SANAL OLMAYAN ;
 "FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA   HOŞ GELDİNİZ !
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

SAYI  16 01/01/2010

İÇİNDEKİLER
Ahmet CANBABA FELAKET HAMDİ
Ahmet CANBABA AKLANDILAR
Ahmet CANBABA HAYAT
Ahmet CANBABA IRAK

Atilla ALPAY ALKOLE VE SEFAHATA HAYIR

Hüseyin Hüsnü GÜROL ERZİNCAN BELEDİYE BAŞKANI YÜKSEL ÇAKIR'A AÇIK MEKTUP

İsa KAYACAN SEN BENİM
İsa KAYACAN KALBİME TALİMAT VERECEĞİM
İsa KAYACAN ARTIK
İsa KAYACAN BİZ NELER BİLİRİZ YORULDUK
İsa KAYACAN ECE KÖYÜNDE AKŞAM, ŞİİRİNİN ÖYKÜSÜ

Mahmut Selim GÜRSEL SON NEFES
Mahmut Selim GÜRSEL HASTA HAKKI
Mahmut Selim GÜRSEL YILLAR İÇİNDE; YILLAR MI VAR
Mahmut Selim GÜRSEL DEĞEMEZ SE YAPTIĞIM!
Mahmut Selim GÜRSEL DİZELERİM;
Mahmut Selim GÜRSEL YILBAŞLARI VE TAKVİMLER
 

Mustafa Nevruz SINACI CUMHURİYET, DEMOKRASİ VE ORDU ÜZERİNE  "GALİP BARAN" İLE BİR SÖYLEŞİ
Mustafa Nevruz SINACI “AMAN OYUNA GELMEYİN” OYUNU
Mustafa Nevruz SINACI ULAŞIMA ZAM; BENCİLLİK VE HALK DÜŞMANLIĞI

Müslüm TUNABOYLU MAHMUT TUNABOYLU’YU ANARKEN

Sakin KARAKAŞ KIZILIRMAK AĞLIYOR
Sakin KARAKAŞ OSMANCIK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNİ ARIYORUM
Sakin KARAKAŞ TÜRKİYE’NİN KANAYAN YARASI KAÇAK ELEKTRİK MESELESİ
Sakin KARAKAŞ REHBER ÖĞRETMENLER NE İŞ YAPAR?
Sakin KARAKAŞ FİLİSTİN’E YOLA ÇIKARKEN DOĞU TÜRKİSTAN’I UNUTMA
Sakin KARAKAŞ OSMANCIK SANAYİ SİTESİ NEREDE?
Sakin KARAKAŞ ÖĞRETMEN VE YÖNETİCİLERİN BAŞARI SORUNLARI

Selma GÜRSEL FIRINDA HAMSİ

Üzeyir Lokman ÇAYCI RESİMLE DOSTLUK
Üzeyir Lokman ÇAYCI DESENLER
 
 

Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

FELAKET  HAMDİ
            Kim ne zamana kadar para yardımı yapardı.  Komşularından ne zamana kadar kimler yemek getirirdi.   
            Hadi üstünü başını çoğu insanlar acıyıp, kendi evlerinden  giymedikleri giysilerinden veriyorlardı.  Giysi işi bol bol yetip de artıyordu bile.
            Hele  bir defasında  belki de üç çuval eski birikmişti evinde.  ‘Ne yapayım bunları kime vereyim’ derken  deprem olmuştu da, deprem felaketine uğrayanlar için  televizyondan adresini aldığı bir dernek vasıtasıyla, deprem bölgesine  göndermişti.
            Kahveye her gittiğinde, kim çay ısmarlardı. Bazı günler kafası kıyak değilse  şayet, bir sığıntı gibi hissederdi kendini.  Çalışıp da  para kazanamamanın verdiği ezikliği  mimiklerinde nasıl yok etmeğe  çalışırsa çalışsın; çoğu kez bunda muvaffak olamaz, gülünç durumlara düşerdi.  Kimseye  zararı yoktu.
            Hamdi küçükken, bir menenjit mi geçirmiş ne; birazcık uçukluğu olmasa, kimse ona takılmaz, aşağılamaz; onun saflığından istifade etmezlerdi.  ‘Gariban’ diye  çoğu kişiler korusalar da  çokları da  bedavaya iş gördürürlerdi. Bir çay parasına onu tanıyanların ‘ayakçısı’ olmuştu.
            Akşamları yatacak doğru dürüst  bir mekanı da yoktu.  Apartman yapmak için kısmen yıkılmış kapısı, penceresi olmayan harabe bir gecekondunun odalarından birinin içersine  serdiği karton kutuda, gecelerini geçiriyordu. Ona göre park ve bahçelerde, tahta banklar üzerlerinde, istasyon ve terminallerde yatanlarda insandı. Onları gördükçe kendi yerinin iyi olduğunu düşünüp:
            -Ya Rabbim  buna da şükür, beterin beteri varmış demek ki. Derdi. Felaket Hamdi  haber dinlemeyi çok severdi.  Esasında çok iyi bir haber kolikti.  Yanından eksik etmediği  ‘Nuh Nebiden’ kalma ancak birkaç istasyonu alabilen bir  radyosu vardı. Nerede olursa olsun sık sık saati sorar, haberler gelmişse  radyosunu kulağının dibine kadar getirir, öyle dinlerdi  haberleri.
            Kahvede televizyondan haber dinlerken  herkes Hamdi'den yorum alır. Onun oturup kalkmalarına, küfürlerine el, kol hareketlerine bayılırlardı. Çoğu kez anlattıkları da doğru çıkardı. Zannetmeyin ki boş birisi. Çoğu kez kendisiyle dalga geçenleri utandırırdı.
            Öyle sorular sorardı ki  Hamdi,  bazıları apışıp kalırdı; sorduğu sorular karşısında. Lüks otellerde eğlenenlere hiç aldırış etmez, deniz kenarlarındaki insanların gırgırları şamataları, aşkları  Hamdi'yi hiç ilgilendirmez. Hele karnı açken, cebinde beş kuruş parası yokken, düğünlerde; savrulan paraları görmek  bile  Hamdi'yi ilgilendirmezdi. ‘Kendileri kazanıyor, kendileri harcıyorlar’ derdi.  Önemli olan onların yaşayışını maliye denetliyor mu? Vergisini veren herkes istediği gibi eğlenebilirdi. Bir kaza haberi oldu mu içi giderdi  Hamdi'nin. Bir ambulans gelip yaralıyı mı taşıyor:
            -Şuna bak arkadaş  ohh! Mis gibi yatak be, o sedyede olacaan şimdi? Kafası gözü sarılı insanları görüp:
            -Ohh be! Benim bi kafamı  gözümü yaracaklar, hele benimle öyle bi ilgilenecekler arkadaş, beni öyle bi sedyeye koymak için çaba sarf edecekler, bundan daha güzel mutluluk mu olur  be! Derdi. Felaket  Hamdi'nin  hastalandığında  kimsecikler semtine uğramazdı. ‘Kendi kendine iyi olur’ kimse, Hamdi'nin  ne zaman hastalanıp ne zaman iyi olduğunun farkına varmazdı. Bir sıcak yuvanın, bir şefkatli elin, bir okşayışın hasretini taşıyordu yüreğinde. Hastanın hastanede, suçlunun hapishane de  yatmasına imrenirdi. Zengin olsa, parası olsa, istediği gibi yaşardı ama bu durumda  parasız sıcak bir lokmada ancak böyle temin edilirdi.
              ‘On yedi Ağustos Depremi’ imdadına yetişmişti. Üzerinde yarım yamalak çatısı olan  duvarları yıkık,  kapısı ve pencereleri olmayan  barınak için sahiplendiği gecekondudaki  karton kutusunun içinde mışıl mışıl uyurken, gecenin saat üçünü biraz geçe  bir gürültüyle uyanmış, gecekondusunun  sağlam kalan kısımları da tamamen göçmüştü. Gecenin bir yarısında her taraftan feryat figan sesleri geliyordu. 'Oğlum' 'kızım'  diyenleri mi, 'anam' 'babam' diyenleri mi ararsın. Her tarafta bir panik, bir koşuşturmaca vardı. Çevresindeki çoğu binalar kendi gecekondusuna dönmüştü. Hamdi birkaç gündür açtı. Bir suyla, ısmarladıkları  bir bardak çay karın doyurmuyordu.  Vicdanı dayanamadı  feryatlara. Gene de gücünün yettiği kadar yardım etmeliydi. Başı dönüyordu. Kendi içindeki depremi bir atlatabilse. Kendi iç dünyasının yıkık duvarlarından bir kurtulabilse, açlığın kansızlığa, kansızlığın halsizliğe, dermansızlığa dönüştüğü iç dünyasından adımlarını atıp,  çatısı iyice göçmüş  duvarları daha da çok yıkılmış  gecekondusundan bir çıkabilse, gerisi  kolay olacaktı  Hamdi için. Bir hayli çevresinden gelen feryatları dinledi. Kalktı sendeleyerek, kendisine en yakın  bir apartmanın  yıkılmış enkazına kadar zar zor yürüdü. Nihayet kendi mahallesiydi. Dövünen feryat eden Can Beyi  ve  kenara çıkartılan kanlar içersindeki  ezilmiş  bir kişinin cesedini görür görmez, olduğu yere bayıldı. Hamdi kendisinin de diğer depremzedeler gibi  Ambulansa konulmasını, hastaneye getirilişini, hiç mi , hiç hatırlamıyordu. Kendisine geldiğinde hastane koğuşunda tertemiz yataklar içersinde buldu kendini. Bütün yataklar yaralı, hasta doluydu. Yeni yeni yaralılar geliyor, bir kısmı ayakta tedavi edilip gönderiliyordu. Etrafta bir koşuşturmaca vardı. Yavaş yavaş gözlerini açmış olanı biteni seyrediyordu. Gözleri Can abisini arıyordu. Yıkık enkazın önünde en son onu görmüştü. Tüm mahalleli  Hamdi'yi bilirdi. Yataklar üstünde birkaç tanıdık simaya rastladı. Çoğunun başında sahip çıkan kimseleri yoktu. Açık duran odalarının kapısından başlarını uzatıp yakınlarını arayan ve sonra başka odalara bakmak için telaşla oradan ayrılan depremzede yakınları  bir curcuna yaratıyordu. Hamdi bir hayli olanı biteni izledi yatağından. Sonra içersinde yemek bulunan arabanın girdiğini görünce kapıdan, bayram şekeri almış çocuklar gibi sevindi. Sevincini belli etmeden, sıcak bir tabak çorba, yoğurtlu ıspanak ve makarnayı  büyük bir iştahla bitirmişti. Açlık sınırının altında kaç kişi yaşıyorsa Hamdi de bunlardan biriydi. Hamdi git gide  düzeldi sağlığı yerine geldi. Ama Ufakken geçirdiği  menenjitin verdiği konuşma bozukluğu ve  zaman, zaman titremesini; doktorlar  deprem şokundan sanmışlardı. Hamdi'ye bir sabah doktoru:
            -Hamdi iyileştin artık seni taburcu edelim. Dedi. Oturduğu yeri sordu:
            -Bilmiyorum? Dedi. Hayatında ilk defa oturduğu şehrin dışına çıkmıştı.  Hamdi hastalığının verdiği konuşma bozukluğu ile evinin yıkıldığını, kendisinin kimsesi olmadığını ve hastaneye kimin tarafından getirildiğini bile hatırlamıyordu . Yalnızca açlıktan bayıldığı için  depremden dolayıymış gibi hastaneye getirilmişti. Doktorlar hem nereden bilebilirler diki  Hamdi'nin açlıktan bayıldığını. Kendisiyle gelenlerden kimsecikler kalmamıştı. Doktor:
            -Evladım kimsen yok mu  senin? Hamdi:
            –Yok! Evim yıkıldı, nerede yatacam ben şimdi? Deyip ağlıyordu. Doktor Depremle ilgili olarak gelen ekiplerden birine Hamdi'yi teslim etti. Tutanaklara deprem şokundan dolayı ‘konuşma bozukluğu’ ve  hafıza  kaybından  dolayı da bir şey ‘hatırlayamama’ diye yazdılar. Kimsesiz Hamdi'ye Güzel bir çadır, kap, kacak, ocak, televizyon  gibi bir ailenin ne gibi ihtiyaçları varsa hepsini verdiler. Üstelik ziyaretçileri de vardı Hamdi'nin. Çadırlara 'geçmiş olsuna  gelenler halini, hatırını soruyorlardı.  İlk defa insan yerine konulmanın zevkini tadıyordu. Aradan epey bir zaman geçti; birde prefabrik ev verdiler Hamdi'ye, keyfine diyecek yoktu. Artık  felaketlere de  imrenecek durumu kalmamıştı. Gelen yardımlardan ekmeğini, aşını alıyor, prefabrik evinde; deprem öncesindeki halinden ‘daha iyi şartlarda’  yaşamasına devam ediyordu. Bu ne kadar böyle devam ederdi, Hamdi'nin geleceği ne olurdu, bunu kendiside bilmiyordu ama şimdiki haline de, şükrediyordu. Bütün insanların acılarını yüreğinde taşıyan  Hamdi, şimdide deprem zedelerin kulu kölesidir. Hamdi ekmek kuyruğundadır, Hamdi tüp kuyruğundadır, Hamdi yardım kuyruğundadır. Tüm bunlar kendisi için değildir. Kim Hamdi'ye ne söylerse Hamdi onu yapmaktadır. Artık  Hamdi'nin hiçbir felaketten beklentisi yoktur. Kendi evinde; radyosundan, televizyonundan haberleri izlemekte, geçmişteki  felaket düşünceleri aklına geldikçe birazda içinde bu düşüncelerinin mahcubiyetini yaşamaktadır...  

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

AKLANDILAR
 
Milletin gözünün içine bakıp
Sözüm ona aklandılar yüzsüzce
Ne yapsak ta halkımız bizi seçer
Diyerek çok beklendiler yüzsüzce       
 
Yeniler seçildi eskiden bıkıp
İnsan sandılar yüzlerine bakıp
Eskinin özünden yeniden çıkıp
Eskilere eklendiler yüzsüzce
 
Öyle bir düzen ki avanta yeyip
Nasılda geldiler sıra bekleyip
Seçmezseniz vebali sizin deyip
Seçmenlere diklendiler yüzsüzce                       
 
Suç ararlar konuşulan lehçede
Koca çiftlik gezindiler bahçede
Her iktidar değiştikçe bütçede
Açıklarla denklendiler yüzsüzce
 
Ne evlatlar doğuruyormuş ana
Dokuzu kendinin biri halkına
Birde kıyak emeklilikten yana
Haklı çıkıp haklandılar yüzsüzce          
 
Teker teker bulundular izlenip
Bile, bile aklandılar sızlanıp
Hırsızlarla hırsız olup gizlenip
Yolsuzlarla saklandılar yüzsüzce
 
Kucaklayıp okşadılar gelerek
Oy aldılar sinsi sinsi gülerek
Daha çok halkın üstüne  bilerek
Yüklendikçe yüklendiler yüzsüzce

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

HAYAT  
Her  yükü kaldıramaz  insan kemikten etten
Beden görürse azap yaşam cana tak eder
İnsan dürüst olursa korkar mı kıyametten
Kötü geçmişin seni böler un ufak eder
 
Doğrudan yana olsan  kim  gücenir  kim küser
Hep kendine yontma sen sapı sendeyse keser
Halkı mutlu edecek bırakmışsan bir eser
Yerleşir gönüllere, o sevgiyi  hak eder
 
Mevlana gibi sende desen ki herkese gel
Çıkarcılara değil, topluma bağlasan bel
Olsan emekten yana düşküne uzatıp el
Yaptığın her iyilik seni nur u pak eder
 
Gerçek geriye kalan, yoksa dünya bir handır
Peşinde olur herkes bir gör ne üz ne kandır
Bir kez güvensin sana yaptığına inandır
Seveni, sevmeye gör gönlünde tutsak eder
 
Gönlü bahar olanın olmaz mevsimden güzü
Aydınlığa  inanan  gece yapar gündüzü
Güler mutlu olanın aşktan sevgiden yüzü
Bil ki kötü herkesin ardından nifak eder

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

IRAK
 
Tanrım yeter sınadığın ben kulun
Fakir satılmışım, gözlerden ırak
Yolundan bile geçmedim okulun
Tutulmuşum mutlu azlardan ırak
 
Ne saklı kentlerde kayak yaparım
Nede zengin sofralarında varım.
Boz bulanık suyumu yudumlarım.
Kadehlere konmuş buzlardan ırak
 
Hazinesinden vermezdi kısardı
Çevremi amansız yoksulluk sardı
Bir tek güvendiğim yaradan vardı
Ne yapalım oda bizlerden ırak
 
Sabır  çekip  sıktıkça  dişimizi
Aksilikler  bırakmaz  peşimizi
Hep  yokuşa  sürerler  işimizi
İnişlerden  ırak,  düzlerden  ırak
 
Kimlere inanmışım insan sayıp
Yalanlar üstüne  dizdiler ayıp
Ne varsa bilinen gerçekler  kayıp
Tutulmuşum doğru izlerden ırak

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
ALKOLE  VE  SEFAHATA  HAYIR
Yılbaşı alkol bayramı değildir; böyle günlerde insanlarımız sefahat  tabloları çizmemelidirler. Yılbaşlarında bilhassa alkol tüketimin had safhaya çıkıyor. Bu gecede işlenen  suçlar ve yapılan trafik kazalarının  aylık bilançolara  eşdeğer olduğunu da istatistiksel olarak görülmektedir.
            Milli gelenek ve dini bayramlarımız arasında Noel kutlama ve yılbaşı eğlencesi diye  bir şey yoktur. Bunlar Hıristiyan batı dünyasının bize göre çirkin adetleridir. Bir Peygamberin doğumu içki içerek fuhuşla ,kumarla ve kepazeliklerle  kutlanmaz. Eğer  dünya  globalleşiyorsa buna  inananlar bizim adetlerimize  neden hassasiyet göstermezler. Çılgınlar gibi içki içerek  sarhoş olmak, zorla kazandığı  paraları  ,çoluk  çocuğunun  nafakasını bir gecede içki ve kumar masalarında  harcamak bize yakışan hal ve hareketler hiç değildir. Bir geceden bir şey olmaz diye düşününler her türlü kötülüğe  böyle gecelerde başlamakta; bir günah gecesinin  acısını  bütün bir ömür boyu maddi ve  manevi felaketlere uğrayarak  çekmektedirler.
Öte yandan dünyadaki Müslüman katliamlarının bu günlerde  artması ,hepsi  sivil çok sayıda suçsuz Müslüman  kardeşimizin muhtelif ülkelerde  şehit edilmesi, ülkemizde de  terör estiren ve  hıyanet içinde bulunan bazı gurupların azgınlıklarını  artırmaları  yüreğimize  büyük acılar yerleştirmektedir. Dünyanın içinde bulunduğu bu felaketler ortamında  yaşadığımız elim kayıplarımız için dua  ve tefekkür etmekten; çalışkan olup  işlerimizi  ve  ekonomimizi kurtarmaktan başka  bir çare yoktur.
Basında yılbaşı için gereken önlemler diye polisimizin  sarhoşlarla  ve çıkaracakları  olaylarla meşgul olmaları, eğlence yerlerini kollamaları ve otomobil kullanamayacak derecede  alkol alanları evlerine bırakmaya çalışmaları Türk-İslam toplumuna  yakışan  işler değildir. Biz ülkemizin terör yaraları aldığı; İslam Dünyasının kan, katliam ve ateş denizinde boğulduğu, İslam coğrafyasının Amerikan ve İsrail işgalinde olduğu bir dönemde  hangi  halimize keyfedeceğiz ve işrete dalacağız. Garptaki Müslüman’ın acısını şarktaki duymazsa tam iman etmiş sayılır mı? Türk  ve İslam ahlak ve aile yapısına aykırı işret tabloları, magazin basınının sosyete ve zenginlerin  sefahatine  yönelik eğlenceleri ve bunların  çarpık-rezil yaşantıları  yetmiş milyonluk bu fakir ülkeye hala dayatılmak  istenmektedir. Medyanın büyük bir kısmı da bu ihanetin maalesef  içindedir.
Yılbaşı  eğlencelerini, bunu alkol bayramı  yapanları, sefahat ve rezalet tabloları çizerek bunları bu aziz  milletin bayramı veya geleneği yapanları  ve bunları milletimize  dayatanları şiddetle protesto ediyor; tüm hemşerilerimi  işgal altındaki İslam coğrafyasında suçsuz yere katledilen tüm Müslüman  kardeşlerim için duaya  ve saygıya  davet  ediyorum.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 06

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Hüseyin Hüsnü GÜREL
Hüseyin Hüsnü GÜREL HAYAT HİKAYESİ
ERZİNCAN BELEDİYE BAŞKANI YÜKSEL ÇAKIR'A AÇIK MEKTUP:
ERZİNCAN’DA DEPREME DAYANIKLI İNŞAA EDİLEN BİNALAR DÜŞEY YÖNLÜ HAREKETLERE DAYANAMAMIŞ VE ÇOK TEHLİKELİ ŞEKİLDE ÇATLAMIŞLARDIR.
 
Ankara’da Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası (İNTES) tarafından Mayıs-Haziran 2009 tarihli insan dergisi’nin 23. sayfasında; Erzincan Belediye Başkanı Yüksel ÇAKIR “Türkiye genelinde depreme en hazırlıklı il; Erzincan” olduğu konusunda bir makale yayınlamıştır.
İnternette http://milliservet.blogspot.com WEB sitesinde yayınlanan dünyada yalnız Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında kil tabakaları arasında muazzam büyüklükteki düdüklü tencerelere benzer kapalı ortamlarda doğalgaz ile suya doygun zeminlerin yan yana ve beraberce bir arada bulunduğu; bu yer altı düdüklü tencerelere benzer kapalı ortamlarda deprem hareketleri başlamadan çok kısa bir süre önce doğalgaz patlamaları ve bu patlamalar ile meydana gelen canavarlar kudretindeki sıvılaşma olayları ile zeminler aşağıdan yukarı doğru itildiği; yüzey arazinin deniz gibi dalgalandığı; ağaçların, binaların ve tesislerin yana yatıp, yatıp kalkarak veya burgu gibi bükülerek ve paramparça olarak bu yerlerde kıyametler koparcasına çok korkunç afetler meydana geldiği; bu deprem hareketleri başlamadan önce; yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu korkunç afetlerin deprem olayları ile hiçbir ilgisi olmadığı; doğalgaz patlaması ve deprem olayları birbirinden farklı ve başka, başka olaylar olduğu konularında 32 yazılı belge ile bilimsel bilgiler verilmiştir.
Bu Web sitesinde; Japonya da 7.2 gibi çok şiddetli olmayan 1995 Kobe depreminde; en şiddetli depremlere dayanıklı sağlam inşaatların, bu çok şiddetli olmayan depreme dayanamadığı; Kobe deprem afetinin; deprem üssü merkezinin yakın olması sebebi ile; Kobe’nin aşağıdan yukarı doğru düşey yönde itilmesinden ileri geldiği; bu depremin ilk günü keşfedildiği halde; Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz patlamaları ve meydana gelen sıvılaşma olayları ile bu korkunç afetlerin meydana geldiği hakkındaki gerçeğin henüz bilinmediği konusunda 32 yazılı belge ışığında bilimsel açıklamalar yapılmıştır.
1992 depreminde Erzincan Ovasında yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen sıvılaşma olayı ile; fay olmayan yerde DDY rayı yatay ve düşey yönde canavarca büküldüğü bilinmektedir. Depremlere dayanıklı inşa edilen binaların ve tesislerin DDY rayını bükebilen canavarlar kudretindeki sıvılaşma olaylarına dayanabilmesi mümkün değildir.
Bu WEB sitesinde; Erzincan da en şiddetli depremlere çatlamadan dayanabilecek sağlamlıkta inşa edilen B.A binaların; 2,3,4 gibi ufak şiddetteki depremler esnasında meydana gelen ufak sıvılaşma olaylarına bile dayanamadığı; bu B.A. binaların kolonları, kirişleri, döşemeleri ve perde duvarları gibi taşıyıcı aksamlarının çok tehlikeli şekilde çatladığı; bu çatlak binaların ileride meydana gelecek çok şiddetli olmayan depremlerde bile; burgu gibi bükülerek param parça olmaya ve bina içindeki insanların da pastil gibi ezilmeye mahkum bulundukları; bu binaların çatlakları sıvanarak veya sıva çatlağı olduğu yutturulması ile; bu çatlak binalar Erzincan halkına terk ve teslim edildiği konusunda bilgi verilmiştir.
Erzincan da depreme dayanıklı inşa edilen binaların çatlamış olduklarını; Dr. Cihangir ARISAN; Dr. Hilmi SEVİNÇ; eski Veteriner Müdürü Metin ÇÖREKÇİ; esnaftan Ekrem BÜYÜKFIRAT; Nihat YAPAR; Hüseyin YERGÜN gibi yüzlerce kimse tarafından bilinilmektedir. Bu WEB sitesinde; depremleri önlemek mümkün olmadığı halde; yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen; bu korkunç afetlerden; çeşitli teknik önlemler ile kurtulmanın mümkün olduğu; Yavuz Sultan Selim’in babası Osmanlı Padişahı II.Beyazıt 500 sene önce; 1509 depreminde İstanbul’un muhtelif yerlerine 400 kuyu kazdırdığı; bu kuyular ile yeraltı düdüklü tenceresine 400 delik açıldığını, bu kuyuların denge bacası görevini yaparak yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen; sarsıntılardan İstanbul’u kurtardığı konusunda bilgi verilmiştir.
Yüce Osmanlı Padişahı II. BEYAZIT; mezardan başını kaldırsa; Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında suya doygun zeminlere ulaşacak şekilde 10-20-50-100 m. gibi az derinliklerde ve 80-100cm. çaplarında geniş kuyular kazdırarak; bu yerleri doğalgaz patlamalarından ileri gelen; kıyametler koparcasına korkunç afetlerden kolayca kurtaracaktır.
Doğalgaz patlamaları ve sıvılaşma olayları ile; zeminlerde açılan çatlaklar ile bu zeminler çok mükemmel şekilde esneme özelliği kazanmaktadır. Zeminlerin esnemesi ile; deprem hareketleri 50m. gibi mesafelerde çok zayıflamakta ve hasar olmamaktadır.
Yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen afetler önlendiği taktirde; faylarda meydana gelen deprem hareketleri esneyen zeminlere ulaşınca; bu zeminlerin çok mükemmel şekilde esnemesi ile; Marmara Bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında faylardan 50 m. uzakta bulunan yerlerde hiçbir hasar olmayacaktır. Bu yerler ile eski Erzincan şehirlerinde deprem harabesi olarak terk edilen yerlerin tamamı deprem bakımından en emniyetli yerler olacaktır. Bu yerlere çok katlı ve yüksek inşaatlar yapılacaktır.
Yetkili Makamlar ile Kurumlara sunulan 10.10.2008 tarihli dilekçeler ile; Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen korkunç afetlerin önlenmesi ve Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağının ortaya çıkarılması için; ilgi gösterilmesi istenilmiştir.
Aradan bir yıldan fazla zaman geçtiği halde; hiçbir inceleme, soruşturma ve arama yapılmadan ve görgü tanıkları ileri görüşülmeden; masa başında oturarak; kafadan sallama beylik palavra ifadeler ile; bu konular dışlanmıştır.
TÜBİTAK Başkanlığına sunulan 1.12.2008/14325 sayılı dilekçe ile; evvelce sunulmuş olan 10.10.2008 tarihli RAPOR’un teşkil edilecek Yetkin Kurul tarafından bütün belge ve ekleri ile incelenmesi; mahallinde soruşturma ve araştırma yapılması; görgü tanıkları ile görüşülmesi ve Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen korkunç afetlerin önlenmesi ve Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağının ortaya çıkarılması için; TÜBİTAK öncülüğünde gerekli faaliyete başlatılması; talep edilmiştir. TÜBİTAK tarafından bu konuların incelenmeye başlandığı öğrenilmiştir.
Erzincan Belediye Başkanı sıfatıyla Yüksel ÇAKIR; depremleri yaşayan görgü tanıkları ile görüşerek ve toplantılar yaparak Erzincan şehri ile ovasında deprem hareketleri başlamadan kısa süre önce yeraltından bomba gibi patlama ve uğultulu gürültülü sesler işitildiği; bazı yerlerden çıkan alevlerin göklere yükseldiği; etrafın nur doğmuş gibi aydınlandığı; yüzey arazinin deniz gibi dalgalandığı; ağaçların, elektrik direklerinin ve binaların yana yatıp, yatıp kalktığı; depremler esnasında atmosferin sis bulutu ile kaplandığı; gökyüzünün kızıl renge büründüğü; deprem geceleri Erzincan ovasında çok soğuk havanın ısındığı; ovadaki donmuş karların eridiği konularında Yetkili Makamları ile Kurumlarına, Üniversitelere ve özellikle TÜBİTAK Başkanlığına bilgi verdikleri taktirde; bu konulardaki gerçeklere inanılacak ve Marmara bölgesi ile Erzincan şehri ve ovası yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu çok korkunç afetlerden ve Erzincan da depreme dayanıklı binaların çatlaması rezaletinden kısa zamanda kurtulmuş olunacak ve Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağı ortaya çıkarılacaktır.
Bu konudaki gerçekler ortaya dökülmediği taktirde; hem Marmara bölgesi ve hem de Erzincan şehri ve ovası; yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen kıyametler koparcasına çok korkunç afetler ile baş başa kalacak ve hem de Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağından Ülkemiz ve Erzincan mahrum kalacaktır.
Şeker fabrikaları Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı Yakup AY ile Türkiye Hava Meydanları Genel Müdürü Orhan BİRDAL; 1992 Erzincan depremini yaşayarak; deprem hareketleri başlamadan önce yeraltından bomba gibi patlama ve uğultulu gürültülü sesler işitildiğini; gökyüzünün kızıl renge büründüğünü; deprem akşamı hava çok soğuk iken; sabaha kadar havanın çok ısındığını; ovadaki karların eridiği konularındaki gerçekleri bilmektedir.
Depremler esnasında Erzincan ovasında yeraltından çıkan fay suları, artezyen ve sondaj kuyularının suyu ısınmadığına göre; deprem geceleri Erzincan ovasındaki trilyonlarca m3 çok soğuk havayı ısıtan ve ovadaki donmuş karları eriten ısının gökte doğalgazın alev ile yanmasından ileri geldiğini ve Erzincan Ovasındaki bu doğalgaz yatağının çok zengin olduğunu; doğa açık ve belirgin şekilde ortaya koymaktadır. Doğanın varlığını kesin olarak ortaya koyduğu bu çok zengin doğalgaz yatağını; ne TPAO ve ne de hiçbir kimse yok sayamayacak ve göz ardı edemeyecektir. Bu zengin doğalgaz yatağı ile Ülkemizin ve Erzincan’ın kaderi değişecek; Ülkemiz doğalgaz bakımından dışa bağımlılıktan tamamen kurtulacak; doğalgaz fiyatları çok ucuzlayacak ve yüz binlerce işsize iş imkânı sağlanacak ve ihtiyaç fazlası doğalgaz harice ihraç edilecektir. Bu konularda verilen yalan-yanlış bilgilere karşı çıkılmalıdır. Bu konularda yalan-yanlış bilgi veren kimseler şiddetle kınanmalı ve kamuoyu önünde tekzip edilerek cezalandırılmalıdır.
Bu konulara ilgi göstermek ve çözüm bulmak vatandaşlığın kutsal görevidir.
Hüseyin Hüsnü GÜREL, İnş. Yük. Müh.(İTÜ-1953)
ADRES : Ahenk Sok. 10/11 ÇANK AYA/ANKARA - TEL : 0312 – 418 12 37 - 4391925)
e.MAİL : hhgurel@hotmail.com // WEB : http://www.milliservet.blogspot.com
Gönderen Yüksek İnşaat Mühendisi, İTÜ-1953 zaman: 06:09

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 07

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

SEN BENİM
İlkbaharda, tomurcuklanan dalımsın,
Yaz mevsiminde, güneşim, sıcağımsın,
Sonbaharda, sararmayan, yaprağımsın,
Kış mevsiminde, sarıp ısıtanımsın,
Dizlerinde, uyuyup kalsam yıllarca,
Uyanmazsam; mezarımda toprağımsın.
(Çandarlı-Dikili-İzmir, 15.07.2007)
 
YOU ARE MY...
Budding branch in spring.
In summer, my, sun, warmness,
Unreturned yellow leaf in fall
In winter you make me heat
By Surroundings,
I wish I slept on your knees by years,
If I don’t sleep, you’ll be soul in my grave...
 Poem: İsa KAYACAN
Original Name: “Sen Benim”
Translated From Turkish by: Nilüfer DURSUN

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 08

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

KALBİME TALİMAT VERECEĞİM
Sen, bana êl değil, sıcak el’sin,
Sen, bana, hem ağız, hem de dilsin,
Sen, daim gülen ve güldürensin,
Kalbime talimat vereceğim;
Önünde hep, saygıyla eğilsin...
 
Sen, hem ışığım, hem güneşimsin,
Sen dualarımda, dileğimsin,
Sen, güzelim, canım, meleğimsin,
Kalbime Talimat vereceğim,
Önünde hep, saygıyla eğilsin...
(Ankara: Temmuz - Ağustos 2007)
 
I’LL INSTRUCT
You’re not a stranger to me, a warm hand,
Not only mouth but also tongue to me,
You’re smiling and and funny,
I’ll instruct my heart; as to how it is to bend
With respect always in front of you.
 
You’re both my light and sun,
In my prayings my desire,
You’re my darling, life angel,
I’ll instruct my heart; to how it is to bend
With respect always in front of you.
 Poem: İsa KAYACAN
Original Name: “Kalbime Talimat Vereceğim”
Translated From Turkish by: Nilüfer DURSUN

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 09

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

ARTIK
 
Istampa dudakların
Mühür gözlerin
Ağzımı
Açamıyorum artık.
 
Sere serpe yatışların
Demir parmaklık bakışların
Uzaklara
Kaçamıyorum artık.
 
Alıp verdiğim nefessin
Kışın yatağımda ateşsin
Sensiz yatamıyorum artık.
 
Anladım her yerde benimlesin
Söküp, atamıyorum artık.
 
ANY MORE
Your lips look like stamp
Your eyes remind me seal
To upon my mount
I’m not able, any more.
 
Your yingo downs freely
Iron railed glances
To the four
I’m not able to escape, any more.
 
You are my breath I take
Fire in my bed in winter
I’m not able to sleep, any more
I understood you’re with me every where
I’m not able to pull up you, any more.
Poem: İsa KAYACAN
Original Name: “Artık”
Translated From Turkish by: Nilüfer DURSUN

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 10

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

BİZ NELER BİLİRİZ
 
Biz, yıkık değirmenlerde,
Çok un öğüttük,
Çarkın;
Dönüp dönmediğini,
Biliriz.
 
Saçlarımız,
Aşk-sevda yolunda ağardı,
Bir hanımın;
Sevip - sevmediğini,
Biliriz.
 
Issız ovalardaki,
Telgraf direkleri,
Bizi tanır;
Bir yolcunun,
Gelip - gelmediğini,
Biliriz.
 
Azrail’le,
Yıllarca omuz omuzaydık,
Bir hastanın;
Ölüp - ölmediğini,
Biliriz.
(1961)
 
WHAT DO WE KNOW?
We, in the destroyed mills
Gringed a lot of flour up,
If the wheel
Turns or not,
We know...
 
Our hair,
Turned ino white for the sake of love
If a lady,
Loves or not
We know...
 
In the lonely places,
The posts of telegraph
Know us,
If it’s the voyage time or not
We know...
 
With azrail,
We were shoulder in shoulder
By the years,
If a patient,
Dies or not
We know...
 
Poem: İsa KAYACAN
Original Name: “Biz Neler Biliriz”
Translated From Turkish by: Nilüfer DURSUN

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

11

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

ECE KÖYÜNDE AKŞAM, ŞİİRİNİN ÖYKÜSÜ
1958 yılı ortaları. Burdur ili, Tefenni ilçesine bağlı Ece Köyü. Köyde, evlerde su yok. Elektrik yok Kanalizasyon düşünceler arasında yer almıyor. Tarlalarda, genelde karasabanla-öküzlerle çiftçilik yapılıyor.
Orak biçme, ekinlerin toparlanması elle yapılıyor. Taşınması öküzlerin çektiği kağnılarla. Köyde, ev halkının tümü çalışıyor.
Ece köyünde bir katlı, geniş tahtalığı ve 4 odası bulunan toprak damlı evimizin geniş bir bahçesi var. Çalılarla çevrili bu bahçenin bitişiğinde, suyu oldukça soğuk bir kuyu bulunuyor.
Kuyunun bakımı, rahmetli babam tarafından yapılıyor. Babam, hayır işlerinin önderi durumunda. Bu kuyunun kovasının düşmesi, etrafındaki tahtaların, bütünlüğünün bozulması, arızalanması gibi aksaklıklarla hep babam ilgileniyor. Bu ilgi sürekli ve seve seve yapılan bir hizmet görünümü arz ediyor.
Akşamüzeri orak tarlasından gelen kadınlar, kızlar bu kuyudan su ihtiyaçları için, kuyunun başında toparlanıyor, sırayla su çekiyorlar, kaplarıyla taşıyarak evlerindeki ihtiyaçları için kullanıyorlar.
Bu arada, kuyu başındaki özellikle genç ve güzel kızlar, kendi aralarında sohbet edip, birbirleriyle şakalaşıyorlar. Zaman zaman maniler ve türküler mırıldanarak aralarındaki tatlı sohbeti sürdürüyorlar.
Bende İsa Kayacan olarak, bizim koca kapının üzerindeki toprak damın üzerinden, çok yakın olan kuyuya ve su çekenleri sürekli izliyorum.
Üstten baktığım için, kadınlar ve kızlar beni görmüyorlar. Bu kızlar arasında beğendiklerim, değişik hayallere kapıldıklarım bile var.
Bu genel tablo içerisinde, etkilendiğim, hayal dünyasına daldığım zamanlar oluyor. Ve efendim, işte böyle bir günde, şiirsel duygularım ayağa kalkarak dörtlükleri alt alta getiriveriyorum. Bu şiirin adı önce “Köyde Akşam” dı. Sonra “Ece Köyünde Akşam” oldu.
Buyurun bu şiiri birlikte okuyalım.

ECE KÖYÜNDE AKŞAM
(İsa Kayacan -1958)
 
Kerpiç evimizin bahçesinde,
Derince bir kuyu vardı kuyu.
Bütün akşamın şirin sesinde,
Köyün halkına yeterdi suyu.
*
Akşama doğru bir ay ışığı,
Çıkardı çalılar arasından,
Elinden atar ağaç kaşığı,
Sonra gençler, gönül yarasından.
*
İşte nur yüzlü ayın önünde,
O uzun boylu ince ağaçlar.
Böyle bütün eğleniş gününde,
Neş’elenir sümbülü yamaçlar.
*
Bu yamaçların ta eteğinde,
Görünür selvilerin gölgesi.
Sonra arıların peteğinde,
Bir vızıltı, bir de ezan sesi.
Gönderen PROF. DR. İSA KAYACAN zaman: 05:13 
WEB: http://isakayacan.blogspot.com, www.isakayacan.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 12

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

Fotoğraf Abdulmuttalip GÜRSEL

 
SON NEFES
 
Kızıllığa bunanmış ufukta batarken şems
Senden alınmadır desem bu bir nefes
Rabb’in bizlere verdiği bu güzel ve enfes
Doyulmaz akşamlara geliyor zaman!
 
Ey fani canlılar işte bu zaman bize
Hatırlatsın son geldiğini her nefese
Sen ol ki bilesin insanoğluyum diyen
Cehennemi anlatıyor işte bu görülen
 
Ufukta bulutları kıp kızıl kızartan
Düşünmeyi bizlere budur hatırlatan
Seni senden, Beni benden üstün kılan
Ya Cennettir ya da Cehennem!              
25 Ocak 2010 Bir fotoğraftan sonra 11,00 Çorum

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 13

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
HASTA HAKKI
 
Acaba "HASTA HAKKI" yok mu?
Yanlış anlamayınız Hakkı Ağabey değil "HAK"
Hani bir zamanlar vardı ya HAK diyince sular durur derlerdi!
İşte hasta olanların HAKKI yok mu?
Nasıl olsa onlar bir MÜŞTERİ
Ha paralısı Özele gitmiş;
Ha yeşil kartlısı Hastaneye gitmiş;
Kimin umurunda bunlar!
Sen hasta ol tek gel, gel ve gel.
Biz seni yolarız bir güzel!
Üç kuruşta para mı dersin,
Bunu verince başka yere sevk edersin
Oradan da başka bir yere yollarlar seni
Boyuna hasta olarak keselenirsin.
HAK yeme, Haksız olma, Hakkı savun
Öğütleri nedendi, kimeydi Hak getire
Hani bir meseleme var ya arkadaşlar!
"Helal Haram ver Allah'ım; Çoluk Çocuk yer Allah'ım"
Bu hale mi geldi Müslüman geçinenler,
"Ya olduğun gibi gözük, Ya gözüktüğün gibi ol"
Demişlerdi bizleri büyütenler.
Bilmem ki Rabbi'imden bu sıralar tek dileğim var,
"Rabbim! Beni esirge, sağlık sıhhat ver!"
Artık işimiz bizden çıktı biliyorum,
Dünyanın çivisi oynadı diyorlardı anlıyorum
Çivisi oynamamış çıkmış yerinden
Kıyamet Alameti imiş gerçekten
En son elçi bildirmişti bizlere
İşte gözüküyor o günlerde bizlere.
Uzatmaya gerek görmüyorum burada
Yazılacak çok ta yok okuyacak ta;
Anlayan anlar, anlamayan anlayandan sorar
O soracak kişilerde artık yok ya.
Mahmut Seli GÜRSEL
21 Ocak 2010 Çorum saat 13,25

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 14

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
YILLAR İÇİNDE; YILLAR MI VAR!
            Yıllar; birbirini kovalarken insanlar ve canlılar olarak geçen zaman dilimine dikkat etmemekteyiz. Bu kovalana zaman diliminde bizlere düşen geçmişte yaptıklarımızı irdeleyerek başka yanlışlıklara sebebiyet vermememizin gerektiği bilebilsek ne güzel olur değil mi?
Yaşadıklarımızın birçok kişiye belki de bir kılavuz veya ders çıkartacakları geçmiş anılar dizini olması bizlere birer guru vesilesi olarak karşımızda durması bizlere de bir başka yıl içinde yılları yaşamamıza gerekçe olacaktır.
Anıların iyi ve kötü olması, bizim için önemli veya önemsiz olması hiç amma hiçbir zaman anılarımızın saklanmasına bir sebep olarak göstermemiz bizim kendimizden kaçmamızın göstergesi değil midir?
Bizlerin yazarak veya anlatarak dile getirdiğimiz geçmiş yıllardaki anılarımız başkalarının en azından sizin çabalarınızın da neler olduğunun bir delili olarak gösterilen kaynak olarak diğerlerini karşılarına çıkması size de bir şeyler yapmış olmanın hazını yıllar içinde yıllar mı var sorusunu sormanızı sağlar.
Sözün ortasında kalmamak ve sonucu daha da irdelememek için bizlerin yaptıklarımızı yazmamız, başkaların da bu yazdıklarımızı okumaları ile öğrenmelerine fırsat vermemiz gerekir.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

15

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
DEĞEMEZSE YAPTIĞIM!
 
Sana göre değmezse yaptığım;
Neden varım?
Bana göre değiyor ki yaptığım
İşte ondan varım!
Varlığımın sebebi beni yaratan;
Yaratanın verdiği fırsatla varım.
Zaman denen olgu da biz varmış
Sonra ileride bir zamanda da
Bir yokmuş olacağım.
İşte ben yok olmak için varım.
Yok olmadan yaptıklarımla yaşar
Yapacaklarımla da anılırım.
Ya sen?
Yaptığıma değeri yok diyen sen!
Sen ne yaptın?
İşte sıran gelince sende yok olacaksın,
Yamadıklarınla mı anılacaksın?
Yaptığın tenkitte önce yapılanı;
Ben daha iyisini yaparım değil,
Yaptım diyebilirsen haklısın.
Amma o sende yok ki cevherinde,
Bir satır bile yazmamışsın fikrinle.
Başkalarının bilgilerini aynen alıp
Savunmuşsun haklı diye kendince.
Senden bir şey yok ki onlarda
Al ve oku. Onu düşün ve karala
Sonra kabiliyetin varsa;
Sayfa sayfa yara kıta kıta yaz.
Sonra yap tenkitini etrafa.
Sakın üzüldüm sanma ki ben;
Bir fani bir insanım önce
Biliyorsun arkasından atılan sadece
Rabbime kadar dayayan bir işlem
O’na bile kulp takar bu insan;
Peygamberi kıskanır neden ben;
Bin de olamadım der inan benliğin.
İşte düzenleyen böyle düzenlemiş bizi;
Ben kimi ki seni af edeyim ki;
Seni önce sen af et dön yaratanına
İste affı ondan utanarak ve eğilerek.
Affı bol Rabbim beni af et kul hakkından
Beni af et yarattıklarının hakkından
Beni af eyle hepsine yaptıklarımdan!

114 Ocak 2010  17,42 Çorum

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 16

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

DİZELERİM;
 

Yazsan inan bir türlü;
Yazmazsam bilgime yazık.
Karalamalar kalmasın aklımda
Gruplara, arkadaşlarla
Dergilerimle ulaşırım onlara
İsminle yayınlarım dizelerimi
Size ufak bir tavsiyem var
Yayınlatmaya bakın sizde
Yoksa kalır derler ya dizelerin
"Gök kubbede bir hoş seda"

05/01/2010 01,40 ÇORUM

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 17

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
YILBAŞLARI VE TAKVİMLER
            İnsanlar zaman dilimlerinden olan yılların bitiş ve başlangıç anlarını bilmeleri ve takvimlerin gerçekliliğinin oluşumunu sağlamaları için bir bitiş gününe ve birde başlama gününe ihtiyaç duymuşlardır. Bu biten gün ile başlayan gün dilimlerini çeşitli şekillerde de kutlamalar ile gelenekselleştirmişlerdir.
            Hicri Takvim Müslümanların gördükleri baskılar bir yerden başka bir yere göç etmesine verilen isimdir. Hazreti Ömer zamanında kabul edilen Hicri takvim Müslüman ülkeleri tarafından resmi veya gayri resmi olarak kullanılmaktadır.
Hicri Takvim 12 kameri aya göre düzenlendiğinden 354 güne denk gelir. Hicri Takvimde yılbaşı Muharrem ayının 1'inde gerçekleşir. Hicri Takvim Miladi takvime göre yılbaşı her yıl 11 gün önce gerçekleşir. Miladi takvime göne kutlanan bayram ve dirini günler devamlı on bir gün önceye gelir. 2009 yılında Miladi Yılbaşı 14 Aralık 2009 gününe denk gelmektedir.
Jülyen Takvimine göre 1 Ocak; Ancak en büyük 12 Doğu Ortodoks Kilisesinin sekizi, iki tarihin aynı güne geldiği Güncellenmiş Jülyen Takvimini benimsemiştirler, Doğu Ortodoks Kilisesi'nde yılbaşı (İsa'nın sünnet yıldönümüne de denk gelen) 14 Ocak'da kutlanır. Doğu Ortodoks Kiliseler, Hıristiyanlıkta monofizit görüşe sahip olup, 451 yılında yapılan Kadıköy Konsili'nin kararlarını tanımayarak ayrılan doğu kiliselerine denir.
Miladî takvim ya da Gregoryen takvimi, Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından yaptırılan takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı "1 yıl" olarak kabul eder. Dünyada en yaygın olarak kullanılan takvimdir. Türkiye de kullanılan Gregoryen Takvim'inin yılın ilk resmi günüdür.
Ülkemiz dede Yanlış bilinen ağaç süsleme ve hediyeleşme gibi aktiviteler yılbaşında değil, Noel'de gerçekleştirilir. Bir Hıristiyan bayramı olan ve İsa'nın doğuşunu kutlayan Noel'den tamamen ayrı olarak kutlanır. Ancak bazı ülkelerde Noel ve Yılbaşı tatilleri birleştirilir. Ülkemizde yaşadığı bilinen Noel Baba diye adlandırılan Nicholas (Noel Baba) günümüzden 1700 yıl kadar önce, Akdeniz kıyısındaki Patara/Ovagelemiş’te doğmuş. Hayatı boyunca da, Patara’nın yakınındaki Mira/Demre’de yaşamış Babasından kalan servetle yoksullara yardım etmiş ve ünü yayılır. Bir anlatıda da: Nicholaos hacı olmak üzere Kudüs'e gider. Geri dönüşünde fırtınaya tutulan gemiyi dualarıyla batmaktan kurtarır, ayrıca denize düşerek boğulan bir denizciyi de diriltir. O günden sonra Aziz Nicholaos denizcilerin de koruyucu azizi olarak kabul edilmiştir.
Roşaşana İbranice yeni yıl Musevi yılbaşıdır. İbrani Takvimine göre, Tışri ayının ilk ve ikinci günü, Yılbaşı olarak kabul edilmektedir Hamursuz Bayramı'ndan 163 gün sonra kutlanır. Roşaşana'nın kutlandığı gün yıldan yıla değişmektedir.
Musevi takvimine göre yılbaşıdır ve dünyanın her yerindeki Museviler tarafından bayram olarak kutlanır. İki gün süren bayram boyunca ailece yemekler yenilir Havra (sinagog)'da bayram'ın ikinci sabahı senenin iyi geçmesini dilemenin sembolü olarak koç boynuzundan yapılan Şofar isimli çalgı çalınır. Roşaşana'nın kutlandığı gün boyunca Yahudilerin haftalık tatil günü olan Şabbat günü yani cumartesi günü olan yasaklar geçerlidir.
İran takviminde yılbaşı Norous (Nevruz) olarak anılır ve ilkbaharın başında kutlanır (20 veya 21 Mart).
Çin yılbaşı her yıl ilk kameri ayının yeni Ay gününde kutlanır, ki bu da kabaca ilkbahara denk gelir. Çin'de yılın en önemli bayramı konumundadır. Tam tarihi, Miladi takvime göre 21 Ocak ile 21 Şubat arasına düşer. 12 Hayvanlı Takvimi Dìzhī veya  Shíèrzhī; Japonca: Jūnishi veya Eto, Çin kökenli olup Asya'da yaygın olarak kullanılmış takvim, aynı zamanda bir sistem olarak bilinmektedir. 12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile Göktürkler, Uygur Türkleri, Tuna Bulgarları, İdil Bulgarları da kullandıkları bilinmektedir.
Tayland, Kamboçya ve Laos'da yılbaşı 13 Nisan'dan 15 Nisan'a kadar kutlanır. Özellikle Tayland' bu kutlama su dökerek gerçekleşir.
Sümerliler astronomide de gelişmişlerdir. Burçları ilk Sümerler bulmuştur ve günümüze değin gelmiştir. Artıklı ve doğru bir takvim kullanmışlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerliler bulmuşlardır.
            Mayaların 2012 tarihinde son bulan takvimleri ile de bu günlerde pek çok yazı ve kitap yayınlanmıştır.
            Kısaca; insanlar yaşadıkları yerlerde güneş, ay ve yıllıdızları inceleyerek kendi tespitleri ile çeşitle takvimler hazırlamışlardır. Bu takvimlerin en önemli hazırlanma sebebi de bezlenme ile ilgili olan tarım için gerekli bilgilerin ne zamanlar içinde yapılmasının önemi ve zamanın tespitinden doğmuştur.
            Bu vesile ile Hicri ve Miladi yıl başlarının ülkemize ve bizlere hayır getirmesini dilerim.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

   18

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
CUMHURİYET, DEMOKRASİ VE ORDU ÜZERİNE  "GALİP BARAN" İLE BİR SÖYLEŞİ
Tarihi (Kadim) Demokrat Parti'nin 64. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle 7 Ocak 2010 günü yayımlanan “Demokrasiye İlk Adım ve ilk Demokratik Açılım" adlı yazım kamuoyunda bir hayli yankı buldu. Bir kısmı olumlu “takdir, teşekkür ve onay içeren” bir kısmı da “sübjektif iddialar ile olumsuz tenkit ve tepki dolu” bir hayli yankılanan ve heyecanla karşılanan dizi makalelerim üzerine bazı görüşme ve röportaj talepleri geldi. Bunlardan biri ve en dikkat çekeni; Ülkemizin YÖK’ten bağımsız, bağlantısız, AB formatında “tam bir Sivil Toplum Kuruluşu” gibi, özgür bilim ve “BİLİNÇ ÇAĞI” adına hareket eden ve Internet ortamında faaliyet gösteren “Bilinç Üniversitesi” Kurucu Rektörü, Bilinçolog Galip Baran. Aşağıdaki mülâkatı O’nunla gerçekleştirildi.
Değerli ilgi, bilgi ve tetkiklerinize sunulur.
"Galip BARAN ve Mustafa Nevruz SINACI Sohbeti," (15 Ocak 2010)

Mustafa Nevruz SINACI: Ocak ayının ilk haftası, Cumhuriyet Tarihi, adalet, hukuk ve demokrasi yönünden çok önemli ve bir o kadar da anlamlıdır. Çünkü TC’nin kuruluşundan bu güne, bütün dönemlerin "en büyük ve tek gerçek açılımı" 1946 yılı Ocak ayının ilk haftasında gerçekleştirilmiştir. Bu, Demokrat Parti’nin kuruluşudur.

Galip BARAN: "Cumhuriyet" sözcüğü, bana, "ilelebet payidar olabilmesi" için uğruna çalışmamız, "ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli 'cumhuriyet’ muhafız'ları "olmamız gerektiren bir oluşumu hatırlatıyor.
Bu konuda, fert ve millet olarak çalışmadığımız, seviyeli ve seciyeli muhafızlar olamadığımız ortada. Ülkemizi bu günlere sürükleyen başarısızlığı ne o, ne de bu şahsa yüklemenin veya illâ birilerini aklamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Gerçek şu ki: Atatürk'ün kurucusu olduğu, 'yaşadığı sürece sahipli görünen Cumhuriyet' vefatından sonra sahipsiz, korumasız, kimsesiz ve yetim kaldı. Üstelik maruz kaldığı çok yoğun bir kültürel savaş ve saldırı sonucu “medeniyet, etik ve tarih hafızası silindi”, telâfisi kabil olamayacak kadar büyük bir “bilinç kaybına” uğradı.

Mustafa Nevruz SINACI: Mustafa Kemal, istikbale (geleceğe) matuf fevkalâde basiret, feraset (öngörü-ileri görüş) ve bu minvalde; Cumhuriyetin geleceğine dair hâsıl olan kaygıları nedeniyle, “en hayati uzvu ve unsuru eksik kalan Cumhuriyeti demokrasi ile birleştirmek, bütünleştirmek ve kuruluşu tamamlamak istiyordu. Bu uğurda 1924'de (...) "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" nı kurdurttu. Kuruluş amacı demokrasi olan parti, (...) 03.Haziran.1925 'de kapattırıldı. Bu hayal kırıklığı, mâkus talih ve hüsrandan beş yıl sonra, 12 Ağustos 1930'da aynı amaçla bu defa "Serbest Cumhuriyet Fırkası" kuruldu. Fakat 17 Kasım 1930'da (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapattıran menfur bedhahlar yüzünden) kendini feshederek siyasetten çekilmek zorunda bırakıldı.

Galip BARAN: Sözü edilen Partilerin Kapatılması konularıyla ilgili olarak görüş açıklarken "Kubilay olayı" ve "Atatürk'e suikast" girişiminin dikkate alınması gerekir.

Mustafa Nevruz SINACI: O süreçte vuku bulan, dertsim isyanı dâhil, her iki olay da tıpkı bugün tekerrür edenler gibi, AB-D/İngiltere senaryoları çerçevesinde sahneye konulan “organize işler” kategorisine ait provokasyonlardandır. Zaten bugün olanlar da, o dönemin sarkıt, dikit, kalıntı ve uzantıları değil mi? İhanetin bir ucunda derviş Vahdeti’nin, beyni iğfal ve infiale uğramış hain-mel’un torunları, diğer ucunda da; Kürt kisvesi altında yuvalanmış Ermeni (Taşnak-Hıçak) dönmeleri, Rum-yunan Megalo İdea devşirme kriptoları ve sabetay kozaları var.
Yani Kubilay ve Atatürk'e suikast) bir rastlantı değil, aksine, “organize işler” kaynaklı, AB-D dayanaklı, Ermeni-Yunan ve İngiltere destekli bir tertiptir. Arkasında, 38 sonrası kadrocular, 150’likler, solcular, komünistler ve aydınlıkçılar vardır. 1960’dan günümüze başımıza belâ ve tebelleş olan anarşi ve terör odaklarını ataları ve ağa babaları, yardım ve yatakçıları yani!
Ancak, bizler gibi; vatan, millet, bayrak ve toprak sevdalısı insanlara,”asker" kelimesi otomatikman milli değerleri, manevi mukaddesleri ve dünyayı yaşanmaya değer kılan "Vatan, Millet, Hürriyet, Tam Bağımsızlık ve Adalet" gibi ulusal ve evrensel değerleri hatırlatır ve milliyetçi kavramları çağrıştırır. Bize göre Ordumuz, dünyanın en namuskâr ve dürüst, yüksek faziletli, medar-ı müftehir (iftihar), evlâdı Fatihan; Hayat, hukuk, adalet ahlâkı, Cumhuriyet ve bilhassa demokrasi teminatımızdır.
Ordumuz, “İnönü ekolü” nü daima ret, tenzih ve tekzip eden, Mustafa Kemal Atatürk'ün ordusu olup; Hak, hakikat, adalet, hukuk, demokrasi ve Cumhuriyetin ebet-müddet bekçisidir. Fazilet'le mündemiç Cumhuriyeti "ilelebet payidar kılmaya memur ve mükellef olarak; İlmen, fennen, bedenen kuvvetli, ahlâken yüksek, seviyeli-seciyeli muhafızlar otağı, Peygamber Ocağı ve Şehitler diyarıdır.
Bu nedenle, kahraman ordumuzu yıpratma kampanyası yürüten menfur iftira, tefrika ve kumpaslar içinde yuvarlanan odaklarla kesinlikle aynı safta olamayız.
AKSİNE:
1. TSK içinde, İsrail odaklı ve dinsel, “sapkın bir Yahudi tarikatı olan” Mason, Misyoner ve bunların yan-yardımcı, toplayıcı teşekkülleri “tamamlayıcı-bütünleyici” unsurların varlığını şiddetle ret; Eğer var ise, mahfuz ve muhafaza edenleri, bunlara yardım ve yataklık yapanları; Türkiye Cumhuriyetinin “dahili bedhahları”, Türk, insanlık ve İslâm düşmanları olarak kabul, telâkki ve ilân ederiz.
2. TSK, şehitler otağı, Peygamber Ocağı ve Mustafa Kemâl ATATÜRK Ordusu orijini nedeniyle, zerre kadar bir pisliğe mütehammil olamaz. TSK içinde asla bir ateist, pagan ve din düşmanı barındırılamaz; Başta rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk ve suiistimal zanlısı, fail yahut suçlusu tutulamaz. Bu insanlık dışı melanet, kene güruhu ve mazarrattan sivil hayatı korumak da askerin görevi olmak gerekir.
3. TSK; Milli devlet bütünlüğü, demokrasi, adalet ve hukukun tehlikeye girdiği; En değerli varlığımız insan unsurunun, madden ve manen istismar edildiği; Haksızlık, hırsızlık ve yolsuzluğun, resmi kişiler, medya, siyaset ve hükümetlerce himaye edildiği hallerde: “İcraata müdahale, adaleti temin ve tedvir” görevini “meşru bir hak” olarak yerine getirmeye memur, mecbur ve mükelleftir.
 
Galip BARAN: Evet, önce Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Bursa Nutku’nu dikkatinize arz ve hatırlatmak isterim:
“Türk genci, inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu mu; ‘bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır...’ demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla nesi… varsa onunla eserini koruyacaktır.
Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu, diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘polis henüz inkılâp ve Cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek: ‘demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım…’ onu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; Bana, İsmet Paşa’ya, Meclise telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek... Diyecek ki: ‘ben, inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimizde haklıyım. Eğer buraya, haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir...’
İşte benim aradığım Türk genci ve Türk gençliği...”
"Vatan-Yurt", "vatansever-yurtsever", (ve egemenliğin Kayıtsız şartsız (koşulsuz) sahibi olması tasarlanan) "millet" sözcükleri beni sarsıyor, "yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi’ni” çağrıştırıyor.
Bunu; Yani benim yaşam tarzımı görenlere "herkes senin gibi olsa", "hakkın ödenmez", "ibadet ediyorsun" dedirtecek kertede kökten değiştiren, bir başka deyişle, bencillikten kurtaran, (en çok senin farkında olduğunu düşündüğüm) bu sonucu; önce Allah ' iman sonra "okul dışı eğitim çalışmalarımıza borçluyum. Darısı tüm insanların ve Müslümanların başına!
BENCİLLİK;
Tek ve yegâne kurtuluş ümidimiz ise; Diğerkâmlık ve “SENCİLLİKTİR”
Elbet bir de “BİLİNÇ-SİZLİK” var! İşte, “asıl sıkıntımız” buradadır.
“Bencillikten kurtulmak, BİLİNÇLİ, sencil ve diğerkâm olmak” …
ATATÜRK'ÜN BENCİLLİKLE İLGİLİ SÖZLERİ:
-Bir adam ki, Memleketin ve milletin saadetini düşünmek yerine daha çok kendini düşünür, bu adamın kıymeti ikinci derecededir.
-Kendimiz için değil, fakat mensup olduğumuz millet için elbirliğiyle çalışalım, çalışmanın en yükseği budur.
-En iyi kişi, kendinden çok, bağlı olduğu Toplumu düşünen, kendini onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına adayan insandır.

Mustafa Nevruz SINACI: Evet, elbette. Bakınız Türkçenin bile korunması için internet sitesinde tedbir alan ordumuz, Cumhuriyetin çimentosu; Millet iradesinin devlet idaresinde hâkim olması anlamına gelen "DEMOKRASİNİN" Teminatı, adalet ve Hukukun en muhkem ve Muteber muhafızıdır.

Galip BARAN: Bana göre; Ülkemizin, yalnız Ülkemizin değil, Cumhuriyetimizin çimentosu, "yurdu ve milleti Özden çok sevme ilkesi" ni özümsemiş insandır. Sanırım bundan ötesi boş laftır.

Sayın SINACI! Cumhuriyet'in sahibi olması gereken sakinleri, örneğin, Atatürk'ün de dikkat çekme gereğini duyduğu bencillik konusunda fikir birliği etmeli ve ben sen; Ak kaşık ve üç maymunlar rolünü oynamayı sürdüren "Bilinç Özürlü" Bilgi çağı tutkunlarına karşı "birlikte" mücadele vermeliyiz. Başkaları gibi olmakla, bir yere varamayacağımızdan, Cumhuriyet'in sahipsiz kalacağından korkuyorum... Makalende, "bizler gibi vatanını milletini seven insanlar" dediğine göre, benim bilmediğim bir şekilde "yurtsever" Doğanlar mı var? Onlara haksızlık mı ediyorum. Onlarla tanışmak isterim!

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  19

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
“AMAN OYUNA GELMEYİN” OYUNU
Aradan günler geçti. Hala köşe bucak ‘hayâsızca’ tartışılıyor.  Tokat Reşadiye de 7 erimizin kalleşçe şehit edilmesi neymiş? Provokasyon! Peki, kim varmış bu kanlı provokasyonun arkasında? Dönme, devşirme, açılımcı koza ve kripto güruhu sayıyor: “TSK, Ergenekon, Tikko, Tkpml, İntikam Tugayı” gibi ihtimaller... Ama pkk bu ihtimaller arasında yok!
Yurt çapında karakollar, askeri lojmanlar, araçlar, masum insanlar ve esnafın ekmek kapısı dükkânlara; Tüm ekonomik varlıklar, sosyal donatılar ve kamu mallarına molotoflu saldırılar düzenleyen,  pkk, 7 erin şehit edilmesi cürümünün failleri arasında sayılmak istenmiyor. İllâ başkası aranıyor. Çünkü katil pkk çıkarsa açılım iflas eder. AKP şapa oturur. O yüzden AKP ile pkk’yı kurtarmak için başka fail aranıyor:
“PROVOKASYON OYUNU” Çok enteresandır, bir taraftan da terör örgütü ile Ergenekon ilişkilendirilmek isteniyor. Ne yaman bir çelişki bu! Sapla saman böyle birbirine karışmış durumda. Örgüt baronu Murat Karayılan, 3 Aralık2009 tarihinde ne demişti?
“Yeni yapılan cezaevi bir ölüm çukuru, nefes alınamayan bir kafes. Apo’yu imha etmek için oraya koymuşlardır. Bu yaklaşımı bir savaş girişimi olarak görüyoruz. Ciddi bir savaş girişimi...” Arkasından yurt çapında isyan provaları ve provokasyonlar. Bu defa da: ”Tepkiler halkın insiyatifidir, önderlik konusunda ben kimseye şöyle, böyle yapın demem. Herkes önderlikle doğrudan bağ içindedir, dolayısıyla herkes önderlik karşısında duyduğu sorumluluğun gereğini yerine getirmektedir” demedi mi? Kaldı ki pkk Reşadiye’nin sorumluluğunu üstlendi.
“İHANETLE DANS” Gerçek provokatör belli oldu. Dahası bir kez daha menfur örgütün ardı-arkası ortalığa döküldü, DTP’nin kapatılması ile iğrenç ayrıntı ve menfur bağlantılar bir, bir ortaya çıktı. AB+ABD = pkk. Elli yıllık amansız düşmanlık, fesat ve tefrika sürecinin doğal sonucu… Üstelik çok utanç verici bir durum.Çünkü 31 Temmuz 1959’dan bu güne tam elli yıldır AB kapısında pinekliyoruz! Eğer, 27 Mayıs mason-misyoner+koza-kripto, peşmerge kalkışması olmasaydı, en geç 1963’de Ortak Pazar (AB) tam üyesi idik. Müteakip sürecin “demokrasi, hak-adalet, hukuk ve insanlık düşmanı, vatan haini” aktörleri utansın!
“BAŞ DÜŞMAN AB+ABD” İşte tam bu sıra, terör-tedhiş örgütü yardım, yataklık ve yaltakçılığı, yani, Türk ve Türkiye düşmanlığı tam müseccel, harici bedhaht AB, şer ve şeriklerini kastederek Recep, “AB bizi istemiyorsa baştan söylesin, oyalamasın” demiş. Yuh be, el insaf’.. Talip anlamak istemiyorsa AB istemediklerini nasıl anlatabilir ki! Üstelik Batı Trakya mezalimine mukabil, patrikhane ve ruhban okulu; Rum-Yunan soykırımı, iftira ve tefrikalarına rağmen Kıbrıs sorunu; İğrenç yalan, oyun-düzen ve sahteciliklere karşın Ermeni açılımı! Üstüne üstlük sözde katılım süreci ve müktesebat gereği; Zinanın suç olmaktan çıkartılmasından tutun, TCK ve CMUK’un, suç örgütleri ve suçlu lehtarı, ‘iyi insan ve iyi, namuslu-dürüst vatandaş’ aleyhi yapıya dönüştürülmesine kadar, bir türlü insanlık dışı tasarrufun “insan hakları ve demokrasi adına” dayatma mercii AB değil mi? Dahası var!  AB’nin hiçbir ülkesinde demokrasi, hak, adalet, ahlâk ve hukuk yoktur. Bu nedenle: Bizim var olan kete-kullâ demokrasi, birazcık hak, bir miktar adalet ve vaziyeti idare edecek kadar ahlâkınızı da; despotluk-diktatörlük, haksızlık-yolsuzluk, adaletsizlik, ahlâksızlık ve hukuksuzluğa dönüştürmek için “iş bu açılımlar dâhil” elden gelen her türlü menfur dayatma, baskı, zulüm ve çabayı sarf etmektedir. Buna ve aradan geçen “50 YILA” rağmen halâ “AB” diyenler, Anadolu halkının kendine özgü deyimiyle: “Ya AB köpeği veya Amerikan uşağı” sayılırlar mı, sayılmazlar mı? Sanırım, buna rağmen AB yanlılarına, Atatürk’ün tanımı olan “dâhili bedhaht” (iç düşman) denilmelidir.
“DENİZE DÖKÜLDÜKLERİ YERDEN!” İhanet şebekeleri Kürt kisvesi ile kalkıştıkları ihanet furyasını en son “denize döküldükleri” yerden ayağa kaldırmak istediler. Bu diyalektik ve tarihi materyalizmin bir çeşit diriliş öğretisi gereğidir. “…düştükleri yerden kalkarlar.”
İzmir faşist mi değil mi, muhabbeti çeşitli platformlarda devam ediyor. Kasıtlı bir dikkat dağıtma olayı veya komplosu var ortada diyebiliriz. Bir yanda azılı faşist unsurlar “demokrat ve Kürt” kisvesi ile ahkâm kesiyor. Diğer tarafta ise “Aman oyuna gelmeyin” diye haykıran, yalvaran, yakaran ve terör-tedhiş tarafına yardım ve yataklık yapan işbirlikçiler:
“OYUNA GELMEYİN OYUNU”
“Aman ha, buna İzmirliler alet olmamalı... “
“Sakın savunma kompleksine girmemeliler...”
“Olgun, ağır, sakin ve vakur olmalıdır…”
“Oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek, çoluk-çocuğa uymamak gerek” diyorlar.
MMA LAKİN DTP kasıtlı olarak gerilla kıyafeti giydirilmiş çocuklar ve zafer işaretleriyle şehir içinde gövde gösterisine kalkışınca ve bu olay Habur’daki rezaletin ertesine rastlayınca beklenir sosyal refleks oluştu... Planlı programlı olmayan ani bir tepki ortaya çıktı.
Kamu malını tahrip, korumasız insanları yaralama, rencide, geniş halk kitlelerini tehditle sindirmeye, korkutmaya yönelik sistemli ajitasyon ve tehlikeli prokasyonlar hız kazanınca, “aman oyuna gelmeyin” diyen “işbirlikçi unsurlar” yüzünden toplumun kimyası bozuldu. Moral ve motivasyonu bozuldu. 
OYSA: Devlet ve hükümet (polis-asker) var olduğu sürece bu ve benzer eylem, teşebbüs ve kalkışmaların asla ve kesinlikle olmaması gerekirdi!.. Zira adalet, emniyet, güvenlik ve huzur, istikrar ve insicam sağlandığı sürece “hükümet” var demektir. Aksi taktirde meşru bir hükümetin varlığından asla söz edilemez. Hükümet varsa; Demokrasi, adalet, hukuk, özgürlük ve güvenlik vardır. Bu unsurlar yoksa, devlet işgal altında veya hükümet acz içinde demektir.
Amaç hem İzmir hem ülkenin diğer yanlarında sosyal refleksi öldürmek...
Terör ve tedhiş örgütüne karşı halkın yurt çapındaki haklı ve doğru öfkesini suçluluk duygusuna dönüştürmek.
Çoğu İzmir’de DTP konvoyunun taşlanmasından birkaç gün sonra İdil’de PKK yanlıları öğretmen evini bastı. İnsanlar sabaha kadar ölüm korkusu içine atıldı. İzmir’e faşist diyenlerden tek kelime çıktı mı? Çıkmaz! Çünkü faşist bizatihi kendileri! Çoğu tedhiş örgütü meddahlığıyla geçinen birer zavallı!  Bu hengâme içinde Recep, “Basın Türkiye’de ABD’den çok daha özgür” dedi. Demeye kalmadı ertesi gün Aydınlık dergisi mahkeme kararıyla bir ay kapatıldı. Sebep: “Vatanı savunmak suç! Bölücülük ve casusluk serbest! Türk Ordusuna tasfiye harekâtı” başlıklı yazı. Ya Başbakan eksik söyledi ya gazeteciler yanlış anladı...
Anaların gözyaşı halâ dinmedi.  Terör örgütüne verilen rüşvetlerle de dineceğe benzemiyor!
Şu hale nazaran: AKP’nin açılım süreci neyi gösterdi?
Cevap: “Aman oyuna gelmeyin” oyununu!
 “Rica ile merhamet dilenmekle bir devletin onuru kurtarılamaz” (Atatürk)

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  20

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
ULAŞIMA ZAM; BENCİLLİK VE HALK DÜŞMANLIĞI
            Genel olarak insan hakları, adalet, hukuk ve ahlâk gibi, medeni boyut, norm (tam doğru, orijinal) yaşam ve davranış biçimleri alanında, (doğrudan yaşam, derin deneysel birikim, analiz ve tecrübi metot dediğimiz) toplumsal sentezler ve yoğun “bilinç” çalışmaları yapan (Bilinç Üniversitesi kurucusu) zoraki bilinçolog Galip Baran: “T.C.’ni Değiştirme ve Dönüştürme” başlıklı yazımı okuduktan sonra şöyle yazdı:
“Bu konuda düşüncem: Türkiye'yi bir diğerkâmlar Cumhuriyeti yapmak. Önerim uygulamada geliştirilmiş "Diğerkâmlık Andı" üzerinde fiilen ve fikren çalışmak ve and’ı hayata geçirmektir. Eğer, bunu başarabilirsek her türlü iç ve dış problemle baş edebilmek kolaylaşacak, adalet sorun olmaktan çıkacak, hukuk kurumsal ve evrensel kimliğine kavuşacak, bu kadar polise, savcıya, hâkime ve büyük bir orduya asla gerek kalmayacaktır. Ne mutlu diğerkâm olabilene...” diyor, Galip Baran…(İnsan Hakları ve Adalet Ahlakı, 06.12.2009, Anayurt Gazetesi)
DİĞERKAMLIK NE DEMEK? Bahusus bilinç üstadı “diğerkâmlık” ı şöylece formüle etmiş veya formatlamış. Daha doğrusu; Yaşamın içinden gelen bir deneyim, bilgi ve birikim sonucu kuramlaştırmış. En doğru tanım, açıklama ve anlatım da herhalde “kuram” biçiminde olacak. DİĞERKAMLIK KURAMI: “Aşırı tüketmemek; Vergi kaçırmamak; Çevreyi kirletmemek; Milli servete zarar vermemek; Trafik kurallarına uymak ve bu kuralları çiğnetmemek; Rüşvet almamak, vermemek; İmar yasasına aykırı işler yapmamak; Sağlığa aykırı alışkanlıklar edinmemek; İş ahlakının korunması için çaba göstermek ve Her şeyi devletten bekleme alışkanlığını terk etmek”
Çok kısa ve öz bir deyimle “iyi insan ve iyi vatandaş” manifestosu veya tarihte görülen nadir örneklerine nazaran “çağdaş insanlık kuramı”
TAMAMLAYICI VE BÜTÜNLEYİCİ UNSURLAR
Kırmızı’da durmamak; Eş deyişle “bencil” değil “SENCİL” olmak,
Daha açık bir deyişle, aleni bir yolsuzluk olan ”burası Türkiye anlayışı ve bağımlılığı” ile savaşmak; Yani: kırmızı da geçmek isteyen “burası Türkiye bağımlıları” nı Sosyal Yaptırım olarak bilinen yöntemle uyarmak; Uyardıklarına, kendilerinin de kırmızıda geçmeye kalkışan diğer “Burası Türkiye bağımlıları”nı aynı yöntemle uyarmalarını önereceğine dair söz vermek. Kuram’a göre:  
Kırmızıda durmak: Bireyi erdeme yönlendiren bir ilkedir.
Sosyal yaptırım: Kırmızıda geçmeğe kalkışanları utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak. Sonuçta: Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda (okul dışı eğitim çalışmaları)’nda geliştirilen “Diğerkâmlık Andının” yaşama geçmesi halinde, bu kadar polis, savcı ve hâkim’e gerek kalmayacak, adalet, hukuk ve güvenlik sorun olmaktan çıkacak, “yurtta barış” sağlanacaktır. (*)
Şimdi, bütün bu bilgilerden gafil, devletin var oluş hikmetini bilmeyen ve nihayet “insani boyut ve bilinç toplumu” konusunda cahil belediye başkanı, belediye meclisi ve il genel meclisi üyeleri ne yapsın!... Meselâ şu aşamada, ülkemiz geneli ve özellikle Ankara da, hiç yapılmayacak işlerin başında “ulaşım zammı” gelir.
            Gerçekte, ulaşım-erişim, yaşamak ve yaşatmak için zaruri ve hayati ihtiyaçların en başında yer alır. Hatta en acil, hayati ve zorunlu ihtiyaçtır.  Tıpkı ekmek, su, elektrik, yakıt, hava ve hayati gıdalar gibi… Bu nedenle “toplu taşım” sektöründe, daimi denetim, kamu adına dengeleyici ve düzenleyici hizmet, ücrette rekabet yasağı, istikrar ve insicam esas olmak zorundadır. Devlet, hükümet ve belediye yöneticileri buna dikkat etmelidir. Evet, toplu taşım birinci derecede bir kamu hizmetidir.
Kâr alanı ve fahiş kazanç kapısı değil!..
Böyle düşünenler ile toplu taşımacılığı “saadet zinciri, oy aracı ve servet avcılığı” olarak görenler; Mutasyona uğramış alt varlıklar ve apaçık insanlık düşmanlarıdırlar. Dolayısıyla “ulaşım hizmet ‘toplu taşım’ ücretleri” konusunda bütün Türkiye insanı için durum aynıdır. Aynı kalmak ve birlikte mütalâa olunmak gerekir. Yani sorun, ağırlıklı Ankara olmakla birlikte, gerçekte tüm ülkeyi kapsar. Yaşanan haksızlık, adaletsizlik ve zulmün birinci derecede zanlısı hükümettir. Şöyle ki: Genel olarak petrol ve petrol ürünlerini “acımasız, insafsız, merhametsiz, haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir sömürü aracı” olarak kullanan hükümetin buna hakkı yoktur.
            Bir kalemde ilâçta %15 ilâ % 170 arası indirime muktedir olan hükümet;
            Sadece “toplu taşım araçlarına”, tükettikleri yakıta KDV muafiyeti sağlamak suretiyle, milyonlarca insanı rahatlatacak, “oh” dedirtip nefes aldıracak, ıstıraplarını dindirecek ve sıkıntılarını azaltacak bir nefes aldırabilir!...
            Devletin varlık sebebi, Türkiye’nin kuruluş ilkesi ve Cumhuriyetin takdir (seçim) ve tensip hikmeti, “insan için devlet” esası “idrak edilebilirse eğer” ÖTV’ de bu zorunlu ve hayati kullanımdan kaldırılır. Bu takdirde AKP’nin insani boyut’un farkında olduğu söylenebilir. Aksi halde Melih’le başlayan bu zulüm hız kazanır. İşkencenin boyut ve kapsamı giderek genişler. Halk düşmanlığı kara bir kâbus olarak, masum-mazlum, fakir, fukara ve garip-guraba insanların hayatiyeti üstüne kara-kura gibi çöker. 
            UTANÇ VERİCİ BİR BAŞARISIZLIK
            Bakınız: Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) Başkanı Ali Çetin, Ankara da ulaşım ücretlerine yapılan zammı hakkında, "Ankara'da 15 yılda, tam bilet 350, öğrenci bileti ücreti 400 kat artırıldı. Ankara halkı ülkemizin en pahalı toplu ulaşım aracını kullanmaktadır; Yapılan zamla tek binişlik kartlarda tam bilet 1,69 TL'den 1,85 TL'ye, çok binişli kartlarda tek biniş 1,39'dan 1,50'ye yükseltildi. 45 dakika içinde yapılan transferler de paralı hale getirildi, her transferden 50 kuruş alınacak.”
            Bu halka zulüm ve insanlık dışı bir uygulamadır. Genelde ulaşım ücretleri mesafe ve miktar bazında mukayese edildiğinde Ankara halkının Türkiye'nin en pahalı (fahiş) toplu taşım aracını kullandığı görülür. Özellikle bu son zam, adaletsizliğin, haksızlığın, kamu vicdanı ve kamu yararına meydan okuma ve aykırılığın katmerlenmiş halidir. Esas olarak toplu taşım ve ulaşımın yukarda açıkladığım ve önerdiğim şekilde teşvik edilmesi gerekirken; Özellikle Ankara ve İstanbul gibi kentlerimizde tersine işleyen adeta bir soygun aracına dönüşmüştür. Kaldı ki: Türkiye geneline göre Ankara’da öğrenci ücreti yüksektir. Buna göre Öğrenci biletleri tam biletin yarısı kadar olmak zorundadır. Yine bu verilere göre, normal şartlarda, namuslu-dürüst, insanca bir uygulama ile; Hiç bir destek ve muafiyet olmaksızın Ankara da otobüs-dolmuş ve metro ücretinin MAX: “Tam 150 ve Öğrenciye 50 kuruş” olması makul, kabil ve mümkündür.
Bunu akıl edemeyenler, belediye başkanlığını da hak edememiş halk düşmanları demektir!...  Bu takdirde halkın bir şeyler yapması, sorumluluk alması, haksızlık ve yolsuzluklara “DUR” demek suretiyle tepkilerini açıkça göstermesi gerekmektedir." (*) Diğerkamlık (özgecilik): Başkalarının iyiliği için elinden geleni esirgememe durumu., fels. Başkalarının iyiliğine çalışmayı yaşam ve ahlak ilkesi yapan görüş., ruhb. Bencillik ve ben tutkusu yerine sevginin başkalarına yönelmesi durumu., Diğerkam (özgeci) : Kendi yararından çok başkalarını düşünen, başkalarına yararlı olmaya çalışan, başkalarının iyiliği için elinden geleni esirgemeyen.
Erdem: Ahlâkın övdüğü ve ahlâklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adı.  İnsanın ahlaksal olarak iyiye yönelmesi, ruhsal yetkinlik.
İlke: Her türlü tartışmanın dışında, üstünde sayılan, ana düşünce ve inanış, baş kural., Temel bilgi, temel kural., Uyulması gerekli davranış kuralı., Fels: Kendisinden başka bir şeyin çıktığı temel, köken; ilk neden.
 
e.POSTA        : gercek.demokrat@hotmail.com
WEB               : http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com,
POSTA           : PK, 118 [ 06 442 ] Yenişehir/ANKARA
NOT               : Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına izinlidir.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 21

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Müslüm TUNABOYLU

Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ

MAHMUT  TUNABOYLU’YU ANARKEN
Saygı değer meslektaşlarım; çok değerli konuklar!
Bayanlar baylar,Merhum Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu’yu  ebediyete  uğurlayışımızın sekizinci,doğumunun 56 .yılında kabri başında birlikte anıyoruz. Merhum Mahmut Tunaboylu, babasının  bir eğitimci olması nedeni ile sanıldığı gibi ekonomik durumu
Günlük ihtiyaçlarını kolayca karşılayabilen bir aile içersinde büyümemiş, çocukluğunda  bir buçuk, gençliğinde ise askerlik dönemi boyunca baba ve aile hasreti çekmiştir. O babasının o dönem geçerli olan renkli kağıtlara yazarak gönderdiği mektup parçalarını ikinci bir mektup gelinceye dek cebinde saklamıştır. Soranlara da babamın mektubu değil mennu diyebilmiştir.
Mahmut, yine baba hasreti çektiği günlerden birinde kendir çöpleri ile oynarken, bir parçanın  gözüne isabet etmesi sonucu birkaç gün sonra hastaneye ulaştırılabilmiş, yaşadığı sürece normal olarak olanları izleyememiş, bir süre gözlük kullanması arkadaşlarınca öğütlense de, gözlüklü yaşamı benimsememiş, gazeteciliğe başlaması ile gözlüğün yardımcılığına evet diyebilmiştir.
Mahmut Tunaboylu, yerel basında olduğu gibi ulusal basında da Çorum sorumlusu olarak görev almış, çevresindeki  sorunları yazılı ve görsel basında ,ulaşması gereken yerlere ulaştırmıştır. Bugüne dek dile getirilmeyen bir yanı da vatani görevi sırasında sakıncalı olarak birkaç yerleşim yerinde görev yaparken babasının çalıştığı yerel gazeteye el yazısı ile karaladığı makalelerini CEMİL adı ile okuyucularına sunmuştur.
Çocukluğunda, arkadaşlarının giydiği lastik ayakkabıları giyebilmek için ayağında ki potinleri çıkarıp bir kenara atan ve yalınayak onlarla günlük yaşamı paylaşmasını, dediğini yaptırıncaya dek eylemini sürdürmesini bilmiştir. Çocukluğunun bir bölümünün köylerde geçmiş olması sonucudur ki köy yaşantısını, orada ki doğayı, kırsal alandaki çocukların sorunlarını beyninde saklamayı bilmiş, yazılı yapıtlarını kaleme alırken, vurguladığı genellikle hep Anadolu  insanının yaşamı  olmuştur.
Gazetelerde yayınlanan sorunlarla ilgili yazılarında  kendini ve ailesini hiç düşünmemiş, toplumun sorunları çözümlenirse ailemin sorunları da onunla birlikte çözümlenir diye düşünmüştür. Mizah yolu ile yöre ve ülke sorunlarını yöneticilere yansıtmaya çalışmış,bu nedenle bir mizahi yazısı nedeniyle ağır cezada yargılanmış aldığı ceza sonucu okurları ile yemek tarifleri yazarak bağını sürdürmüştür.
Saygı değer hazurun!
Bugüne dek Merhum Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu nun bilinmeyen yanlarının bir bölümünü yansıtmaya çalıştım. Çorum Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sn,Şevket Erzen in vurguladığı gibi,Mahmut Tunaboylu  Çorum’un sembolü olarak kabullenilmiş,bugüne dek yapılanlar sayesinde Çorum yurt ölçeğinde olduğu gibi yurt dışında da insanlarca tanınır hale gelmiştir. Sanırım Merhum Mahmut Tunaboylu’nun  sağlığında ki eylemlerinin bir katkısı olmuştur diye düşünüyorum.
Merhum Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu  birisi kız biri erkek olmak üzere  lise mezunu iki evladını bırakarak ebediyete intikal etmiştir. Müslüm Tunaboylu olarak bugüne dek isteğimin bir bölümü Çorum Gazeteciler Cemiyeti olarak karşılanmış,bir bölümü ise  kişisel olarak değil cemiyet olarak çözüme kavuşturulabilir düşüncesindeyim.
O da  Şudur kısaca: Mahmut Tunaboylu’nun uzun süre yaşadığı sokağa adının Belediye meclisi tarafından  verilmesi düşünüdür. Bu konuda  iki bin yılı Mayıs ayının ilk haftasında  tarafımdan girişim yapılmış, ancak bugüne dek  bir gelişme görülmemiştir.
Bir baba olarak sizden çok zor bir eylem istemiyorum. Cemiyetin bu konuda etkin girişimini beklediğimi, beni bundan mahrum etmeyeceğinizi biliyor, Tunaboylu’nun geride  kalanları adına hepinizi beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor sonsuz saygılarımı sunuyorum.
Siz varsanız bizde varız.
Sağlıcakla kalın .                                                   
                                                                                 18 ocak 2010

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 22

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Sakin KARAKAŞ

Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ

KIZILIRMAK AĞLIYOR
         Çevre ve Orman Bakanı Veysel EROĞLU Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada ülkemizdeki nehirlerin organik ve ağır metal kirliliği düzeylerini açıkladı. Buna göre, Kızılırmak organik kirlilik açısından 2. sınıf yani az kirli ağır metal bakımından ise 3. sınıf yani çok kirli düzeyde bulunuyor.
         Evet; yukarıdaki açıklamalar ve yazımızın başlığından da anlaşılacağı üzere Kızılırmak ağlıyor. Kızılırmak’ın içerisinden veya yakınından geçen bütün köy ve beldelerin kanalizasyonları Kızılırmak’a akıtılıyor. Ayrıca Kızılırmak yatağına yakın çevrelerde bulunan sanayi tesislerinin bir kısmının atıklarını Kızılrmak2a akıttıkları ve katı atıklarında ırmak yatağında dolgu malzemesi olarak kullanıldığı da biliniyor.
            Dilerseniz Kanalizasyon kavramını önce açıklayalım. Kanalizasyon (Şehir Atık suyu) içinde bulunan değişik organik maddelerin (fenol, benzen, deterjan, kimyasal kağıtlar, plastikler, klorlu bileşikler, pestisidler, yağ ve gres vb.) mikroorganizmalar üzerinde yapmaktadır. Bu nedenle tehlikeli organik kirleticiler içeren, atık sular, fiziksel, kimyasal ve biyolojik olmak üzere üç tür kirlilik gösterirler.
         Suyun fiziksel özelliklerinin değişmesi (renk, koku, tat, bulanıklık, sıcaklık, pH v.s) fiziksel kirliliğe neden olur. Sıcaklık ve pH, nehirlerdeki bitkisel ve biyolojik hayatı etkileyen önemli parametrelerdendir. Yüksek sıcaklıkta çevreye bırakılan atık su, karıştığı nehir suyunun sıcaklığını doğal olarak arttıracaktır. Oksijenin yüksek sıcaklıkta, sudaki çözünürlüğü azalacağından, nehir suyundaki biyolojik oksijen, biyolojik hayat için yetersiz kalacaktır.
            Zamanla suda birikime sebep olan kurşun, civa gibi ağır metaller, biyolojik yolla parçalanabilen organik maddeler ve inorganik atıklar suda kimyasal kirlilik yapar. Kimyasal kirlilik, genellikle sanayi atıklarının arıtımsız olarak sulara verilmesi sonucunda oluşur. Bazı endüstriyel atık sulardaki dayanıklı kirleticiler, alıcı su ortamında birikme, canlıların dokularında yoğunlaşma ve belli sınırlar üstünde canlılar üzerinde doğrudan toksik etki etme özelliklerine sahiptirler. Ayrıca endüstriyel atık suların sebep olduğu kirlenmelerde ekolojik denge bozulmasına daha çok rastlanmakta ve bu bozunma çoğunlukla geri dönüşü olmayan bir nitelik taşımaktadır.
         Kimyasal kirleticiler özelliklerine göre üç sınıfta toplanmaktadır. Bozulmadan kalanlar: Klorür gibi inorganik bileşiklerde zamanla parçalanma görülmez. Değişebilenler: Biyolojik olarak parçalanabilen organik kirleticilerdir. Mikroorganizmalar tarafından parçalanarak inorganik kararlı maddelere dönüşürler. Kalıcılar: Zamanla biyolojik birikime yol açan cıva, arsenik, kadmiyum, krom, kurşun, bakır gibi metaller, tarım ilaçları gibi organik maddeler ve uzun yarı ömürlü radyoaktif maddelerdir. Bütün bu kirlenmenin kanserojen oldukları da bilimsel olarak ispatlanmıştır.
            Biyolojik kirliliği, organik atıkların etkisiyle su kaynaklarında üreyen algler, küfler ve bakteriler oluştururlar. Bu canlılar zamanla ortamdaki oksijeni tüketirler. Oksidasyon işlemine bağlı olarak, termik reaksiyonlar suyun sıcaklığını yükselterek diğer canlıların yaşaması için gereken oksijen miktarını düşürmeye devam eder ve orta vadede de nehir deki bitkisel hayatla birlikte canlı türleri zamanla yok olur.
Yukarıda özetini vermeye çalıştığım kirlilik oluşturan etmenlerin yanı sıra nehir yatağı ile sürekli oynanması, kaçak sulama yapılması, metropollerin içme suyu ihtiyaçlarını karşılamak için nehirlere gözünü dikmesi, inşaat sektöründeki kum ihtiyacının nehir yatağından karşılanması,kum ve taş ocakları açılması, sanayi atıkları,taş ve molozlarla yatağın doldurulması, yerel yönetimlerin çeşitli sebeplerle ırmak yatağında kontrolsüzce  işlem yapmaları ve barajların ihtiyaç durumuna göre nehir suyunun sık sık kesilmesi sonucunda da nehir yatağındaki kirlilik çoğalmaktadır. Nehir suyunun kesilmesi ile birlikte fırsatçılara gün doğmakta nehir içerisindeki küçük göletler rant kapısı haline gelmektedir.
Bütün bu bilgiler ışığında asırlardan bu yana; Anadolu’nun ekmeği aşı ve bereket kapısı olan Kızılırmak için için ağlamaktadır. Kızılırmak’ın gözyaşlarını dindirebilmek için zaman içerisinde bir takım hamleler yapılsa da bu yeterli değildir. Ülkemizin henüz bir su yasası yoktur. Bu cennet vatana, ait olduğumuz topluma, yaradılış ve var oluşumuz gerçeklerine, yaşadığımız gezegene karşı vicdani sorumluluğumuz gereği suya ilişkin bütün faaliyetlerde bazı kuralların getirilmesi ve uygulanması gerekmektedir.
Bu bağlamda doğa hakkına bağlı olarak su hakkı ve dolayısı ile insan hakkı olarak olaya bakılmalıdır.  Su insan dâhil tüm canlılar için en önemli hayat kaynağıdır. Çare su yasasının bir an önce çıkarılması ve yürürlüğe konulmasıdır. Su kaynaklarının kullanımı ile ilgili kurallar ve ihlal edenlere ise ağır yaptırımlar getirilmelidir. Suyla ilgili meseleler ancak böyle bir anlayış ve adalet duygusu ile çözümlenebilir.
Böylece Anadolu’nun en uzun bereket kapısı olan Kızılırmak başta olmak üzere göller, çaylar ve dereler kurtulacak ve doğa ile birlikte insanlık kazanacaktır. Haydi, Kızılırmak’ın gözyaşlarını dindirelim. Kızılırmak’ın gözyaşlarının dindirelim ki yarın çocuklarımız ağlamasın.

 

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 23

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Sakin KARAKAŞ

Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ

OSMANCIK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNİ ARIYORUM
Kısa adı OSMİAD olan Osmancık sanayici ve işadamları derneği 2008 yılı şubat ayında büyük ümitlerle kuruldu. Yıllardan bu yana örgütlenme fakiri olarak gördüğümüz Osmancık’ta işadamlarının bir araya gelerek örgütlenmesi yöre için bir umut çiçeği olarak açtı. OSMİAD kurulur kurulmaz bölgeye umut dağıttı. Osmiad’ın kurulmasını takip eden aylarda aşağıda özetini vermeye çalıştığım haberler yerel basında yankılandı. Osmancık ve Çorum ile ilgili web sitelerinde OSMİAD haberleri yerini aldı. Nedir bu haberler diye soracak olursanız sadece haber başlıklarını aktarmaya çalışacağım. “Osmiad’dan Organize sanayi atağı, Osmiad Kızılırmak havzasında yatırımların lokomotifi olacak, Osmiad hızlı başladı vb. haber başlıklarını çoğaltmak mümkün.
Dernekleşen İşadamları yapılan toplantı da yaptıkları açıklama da; ''Osmancık Organize Sanayini hayata geçirmek, Yeni istihdam alanları oluşturmak, yeni yatırımların önünü açmak, güçlü şirketleşmeyi sağlamak ve genel anlamda ilçenin sanayi ve ticaretini geliştirmek olduğunu, Küçük yatırımları bir araya getirerek mevcut potansiyelimizi geliştirmek amacında olduklarını söylediler.
Gönül isterdi ki OSMİAD rüzgarı ile Osmancık ticaret odası kurulsun. Ancak olmadı; Çünkü Çorum ticaret odası için Osmancıklı üyeler önem arz ediyordu. İki yüzün üzerindeki Osmancıklı ticaret erbabı Çorum için önemli bir gelir kapısıydı. Aman aman denildi, alın size bir parmak bal. En kısa zamanda Çorum ticaret odasının Osmancık’ta bir şubesi açıldı. Osmiad kurulduğunda ben daha çok  organize sanayi bölgesi ile ilgili demeçlerle ilgilenmiş ve Osmancık adına umutlanmıştım. Osmancık organize sanayi ile ilgili bir arpa boyu yol kat edilemedi. Osmiad bu hususta sivil inisiyatif olarak etkili bir rol üstlenemedi. Kızılırmak havzasında yatırımlarım lokomotifi olamadı. Küçük sermayeler birleştirme faaliyetleri gerçekleştirilemedi. Bölgede yeni istihdam alanlarının oluşturulması için gereken adımlar atılamadı.
Kamu teşviklerinden yararlanmanın en temel şartlarından birisi olan ve Osmancık’ın geleceği için önem arz eden Organize sanayi bölgesi ile ilgili araştırma ve incelemeler lafta kaldı.  Konu ile ilgili bir çalışma grubu kurularak güçlü bir lobi oluşturulması için gerekli olan hiçbir faaliyet yapılamadı. Avrupa birliği fonları hibe programlarından Organize sanayi bölgesi için herhangi bir proje hazırlanamadı.
Bu bağlamda gözler bölgede yeni istihdamların umudu olan Osmiad ve dolayısı ile Osmancık organize sanayi bölgesini aradı. Aradan iki yıl geçti, Osmiad birkaç ödül töreni ve yemek etkinliği ile anıldı. Osmiad’ın Kızılırmak havzasında yapılması muhtemel özel teşebbüsler için bir ilaç olamayacağı anlaşıldı.
Bu arada Osmiad çok halis niyetli ve özverili bir yönetim kurulu çevresinde adı lafta olan yemeklerde ve törenlerde  Osmiad adına boy gösteren memleket için suya sabuna dokunmayan üyelerden oluşan bir örgüt olarak hafızalarda yer bulmaya başladı. Durum böyle olunca da iki önce bölge için açan umut çiçeği yavaş yavaş solmaya başladı.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 24

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Sakin KARAKAŞ

Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ

TÜRKİYE’NİN KANAYAN YARASI KAÇAK ELEKTRİK MESELESİ
Geçtiğimiz günlerde Zübeyir KINDIRA’nın kaçak elektrik meselesi ile ilgili haberi  görsel ve yazılı medyada önemli yankı buldu. Haberde TEDAŞ'ın elektrik tahsilatı yapmakta zorlandığı anlatılıyor.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki illerde kaçak elektrik kullanımın bir türlü önüne geçilemediği anlatılıyor. Tedaş, tüm iller bazında en çok kayıp kaçağın olduğu, en çok satışın yapıldığı, en az kayıp kaçağın hangi illerde olduğuna ilişkin liste yapmış.
Buna göre; en fazla kayıp kaçak oranı  Mardin'de. En az kayıp kaçak bulunan il ise Denizli. Türkiye'nin geneli baz alındığında TEDAŞ, 156.901.365.217   kilowatsaat enerji satışı yapıyor. Ancak 134.359.839.244'lük bölümün tahsilatını yapılabiliyor. Aradaki fark ise kayıp kaçak hanesine yazılıyor.                                                 
Türkiye genelinde ortalama kaçak elektrik kullanım oranı %14.37 Tedaş yetkilileri iletim hatları teknolojisinin eskimesi, bakımsızlık, özelleştirme, taşeron uygulamaları gibi birçok sebebe bağlı olarak elektirik kaybı olduğunu da belirtiyorlar. Bu sebeplere dayalı kayıp oranı Türkiye ortalamasının is%5 lerde olmasının normal olduğunu belirtiyorlar.
14 ten beşi çıkardığınızda 9 kalıyor. Bakkal hesabı  yapacak olursak bu ortalamanın yaklaşık %8 ini  Güneydoğu vilayetleri oluşturuyor. Geriye kalan %1-2 gibi bir oranı ise diğer vilayetlere mal etmek mümkün.                                 
Dolayısıyla batı illerinde kaçak elektrik oranı makul düzeye çekilebilmiş. Türkiye ortalamasının %14 lerde olması Doğu ve Güneydoğu illerindeki yüksek kaçak oranından kaynaklanıyor.                                                                                            
Bu illerde kaçak elektrik kullanma olayı hemen hemen günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş. Kısacası bu illerde kaçak elektrik kullanımı olağan görülüyor. Bir başka ifade ile her on kişiden yedisi kaçak elektrik kullanıyor.                             
Çorum 81 vilayet arasında 32. sırada yer alıyor ve kaçak oranı %9.83 yani Türkiye ortalamasının  altında. Şampiyon ise %73 ile Mardin, Şırnak %71  ile ikinci sırada. Onları %66 ile Batman  ve Diyarbakır takip ediyor.                                              
Kaçak elektriğin kare ası Diyarbakır,Mardin,Şırnak ve Batman ile böylece tamamlanmış oluyor.Elektrik kaçakçılığında ilk 15 içerisinde yer alan illerin tamamı Doğu ve Güneydoğu’dan.                                                                                      
Bu rakamlar insanın kanını donduracak cinsten. Elektrikçi deyimi ile  Diyarbakır,Mardin,Batman,Şırnak ve Hakkari çok akım çekiyor. Bu bölgede elektrik hatlarında  yükün çok ağır olduğu malum.                                                                  
Evet! Türkiye’nin kanayan yarası kaçak elektrik meselesi. Kullandığı elektriğin faturasını ve vergisini ödeyen, üreten ve bu bağlamda Türkiye’nin sigortası sayılan  illerimiz  bu aşırı akım karşısında zorlanıyor.  Peki ya bu gidişle sigortalar atarsa…

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 25

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Sakin KARAKAŞ

Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ

REHBER ÖĞRETMENLER NE İŞ YAPAR?
Son yılarda okul ve kurumlarda suç ve şiddetin önemli oranda arttığı gözlerden kaçmıyor. Milli eğitim bakanlığının okul ve kurumlarda suç ve şiddetin önlemesine yönelik çalışmalar yaptığı da biliniyor. Üniversitelerle işbirliği içerisinde suç ve şiddetin türleri, öğrencinin yaşadığı çevre, öğrencinin yaşı, okul türleri vb araştırmalar yapılıyor. Aile profilleri takip ediliyor. Konu ile ilgili hizmet içi eğitim faaliyetleri düzenlenerek başta öğretmenler olmak üzere eğitim çalışanları aşamalı olarak konu ile ilgili hizmet içi eğitimden geçiriliyor.
Okullardaki rehberlik faaliyetlerine son derece önem veren Milli Eğitim Bakanlığı okullarda rehberlik hizmetleri birimi oluşturarak hemen her okula bir rehber öğretmen norm kadrosu tahsis etmiştir. İmkânlar ölçüsünde bu kadrolara atama yapılmış atama yapılmayan okullarda ise görevlendirmeler yapılarak okul rehberlik hizmetleri önemli bir birim haline getirilmiştir. Üstelik bu çalışmaların sağlıklı sürdürülebilmesi için okul rehberlik hizmetleri yönetmeliği çıkarılmış ve yürürlüğe konulmuştur.
Bu bağlamda Okul rehber öğretmeninin görevleri 32. maddede ifade edilmiştir. Buna göre; Okul rehber öğretmeni aşağıda maddeler halinde ifade edilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.
Rehberlik programının uygulanışında sınıf rehber öğretmenlerine yardım eder, okula yeni gelen öğrencilere, sınıf rehber öğretmeni ile işbirliği yaparak, okul ve yakın çevreyi tanıtan çalışmalar yapar.
Okulun öğretim programı, uygulanan mevzuat ve bunlarda yapılan değişiklikleri, rehberlik ve psikolojik danışma hizmetlerini, disiplin kurulları ve ihtiyaç duyulan diğer konular hakkında açıklayıcı bilgiler hazırlar ve öğrencilere duyurulmasını sağlar, eğitici çalışmaları programlamada ilgili ve sorumlu öğretmenlere yardım eder. Bu çalışmalara katılan öğrencilerin uyum ve gelişim durumlarını takip eder, görülen aksaklıkların çözümüne çalışır, sınıf rehber öğretmenleriyle görüşerek, problemli ve rehberliğe muhtaç öğrencileri tespit eder. Şahsi ve ailevi problemlerinin çözümü için gerekli çalışmaları yapar.
Öğrencilerin gidebileceği üst okullar, çalışabileceği iş ve meslekler hakkında bilgi toplar ve bu bilgileri öğrencilere duyurur.
Okulda iş ve meslekleri tanıtıcı programlar hazırlar, ilgili okullara ve işyerlerine öğrencilerle birlikte geziler düzenler.
Öğrencilerin genel ve özel yetenekleri ile, ilgileri, kişilik özellikleri ve bilgi seviyeleri hakkında bilgi toplamak amacı ile test, envanter ve anket gibi psikolojik ölçme araçları uygular, sonuçlarını toplu dosyalara işler, özel ve şahsi bilgileri gizli tutar.
Üstün zekalı ve üstün özel yetenekli öğrencilerle, özel ihtiyaçları olan öğrencileri tespit eder ve bunları koordinatör rehber öğretmene bildirir.
Öğretim programları, okul ve meslek seçimi, başarısızlık, öğrenme güçlükleri, şahsi ve sosyal uyum problemleri konularında öğrencilere psikolojik danışmanlık yapar. Danışmanlık yaptığı öğrencilerin uyum ve gelişim durumlarını takip eder ve sonuçlarını değerlendirir.
Öğrencilerin rehberlik ve psikolojik danışmaya olan ihtiyaçları, problemleri ile başarılarını etkileyen faktörler hakkında inceleme ve araştırma yapar, sonuçları üzerinde öğretmenlere ve okul yöneticilerine tekliflerde bulunur.
Rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri ile ilgili gerekli kayıtları tutar, ilgili yazılara cevap hazırlar ve istenen raporları düzenler.
Çocukların genel olarak yetenek, ilgi, başarı ve gelişim durumları ve diğer konular hakkında velilere açıklamalarda bulunur.
Rehberlik hizmetlerinde kullanılacak test,envanter,anket,toplu dosya gibi araçları hazırlama ve geliştirme çalışmalarına katılır.
Okul-aile birliği toplantılarına katılır ve bu toplantılarda rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri hakkında açıklayıcı bilgiler verir.
Çevrede hizmet veren kuruluşların ve başka okulların çalışmalarını takip eder ve bunlarla işbirliği yapar.
Okulu bitiren öğrencilerin durumlarını inceler ve sonuçlarını analiz ederek ilgililerin bilgisine sunar.
Disiplin kurulu toplantılarına istişari mahiyette katılır, olayların yorumunda ve ceza tertibinde fikrini söyler.
Yıllık plana uygun olarak her gün yapacakları işleri planlar ve okul müdürünün onayına sunar.
Öğretim yılı sonunda uygulanan rehberlik faaliyetlerini, meydana gelen aksaklıkları, gelecek öğretim yılında rehberlik faaliyetleri için gerekli ihtiyaçları ve bu konu ile ilgili tekliflerini belirten bir rapor hazırlayarak koordinatör rehber öğretmene verir.
Evet; Okullarımızda rehberlik faaliyetleri üst seviyeye çıkarılmış ve hemen her okula bir rehber öğretmen norm kadrosu tahsis edilmiştir.  Bakanlığın sistemli olarak rehberlik faaliyetlerine önem verdiği gerçeği bütün açıklığı ile ortada iken; Uygulamada sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Bu bağlamda okullarımızdaki rehberlik faaliyetlerinden ve  rehber öğretmenlerden arzu edilen sonuçlar alınamamıştır.
Görev yaptığı eğitim bölgesinde alanında marka olmuş, düzenlediği etkinliklerle adeta bu işin lokomotifi sayıla ve  görev yaptığı birimin rehberlik güvencesi ve adeta yüzünün akı olan rehber öğretmenlere  bir diyeceğim yok. Onların emeklerine saygı duyuyor ve başarılı çalışmalarının devamını diliyorum. Ancak üzülerek belirtmek isterim ki yukarıda belirtilen maddeler ışığında rehber öğretmenlerin önemli bir kısmını, yaptıkları ve eğitim adına ürettiklerini sorgulamak ve yargılamak gerekiyor.
Rehber öğretmenler kendini yenileyemediği, yukarıda açıklanan bilgiler içerisinde eğitim ortamında etkin bir rol üstlenemediği sürece kafalardaki rehber öğretmenler ne iş yapar sorusu giderek derinleşecektir

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  26

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Sakin KARAKAŞ

Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ

FİLİSTİN’E YOLA ÇIKARKEN DOĞU TÜRKİSTAN’I UNUTMA
Filistin’e yola çık kampanyası aylardan bu yana devam ediyor. İngiltere’den başlayan yardım hareketi Türkiye’yi geçerek Şam üzerinden Lazkiye’ye geçti. Lazkiye limanından Ulusoy 6 isimli gemi ile Gazze’ye ulaşılması planlanıyor. Bir ara İsrail saldırılarından çekinen gemi firmalarının konvoyu taşımak istememesi üzerine gemi krizi çıkmıştı. Ancak bir Türk firmasının konvoyu taşıyabileceğini belirtmesi üzerine kriz atlatılmıştı. Lazkiye Limanı'na gelen ''Ulusoy 6'' gemisine konvoyda yer alan yaklaşık 200 araçla birlikte 50 kişi bindi.        İngiltere’den yola çıkan yardım konvoyu yol aldıkça büyüdü. Konvoyda Filistin’e destek veren Hıristiyan ve Yahudilerde bulunuyor. Bu bağlamda yardım oluşumunu uluslar arası çerçevede gerçekleşmiş oluyor. Yardımın Türkiye ayağını İHH İnsani Yardım Vakfı ve Anadolu İnsani Yardım Derneği (AYDER)’in yürüttüğü “Filistin’e Yol Açık’ sloganlı yardım konvoyu ülkemizde büyüdükçe büyüdü. Yardıma Türkiye’den destek veren duyarlı Müslümanları alkışlıyoruz. Konu Filistin olunca havadan,karadan ve denizden destek yağıyor. Allah bu yardıma sebeb olanlardan razı olsun İHH İnsani Yardım Vakfı başkan yardımcısı Yaşar Kutluay konu ile ilgili bir açıklama yapmış. “27 Aralık 2008 tarihinde İsrail’in, Gazze’ye saldırı başlattığını, İsrail’in havadan, karadan ve denizden yürüttüğü saldırıda her türlü silahın savunmasız Filistin halkı üzerinde kullanıldığına dikkat çeken Yaşar Kutluay, “İnsansız uçaklar, çocuk, kadın, yaşlı demeden hedef tanımaksızın Gazze topraklarının üzerine bombalar yağdırırken, kullanılması yasak olan fosfor bombalarının altında 500’ü çocuk olmak üzere bin 500 insan hayatını kaybetti.” Yaşar beyi bu duyarlı tavrından dolayı kutluyoruz.
Konu Filistin olunca, İHH başta olmak üzere havadan karadan ve denizden yardım yağdıran bütün sivil toplum örgütlerini Doğu Türkistan’da Çin zulmü altında inim inim inleyen Müslüman Türker içinde kampanya düzenlemeye davet ediyorum. Hatta kampanya’ya destek veren Müslümanları da neden bu kampanyaya Doğu Türkistan dahil edilmedi sorgusunu yapmaya davet ediyorum.
Bakınız;  konunun vahameti ne boyutlarda Doğu Türkistan’da neler oluyor bir hatırlayalım. Doğu Türkistan'da hamile kadınlara zorla kürtaj yapılıyor yüzbinlerce insan kısırlaştırıldı, ayrıca Kur'an-ı Kerim’in öğretilmesi ve ibadetlerin yapılması yasaklanıyor, camiler ibadete kapatılarak 'domuz ahırı' olarak kullanılıyor. 1947 yılında 1.5 milyon olan Doğu Türkistan'daki Çinli sayısının bugün 10-11 milyona ulaştığı belirtiliyor.. Her yıl ortalama 400 bin Çinli Doğu Türkistan'a getirilip yerleştiriliyor. Çin’in asıl hedefi 2020 yılına kadar Doğu Türkistan'da 50 milyon Çinli'yi getirip, ülkenin asıl sahibi Müslüman Türkleri azınlıkta bırakmak. Kızıl Çin hükümeti, Doğu Türkistan Müslüman halkına tarihte başka örneği olmayan yöntemlerle hem fiziki hem de kültürel soykırım uygulamaktadır. Bir yandan ülkeye Çinli göçmenler getirilirken, diğer yandan Müslüman Türk kızları çalıştırılmak bahanesiyle Çin'e götürüp zorla gayrimüslimlerle evlendirilmektedir. Çin hükümetinin Türk köylerinde nükleer denemeler yapmasına uygar dünya sesini çıkarmamaktadır. Çiftçilerin ellerinden alınan topraklar, Çinli göçmenlere verilmektedir."Yeraltı zenginlikleri talan edilerek, Çinlilerin refah ve zenginliğinde kullanılmaktadır. Çin'in gelişmesinin en büyük etkeni Doğu Türkistan'dır. Çünkü; Doğu Türkistan yer altı ve yer üstü zenginliklerine önemli derecede sahiptir. Müslümanların özgürlükleri tamamen kısıtlanmıştır. Dini bayramların kutlanması, oruç tutulması, namaz kılınması yasaklanmıştır. Budist ve Hıristiyan Çinliler ibadetlerinde tamamen serbesttir. Hıristiyan misyonerler, Doğu Türkistan'da serbestçe dolaşıp propaganda yapabilmektedir.  Doğu Türkistan'dan son günlerde gelen toplu infaz haberleri gelmektedir.. Doğu Türkistan meselesi sadece Müslüman Uygur Türk’lerinin bir sorunu olarak görülmemeli ve bu mazlumlara vicdan sahibi insanlar sahip çıkmalıdır.  
Bugün Doğu Türkistan'da yaşayan Müslüman Türkler, "Mao'nun Kızıl Çin"inde yaşananların tekrarını yaşamaktadırlar. Gençler sebepsiz yere tutuklanmakta, rejime karşı oldukları iddiası ile idama mahkûm edilerek kurşuna dizilmekte, kazançları acımasız vergilerle ellerinden alınmakta, halk açlık tehlikesiyle ölümün eşiğinde yaşamakta, Müslüman Türk köylerinde yapılan nükleer denemelerle ölümcül hastalıklara yakalanmaktadır. Çin mahkemelerinde yargılanan Müslümanlara diri diri toprağa gömme, öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak, iki bacağından iki ayrı öküze bağlanan bir insanı ikiye bölmek gibi cezalar  uygulanmaktadır. Batılı ülkeler, Çin tarafından tüm dünya ile irtibatı özellikle kesilen bu topraklardaki insan hakları ihlallerini her zamanki gibi görmezlikten ve duymazlıktan gelmektedir.
Doğu Türkistanlı Müslümanlar, yaklaşık üç asırdan bu yana Çin egemenliği altında yaşamaktalar. Çinliler, bir İslam toprağı olan Doğu Türkistan'a "kazanılmış topraklar" anlamına gelen "Sincang" adını koydular ve burayı kendi toprakları olarak tanımladılar. 1949 yılında Mao önderliğindeki komünistlerin Çin'in yönetimini ele geçirmelerinin ardından, Doğu Türkistan üzerindeki baskılar eskisine oranla daha da arttı. Komünist rejim politikası, asimile olmayı reddeden Müslümanların fiziksel olarak imha edilmesine yöneldi. 1949 yılından sonra Mao liderliğindeki komünist Çin’in asimilasyonu ve Doğu Türkistanlıları katletmesi korkunç boyutlara ulaştı. Ya öldürüldüler ya da kıtlık ortamında ölüme terk edildiler. 1965'ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakama ulaştı.
 Doğu Türkistan'da halka uygulanan baskılar, Sırplar'ın Bosna'da Müslüman Boşnaklara veya Yahudilerin İsrail’de Filistinlilere uyguladıklarından farklı değildir.
Evet Doğu Türkistan’daki Çin zulmünün sadece kısa bir özetini anlatmaya çalıştım. Şimdi bütün bu bilgiler ışığında Filistin’e yola çıkanlarla ilgili kafanızda birazcık soru işaretleri oluşmadı mı? Filistin’e yola çıkanlar beraberinde Doğu Türkistan’a yola çıkamazlar mıydı? Filistin’e yola çıkanların içerisinde Hıristiyan ve Yahudilerin bulunması kafanızda bir takım soru işaretleri oluşturmadı mı? Geçtiğimiz Kurban Bayramı başta olmak üzere Filistin’i ve Afrikalı Müslümanların adını kullanan bir takım yardım kuruluşlarının isimleri kurban kesimi konusunda bir takım kirli işlere bulaşmadı mı? Son bir not Filistin’e Yol Açık bırakılırken Doğu Türkistan’a yolun kapalı olmasını mı arzu ediyorsunuz? Doğu Türkistan’da Çin zulmünü yaşayan Müslümanların Türk olması acaba bu işin reytingini mi düşürüyor?

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 27

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Sakin KARAKAŞ

Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ

OSMANCIK SANAYİ SİTESİ NEREDE?
Osmancık sanayi sitesinin kuruluş fikri 1970’li yılların başlarında ortaya atıldı.  Konu ile ilgili olarak örgütlenme sorunu yaşayan sanayi esnafı sonunda site arsasının yer tespiti ile avundu. 1980’li yılların ortalarında temeli atılan sanayi sitesinin inşaatı yaklaşık 18 yıl devam etti. Sabrın sonu selamettir atasözüne uygun mudur bilemem ama 18 yıl sonra sanayi esnafının sitesine kavuşması biraz düşündürücü olsa gerek.
Bu arada nüfusu ikiye katlanan ve ekonomik açıdan gelişen Osmancık’ta sanayi sitesi ihtiyacının 18 yıl sonra giderilebilmiş olması derin sıkıntılara yol açtı. 2000’li yılların başlarında ise tamamlanan sanayi sitesine esnafın taşınması istendi. Kentin içerisinde yıllarca perişan halde hizmet üretmeye çalışan sanayi esnafı sonunda modern dükkânlarına kavuştu.
Sorunların sona ereceği ve ticari pastanın büyüyeceği hayali ile modern olduğu tartışılan yeni dükkânlarına taşınan sanayi esnafı büyük bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya kaldı. Henüz alt yapısı tamamlanmamış olan bölgede sıkıntılar günbegün büyümeye başladı.
Dükkânların önemli bir kısmının kısa bir süre sonra çökmeye başladı. Açık alan aydınlatmalarının yeterince gerçekleştirilmemiş olması, bölgeye ulaşım sorununun çözülememiş olması, giriş çıkış bölgelerinin netleştirilmemesi, açıklamalı yön tabelalarının oluşturulamamış olması, reklâm ve tanıtım zafiyeti, esnafın bölgeyi bilinçsizce kullanması sonucunda hurda ve artık malzeme ile oluşan görüntü kirliliği kısa zamanda sanayi sitesini yaşlı bir konuma getirdi.
Pastanın büyüyeceği umudu ile bölgeye taşınan esnafın kendini yenileyemedi. Bilgisayarlı bakım, onarım, hizmet ve üretim anlayışının geliştirilememesi, geleneksel usullerle işi götürmeyen çalışan esnafın gelişen teknolojiye ayak uydurmaması, bölgede birkaç banka ATM cihazının açılmaması gibi sorunlara siteyi amatörce yönetme sorunu da eklenince Osmancık sanayi sitesi Osmancık insanı ve esnafı için umut olmaktan çıkmaya başladı. İşte bütün bu bilgiler ışığında özellikle gece saatlerinde Samsun İstanbul D-100 karayolunda seyreden araçların Osmancık sanayi sitesinin girişini ve yerini kestirememesi sonucunda doğal olarak insan aklına Osmancık sanayi sitesi nerede sorusu geliyor. Bu sorunun cevabı sağlıklı olarak verildiğinde ve söz konusu sorunların önemli bir kısmı çözümlendiğinde müjdelemek isterim ki “Sanayi Sitesi” Osmancık için umut olacaktır.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  28

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Sakin KARAKAŞ

Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ

ÖĞRETMEN  VE YÖNETİCİLERİN BAŞARI SORUNLARI
            Milli Eğitim Bakanlığı gerek personel sayısının çokluğu  ve gerekse hizmet alanı açısından en önemli bakanlık. Dolayısı ile Milli Eğitim Bakanlığının çalışmaları hemen hemen yetmiş milyonun tamamını ilgilendiriyor. Durum böyle olunca da haberciler için Milli Eğitim Bakanlığının çalışmaları ile ilgili  olumlu yada olumsuz onlarca haber üretmek mümkün oluyor. Bu haberlerin önemli bir kısmı ise öğretmen alımları ile ilgili. Hemen her yıl elli bine yakın öğretmenin istihdam edildiği bakanlık dolayısı ile ülkemizdeki üniversite mezunlarının da önemli bir istihdam kapısı oluyor. Yok şu branştan az alım oldu, yok bu branştan çok alım oldu; Neden bütün mezunlar öğretmen olarak atanmıyor vs. Alın size spekülasyona açık onlarca tartışma konusu ve haber.  Tabii ki sorun istihdam olunca ilgili ilgisiz bütün sendikalarda bu durumdan nemalanma çabası içerisine giriyor. Sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye’de devasa bir bakanlık olan Milli eğitim Bakanlığının kusurları üzerine adeta ihtisaslaşmış bazı kurum ve kuruluşların türemeye başladığı ise bir gerçek. Kaş yapayım derken göz çıkaran bu sivil örgütlerin zaman içerisinde sistemi tıkadıkları da bilinen gerçekler arasında.
            Hak hukuk adına oluşan çok seslilik arenasındaki gelişmelere çok da fazla diyeceğimiz bir söz yok. Ancak sistemi tıkama pahasına hemen her konuya muhalefet eden bu kuruluşların azıcıkta olsa kendi üyelerinin başarısızlıklarını da görmeleri gerekmez mi? Bakanlık şu yönetmeliği çıkarmış yürü doğru mahkeme yoluna. Bakanlık şu uygulamayı yapmış haydi mahkemeye. Bakalım nereye kadar. Hak arama adına bakanlığın hemen her uygulamasında mahkeme kapılarını çalanlar acaba kendi üyeleri sistemin neresinde araştırıp biraz olsun öz eleştiri getirmeyi düşünmezler mi? Mağdur olanın da olmayanında soluğu mahkeme de aldığı bir sürece girdik. Terazinin bir kefesine devleti  ve diğer kefesine de kendisini koyarak dengeyi sağlayamayan bu zihniyet bakalım nereye kadar işi götürebilecek.
Kendi kusurunu gören yok. Meslek hayatı boyunca bir tek kitap dahi okumayan, gazete gördüğünde öylesine fotoğraflarını inceleyen, bilgisayarın açma kapama düğmesinin dahi nerede olduğunu bilmeyen, e- okul sistemi ile henüz hiç tanışmamış olan ve bu işlerini okulun genç öğretmenlerine yaptırmayı yeğleyen, bakanlık uygulamalarını yakından takip edemeyen ve gelişmelere kapalı geleneksel yöntemlerle mesleğini icra eden günde kırk defa maaşının ve alacağı ek dersin hesabını yapan, bu gün okuldan nasıl kurtulurum çabası içerisinde olan öğretmenlerin var olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Valimizin birisi başarısız olan okul ve yöneticileri istifaya çağırmış. Sayın valinin bu isteğinin mecazen olduğunu düşünüyorum. İçinde bulunulan durumun fotoğrafını çektiğimizde sayın valinin mecazen de düşünse haklı olduğunu vurgulamak gerekir. Başarısız olan yönetici ve öğretmenlerin istifa etmesi mümkün değildir. Ancak sayın valinin bu mesajı sadece kendi ilinde görev yapan öğretmen ve yöneticilere değil Türkiye’deki bütün eğitimciler için ders olmalıdır. Ders veren konumunda olan bütün eğitimciler bu defa sayın valinin bu isteğinden ders çıkarmalıdır. Bu bağlamda sayın vali son derece haklıdır.
Hijyen kavramından nasibini almamış, hemen her yerin toz toprak içerisinde olduğu, tuvalet sularının koridorlara kadar ulaştığı, koridorlarından geçerken insanın burnunu tıkama ihtiyacı hissettiği, çalışma ve üretme şevk ve heyecanını kaybetmiş ve okulunu geleneksel usullerle yönetmeye çalışan ve bu anlamda işleri Arap saçına çevirmiş olan yöneticileri de hesaba kattığınızda sayın valiyi alkışlamak gerekiyor. Ulu önder Atatürk’ün söylemi ile ifade etmek gerekirse; Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.  Evet! Ülkeyi yüceltenin eğitimciler olduğunu övünerek söylemek biz eğitimcilerin en temel hakkıdır. Ancak; bu durumun sevabı ile övünmek hakkımız olduğu gibi eğer ülkede işler yolunda gitmiyorsa vebali de eğitimcilerin olacaktır.
Bu bağlamda biz eğitimciler adına faaliyet gösteren sivil kuruluşların kendilerine bir çekidüzen vermelerini, kendi üyelerinin hizmet içi faaliyetlerine ağırlık vermelerini, laf olsun diye bakanlığı yıpratma yarışına girmemelerini, Bakanlığın çalışmalarına köstek değil güç vermelerini, haklı oldukları konularda mahkeme yolunu tutmalarının bir hak olduğunu ancak ceviz kabuğunu doldurmayan konularda köstek olmamalarını öneriyorum. Hele hele çalıp çırptığı ispatlanmış olan üyelerini ayıklayarak örgütten uzaklaştırmalarını ve kendi içerisinde temiz eller operasyonu yapmalarını tavsiye ediyorum.          
 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 29

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Selma GÜRSEL

Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

FIRINDA HAMSİ
1,5 kilogram hamsi
3 adet orta boy patates
2 İstenirse 2 baş kuru soğan
Bir miktar tuz
2 fincan zeytinyağı
Hamsiler başları ve içleri ile kılçıkları alınarak bir kaba konulur. Bu kaba konan hamsiler bol su ile yıkanarak süzgece alınarak suyu süzülür.
Ayrı bir kapta soyulan patatesler soyulduktan sonra kangal halinde dilimlenir. Bol su ile yıkanarak bir tarafa konulur. İki baş soğan doğranarak kangal halinde doğranır.
Bir fincan zeytinyağı veya sıvı yağ tepsiye dökülerek fırının tepsinin her tarafı yağlanır. 
Yıkanan balık ve patates ve soğana istenildiği kadar tuz serpilir. Patates ve soğanlar tepsinin altına düzgünce sıralanarak ve hamsiler eşit olarak tepsiye döşenir. Hamsilerin üzerine bir fincan yağ gezdirilerek kızdırılmış fırına sürülür. Önce sulanan hamsi bir miktar zaman sonra suyunu çekerek kızarır.
Kızartılan hamsi istenirse tabaklara paylaştırılarak servis yapılır. İsteyenler limon sıkarlar.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 30

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

RESİMLE DOSTLUK
 
Bir arkadaş
Bir dost,
Bir komşu resmi yap,
Baş köşeye oturt onları…
 
Zarar, kâr hesabı yapma
Çıkar, ihtiras, ihanet gibi
Kelimeleri
Aklının ucundan bile geçirme...
Boya, süsle,
Evinin en güzel yerine as...
 
Bunlar varken
Korkusuz
Endişesiz uyu...
 
Cıvıl cıvıl renklerle
Samimi çizgilerle
Dostluğun,
Göreceksin ki
Seni hüsrana uğratmayacak...

Paris – 03.03.1999

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 31

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

DESENLER

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

17. SAYI FİKİR DERGİSİ NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/02/2010