve tesislerin DDY rayını bükebilen canavarlar kudretindeki sıvılaşma olaylarına dayanabilmesi mümkün değildir.
Bu WEB sitesinde; Erzincan da en şiddetli depremlere çatlamadan dayanabilecek sağlamlıkta inşa edilen B.A binaların; 2,3,4 gibi ufak şiddetteki depremler esnasında meydana gelen ufak sıvılaşma olaylarına bile dayanamadığı; bu B.A. binaların kolonları, kirişleri, döşemeleri ve perde duvarları gibi taşıyıcı aksamlarının çok tehlikeli şekilde çatladığı; bu çatlak binaların ileride meydana gelecek çok şiddetli olmayan depremlerde bile; burgu gibi bükülerek param parça olmaya ve bina içindeki insanların da pastil gibi ezilmeye mahkum bulundukları; bu binaların çatlakları sıvanarak veya sıva çatlağı olduğu yutturulması ile; bu çatlak binalar Erzincan halkına terk ve teslim edildiği konusunda bilgi verilmiştir.
Erzincan da depreme dayanıklı inşa edilen binaların çatlamış olduklarını; Dr. Cihangir ARISAN; Dr. Hilmi SEVİNÇ; eski Veteriner Müdürü Metin ÇÖREKÇİ; esnaftan Ekrem BÜYÜKFIRAT; Nihat YAPAR; Hüseyin YERGÜN gibi yüzlerce kimse tarafından bilinilmektedir. Bu WEB sitesinde; depremleri önlemek mümkün olmadığı halde; yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen; bu korkunç afetlerden; çeşitli teknik önlemler ile kurtulmanın mümkün olduğu; Yavuz Sultan Selim’in babası Osmanlı Padişahı II.Beyazıt 500 sene önce; 1509 depreminde İstanbul’un muhtelif yerlerine 400 kuyu kazdırdığı; bu kuyular ile yeraltı düdüklü tenceresine 400 delik açıldığını, bu kuyuların denge bacası görevini yaparak yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen; sarsıntılardan İstanbul’u kurtardığı konusunda bilgi verilmiştir.
Yüce Osmanlı Padişahı II. BEYAZIT; mezardan başını kaldırsa; Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında suya doygun zeminlere ulaşacak şekilde 10-20-50-100 m. gibi az derinliklerde ve 80-100cm. çaplarında geniş kuyular kazdırarak; bu yerleri doğalgaz patlamalarından ileri gelen; kıyametler koparcasına korkunç afetlerden kolayca kurtaracaktır.
Doğalgaz patlamaları ve sıvılaşma olayları ile; zeminlerde açılan çatlaklar ile bu zeminler çok mükemmel şekilde esneme özelliği kazanmaktadır. Zeminlerin esnemesi ile; deprem hareketleri 50m. gibi mesafelerde çok zayıflamakta ve hasar olmamaktadır.
Yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen afetler önlendiği taktirde; faylarda meydana gelen deprem hareketleri esneyen zeminlere ulaşınca; bu zeminlerin çok mükemmel şekilde esnemesi ile; Marmara Bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında faylardan 50 m. uzakta bulunan yerlerde hiçbir hasar olmayacaktır. Bu yerler ile eski Erzincan şehirlerinde deprem harabesi olarak terk edilen yerlerin tamamı deprem bakımından en emniyetli yerler olacaktır. Bu yerlere çok katlı ve yüksek inşaatlar yapılacaktır.
Yetkili Makamlar ile Kurumlara sunulan 10.10.2008 tarihli dilekçeler ile; Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen korkunç afetlerin önlenmesi ve Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağının ortaya çıkarılması için; ilgi gösterilmesi istenilmiştir.
Aradan bir yıldan fazla zaman geçtiği halde; hiçbir inceleme, soruşturma ve arama yapılmadan ve görgü tanıkları ileri görüşülmeden; masa başında oturarak; kafadan sallama beylik palavra ifadeler ile; bu konular dışlanmıştır.
TÜBİTAK Başkanlığına sunulan 1.12.2008/14325 sayılı dilekçe ile; evvelce sunulmuş olan 10.10.2008 tarihli RAPOR’un teşkil edilecek Yetkin Kurul tarafından bütün belge ve ekleri ile incelenmesi; mahallinde soruşturma ve araştırma yapılması; görgü tanıkları ile görüşülmesi ve Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen korkunç afetlerin önlenmesi ve Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağının ortaya çıkarılması için; TÜBİTAK öncülüğünde gerekli faaliyete başlatılması; talep edilmiştir. TÜBİTAK tarafından bu konuların incelenmeye başlandığı öğrenilmiştir.
Erzincan Belediye Başkanı sıfatıyla Yüksel ÇAKIR; depremleri yaşayan görgü tanıkları ile görüşerek ve toplantılar yaparak Erzincan şehri ile ovasında deprem hareketleri başlamadan kısa süre önce yeraltından bomba gibi patlama ve uğultulu gürültülü sesler işitildiği; bazı yerlerden çıkan alevlerin göklere yükseldiği; etrafın nur doğmuş gibi aydınlandığı; yüzey arazinin deniz gibi dalgalandığı; ağaçların, elektrik direklerinin ve binaların yana yatıp, yatıp kalktığı; depremler esnasında atmosferin sis bulutu ile kaplandığı; gökyüzünün kızıl renge büründüğü; deprem geceleri Erzincan ovasında çok soğuk havanın ısındığı; ovadaki donmuş karların eridiği konularında Yetkili Makamları ile Kurumlarına, Üniversitelere ve özellikle TÜBİTAK Başkanlığına bilgi verdikleri taktirde; bu konulardaki gerçeklere inanılacak ve Marmara bölgesi ile Erzincan şehri ve ovası yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu çok korkunç afetlerden ve Erzincan da depreme dayanıklı binaların çatlaması rezaletinden kısa zamanda kurtulmuş olunacak ve Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağı ortaya çıkarılacaktır.
Bu konudaki gerçekler ortaya dökülmediği taktirde; hem Marmara bölgesi ve hem de Erzincan şehri ve ovası; yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen kıyametler koparcasına çok korkunç afetler ile baş başa kalacak ve hem de Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağından Ülkemiz ve Erzincan mahrum kalacaktır.
Şeker fabrikaları Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı Yakup AY ile Türkiye Hava Meydanları Genel Müdürü Orhan BİRDAL; 1992 Erzincan depremini yaşayarak; deprem hareketleri başlamadan önce yeraltından bomba gibi patlama ve uğultulu gürültülü sesler işitildiğini; gökyüzünün kızıl renge büründüğünü; deprem akşamı hava çok soğuk iken; sabaha kadar havanın çok ısındığını; ovadaki karların eridiği konularındaki gerçekleri bilmektedir.
Depremler esnasında Erzincan ovasında yeraltından çıkan fay suları, artezyen ve sondaj kuyularının suyu ısınmadığına göre; deprem geceleri Erzincan ovasındaki trilyonlarca m3 çok soğuk havayı ısıtan ve ovadaki donmuş karları eriten ısının gökte doğalgazın alev ile yanmasından ileri geldiğini ve Erzincan Ovasındaki bu doğalgaz yatağının çok zengin olduğunu; doğa açık ve belirgin şekilde ortaya koymaktadır. Doğanın varlığını kesin olarak ortaya koyduğu bu çok zengin doğalgaz yatağını; ne TPAO ve ne de hiçbir kimse yok sayamayacak ve göz ardı edemeyecektir. Bu zengin doğalgaz yatağı ile Ülkemizin ve Erzincan’ın kaderi değişecek; Ülkemiz doğalgaz bakımından dışa bağımlılıktan tamamen kurtulacak; doğalgaz fiyatları çok ucuzlayacak ve yüz binlerce işsize iş imkânı sağlanacak ve ihtiyaç fazlası doğalgaz harice ihraç edilecektir. Bu konularda verilen yalan-yanlış bilgilere karşı çıkılmalıdır. Bu konularda yalan-yanlış bilgi veren kimseler şiddetle kınanmalı ve kamuoyu önünde tekzip edilerek cezalandırılmalıdır.
Bu konulara ilgi göstermek ve çözüm bulmak vatandaşlığın kutsal görevidir.
Hüseyin Hüsnü GÜREL, İnş. Yük. Müh.(İTÜ-1953)

 

 

 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
 DÜNYA ISINIYOR
 
Dünyanın ısındığında şüphe yok. Bütün ilgili âlimler, bu söylediklerimiz üzerinde duruyorlar ve gerekli tedbirleri de almak istiyorlar. Âlimlerin aldıkları tedbirlere uyanlar olduğu gibi, bu tedbirlere kıymet vermeyen büyük devletler de var. Neticeyi beklemekten başka çaremiz bulunmuyor. Dünya yönetiminde, âlimler söz konusu olmadıkları için, başka da yapacak bir çaremiz bulunmuyor.
Dünyanın ısınmasına söyleyecek bir şeyimiz yok ta, bizim, bu yıl, 2008 senesinde, Orta Anadolu’da ve bilhassa, yaşadığımız ilimiz olan Çorum’da, gördüklerimiz, alimlerin söyledikleri ve yazdıklarıyla bağdaşmıyor. Yağmur sıkıntımız olmadığı gibi, sıcakların çoğalması diye de bir sorunumuz bulunmuyor. Haziran ayının ortasında bile kalorifer yakanlarımız olduğuna göre, bu durumun izahı nasıl olacaktır? Aslında, bu söylediklerimizi, ilimizin büyük çapta değişmiş olduğunu, Dünya âlimlerini yalanlamak için söylüyor değiliz.
Benim çocukluğum zamanları düşünüyorum. Çorum havalisi, bu günlere göre, daha çok ağaçlı idi. Bu Hacılar Hanı havalisi tamamen ormanlarla kaplı idi. Bizim köyün ormanlarla kaplı arazisi de öyle idi. Zaman içinde, bu kalmış ormanlar birer birer ortalıktan kaldırıldılar.
Bu ormanla kaplı dağ ve tepeler ağaçsızlaşırken, önceleri bol olan yağmur ve kar yağması da azalmaya başladı. Ben yaşımı yarıladığımda, ormanlar bitmişti ve yağış ta hissedilir şekilde azalmıştı.
Bizim Çorum’un Sıklık Boğazı’na dikim başladığı sıralarda, hemen her tarafa ağaç dikimi başladı. Bir taraftan ağaç dikimi başladı, öbür taraftan da, yakım için linyit kömürü teşvik edildi. Hele kömür ithali de başlayınca, bizim insanlarımız da, ağaçları kesip yakma yerine, ülkeden çıkarılan ve dışardan ithal edilen kömür yakımına çabuk alıştı. Odun yakımından kömür yakımına geçişin bir sebebi de, köylerin boşalmasıdır. Çorum’dan, büyük bir kesim Almanya’ya gittiği gibi, Batı Anadolu’ya da göçenler oldu. Batı Anadolu’da seyahat edenlerimiz, eğer bu işle uğraşırlarsa, hemen her köşede Çorumlu insanlara rastlamaktadırlar. Bunların göç etmelerinin iyi olduğunu söylemek istiyorum ama, Anadolu’nun boşalmasına mukabil, Batı Anadolu’nun nüfus bakımından çok yüklenmiş olduğunu da gözlerimizle görüyoruz.
Uzaklara gidemeyen köylülerimiz de, şehirlerimizin etrafını doldurdular. Bu gün, köylerin tam boşalmış olduğunu söylemek bile mümkündür. Sağlık ocakları ve okullar için sarf edilen bütün paralar da, tamamen boşa gitmiş oldu.
Bizim ülkemizde olanlar, Avrupa ülkelerinde olanların tam tersidir. Avrupa köyleri boşaltılıp ta, büyük şehirlerin yüklenmesi oralarda olmamıştır. İnsanlar, doğdukları yerlerde barınma imkânlarını memleketlerinde bulmuşlardır. Bu bakımdan, Avrupa köyleri imar görmüş ve bazı yatırımlar, şehirlerden uzakta, köylerde yapılmıştır. Yüz evi ancak bulan bir Fransız köyünde, elli işçi çalıştıran fabrikalar yapıldığını ben gördüm. En tanınmış mobilya fabrikaları bile, şehirlerde değil, köylerde yapılmıştı. Küçük çapta hastaneler bile, özel teşebbüs tarafından köylerde kurulmuştu. Plansızlığımızın cezasını daha çekmeye başlamadık ama, ilerde mutlak çekeceğiz. Batı Anadolu, bütün kıyı, yerleşim birimleri haline gelmiştir.
Çorum’da ve bu arada Orta Anadolu’da, iklim değişikliğinin, iyilik istikametinde değişimin ikinci bir sebebi de, küçük göletlerin çok olarak yapılmış olmasıdır. Yine ben çocukken, Sungurlu’da bu gün şehirleşen kesimin büyük bir kısmını seller basardı. Hayvanların ve de adamların sel suları tarafından götürüldüğünü seyretmişizdir. Bu sellere bu gün rastlamıyoruz. Tehlike arz eden yağış alanlarının büyük kısımları öletlerle tehlikesiz hale getirilmiştir. Göletlerle sadece tehlike önlenmemiş, gölet sahaları ağaçlandırılmış ve tutulan su sayesinde, hava rutubetlendirilmiştir. Çorum’da bile, gece rahat nefes alışınızın sebebi göletler ve havanın rutubetlendirilmesidir.
Bazı ülkeler, bu gölet işine öncelik tanıdılar ve büyük barajları sonraya bıraktılar. Zaten barajların ve göletlerin ana hedefi de sulamaktır. Bizim köyle bir sıralamamız olmasa bile, mahalli yönetimlerin gayretleri, bu programı tabiileştirmiştir. Eğer, gölet yapılan yerler için bu düşüncede devam edilirse, hem ağaçlanma artacak ve hem de iklim değişikliği arzu edilen istikamette devam edecektir.

 

 

 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
KUNDAKLANAN CAMİLER
"Eceli gelen köpek cami duvarına ilişir" diye bir darbı meselimiz vardır.
Sonunda bunu da yaptılar ve nesebi gayrisahih alt varlıklar camilerimize de iliştiler.
Ankara ve İstanbul'da milli mukaddeslere darp, suikast ve tecavüze yeltendiler.
Menfur maksatları aziz ve kadim Türk-İslâm medeniyeti'nin muazzez mensuplarını taciz, kutsal mekânlara tecavüz, provakasyon ve tefrika. Sözde 'dinler arası diyalog' adına bile olsa Cami, Havra ve Kiliseyi aynı avluda inşa edecek kadar âlicenap, hoşgörü ve tolerans sahibi, hakiki lâiklik, samimi ve saygın dindarlığın hamisi sevgili bir halka zulüm.
Vakıa gaflet, dalalet ve hıyanetten başka bir türlü adlanamaz.
Evveli de olmakla birlikte; Aralık ayının ikinci haftasından itibaren bu bağlamda ülkemiz ve halkımız; milli birlik, huzur, barış, güvenlik ve bütünlüğümüze yönelik yeni saldırılar, tertip-teşebbüs ve bazı menfur prokasyonlara maruz kaldı.
Bunların başında İstanbul ve Anadolu'da art arda sabote edilen, yangın çıkartılan ve alçakça saldırıya uğrayan camiiler geliyor. Şu ana kadar vaki sabotaj, kundaklama sayısı sadece İstanbul'da yedi. Türk milleti'nin maşeri vicdanı, milli kutsallara, manevi mekânlara, Allah'ın mübarek evleri ve mukaddes ibadethanelere karşı çok hassastır. Buraya uzanan kirli eller umarız tez bulunur ve hemen kırılır.
TEMSİL ETTİKLERİ MİSYON
Yoksa Ebu Leheb ile Ebu Cehil şürekası, Abdullah Bin Sebe müntehibi, mezdekçi ve satanist sapkınların (Camilerin sahibi) Rab, çarçabuk belalarını verir ve defterlerini dürer.
Hani ikiz kule tezgâhını organize edip, "Ben Hazreti İsa'dan vahiy (!) aldım. Bana, Haçlı seferlerini düzenle" dedi diyen bedhahtın uğradığı kriz belâsı ve mağlubiyet cezası ibret olmadı mı? Ya Afganistan, Irak, Somali, Bosna-Hersek ve Karabağ'da akan kan. Milyonları bulan taciz, tecavüz, soygun-vurgun!
Bunlar, bütün yardım-yataklık unsurları, ortak ve müttefikleriyle birlikte 'bilgi çağının bile ırzına geçerek' kıyamet senaryoları üzerinde yoğunlaşan insanlık, hak, adalet, ahlâk ve evrensel hukuk düşmanlarıdırlar. Ayrıca hırs ve ihtiraslarının zebunu şeytani bir haletle eko sisteme de düşman kesilmişlerdir. Bu denli cahil, kendi bindikleri dalı kesecek kadar aptal ve evrim teorisini, müesses medeniyet aleyhine kullanacak derecede duyarsız, kanlı-kinli, kirli bir güruhun, Atlantis rahiplerinden farkı ne olabilir?
İşte, dün Pakistan ve Hindistan da, bugünse 'medeniyetin beşiği' Anadolu da Camilere ilişecek, saldıracak, kardeşlik, huzur ve barış içinde yaşayan insanlar arasına kin-nefret, haset, düşmanlık ve husumet tohumları ekecek kadar azgınlaşanlar.
Al birini vur ötekisine, yedisinden yetmişine bunların hepsi bir.
BUNLAR TÜRK MİLLETİ'NE YABANCI DEĞİL
Nerede bir nifak, fesat, tefrika ve bozgunculuk varsa, kesinlikle ucu aynı yere varır.
Buna paralel olduğu şüphe götürmez bir başka furya da "Ermenilerden özür dileme" kampanyasıdır. Bir takım dönme, devşirme, dâhili bedhaht (gizli iç düşman) koza ve kriptolar tarafından yürütülmekte. Dink'in cenazesinde "hepimiz Ermeni'yiz" diye bağıranların ihanet şebekeleri adına yataklık kalkışması, tiksinti veren inlemesi ve diyaspora adına feryadı.
Aslında bu sinsi tehdit ve kirli oyun tertipçisinin, (beyanda imzası bulunan ilk 100 kalkışmacının) kahir ekseriyeti oradaydı. Hani o cenaze fırsatını ganimet bilerek sergiledikleri tehdit-tedhiş ve nümayişte talepleri, katilin yakalanması, adaletin tecelli-i falan değil; 301'in ivedilikle kaldırılması idi. Akabinde AB marifetiyle aba altından sopa gösterttiler.
Menfur cinayet bahane edilerek dayatılan bir talimatname ile iş bitti.
Hrant Dink'i ve Trabzonlu rahip cinayetinin bir tertip olmadığı ne malum?
Aslında orada ismi yazılı olanların 'vatana ihanetten yana' sicilleri hayli bozuk.
İçlerinde, 27 Mayıs kalkışmasına çanak tutan, 68 jenerasyonuna anarşi, terör ve tedhiş kuşağı bağlatan, alevi-Sünni ayrımcılığını körükleyen, papanın dinler arası diyalog projesine aktör, din-iman, ümran ve irfana hain-nankör olan, Kürt sorunu gibi çok sanal bir ütopyayı 'Ermeni diasporası" adına taşeron sıfatıyla üstlenen, Candaşları-kandaşları pamuk'u Nobel'e taşıyan, iğrenç yalan ve iftiralarını sahiplenen gaflet, dalalet ve hıyanet erbabı gani.
Dahası, KKTC'ni 'Kıbrıs sorunu' yaftasıyla ilgaya, mübadeleyi Yunanistan lehine işleyerek Elen iddialarına destek olmak gibi her melanet ve ihanet bu kalkışmacılar, ajan provokatör ve kurnaz dessaslar arasından çıkıyor.
Üstüne üstlük, karanlıktan ilham alan bu nankör kenelere 'aydın' deniliyor!..
DE FACTO AB HÜKÜMRANLIĞI
Bu ve benzeri, ihanetten beslenen dâhili ve harici bedhahlara dünyanın hiçbir yeri ve devletinde rastlamak mümkün değildir. Zira hiçbir 'hukuk devleti' vatan hainine hayat hakkı tanımaz. De'Facto AB iktidarının hüküm sürdüğü ülkemiz hariç! Ama onlar, aslında tarihi ve tabii hoşgörü sayesinde böylesine şımarık ve semirik olabildiklerinin farkında bile değiller. Zaten varlıkların nedeni bu. İstismar ve suiistimal, yalan-talan, soygun-vurgun, anarşi-terör, nümayiş, tedhiş… Bir elleri halkın cebinde, diğeri terör örgütü; Ermenistan-Yunanistan, ABD ve diaspora'nın belinde. İspat mı istiyorsunuz? İşte belgesi:
MENFUR NİYET VE DÜŞMANLIK BELGESİ
Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi "Türkiye" başlıklı bölüm; (Presidency Conclusions) Madde: 23.."..müzakerelerin yalnız Türkiye'yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini... Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya güneydoğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına" yazıyor.
Şu hale nazaran: Batıkent Camii Derneği Başkanı sevgili Kadir Parlak'ın gazetelerde yer alan ve beni de hususi olarak bilgilendirdiği güncel Camii yangınlarının ucu muhtemelen bu menfur ve müseccel kombinasyona dayanıyor. Eylem apaçık kundaklama, ağır tahrik, insanlık dışı saldırı ve provakasyondur. Önce kalabalık mahal ve mağazalara, korumasız masum ve müsemma insanlara, köşe bucakta park edilmiş araçlara, hâsılı bilumum milli, ilmi ve kültürel servetlere; Şimdi de manevi eser, ibadethane ve mabetlere yönelmiş durumda.
Bunlara alet olanları, art-yan ve yörelerinde yer alanları, yardım ve yataklık yapanları insanlar ve Müslümanlar olarak kınıyor; Yüce Allah (CC)'dan bu cahil ve gafillere akıl-fikir ihsanı ve ıslahlarını diliyoruz. Zira bu efendiler aynı zamanda siyaset ve yönetime taliptirler.
HÜKÜMLE MÜKELLEF OLANA GÖREV
Bu vehamet karşısında, hükümle mükellef yetki sahiplerinden 'özgürlük, demokrasi ve hoşgörü mesajları" geliyor. Belki idare-i maslahat çabası, yahut ikbal kumkuması veyahut da ince politika. Lâkin sebebi her ne olursa olsun: "Özgürlük, sadece gerçeklik, namuskârlık ve dürüstlük, hukuk ve adalet üzerine kurulu bir hak'tır. Hiçbir demokrasi düşmanlarının hamisi olamaz!.. Buna izin verenler, tolerans, himmet ve hoşgörüyle karşılayanlar, tıpkı Fidel Castro ve Che Guevera gibi, gizli halk, hak-adalet ve medeniyet düşmanıdırlar.
İşte onlara hüküm ve hükümete görev: "Ben ülkemde iş başına gelecek insanın soyuna-sopuna bakmam, ancak ihanetlerini gördüğüm vakit damarlarındaki kanına bakar (ve icabını yapar) ım" (Mustafa Kemal Atatürk) Haydi bakalım: Ülkemizdeki demokratik kalite, "özgürlük ve güvenlik" diyenler iş başına. Ey hüküm sahipleri!.. Şimdi hak, adalet ve hukuk zamanı değil mi? Yoksa! ne zaman?...
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
KABAK KÖFTESİ (MÜJVER)
2 adet Orta boy kabak
1 adet kuru soğan
1 adet yumurta
1 su bardağı un
İstenildiği kadar tuz
İstenildiği  kadar baharat
Yettiği kadar tava için yağ
 
Kabaklar önce güzelce yıkanır ve kabukları bıçak ile temizlenir. Kabaklar rendeden geçirilerek kaba alınır. Üzenine soğan rendelenir istenildiği kadar tuz ve baharat ileve olunur, yumurta kırılarak un ilave edilerek kaşık ile çırpılır.
Tavada kızdırılan yağın içine kaşık ile bu karışım istenilen köfte büyüklüğünde dökülerek kızartılır.
Kızartılan köfte sıcak sıcak servis edilir.

 

 

 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Cuma TÜRKMEN
Cuma TÜRKMEN Hayat Hikayesi
ŞAİR
Her şiir yazanı şair sayarsak
Bizleri meçhule saptırır gider
Pulu aklın kafesine koyarsak
Altın, incileri akıtır gider.
Şairin içinde aşkı olmalı
Doğruyu, yanlışı netçe bilmeli,
Korkmadan yanlışa cephe almalı
Atılan taşları sektirir gider.
Şair halkın gözü, özü, dilidir.
Her yönüyle hakka bağlı kuludur
Yönü pir Sultan’ın çile yoludur
Yağlı ipte boyun sarkıtır gider.
Şair toplumcuların öncü incisi,
Düşman sayar çıkarcının kemcisi
TÜRKMENOĞLU vatandaşın gamcısı
Bu uğurda ömür tüketir gider.

 

 

 
 
 11

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

 
Erman YILDIRIM
Erman YILDIRIM Hayat Hikayesi
ÇATAK
Çamlıktır köse dağı
Kucaklamış çatağı
Çatak turistik yerdir
İhvanların yatağı
Şeyh Hazma ona bakar
Kaynaktan sular aka,
Baharda çiçek takar
Gerdanına Kösedağı
Çatak meyve dolu
Turizme açmış yolu
Yaylada Kösedağı

 

 
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

122 SAYI 25 Nisan 2009 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!