SANAL OLMAYAN ;
"FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA HOŞ
GELDİNİZ !
|
ÇORUM ŞEKER FABRİKASI |
DİKKAT !
BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
SAYI 17 01/02/2010 |
İÇİNDEKİLER
|
Mehmet Akif ERSOY ÇANAKKALYE ŞEHİTLERİNE!
Ahmet CANBABA BAKKAL NASIL KURTULDU
Ahmet CANBABA AYDINLIK OLSUN
Ahmet CANBABA AYDINLIK VURGUNU
Ahmet CANBABA KURT KUZU
Atilla ALPAY 9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BOYKOT GÜNÜ..
Atilla ALPAY BORÇ
Mahmut Selim GÜRSEL YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR!
Mahmut Selim GÜRSEL İSMAİL PAMUK İLE YILLAR ÖNCE
Mahmut Selim GÜRSEL ZİYARETÇİLER; OKUYUCULAR VE YAZARLARIMIZ !
Mahmut Selim GÜRSEL ÇAL DOSTUM!
Mahmut Selim GÜRSEL GÖNÜL KIŞI “Zemherir”
Mustafa Nevruz SINACI ZAM, ZULÜM VE İŞKENCE DOĞALGAZ SOYGUNU
Mustafa Nevruz SINACI KÜRTLERİN LOZAN’A GÖNDERDİĞİ MEKTUP
KEFERENİN “KÜRT DEVLETİ” FURYASI
Mustafa Nevruz SINACI HANGİ DÜNYA DÜZENİ
Mustafa Nevruz SINACI Müslüm TUNABOYLU
Mustafa Nevruz SINACI SORUMLULUĞU YETKİ KADAR SEVELİM
Selma GÜRSEL SALÇALI BULGUR PİLAVI
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
- ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
-
- Şuheda gövdesi, bir baksana dağlar taslar...
- O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,
- Vurulmuş temiz alnından uzanmış yatıyor;
- Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!
- Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş,asker!
- Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
- Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
- Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
- Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
- "Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.
- Herc u merc ettiğin edvara ya yetmez o kitab...
- Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
- "Bu, taşındır" diyerek Kabe'yi diksem başına;
- Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
- Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,
- Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
- Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
- Yedi kandilli Süreyya'yi uzatsam oradan;
- Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
- Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,
- Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
- Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
- Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
- Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
- “Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
- Şarkın en sevgili sultani Salahaddin'i,
- Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
- Sen ki İslâm’ı kuşatmış,doğuyorken hüsran,
- O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
- Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adin;
- Sen ki; a'şara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
- Sana gelmez bu ufuklar,seni almaz bu cihat...
- Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
- Sana ağucunu açmış duruyor Peygamber.”
- Mehmet Akif ERSOY
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
BAKKAL NASIL KURTULDU
Büyük bir Grosmarket de gözüne
bir yazı ilişmişti. ‘Bakkallar nasıl kurtulur’ diye. Bakkallar
süper marketler karşısında ölüme mahkûm edilmişlerdi demek.
Kurtuluşunu da gene süpermarketler düşünüyordu. Çevrede o kadar
kurtulacak şeyler var ki çoğalt çoğaltabildiğin kadar. Emekli
nasıl kurtulur, memur nasıl kurtulur, esnaf, köylü, çiftçi nasıl
kurtulur. Daha da önemlisi Memleket nasıl kurtulur a kadar
gidiyordu iş. Bu sanki Asiye nasıl kurtulur gibi bir şeydi
demek. Hükümet memurun yakasına yapışmış, memur kurtulmaya
çalışıyor. Kimi üç ay kalmış emekli olmasına ‘bir emekli
olayım’ kurtulacağım diyor. Neden kurtulacaksa! Çalışırken
elektrik, su, doğalgaz, hastane kuyruğu vardı, bilmiyor ki
garibim birde ‘emekli maaşı’ kuyruğu girecek devreye. Hadi
bakalım kurtul kurtulabilirsen. Vergi kıskacına girmiş küçük
esnaf; belki yirmi çeşit vergi. Birde bilinçsizlik var. Yığılmış
kalmış vitrinlerde satılmayan mallar. Hele ‘baharat’ cinsi
küçük poşetlerdeki mallar, tarihleri geçmiş öyle duruyor
raflarda. Müşteri bir şey alırken ayına, gününe bakıyor.
Fikri Bey nerede yeni açılan bir
dükkân görse o dükkanı göz hapsine alır, tanıdığı
pazarlamacıları yeni açılan dükkana gönderir, pazarlamacılara
müşteri bulduğu için de komisyonunu alırdı. Ayrıca pusuya yatmış
aslanlar gibi avını bekler, pazarlamacılardan aldığı ‘tiyo’ya
göre hareket ederdi.
Fikri Beyin büyük grosmarketteki
gözüne ilişen, ‘bakkallara verilen öğüt’ niteliğindeki yazı
belleğinden hiç çıkmamıştı.
Sıddık Efendinin oğlu Fatih’inde
gözü esnaflıktaydı. Hele bir emekli olsun ‘o bilecekti’ ne
yapacağını. Evlerinin karşısındaki apartman inşaatının bitmesine
çok az kalmıştı. Alt kattaki dükkanlardan birini gözüne
kestirmiş, her işe gidiş gelişte, dükkana alıcı gözüyle bakar,
hayaller kurardı. Bu arada da dükkanın iç ölçülerini almış,
kafasından nereye ne koyacağının hesabını çoktan yapmıştı.
Fatih emekli olmadan apartman
inşaatı bitmiş, dükkanın bir başkası tarafından tutulmaması
için, ikide bir babasına ısrar ediyordu ‘bir an evvel dükkanı
açalım’ diye. Babası Sıddık Efendide:
-Olum ne acelesi var hem bir
emekli ol bahak! Dedikçe Fatih
-Baba açalım, ben emekli olana
kadar Yavuz’la sen bakarsın dükkana. Sabahları işe gidinceye
kadar sen, işten gelince de ben bakarım. Dükkana sen bakarsan,
emekli olduğun için vergiyi az ödermişiz.” deyince babası
Sıddık’ta ‘olur’ demişti. Dükkan Sıddık Efendi adına kiralanır.
Bütün işlemleri oğlu Fatih yürütür, babası dükkanın kendi adına
açıldığının farkında bile değildir.
Sıddık Efendi bankadaki faizde
yatan parasını çeker, borç olarak oğluna sermaye yap diye
verir. Oğlu da birkaç ay sonra nasıl olsa emekli olacak, aldığı
emekli ikramiyesini babasına verip borcunu kapatacaktır. Oysa
Fatih eline geçecek paranın üzerine biraz koysa oturduğu
semtten bir daire alırdı. Ama onun kafası bakkal dükkanındadır.
Yakınlarında başka dükkanlar vardır ama ‘Allah herkesin
kısmetini ayrı verir’ diye düşünür. Babasından aldığı parayla,
dükkanın içini donatır. Artık pazarlamacılar Fatih’in ayağına
kadar gelmişler, pazarlayamadıkları ellerinde kalan malları
Fatih’e satarlar. Çok geçmeden Fatih nakit para sıkıntısı
çekmeye başlamıştır. Kendi aylığını dükkana harcadığı gibi
babasının emekli maaşı da alınan malların taksitine
gitmektedir. Fatih gece geç saatlere kadar dükkandadır. Neyse ki
sabahları babası açmaktadır dükkanı. Fatih akşamdan akşama
uğramaya başlar dükkana. Dükkanın satılmayan mallarla dolması
ve ellerinde dükkanı çevirecek sermayenin azalması Fatih’in
moralini bozmaktadır. Fatih’te artık akşam bir iki saat bakıp
dükkana, kasada beş kuruş bile bırakmadan ne var ne yok alıp,
öyle gider olmuştu evine. Ertesi günde hep aynı şeyler
tekrarlanıyordu.
Aradan zaman geçer, Fatih emekli
olur. Emekli ikramiyesiyle babasına olan borcunu öder.
Esnaflığın memurluktan daha zor olduğunu kavrar. Günde on beş,
on altı saat çalışmanın bıkkınlığı ile sık sık dükkanı
kardeşi Yavuz’a ve babasına bırakıp gitmektedir. Esnaflık artık
Fatih’in canına tak etmiştir. Ya Babası Sıddık Efendinin? O
sanki halinden memnun mudur? Konuştuğu her müşteriye oğlundan
dert yanmaya başlar. Fatih’in esas mesleği şoförlüktü. Bir
cahillik etmiş bakkal dükkanı açmış, doldurmuştu satılmayan
malları dükkanına. Kazandığı para ev kirasına ve arabasının
benzin parasına gidiyordu.
Sıddık Efendinin okuma yazması
olmadığından mahallenin çocukları dükkana yalnız Sıddık
amcaları olduğu zaman doluşurlar, kimisi cips alır, kimi
sakız, çikolata alır, parasını istediğinde:
-Sıddık amca deftere yaz
birazdan getireceğim” derler. Sıddık Efendi de çocukların
yanında okuma yazma bilmediğinin anlaşılmaması için veresiye
defterini çıkartır, kimin ne aldığını aklında tutmaya
çalışarak yazıyormuş gibi yapıp deftere çizik atardı. Sonrada :
-Çabuk getirin parasını” diye
birde tembih ederdi çocukları. Büyük insanlar bile biliyordu
Sıddık Efendinin okuma yazmasının olmadığını. Çoğu kapıcılar
da aldığı şeyleri:
-Sıddık amca deftere yaz” deyip
çıkıyorlardı dükkandan. Herkesin sütüne kalmış bir şeydi
ödeyip ödememeleri. Herkes dükkanın başında Sıddık amcalarının
olmasını isterlerdi.
Sıddık Efendinin kafasına
yazdığı, kırmızı tişörtlü sakız, beyaz tişörtlü on yumurta, iki
ekmek, kapıcı Kamil apartman için aldığı on ampul ve temizlik
maddelerinin parası haricinde, kasada biriken on beş milyon
lirayı da akşam oğlu Fatih geldiğinde almış üstelik babasına:
-Baba hepsi bu kadar mı
satışların?” dediğinde Sıddık Efendi kapıcının neler aldığını,
kırmızı tişörtlü çocuğun sakız, beyaz tişörtlü çocuğun da on
yumurta iki ekmek aldığını söyler. Fatih de:
-Hangi kırmızı tişörtlü çocuk
baba? Beyaz tişörtlü çocukta kim? Her zaman böyle mi
yapıyorsun? Borçlarını ne zaman ödeyecekler?” diye sorar.
Babası Sıddık:
-Ben onları biliyom olum, alırım
onlardan. Esas sen dükkanının başında dur da iyi işlet
dükkanını “ dedi.
Sabah erkenden dükkanı açan
Sıddık Efendi o gün dükkanına gelen çocuklardan birine:
-On yumurtayla iki ekmek
almıştın olum getdin mi parasını” deyince çocuk:
-Ne yumurtası! Sıddık amca ben
yalnız ciklet aldım” dedi. Sıddık efendi:
-Üzerinde beyaz tişörtün vardı
ben bilmem mi sendin olum.” dedi. Çocuk:
-Şimdi beyaz tişört giydiğime
bakma Sıddık amca, dün kırmızı tişörtüm vardı üzerimde, ben
yalnız sakız aldım. Al sakızın parasını” deyip Sıddık amcasına
yirmi beş bin lira verdi ve dükkandan gene bir şeyler alıp,
“parasını akşam veririm” dedi. Çocuk çıktıktan sonrada
üzerindeki beyaz tişörtü belleğinde tutmaya çalışıyordu Sıddık
Efendi.
Sıddık Efendi artık aklında
renkleri de karıştırmaya başlamış, kimin ne giyip de ne
aldığını artık bilememektedir. Oğlu akşam dükkandan hesabı
almaya geldiğinde de münakaşaları eksik olmaz.
Fatih emekli olup dükkanı
iyiden iyiye babasına bırakmıştır. Kendisi her gün şoförlükle
ilgili gazete sütunlarında iş arar. Bir gün ‘bir makam
şoförlüğü aranmaktadır’ ilanı gözüne ilişir. İlanda ki kuruluşa
müracaat eder ve hemen işe başlamasını söylerler.
Fatih artık makam şoförü olarak
bir özel sektörde çalışmaktadır. Dükkana akşamları hesap almak
için uğrar. Dükkanın içinde mallar iyice boşalmaya başlamış,
Sıddık Efendi pazarlamacılardan aldığı malların parasını da
ödeyemez duruma gelmiştir. Bazen pazarlamacı dükkana alacağı
için geldiğinde Sıddık Efendi:
-Akşamüzeri gel” diyor,
pazarlamacı:
-Olur mu amca her gün aynı şeyi
söylüyorsun hangi akşamüzeri geleyim. Bu akşam son gelişim
olsun” deyip çıkıyor, bazı pazarlamacılara da, dükkanına alış
veriş için gelen tanıdık müşteriden:
-Akşam biriken hasılattan paranı
öderim şu pazarlamacının işini bir halledelim” deyip para
alıyordu. Müşteri akşam dükkana parasını almaya geldiğinde de:
-Bu gün senin paranı ödeyecek
kadar hasılat olmadı” deyip ertesi güne bırakıyordu. Ertesi
günde, bir başka günden kalan pazarlamacılar alacakları için
geldiklerinde, elinde avucunda ne varsa onu veriyor, bir
şekilde borcu günden güne çoğalıyordu. Alacaklıların üçü beşi
akşam geldiklerinde de başlıyor bir curcuna. Sıddık Efendi
bunalıyor:
-Yav hepiniz birden nerden
çıktınız. Ben aha senden aldım”, diğerine dönüp:
-Senden ne zaman para aldım
arkadaş?” dediğinde, müşteri de:
-Etme, eyleme Sıddık amca,
benden alıp ta sütçüye vermedin mi, üç gün önce? Deftere de
yazdığını söyledin. Hadi aç bakalım defteri” der. Sıddık
Efendi yazmadığı belli olmasın diye:
-Pekiy öyleysem doğrudur. Günahı
vebalı senin boynuna” deyip, adama parasını veriyordu. Bunlar
Sıddık Efendinin hep cepten ödediği paralardı. Ayın sonu
gelmeden emekli maaşını da bu şekilde bitirmiştir. Sıddık
Efendi tüm bu durumları da müşterilerine bir güzel anlatıp
oğlundan dert yanar olmuştu. ‘Kansızlar işletcez diye açtılar
dükkanı sonnada benim başıma bırahtılar. Olu mu canım bu
bana’ deyip müşterilerin kendisine haklısın Sıddık amca
demelerini beklerdi. Koskoca adam acınacak durumlara düşmüştü.
‘Kendi kazancımı harcayamıyom, çoluk çocuğun maskarası oldum’
diye içi içini yiyordu. İyiki gecekondu arsasını mütahite
vermişti de iki daire sahibi olmuştu.
Bir gün oğlu Fatih’e:
-Dükkanı ne yapacaksanız yapın”
dediğinde öğrenmişti, dükkanın kendi üzerine olduğunu. Oğlu
babasının adına dükkan işletiyordu ama Sıddık Efendinin bundan
haberi yoktu. Sonunda ufak oğlu Yavuz’a, ‘devren satılık’
yazısı yazdırdı, gazeteye ilan verdiler. Sıddık Efendi iki
milyar istiyordu gelen müşterilerden. Gelenler şöyle bir bakıyor
çekip gidiyordu. Komşusu Can:
-Sıddık amca ne verirlerse ver
kurtul” demişti de:
- Olumu Can Efendi, şindi alaman
şu böyük buz dolabını iki milyara. Ben buzdolabı fiyatına
veriyon aha bütün bu malları.” Sıddık Efendi dükkanını bir
övüyorki sormayın. Aradan onbeş gün geçiyor bir müşteri bir
milyar veriyor. Sıddık Efendi:
-Olumu canım bi buçuk vedilede
vemedim”diyor. Müşteri gittikten sonra komşusu Can:
-Verseydin ya Sıddık amca, gün
gelecek bu fiyata da müşteri bulamıyacaksın.” Dediğinde:
-Ölemi! du bahak, Allah bizi
biliyo” diyor. Bu arada pazarlamacılarda tanıdıkları Fikri
Beye haber vermişler müşteri olarak Fikri Beyde çaktırmadan
dükkanı göz altına almıştı. Sıddık Efendi gelen müşterilere
dükkanı vermeye vermeye en son bir müşteriyle münakaşa eder.
Müşteriye: “ -Yaharın gene vemen beş yüze. Beş yüze olumu
canım” der. Tesadüfen Can beyde dükkandadır. Can müşteri
varken eğilip Sıddık amcanın kulağına sessizce:
- Bak bunu da bulamayacaksın
ver kurtul” demişti. Sıddık Efendi birden parlayıp Cana çatmış:
-Hep sizin yüzünüzden veremedük
dükkanı” deyip, müşteriyi kovmuştu dükkandan. Komşusu Can bir
gün pencereden baktığında dükkanın önünde bir hareketlilik
görür. Bir pikap gelmiş buzdolabını yüklüyorlar. Can üşenmez
iner aşağı Sıddık Efendinin oğlu Yavuz’a sorar:
-Kaça devrettiniz dükkanı?”
diye. Yavuz:
-Yalnız iki yüz milyona
buzdolabını sattık, biriken kira borcuna karşılık rafları dükkan
sahibine bıraktık” der. Bu arada bir yığın tarihi geçmiş
baharatlar, konserveler, ufak tüplerdeki kalem uçları gibi
satılmayan malları da dışarı yığarlar. Mahallenin çocukları,
konu komşu alır malları da Sıddık Efendi ‘kurtulduğunu’ sanır
dükkandan. Aradan beş altı ay gibi bir zaman geçer, dükkanda
kiralık yazısı halen durmaktadır. Dükkanın çevresinde bir
adam dolaşır. İki ellerini siper ederek dükkan camından içeri
bakmaktadır. Adam dükkanın ne kadar zamandır boş olduğunu
bilmektedir. Sıddık Efendinin kiraladığı fiyattan daha da aşağı
dükkanı kiralar. Adam dükkana fazla masraf yapmaz.
Rafları,vitrinli dolabı, meşrubat soğutucusu mevcuttur. Güzelce
bir temizlettirir ve dükkanın altındaki depoyu sürümü çok olan
mallarla tıka basa doldurur. Vitrinli koca buzdolabını da
getirip yerine yerleştirir, kanuni işlerini halleder işletmeye
açar dükkanı.
Peşin aldığı malı veresiye
vereceği zaman, fiyat hanesini boş bırakıp müşteriden parayı
alacağı zamanki zamlı fiyatı uygular müşteriye. Yeni dükkan
sahibi Fikri Beydi. Müşteriyle arasına bir mesafe koymuş,
kendi sisteminden asla taviz vermiyordu. Gazetenin haricinde,
domates, soğan, salatalık, patates gibi ürünler koydu. Zaten
bakkalı devralırken kazanmıştı. Sıddık Efendi çok yakınlarında
açılan başka marketten dolayı şok olmuştu zamanında.
Müşterilerine de market açıldı da ondan işletemedik dükkanı
diyordu. Fikri Beyin her fikri müşterilerinin hoşuna gidiyordu.
Bakkal müşterisinin çok çeşit gibi bir beklentisi yoktu. Bunu
bakkallar nasıl kurtulurdaki yazıda da okumuştu.
Grosmarketin yaptığı bakkala
mal koyma deneyinde 1250 çeşit malın 425 adedi işlem
görmesine rağmen bu 425 ürünün 163 çeşidi cironun % 90 ını
oluşturuyor diğer satılamayanlarda stokta bulunuyor. Sıddık
Efendi stoktan kaybetmişti. Evinin tam karşısındaki arı gibi
çalışan bakkalına baktıkça üzülüyordu. Bir gün bakkaldan
alışveriş yaparken bakkalın yeni sahibi Fikri Bey Sıddık
Efendiye:
-Beni tanıdın mı amca?” dedi.
Sıttık Efendi:
-Yooh ne biim canım kimsin.”
Fikri Bey:
-Hani bana bir milyara dükkanı
devretmemiştin ya işte ben o kişiyim. İki yüz milyona
buzdolabını aldım. İki yüz milyona da içini raflarıyla birlikte
devraldım. İçinde bir aylık kirası da dahil.” Sıddık Efendi
dokunsalar ağlayacaktı. Birde üstelik vergi çıkıp gelmişti
işlettiği zamandan kalan. Hiç bir şey söylemeden sessizce
ayrıldı dükkandan.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- AYDINLIK OLSUN
-
- Bir mum yakıp karanlığa ilk adım
- Atalım yolumuz aydınlık olsun
- Gücümüzü mutlu birlikteliğe
- Katalım yolumuz aydınlık olsun.
-
- Vatanımın hançer sokmuş bağrına
- Hesap soramamak gider ağrıma
- Neyimiz var neyimiz yok uğruna
- Satalım yolumuz aydınlık olsun
-
- Hasret kalarak özlenip yeniden
- Tehlikelerden gizlenip yeniden
- Tohum gibi filizlenip yeniden
- Bitelim yolumuz aydınlık olsun.
-
- Yurdumuzda askeriz bu seferde
- Çare bulacağız bilinen derde
- Fabrika bacası gibi her yerde
- Tütelim yolumuz aydınlık olsun
-
-
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- AYDINLIK VURGUNU
-
- Yozlaşmış bir düşüncedir izleri
- Bilimsellikten uzaktır sözleri
- Saplanmış bir karanlığa çabalar
- Aydınlıktan vurgun yemiş gözleri
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- KURT KUZU
- Kader deyip acıya ağlamışlar
- Kader yaratılmış katlansın diye
- Kuzuları kazığa bağlamışlar
- Kurtları salmışlar otlansın diye
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BOYKOT GÜNÜ...
15.yüzyılda Akdenizdeki İspanyol,
Ceneviz ve Venedik korsanlarının Piri Reis ve Barbaros’ların
önünden kaçarak yeni yağma alanları bulmak ve yeni soygunlar yapmak
bahanesiyle sığındıkları kıtada buldukları bu zehirli ot; yani
Tütün yine onlar eliyle önce Avrupa ya getirilmiş ve oradan da
Frenklerle olan ilişkilerini ilerletenler eliyle de bütün
Osmanlı ülkesine oradan da tüm Asya’ya hızla yayılmıştır.
Dünyanın en güzel coğrafyasındaki
ülkemizin ikliminin ; tütüne elverişli olması neticesi hızla her
tarafta ekilmiş , önceleri çubukla içilmiş sonra nargile ile
denenmiş ve yüz yıldır da makinalarla sigara şekline getirilip
insanların istifadesine ( !) sunulmuş bulunmaktadır.
Sömürgeci haçlıların bizim iyi
sigara içtiğimizi keşfetmeleri bana göre son iki bin yılın en
büyük keşfi olmalıdır.Çünkü makalenin ortasındaki sigara paketi
95 yıl önce Almanya Dresden’deki Dünyanın en büyük sigara
fabrikasında imal edilmiş ve Müslümanları kandırmak için “
Selamualeyküm ” ismi verilmiş olan ve bugünkü “Salem ”
sigarasının Ata’sı olan sigara paketidir.
Bu dehşet verici hadise gibi
araştırmalarımız neticesi böyle nice reklam tuzaklarını ve
insanlarımızı kandırmaya yönelik sigara türlerini de antikacı ve
koleksiyonculardan -ancak resimlerini- ele geçirmiş
bulunmaktayız.(Ganimetimiz arasında (!) üzerinde Besmele yazılı
paketlerden tutun da Selahattin Eyyubi’yi at üzerinde sigara
içerken gösteren paketler ve “Mekke” yazılı sigaralar da
bulunmaktadır.)
Nihayet Cumhuriyetle birlikte
ülkenin en büyük lokomotif sektörü olan Reji idaresi
Fransızlardan alınarak İnhisarlar idaresine tahvil olunmuş ; sonra
da Tekel adını almış ve gittikçe büyüyerek 3-5 milyon insanın bu
sayede ekmek yediği (!) bir sanayi dev’i olup çıkmıştır.
Ama her gelen iktidarın gafleti
neticesi yabancılar –uzmanlarıyla- sigaramıza el atarak Samsun ve
Maltepe haricindeki bütün Türk sigaralarına toz şeker ,kakao ve
Alkol kattırmış; onu katmerli bir zehir haline getirtmiş ve
bizlere yeniden “ buyrun buradan yakın” diyerek bizim tütünümüzü
bize yeniden ikram etmiş bulunmaktadırlar.
Sonra “Sizin tütününüz de çok
meşhurdu canım” diyerek ülkemize şilepler dolusu kendi
Tütünleri olan sulak yerde büyümüş, radyoaktif hormonlu
Virginyalarını ve bundan mamül sigaralarını sokuşturmuş ve artık
ülkemizi kanserin kucağına da iyice yerleştirmiş olmaktalar.
Bu sayede “Canım Türkiye’m ”
günde seksen milyon doları her sabah yakarak akşama kadar
tüketen ve ertesi gün bir o kadarını daha yakarken hem kendini hem
de gelecek nesillerini “yaktığını ” fark etmeyen bir ülke olup
çıkmıştır.
Kendi sigaralarının reklamlarında
oynayan kovboyun Akciğer kanserinden ölmesine aldırmadan hemen
yerine dublörünü yerleştirenler ; bizlerden bir plastik damar
karşılığında yüz elli kamyon buğday istemekte ve Devletimiz de
günde iki yüz elli insanımızı by-pass ameliyatı ettirerek
savunma bütcesi kadar bir parayı sigaranın açtığı bu yaraları
sarmaya harcamaktadır.(Bir anjiyonun devlete maliyeti dokuz,bir
bypass ameliyatının maliyeti ise elli milyar liradır. )
Sigara tütün ,alkol ,uyuşturucu
,kola ,fuhuş,aids ,frengi zinciri gibi çoğu ithal bir sürü
felaketin milli hasletlerimiz olması kadar bendenize utanç veren
bir başka konu daha yoktur.Bu özelliklere sahip olan Müslüman Türk
insanı profili ne yazık ki hep tekrarlanan “yüzde doksan dokuz
safsatası” içine girmekte ; gerçekte ne olduğumuzu veya ne
olmadığımızı da kimse bilmemektedir.
Sigara ile mücadele için çıkarılan
4207 sayılı kapalı yerlerde sigara içmeme yasağı tiryakilerin
dışarı uğramasına sebep olmuştur. Ama ülkenin büyük bir kısmı
hala soğukta da olsa sigaralarını tüttürmeye devam etmektedirler.
Eğer kendimizi ve ülkemizi biraz
seviyor ve kendimize biraz acıyorsak; bu “ korkunç zehiri ” bir an
önce bırakalım ve herkesin de kurtulması için çaba gösterelim.
Zira bundan büyük bir Milli Dava olamaz. Her türlü milli
meselemizi de ancak yaşayan ve sağlıklı insanlar çözecektir.
Ulu mezarlıktaki ölülerimiz değil...
Saygılarımızla….
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
BORÇ
Ülkeyi yönetenlerin iyi yönetemediği ve Amerika’nın
Afganistan’ı vurduğu, iktisadi çöküş ve büyük maddi sıkıntılarının
yaşandığı günlerdeydik. Hemen her gün yapılan zamlarla büyük bir
sosyal çürüme içine giren halkın durumu da içler acısıydı. Yaşayan
sosyal doku ve hala çözülmemiş akrabalık ilişkileri ile insanlar
hayatını idame ettirmeye çalıyordu. Kış gelmişti. Herkes gibi bende
en sıkıntılı günlerimi yaşıyor, nereye para yetiştireceğimi
şaşırıyordum.
Havaların soğuması hastalıkları artırmış, bu da
tedavi ve yakacak giderlerini etkilemiş bütçemi de gerçekten perişan
etmişti. Ülkede Amerika’nın saldırdığı Müslüman kardeşlerimizin
yaşadığı Afganistan’ın para birimi olan Afgani bile abd doları
karşısında yükselmiş; Türk Lirası ise değer kaybetmişti. Öyle ki bu
kaybediş de hemen her gün hissediliyor döviz yükseliyor ve ona bağlı
olan tüketim malzemelerini de etkiliyordu. Oysa garip olan bir başka
konu da dünyada petrol fiyatlarının düşmesi Türkiye’de ise her gün
ayarlanma bahanesiyle devamlı yükselmesiydi. İşte bu perişan
günlerden bir gün evdeki bazı eşyaları satarak kışı atlatma kararı
almış işe kıymetli kitaplarımdan başlamıştım. Hepsini itina ile
ambalajlamış; alıp sahaflara götürmüştüm. Orada yapılan değer
takdiri ile düşündüğümün onda biri kadar bile para verilmemesi, beni
sükut-u hayale uğratmıştı. Yine koltuğumun altına alıp sevinerek eve
getirmiş fakat yine de parasız kalmıştım. Öyle para edecek bir şeyim
de pek yoktu. Ama maddi olarak da ömrümün en sefil günlerini
yaşıyordum. Kiram birikmiş, ödenmeyen faturaların faizleri,
katlanarak ödenemez hale gelmişti. Karanlıkta, soğukta kalacağım
günler yakındı. Nihayet önce elektriğim, sonra gazım, sonra
telefonum, sonra da suyum kesildi. Bidonlarla caminin şadırvanından
su taşımak kolay değildi, mum ışığında oturmaya da zamanla
alışmıştım, küçük tüple de yemeğimi hazırlıyordum. Eski odun sobamı
kurup kömürlükteki hırdavatları ve bahçedeki kurumuş ağaçları
yakarak bir müddet daha idare ettim. Kul sıkışmayınca Hızır’ın
yetişmeyeceğini biliyorsam da yine de çok büyük ızdırap çekiyor;
çaresizlik içinde kıvranıyordum. O gün ramazanın ilk günü idi.
Evdeki nevaleyi ve cebimdeki son kuruşları sayarak kendime bir iftar
sofrası hazırlamak üzereydim ki kapı çalındı:
-Selamualeyküm.
-Ve aleykümselam.
-Hoş geldin, Mehmet, nereden böyle.
-İçeri almayacak mısın? Bu soğukta.
-Tabii buyur gel, çok sevindim..Ee, hoş geldin.
-Hoşbulduk, sen nasılsın?
-Elhamdülillah!
-Nereden böyle?
-Libya’dan, uçaktan indim doğru sana geldim.
-İyi ettin, sağ ol.Ama.
-Aması ne?
-Biraz dardayım.
-Niye? Hayırdır inşallah!
-Ülkedeki krizi görmüyor musun?
-Ya evet, duyuyorum ama, bu kadar da olduğunu
bilmiyordum.
-Evet, maalesef öyle, hiç bir şeye para yetiştiremez
olduk. Milletçe çok büyük sefalet çekiyoruz.
-Allah yardımcınız olsun!
-Cümlemizin.
-Bu akşam sana misafirim, akşam oldu, yarın da
memlekete hareket edeceğim.
-Başımla beraber, memnun olurum. Çok iyi ettin,
yalnız; yalnız..
-Yalnız ne?
-Sana ikram edecek emin ol hiç bir şeyim yok.
-Düşündüğün şeye bak. Hem önce şu emanetini bir al,
al da ondan sonra daha da rahat konuşalım.
-Ne emaneti?
-Ben üç yıl önce Libya’ya giderken pasaport
çıkarttıracak param bile yoktu. Hatırladın mı? Sonra yol parası bile
bulamamıştım!
-Eee
-İşte o günlerde bana para vermiştin hatırlıyor
musun?
-Evet, şimdi hatırladım!
-Senin o iyiliğini hiç unutmadım. Önce şu emanetini
bir al, yani parayı. Sen o gün bana o parayı vermeseydin ben oraya
çalışmaya gidemiyordum.
-Sağ ol, Allah CC razı olsun,ilaç gibi geldi.Tam
zamanında yetiştin.
-Başka bir ihtiyacın var mı?
-.....
-Darda ve sıkıntıda olduğun her halinden belli.
-İstemem,sonra ödeyemem.
-Ne kadar lazım?
-Olmaz; alamam.!
-Tamam,borç veriyorum oldu mu?
-O zaman oldu.
-Sana,o zamanlar senin bana verdiğin kadar kredi
açıyorum. Sende bana üç yıl sonra geri ödersin tamam mı? Şimdi
itiraz etmeden al şu parayı.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR!
- Yazan yazıyor.
- Okuyoruz.
- Aklımızın aldığını, desteklediğimizi
kopyalayarak alıp kullanıyoruz.
- Bu yazıyı yazısında kopyalayarak yazan için ne kadar
doğru?
- Bir yazıyı alıp kopyalayarak altına: Falanın filan
kitabı sayfa bilmem ne, Ya da Filan yazarın fişkan sitesi yazmakla
ne kadar doğru iş yapıyoruz?
- Bunlar bence yazan kişinin yazdığını alıp pardon
“çalıp” ismini kullanarak kullanmak değil midir?
- Evet. Bu hırsızlığın daniskasıdır.
- Yazarlık değil aşırmacılıktan başka bir şey
değildir.
- Yazsak ne yazar, yazmazsak ne yazar!
- Yazmaksak daha iye değil mi?
- İrdelersek:
- Kaynak olarak aldığımız satırlar, paragraflar,
bölümler ne kadar yazıyı hazırlayan yazarın hakkını gasp etmek ve
onun çalışmasını izinli veya izinsiz kendi yazınızda referans olarak
göstermeniz için acaba o kişinin içtenlikle de olsa verdiği hakkını
kendinizin yazısı gibi kullanılmasını ben anlayamıyorum.
- Peki! Şimdi ne yazalım?
- Yazmak birikim işidir. Birikiminiz varsa yazarsınız.
- Birikiminiz yoksa falancanın
yazısını çalışmanıza yapıştırır ve yazdım diyerek yayınlar veya
yayınlatırsınız.
- Öğrendiklerinizi yazarak yayınlatınız. İlla ki filan
kaynak demeyiniz. Sizi okuyan sizin o konu hakkındaki bilginizi
ölçmek yada o bilgiyi öğrenmek için okuduğunu bilmemiz çok
önemlidir. Okuyan zaten gazete ve TV den öğreneceklerini
öğrenmektedir. Bizlerin o bilgilerde eksiklik veya yanlışlıklar
varsa onları okuyanlarımıza kendi birikimimizle anlatarak onun
ilgisini çekmemiz gerekmektedir.
- Diyorum ve talep ediyorum ki dergimizde
yazılarınızın yayınlanmama sebebinin en büyük etkenliği budur.
- Kendi birikimlerinizi yazın ve yollayın.
- Güncel veya haftası kutlanacak ve bazıları 52
haftaya sığmayan önemli günlerimizi anlatırken bilgisayarımızın
arama motorundaki bilgileri değil; bizlere düşünmeyi, fikir
yürütmeyi ve bütün fiillerimizi yaptıran beynimizdekini yazalım
lütfen.
- Dergimiz “DERLEME”, “AKTARMA” dergisi değildir.
- Adı üzerinde FİKİR DERGİSİ
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
İSMAİL PAMUK İLE YILAR ÖNCE
Yıllardan öncelere dayanan bir tanışın zamanını doldurunca ebedi
aleme göçüşünün tarihine bakınca günlerin ne kadar çabuk geçtiğini
anlıyoruz. O bu diyardan göçtüğünde seni 2001 yılını gösteriyordu.
İş yerimde otururken her zamanki iri ve şen cüssesi ile kapıdan
gözüktü ve selam verdi. Selamını alınca biraz İsmail Hocanın
mırığının kırık (neşesiz) olduğunu gözlemledim. Takıldım:
-Hocam ne haber; Bugün birisine mi kızdın? Neşen yok dedim. Bana
yorgun gözlerle bakarak:
-Selim ben artık uzatmaları oynamaya çalışıyorum. Biraz moralim
bizim kalpte bir problem var Ankara’ya giderek ona bir revizyon
yaptıracağım. Baktıracağım. Esas ben sana gelmemin sebebi helallik
dilemek. Gidip gelmemek var, gelip görmemek var! Diyince ben ne
söyleyeceğimi şaşırdım. Kekeleyerek:
-Hayırlısı olsun; bunda bir şey yok dedim. Sustuk. Çaylar geldi
içtik. Müsaade istedi. Bende işyerini kapatacağım beraber gidelim
dedim ve arabaya binerek aynı yönde oturduğumuz mahalleye geldik.
Arabada havadan sudan bahsettik.
Birkaç gün sonra Uğur Pamuk dergimizin çizeri karikatür getirmek
için işyerine uğradı. Sordum:
Hocam geldi mi? Dedim. O da:
Selim ağabey babam birkaç gün sonra pay-pas olması gerekiyormuş diye
telefonda söyledi. Uğur’a hastanenin telefonu var mı dedim
telefonunu verdi. Uğuru teselli ederek yolcu ettim. Eve gelince
hastaneyi aradım. Hocam çıktı. Hal hatır sorduktan sonra bir
ihtiyacının olup olmadığını, yapabileceğim bir şeyin olup olmadığını
sordum. Ameliyat gününü sordum. Yarın saban bıçağın altına
yatacağını söyledi, ben erkenden geleceğim dedi. Yemin verdi
gelmemem için. Gelince burada beklemekten başka bir yapılacak iş
olmadığını söyledi.
Akşama doğru iş yerimin telefonu çaldı. Arayan Uğur’du:
Selim Ağabey babamı kaybettik dedi. Şok oldum ve bir şey diyemedim.
Günü gelince köye defnettik. Birkaç gün sonra da köye mevlidine
gittik.
Bir çınar böylece yok oldu zan edilse de dergimizde ve basında
yazıları ile ve kalbimizde yaşamada.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
ZİYARETÇİLER; OKUYUCULAR VE YAZARLARIMIZ !
Sanal çalışmalarımın olduğunu sizler bu sayfalara
girerek bilginiz dâhilinde olduğunu biliyorum. Ayrıca burada
çalışmaları yayınlanan yazarlarımız da buralarda çalışmalarını
sergilemekte. Yeni yapılandırmaya çalıştığım bu sanal yayını sizlere
sunmanın gururu ve daha da iyi içerikler sunma arayışlarımızın
sürmesi sonucunda bazı kesin kararlar alma zorunluluğu ortaya çıkmış
bulunmaktadır.
Yukarıdaki bilgilerin ışığında yapılması
gerekenlerin neler olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Konuyu açmaya okuyucu ve ziyaretçilerimizle
başlamayı uygun gördüm. Bu grup bililerimizi inceleyerek okur veya
seyrederler. Faydalanıp faydalanmadıklarını ve onların bu konular
hakkında görüş ve düşüncelerini 1997 tarihinden bu güne
katıldıklarını ne yazık ki göremedim. Dergilerim olan Çorumlu 2000
ve Sarı Çiğdem Şiir defterini sanal olarak ve basılarak bizzat tek
tek elimle dağıttığım zamanlarda da bu konuyu biraz irdelemiş ve
sizlere yazmıştım. O zamanda medeni cesareti olan da olmayan da bir
iki satır yazmaktan çekindi. Bu nedenle bu sitelerin ziyaretinin
ancak sitelerde bulunan ziyaretçilerin tıklamaları ile anlamaya
çalışmaktayız ziyaretçi trafiğinin yoğunluğundan bazen sitelerimizin
barındırılan alanlarına erişilemeyecek boyutlara ulaşmaktadır.
Bu sayfalar bilindiği gibi üç gurup tarafından devamlılığı
sağlanmaktadır. Bunlardan birincisi yayıncı olarak ben; yazarlar
olarak burada çalışmaları ve bilgi ile tanıtımları yayınlanan sizler
ve üçüncü grup olarak da bu yayınların işlerliği için bizlere yön
veren okuyucu ve sitelerimize tıklamalar ile site ziyaretçilerimiz
olan okuyucularımız olan sizlersiniz.
Ayrıca okurlarımıza da bezi önemli günler ve
dergilerimizin yayınları hakkında bilgiler sunduğum Çorumlular
Google grupları olarak Fikir Dergisi Üye sayısı: 56606 Çorum ve
Çorumlular Üye sayısı: 3489 e ulaşmış bulunmaktayız. Grubumuzun
bulunduğu adres budur Buradan
üye olabilir yada Çorum ve Çorumlular üye olmak isterseniz e postasına mesaj yollayarak
üye olmanız mümkündür yine Fikir Dergisi için yazabilirsiniz.
Okuyucularımızın da fikir ve dergi ile sitelerimiz
için görüşlerinin bizleri yönlendirdiğini unutmamamız gerekmektedir.
Birkaç yazı ve öneri bizi tam bir sanal bileşime getirmemektedir.
Gelelim bende dahil yazar arkadaşlarıma: Onlara
ferdi olarak dergilerimizde yayınlanacak yazılarınızda başka
yazılardan alıntı yapmayın, başka yazarların öz çalışmalarını tırnak
içinde, dip not olarak kullanmayın, kaynak göstermeyi diye
yazmaktayım. Onlar bu isteklerimi yanlış anlayarak kendi fikirlerini
değil bir başkasının fikirlerini veya çalışmalarını kendilerinin ki
gibi yayınlamamaların; sadece kendilerine ait fikir ve yazılarına o
konular için yazmalarını istemekteyim. Bence yazarlar ansiklopedi
değil kendi fikirlerini yazmaları önemli ve yazıları ile de
okuyucularına bilgi ve yön vermeleri gereklidir. Kaynak vermeden
nasıl yazalım, alıntı olmazsa o yazıya katılıp katılmadığımızı nasıl
bilelim derseniz işte o zaman şunu salık veririm. Diyelim bu yazıya
karşı veya katıldığınızı yazacaksınız. Yazıyı okursunuz buradaki
tezim hakkında yazarsınız. Katıldıklarınızı kendinize göre yorumlar,
katılmadıklarınızı ise aynı şekilde yazar veya çizersiniz. Bu yazı
benim fikri çalışmamın bir ürünüdür, sizinki de sizin fikri
ürününüzdür. Siz bu fikrinizi istenildiği gibi eğilip bükülerek;
yazınızın tamamındaki öz bellek fikrini parçalanmış ve sizin demek
istemediğiniz şekilde yayınlanmasına göz yumar mısınız?
Şimdi sıra yayıncı olarak bende: Neler yapmaya
çalışıyorum, neler yeni bunları da sitelerimi inceleyerek
görebilirsiniz!
Sitelerimiz
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- ÇAL DOSTUM!
-
- Çal da belli etme aldıklarını
- Al da benim de aldıklarını
- Yazda nasıl olursa yaz dostum
- Okuyan okur, bilene ne deyeyim?
-
- Çal dostum çalabildiğin her şeyi
- Benim diye zannetme kandırdığını
- Esas araştıranın zorlu emeğini
- Zorluk kazanmadan yaz ben nedeyim?
-
- Çal da izini belli etme cukkaları
- Yaz benim diye elin bilgilerini
- Yaz da nasıl olsa bilmezler diye
- Alışa gelmiş dip notları ile.
-
- 09/02/2010 Çorum 12,20
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- GÖNÜL KIŞI “Zemherir”
- Zemherir: Cehennem'deki soğuk yer, soğuk cehennem.
Zemherir’in soğukluğu pek şiddetlidir
- Zemherir: Gün dönümü olara
bildiğimiz 21 Aralık gününden sonra başlayan şiddetli soğukların 22
Aralıkta başlayarak 31 Ocak ayına kadar geçen süre olarak
sözlüklerde kayıtlıdır.
- Bu ay bilindiği üzere eski
takvimlerde “Zemherir” halk arasında “r” harfi kullanılmayarak
zemheri olarak kullanılmaktadır. Ben yine de gerçeğini yazacağım:
- Atalarımız bir çok atasözleri ile
kışın soğukluğunu anlatan atasözleri söylemişlerdir.
- Ağustos’ta gölge kovan zemheride karnını ovar!
- Zemheride yoğurt isteyen cebinde inek taşır!
- Zemheride kar yağmadan kan yağması iyi!
- Zemheriden sonra ekilen darıdan, kocasından sonra
kalkan karıdan hayır gelmez!
- Ve başkaları da bulunabilir.
- Bir Orta Anadolu Türküsünde
- Bilmem şu gönlümün bende nesi var,
- Her gittiğim yerde yar ister benden
- Sanki benim mor sümbüllü bağım var
- “Zemheri” ayında gittiği ister benden!
- ve
- Musa Eroğlu’nun
- Sevdan uykulu düş gibi
- Ayrılığı görmüş gibi
- Bir manalı gülüş gibi
- Zemheride sözüm …
- Demiş.
- Demiş diyenler. Artık bu devirde ne
istersen her şey elinin altında! Tek elinin dönmesi, kesenin
tıngırdaması varsa.
- Artık “Zemheri”de gül de
bulabilirsin, bülbülde bulabilirsin, her çeşit sebze de
bulabilirsin. Yeter ki paran olsun.
- Bu saman diliminde yaşadığımız için
belki varlıklı olanlarımı çok şanslı. Kombisi olan ve doğal gaz
parasını ödeyebilen yakabiliyor ve ısınıyor. Ya olmayanlar ne
yapıyorlar? İte en önemlisi “Zemheride” olmayanların halleri.
- Cehennemin bir bölümünün de soğuk
olması ve gönlümüzün zemheri kışı olmaması dileği ile.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
ZAM, ZULÜM VE İŞKENCE DOĞALGAZ SOYGUNU
Azerbaycan Doğalgazı
12 Şubat 2010 Cuma günü itibarıyla
bir m3 doğalgaz’ın fiyatı Ankara’da 72.02 kuruş.
Buna bilumum vergi ve sair gasp,
iktisap ve mahsuplar dâhil.
Aynı günlerde Azerbaycan ile Türkiye
arasında bir “doğalgaz fiyat uyuşmazlığı” vaki. Bu nedenle
bizzat Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ağzından “Türkiye’ye
doğalgaz satış; Türkiye’nin de fiyatını öğrendik”; diğerleri soygun
sırrı olsa gerek, bilinmiyor.
Neymiş? 1000 m3 Azeri Doğalgazının
bedeli 120 Dolar.
Yani:
l20 x 1.5053 (12.Şubat.2010) = 180
TL/1000 m3
180 TL: 1000 m3 (180x100=18000krş) =
18 krş/m3
Buna göre:
Bir (1) m3 Doğalgaz’ın “BOTAŞ” alış
fiyatı: 18 kuruş.
Vatandaşa 1 m3 doğalgazın satış
fiyatı: 72 kuruş
Aradaki fark: 54 kuruş
Nihai alıcı vatandaş aleyhine
tahakkuk ettirilen (+) fiyat farkı: % 300
Daha açık bir deyişle bu; Fahiş
derece zamlı fiyat’tır.
Deyim yerindeyse; Apaçık gasp ve
soygundur. Kamu istismarı yoluyla suiistimal ve vurgundur. Dahası:
18 kuruşluk Doğalgazın % 300 fazlası ile 72 kuruşa vatandaşa
satılması insanlık düşmanlığı ve vicdansızlıktır. Doğalgaz almaya
gücü yetmediği için (kurulu düzen ve tesisata rağmen) odun, kömürle
ısınmaya çalışan; Sonra da sızıntı ve dumandan zehirlenerek ölen;
Masum-müsemma, fakir-fukara, garip-guraba insanların taammüden
katili olmaktır. Keza, fahiş fiyata doğalgaz almak için
varını-yoğunu harcayan işçi-memur, asgari ücretli ve emeklinin;
Hayati ihtiyaç, zorunlu gıda, giyim, minnacık bir konfor babından
azıcık rahatlık, birazcık keyif ve insan olduğunun farkına varacak
kadar huzur ve düzeninden kısarak maruz kaldığı çileli yaşam; Sebep
olanların onursuzluk, şerefsizlik ve sorumsuzluğundandır.
İnsan hakları, adalet ve hukuk
ihlâlidir.
Demokrasiyi anlamamak, bilmemek ve
insana saygı duymamaktır.
Siyaset (idare) biliminden bihaber
olmaktır.
ÖZELLİKLE: Duyduğumuza göre,
Rusya’dan İngiltere ve daha uzak ülkelere bin m3’ü 65 - 100 dolara
doğalgaz satılırken; 80’li yıllarda 32 dolara teklif olunan
Kazakistan Doğalgazı yerine; Vatanın bağrına maviş’li hat ve
hortumlar döşeyip, kamuoyunda sıkça söylendiğine göre 265 dolara gaz
alacak kadar alçak hırsız ve domuzlara niçin hesap sorulmaz? Anayasa
Mahkemesinde aklandılar diye mi? Öyleyse Anayasa Mahkemesi ve/veya
üyeleri hesaba çekilmeli! Hiç “Mahkeme Kararı” haksız, adaletsiz ve
sabit olan suçu ibra biçiminde olabilir mi?
Buna “olur” denilemez; “olur” da
verilemez, ister Danıştay olsun üstüne yatılamaz!
O halde sorun bakalım!
Tüyü bitmemiş yetimin, dumandan
boğularak; soğuktan donarak veya açlıktan kıvranarak ölenlerin
hakkını!... Onlar hep “devlet babaya” inandılar, güvendiler, ama
inandıkları ve güvendiklerinin kurbanı oldular. Nahak yere.
İnsafsızca ve bazı domuzların “çatlayıncaya-patlayıncaya dek”
zıkkımlanma hırs, heves ve ihtirasları uğruna. Bu kasıt, alçaklık ve
vicdansızlıkların hesabı sorulmadan “doğalgaza zam” telâffuz eden
“gişi’ler” biliniz ki apaçık halk düşmanı kene, aç domuz ve kara
kanlı vampirlerdir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
KÜRTLERİN LOZAN’A GÖNDERDİĞİ MEKTUP
Hakikatte bilumum-u Yahudi,
Ermeni, Rum, Sırp ve Cermen dönmesi oldukları halde; amansız bir
aşk, şevk ve sevda ile “Kürt Meselesi” ne sarılan-soyunan
sahtekârlara: “1923’ DE KÜRT HALK HEYETİNİN LOZAN’A
GÖNDERDİĞİ TARİHİ MEKTUP” ithaf olunur. “Bu günlerde (Lozan
Konferansı görüşmeleri sırasında) İngiltere yetkili kurul başkanı
Lord Curzon’un Kürtlere bağımsızlık verilmesi fikrini ortaya
atarak, Kürtlerin koruyucusu tavrını takınmasını, hayret ve
şaşkınlıkla karşıladık!
Biz Kürtler, Turan neslinden bir
kavimiz. Milli hatıralarımız ve özelliklerimizden dolayı Türkler
bize, “yiğit ve cesur” anlamına gelen “Kürt” ismini vermişlerdir.
Kürt adıyla anılan ve büyük hizmetleri geçen kahramanların
isimlerinin yaşaması amacıyla Deminan, Hayderan, Kureyşan ve Lolan
gibi isimler kabile ve aşiretlere verilmiştir. Bu aşiretler bugün
anavatanın Doğu Türklerini oluşturmaktadır. Kürtlerin 1876
tarihinden önceki ve sonraki durumları araştırılacak olursa,
“İranlı misyonerlerin” aşiretler üzerinde yaptıkları çalışmaların
sonucunda Kürtler kendi öz dilleri olan Türkçe lehçesini ve öz
kültürlerini yavaş, yavaş kaybettiler. Bundan dolayı Erzurum, Van,
Bitlis ve Musul taraflarındaki aşiretler, Farsçadan başka bir şey
olmayan, Kırmanç adı verilen Farisi lehçeyi konuşmaya başladılar.
Bu misyoner faaliyetlerinden az etkilenen, Harput ve Diyarbakır
taraflarındaki Kürt aşiretler ise ana dilleri olan Türkçe lehçesi
ile karışık Zaza lehçesini konuşmaya başladılar. Bu Öz Türkoğlu
Türkleri Yavuz Sultan Selim Han, Kürtlerin hanı Şeyh İdris-i
Bitlisi’ye gönderdiği fermanla kendi ülkesine dâhil etti. O günden
bu güne kadar, Türk akrabalarının şefkat ve himayelerinde huzurlu
ve rahat yaşamakta ve Türk lehçesi ile de konuşmaktadırlar.
Yukarıda yapılan değerlendirmeden
sonra, İngiltere yetkili kurul başkanı Lord Curzon’a sorarız ki;
İranlıların dilini biraz konuşmakla, o millete mensup olunduğu
kabul edilirse, İngilizlere de dâhil her milletin durumu
tartışılır. Doğu ülkelerini istila eden ve genellikle dünyanın
kendi toprakları içerisinde olmasını hayal eden İngilizlerin,
diğer milletlerin kabullenemediği “müstemleke” kelimesinin yerine
kulağa hoş gelmeyen ve aynı anlamı taşıyan “manda” kelimesinin de
aslında aynı şey olduğunu Kürtler anlamıştır.
Dünyadaki zenginlik kaynaklarına
sahip olmak isteyen İngilizlerin, 10/12si Türk olan Musul’u ve
petrol kaynaklarını biz Müslüman Türk’lere çok görmesini hayretle
karşılıyoruz. Lozan Konferansı’nda İngiltere yetkili kurul başkanı
Lord Curzon’un, Dersim (Tunceli) ve Bitlis olaylarından
bahsederek tek millet olan Türk-Kürt arasına ayrılık düşünceleri
sokma gayretini biz Kürtler anladık. Biz Kürtler, Avrupa ve
İngiliz diplomatlarının parlak vaatlerinin altında kendi
menfaatlerinin olduğunu biliyoruz. Bundan dolayı kendi direniş
kuvvetlerimizi oluşturduk. 1917 yılında İngiltere yetkili kurul
başkanı Lord Curzon gibi bağımsızlık vaatlerinde buluna Ruslara
biz Kürtler: “Bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim
rahata kavuşmamız sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle
olacaktır,” dedik.
İşte bugün bütün Kürtler,
Lozan’daki Avrupa ve bilhassa İngiliz diplomatlarına aynı yanıtı
veriyoruz. Kürtler bağımsızlıklarını, kendilerini yok edecek
yabancılara değil, kendi ailelerinden olan Türk’lere ve Onları
temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne emanet etmiştir.
Sonuç olarak biz Kürtler, İngiltere yetkili kurul başkanı Lord
Curzon’un bizler için fikirler üretmemesini rica eder ve
Lozan’daki Temsil Heyetine ve başkanı sevgili hemşerimiz (Kürt)
İsmet Paşa hazretlerine başarılar dileriz.”
İMZALAR: Umum Kürt Amele ve Esnaf
Cemiyeti; İstanbul Umum Kürtleri adına Reis Salih Kâhya; Lolan
aşiret reisi; Sabık Erzurumlu İsazade Ahmet; Kürt Gençler
Cemiyeti; Düzerzade Dersimli Mehmet Sabri.
Kaynak: 24 Kânun-u Sani (1339 - 24 Ocak 1923) Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü Başbakanlık Osmanlı Arşivi, HR.İM, 60/
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
HANGİ DÜNYA DÜZENİ
1944’den bu yana bir “yenidünya düzeni” furyasıdır
almış gidiyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu söylem, insanlara
çok hoş; Demokrasi, hak-adalet, barış ve hukuk vaat eden
sevimlilikte pek sıcak ve ümit-var geliyordu.
Evrensel bir yalan, kirli bir oyun ve düzen olduğu
çok çabuk ortaya çıktı.
Aradan geçen yıllar, bu teranenin hiçte samimi ve
iyi olmadığını gösterdi. Bitti denilen savaş gerçekte hiç bitmedi.
Açlık, yokluk, yoksulluk da öyle… Hiç bitmeden sürdü, sürüyor..
Çünkü daha o yıllarda türeyen “yenidünya” düzencileri, bir takım
sahtekâr-düzenbaz, yalancı-talancı, dolandırıcı, mukallit ve mutlak
surette “kene ve domuz cinsi” kan emici-sömürücü, terör-tedhiş
odağı, bölücü ve faşist-anarşist idiler.
Bu nedenle, ileriki yıllarda 1. ve 2. Dünya Savaşları çok
tartışıldı.
Üstüne üstlük, yeni Çağ’ın adını da “BİLGİ ÇAĞI”
koydular.
Ancak “bilgi” namına yapılan tertip ve teşebbüsler
asla “bilge’ce” olmadı.
Adına “aydın” dedikleri bir garip tür ve manipüle
yaratıklar ortaya çıktı.
Gerçek ilim-bilim adamları, kanaat önderleri ve halk
filozofları ustalıkla dışlandı.
İşte bu süreçte, kolektif düşünce ortamları,
kurumsal beyin fırtınaları ve akil adamlar tarafından “dünya
savaşları” ile bunların aptalca sebepleri ve korkunç sonuçları
sorgulandı. Hattâ, her iki savaşın da “bilumum öncü ve artçıları
ile” bir provokasyon olduğu iddia edildi. Milyonlarca insanın
alçakça katledilmesi, muazzam maddi-manevi eser ve servetlerin
mahvı, doğal dengenin onarılmaz bir darbe yemesi gibi felâketler
doğurduğu değerlendirildi.
Nitekim şu anda, dünyanın tapusunu elinde tutan ve
yeryüzü halkını amansızca sömüren kirli ve karanlık güçleri analiz
ederseniz; Hakikatin aynen böyle olduğunu “sizde” görürsünüz.
Sağcılar ve solcular, maddeci-materyalistler, dindarlar ve din
tüccarları!..
1944’den bu yana dünyanın bütün ülkelerinde
uygulanan senaryo aynı.
Zamanla bu arenada etnik kök, din-mezhep ve tarikat
argümanları bile pazarlandı.
Bir tarafta bütün unsur, uzantı ve bağlantılarıyla
“yenidünya düzencileri” yer alıyor.
Diğer tarafta, barışçı, pasif, insancıl, merhametli,
üretimin ana unsuru ve dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan “merkezi
oluşturan” geniş halk kitleleri; Sadece anılan, anlatılan ve
içtenlikle özlenen “medeni siyaset ve adalet ahlâkı”
Ve, tarihin derinliklerinde kalan bir Nuşirevan!...
Ve adına “kemirgenler, sömürgenler, hortumcular, kan
emici kapitalist, emperyalist vampir, din tüccarı kene, siyaset hak
ve adalet istismarsısı, sağcı-solcu, şucu-bucu” denilen İnsani boyut
ve bilinç toplumu düşmanı alt varlıklar…
Bunlar, adeta devasa bir ahtapot (canavar) gibi
dünyayı sarmış, güçlü kollarıyla çoğu devleti pençeleri içine almış,
kuşatmış, dini-donu, aidiyeti-milliyeti olmayan insanlık dışı
yaratıklar olup; Gerçekte aynı olan ve fakat birbirinden ayrı gibi
görünen iki koldan hareket eder ve faaliyet gösterirler.
Bunlardan birincisi ateist-pagan,
din ve ahlâk, hak-adalet düşmanı, evrimci-devrimci sefih solcular;
diğerleriyse dinci-kinci, yaradılışçı geçinen paracı-pulcu, fesat ve
tefrikacı sözde sağcılar; Yerine göre farklı ad ve fraksiyonlar
olarak tanımlanan tali gruplar…
Tek merkezden kontrol, koordine, tedvir, organize ve
idare edilen “insanlık düşmanı” bu unsurlar, dünyanın bütün
ülkelerinde var olup; Her yerde ve her şekilde tezahür ederler.
Örneğin meclisler, yönetim unsurları, köşe başları
ve ekrandaki kuklalar!
Daha çok gazeteci, yazar ve akademisyenler arasından seçilen
popülist demagoglar…
Her biri ellerine verilmiş senaryoları başarıyla oynuyorlar. Bir
yazarın dediği gibi “bazısı bilerek bazısı habersiz, gaflet, dalalet
ve hıyanet içinde yüzyılın oyununu sahneliyorlar..”
Bu yazar da onları ülkemiz özelinde (yerel bazda) iki kategoriye
ayırıyor:
“Birkaç kuşak kentli olanlar, Batı’yı Kâbe bilerek
yoğrulmuşlar, kolejlerden çıkıp Avrupa ya da Amerika’nın yolunu
tutmuşlar. Attila Ağabey’in deyişiyle, saatlerini hep Batı’ya
ayarlamışlar.
Her gün ekranlarda “Türk Ulusu hiç
olmadı ki!”, “Türkler etnik bir topluluk!”, “Türk sözü yasalardan
çıkarılmalı!” demekteler. (İşin en garip ve enteresan yanı şu ki:
Bunların kahir ekseriyeti kendilerini Atatürkçü, ilerici, aydın ve
çağdaş olarak tanımlar! Ancak aralarında NUTUK’U okuyan nadir,
Kuran’ı Kerim okuyanı ve namaz kılanı (!) hiç yoktur. Yine bu
gruptakilerin çoğunluğunun Ermeni, Rum, Yahudi kökenli
dönme-devşirme veya sabetaist, mason, misyoner ve koza-kripto olduğu
gözlenir.) Biri “Batı’nın bu denli olumsuz bir imaja sahip olduğu
bir ülkede, nasıl Batı yanlısı politikalar izlenecek?” diye iç
çeker, bir başkası “Avrupa ve ABD Kürt Sorunu’nu çözmemizi istiyor,
çözeceğiz!” diye çığlık atar, ani çark edişiyle dikkat çeken ötekisi
“Türkiye bölgenin Amerika’sı!” diye yazarçizer, üstüne bir de
kükrer!
İkinci grup kırsal kesimden gelen,
tarikat ve cemaatlerin taa içinde yer alan, hilafetçi, şeriatçı
söylemlerle ortada dolaşan, her türlü parasal ilişkileri beceriyle
başaran, Amerika’yı Kâbe kabul edenlerdir. Büyük Ortadoğu Projesi’ni
canhıraş savunurlar. Saltanata ve hilafete büyük bir iştahla sahip
çıkarlar. Aynı sırtlan iştahıyla Gazi Mustafa Kemal’e saldırırlar!
(Bu grup Müslümanlık iddiasındadır. İslâmi
argümanları ince bir ustalık ve derin bir kurnazlıkla kullanırlar.
Görüntü mükemmeldir. Oruç, namaz, hac hiç ihmal edilmez. Fakat,
aralarında bir tane bile “samimi, muttaki, imanlı-şuurlu” gerçek
Müslüman yoktur. Zira bu kategoriyi oluşturan tür; Yalancı,
küfürbaz, kinci, üçkâğıtçı, düzenbaz-madrabaz, emanete hıyanet eden,
kul ve yetim hakkı yemekte mahir, sözünde durmayan, çalan-çırpan,
fırsat buldukça her namussuzluğu, sapkınlık, yolsuzluk ve soysuzluğu
çok kolaylıkla, fütursuzca yapabilen çok tehlikeli yaratıklardır.
İşin garibi, nesepleri araştırıldığında bunların da büyük
çoğunluğunun Ermeni, Rum, Yahudi kökenli dönme-devşirme veya
sabetaist olduğu gözlenir)
Batı’ya biat eden işte bu iki grup, Türk milleti ve
Mustafa Kemal nefretinde birleşirler.
Şu anda Türkiye’deki tüm kanalların başında
Amerikalı Avrupalı “uzmanlar” var.
Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de medya
bombardımanını yönetiyorlar. 10 yıl içinde millet, yarışmacı ve
izleyici haline getirildi.
Zehirli bir toplum projesi halkın
direnme gücünü sınıyor.
Her gün “demokrasi, hak hukuk,
özgürlükler” adı altında!
AÇILIN; SAÇILIN; DEĞİŞİN!” diyenleri
dinliyoruz.
Batı, Türk milletinden boşuna nefret
etmiyor...
Tarihin çeşitli dönemlerinde tüm
planlarını defalarca alt üst eden başka bir millet yok.
Halkını bin bir etnik gruba bölmeye çalışsalar da; Allah’la
aldatmaya uğraşsalar, sahte dinleri dayatsalar da; beyaz camdan uyku
hapları, zehirli iğneler fırlatsalar da; “aydın” kisveli deccalları
besleyip besleyip büyütseler de, Türk milleti “mucize” bir
millettir!
Çok yakında yeni mucizesini, tüm ağırlığıyla hainlerin suratına
geçirecektir!”
NETİCE: 07.11.1982 Tarih ve 2709
Sayılı “mevcut” Anayasa’yı ilga ve sözde “sivil anayasa” yapmaya
kalkışan (asker-sivil; sahibinin sesi) bilumum sulta ve cuntacılara
“lütfen” DİKKAT ediniz!.. Bunların mütemmimi ve sadece bir kuşak
öncesi de; TC’nin “Tek Sivil Anayasası” olan, Mustafa Kemal
Atatürk’ün (1924/1928) Anayasası’nı 27 Mayıs 1960’da ilga, mahkum ve
mülga etmişlerdi.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
- SORUMLULUĞU YETKİ KADAR SEVELİM
- Son günlerde yetki ve sorumluluklar
konusunda medya da ,yerel basında,yazılı basında çok değişik
görüşler öne sürülerek,yetkisi yok,yetkisi var,sorumlu değil ya da
soruludur gibi sözcüklerden usandırıcı bir şekilde bahsedilir oldu.
Hak, hukuk sözcüklerinden oluşan bir yazılı metini okuyucularına
sunan değerli yazarlar, makalesini tamamladıktan sonra sayfanın al
kısmına kondurduğu nokta ile gazetecilik görevini tamamladığını
zanneder. Oysa, okuyucu tarafından okunan yazılı metnin yazarı için
kullandığı sözcükler çok önemlidir. Yazar,kamuoyunda düşün ve
düşüncelerinin ne ölçüde kabul gördüğünü ya da,yerildiğini bana göre
bilmeli kısaca bir durum değerlendirmesi yapmalıdır. Ben görüş ve
düşüncelerimi aktardım, bundan sonrası bana ait değildir diyemez
basın mensubu, y ada görüşünü sunan yazılı metin yazarı, geleceği
düşünmek zorundadır. Birkaç sözcükle vatansever olmak ya da öyle
görünmek yetmez.
- Ülkede ki yöneticilerle iyi geçinmek
varken neden hep olumsuzlukları bulup buluşturup kaleme almak daha
güzel görünür. Bu tür bir davranışı sergilemek belki bir süre için
geçerli olabilir. Gelişmeler sizi geçici olarak haklı çıkarabilir.
İşin bir de diğer yanını bir değerlendirmeye, kısaca sorgulamaya
alalım. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Trabzon, Erzurum,
Diyarbakır, Urfa, Hakkâri, Edirne, Kırklareli, Zonguldak, Kocaeli,
Erzincan gibi il merkezlerinde değil de küçük bir kentte, ya da
kasabada gazetecilik mesleği ile uğraşıyorsanız, anılan kentlerde ki
gibi sorunlara uzaktan bakamazsınız. Taşra gazeteciliği büyük kent
gazeteciliğine hiç benzemez. Büyük kentte gazetecilik yapan
meslektaşlarım, taşradan kendilerine ulaşan haberlerin ya da
yorumların günler öncesinde gündeme düştüğünü, her zaman dikkate
almalıdır. Meslektaşlarım, canım bugün artık zamanla yarış
yapılıyor, çok kısa sürede bırakalım ülkemizi, yurt dışına ulaşmak
bir an meselesidir, denebilir.
- Geçtiğimiz günlerde tüm ülkemizi
etkisi altına alan olumsuz hava koşullarının yaşamı nasıl
etkilediğini birlikte gördük ve yaşadık. İşte öyle bir olumsuz hava
koşulları sürerken TRT Kurumu sabah saat 0.730 da yayınlaması
gereken ilk ana haber bültenini yayınlayamadı. Yönetici haber
bülteninin olumsuz hava koşulları nedeniyle yayımlanamadığını
söyleyerek, müzik yayınını sürdürdü. Canım ilk ana haber bülteni
yayımlansa ne olur yayımlanmasa ne olur denebilir. Bu düşünce kolay
bir yanıttır. İlk ana haber bültenini yayımlamak için kendisine
yetki verilen kişi ya da görevlinin görevini yerine getirememesi
nedeni üzerinde durulmuş mudur? Durulmuşsa, sorumluluk sözcüğünün
bir değerlendirmesi yapılmalıdır. Yazıp-çizerken yetkileri öne
çıkarırken, sorumlulukları da dile getirmek ön koşuldur bana göre.
Yetkinin ya da, sorumluluğun azı –çoğu olmaz. Kendini yetki ile
donatan yasa, kişiye sorumluluk yüklemiyorsa bu tür bir yasa yeniden
ele alınmalı, yeni düzenlemeler için gecikme olumlu
karşılanmamalıdır diye düşünüyorum. Bu tür oluşumlar için geçmişte
”SİNEK UFAK AMMA MİDE BULANDIRIR” deyimini kullanmışlardır.
-
Olayları yaşamak ayrı olaydır, yaşamış gibi görünmek, ya da
düşünmek ayrı olaydır. Taşra gazeteciliğinin bu dönemde de geçmişte
olduğu gibi olayları, yansız ve yalnız doğru ve dürüst olarak
Kamuoyuna günün haberleşme olanaklarını kullanarak ulaştırmalıdır.
Ulusal basında görevli meslektaşlarımız taşradan gelen haberleri
değerlendirmeye tabi tutmadan çöp kutusunu kullanmamalıdır. Geçmişe
göre bugünü bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda ya da
sorguladığımızda düşün ve düşüncelerimizi okuyucularımıza
ulaştırırken, kullandığımız sözcüklerin ne kadar kavgacı yada
barıştı olduğunu saptamak baş görevimiz olmadır diyor okurlarımı
saygı ile selamlıyorum.
MÜSLÜM TUNABOYLU/ÇORUM
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
SALÇALI BULGUR
PİLAVI
Bir ölçü bulgur
İstendiği tadar tuz
1 yemek kaşığı margarin
1 yemek kaşığı salça
1 fincan zeytinyağı
İstendiği kadar karabiber
Tencerede margarin eritilir. Bir yemek kaşığı salca
erimiş margarinde eritilir. Tencereye 1,5 ölçü su konulur. Su
kaynayınca bir ölçü bulgur konulur ve karıştırılır. Üzerine
istenildiği kadar tuz ve karabiber ekilerek tekrar karıştırılır.
Tencerenin kapağı kapatılarak suyu çekene kadar pişirilir. Bulgurun
üzeri su çekilince göz göz olur, birkaç dakika bekletilerek
dinlendirilen bulgur pilavı karıştırılarak sıcak servis yapılır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
18. SAYI FİKİR DERGİSİ 01/03/2010 |