SANAL OLMAYAN ;
"FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA HOŞ
GELDİNİZ !
|
|
DİKKAT !
BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
SAYI 16 01/01/2010 |
İÇİNDEKİLER
|
Ahmet CANBABA
FELAKET HAMDİ
Ahmet CANBABA AKLANDILAR
Ahmet CANBABA HAYAT
Ahmet CANBABA IRAK
Atilla ALPAY ALKOLE VE SEFAHATA HAYIR
Hüseyin Hüsnü GÜROL ERZİNCAN BELEDİYE BAŞKANI YÜKSEL ÇAKIR'A AÇIK
MEKTUP
İsa KAYACAN SEN BENİM
İsa KAYACAN KALBİME TALİMAT VERECEĞİM
İsa KAYACAN ARTIK
İsa KAYACAN BİZ NELER BİLİRİZ YORULDUK
İsa KAYACAN ECE KÖYÜNDE AKŞAM, ŞİİRİNİN ÖYKÜSÜ
Mahmut Selim GÜRSEL SON NEFES
Mahmut Selim GÜRSEL HASTA HAKKI
Mahmut Selim GÜRSEL YILLAR İÇİNDE; YILLAR MI VAR
Mahmut Selim GÜRSEL DEĞEMEZ SE YAPTIĞIM!
Mahmut Selim GÜRSEL DİZELERİM;
Mahmut Selim GÜRSEL YILBAŞLARI VE TAKVİMLER
Mustafa Nevruz SINACI CUMHURİYET, DEMOKRASİ VE ORDU ÜZERİNE
"GALİP BARAN" İLE BİR SÖYLEŞİ
Mustafa Nevruz SINACI “AMAN OYUNA GELMEYİN” OYUNU
Mustafa Nevruz SINACI ULAŞIMA ZAM; BENCİLLİK VE HALK DÜŞMANLIĞI
Müslüm TUNABOYLU MAHMUT TUNABOYLU’YU ANARKEN
Sakin KARAKAŞ KIZILIRMAK AĞLIYOR
Sakin KARAKAŞ OSMANCIK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNİ ARIYORUM
Sakin KARAKAŞ TÜRKİYE’NİN KANAYAN YARASI KAÇAK ELEKTRİK MESELESİ
Sakin KARAKAŞ REHBER ÖĞRETMENLER NE İŞ YAPAR?
Sakin KARAKAŞ FİLİSTİN’E YOLA ÇIKARKEN DOĞU TÜRKİSTAN’I UNUTMA
Sakin KARAKAŞ OSMANCIK SANAYİ SİTESİ NEREDE?
Sakin KARAKAŞ ÖĞRETMEN VE YÖNETİCİLERİN BAŞARI SORUNLARI
Selma GÜRSEL FIRINDA HAMSİ
Üzeyir Lokman ÇAYCI RESİMLE DOSTLUK
Üzeyir Lokman ÇAYCI DESENLER
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
FELAKET HAMDİ
Kim ne zamana kadar para yardımı yapardı.
Komşularından ne zamana kadar kimler yemek getirirdi.
Hadi üstünü başını çoğu insanlar acıyıp, kendi
evlerinden giymedikleri giysilerinden veriyorlardı. Giysi işi bol
bol yetip de artıyordu bile.
Hele bir defasında belki de üç çuval eski
birikmişti evinde. ‘Ne yapayım bunları kime vereyim’ derken deprem
olmuştu da, deprem felaketine uğrayanlar için televizyondan
adresini aldığı bir dernek vasıtasıyla, deprem bölgesine
göndermişti.
Kahveye her gittiğinde, kim çay ısmarlardı. Bazı
günler kafası kıyak değilse şayet, bir sığıntı gibi hissederdi
kendini. Çalışıp da para kazanamamanın verdiği ezikliği
mimiklerinde nasıl yok etmeğe çalışırsa çalışsın; çoğu kez bunda
muvaffak olamaz, gülünç durumlara düşerdi. Kimseye zararı yoktu.
Hamdi küçükken, bir menenjit mi geçirmiş ne;
birazcık uçukluğu olmasa, kimse ona takılmaz, aşağılamaz; onun
saflığından istifade etmezlerdi. ‘Gariban’ diye çoğu kişiler
korusalar da çokları da bedavaya iş gördürürlerdi. Bir çay
parasına onu tanıyanların ‘ayakçısı’ olmuştu.
Akşamları yatacak doğru dürüst bir mekanı da
yoktu. Apartman yapmak için kısmen yıkılmış kapısı, penceresi
olmayan harabe bir gecekondunun odalarından birinin içersine
serdiği karton kutuda, gecelerini geçiriyordu. Ona göre park ve
bahçelerde, tahta banklar üzerlerinde, istasyon ve terminallerde
yatanlarda insandı. Onları gördükçe kendi yerinin iyi olduğunu
düşünüp:
-Ya Rabbim buna da şükür, beterin beteri varmış
demek ki. Derdi. Felaket Hamdi haber dinlemeyi çok severdi.
Esasında çok iyi bir haber kolikti. Yanından eksik etmediği ‘Nuh
Nebiden’ kalma ancak birkaç istasyonu alabilen bir radyosu vardı.
Nerede olursa olsun sık sık saati sorar, haberler gelmişse
radyosunu kulağının dibine kadar getirir, öyle dinlerdi haberleri.
Kahvede televizyondan haber dinlerken herkes
Hamdi'den yorum alır. Onun oturup kalkmalarına, küfürlerine el, kol
hareketlerine bayılırlardı. Çoğu kez anlattıkları da doğru çıkardı.
Zannetmeyin ki boş birisi. Çoğu kez kendisiyle dalga geçenleri
utandırırdı.
Öyle sorular sorardı ki Hamdi, bazıları apışıp
kalırdı; sorduğu sorular karşısında. Lüks otellerde eğlenenlere hiç
aldırış etmez, deniz kenarlarındaki insanların gırgırları
şamataları, aşkları Hamdi'yi hiç ilgilendirmez. Hele karnı açken,
cebinde beş kuruş parası yokken, düğünlerde; savrulan paraları
görmek bile Hamdi'yi ilgilendirmezdi. ‘Kendileri kazanıyor,
kendileri harcıyorlar’ derdi. Önemli olan onların yaşayışını maliye
denetliyor mu? Vergisini veren herkes istediği gibi eğlenebilirdi.
Bir kaza haberi oldu mu içi giderdi Hamdi'nin. Bir ambulans gelip
yaralıyı mı taşıyor:
-Şuna bak arkadaş ohh! Mis gibi yatak be, o sedyede
olacaan şimdi? Kafası gözü sarılı insanları görüp:
-Ohh be! Benim bi kafamı gözümü yaracaklar, hele
benimle öyle bi ilgilenecekler arkadaş, beni öyle bi sedyeye koymak
için çaba sarf edecekler, bundan daha güzel mutluluk mu olur be!
Derdi. Felaket Hamdi'nin hastalandığında kimsecikler semtine
uğramazdı. ‘Kendi kendine iyi olur’ kimse, Hamdi'nin ne zaman
hastalanıp ne zaman iyi olduğunun farkına varmazdı. Bir sıcak
yuvanın, bir şefkatli elin, bir okşayışın hasretini taşıyordu
yüreğinde. Hastanın hastanede, suçlunun hapishane de yatmasına
imrenirdi. Zengin olsa, parası olsa, istediği gibi yaşardı ama bu
durumda parasız sıcak bir lokmada ancak böyle temin edilirdi.
‘On yedi Ağustos Depremi’ imdadına yetişmişti. Üzerinde yarım
yamalak çatısı olan duvarları yıkık, kapısı ve pencereleri
olmayan barınak için sahiplendiği gecekondudaki karton kutusunun
içinde mışıl mışıl uyurken, gecenin saat üçünü biraz geçe bir
gürültüyle uyanmış, gecekondusunun sağlam kalan kısımları da
tamamen göçmüştü. Gecenin bir yarısında her taraftan feryat figan
sesleri geliyordu. 'Oğlum' 'kızım' diyenleri mi, 'anam' 'babam'
diyenleri mi ararsın. Her tarafta bir panik, bir koşuşturmaca vardı.
Çevresindeki çoğu binalar kendi gecekondusuna dönmüştü. Hamdi birkaç
gündür açtı. Bir suyla, ısmarladıkları bir bardak çay karın
doyurmuyordu. Vicdanı dayanamadı feryatlara. Gene de gücünün
yettiği kadar yardım etmeliydi. Başı dönüyordu. Kendi içindeki
depremi bir atlatabilse. Kendi iç dünyasının yıkık duvarlarından bir
kurtulabilse, açlığın kansızlığa, kansızlığın halsizliğe,
dermansızlığa dönüştüğü iç dünyasından adımlarını atıp, çatısı
iyice göçmüş duvarları daha da çok yıkılmış gecekondusundan bir
çıkabilse, gerisi kolay olacaktı Hamdi için. Bir hayli çevresinden
gelen feryatları dinledi. Kalktı sendeleyerek, kendisine en yakın
bir apartmanın yıkılmış enkazına kadar zar zor yürüdü. Nihayet
kendi mahallesiydi. Dövünen feryat eden Can Beyi ve kenara
çıkartılan kanlar içersindeki ezilmiş bir kişinin cesedini görür
görmez, olduğu yere bayıldı. Hamdi kendisinin de diğer depremzedeler
gibi Ambulansa konulmasını, hastaneye getirilişini, hiç mi , hiç
hatırlamıyordu. Kendisine geldiğinde hastane koğuşunda tertemiz
yataklar içersinde buldu kendini. Bütün yataklar yaralı, hasta
doluydu. Yeni yeni yaralılar geliyor, bir kısmı ayakta tedavi edilip
gönderiliyordu. Etrafta bir koşuşturmaca vardı. Yavaş yavaş
gözlerini açmış olanı biteni seyrediyordu. Gözleri Can abisini
arıyordu. Yıkık enkazın önünde en son onu görmüştü. Tüm mahalleli
Hamdi'yi bilirdi. Yataklar üstünde birkaç tanıdık simaya rastladı.
Çoğunun başında sahip çıkan kimseleri yoktu. Açık duran odalarının
kapısından başlarını uzatıp yakınlarını arayan ve sonra başka
odalara bakmak için telaşla oradan ayrılan depremzede yakınları bir
curcuna yaratıyordu. Hamdi bir hayli olanı biteni izledi yatağından.
Sonra içersinde yemek bulunan arabanın girdiğini görünce kapıdan,
bayram şekeri almış çocuklar gibi sevindi. Sevincini belli etmeden,
sıcak bir tabak çorba, yoğurtlu ıspanak ve makarnayı büyük bir
iştahla bitirmişti. Açlık sınırının altında kaç kişi yaşıyorsa Hamdi
de bunlardan biriydi. Hamdi git gide düzeldi sağlığı yerine geldi.
Ama Ufakken geçirdiği menenjitin verdiği konuşma bozukluğu ve
zaman, zaman titremesini; doktorlar deprem şokundan sanmışlardı.
Hamdi'ye bir sabah doktoru:
-Hamdi iyileştin artık seni taburcu edelim. Dedi.
Oturduğu yeri sordu:
-Bilmiyorum? Dedi. Hayatında ilk defa oturduğu
şehrin dışına çıkmıştı. Hamdi hastalığının verdiği konuşma
bozukluğu ile evinin yıkıldığını, kendisinin kimsesi olmadığını ve
hastaneye kimin tarafından getirildiğini bile hatırlamıyordu .
Yalnızca açlıktan bayıldığı için depremden dolayıymış gibi
hastaneye getirilmişti. Doktorlar hem nereden bilebilirler diki
Hamdi'nin açlıktan bayıldığını. Kendisiyle gelenlerden kimsecikler
kalmamıştı. Doktor:
-Evladım kimsen yok mu senin? Hamdi:
–Yok! Evim yıkıldı, nerede yatacam
ben şimdi? Deyip ağlıyordu. Doktor Depremle ilgili olarak gelen
ekiplerden birine Hamdi'yi teslim etti. Tutanaklara deprem şokundan
dolayı ‘konuşma bozukluğu’ ve hafıza kaybından
dolayı da bir şey ‘hatırlayamama’ diye yazdılar. Kimsesiz Hamdi'ye
Güzel bir çadır, kap, kacak, ocak, televizyon gibi bir ailenin
ne gibi ihtiyaçları varsa hepsini verdiler. Üstelik ziyaretçileri de
vardı Hamdi'nin. Çadırlara 'geçmiş olsuna gelenler halini,
hatırını soruyorlardı. İlk defa insan yerine konulmanın
zevkini tadıyordu. Aradan epey bir zaman geçti; birde prefabrik ev
verdiler Hamdi'ye, keyfine diyecek yoktu. Artık felaketlere de
imrenecek durumu kalmamıştı. Gelen yardımlardan ekmeğini, aşını
alıyor, prefabrik evinde; deprem öncesindeki halinden ‘daha iyi
şartlarda’ yaşamasına devam ediyordu. Bu ne kadar böyle devam
ederdi, Hamdi'nin geleceği ne olurdu, bunu kendiside bilmiyordu ama
şimdiki haline de, şükrediyordu. Bütün insanların acılarını
yüreğinde taşıyan Hamdi, şimdide deprem zedelerin kulu
kölesidir. Hamdi ekmek kuyruğundadır, Hamdi tüp kuyruğundadır, Hamdi
yardım kuyruğundadır. Tüm bunlar kendisi için değildir. Kim Hamdi'ye
ne söylerse Hamdi onu yapmaktadır. Artık Hamdi'nin hiçbir
felaketten beklentisi yoktur. Kendi evinde; radyosundan,
televizyonundan haberleri izlemekte, geçmişteki felaket
düşünceleri aklına geldikçe birazda içinde bu düşüncelerinin
mahcubiyetini yaşamaktadır...
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- AKLANDILAR
-
- Milletin gözünün içine bakıp
- Sözüm ona aklandılar yüzsüzce
- Ne yapsak ta halkımız bizi seçer
- Diyerek çok beklendiler yüzsüzce
-
- Yeniler seçildi eskiden bıkıp
- İnsan sandılar yüzlerine bakıp
- Eskinin özünden yeniden çıkıp
- Eskilere eklendiler yüzsüzce
-
- Öyle bir düzen ki avanta yeyip
- Nasılda geldiler sıra bekleyip
- Seçmezseniz vebali sizin deyip
- Seçmenlere diklendiler yüzsüzce
-
- Suç ararlar konuşulan lehçede
- Koca çiftlik gezindiler bahçede
- Her iktidar değiştikçe bütçede
- Açıklarla denklendiler yüzsüzce
-
- Ne evlatlar doğuruyormuş ana
- Dokuzu kendinin biri halkına
- Birde kıyak emeklilikten yana
- Haklı çıkıp haklandılar yüzsüzce
-
- Teker teker bulundular izlenip
- Bile, bile aklandılar sızlanıp
- Hırsızlarla hırsız olup gizlenip
- Yolsuzlarla saklandılar yüzsüzce
-
- Kucaklayıp okşadılar gelerek
- Oy aldılar sinsi sinsi gülerek
- Daha çok halkın üstüne bilerek
- Yüklendikçe yüklendiler yüzsüzce
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
HAYAT
- Her yükü kaldıramaz insan kemikten etten
- Beden görürse azap yaşam cana tak eder
- İnsan dürüst olursa korkar mı kıyametten
- Kötü geçmişin seni böler un ufak eder
-
- Doğrudan yana olsan kim gücenir kim küser
- Hep kendine yontma sen sapı sendeyse keser
- Halkı mutlu edecek bırakmışsan bir eser
- Yerleşir gönüllere, o sevgiyi hak eder
-
- Mevlana gibi sende desen ki herkese gel
- Çıkarcılara değil, topluma bağlasan bel
- Olsan emekten yana düşküne uzatıp el
- Yaptığın her iyilik seni nur u pak eder
-
- Gerçek geriye kalan, yoksa dünya bir handır
- Peşinde olur herkes bir gör ne üz ne kandır
- Bir kez güvensin sana yaptığına inandır
- Seveni, sevmeye gör gönlünde tutsak eder
-
- Gönlü bahar olanın olmaz mevsimden güzü
- Aydınlığa inanan gece yapar gündüzü
- Güler mutlu olanın aşktan sevgiden yüzü
- Bil ki kötü herkesin ardından nifak eder
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- IRAK
-
- Tanrım yeter sınadığın ben kulun
- Fakir satılmışım, gözlerden ırak
- Yolundan bile geçmedim okulun
- Tutulmuşum mutlu azlardan ırak
-
- Ne saklı kentlerde kayak yaparım
- Nede zengin sofralarında varım.
- Boz bulanık suyumu yudumlarım.
- Kadehlere konmuş buzlardan ırak
-
- Hazinesinden vermezdi kısardı
- Çevremi amansız yoksulluk sardı
- Bir tek güvendiğim yaradan vardı
- Ne yapalım oda bizlerden ırak
-
- Sabır çekip sıktıkça dişimizi
- Aksilikler bırakmaz peşimizi
- Hep yokuşa sürerler işimizi
- İnişlerden ırak, düzlerden ırak
-
- Kimlere inanmışım insan sayıp
- Yalanlar üstüne dizdiler ayıp
- Ne varsa bilinen gerçekler kayıp
- Tutulmuşum doğru izlerden ırak
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
ALKOLE VE SEFAHATA HAYIR
Yılbaşı alkol bayramı değildir;
böyle günlerde insanlarımız sefahat tabloları çizmemelidirler.
Yılbaşlarında bilhassa alkol tüketimin had safhaya çıkıyor. Bu
gecede işlenen suçlar ve yapılan trafik kazalarının aylık
bilançolara eşdeğer olduğunu da istatistiksel olarak görülmektedir.
Milli gelenek ve dini bayramlarımız arasında Noel
kutlama ve yılbaşı eğlencesi diye bir şey yoktur. Bunlar Hıristiyan
batı dünyasının bize göre çirkin adetleridir. Bir Peygamberin doğumu
içki içerek fuhuşla ,kumarla ve kepazeliklerle kutlanmaz. Eğer
dünya globalleşiyorsa buna inananlar bizim adetlerimize neden
hassasiyet göstermezler. Çılgınlar gibi içki içerek sarhoş olmak,
zorla kazandığı paraları ,çoluk çocuğunun nafakasını bir gecede
içki ve kumar masalarında harcamak bize yakışan hal ve hareketler
hiç değildir. Bir geceden bir şey olmaz diye düşününler her türlü
kötülüğe böyle gecelerde başlamakta; bir günah gecesinin acısını
bütün bir ömür boyu maddi ve manevi felaketlere uğrayarak
çekmektedirler.
Öte yandan dünyadaki Müslüman
katliamlarının bu günlerde artması ,hepsi sivil çok sayıda suçsuz
Müslüman kardeşimizin muhtelif ülkelerde şehit edilmesi, ülkemizde
de terör estiren ve hıyanet içinde bulunan bazı gurupların
azgınlıklarını artırmaları yüreğimize büyük acılar
yerleştirmektedir. Dünyanın içinde bulunduğu bu felaketler
ortamında yaşadığımız elim kayıplarımız için dua ve tefekkür
etmekten; çalışkan olup işlerimizi ve ekonomimizi kurtarmaktan
başka bir çare yoktur.
Basında yılbaşı için gereken
önlemler diye polisimizin sarhoşlarla ve çıkaracakları olaylarla
meşgul olmaları, eğlence yerlerini kollamaları ve otomobil
kullanamayacak derecede alkol alanları evlerine bırakmaya
çalışmaları Türk-İslam toplumuna yakışan işler değildir. Biz
ülkemizin terör yaraları aldığı; İslam Dünyasının kan, katliam ve
ateş denizinde boğulduğu, İslam coğrafyasının Amerikan ve İsrail
işgalinde olduğu bir dönemde hangi halimize keyfedeceğiz ve işrete
dalacağız. Garptaki Müslüman’ın acısını şarktaki duymazsa tam iman
etmiş sayılır mı? Türk ve İslam ahlak ve aile yapısına aykırı işret
tabloları, magazin basınının sosyete ve zenginlerin sefahatine
yönelik eğlenceleri ve bunların çarpık-rezil yaşantıları yetmiş
milyonluk bu fakir ülkeye hala dayatılmak istenmektedir. Medyanın
büyük bir kısmı da bu ihanetin maalesef içindedir.
Yılbaşı eğlencelerini, bunu alkol
bayramı yapanları, sefahat ve rezalet tabloları çizerek bunları bu
aziz milletin bayramı veya geleneği yapanları ve bunları
milletimize dayatanları şiddetle protesto ediyor; tüm
hemşerilerimi işgal altındaki İslam coğrafyasında suçsuz yere
katledilen tüm Müslüman kardeşlerim için duaya ve saygıya davet
ediyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL HAYAT HİKAYESİ |
ERZİNCAN BELEDİYE BAŞKANI YÜKSEL ÇAKIR'A
AÇIK MEKTUP:
ERZİNCAN’DA DEPREME DAYANIKLI İNŞAA EDİLEN
BİNALAR DÜŞEY YÖNLÜ HAREKETLERE DAYANAMAMIŞ VE ÇOK TEHLİKELİ
ŞEKİLDE ÇATLAMIŞLARDIR.
Ankara’da Türkiye İnşaat
Sanayicileri İşveren Sendikası (İNTES) tarafından Mayıs-Haziran 2009
tarihli insan dergisi’nin 23. sayfasında; Erzincan Belediye Başkanı
Yüksel ÇAKIR “Türkiye genelinde depreme en hazırlıklı il; Erzincan”
olduğu konusunda bir makale yayınlamıştır.
İnternette http://milliservet.blogspot.com
WEB sitesinde yayınlanan dünyada yalnız Marmara bölgesi ile Erzincan
şehrinde ve ovasında yeraltında kil tabakaları arasında muazzam
büyüklükteki düdüklü tencerelere benzer kapalı ortamlarda doğalgaz
ile suya doygun zeminlerin yan yana ve beraberce bir arada
bulunduğu; bu yer altı düdüklü tencerelere benzer kapalı ortamlarda
deprem hareketleri başlamadan çok kısa bir süre önce doğalgaz
patlamaları ve bu patlamalar ile meydana gelen canavarlar
kudretindeki sıvılaşma olayları ile zeminler aşağıdan yukarı doğru
itildiği; yüzey arazinin deniz gibi dalgalandığı; ağaçların,
binaların ve tesislerin yana yatıp, yatıp kalkarak veya burgu gibi
bükülerek ve paramparça olarak bu yerlerde kıyametler koparcasına
çok korkunç afetler meydana geldiği; bu deprem hareketleri
başlamadan önce; yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu
korkunç afetlerin deprem olayları ile hiçbir ilgisi olmadığı;
doğalgaz patlaması ve deprem olayları birbirinden farklı ve başka,
başka olaylar olduğu konularında 32 yazılı belge ile bilimsel
bilgiler verilmiştir.
Bu Web sitesinde; Japonya da 7.2
gibi çok şiddetli olmayan 1995 Kobe depreminde; en şiddetli
depremlere dayanıklı sağlam inşaatların, bu çok şiddetli olmayan
depreme dayanamadığı; Kobe deprem afetinin; deprem üssü merkezinin
yakın olması sebebi ile; Kobe’nin aşağıdan yukarı doğru düşey yönde
itilmesinden ileri geldiği; bu depremin ilk günü keşfedildiği halde;
Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında
doğalgaz patlamaları ve meydana gelen sıvılaşma olayları ile bu
korkunç afetlerin meydana geldiği hakkındaki gerçeğin henüz
bilinmediği konusunda 32 yazılı belge ışığında bilimsel açıklamalar
yapılmıştır.
1992 depreminde Erzincan Ovasında
yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen sıvılaşma olayı ile;
fay olmayan yerde DDY rayı yatay ve düşey yönde canavarca büküldüğü
bilinmektedir. Depremlere dayanıklı inşa edilen binaların ve
tesislerin DDY rayını bükebilen canavarlar kudretindeki sıvılaşma
olaylarına dayanabilmesi mümkün değildir.
Bu WEB sitesinde; Erzincan da en şiddetli depremlere çatlamadan
dayanabilecek sağlamlıkta inşa edilen B.A binaların; 2,3,4 gibi ufak
şiddetteki depremler esnasında meydana gelen ufak sıvılaşma
olaylarına bile dayanamadığı; bu B.A. binaların kolonları,
kirişleri, döşemeleri ve perde duvarları gibi taşıyıcı aksamlarının
çok tehlikeli şekilde çatladığı; bu çatlak binaların ileride meydana
gelecek çok şiddetli olmayan depremlerde bile; burgu gibi bükülerek
param parça olmaya ve bina içindeki insanların da pastil gibi
ezilmeye mahkum bulundukları; bu binaların çatlakları sıvanarak veya
sıva çatlağı olduğu yutturulması ile; bu çatlak binalar Erzincan
halkına terk ve teslim edildiği konusunda bilgi verilmiştir.
Erzincan da depreme dayanıklı inşa edilen binaların çatlamış
olduklarını; Dr. Cihangir ARISAN; Dr. Hilmi SEVİNÇ; eski Veteriner
Müdürü Metin ÇÖREKÇİ; esnaftan Ekrem BÜYÜKFIRAT; Nihat YAPAR;
Hüseyin YERGÜN gibi yüzlerce kimse tarafından bilinilmektedir. Bu
WEB sitesinde; depremleri önlemek mümkün olmadığı halde; yeraltında
doğalgaz patlamalarından ileri gelen; bu korkunç afetlerden; çeşitli
teknik önlemler ile kurtulmanın mümkün olduğu; Yavuz Sultan Selim’in
babası Osmanlı Padişahı II.Beyazıt 500 sene önce; 1509 depreminde
İstanbul’un muhtelif yerlerine 400 kuyu kazdırdığı; bu kuyular ile
yeraltı düdüklü tenceresine 400 delik açıldığını, bu kuyuların denge
bacası görevini yaparak yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri
gelen; sarsıntılardan İstanbul’u kurtardığı konusunda bilgi
verilmiştir.
Yüce Osmanlı Padişahı II. BEYAZIT;
mezardan başını kaldırsa; Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve
ovasında suya doygun zeminlere ulaşacak şekilde 10-20-50-100 m. gibi
az derinliklerde ve 80-100cm. çaplarında geniş kuyular kazdırarak;
bu yerleri doğalgaz patlamalarından ileri gelen; kıyametler
koparcasına korkunç afetlerden kolayca kurtaracaktır.
Doğalgaz patlamaları ve sıvılaşma olayları ile; zeminlerde
açılan çatlaklar ile bu zeminler çok mükemmel şekilde esneme
özelliği kazanmaktadır. Zeminlerin esnemesi ile; deprem hareketleri
50m. gibi mesafelerde çok zayıflamakta ve hasar olmamaktadır.
Yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen afetler
önlendiği taktirde; faylarda meydana gelen deprem hareketleri
esneyen zeminlere ulaşınca; bu zeminlerin çok mükemmel şekilde
esnemesi ile; Marmara Bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında
faylardan 50 m. uzakta bulunan yerlerde hiçbir hasar olmayacaktır.
Bu yerler ile eski Erzincan şehirlerinde deprem harabesi olarak terk
edilen yerlerin tamamı deprem bakımından en emniyetli yerler
olacaktır. Bu yerlere çok katlı ve yüksek inşaatlar yapılacaktır.
Yetkili Makamlar ile Kurumlara
sunulan 10.10.2008 tarihli dilekçeler ile; Marmara bölgesi ile
Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz patlamalarından
ileri gelen korkunç afetlerin önlenmesi ve Erzincan ovasındaki çok
zengin doğalgaz yatağının ortaya çıkarılması için; ilgi gösterilmesi
istenilmiştir.
Aradan bir yıldan fazla zaman geçtiği halde; hiçbir inceleme,
soruşturma ve arama yapılmadan ve görgü tanıkları ileri
görüşülmeden; masa başında oturarak; kafadan sallama beylik palavra
ifadeler ile; bu konular dışlanmıştır.
TÜBİTAK Başkanlığına sunulan
1.12.2008/14325 sayılı dilekçe ile; evvelce sunulmuş olan 10.10.2008
tarihli RAPOR’un teşkil edilecek Yetkin Kurul tarafından bütün belge
ve ekleri ile incelenmesi; mahallinde soruşturma ve araştırma
yapılması; görgü tanıkları ile görüşülmesi ve Marmara bölgesi ile
Erzincan şehrinde yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen
korkunç afetlerin önlenmesi ve Erzincan ovasındaki çok zengin
doğalgaz yatağının ortaya çıkarılması için; TÜBİTAK öncülüğünde
gerekli faaliyete başlatılması; talep edilmiştir. TÜBİTAK tarafından
bu konuların incelenmeye başlandığı öğrenilmiştir.
Erzincan Belediye Başkanı sıfatıyla Yüksel ÇAKIR; depremleri
yaşayan görgü tanıkları ile görüşerek ve toplantılar yaparak
Erzincan şehri ile ovasında deprem hareketleri başlamadan kısa süre
önce yeraltından bomba gibi patlama ve uğultulu gürültülü sesler
işitildiği; bazı yerlerden çıkan alevlerin göklere yükseldiği;
etrafın nur doğmuş gibi aydınlandığı; yüzey arazinin deniz gibi
dalgalandığı; ağaçların, elektrik direklerinin ve binaların yana
yatıp, yatıp kalktığı; depremler esnasında atmosferin sis bulutu ile
kaplandığı; gökyüzünün kızıl renge büründüğü; deprem geceleri
Erzincan ovasında çok soğuk havanın ısındığı; ovadaki donmuş
karların eridiği konularında Yetkili Makamları ile Kurumlarına,
Üniversitelere ve özellikle TÜBİTAK Başkanlığına bilgi verdikleri
taktirde; bu konulardaki gerçeklere inanılacak ve Marmara bölgesi
ile Erzincan şehri ve ovası yeraltında doğalgaz patlamalarından
ileri gelen bu çok korkunç afetlerden ve Erzincan da depreme
dayanıklı binaların çatlaması rezaletinden kısa zamanda kurtulmuş
olunacak ve Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağı ortaya
çıkarılacaktır.
Bu konudaki gerçekler ortaya
dökülmediği taktirde; hem Marmara bölgesi ve hem de Erzincan şehri
ve ovası; yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen kıyametler
koparcasına çok korkunç afetler ile baş başa kalacak ve hem de
Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağından Ülkemiz ve
Erzincan mahrum kalacaktır.
Şeker fabrikaları Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı Yakup AY ile
Türkiye Hava Meydanları Genel Müdürü Orhan BİRDAL; 1992 Erzincan
depremini yaşayarak; deprem hareketleri başlamadan önce yeraltından
bomba gibi patlama ve uğultulu gürültülü sesler işitildiğini;
gökyüzünün kızıl renge büründüğünü; deprem akşamı hava çok soğuk
iken; sabaha kadar havanın çok ısındığını; ovadaki karların eridiği
konularındaki gerçekleri bilmektedir.
Depremler esnasında Erzincan
ovasında yeraltından çıkan fay suları, artezyen ve sondaj
kuyularının suyu ısınmadığına göre; deprem geceleri Erzincan
ovasındaki trilyonlarca m3 çok soğuk havayı ısıtan ve ovadaki donmuş
karları eriten ısının gökte doğalgazın alev ile yanmasından ileri
geldiğini ve Erzincan Ovasındaki bu doğalgaz yatağının çok zengin
olduğunu; doğa açık ve belirgin şekilde ortaya koymaktadır. Doğanın
varlığını kesin olarak ortaya koyduğu bu çok zengin doğalgaz
yatağını; ne TPAO ve ne de hiçbir kimse yok sayamayacak ve göz ardı
edemeyecektir. Bu zengin doğalgaz yatağı ile Ülkemizin ve
Erzincan’ın kaderi değişecek; Ülkemiz doğalgaz bakımından dışa
bağımlılıktan tamamen kurtulacak; doğalgaz fiyatları çok ucuzlayacak
ve yüz binlerce işsize iş imkânı sağlanacak ve ihtiyaç fazlası
doğalgaz harice ihraç edilecektir. Bu konularda verilen yalan-yanlış
bilgilere karşı çıkılmalıdır. Bu konularda yalan-yanlış bilgi veren
kimseler şiddetle kınanmalı ve kamuoyu önünde tekzip edilerek
cezalandırılmalıdır.
Bu konulara ilgi göstermek ve çözüm
bulmak vatandaşlığın kutsal görevidir.
Hüseyin Hüsnü GÜREL, İnş. Yük. Müh.(İTÜ-1953)
ADRES : Ahenk Sok. 10/11 ÇANK AYA/ANKARA - TEL : 0312 – 418 12
37 - 4391925)
e.MAİL : hhgurel@hotmail.com // WEB : http://www.milliservet.blogspot.com
Gönderen Yüksek İnşaat Mühendisi, İTÜ-1953 zaman: 06:09
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- SEN BENİM
- İlkbaharda, tomurcuklanan dalımsın,
- Yaz mevsiminde, güneşim, sıcağımsın,
- Sonbaharda, sararmayan, yaprağımsın,
- Kış mevsiminde, sarıp ısıtanımsın,
- Dizlerinde, uyuyup kalsam yıllarca,
- Uyanmazsam; mezarımda toprağımsın.
- (Çandarlı-Dikili-İzmir, 15.07.2007)
-
- YOU ARE MY...
- Budding branch in spring.
- In summer, my, sun, warmness,
- Unreturned yellow leaf in fall
- In winter you make me heat
- By Surroundings,
- I wish I slept on your knees by years,
- If I don’t sleep, you’ll be soul in my grave...
- Poem: İsa KAYACAN
- Original Name: “Sen Benim”
- Translated From Turkish by: Nilüfer DURSUN
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- KALBİME TALİMAT VERECEĞİM
- Sen, bana êl değil, sıcak el’sin,
- Sen, bana, hem ağız, hem de dilsin,
- Sen, daim gülen ve güldürensin,
- Kalbime talimat vereceğim;
- Önünde hep, saygıyla eğilsin...
-
- Sen, hem ışığım, hem güneşimsin,
- Sen dualarımda, dileğimsin,
- Sen, güzelim, canım, meleğimsin,
- Kalbime Talimat vereceğim,
- Önünde hep, saygıyla eğilsin...
- (Ankara: Temmuz - Ağustos 2007)
-
- I’LL INSTRUCT
- You’re not a stranger to me, a warm hand,
- Not only mouth but also tongue to me,
- You’re smiling and and funny,
- I’ll instruct my heart; as to how it is to bend
- With respect always in front of you.
-
- You’re both my light and sun,
- In my prayings my desire,
- You’re my darling, life angel,
- I’ll instruct my heart; to how it is to bend
- With respect always in front of you.
- Poem: İsa KAYACAN
- Original Name: “Kalbime Talimat Vereceğim”
- Translated From Turkish by: Nilüfer DURSUN
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- ARTIK
-
- Istampa dudakların
- Mühür gözlerin
- Ağzımı
- Açamıyorum artık.
-
- Sere serpe yatışların
- Demir parmaklık bakışların
- Uzaklara
- Kaçamıyorum artık.
-
- Alıp verdiğim nefessin
- Kışın yatağımda ateşsin
- Sensiz yatamıyorum artık.
-
- Anladım her yerde benimlesin
- Söküp, atamıyorum artık.
-
- ANY MORE
- Your lips look like stamp
- Your eyes remind me seal
- To upon my mount
- I’m not able, any more.
-
- Your yingo downs freely
- Iron railed glances
- To the four
- I’m not able to escape, any more.
-
- You are my breath I take
- Fire in my bed in winter
- I’m not able to sleep, any more
- I understood you’re with me every where
- I’m not able to pull up you, any more.
- Poem: İsa KAYACAN
- Original Name: “Artık”
- Translated From Turkish by: Nilüfer DURSUN
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- BİZ NELER BİLİRİZ
-
- Biz, yıkık değirmenlerde,
- Çok un öğüttük,
- Çarkın;
- Dönüp dönmediğini,
- Biliriz.
-
- Saçlarımız,
- Aşk-sevda yolunda ağardı,
- Bir hanımın;
- Sevip - sevmediğini,
- Biliriz.
-
- Issız ovalardaki,
- Telgraf direkleri,
- Bizi tanır;
- Bir yolcunun,
- Gelip - gelmediğini,
- Biliriz.
-
- Azrail’le,
- Yıllarca omuz omuzaydık,
- Bir hastanın;
- Ölüp - ölmediğini,
- Biliriz.
- (1961)
-
- WHAT DO WE KNOW?
- We, in the destroyed mills
- Gringed a lot of flour up,
- If the wheel
- Turns or not,
- We know...
-
- Our hair,
- Turned ino white for the sake of love
- If a lady,
- Loves or not
- We know...
-
- In the lonely places,
- The posts of telegraph
- Know us,
- If it’s the voyage time or not
- We know...
-
- With azrail,
- We were shoulder in shoulder
- By the years,
- If a patient,
- Dies or not
- We know...
-
- Poem: İsa KAYACAN
- Original Name: “Biz Neler Biliriz”
- Translated From Turkish by: Nilüfer DURSUN
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ECE KÖYÜNDE AKŞAM, ŞİİRİNİN ÖYKÜSÜ
1958 yılı ortaları. Burdur ili,
Tefenni ilçesine bağlı Ece Köyü. Köyde, evlerde su yok. Elektrik yok
Kanalizasyon düşünceler arasında yer almıyor. Tarlalarda, genelde
karasabanla-öküzlerle çiftçilik yapılıyor.
Orak biçme, ekinlerin toparlanması
elle yapılıyor. Taşınması öküzlerin çektiği kağnılarla. Köyde, ev
halkının tümü çalışıyor.
Ece köyünde bir katlı, geniş
tahtalığı ve 4 odası bulunan toprak damlı evimizin geniş bir bahçesi
var. Çalılarla çevrili bu bahçenin bitişiğinde, suyu oldukça soğuk
bir kuyu bulunuyor.
Kuyunun bakımı, rahmetli babam
tarafından yapılıyor. Babam, hayır işlerinin önderi durumunda. Bu
kuyunun kovasının düşmesi, etrafındaki tahtaların, bütünlüğünün
bozulması, arızalanması gibi aksaklıklarla hep babam ilgileniyor. Bu
ilgi sürekli ve seve seve yapılan bir hizmet görünümü arz ediyor.
Akşamüzeri orak tarlasından gelen
kadınlar, kızlar bu kuyudan su ihtiyaçları için, kuyunun başında
toparlanıyor, sırayla su çekiyorlar, kaplarıyla taşıyarak
evlerindeki ihtiyaçları için kullanıyorlar.
Bu arada, kuyu başındaki özellikle
genç ve güzel kızlar, kendi aralarında sohbet edip, birbirleriyle
şakalaşıyorlar. Zaman zaman maniler ve türküler mırıldanarak
aralarındaki tatlı sohbeti sürdürüyorlar.
Bende İsa Kayacan olarak, bizim koca
kapının üzerindeki toprak damın üzerinden, çok yakın olan kuyuya ve
su çekenleri sürekli izliyorum.
Üstten baktığım için, kadınlar ve
kızlar beni görmüyorlar. Bu kızlar arasında beğendiklerim, değişik
hayallere kapıldıklarım bile var.
Bu genel tablo içerisinde,
etkilendiğim, hayal dünyasına daldığım zamanlar oluyor. Ve efendim,
işte böyle bir günde, şiirsel duygularım ayağa kalkarak dörtlükleri
alt alta getiriveriyorum. Bu şiirin adı önce “Köyde Akşam” dı. Sonra
“Ece Köyünde Akşam” oldu.
Buyurun bu şiiri birlikte okuyalım.
|
- ECE KÖYÜNDE AKŞAM
- (İsa Kayacan -1958)
-
- Kerpiç evimizin bahçesinde,
- Derince bir kuyu vardı kuyu.
- Bütün akşamın şirin sesinde,
- Köyün halkına yeterdi suyu.
- *
- Akşama doğru bir ay ışığı,
- Çıkardı çalılar arasından,
- Elinden atar ağaç kaşığı,
- Sonra gençler, gönül yarasından.
- *
- İşte nur yüzlü ayın önünde,
- O uzun boylu ince ağaçlar.
- Böyle bütün eğleniş gününde,
- Neş’elenir sümbülü yamaçlar.
- *
- Bu yamaçların ta eteğinde,
- Görünür selvilerin gölgesi.
- Sonra arıların peteğinde,
- Bir vızıltı, bir de ezan sesi.
- Gönderen PROF. DR. İSA KAYACAN zaman: 05:13
- WEB: http://isakayacan.blogspot.com, www.isakayacan.com
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
-
Fotoğraf Abdulmuttalip GÜRSEL -
- SON NEFES
-
- Kızıllığa bunanmış ufukta batarken şems
- Senden alınmadır desem bu bir nefes
- Rabb’in bizlere verdiği bu güzel ve enfes
- Doyulmaz akşamlara geliyor zaman!
-
- Ey fani canlılar işte bu zaman bize
- Hatırlatsın son geldiğini her nefese
- Sen ol ki bilesin insanoğluyum diyen
- Cehennemi anlatıyor işte bu görülen
-
- Ufukta bulutları kıp kızıl kızartan
- Düşünmeyi bizlere budur hatırlatan
- Seni senden, Beni benden üstün kılan
- Ya Cennettir ya da Cehennem!
- 25 Ocak 2010 Bir fotoğraftan sonra 11,00 Çorum
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- HASTA HAKKI
-
- Acaba "HASTA HAKKI" yok mu?
- Yanlış anlamayınız Hakkı Ağabey değil "HAK"
- Hani bir zamanlar vardı ya HAK diyince sular durur derlerdi!
- İşte hasta olanların HAKKI yok mu?
- Nasıl olsa onlar bir MÜŞTERİ
- Ha paralısı Özele gitmiş;
- Ha yeşil kartlısı Hastaneye gitmiş;
- Kimin umurunda bunlar!
- Sen hasta ol tek gel, gel ve gel.
- Biz seni yolarız bir güzel!
- Üç kuruşta para mı dersin,
- Bunu verince başka yere sevk edersin
- Oradan da başka bir yere yollarlar seni
- Boyuna hasta olarak keselenirsin.
- HAK yeme, Haksız olma, Hakkı savun
- Öğütleri nedendi, kimeydi Hak getire
- Hani bir meseleme var ya arkadaşlar!
- "Helal Haram ver Allah'ım; Çoluk Çocuk yer Allah'ım"
- Bu hale mi geldi Müslüman geçinenler,
- "Ya olduğun gibi gözük, Ya gözüktüğün gibi ol"
- Demişlerdi bizleri büyütenler.
- Bilmem ki Rabbi'imden bu sıralar tek dileğim var,
- "Rabbim! Beni esirge, sağlık sıhhat ver!"
- Artık işimiz bizden çıktı biliyorum,
- Dünyanın çivisi oynadı diyorlardı anlıyorum
- Çivisi oynamamış çıkmış yerinden
- Kıyamet Alameti imiş gerçekten
- En son elçi bildirmişti bizlere
- İşte gözüküyor o günlerde bizlere.
- Uzatmaya gerek görmüyorum burada
- Yazılacak çok ta yok okuyacak ta;
- Anlayan anlar, anlamayan anlayandan sorar
- O soracak kişilerde artık yok ya.
- Mahmut Seli GÜRSEL
- 21 Ocak 2010 Çorum saat 13,25
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
YILLAR İÇİNDE; YILLAR MI VAR!
Yıllar; birbirini kovalarken insanlar ve canlılar
olarak geçen zaman dilimine dikkat etmemekteyiz. Bu kovalana zaman
diliminde bizlere düşen geçmişte yaptıklarımızı irdeleyerek başka
yanlışlıklara sebebiyet vermememizin gerektiği bilebilsek ne güzel
olur değil mi?
Yaşadıklarımızın birçok kişiye belki
de bir kılavuz veya ders çıkartacakları geçmiş anılar dizini olması
bizlere birer guru vesilesi olarak karşımızda durması bizlere de bir
başka yıl içinde yılları yaşamamıza gerekçe olacaktır.
Anıların iyi ve kötü olması, bizim
için önemli veya önemsiz olması hiç amma hiçbir zaman anılarımızın
saklanmasına bir sebep olarak göstermemiz bizim kendimizden
kaçmamızın göstergesi değil midir?
Bizlerin yazarak veya anlatarak dile
getirdiğimiz geçmiş yıllardaki anılarımız başkalarının en azından
sizin çabalarınızın da neler olduğunun bir delili olarak gösterilen
kaynak olarak diğerlerini karşılarına çıkması size de bir şeyler
yapmış olmanın hazını yıllar içinde yıllar mı var sorusunu sormanızı
sağlar.
Sözün ortasında kalmamak ve sonucu
daha da irdelememek için bizlerin yaptıklarımızı yazmamız,
başkaların da bu yazdıklarımızı okumaları ile öğrenmelerine fırsat
vermemiz gerekir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- DEĞEMEZSE YAPTIĞIM!
-
- Sana göre değmezse yaptığım;
- Neden varım?
- Bana göre değiyor ki yaptığım
- İşte ondan varım!
- Varlığımın sebebi beni yaratan;
- Yaratanın verdiği fırsatla varım.
- Zaman denen olgu da biz varmış
- Sonra ileride bir zamanda da
- Bir yokmuş olacağım.
- İşte ben yok olmak için varım.
- Yok olmadan yaptıklarımla yaşar
- Yapacaklarımla da anılırım.
- Ya sen?
- Yaptığıma değeri yok diyen sen!
- Sen ne yaptın?
- İşte sıran gelince sende yok olacaksın,
- Yamadıklarınla mı anılacaksın?
- Yaptığın tenkitte önce yapılanı;
- Ben daha iyisini yaparım değil,
- Yaptım diyebilirsen haklısın.
- Amma o sende yok ki cevherinde,
- Bir satır bile yazmamışsın fikrinle.
- Başkalarının bilgilerini aynen alıp
- Savunmuşsun haklı diye kendince.
- Senden bir şey yok ki onlarda
- Al ve oku. Onu düşün ve karala
- Sonra kabiliyetin varsa;
- Sayfa sayfa yara kıta kıta yaz.
- Sonra yap tenkitini etrafa.
- Sakın üzüldüm sanma ki ben;
- Bir fani bir insanım önce
- Biliyorsun arkasından atılan sadece
- Rabbime kadar dayayan bir işlem
- O’na bile kulp takar bu insan;
- Peygamberi kıskanır neden ben;
- Bin de olamadım der inan benliğin.
- İşte düzenleyen böyle düzenlemiş bizi;
- Ben kimi ki seni af edeyim ki;
- Seni önce sen af et dön yaratanına
- İste affı ondan utanarak ve eğilerek.
- Affı bol Rabbim beni af et kul hakkından
- Beni af et yarattıklarının hakkından
- Beni af eyle hepsine yaptıklarımdan!
114 Ocak 2010 17,42 Çorum
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
DİZELERİM;
Yazsan inan bir türlü;
Yazmazsam bilgime yazık.
Karalamalar kalmasın aklımda
Gruplara, arkadaşlarla
Dergilerimle ulaşırım onlara
İsminle yayınlarım dizelerimi
Size ufak bir tavsiyem var
Yayınlatmaya bakın sizde
Yoksa kalır derler ya dizelerin
"Gök kubbede bir hoş seda"
05/01/2010 01,40 ÇORUM
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- YILBAŞLARI VE TAKVİMLER
- İnsanlar zaman dilimlerinden olan yılların bitiş ve
başlangıç anlarını bilmeleri ve takvimlerin gerçekliliğinin
oluşumunu sağlamaları için bir bitiş gününe ve birde başlama gününe
ihtiyaç duymuşlardır. Bu biten gün ile başlayan gün dilimlerini
çeşitli şekillerde de kutlamalar ile gelenekselleştirmişlerdir.
- Hicri Takvim Müslümanların gördükleri baskılar bir
yerden başka bir yere göç etmesine verilen isimdir. Hazreti Ömer
zamanında kabul edilen Hicri takvim Müslüman ülkeleri tarafından
resmi veya gayri resmi olarak kullanılmaktadır.
- Hicri Takvim 12 kameri aya göre
düzenlendiğinden 354 güne denk gelir. Hicri Takvimde yılbaşı
Muharrem ayının 1'inde gerçekleşir. Hicri Takvim Miladi takvime göre
yılbaşı her yıl 11 gün önce gerçekleşir. Miladi takvime göne
kutlanan bayram ve dirini günler devamlı on bir gün önceye gelir.
2009 yılında Miladi Yılbaşı 14 Aralık 2009 gününe denk gelmektedir.
- Jülyen Takvimine göre 1 Ocak; Ancak
en büyük 12 Doğu Ortodoks Kilisesinin sekizi, iki tarihin aynı güne
geldiği Güncellenmiş Jülyen Takvimini benimsemiştirler, Doğu
Ortodoks Kilisesi'nde yılbaşı (İsa'nın sünnet yıldönümüne de denk
gelen) 14 Ocak'da kutlanır. Doğu Ortodoks Kiliseler, Hıristiyanlıkta
monofizit görüşe sahip olup, 451 yılında yapılan Kadıköy Konsili'nin
kararlarını tanımayarak ayrılan doğu kiliselerine denir.
- Miladî takvim ya da Gregoryen
takvimi, Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından
yaptırılan takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş
etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı "1 yıl"
olarak kabul eder. Dünyada en yaygın olarak kullanılan takvimdir.
Türkiye de kullanılan Gregoryen Takvim'inin yılın ilk resmi günüdür.
- Ülkemiz dede Yanlış bilinen ağaç
süsleme ve hediyeleşme gibi aktiviteler yılbaşında değil, Noel'de
gerçekleştirilir. Bir Hıristiyan bayramı olan ve İsa'nın doğuşunu
kutlayan Noel'den tamamen ayrı olarak kutlanır. Ancak bazı ülkelerde
Noel ve Yılbaşı tatilleri birleştirilir. Ülkemizde yaşadığı bilinen
Noel Baba diye adlandırılan Nicholas (Noel Baba) günümüzden 1700 yıl
kadar önce, Akdeniz kıyısındaki Patara/Ovagelemiş’te doğmuş. Hayatı
boyunca da, Patara’nın yakınındaki Mira/Demre’de yaşamış Babasından
kalan servetle yoksullara yardım etmiş ve ünü yayılır. Bir anlatıda
da: Nicholaos hacı olmak üzere Kudüs'e gider. Geri dönüşünde
fırtınaya tutulan gemiyi dualarıyla batmaktan kurtarır, ayrıca
denize düşerek boğulan bir denizciyi de diriltir. O günden sonra
Aziz Nicholaos denizcilerin de koruyucu azizi olarak kabul
edilmiştir.
- Roşaşana İbranice yeni yıl Musevi
yılbaşıdır. İbrani Takvimine göre, Tışri ayının ilk ve ikinci günü,
Yılbaşı olarak kabul edilmektedir Hamursuz Bayramı'ndan 163 gün
sonra kutlanır. Roşaşana'nın kutlandığı gün yıldan yıla
değişmektedir.
- Musevi takvimine göre yılbaşıdır ve
dünyanın her yerindeki Museviler tarafından bayram olarak kutlanır.
İki gün süren bayram boyunca ailece yemekler yenilir Havra
(sinagog)'da bayram'ın ikinci sabahı senenin iyi geçmesini dilemenin
sembolü olarak koç boynuzundan yapılan Şofar isimli çalgı çalınır.
Roşaşana'nın kutlandığı gün boyunca Yahudilerin haftalık tatil günü
olan Şabbat günü yani cumartesi günü olan yasaklar geçerlidir.
- İran takviminde yılbaşı Norous
(Nevruz) olarak anılır ve ilkbaharın başında kutlanır (20 veya 21
Mart).
- Çin yılbaşı her yıl ilk kameri
ayının yeni Ay gününde kutlanır, ki bu da kabaca ilkbahara denk
gelir. Çin'de yılın en önemli bayramı konumundadır. Tam tarihi,
Miladi takvime göre 21 Ocak ile 21 Şubat arasına düşer. 12 Hayvanlı
Takvimi Dìzhī veya Shíèrzhī; Japonca: Jūnishi veya Eto, Çin kökenli
olup Asya'da yaygın olarak kullanılmış takvim, aynı zamanda bir
sistem olarak bilinmektedir. 12 yılın 5 katı olan 60 yıllık
devreleri ile Göktürkler, Uygur Türkleri, Tuna Bulgarları, İdil
Bulgarları da kullandıkları bilinmektedir.
- Tayland, Kamboçya ve Laos'da yılbaşı
13 Nisan'dan 15 Nisan'a kadar kutlanır. Özellikle Tayland' bu
kutlama su dökerek gerçekleşir.
- Sümerliler astronomide de
gelişmişlerdir. Burçları ilk Sümerler bulmuştur ve günümüze değin
gelmiştir. Artıklı ve doğru bir takvim kullanmışlar, bir ayı 30, bir
yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat
etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi
Sümerliler bulmuşlardır.
- Mayaların 2012 tarihinde son bulan takvimleri ile de
bu günlerde pek çok yazı ve kitap yayınlanmıştır.
- Kısaca; insanlar yaşadıkları yerlerde güneş, ay ve
yıllıdızları inceleyerek kendi tespitleri ile çeşitle takvimler
hazırlamışlardır. Bu takvimlerin en önemli hazırlanma sebebi de
bezlenme ile ilgili olan tarım için gerekli bilgilerin ne zamanlar
içinde yapılmasının önemi ve zamanın tespitinden doğmuştur.
- Bu vesile ile Hicri ve Miladi yıl başlarının
ülkemize ve bizlere hayır getirmesini dilerim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- CUMHURİYET, DEMOKRASİ VE ORDU ÜZERİNE
"GALİP BARAN" İLE BİR SÖYLEŞİ
- Tarihi (Kadim) Demokrat Parti'nin
64. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle 7 Ocak 2010 günü yayımlanan
“Demokrasiye İlk Adım ve ilk Demokratik Açılım" adlı yazım
kamuoyunda bir hayli yankı buldu. Bir kısmı olumlu “takdir, teşekkür
ve onay içeren” bir kısmı da “sübjektif iddialar ile olumsuz tenkit
ve tepki dolu” bir hayli yankılanan ve heyecanla karşılanan dizi
makalelerim üzerine bazı görüşme ve röportaj talepleri geldi.
Bunlardan biri ve en dikkat çekeni; Ülkemizin YÖK’ten bağımsız,
bağlantısız, AB formatında “tam bir Sivil Toplum Kuruluşu” gibi,
özgür bilim ve “BİLİNÇ ÇAĞI” adına hareket eden ve Internet
ortamında faaliyet gösteren “Bilinç Üniversitesi” Kurucu Rektörü,
Bilinçolog Galip Baran. Aşağıdaki mülâkatı O’nunla gerçekleştirildi.
- Değerli ilgi, bilgi ve
tetkiklerinize sunulur.
- "Galip BARAN ve Mustafa Nevruz
SINACI Sohbeti," (15 Ocak 2010)
Mustafa Nevruz
SINACI: Ocak ayının ilk haftası, Cumhuriyet Tarihi, adalet, hukuk
ve demokrasi yönünden çok önemli ve bir o kadar da anlamlıdır. Çünkü
TC’nin kuruluşundan bu güne, bütün dönemlerin "en büyük ve tek gerçek
açılımı" 1946 yılı Ocak ayının ilk haftasında gerçekleştirilmiştir.
Bu, Demokrat Parti’nin kuruluşudur.
-
Galip BARAN: "Cumhuriyet"
sözcüğü, bana, "ilelebet payidar olabilmesi" için uğruna çalışmamız,
"ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli 'cumhuriyet’
muhafız'ları "olmamız gerektiren bir oluşumu hatırlatıyor.
- Bu konuda, fert ve millet olarak
çalışmadığımız, seviyeli ve seciyeli muhafızlar olamadığımız ortada.
Ülkemizi bu günlere sürükleyen başarısızlığı ne o, ne de bu şahsa
yüklemenin veya illâ birilerini aklamanın doğru olmadığını
düşünüyorum. Gerçek şu ki: Atatürk'ün kurucusu olduğu, 'yaşadığı
sürece sahipli görünen Cumhuriyet' vefatından sonra sahipsiz,
korumasız, kimsesiz ve yetim kaldı. Üstelik maruz kaldığı çok yoğun
bir kültürel savaş ve saldırı sonucu “medeniyet, etik ve tarih
hafızası silindi”, telâfisi kabil olamayacak kadar büyük bir “bilinç
kaybına” uğradı.
Mustafa Nevruz
SINACI: Mustafa Kemal, istikbale (geleceğe) matuf fevkalâde
basiret, feraset (öngörü-ileri görüş) ve bu minvalde; Cumhuriyetin
geleceğine dair hâsıl olan kaygıları nedeniyle, “en hayati uzvu ve
unsuru eksik kalan Cumhuriyeti demokrasi ile birleştirmek,
bütünleştirmek ve kuruluşu tamamlamak istiyordu. Bu uğurda 1924'de
(...) "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" nı kurdurttu. Kuruluş amacı
demokrasi olan parti, (...) 03.Haziran.1925 'de kapattırıldı. Bu hayal
kırıklığı, mâkus talih ve hüsrandan beş yıl sonra, 12 Ağustos 1930'da
aynı amaçla bu defa "Serbest Cumhuriyet Fırkası" kuruldu. Fakat 17
Kasım 1930'da (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapattıran menfur
bedhahlar yüzünden) kendini feshederek siyasetten çekilmek zorunda
bırakıldı.
Galip BARAN:
Sözü edilen Partilerin Kapatılması konularıyla ilgili olarak görüş
açıklarken "Kubilay olayı" ve "Atatürk'e suikast" girişiminin dikkate
alınması gerekir.
-
Mustafa Nevruz SINACI:
O
süreçte vuku bulan, dertsim isyanı dâhil, her iki olay da tıpkı
bugün tekerrür edenler gibi, AB-D/İngiltere senaryoları çerçevesinde
sahneye konulan “organize işler” kategorisine ait
provokasyonlardandır. Zaten bugün olanlar da, o dönemin sarkıt,
dikit, kalıntı ve uzantıları değil mi? İhanetin bir ucunda derviş
Vahdeti’nin, beyni iğfal ve infiale uğramış hain-mel’un torunları,
diğer ucunda da; Kürt kisvesi altında yuvalanmış Ermeni (Taşnak-Hıçak)
dönmeleri, Rum-yunan Megalo İdea devşirme kriptoları ve sabetay
kozaları var.
- Yani Kubilay ve Atatürk'e suikast)
bir rastlantı değil, aksine, “organize işler” kaynaklı, AB-D
dayanaklı, Ermeni-Yunan ve İngiltere destekli bir tertiptir.
Arkasında, 38 sonrası kadrocular, 150’likler, solcular, komünistler
ve aydınlıkçılar vardır. 1960’dan günümüze başımıza belâ ve tebelleş
olan anarşi ve terör odaklarını ataları ve ağa babaları, yardım ve
yatakçıları yani!
- Ancak, bizler gibi; vatan, millet,
bayrak ve toprak sevdalısı insanlara,”asker" kelimesi otomatikman
milli değerleri, manevi mukaddesleri ve dünyayı yaşanmaya değer
kılan "Vatan, Millet, Hürriyet, Tam Bağımsızlık ve Adalet" gibi
ulusal ve evrensel değerleri hatırlatır ve milliyetçi kavramları
çağrıştırır. Bize göre Ordumuz, dünyanın en namuskâr ve dürüst,
yüksek faziletli, medar-ı müftehir (iftihar), evlâdı Fatihan; Hayat,
hukuk, adalet ahlâkı, Cumhuriyet ve bilhassa demokrasi
teminatımızdır.
- Ordumuz, “İnönü ekolü” nü daima ret,
tenzih ve tekzip eden, Mustafa Kemal Atatürk'ün ordusu olup; Hak,
hakikat, adalet, hukuk, demokrasi ve Cumhuriyetin ebet-müddet
bekçisidir. Fazilet'le mündemiç Cumhuriyeti "ilelebet payidar
kılmaya memur ve mükellef olarak; İlmen, fennen, bedenen kuvvetli,
ahlâken yüksek, seviyeli-seciyeli muhafızlar otağı, Peygamber Ocağı
ve Şehitler diyarıdır.
- Bu nedenle, kahraman ordumuzu
yıpratma kampanyası yürüten menfur iftira, tefrika ve kumpaslar
içinde yuvarlanan odaklarla kesinlikle aynı safta olamayız.
- AKSİNE:
- 1. TSK içinde, İsrail odaklı ve
dinsel, “sapkın bir Yahudi tarikatı olan” Mason, Misyoner ve
bunların yan-yardımcı, toplayıcı teşekkülleri
“tamamlayıcı-bütünleyici” unsurların varlığını şiddetle ret; Eğer
var ise, mahfuz ve muhafaza edenleri, bunlara yardım ve yataklık
yapanları; Türkiye Cumhuriyetinin “dahili bedhahları”, Türk,
insanlık ve İslâm düşmanları olarak kabul, telâkki ve ilân ederiz.
- 2. TSK, şehitler otağı, Peygamber
Ocağı ve Mustafa Kemâl ATATÜRK Ordusu orijini nedeniyle, zerre kadar
bir pisliğe mütehammil olamaz. TSK içinde asla bir ateist, pagan ve
din düşmanı barındırılamaz; Başta rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma,
yolsuzluk ve suiistimal zanlısı, fail yahut suçlusu tutulamaz. Bu
insanlık dışı melanet, kene güruhu ve mazarrattan sivil hayatı
korumak da askerin görevi olmak gerekir.
- 3. TSK; Milli devlet bütünlüğü,
demokrasi, adalet ve hukukun tehlikeye girdiği; En değerli
varlığımız insan unsurunun, madden ve manen istismar edildiği;
Haksızlık, hırsızlık ve yolsuzluğun, resmi kişiler, medya, siyaset
ve hükümetlerce himaye edildiği hallerde: “İcraata müdahale, adaleti
temin ve tedvir” görevini “meşru bir hak” olarak yerine getirmeye
memur, mecbur ve mükelleftir.
-
-
Galip BARAN: Evet, önce Gazi
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Bursa Nutku’nu dikkatinize arz ve
hatırlatmak isterim:
- “Türk genci, inkılâpların ve rejimin
sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok
inanmıştır. Rejimi ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf
düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu mu;
‘bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır,
adliyesi vardır...’ demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle,
taşla, sopa ve silahla nesi… varsa onunla eserini koruyacaktır.
- Polis gelecektir; asıl suçluları
bırakıp, suçlu, diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘polis henüz inkılâp
ve Cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek fakat asla
yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek:
‘demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım…’ onu
hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; Bana,
İsmet Paşa’ya, Meclise telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu
için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek... Diyecek
ki: ‘ben, inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve
hareketimizde haklıyım. Eğer buraya, haksız olarak gelmişsem, bu
haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim
vazifemdir...’
- İşte benim aradığım Türk genci ve
Türk gençliği...”
- "Vatan-Yurt", "vatansever-yurtsever", (ve egemenliğin Kayıtsız
şartsız (koşulsuz) sahibi olması tasarlanan) "millet" sözcükleri
beni sarsıyor, "yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi’ni”
çağrıştırıyor.
- Bunu; Yani benim yaşam tarzımı
görenlere "herkes senin gibi olsa", "hakkın ödenmez", "ibadet
ediyorsun" dedirtecek kertede kökten değiştiren, bir başka deyişle,
bencillikten kurtaran, (en çok senin farkında olduğunu düşündüğüm)
bu sonucu; önce Allah ' iman sonra "okul dışı eğitim çalışmalarımıza
borçluyum. Darısı tüm insanların ve Müslümanların başına!
- BENCİLLİK;
- Tek ve yegâne kurtuluş ümidimiz ise;
Diğerkâmlık ve “SENCİLLİKTİR”
- Elbet bir de “BİLİNÇ-SİZLİK” var!
İşte, “asıl sıkıntımız” buradadır.
- “Bencillikten kurtulmak, BİLİNÇLİ,
sencil ve diğerkâm olmak” …
- ATATÜRK'ÜN BENCİLLİKLE İLGİLİ
SÖZLERİ:
- -Bir adam ki, Memleketin ve milletin
saadetini düşünmek yerine daha çok kendini düşünür, bu adamın
kıymeti ikinci derecededir.
- -Kendimiz için değil, fakat mensup
olduğumuz millet için elbirliğiyle çalışalım, çalışmanın en yükseği
budur.
- -En iyi kişi, kendinden çok, bağlı
olduğu Toplumu düşünen, kendini onun varlığının ve mutluluğunun
korunmasına adayan insandır.
Mustafa Nevruz
SINACI: Evet, elbette. Bakınız Türkçenin bile korunması için
internet sitesinde tedbir alan ordumuz, Cumhuriyetin çimentosu; Millet
iradesinin devlet idaresinde hâkim olması anlamına gelen
"DEMOKRASİNİN" Teminatı, adalet ve Hukukun en muhkem ve Muteber
muhafızıdır.
Galip BARAN:
Bana göre; Ülkemizin, yalnız Ülkemizin değil, Cumhuriyetimizin
çimentosu, "yurdu ve milleti Özden çok sevme ilkesi" ni özümsemiş
insandır. Sanırım bundan ötesi boş laftır.
Sayın SINACI!
Cumhuriyet'in sahibi olması gereken sakinleri, örneğin, Atatürk'ün de
dikkat çekme gereğini duyduğu bencillik konusunda fikir birliği etmeli
ve ben sen; Ak kaşık ve üç maymunlar rolünü oynamayı sürdüren "Bilinç
Özürlü" Bilgi çağı tutkunlarına karşı "birlikte" mücadele vermeliyiz.
Başkaları gibi olmakla, bir yere varamayacağımızdan, Cumhuriyet'in
sahipsiz kalacağından korkuyorum... Makalende, "bizler gibi vatanını
milletini seven insanlar" dediğine göre, benim bilmediğim bir şekilde
"yurtsever" Doğanlar mı var? Onlara haksızlık mı ediyorum. Onlarla
tanışmak isterim!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- “AMAN OYUNA GELMEYİN” OYUNU
- Aradan günler geçti. Hala köşe bucak
‘hayâsızca’ tartışılıyor. Tokat Reşadiye de 7 erimizin kalleşçe
şehit edilmesi neymiş? Provokasyon! Peki, kim varmış bu kanlı
provokasyonun arkasında? Dönme, devşirme, açılımcı koza ve kripto
güruhu sayıyor: “TSK, Ergenekon, Tikko, Tkpml, İntikam Tugayı” gibi
ihtimaller... Ama pkk bu ihtimaller arasında yok!
- Yurt çapında karakollar, askeri
lojmanlar, araçlar, masum insanlar ve esnafın ekmek kapısı
dükkânlara; Tüm ekonomik varlıklar, sosyal donatılar ve kamu
mallarına molotoflu saldırılar düzenleyen, pkk, 7 erin şehit
edilmesi cürümünün failleri arasında sayılmak istenmiyor. İllâ
başkası aranıyor. Çünkü katil pkk çıkarsa açılım iflas eder. AKP
şapa oturur. O yüzden AKP ile pkk’yı kurtarmak için başka fail
aranıyor:
- “PROVOKASYON OYUNU” Çok
enteresandır, bir taraftan da terör örgütü ile Ergenekon
ilişkilendirilmek isteniyor. Ne yaman bir çelişki bu! Sapla saman
böyle birbirine karışmış durumda. Örgüt baronu Murat Karayılan, 3
Aralık2009 tarihinde ne demişti?
- “Yeni yapılan cezaevi bir ölüm
çukuru, nefes alınamayan bir kafes. Apo’yu imha etmek için oraya
koymuşlardır. Bu yaklaşımı bir savaş girişimi olarak görüyoruz.
Ciddi bir savaş girişimi...” Arkasından yurt çapında isyan provaları
ve provokasyonlar. Bu defa da: ”Tepkiler halkın insiyatifidir,
önderlik konusunda ben kimseye şöyle, böyle yapın demem. Herkes
önderlikle doğrudan bağ içindedir, dolayısıyla herkes önderlik
karşısında duyduğu sorumluluğun gereğini yerine getirmektedir”
demedi mi? Kaldı ki pkk Reşadiye’nin sorumluluğunu üstlendi.
- “İHANETLE DANS” Gerçek provokatör
belli oldu. Dahası bir kez daha menfur örgütün ardı-arkası ortalığa
döküldü, DTP’nin kapatılması ile iğrenç ayrıntı ve menfur
bağlantılar bir, bir ortaya çıktı. AB+ABD = pkk. Elli yıllık amansız
düşmanlık, fesat ve tefrika sürecinin doğal sonucu… Üstelik çok
utanç verici bir durum.Çünkü 31 Temmuz 1959’dan bu güne tam elli
yıldır AB kapısında pinekliyoruz! Eğer, 27 Mayıs
mason-misyoner+koza-kripto, peşmerge kalkışması olmasaydı, en geç
1963’de Ortak Pazar (AB) tam üyesi idik. Müteakip sürecin
“demokrasi, hak-adalet, hukuk ve insanlık düşmanı, vatan haini”
aktörleri utansın!
- “BAŞ DÜŞMAN AB+ABD” İşte tam bu
sıra, terör-tedhiş örgütü yardım, yataklık ve yaltakçılığı, yani,
Türk ve Türkiye düşmanlığı tam müseccel, harici bedhaht AB, şer ve
şeriklerini kastederek Recep, “AB bizi istemiyorsa baştan söylesin,
oyalamasın” demiş. Yuh be, el insaf’.. Talip anlamak istemiyorsa AB
istemediklerini nasıl anlatabilir ki! Üstelik Batı Trakya mezalimine
mukabil, patrikhane ve ruhban okulu; Rum-Yunan soykırımı, iftira ve
tefrikalarına rağmen Kıbrıs sorunu; İğrenç yalan, oyun-düzen ve
sahteciliklere karşın Ermeni açılımı! Üstüne üstlük sözde katılım
süreci ve müktesebat gereği; Zinanın suç olmaktan çıkartılmasından
tutun, TCK ve CMUK’un, suç örgütleri ve suçlu lehtarı, ‘iyi insan ve
iyi, namuslu-dürüst vatandaş’ aleyhi yapıya dönüştürülmesine kadar,
bir türlü insanlık dışı tasarrufun “insan hakları ve demokrasi
adına” dayatma mercii AB değil mi? Dahası var! AB’nin hiçbir
ülkesinde demokrasi, hak, adalet, ahlâk ve hukuk yoktur. Bu nedenle:
Bizim var olan kete-kullâ demokrasi, birazcık hak, bir miktar adalet
ve vaziyeti idare edecek kadar ahlâkınızı da; despotluk-diktatörlük,
haksızlık-yolsuzluk, adaletsizlik, ahlâksızlık ve hukuksuzluğa
dönüştürmek için “iş bu açılımlar dâhil” elden gelen her türlü
menfur dayatma, baskı, zulüm ve çabayı sarf etmektedir. Buna ve
aradan geçen “50 YILA” rağmen halâ “AB” diyenler, Anadolu halkının
kendine özgü deyimiyle: “Ya AB köpeği veya Amerikan uşağı”
sayılırlar mı, sayılmazlar mı? Sanırım, buna rağmen AB yanlılarına,
Atatürk’ün tanımı olan “dâhili bedhaht” (iç düşman) denilmelidir.
- “DENİZE DÖKÜLDÜKLERİ YERDEN!” İhanet
şebekeleri Kürt kisvesi ile kalkıştıkları ihanet furyasını en son
“denize döküldükleri” yerden ayağa kaldırmak istediler. Bu
diyalektik ve tarihi materyalizmin bir çeşit diriliş öğretisi
gereğidir. “…düştükleri yerden kalkarlar.”
- İzmir faşist mi değil mi, muhabbeti çeşitli platformlarda devam
ediyor. Kasıtlı bir dikkat dağıtma olayı veya komplosu var ortada
diyebiliriz. Bir yanda azılı faşist unsurlar “demokrat ve Kürt”
kisvesi ile ahkâm kesiyor. Diğer tarafta ise “Aman oyuna gelmeyin”
diye haykıran, yalvaran, yakaran ve terör-tedhiş tarafına yardım ve
yataklık yapan işbirlikçiler:
- “OYUNA GELMEYİN OYUNU”
- “Aman ha, buna İzmirliler alet
olmamalı... “
- “Sakın savunma kompleksine
girmemeliler...”
- “Olgun, ağır, sakin ve vakur
olmalıdır…”
- “Oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek,
çoluk-çocuğa uymamak gerek” diyorlar.
- MMA LAKİN DTP kasıtlı olarak gerilla
kıyafeti giydirilmiş çocuklar ve zafer işaretleriyle şehir içinde
gövde gösterisine kalkışınca ve bu olay Habur’daki rezaletin
ertesine rastlayınca beklenir sosyal refleks oluştu... Planlı
programlı olmayan ani bir tepki ortaya çıktı.
- Kamu malını tahrip, korumasız insanları yaralama, rencide, geniş
halk kitlelerini tehditle sindirmeye, korkutmaya yönelik sistemli
ajitasyon ve tehlikeli prokasyonlar hız kazanınca, “aman oyuna
gelmeyin” diyen “işbirlikçi unsurlar” yüzünden toplumun kimyası
bozuldu. Moral ve motivasyonu bozuldu.
- OYSA: Devlet ve hükümet
(polis-asker) var olduğu sürece bu ve benzer eylem, teşebbüs ve
kalkışmaların asla ve kesinlikle olmaması gerekirdi!.. Zira adalet,
emniyet, güvenlik ve huzur, istikrar ve insicam sağlandığı sürece
“hükümet” var demektir. Aksi taktirde meşru bir hükümetin
varlığından asla söz edilemez. Hükümet varsa; Demokrasi, adalet,
hukuk, özgürlük ve güvenlik vardır. Bu unsurlar yoksa, devlet işgal
altında veya hükümet acz içinde demektir.
- Amaç hem İzmir hem ülkenin diğer
yanlarında sosyal refleksi öldürmek...
- Terör ve tedhiş örgütüne karşı halkın yurt çapındaki haklı ve
doğru öfkesini suçluluk duygusuna dönüştürmek.
- Çoğu İzmir’de DTP konvoyunun
taşlanmasından birkaç gün sonra İdil’de PKK yanlıları öğretmen evini
bastı. İnsanlar sabaha kadar ölüm korkusu içine atıldı. İzmir’e
faşist diyenlerden tek kelime çıktı mı? Çıkmaz! Çünkü faşist
bizatihi kendileri! Çoğu tedhiş örgütü meddahlığıyla geçinen birer
zavallı! Bu hengâme içinde Recep, “Basın Türkiye’de ABD’den çok
daha özgür” dedi. Demeye kalmadı ertesi gün Aydınlık dergisi mahkeme
kararıyla bir ay kapatıldı. Sebep: “Vatanı savunmak suç! Bölücülük
ve casusluk serbest! Türk Ordusuna tasfiye harekâtı” başlıklı yazı.
Ya Başbakan eksik söyledi ya gazeteciler yanlış anladı...
- Anaların gözyaşı halâ dinmedi. Terör örgütüne verilen
rüşvetlerle de dineceğe benzemiyor!
- Şu hale nazaran: AKP’nin açılım süreci neyi gösterdi?
- Cevap: “Aman oyuna gelmeyin”
oyununu!
- “Rica ile merhamet dilenmekle bir
devletin onuru kurtarılamaz” (Atatürk)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- ULAŞIMA ZAM; BENCİLLİK VE HALK DÜŞMANLIĞI
- Genel olarak insan hakları, adalet, hukuk ve ahlâk
gibi, medeni boyut, norm (tam doğru, orijinal) yaşam ve davranış
biçimleri alanında, (doğrudan yaşam, derin deneysel birikim, analiz
ve tecrübi metot dediğimiz) toplumsal sentezler ve yoğun “bilinç”
çalışmaları yapan (Bilinç Üniversitesi kurucusu) zoraki bilinçolog
Galip Baran: “T.C.’ni Değiştirme ve Dönüştürme” başlıklı yazımı
okuduktan sonra şöyle yazdı:
- “Bu konuda düşüncem: Türkiye'yi bir
diğerkâmlar Cumhuriyeti yapmak. Önerim uygulamada geliştirilmiş
"Diğerkâmlık Andı" üzerinde fiilen ve fikren çalışmak ve and’ı
hayata geçirmektir. Eğer, bunu başarabilirsek her türlü iç ve dış
problemle baş edebilmek kolaylaşacak, adalet sorun olmaktan çıkacak,
hukuk kurumsal ve evrensel kimliğine kavuşacak, bu kadar polise,
savcıya, hâkime ve büyük bir orduya asla gerek kalmayacaktır. Ne
mutlu diğerkâm olabilene...” diyor, Galip Baran…(İnsan Hakları ve
Adalet Ahlakı, 06.12.2009, Anayurt Gazetesi)
- DİĞERKAMLIK NE DEMEK? Bahusus bilinç
üstadı “diğerkâmlık” ı şöylece formüle etmiş veya formatlamış. Daha
doğrusu; Yaşamın içinden gelen bir deneyim, bilgi ve birikim sonucu
kuramlaştırmış. En doğru tanım, açıklama ve anlatım da herhalde
“kuram” biçiminde olacak. DİĞERKAMLIK KURAMI: “Aşırı tüketmemek;
Vergi kaçırmamak; Çevreyi kirletmemek; Milli servete zarar vermemek;
Trafik kurallarına uymak ve bu kuralları çiğnetmemek; Rüşvet
almamak, vermemek; İmar yasasına aykırı işler yapmamak; Sağlığa
aykırı alışkanlıklar edinmemek; İş ahlakının korunması için çaba
göstermek ve Her şeyi devletten bekleme alışkanlığını terk etmek”
- Çok kısa ve öz bir deyimle “iyi
insan ve iyi vatandaş” manifestosu veya tarihte görülen nadir
örneklerine nazaran “çağdaş insanlık kuramı”
- TAMAMLAYICI VE BÜTÜNLEYİCİ UNSURLAR
- Kırmızı’da durmamak; Eş deyişle
“bencil” değil “SENCİL” olmak,
- Daha açık bir deyişle, aleni bir
yolsuzluk olan ”burası Türkiye anlayışı ve bağımlılığı” ile
savaşmak; Yani: kırmızı da geçmek isteyen “burası Türkiye
bağımlıları” nı Sosyal Yaptırım olarak bilinen yöntemle uyarmak;
Uyardıklarına, kendilerinin de kırmızıda geçmeye kalkışan diğer
“Burası Türkiye bağımlıları”nı aynı yöntemle uyarmalarını
önereceğine dair söz vermek. Kuram’a göre:
- Kırmızıda durmak: Bireyi erdeme
yönlendiren bir ilkedir.
- Sosyal yaptırım: Kırmızıda geçmeğe
kalkışanları utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde
uyarmak. Sonuçta: Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş
ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi
alanlarda (okul dışı eğitim çalışmaları)’nda geliştirilen
“Diğerkâmlık Andının” yaşama geçmesi halinde, bu kadar polis, savcı
ve hâkim’e gerek kalmayacak, adalet, hukuk ve güvenlik sorun
olmaktan çıkacak, “yurtta barış” sağlanacaktır. (*)
- Şimdi, bütün bu bilgilerden gafil, devletin var oluş hikmetini
bilmeyen ve nihayet “insani boyut ve bilinç toplumu” konusunda cahil
belediye başkanı, belediye meclisi ve il genel meclisi üyeleri ne
yapsın!... Meselâ şu aşamada, ülkemiz geneli ve özellikle Ankara da,
hiç yapılmayacak işlerin başında “ulaşım zammı” gelir.
- Gerçekte, ulaşım-erişim, yaşamak ve yaşatmak için
zaruri ve hayati ihtiyaçların en başında yer alır. Hatta en acil,
hayati ve zorunlu ihtiyaçtır. Tıpkı ekmek, su, elektrik, yakıt,
hava ve hayati gıdalar gibi… Bu nedenle “toplu taşım” sektöründe,
daimi denetim, kamu adına dengeleyici ve düzenleyici hizmet, ücrette
rekabet yasağı, istikrar ve insicam esas olmak zorundadır. Devlet,
hükümet ve belediye yöneticileri buna dikkat etmelidir. Evet, toplu
taşım birinci derecede bir kamu hizmetidir.
- Kâr alanı ve fahiş kazanç kapısı değil!..
- Böyle düşünenler ile toplu taşımacılığı “saadet zinciri, oy
aracı ve servet avcılığı” olarak görenler; Mutasyona uğramış alt
varlıklar ve apaçık insanlık düşmanlarıdırlar. Dolayısıyla “ulaşım
hizmet ‘toplu taşım’ ücretleri” konusunda bütün Türkiye insanı için
durum aynıdır. Aynı kalmak ve birlikte mütalâa olunmak gerekir. Yani
sorun, ağırlıklı Ankara olmakla birlikte, gerçekte tüm ülkeyi
kapsar. Yaşanan haksızlık, adaletsizlik ve zulmün birinci derecede
zanlısı hükümettir. Şöyle ki: Genel olarak petrol ve petrol
ürünlerini “acımasız, insafsız, merhametsiz, haksız, hukuksuz ve
adaletsiz bir sömürü aracı” olarak kullanan hükümetin buna hakkı
yoktur.
- Bir kalemde ilâçta %15 ilâ % 170 arası indirime
muktedir olan hükümet;
- Sadece “toplu taşım araçlarına”, tükettikleri yakıta
KDV muafiyeti sağlamak suretiyle, milyonlarca insanı rahatlatacak,
“oh” dedirtip nefes aldıracak, ıstıraplarını dindirecek ve
sıkıntılarını azaltacak bir nefes aldırabilir!...
- Devletin varlık sebebi, Türkiye’nin kuruluş ilkesi
ve Cumhuriyetin takdir (seçim) ve tensip hikmeti, “insan için
devlet” esası “idrak edilebilirse eğer” ÖTV’ de bu zorunlu ve hayati
kullanımdan kaldırılır. Bu takdirde AKP’nin insani boyut’un farkında
olduğu söylenebilir. Aksi halde Melih’le başlayan bu zulüm hız
kazanır. İşkencenin boyut ve kapsamı giderek genişler. Halk
düşmanlığı kara bir kâbus olarak, masum-mazlum, fakir, fukara ve
garip-guraba insanların hayatiyeti üstüne kara-kura gibi çöker.
- UTANÇ VERİCİ BİR BAŞARISIZLIK
- Bakınız: Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF)
Başkanı Ali Çetin, Ankara da ulaşım ücretlerine yapılan zammı
hakkında, "Ankara'da 15 yılda, tam bilet 350, öğrenci bileti ücreti
400 kat artırıldı. Ankara halkı ülkemizin en pahalı toplu ulaşım
aracını kullanmaktadır; Yapılan zamla tek binişlik kartlarda tam
bilet 1,69 TL'den 1,85 TL'ye, çok binişli kartlarda tek biniş
1,39'dan 1,50'ye yükseltildi. 45 dakika içinde yapılan transferler
de paralı hale getirildi, her transferden 50 kuruş alınacak.”
- Bu halka zulüm ve insanlık dışı bir uygulamadır.
Genelde ulaşım ücretleri mesafe ve miktar bazında mukayese
edildiğinde Ankara halkının Türkiye'nin en pahalı (fahiş) toplu
taşım aracını kullandığı görülür. Özellikle bu son zam,
adaletsizliğin, haksızlığın, kamu vicdanı ve kamu yararına meydan
okuma ve aykırılığın katmerlenmiş halidir. Esas olarak toplu taşım
ve ulaşımın yukarda açıkladığım ve önerdiğim şekilde teşvik edilmesi
gerekirken; Özellikle Ankara ve İstanbul gibi kentlerimizde tersine
işleyen adeta bir soygun aracına dönüşmüştür. Kaldı ki: Türkiye
geneline göre Ankara’da öğrenci ücreti yüksektir. Buna göre Öğrenci
biletleri tam biletin yarısı kadar olmak zorundadır. Yine bu
verilere göre, normal şartlarda, namuslu-dürüst, insanca bir
uygulama ile; Hiç bir destek ve muafiyet olmaksızın Ankara da
otobüs-dolmuş ve metro ücretinin MAX: “Tam 150 ve Öğrenciye 50
kuruş” olması makul, kabil ve mümkündür.
- Bunu akıl edemeyenler, belediye
başkanlığını da hak edememiş halk düşmanları demektir!... Bu
takdirde halkın bir şeyler yapması, sorumluluk alması, haksızlık ve
yolsuzluklara “DUR” demek suretiyle tepkilerini açıkça göstermesi
gerekmektedir." (*) Diğerkamlık (özgecilik): Başkalarının iyiliği
için elinden geleni esirgememe durumu., fels. Başkalarının iyiliğine
çalışmayı yaşam ve ahlak ilkesi yapan görüş., ruhb. Bencillik ve ben
tutkusu yerine sevginin başkalarına yönelmesi durumu., Diğerkam
(özgeci) : Kendi yararından çok başkalarını düşünen, başkalarına
yararlı olmaya çalışan, başkalarının iyiliği için elinden geleni
esirgemeyen.
- Erdem: Ahlâkın övdüğü ve ahlâklı
olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik,
alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak
adı. İnsanın ahlaksal olarak iyiye yönelmesi, ruhsal yetkinlik.
- İlke: Her türlü tartışmanın dışında,
üstünde sayılan, ana düşünce ve inanış, baş kural., Temel bilgi,
temel kural., Uyulması gerekli davranış kuralı., Fels: Kendisinden
başka bir şeyin çıktığı temel, köken; ilk neden.
-
- e.POSTA : gercek.demokrat@hotmail.com
- WEB : http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com,
- POSTA : PK, 118 [ 06 442 ] Yenişehir/ANKARA
- NOT : Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına
izinlidir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
-
MAHMUT
TUNABOYLU’YU ANARKEN
- Saygı değer meslektaşlarım; çok
değerli konuklar!
- Bayanlar baylar,Merhum
Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu’yu ebediyete uğurlayışımızın
sekizinci,doğumunun 56 .yılında kabri başında birlikte anıyoruz.
Merhum Mahmut Tunaboylu, babasının bir eğitimci olması nedeni ile
sanıldığı gibi ekonomik durumu
- Günlük ihtiyaçlarını kolayca karşılayabilen bir aile içersinde
büyümemiş, çocukluğunda bir buçuk, gençliğinde ise askerlik dönemi
boyunca baba ve aile hasreti çekmiştir. O babasının o dönem geçerli
olan renkli kağıtlara yazarak gönderdiği mektup parçalarını ikinci
bir mektup gelinceye dek cebinde saklamıştır. Soranlara da babamın
mektubu değil mennu diyebilmiştir.
- Mahmut, yine baba hasreti çektiği günlerden birinde kendir
çöpleri ile oynarken, bir parçanın gözüne isabet etmesi sonucu
birkaç gün sonra hastaneye ulaştırılabilmiş, yaşadığı sürece normal
olarak olanları izleyememiş, bir süre gözlük kullanması
arkadaşlarınca öğütlense de, gözlüklü yaşamı benimsememiş,
gazeteciliğe başlaması ile gözlüğün yardımcılığına evet
diyebilmiştir.
- Mahmut Tunaboylu, yerel basında
olduğu gibi ulusal basında da Çorum sorumlusu olarak görev almış,
çevresindeki sorunları yazılı ve görsel basında ,ulaşması gereken
yerlere ulaştırmıştır. Bugüne dek dile getirilmeyen bir yanı da
vatani görevi sırasında sakıncalı olarak birkaç yerleşim yerinde
görev yaparken babasının çalıştığı yerel gazeteye el yazısı ile
karaladığı makalelerini CEMİL adı ile okuyucularına sunmuştur.
- Çocukluğunda, arkadaşlarının giydiği
lastik ayakkabıları giyebilmek için ayağında ki potinleri çıkarıp
bir kenara atan ve yalınayak onlarla günlük yaşamı paylaşmasını,
dediğini yaptırıncaya dek eylemini sürdürmesini bilmiştir.
Çocukluğunun bir bölümünün köylerde geçmiş olması sonucudur ki köy
yaşantısını, orada ki doğayı, kırsal alandaki çocukların sorunlarını
beyninde saklamayı bilmiş, yazılı yapıtlarını kaleme alırken,
vurguladığı genellikle hep Anadolu insanının yaşamı olmuştur.
- Gazetelerde yayınlanan sorunlarla
ilgili yazılarında kendini ve ailesini hiç düşünmemiş, toplumun
sorunları çözümlenirse ailemin sorunları da onunla birlikte
çözümlenir diye düşünmüştür. Mizah yolu ile yöre ve ülke sorunlarını
yöneticilere yansıtmaya çalışmış,bu nedenle bir mizahi yazısı
nedeniyle ağır cezada yargılanmış aldığı ceza sonucu okurları ile
yemek tarifleri yazarak bağını sürdürmüştür.
- Saygı değer hazurun!
- Bugüne dek Merhum Gazeteci-Yazar
Mahmut Tunaboylu nun bilinmeyen yanlarının bir bölümünü yansıtmaya
çalıştım. Çorum Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sn,Şevket Erzen in
vurguladığı gibi,Mahmut Tunaboylu Çorum’un sembolü olarak
kabullenilmiş,bugüne dek yapılanlar sayesinde Çorum yurt ölçeğinde
olduğu gibi yurt dışında da insanlarca tanınır hale gelmiştir.
Sanırım Merhum Mahmut Tunaboylu’nun sağlığında ki eylemlerinin bir
katkısı olmuştur diye düşünüyorum.
- Merhum Gazeteci-Yazar Mahmut
Tunaboylu birisi kız biri erkek olmak üzere lise mezunu iki
evladını bırakarak ebediyete intikal etmiştir. Müslüm Tunaboylu
olarak bugüne dek isteğimin bir bölümü Çorum Gazeteciler Cemiyeti
olarak karşılanmış,bir bölümü ise kişisel olarak değil cemiyet
olarak çözüme kavuşturulabilir düşüncesindeyim.
- O da Şudur kısaca: Mahmut
Tunaboylu’nun uzun süre yaşadığı sokağa adının Belediye meclisi
tarafından verilmesi düşünüdür. Bu konuda iki bin yılı Mayıs
ayının ilk haftasında tarafımdan girişim yapılmış, ancak bugüne
dek bir gelişme görülmemiştir.
- Bir baba olarak sizden çok zor bir
eylem istemiyorum. Cemiyetin bu konuda etkin girişimini beklediğimi,
beni bundan mahrum etmeyeceğinizi biliyor, Tunaboylu’nun geride
kalanları adına hepinizi beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor
sonsuz saygılarımı sunuyorum.
- Siz varsanız bizde varız.
- Sağlıcakla kalın
.
-
18 ocak 2010
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
- KIZILIRMAK AĞLIYOR
- Çevre ve Orman Bakanı Veysel EROĞLU Türkiye Büyük
Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada ülkemizdeki nehirlerin
organik ve ağır metal kirliliği düzeylerini açıkladı. Buna göre,
Kızılırmak organik kirlilik açısından 2. sınıf yani az kirli ağır
metal bakımından ise 3. sınıf yani çok kirli düzeyde bulunuyor.
- Evet; yukarıdaki açıklamalar ve yazımızın başlığından
da anlaşılacağı üzere Kızılırmak ağlıyor. Kızılırmak’ın içerisinden
veya yakınından geçen bütün köy ve beldelerin kanalizasyonları
Kızılırmak’a akıtılıyor. Ayrıca Kızılırmak yatağına yakın çevrelerde
bulunan sanayi tesislerinin bir kısmının atıklarını Kızılrmak2a
akıttıkları ve katı atıklarında ırmak yatağında dolgu malzemesi
olarak kullanıldığı da biliniyor.
- Dilerseniz Kanalizasyon kavramını önce açıklayalım.
Kanalizasyon (Şehir Atık suyu) içinde bulunan değişik organik
maddelerin (fenol, benzen, deterjan, kimyasal kağıtlar, plastikler,
klorlu bileşikler, pestisidler, yağ ve gres vb.) mikroorganizmalar
üzerinde yapmaktadır. Bu nedenle tehlikeli organik kirleticiler
içeren, atık sular, fiziksel, kimyasal ve biyolojik olmak üzere üç
tür kirlilik gösterirler.
- Suyun fiziksel özelliklerinin değişmesi (renk, koku,
tat, bulanıklık, sıcaklık, pH v.s) fiziksel kirliliğe neden olur.
Sıcaklık ve pH, nehirlerdeki bitkisel ve biyolojik hayatı etkileyen
önemli parametrelerdendir. Yüksek sıcaklıkta çevreye bırakılan atık
su, karıştığı nehir suyunun sıcaklığını doğal olarak arttıracaktır.
Oksijenin yüksek sıcaklıkta, sudaki çözünürlüğü azalacağından, nehir
suyundaki biyolojik oksijen, biyolojik hayat için yetersiz
kalacaktır.
- Zamanla suda birikime sebep olan kurşun, civa gibi
ağır metaller, biyolojik yolla parçalanabilen organik maddeler ve
inorganik atıklar suda kimyasal kirlilik yapar. Kimyasal kirlilik,
genellikle sanayi atıklarının arıtımsız olarak sulara verilmesi
sonucunda oluşur. Bazı endüstriyel atık sulardaki dayanıklı
kirleticiler, alıcı su ortamında birikme, canlıların dokularında
yoğunlaşma ve belli sınırlar üstünde canlılar üzerinde doğrudan
toksik etki etme özelliklerine sahiptirler. Ayrıca endüstriyel atık
suların sebep olduğu kirlenmelerde ekolojik denge bozulmasına daha
çok rastlanmakta ve bu bozunma çoğunlukla geri dönüşü olmayan bir
nitelik taşımaktadır.
- Kimyasal kirleticiler özelliklerine göre üç sınıfta
toplanmaktadır. Bozulmadan kalanlar: Klorür gibi inorganik
bileşiklerde zamanla parçalanma görülmez. Değişebilenler: Biyolojik
olarak parçalanabilen organik kirleticilerdir. Mikroorganizmalar
tarafından parçalanarak inorganik kararlı maddelere dönüşürler.
Kalıcılar: Zamanla biyolojik birikime yol açan cıva, arsenik,
kadmiyum, krom, kurşun, bakır gibi metaller, tarım ilaçları gibi
organik maddeler ve uzun yarı ömürlü radyoaktif maddelerdir. Bütün
bu kirlenmenin kanserojen oldukları da bilimsel olarak
ispatlanmıştır.
- Biyolojik kirliliği, organik atıkların etkisiyle su
kaynaklarında üreyen algler, küfler ve bakteriler oluştururlar. Bu
canlılar zamanla ortamdaki oksijeni tüketirler. Oksidasyon işlemine
bağlı olarak, termik reaksiyonlar suyun sıcaklığını yükselterek
diğer canlıların yaşaması için gereken oksijen miktarını düşürmeye
devam eder ve orta vadede de nehir deki bitkisel hayatla birlikte
canlı türleri zamanla yok olur.
- Yukarıda özetini vermeye çalıştığım
kirlilik oluşturan etmenlerin yanı sıra nehir yatağı ile sürekli
oynanması, kaçak sulama yapılması, metropollerin içme suyu
ihtiyaçlarını karşılamak için nehirlere gözünü dikmesi, inşaat
sektöründeki kum ihtiyacının nehir yatağından karşılanması,kum ve
taş ocakları açılması, sanayi atıkları,taş ve molozlarla yatağın
doldurulması, yerel yönetimlerin çeşitli sebeplerle ırmak yatağında
kontrolsüzce işlem yapmaları ve barajların ihtiyaç durumuna göre
nehir suyunun sık sık kesilmesi sonucunda da nehir yatağındaki
kirlilik çoğalmaktadır. Nehir suyunun kesilmesi ile birlikte
fırsatçılara gün doğmakta nehir içerisindeki küçük göletler rant
kapısı haline gelmektedir.
- Bütün bu bilgiler ışığında
asırlardan bu yana; Anadolu’nun ekmeği aşı ve bereket kapısı olan
Kızılırmak için için ağlamaktadır. Kızılırmak’ın gözyaşlarını
dindirebilmek için zaman içerisinde bir takım hamleler yapılsa da bu
yeterli değildir. Ülkemizin henüz bir su yasası yoktur. Bu cennet
vatana, ait olduğumuz topluma, yaradılış ve var oluşumuz
gerçeklerine, yaşadığımız gezegene karşı vicdani sorumluluğumuz
gereği suya ilişkin bütün faaliyetlerde bazı kuralların getirilmesi
ve uygulanması gerekmektedir.
- Bu bağlamda doğa hakkına bağlı
olarak su hakkı ve dolayısı ile insan hakkı olarak olaya
bakılmalıdır. Su insan dâhil tüm canlılar için en önemli hayat
kaynağıdır. Çare su yasasının bir an önce çıkarılması ve yürürlüğe
konulmasıdır. Su kaynaklarının kullanımı ile ilgili kurallar ve
ihlal edenlere ise ağır yaptırımlar getirilmelidir. Suyla ilgili
meseleler ancak böyle bir anlayış ve adalet duygusu ile
çözümlenebilir.
- Böylece Anadolu’nun en uzun bereket
kapısı olan Kızılırmak başta olmak üzere göller, çaylar ve dereler
kurtulacak ve doğa ile birlikte insanlık kazanacaktır. Haydi,
Kızılırmak’ın gözyaşlarını dindirelim. Kızılırmak’ın gözyaşlarının
dindirelim ki yarın çocuklarımız ağlamasın.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
- OSMANCIK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNİ ARIYORUM
- Kısa adı OSMİAD olan Osmancık
sanayici ve işadamları derneği 2008 yılı şubat ayında büyük
ümitlerle kuruldu. Yıllardan bu yana örgütlenme fakiri olarak
gördüğümüz Osmancık’ta işadamlarının bir araya gelerek örgütlenmesi
yöre için bir umut çiçeği olarak açtı. OSMİAD kurulur kurulmaz
bölgeye umut dağıttı. Osmiad’ın kurulmasını takip eden aylarda
aşağıda özetini vermeye çalıştığım haberler yerel basında
yankılandı. Osmancık ve Çorum ile ilgili web sitelerinde OSMİAD
haberleri yerini aldı. Nedir bu haberler diye soracak olursanız
sadece haber başlıklarını aktarmaya çalışacağım. “Osmiad’dan
Organize sanayi atağı, Osmiad Kızılırmak havzasında yatırımların
lokomotifi olacak, Osmiad hızlı başladı vb. haber başlıklarını
çoğaltmak mümkün.
- Dernekleşen İşadamları yapılan
toplantı da yaptıkları açıklama da; ''Osmancık Organize Sanayini
hayata geçirmek, Yeni istihdam alanları oluşturmak, yeni
yatırımların önünü açmak, güçlü şirketleşmeyi sağlamak ve genel
anlamda ilçenin sanayi ve ticaretini geliştirmek olduğunu, Küçük
yatırımları bir araya getirerek mevcut potansiyelimizi geliştirmek
amacında olduklarını söylediler.
- Gönül isterdi ki OSMİAD rüzgarı ile
Osmancık ticaret odası kurulsun. Ancak olmadı; Çünkü Çorum ticaret
odası için Osmancıklı üyeler önem arz ediyordu. İki yüzün üzerindeki
Osmancıklı ticaret erbabı Çorum için önemli bir gelir kapısıydı.
Aman aman denildi, alın size bir parmak bal. En kısa zamanda Çorum
ticaret odasının Osmancık’ta bir şubesi açıldı. Osmiad kurulduğunda
ben daha çok organize sanayi bölgesi ile ilgili demeçlerle
ilgilenmiş ve Osmancık adına umutlanmıştım. Osmancık organize sanayi
ile ilgili bir arpa boyu yol kat edilemedi. Osmiad bu hususta sivil
inisiyatif olarak etkili bir rol üstlenemedi. Kızılırmak havzasında
yatırımlarım lokomotifi olamadı. Küçük sermayeler birleştirme
faaliyetleri gerçekleştirilemedi. Bölgede yeni istihdam alanlarının
oluşturulması için gereken adımlar atılamadı.
- Kamu teşviklerinden yararlanmanın en
temel şartlarından birisi olan ve Osmancık’ın geleceği için önem arz
eden Organize sanayi bölgesi ile ilgili araştırma ve incelemeler
lafta kaldı. Konu ile ilgili bir çalışma grubu kurularak güçlü bir
lobi oluşturulması için gerekli olan hiçbir faaliyet yapılamadı.
Avrupa birliği fonları hibe programlarından Organize sanayi bölgesi
için herhangi bir proje hazırlanamadı.
- Bu bağlamda gözler bölgede yeni
istihdamların umudu olan Osmiad ve dolayısı ile Osmancık organize
sanayi bölgesini aradı. Aradan iki yıl geçti, Osmiad birkaç ödül
töreni ve yemek etkinliği ile anıldı. Osmiad’ın Kızılırmak
havzasında yapılması muhtemel özel teşebbüsler için bir ilaç
olamayacağı anlaşıldı.
- Bu arada Osmiad çok halis niyetli ve
özverili bir yönetim kurulu çevresinde adı lafta olan yemeklerde ve
törenlerde Osmiad adına boy gösteren memleket için suya sabuna
dokunmayan üyelerden oluşan bir örgüt olarak hafızalarda yer bulmaya
başladı. Durum böyle olunca da iki önce bölge için açan umut çiçeği
yavaş yavaş solmaya başladı.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
- TÜRKİYE’NİN KANAYAN YARASI KAÇAK ELEKTRİK
MESELESİ
- Geçtiğimiz günlerde Zübeyir
KINDIRA’nın kaçak elektrik meselesi ile ilgili haberi görsel ve
yazılı medyada önemli yankı buldu. Haberde TEDAŞ'ın elektrik
tahsilatı yapmakta zorlandığı anlatılıyor.
- Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki illerde kaçak
elektrik kullanımın bir türlü önüne geçilemediği anlatılıyor. Tedaş,
tüm iller bazında en çok kayıp kaçağın olduğu, en çok satışın
yapıldığı, en az kayıp kaçağın hangi illerde olduğuna ilişkin liste
yapmış.
- Buna göre; en fazla kayıp kaçak
oranı Mardin'de. En az kayıp kaçak bulunan il ise Denizli.
Türkiye'nin geneli baz alındığında TEDAŞ, 156.901.365.217
kilowatsaat enerji satışı yapıyor. Ancak 134.359.839.244'lük bölümün
tahsilatını yapılabiliyor. Aradaki fark ise kayıp kaçak hanesine
yazılıyor.
- Türkiye genelinde ortalama kaçak
elektrik kullanım oranı %14.37 Tedaş yetkilileri iletim hatları
teknolojisinin eskimesi, bakımsızlık, özelleştirme, taşeron
uygulamaları gibi birçok sebebe bağlı olarak elektirik kaybı
olduğunu da belirtiyorlar. Bu sebeplere dayalı kayıp oranı Türkiye
ortalamasının is%5 lerde olmasının normal olduğunu belirtiyorlar.
- 14 ten beşi çıkardığınızda 9
kalıyor. Bakkal hesabı yapacak olursak bu ortalamanın yaklaşık %8
ini Güneydoğu vilayetleri oluşturuyor. Geriye kalan %1-2 gibi bir
oranı ise diğer vilayetlere mal etmek
mümkün.
- Dolayısıyla batı illerinde kaçak
elektrik oranı makul düzeye çekilebilmiş. Türkiye ortalamasının %14
lerde olması Doğu ve Güneydoğu illerindeki yüksek kaçak oranından
kaynaklanıyor.
- Bu illerde kaçak elektrik kullanma
olayı hemen hemen günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş. Kısacası
bu illerde kaçak elektrik kullanımı olağan görülüyor. Bir başka
ifade ile her on kişiden yedisi kaçak elektrik
kullanıyor.
- Çorum 81 vilayet arasında 32. sırada
yer alıyor ve kaçak oranı %9.83 yani Türkiye ortalamasının altında.
Şampiyon ise %73 ile Mardin, Şırnak %71 ile ikinci sırada. Onları
%66 ile Batman ve Diyarbakır takip
ediyor.
- Kaçak elektriğin kare ası
Diyarbakır,Mardin,Şırnak ve Batman ile böylece tamamlanmış
oluyor.Elektrik kaçakçılığında ilk 15 içerisinde yer alan illerin
tamamı Doğu ve
Güneydoğu’dan.
- Bu rakamlar insanın kanını
donduracak cinsten. Elektrikçi deyimi ile
Diyarbakır,Mardin,Batman,Şırnak ve Hakkari çok akım çekiyor. Bu
bölgede elektrik hatlarında yükün çok ağır olduğu
malum.
- Evet! Türkiye’nin kanayan yarası
kaçak elektrik meselesi. Kullandığı elektriğin faturasını ve
vergisini ödeyen, üreten ve bu bağlamda Türkiye’nin sigortası
sayılan illerimiz bu aşırı akım karşısında zorlanıyor. Peki ya bu
gidişle sigortalar atarsa…
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
- REHBER ÖĞRETMENLER NE İŞ YAPAR?
- Son yılarda okul ve kurumlarda suç
ve şiddetin önemli oranda arttığı gözlerden kaçmıyor. Milli eğitim
bakanlığının okul ve kurumlarda suç ve şiddetin önlemesine yönelik
çalışmalar yaptığı da biliniyor. Üniversitelerle işbirliği
içerisinde suç ve şiddetin türleri, öğrencinin yaşadığı çevre,
öğrencinin yaşı, okul türleri vb araştırmalar yapılıyor. Aile
profilleri takip ediliyor. Konu ile ilgili hizmet içi eğitim
faaliyetleri düzenlenerek başta öğretmenler olmak üzere eğitim
çalışanları aşamalı olarak konu ile ilgili hizmet içi eğitimden
geçiriliyor.
- Okullardaki rehberlik faaliyetlerine
son derece önem veren Milli Eğitim Bakanlığı okullarda rehberlik
hizmetleri birimi oluşturarak hemen her okula bir rehber öğretmen
norm kadrosu tahsis etmiştir. İmkânlar ölçüsünde bu kadrolara atama
yapılmış atama yapılmayan okullarda ise görevlendirmeler yapılarak
okul rehberlik hizmetleri önemli bir birim haline getirilmiştir.
Üstelik bu çalışmaların sağlıklı sürdürülebilmesi için okul
rehberlik hizmetleri yönetmeliği çıkarılmış ve yürürlüğe
konulmuştur.
- Bu bağlamda Okul rehber öğretmeninin
görevleri 32. maddede ifade edilmiştir. Buna göre; Okul rehber
öğretmeni aşağıda maddeler halinde ifade edilen görevleri yerine
getirmekle yükümlüdür.
- Rehberlik programının uygulanışında
sınıf rehber öğretmenlerine yardım eder, okula yeni gelen
öğrencilere, sınıf rehber öğretmeni ile işbirliği yaparak, okul ve
yakın çevreyi tanıtan çalışmalar yapar.
- Okulun öğretim programı, uygulanan
mevzuat ve bunlarda yapılan değişiklikleri, rehberlik ve psikolojik
danışma hizmetlerini, disiplin kurulları ve ihtiyaç duyulan diğer
konular hakkında açıklayıcı bilgiler hazırlar ve öğrencilere
duyurulmasını sağlar, eğitici çalışmaları programlamada ilgili ve
sorumlu öğretmenlere yardım eder. Bu çalışmalara katılan
öğrencilerin uyum ve gelişim durumlarını takip eder, görülen
aksaklıkların çözümüne çalışır, sınıf rehber öğretmenleriyle
görüşerek, problemli ve rehberliğe muhtaç öğrencileri tespit eder.
Şahsi ve ailevi problemlerinin çözümü için gerekli çalışmaları
yapar.
- Öğrencilerin gidebileceği üst
okullar, çalışabileceği iş ve meslekler hakkında bilgi toplar ve bu
bilgileri öğrencilere duyurur.
- Okulda iş ve meslekleri tanıtıcı
programlar hazırlar, ilgili okullara ve işyerlerine öğrencilerle
birlikte geziler düzenler.
- Öğrencilerin genel ve özel
yetenekleri ile, ilgileri, kişilik özellikleri ve bilgi seviyeleri
hakkında bilgi toplamak amacı ile test, envanter ve anket gibi
psikolojik ölçme araçları uygular, sonuçlarını toplu dosyalara
işler, özel ve şahsi bilgileri gizli tutar.
- Üstün zekalı ve üstün özel yetenekli
öğrencilerle, özel ihtiyaçları olan öğrencileri tespit eder ve
bunları koordinatör rehber öğretmene bildirir.
- Öğretim programları, okul ve meslek
seçimi, başarısızlık, öğrenme güçlükleri, şahsi ve sosyal uyum
problemleri konularında öğrencilere psikolojik danışmanlık yapar.
Danışmanlık yaptığı öğrencilerin uyum ve gelişim durumlarını takip
eder ve sonuçlarını değerlendirir.
- Öğrencilerin rehberlik ve psikolojik
danışmaya olan ihtiyaçları, problemleri ile başarılarını etkileyen
faktörler hakkında inceleme ve araştırma yapar, sonuçları üzerinde
öğretmenlere ve okul yöneticilerine tekliflerde bulunur.
- Rehberlik ve psikolojik danışma
hizmetleri ile ilgili gerekli kayıtları tutar, ilgili yazılara cevap
hazırlar ve istenen raporları düzenler.
- Çocukların genel olarak yetenek,
ilgi, başarı ve gelişim durumları ve diğer konular hakkında velilere
açıklamalarda bulunur.
- Rehberlik hizmetlerinde kullanılacak
test,envanter,anket,toplu dosya gibi araçları hazırlama ve
geliştirme çalışmalarına katılır.
- Okul-aile birliği toplantılarına
katılır ve bu toplantılarda rehberlik ve psikolojik danışma
hizmetleri hakkında açıklayıcı bilgiler verir.
- Çevrede hizmet veren kuruluşların ve
başka okulların çalışmalarını takip eder ve bunlarla işbirliği
yapar.
- Okulu bitiren öğrencilerin
durumlarını inceler ve sonuçlarını analiz ederek ilgililerin
bilgisine sunar.
- Disiplin kurulu toplantılarına
istişari mahiyette katılır, olayların yorumunda ve ceza tertibinde
fikrini söyler.
- Yıllık plana uygun olarak her gün
yapacakları işleri planlar ve okul müdürünün onayına sunar.
- Öğretim yılı sonunda uygulanan
rehberlik faaliyetlerini, meydana gelen aksaklıkları, gelecek
öğretim yılında rehberlik faaliyetleri için gerekli ihtiyaçları ve
bu konu ile ilgili tekliflerini belirten bir rapor hazırlayarak
koordinatör rehber öğretmene verir.
- Evet; Okullarımızda rehberlik
faaliyetleri üst seviyeye çıkarılmış ve hemen her okula bir rehber
öğretmen norm kadrosu tahsis edilmiştir. Bakanlığın sistemli olarak
rehberlik faaliyetlerine önem verdiği gerçeği bütün açıklığı ile
ortada iken; Uygulamada sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Bu bağlamda
okullarımızdaki rehberlik faaliyetlerinden ve rehber öğretmenlerden
arzu edilen sonuçlar alınamamıştır.
- Görev yaptığı eğitim bölgesinde
alanında marka olmuş, düzenlediği etkinliklerle adeta bu işin
lokomotifi sayıla ve görev yaptığı birimin rehberlik güvencesi ve
adeta yüzünün akı olan rehber öğretmenlere bir diyeceğim yok.
Onların emeklerine saygı duyuyor ve başarılı çalışmalarının devamını
diliyorum. Ancak üzülerek belirtmek isterim ki yukarıda belirtilen
maddeler ışığında rehber öğretmenlerin önemli bir kısmını,
yaptıkları ve eğitim adına ürettiklerini sorgulamak ve yargılamak
gerekiyor.
- Rehber öğretmenler kendini
yenileyemediği, yukarıda açıklanan bilgiler içerisinde eğitim
ortamında etkin bir rol üstlenemediği sürece kafalardaki rehber
öğretmenler ne iş yapar sorusu giderek derinleşecektir
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
- FİLİSTİN’E YOLA ÇIKARKEN DOĞU TÜRKİSTAN’I
UNUTMA
- Filistin’e yola çık kampanyası
aylardan bu yana devam ediyor. İngiltere’den başlayan yardım
hareketi Türkiye’yi geçerek Şam üzerinden Lazkiye’ye geçti. Lazkiye
limanından Ulusoy 6 isimli gemi ile Gazze’ye ulaşılması planlanıyor.
Bir ara İsrail saldırılarından çekinen gemi firmalarının konvoyu
taşımak istememesi üzerine gemi krizi çıkmıştı. Ancak bir Türk
firmasının konvoyu taşıyabileceğini belirtmesi üzerine kriz
atlatılmıştı. Lazkiye Limanı'na gelen ''Ulusoy 6'' gemisine konvoyda
yer alan yaklaşık 200 araçla birlikte 50 kişi bindi.
İngiltere’den yola çıkan yardım konvoyu yol aldıkça büyüdü.
Konvoyda Filistin’e destek veren Hıristiyan ve Yahudilerde
bulunuyor. Bu bağlamda yardım oluşumunu uluslar arası çerçevede
gerçekleşmiş oluyor. Yardımın Türkiye ayağını İHH İnsani Yardım
Vakfı ve Anadolu İnsani Yardım Derneği (AYDER)’in yürüttüğü
“Filistin’e Yol Açık’ sloganlı yardım konvoyu ülkemizde büyüdükçe
büyüdü. Yardıma Türkiye’den destek veren duyarlı Müslümanları
alkışlıyoruz. Konu Filistin olunca havadan,karadan ve denizden
destek yağıyor. Allah bu yardıma sebeb olanlardan razı olsun İHH
İnsani Yardım Vakfı başkan yardımcısı Yaşar Kutluay konu ile ilgili
bir açıklama yapmış. “27 Aralık 2008 tarihinde İsrail’in, Gazze’ye
saldırı başlattığını, İsrail’in havadan, karadan ve denizden
yürüttüğü saldırıda her türlü silahın savunmasız Filistin halkı
üzerinde kullanıldığına dikkat çeken Yaşar Kutluay, “İnsansız
uçaklar, çocuk, kadın, yaşlı demeden hedef tanımaksızın Gazze
topraklarının üzerine bombalar yağdırırken, kullanılması yasak olan
fosfor bombalarının altında 500’ü çocuk olmak üzere bin 500 insan
hayatını kaybetti.” Yaşar beyi bu duyarlı tavrından dolayı
kutluyoruz.
- Konu Filistin olunca, İHH başta
olmak üzere havadan karadan ve denizden yardım yağdıran bütün sivil
toplum örgütlerini Doğu Türkistan’da Çin zulmü altında inim inim
inleyen Müslüman Türker içinde kampanya düzenlemeye davet ediyorum.
Hatta kampanya’ya destek veren Müslümanları da neden bu kampanyaya
Doğu Türkistan dahil edilmedi sorgusunu yapmaya davet ediyorum.
- Bakınız; konunun vahameti ne
boyutlarda Doğu Türkistan’da neler oluyor bir hatırlayalım. Doğu
Türkistan'da hamile kadınlara zorla kürtaj yapılıyor yüzbinlerce
insan kısırlaştırıldı, ayrıca Kur'an-ı Kerim’in öğretilmesi ve
ibadetlerin yapılması yasaklanıyor, camiler ibadete kapatılarak
'domuz ahırı' olarak kullanılıyor. 1947 yılında 1.5 milyon olan Doğu
Türkistan'daki Çinli sayısının bugün 10-11 milyona ulaştığı
belirtiliyor.. Her yıl ortalama 400 bin Çinli Doğu Türkistan'a
getirilip yerleştiriliyor. Çin’in asıl hedefi 2020 yılına kadar Doğu
Türkistan'da 50 milyon Çinli'yi getirip, ülkenin asıl sahibi
Müslüman Türkleri azınlıkta bırakmak. Kızıl Çin hükümeti, Doğu
Türkistan Müslüman halkına tarihte başka örneği olmayan yöntemlerle
hem fiziki hem de kültürel soykırım uygulamaktadır. Bir yandan
ülkeye Çinli göçmenler getirilirken, diğer yandan Müslüman Türk
kızları çalıştırılmak bahanesiyle Çin'e götürüp zorla
gayrimüslimlerle evlendirilmektedir. Çin hükümetinin Türk köylerinde
nükleer denemeler yapmasına uygar dünya sesini çıkarmamaktadır.
Çiftçilerin ellerinden alınan topraklar, Çinli göçmenlere
verilmektedir."Yeraltı zenginlikleri talan edilerek, Çinlilerin
refah ve zenginliğinde kullanılmaktadır. Çin'in gelişmesinin en
büyük etkeni Doğu Türkistan'dır. Çünkü; Doğu Türkistan yer altı ve
yer üstü zenginliklerine önemli derecede sahiptir. Müslümanların
özgürlükleri tamamen kısıtlanmıştır. Dini bayramların kutlanması,
oruç tutulması, namaz kılınması yasaklanmıştır. Budist ve Hıristiyan
Çinliler ibadetlerinde tamamen serbesttir. Hıristiyan misyonerler,
Doğu Türkistan'da serbestçe dolaşıp propaganda yapabilmektedir.
Doğu Türkistan'dan son günlerde gelen toplu infaz haberleri
gelmektedir.. Doğu Türkistan meselesi sadece Müslüman Uygur
Türk’lerinin bir sorunu olarak görülmemeli ve bu mazlumlara vicdan
sahibi insanlar sahip çıkmalıdır.
- Bugün Doğu Türkistan'da yaşayan
Müslüman Türkler, "Mao'nun Kızıl Çin"inde yaşananların tekrarını
yaşamaktadırlar. Gençler sebepsiz yere tutuklanmakta, rejime karşı
oldukları iddiası ile idama mahkûm edilerek kurşuna dizilmekte,
kazançları acımasız vergilerle ellerinden alınmakta, halk açlık
tehlikesiyle ölümün eşiğinde yaşamakta, Müslüman Türk köylerinde
yapılan nükleer denemelerle ölümcül hastalıklara yakalanmaktadır.
Çin mahkemelerinde yargılanan Müslümanlara diri diri toprağa gömme,
öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak, iki
bacağından iki ayrı öküze bağlanan bir insanı ikiye bölmek gibi
cezalar uygulanmaktadır. Batılı ülkeler, Çin tarafından tüm dünya
ile irtibatı özellikle kesilen bu topraklardaki insan hakları
ihlallerini her zamanki gibi görmezlikten ve duymazlıktan
gelmektedir.
- Doğu Türkistanlı Müslümanlar,
yaklaşık üç asırdan bu yana Çin egemenliği altında yaşamaktalar.
Çinliler, bir İslam toprağı olan Doğu Türkistan'a "kazanılmış
topraklar" anlamına gelen "Sincang" adını koydular ve burayı kendi
toprakları olarak tanımladılar. 1949 yılında Mao önderliğindeki
komünistlerin Çin'in yönetimini ele geçirmelerinin ardından, Doğu
Türkistan üzerindeki baskılar eskisine oranla daha da arttı.
Komünist rejim politikası, asimile olmayı reddeden Müslümanların
fiziksel olarak imha edilmesine yöneldi. 1949 yılından sonra Mao
liderliğindeki komünist Çin’in asimilasyonu ve Doğu Türkistanlıları
katletmesi korkunç boyutlara ulaştı. Ya öldürüldüler ya da kıtlık
ortamında ölüme terk edildiler. 1965'ten sonraki katliamlarla
birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz
bir rakama ulaştı.
- Doğu Türkistan'da halka uygulanan
baskılar, Sırplar'ın Bosna'da Müslüman Boşnaklara veya Yahudilerin
İsrail’de Filistinlilere uyguladıklarından farklı değildir.
- Evet Doğu Türkistan’daki Çin
zulmünün sadece kısa bir özetini anlatmaya çalıştım. Şimdi bütün bu
bilgiler ışığında Filistin’e yola çıkanlarla ilgili kafanızda
birazcık soru işaretleri oluşmadı mı? Filistin’e yola çıkanlar
beraberinde Doğu Türkistan’a yola çıkamazlar mıydı? Filistin’e yola
çıkanların içerisinde Hıristiyan ve Yahudilerin bulunması kafanızda
bir takım soru işaretleri oluşturmadı mı? Geçtiğimiz Kurban Bayramı
başta olmak üzere Filistin’i ve Afrikalı Müslümanların adını
kullanan bir takım yardım kuruluşlarının isimleri kurban kesimi
konusunda bir takım kirli işlere bulaşmadı mı? Son bir not
Filistin’e Yol Açık bırakılırken Doğu Türkistan’a yolun kapalı
olmasını mı arzu ediyorsunuz? Doğu Türkistan’da Çin zulmünü yaşayan
Müslümanların Türk olması acaba bu işin reytingini mi düşürüyor?
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
- OSMANCIK SANAYİ SİTESİ NEREDE?
- Osmancık sanayi sitesinin kuruluş
fikri 1970’li yılların başlarında ortaya atıldı. Konu ile ilgili
olarak örgütlenme sorunu yaşayan sanayi esnafı sonunda site
arsasının yer tespiti ile avundu. 1980’li yılların ortalarında
temeli atılan sanayi sitesinin inşaatı yaklaşık 18 yıl devam etti.
Sabrın sonu selamettir atasözüne uygun mudur bilemem ama 18 yıl
sonra sanayi esnafının sitesine kavuşması biraz düşündürücü olsa
gerek.
- Bu arada nüfusu ikiye katlanan ve
ekonomik açıdan gelişen Osmancık’ta sanayi sitesi ihtiyacının 18
yıl sonra giderilebilmiş olması derin sıkıntılara yol açtı.
2000’li yılların başlarında ise tamamlanan sanayi sitesine esnafın
taşınması istendi. Kentin içerisinde yıllarca perişan halde hizmet
üretmeye çalışan sanayi esnafı sonunda modern dükkânlarına
kavuştu.
- Sorunların sona ereceği ve ticari pastanın büyüyeceği hayali
ile modern olduğu tartışılan yeni dükkânlarına taşınan sanayi
esnafı büyük bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya kaldı. Henüz
alt yapısı tamamlanmamış olan bölgede sıkıntılar günbegün büyümeye
başladı.
- Dükkânların önemli bir kısmının
kısa bir süre sonra çökmeye başladı. Açık alan aydınlatmalarının
yeterince gerçekleştirilmemiş olması, bölgeye ulaşım sorununun
çözülememiş olması, giriş çıkış bölgelerinin netleştirilmemesi,
açıklamalı yön tabelalarının oluşturulamamış olması, reklâm ve
tanıtım zafiyeti, esnafın bölgeyi bilinçsizce kullanması sonucunda
hurda ve artık malzeme ile oluşan görüntü kirliliği kısa zamanda
sanayi sitesini yaşlı bir konuma getirdi.
- Pastanın büyüyeceği umudu ile
bölgeye taşınan esnafın kendini yenileyemedi. Bilgisayarlı bakım,
onarım, hizmet ve üretim anlayışının geliştirilememesi, geleneksel
usullerle işi götürmeyen çalışan esnafın gelişen teknolojiye ayak
uydurmaması, bölgede birkaç banka ATM cihazının açılmaması gibi
sorunlara siteyi amatörce yönetme sorunu da eklenince Osmancık
sanayi sitesi Osmancık insanı ve esnafı için umut olmaktan çıkmaya
başladı. İşte bütün bu bilgiler ışığında özellikle gece
saatlerinde Samsun İstanbul D-100 karayolunda seyreden araçların
Osmancık sanayi sitesinin girişini ve yerini kestirememesi
sonucunda doğal olarak insan aklına Osmancık sanayi sitesi nerede
sorusu geliyor. Bu sorunun cevabı sağlıklı olarak verildiğinde ve
söz konusu sorunların önemli bir kısmı çözümlendiğinde müjdelemek
isterim ki “Sanayi Sitesi” Osmancık için umut olacaktır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
ÖĞRETMEN VE YÖNETİCİLERİN BAŞARI SORUNLARI
Milli Eğitim Bakanlığı gerek personel sayısının
çokluğu ve gerekse hizmet alanı açısından en önemli bakanlık.
Dolayısı ile Milli Eğitim Bakanlığının çalışmaları hemen hemen
yetmiş milyonun tamamını ilgilendiriyor. Durum böyle olunca da
haberciler için Milli Eğitim Bakanlığının çalışmaları ile ilgili
olumlu yada olumsuz onlarca haber üretmek mümkün oluyor. Bu
haberlerin önemli bir kısmı ise öğretmen alımları ile ilgili. Hemen
her yıl elli bine yakın öğretmenin istihdam edildiği bakanlık
dolayısı ile ülkemizdeki üniversite mezunlarının da önemli bir
istihdam kapısı oluyor. Yok şu branştan az alım oldu, yok bu
branştan çok alım oldu; Neden bütün mezunlar öğretmen olarak
atanmıyor vs. Alın size spekülasyona açık onlarca tartışma konusu ve
haber. Tabii ki sorun istihdam olunca ilgili ilgisiz bütün
sendikalarda bu durumdan nemalanma çabası içerisine giriyor. Sosyal
bir hukuk devleti olan Türkiye’de devasa bir bakanlık olan Milli
eğitim Bakanlığının kusurları üzerine adeta ihtisaslaşmış bazı kurum
ve kuruluşların türemeye başladığı ise bir gerçek. Kaş yapayım
derken göz çıkaran bu sivil örgütlerin zaman içerisinde sistemi
tıkadıkları da bilinen gerçekler arasında.
Hak hukuk adına oluşan çok seslilik arenasındaki gelişmelere çok da
fazla diyeceğimiz bir söz yok. Ancak sistemi tıkama pahasına hemen
her konuya muhalefet eden bu kuruluşların azıcıkta olsa kendi
üyelerinin başarısızlıklarını da görmeleri gerekmez mi? Bakanlık şu
yönetmeliği çıkarmış yürü doğru mahkeme yoluna. Bakanlık şu
uygulamayı yapmış haydi mahkemeye. Bakalım nereye kadar. Hak arama
adına bakanlığın hemen her uygulamasında mahkeme kapılarını çalanlar
acaba kendi üyeleri sistemin neresinde araştırıp biraz olsun öz
eleştiri getirmeyi düşünmezler mi? Mağdur olanın da olmayanında
soluğu mahkeme de aldığı bir sürece girdik. Terazinin bir kefesine
devleti ve diğer kefesine de kendisini koyarak dengeyi sağlayamayan
bu zihniyet bakalım nereye kadar işi götürebilecek.
Kendi kusurunu gören yok. Meslek hayatı boyunca bir tek kitap
dahi okumayan, gazete gördüğünde öylesine fotoğraflarını inceleyen,
bilgisayarın açma kapama düğmesinin dahi nerede olduğunu bilmeyen,
e- okul sistemi ile henüz hiç tanışmamış olan ve bu işlerini okulun
genç öğretmenlerine yaptırmayı yeğleyen, bakanlık uygulamalarını
yakından takip edemeyen ve gelişmelere kapalı geleneksel yöntemlerle
mesleğini icra eden günde kırk defa maaşının ve alacağı ek dersin
hesabını yapan, bu gün okuldan nasıl kurtulurum çabası içerisinde
olan öğretmenlerin var olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Valimizin birisi başarısız olan okul
ve yöneticileri istifaya çağırmış. Sayın valinin bu isteğinin
mecazen olduğunu düşünüyorum. İçinde bulunulan durumun fotoğrafını
çektiğimizde sayın valinin mecazen de düşünse haklı olduğunu
vurgulamak gerekir. Başarısız olan yönetici ve öğretmenlerin istifa
etmesi mümkün değildir. Ancak sayın valinin bu mesajı sadece kendi
ilinde görev yapan öğretmen ve yöneticilere değil Türkiye’deki bütün
eğitimciler için ders olmalıdır. Ders veren konumunda olan bütün
eğitimciler bu defa sayın valinin bu isteğinden ders çıkarmalıdır.
Bu bağlamda sayın vali son derece haklıdır.
Hijyen kavramından nasibini almamış,
hemen her yerin toz toprak içerisinde olduğu, tuvalet sularının
koridorlara kadar ulaştığı, koridorlarından geçerken insanın burnunu
tıkama ihtiyacı hissettiği, çalışma ve üretme şevk ve heyecanını
kaybetmiş ve okulunu geleneksel usullerle yönetmeye çalışan ve bu
anlamda işleri Arap saçına çevirmiş olan yöneticileri de hesaba
kattığınızda sayın valiyi alkışlamak gerekiyor. Ulu önder Atatürk’ün
söylemi ile ifade etmek gerekirse; Eğitimdir ki bir milleti ya hür,
bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti
esaret ve sefalete terk eder. Evet! Ülkeyi yüceltenin eğitimciler
olduğunu övünerek söylemek biz eğitimcilerin en temel hakkıdır.
Ancak; bu durumun sevabı ile övünmek hakkımız olduğu gibi eğer
ülkede işler yolunda gitmiyorsa vebali de eğitimcilerin olacaktır.
Bu bağlamda biz eğitimciler adına
faaliyet gösteren sivil kuruluşların kendilerine bir çekidüzen
vermelerini, kendi üyelerinin hizmet içi faaliyetlerine ağırlık
vermelerini, laf olsun diye bakanlığı yıpratma yarışına
girmemelerini, Bakanlığın çalışmalarına köstek değil güç
vermelerini, haklı oldukları konularda mahkeme yolunu tutmalarının
bir hak olduğunu ancak ceviz kabuğunu doldurmayan konularda köstek
olmamalarını öneriyorum. Hele hele çalıp çırptığı ispatlanmış olan
üyelerini ayıklayarak örgütten uzaklaştırmalarını ve kendi
içerisinde temiz eller operasyonu yapmalarını tavsiye
ediyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
FIRINDA HAMSİ
1,5 kilogram hamsi
3 adet orta boy patates
2 İstenirse 2 baş kuru soğan
Bir miktar tuz
2 fincan zeytinyağı
Hamsiler başları ve içleri ile
kılçıkları alınarak bir kaba konulur. Bu kaba konan hamsiler bol su
ile yıkanarak süzgece alınarak suyu süzülür.
Ayrı bir kapta soyulan patatesler
soyulduktan sonra kangal halinde dilimlenir. Bol su ile yıkanarak
bir tarafa konulur. İki baş soğan doğranarak kangal halinde
doğranır.
Bir fincan zeytinyağı veya sıvı yağ
tepsiye dökülerek fırının tepsinin her tarafı yağlanır.
Yıkanan balık ve patates ve soğana
istenildiği kadar tuz serpilir. Patates ve soğanlar tepsinin altına
düzgünce sıralanarak ve hamsiler eşit olarak tepsiye döşenir.
Hamsilerin üzerine bir fincan yağ gezdirilerek kızdırılmış fırına
sürülür. Önce sulanan hamsi bir miktar zaman sonra suyunu çekerek
kızarır.
Kızartılan hamsi istenirse tabaklara
paylaştırılarak servis yapılır. İsteyenler limon sıkarlar.
|
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- RESİMLE DOSTLUK
-
- Bir arkadaş
Bir dost,
Bir komşu resmi yap,
Baş köşeye oturt onları…
-
- Zarar, kâr hesabı yapma
Çıkar, ihtiras, ihanet gibi
Kelimeleri
Aklının ucundan bile geçirme...
Boya, süsle,
Evinin en güzel yerine as...
-
- Bunlar varken
Korkusuz
Endişesiz uyu...
-
- Cıvıl cıvıl renklerle
Samimi çizgilerle
Dostluğun,
Göreceksin ki
Seni hüsrana uğratmayacak...
Paris – 03.03.1999
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
DESENLER
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
17. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/02/2010 |