SANAL OLMAYAN ;
"FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA HOŞ
GELDİNİZ !
|
30 AĞUSTOS
ZAFER BAYRAMI
|
DİKKAT !
BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
SAYI 12 01/09/2009 |
|
İÇİNDEKİLER
|
Ahmet CANBABA TEPKİSİZLİK
Ahmet CANBABA KUDURDU KUDURASICA
Ahmet CANBABA BİR ŞİİRİN ANATOMİSİ
Ahmet CANBABA DOKUNUR
Ahmet CANBABA İŞTE YAŞAM
Ahmet CANBABA ACILARA AĞIT
Ahmet CANBABA FARKINDA MIYIZ
Ahmet CANBABA EL ELE OLALIM
Ahmet CANBABA ASALAK
Atilla ALPAY KADİR GECESİ
Atilla ALPAY YEŞİLAY’A DESTEK VERİN…
Atilla ALPAY MEVLİT
İsa KAYACAN HİKAYELERİYLE TEKE YÖRESİNİN BAŞKENTİ BURDUR
TÜRKÜLERİNDEN BİR DEMET ÇEŞİTLEME
Mahmut Selim GÜRSEL DEĞİŞİME UĞRADIK MI?
Mahmut Selim GÜRSEL GECE VE GÜNLER GEBE
Mahmut Selim GÜRSEL OTUZ AĞUSTOS
Mahmut Selim GÜRSEL BOZULAN DÜNYA
Mustafa Nevruz SINACI AÇILIM, AÇLIK, AFET VE FELAKET
Mustafa Nevruz SINACI HAİN TUZAK 6-7 EYLÜL
Mustafa Nevruz SINACI GÖNÜLLERDE Kİ BAŞBAKAN
Mustafa Nevruz SINACI BAĞIMSIZ YARGI, TARAFSIZ ADALET…
Mustafa Nevruz SINACI SANCAK-I ŞERİFLER ORTAYA ÇIKACAK
Mustafa Nevruz SINACI DEMOKRATİK AÇILIM VE TAZMİNAT HAKLARI
Müslüm TUNABOYLU TAŞIMACILIK KENTLERDE NEDEN SAVSAKLANIYOR
Ömer SEZER SORULARIM
Ömer SEZER YAŞIYORUM HÂLÂ
Selma GÜRSEL MAYALI
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI BİZ NEYİN KADRİNİ BİLDİK Kİ?
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI ARİS CAMİİ VE BENCHEİKH EL HOCİNE ABBAS
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI DAR KAPI
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI UNUTMA
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI GÜNDÜZ GECEDEN BAŞLAR
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI DESENLER
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
TEPKİSİZLİK
Karşı kuvvet, karşı söz, karşı davranış bir
etkinin karşılığı olarak karşımıza çıkar. Etki ve tepki bir
güçler dengesidir. İnsan, sağlığında, ekonomisinde, sosyal
yaşamında, kültürel yaşamında aklınıza ne gelirse etki
içgüdüsüyle hareketimizin her davranışımızın karşısında bir
tepki ile karşılaşmışızdır.
Örneğin Bir Çanakkale savaşı İngiliz ve
Fransızların İstanbul’u ele geçirmek istemesine karşı bir
tepkiden doğmuştur. Balkan savaşlarında yorgun düşen Osmanlıyı
tamamen çökertmek ve Anadolu’nun zenginliklerini yağmalamak
için İngiliz ve Fransızların saldırısına karşı tepki olarak
bir başkaldırıdır.
1. dünya savaşından galip çıkan devletler Önce
Mondros anlaşmasına göre sıkıştırılmış, Osmanlı ordusu
dağıtılmış yani Osmanlının eli kolu bağlanmış sonrada
Türkleri azınlık olarak görüp Osmanlıya nasıl Sevr
anlaşmasını imza ettirmişlerse ve ülke nasıl dört bir
taraftan düşman güçleri ile kuşatılmışsa, buna tepki olarak
ta kurtuluş savaşı başlatılmış ve topyekun halkın mücadelesi ile
Başta Atatürk’ün önderliğinde Kurtuluş savaşı kazanılarak
Cumhuriyet ilan edilmiş ve Yeni bir Türkiye Cumhuriyeti
doğmuştur. İşte bu Cumhuriyetimizin kazanımlarında hangi zor
şartlardan bu günlere geldiğimizi unutmamak gerekir. Bunun
için her cumhuriyet kazanımlarını zora sokacak ve halkın
elinden alacak davranışlara karşı tepkilerimizi ortaya
koymamız lazım. Cumhuriyet’in getirdiği en büyük devrimlerden
birisi laikliktir. Bunun karşısında yobazlar din elden gidiyor
diye cemaatleriyle birlikte tepkilerini gösteriyor da bizler
neden tepkisiziz. Bu günlere gelene kadar gereken tepkimizi
gösteremediğimizden Cumhuriyet karşıtlarına çeşitli tavizler
verilerek yabancıların ve çıkar gruplarının direktif ve
telkinleriyle hareket eder duruma getirildik.
Üniversitelerde öğretim görevlilerimiz, mecliste
Ulusal bağımsızlıktan yana tavır koyan ve azınlıkta kalan
Atatürkçü milletvekillerimiz, Çağdaşlığı savunan kuruluşlarımız
Ordumuz, ADDD, ÇYDD vs birçok dernek ve vakıf gibi
kuruluşlarımız Cumhuriyet mitingleri yaparak Atatürk
Devrimlerinin birer birer elden gidişlerine tepkilerini
göstermişlerdir. Tepkilerin tepkisizliğe dönüşmesi için bu
mitinglere katılan yurtseverler tutuklanmış birçokları
cezaevlerine konulmuşlardır.
Son günlerde birde yol haritaları furyası
başladı. Amerika’nın yol haritası,Türkiye Ermenistan yol
haritası, Türkiye AB yol Haritası ve birde Abdullah Öcalan’ın
yol haritası gibi. Amerikanın Büyük Ortadoğu Projesi adı
altında George Bush’un dayatmasıyla, İsrail ile Filistinliler
arasında yeni bir ‘barış süreci’ başlaması için imzalandı. Netice
fiyasko. Amerikanın güdümündeki bir İsrail’in bağımsız bir
Filistin Devleti kurulmasını asla kabul etmediğinden
Filistinlilerin böyle bir barışa tepkileri devam etmektedir.
Esasında Irak’ı Özgürleştirmenin yolu bile Filistin’den
geçmektedir.
Türkiye ile Ermenistan
arasındaki yol haritası daha çok Ermenistan’ın Azerbaycan
arasındaki düşmanlığını daha da artıracak ve Azerbaycanlı
kardeşlerimizin Kara bağ sorununu daha büyük bir çıkmaza
sokacaktır. Tabiî ki böyle bir yol haritasının uygulanması
aşamasında ABD den, Avrupa ülkelerinden büyük takdirler
alan hükümetimiz Kendi halkını ve Azeri kardeşlerimizi
oldukça üzmüştür. Türkiye AB yol haritasında Aşılamayacak çok
sorunlar vardır. Başta Kıbrıs meselesi olmak üzere
Türkiye’deki demokratikleşme süreci adı altında Türkiye’ye
bir Avrupa baskısı vardır. Avrupa ülkelerinde uygulanmayan
azınlıklar statüsü Türkiye’ye uygulatılarak Ana dilde
eğitiminden, Sosyalleşme dengesinin getirdiği eşitsizliklerin
abartılarak büyük bir ihanet şebekesinin yaratılmasına kadar
birçok kabul edilmez şartlar getirilmiş, sonuç olarak
demokratikleşme açılımı adı altında süregelen girişimlerin bir
çözüm olamayacağının ortaya çıktığı görülmüştür. Bütün bu
ihanet şebekelerinin toplantılarındaki tepkisizlik nedendir
acaba. İnönü’nün bir sözünü hatırlatmak gerekecek galiba. Bir
ülkede Namuslularda en az namussuzlar kadar cesaretli
olmadıkça o memleket düzelmez . Sindirilmiş bir halkın
silkinmesini bekleyeceğiz. Üstelik bu açılıma karşılık
Öcalan’da bir yol haritasıyla karşımıza çıkmış Türkiye’yi
parçalama noktasına getirecek kendine göre cesurca
açıklamalarını yaptı gazetelerden okuduk. Ona bu cesareti
veren sistemin çarkında vatan sevdalıları ezilirken, böyle
açıklamalara fırsat veren idarecilerin Türkiye üzerindeki
oynanan oyunlara hizmet ettiği de açıkça ortaya çıkmaktadır
Neden bizim yol haritamızda Atatürk Devrimlerini
savunmak için yapılacak mücadeleler geçmesin. Aleyhimize
alınacak her kararda tepkisini gösterecek halkın özlemini
duymaktayız. Mücadelemizde bunun için olmalı diyorum. Bu
günleri gören Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa Nutku ne kadar
yerinde.
BURSA NUTKU
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi
ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok
inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük yada en büyük bir kıpırtı
ve bir davranış duydu mu “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması
vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecek tir. Elle,
taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını
koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu
diye onu yakalayacaktır.Genç ”Polis henüz devletin ve
cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek ama hiçbir zaman
yalvarmayacaktır. Mahkemeler onu yargılayacaktır. Yine
düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim
biçimine göre düzenlemek gerek”
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı
çıkışlarla bulunmakla birlikte bana,başbakana ve meclise
telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için
salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyeceki, ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya
girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak
gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri
düzeltmekte benim görevimdir”
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk
Gençliği!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
'KUDURDU KUDURASICA'
Kimsesizliğin çaresizliğine yüklediği derin
uçurumlardaki, yalnız yaşamı ve bu yaşamını paylaştığı birde köpeği
vardı Kadir’in. Kendi ne yerse köpeği ile paylaşırdı. Hep kendi
kaderine benzetirdi sahiplendiği köpeğin kaderini. Onun için ‘Kader’
koymuştu adını.
Fabrikatör Sami Beyi mi sordunuz? Tabi onun
yaşamından da bahsetmek zorundayız.
Sami Bey zengin bir vatandaştı. Sonradan görme
zenginlerden. Zenginliği öyle tesadüf falan değil; bilinçli
zenginlerimizden. Kendi fabrikasında hastanelerin kullanacağı
malzemeyi üretir ve hastanelere satar.
O hastanelerin 'satın alma' da çalışan yetkili
memurlarıyla işi pişirmiştir. Üçe mal ettiğini öyle beşe falan
değil; neredeyse on üçe satar. Allah onun rızkını da öyle
vermektedir(!)
Sami Bey, eşi ve çocuklarının bir dediğini iki
etmez. Evinde hizmetçisi, aşçısı, bahçıvanı gibi çalışanları var.
Hizmetçiye hizmetçi, aşçıya aşçı demezsin. Hepside bir birinden
farksız. Evine bir çalışan alacağı zaman gazeteye ilan verir,
gelenlerin lise mezunu olmasını, en azından kâğıt oyunlarından
birkaçını bilmesini, evde evin hanımıyla iyi geçinmesini, evin uzun
'teri yer' cinsi köpeğini gezdirmesini, iki çocuğuyla arkadaş
olmasını şart koşar, vereceği ücreti de ona göre belirlerdi. Tabi
ki Sami Bey fizyonomiye de dikkat etmekteydi.
Gerek hizmetçi, gerek aşçı son derece güzeldiler.
Onları gören çoğu erkekler aşık olup karılarını boşamaya
kalkarlardı. Evin hizmetçisi, aşçısı, bahçıvanı böyle olunca evin
hanımı nasıldır kim bilir? Tabi insan bu üçünün içinde evin
karısını görse güzellik yarışmasının birincisi zanneder.
Uzun tüylü teriyer cinsi köpekleri bir yarışma da
birincilik almamış mıydı? Adı ‘Tufan’dı köpeğin. Evin büyük oğlu
Selim ve kardeşi Yeşim; ne maskaralıklar öğretmişlerdi Tufan’a.
Aşıları zamanında olur, biraz hastalansa eve özel veteriner gelirdi.
Hâlbuki Kaderin böyle midir yaşamı. Kadere acaba
hayatında sağlığı ile ilgili bir aşı vuruldu mu? Ya sahibi Kadir’in
yaşantısı; Kaderden farklı mı? Daha ufak yaşlarda mahalle çocukları
boğazından tel bağlayıp öyle dolaştırmışlar Kaderi. Sokaklarda,
duvar diplerinde, apartman bahçelerinde yatmış, büyüdükçe ve ensesi
kalınlaştıkça boynuna bağlanan tel boğazını sıkar olmuş. Kim ne
verirse sokak köpeğine yiyemiyormuş.
Açlıktan ve telin boğazını sıkmasından sabahlara
kadar ulur, birilerinin bir yerlerden kendisiyle ilgilenmesini
beklerdi sanki. Üstelik bu uluması birilerini rahatsız etmiş olacak
ki; gece yarısı uyanan kişiler tarafından da bulunduğu yerden
‘taşlanarak uzaklaştırılması’nda işin cabasıydı. Gene böyle bir
günde; hayvan sevmeyen biri tarafından, isabet aldığı bir taşla
çenileyerek uzaklaştırılan bu çoban kırması köpek ağlamaklı
gözlerle, inşaat bekçiliği yapan Kadir'in kulübesinin önüne
geldiğinde; irkilerek durdu. Kadir’in şefkatli yaklaşımıyla,
kendisinin taşla kovalandığını, canının acıdığını bakışlarıyla
anlatıyordu.
Kadir köpeğin başını okşayıp teselli etmeye
çalıştığında, köpeğin boynunda bükülerek etin dışında kalan tel
parçasının eline batmasıyla anlamıştı kaderin boynuna gömülen teli.
Kadir elleriyle köpeğin boynundaki tüyleri araladığında; hayvanın
boynunun çepeçevre iltihaplı olduğunu görmüştü.
Köpek büyüdükçe etinin içersinde kalmış tel,
hayvana yaşadığı sürece ıstırap vermişti demek. Kadir ona bir parça
kendi yiyeceklerinden verdi. Nasıl zor şartlarda yemeği yediğini,
yutkunmada nasıl zorluk çektiğini gördüğünde, ağlamamak için kendini
zor tuttu.
Kadir inşaat patronundan ertesi gün izin alıp köpeği
Veteriner Fakültesi'ne götürmüştü. Veteriner Meliha Yılmaz bir
operasyonla deri içersinde kalan teli çıkarmış, yaranın gereken
bakımını yapmış, iğnesini vurmuş, kullanması gereken bazı normal
numaram ilaçları da Kadir’e vermişti. Esasında Meliha yılmaz da bu
konuda kendisini hayvanlara adamış, hayvan sever bir kişiydi.
Kadir de bir hayvan severden öğrenmiş Meliha
Yılmaz’ı ancak ‘Meliha Yılmaz size yardımcı olabilir’ demişlerdi.
Meliha yılmaz birkaç gün sonra evine pansumana
gelmesi için; Kadir’e ev adresini vermişti. Köpek birkaç gün
içersinde kendini toparlamış, Kadir Meliha hanıma düzenli giderek
pansumanını yaptırmış, artık; Kadir, Kaderle şakalaşır olmuştu.
Kadir köpeğin kaderinin de kendi kaderine
benzediğini düşünerek ona ‘Kader’ ismini koymuştu. Artık Kaderle,
Kadir arkadaştılar. Kader kendisini sahiplenen bu kişinin sanki
kulu, kölesi olmuştur. Kadir kulübesine çekildiğinde kaderle
şakalaşır, boğuşur, onunla oyunlar oynardı.
Kader, Kadir'in elini ağzına alır, ısıracakmış gibi
yapar, geveler, bırakır, üstünü başını ısırarak çekiştirir, en
azından Kadiri'n yalnızlığını giderirdi. Kadere de kendi kulübesinin
bitişiğinde yatabileceği bir yer yaptı. İnşaat alanında Kader,
Kadir'den daha iyi bekçilik görevi yapıyordu. Kadir’in gece görevi
köpekten sonra azalmıştı. Rahat uykusunu uyuyordu.
Kadir geceleri Kaderi serbest bırakıyor, gündüzleri
kulübesine bağlıyordu. Kader geceleri başka köpeklerle arkadaşlık
yapıyor sonra gene kulübesine dönüyordu
Aradan epey bir zaman geçer. Kadir sabahleyin
kalktığında; Kader kulübesinde yoktur. Aradan bir iki gün geçer,
Kaderden hiç ses soluk çıkmaz. Çevrede birçok kişilere sorar, hep
'görmedik' derler. Fakat bir gün bir park bekçisinden bir grup
köpeğin ‘kuduz köpekler var’ şikâyetiyle toplanıp Belediye
Ekiplerince öldürüldüğünü öğrenir. Bu bir söylentidir. Fakat ortada
Kader olmadığı için de kuvvetli bir olasılıktır.
Kadir Hıfsısaha' ya giderek kimlerin iğne olduğunu
öğrenir. Çocuklardan birisinin adresini alıp çocuğun evine ziyarete
gider. Çocuktan kendisini ısıran köpeği ‘tarif’ ettirir.
Çocuk kaderi tarif etmiştir. Kadir, Kaderin kuduz
olduğuna artık kesin gözüyle bakmaktadır. Isırılan çocukların
hepside tedavilerine çoktan başlamışlardır.
Kadir artık diğer köpeklerle birlikte kaderinde
öldüğüne kesin inanır. Bu duruma çok üzülmüştür. Ne yapabilir di; ki
alt tarafı bir bekçi parçasıydı. Öldürülenlerde sokak köpeğiydi, ev
köpeği değildi ya? Sahipleri peşine düşsün ve öldürenlerden hesap
sorsun.
Fabrikatör Sami beyin evindeki köpek ne kadar
şanslıysa kaderde o kadar şanssızdır.
Sami Bey köpeği sevmek bahanesiyle kaç kez hizmetçinin bacağını
okşamaya kalkmış, çoğu kez karısına yakalanmıştı. Sami Beyde her
defasında köpekleri; Tufanı kurtarıcı gibi gösterip:
” -Vallahi hanım köpeği almak için eğildim masanın
altına” demesine rağmen, Nesrin hanımın azarından her defasında
nasibini almış, Sami Beye:
“ -Kudurdun, kudurasıca, utanmıyorsun, hizmetçinin
bacaklarına dokunmaya. Bu yaşta kuduranları teneşir pekler” diye bas
bas bağırırdı evde ama bu Sami Beyin kaçıncı kez hizmetçiyi, aşçıyı
ve bahçıvanı taciz edişiydi. Hepsi de mini etekli, bakımlı
kişilerdi.
Nesrin hanımın arkadaşları geldiğinde; oynanan konken
partisinde çoğu kez, eksik kişiler yerine hizmetçisi veya aşçısı bu
boşluğu doldururdu. Sami Beyin çoğu kez çalışanları mıncıklamasına
da Nesrin Hanım hep:
“ -Kudurdu, kudurasıca” der başka bir şey demezdi. Kader
tarafından ısırılan çocuklardan biri de; Sami Beyin oğlu Selim’di.
Sami Beyin belediyeye şikâyetiyle, sokak köpekleri katledilmişti.
Sami Bey, evindeki köpeği hayvan sevgisinden dolayı değil; oyuncak
‘bir meta’ gibi gördüğünden besliyordu.
Kaderin öldürülmesinin üzerinden kırk gün geçmiştir.
Kadir'de de birtakım rahatsızlıklar belirir. Bir gün hiçbir şey
yokken patronunun üzerine atılır, işçiler patronu zor alırlar
Kadir’in elinden.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- BİR ŞİİRİN ANATOMİSİ
- Mutlu olmak kolay bir olgudur.
neticesini değiştiremeyeceğiniz her olayı normal karşılayın,
yeter ki sonucunda ölüm olmasın. Bir nefes alabilmenin
mutluluğunu her zaman yaşarsınız ama farkına varmazsınız.
Gelin acıda bile tebessümü yüzünüzden eksik etmeyin. Gülmenin
herkese yakıştığını, gülenlerin yüzlerine baktığında anlarsınız.
deneyin isterseniz gülen bir göze baktığınızda içinizin
ısındığını hissedersiniz. Gezdirin gözlerinizi bir güzelin
gözlerinde. o gözler ki kendine aşık eder bakanı. Tabi
buradaki ‘bakanı’ kelimesi parlamentodaki bakan anlamına
gelmez, zira onlar baksalar da göremezler. Gözler, gözlerde
gezerken gözleriniz sağlam olsun önemlisi. Göz tembelliğiniz
varsa ince ayrıntıları hissedemezsiniz, yarının sevdasını
bölüşemezsiniz bakışlarınızda. Ne özlemlere açılır kolunuz,
nede aydınlığa çıkar yolunuz. ama bir tebessüm size bir
selam aldırır. Bir el uzanır bir tebessüme, dostça kenetlenir
eller. Bazen bir magazin sayfasına bomba gibi düşer haber.
Falanca artistle, filanca mankeni el ele görüntülemiş
kameramanlar.”biz aşkla değil dostça tutuştuk el ele” derler.
Her el dost elimidir, bunu kestirmek oldukça güçtür.
- Hayatın akışı içinde nelerle
karşılaşmaz ki insan. Böbrek rahatsızlığı çeken ve böbrek
ameliyatı olanın sağlam böbreğini alıverir doktorlar.
Bademcikten ameliyat edilip de ölene rastlamaz mıyız.
Elektrikli epilasyon aletiyle elektrik akımı verilerek
derilerinin yanıp estetiğini kaybedenler gibi insanları
mutsuzluğa itecek bir sürü olayların insan yaşamında olduğunu
biliyoruz. Hayatın akışı içinde insanların başına istemese de
böyle olaylar gelir.Tabiî ki güzel olaylarda olmaz mı?
- Tadını özünde gizleyen üzümün
şaraba dönmesiyle yapılan içkinin ağzımızda bıraktığı buruk
mutluluğu dostlarla paylaşırken, aşkın şırasının da bakışlarla
ve el ele tutuşlarla yüreklere taşındığını görürüz.
- Aydınlığı yüreklerinde
taşıyanların karanlığa yürümelerini zorunlu kılacak ortamlara
çekilmesi ne kadar zordur. Ve onları karanlığa yürütemezsiniz.
- Zevk almanın, hoşlanmanın,
bedensel hazza dönmesi aşkın eylem biçimidir ki insanların
göz göze bakışıp dostça el sıkmalarına kadar geçen zamandaki
birlikteliklerin aşkın zemininin oluşturulmasındaki süredir. Tüm
bunların bütünü mutluğu tarif etmek gibi bir şeydir. Tüm bu
kadar sevgiyi kucaklamışken içimizde sakladığımız hayatın
mucizesini gerçekleştirip dünyaya hoş geldin bebek de
diyebilmeliyiz. Bunu diyemiyorsak umutlarımız yarına küs kalır.
Aramıza dünya girer ve gözlerinde ay tutulur insanın.
-
-
- GÖZLERİNDE AY TUTULACAK
- Bir kere güleceksin
- İçim ısınacak baktığımda gözlerine
- Gözlerimde gezecek gözlerin
-
- Kendine mahkum olacak sevdan
- İçinden gelip
- Bir selam vereceksin
- İsmimi söyleyeceksin merhaba deyip
-
- Uzatacaksın ellerini
- Varsa öyle sıkılacak
- Dostça eller
- Varsa öyle kolay tutulacak
-
-
- Hayatımın akışını sana çevirip
- Bedensel hazda bulmalıyız sevgiyi
- Aydınlığa yürümeliyiz aydınlığa
- Kendi içimizde saklı hayatın mucizesi
-
- Biliyorum gene de
- Küs kalacak umutlarımız yarınlara
- Bütün dünya girecek aramıza
- Güneşler girecek güneşler
- Gözlerinde ay tutulacak
-
- Şimdi yukarda bir şiirin
anatomisini çıkardık. Şiirlerimizin anlamlarını düşünerek
neler ifade ediyorsa “hikaye, anı deneme”, gibi yazı
türetebilir, yazılarımızın da özüne inip şiir türetebiliriz. Bir
resme bakarak resim neyi anlatıyorsa anlatılanı düz yazıya,
düz yazı neyi ifade ediyorsa o yazı aynı zamanda resme
çevrilebilir.
- Teknolojik gelişmelerin edebiyatta
kullanılmasının yazarlara sağladığı faydalar git gide
çoğalmaktadır. Resimlerin yazıya, yazılarında resme dönüşmesi
konusunda deneyimli olan dostların daha detaylı açıklama
yapmaları bizlere ışık tutacaktır. Oysa resimlerin gizemli
yönlerini keşfedip hiçbir araç gerektirmeden şiire çeviren
şairler vardır içimizde. Başka bir gün bir resimden ilham
alınarak yazılmış bir şiir üzerindeki görüşlerimizi okurlarla
paylaşmayı umut ediyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- DOKUNUR
-
- Karar uygulamaz yasa delinir
- Ayak yanlış gider başa dokunur
- Kirli geçmişinden rakam alınır
- Ağzından dört çıksa beşe dokunur
-
- Suyun yol alırken durgundan farkı
- Kendine yön verir beslerken arkı
- Lafla çevirirsen olmayan çarkı
- Verdiğin her nefes boşa dokunur
-
- Aşkın sentezinde genç kız eğitmiş
- Sosyete çarkında ahlak öğütmüş
- Silikon taktırıp göğüs büyütmüş
- Kucaklasan meme döşe dokunur
-
- Ölüm nehirleri İran’a akar
- Sırada Suriye Türkiye’de var
- Karşısına dipsiz bir kuyu çıkar
- Afganistan Irak Buş’a dokunur
-
- Çirkinliğe dürüstlüğü yap katık
- Sinsice çevrende birikmiş atık
- Var mı insan gibi başka yaratık
- İçini deşince dışa dokunur
-
- Ali dibo gibi halkı soyuyor
- Şeytanca iş yapıp gözü boyuyor
- Haram lokma ile karnı doyuyor
- Yok insanlık onda dişe dokunur
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- İŞTE YAŞAM
-
- İşsizdi nereye gidi yon diye
- Önüne çıkarak sordu birisi
- Sana ne deyince koptu kıyamet
- Ne ölüsü kaldı nede dirisi
-
- Çarşıda pazarda kapkaç var her gün
- Kaderler acıya uç verir sürgün
- Millette sinirler bozulmuş gergin
- Meydanı dağıttı biraz irisi
-
- Dedim onurunuz varsa çekilin
- Yoksa gidin yabancıya dikilin
- El’den küfür yerken susan vekilin
- Kendi çöplüğünde ötmez borusu
-
- Göğüsleri bluzundan taşınca
- Koşar diyetisyenlerin peşince
- Kilo yüzden elli beşe düşünce
- Pörsümüş etleri sarkmış derisi
-
- Adam kulüplerde kadınlı kızlı
- Her gün alem yapar yaşıyor hızlı
- Tebdili kıyafet kocadan gizli
- Haberi yok iz sürüyor karısı
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- ACILARA AĞIT
-
- Ömrümüzce gittiğimiz bunca yolun sonunda
- Rüyalarımı çaldılar gerçekler bana kaldı
- Nasıl bir zamandı buruk aşkı terk ettiğimiz
- Ve içimde hırçınlaşan hislerim donakaldı
-
- Yüreğimizde yeşeren fikirler henüz hürdü
- Tutsak olan her günümüz nasıl bizce özgürdü
- Erken uyandık güneşle geceler kısa sürdü
- Acılara ağıt yaktık sevdamız sona kaldı
-
- Kandırılmış yığınlarda ben bir orta direğim
- Yarınlarıma umutla bakan halktan bireyim
- Nasıl surlarla çevrilmiş, hapsedilmiş yüreğim
- Karanlığın gölgesine az daha kana kaldı
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- FARKINDA MIYIZ?
-
- Kime ne satmışsak malımız bozuk
- Duyarak küçüldük farkında mıyız
- Gümrük birliğinden her sene kazık
- Yiyerek küçüldük farkında mıyız
-
- Fabrika satıp ta ne yiyeceğiz
- Gelen nesillere ne diyeceğiz
- Özelleştirince büyüyeceğiz
- Diyerek küçüldük farkında mıyız
-
- Kusur kapatırken atarlar maval
- Elinde fırçası önünde tuval
- Askerlerimizin başına çuval
- Giyerek küçüldük farkında mıyız
-
- İçimize akan gözyaşımızı
- Hırsımızdan çatılan kaşımızı
- Aldığımız borçlardan başımızı
- Eğerek küçüldük farkında mıyız
-
- Biz uysak ta onlar uymaz haklara
- Yüreğimiz siper oldu oklara
- Türk sat ile başımızı göklere
- Değerek küçüldük farkında mıyız
-
- Kandırırlar bakmaz alın
terine
- Ambargo koyarlar yurtta ürüne
- Bizde kendimizi aptal yerine
- Koyarak küçüldük farkında mıyız
-
- Umutlarda kaybettik belki mizi
- Yabancılar çiğnedi ülkümüzü
- Devlet mafya el ele halkımızı
- Soyarak küçüldük farkında mıyız
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- EL ELE OLALIM
-
- İçimizdeki sevgiyi
- Bilin el ele olalım
- Milli çıkarları hakça
- Bölün el ele olalım
-
- Çoğa katıp azımızı
- Değiştirip yazımızı
- Hep beraber sazımızı
- Çalın el ele olalım
-
- Gizlimizi saklımızı
- Bozmayalım şeklimizi
- Doğru şeye aklımızı
- Çelin el ele olalım
-
- Canlar yakan bilin kimdi
- Yapılan yardımlar yemdi
- Dostlar zamanıdır şimdi
- Gelin el ele olalım
-
- Haksızları paylayarak
- Mazlumları eyleyerek
- Ezgileri söyleyerek
- Gülün el ele olalım
-
- İz bıraksın dost kucakla
- Pişsin aşımız ocakla
- Canbaba der sağlıcakla
- Kalın el ele olalım
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- ASALAK
-
- Şu bizim x,y,z ile anlaşan
- Öyle yavaş değil hızlı birisi
- Köpeksiz köyde çomaksız dolaşan
- O malı götüren gizli birisi
-
- Saklıyı gizliyi önce o duyar
- En yüksek makama çiviyi koyar
- Kimlerle eğlenir nereyi soyar
- Biraz sazlı biraz sözlü birisi
-
- Maaşı yetmeyen peşinde açlar
- Azarlar kimini, kimini suçlar
- Kestane renginde kıvırcık saçlar
- Açık kahverengi gözlü birisi
-
- Elini bir değsin sular bulanır
- Koku alsın bir yerlerden yalanır
- İhalede böylesi zor elenir
- Fiyatı oldukça tuzlu birisi
-
- Din cambazı, sorsan hiç haram yemez
- Koyu Müslüman dır yalan söylemez
- Her olur olmaza çabuk he! Demez
- Rica minnet bilmez nazlı birisi
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
KADİR GECESİ
Bir ramazan ayının
daha geride bırakıldığını ve bu mübarek ayı tamamiyle oruçla geçiren
bir çok hemşerimizin bayramdan sonra eski kötü alışkanlıklarına
geri döneceğini ifade eden Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi
Başkanı Attila ALPAY; “Tevbe-i Nasuh’ta” bulunalım dedi.
Kadir gecesi
münasebetiyle yayınladığı basın bildirisinde “ bu mübarek gecede
ramazan münasebetiyle ara verdiğimiz -eğer varsa- bütün kötü
alışkanlıklarımıza veda edelim ve yepyeni bir hayata başlayalım
diyerek şunları söyledi :
İlimizin çok sigara
ve içki içilen bir yer olduğunu biliyoruz. Bunlarda yetmezmiş gibi
yüz kızartıcı suçların ve buna benzer bize yakışmayacak hadiselerin
de gün geçtikçe arttığını basından üzülerek takip ediyoruz.Öte
yandan şehrimiz ramazanı tam anlamıyla yaşayan az sayıdaki illerin
arasında gelmekte ;kim hangi kötü alışkanlığını pençesinde ve
aykırı fiiler içinde ise bu mübarek ay münasebetiyle ara vermektedir.
Sigara satışları yarı yarıya ,içki satışları da büyük oranda
düşmüştür. Bunlar sevindirici tespitlerdir ama bayramdan sonra
maalesef pek çok sayıda kardeşimiz bu eski ve kötü alışkanlıklarına
geri dönmekte; zararlı ve haram maddelerle hem yaptığı ibaretlerin
sevabını sildirmekte hem de ahiret hayatını tehlikeye attığı gibi
bu dünya da çeşitli suçlar işlemektedir. İlimizde nerede ise hemen
her gün boşanmalar olmakta, alkollü araç kullanmalar yüzünden trafik
kazaları vuku bulmakta, yuvalar dağılmakta,cinayetler işlenmektedir.
Yaklaşan ve bin
aydan hayırlı olduğu bildirilen Kadir gecesinde tüm
vatandaşlarımızı büyük bir Tövbe-yi Nasuha davet ediyor; kim ne-
alkol,sigara vb. ne kullanıyorsa- onu bırakmaya ve yepyeni bir insan
olmaya, günahlarından arınmaya ve mümin olmaya davet ediyorum.Bir
dahaki seneye Ramazan ayına erişemeyeceğimiz gibi böyle bir Kadir
Gecesinin tövbesi de nasip olmayabilir. Belki bunu hatırlatmak
bize düşmemekte ama ömrünü alkol,sigara ve bağımlılık yapan
maddelerle mücadeleye adayan bir insan olarak bunu vazife
addettiğimiz, insanlarımızı bilhassa gençlerimizi bunlardan
vazgeçirmek için yoğun bir çaba harcadığımız da unutulmamalıdır.
Hemşerilerimize Emr-i Bi’l Maruf’u bir kere daha tebliğ etmek için
ayrıca herhangi bir görevli olmaya da gerek yoktur.Müminler ancak
kardeşlerse herkeste birbirini uyarabilir.Yüce Allah CC ramazanda
olduğu gibi bayramdan sonra da bütün zararlı madde alışkanlığı ve
hali olanlarınıza bıkkınlık versin ve bütçesi,sağlığı,ailesi ve
ülkesi için zararlı olabilecek kim ne kullanıyorsa ikrah ettirsin.
Tüm hemşerilerimin
Kadir gecesini ve yaklaşan bayramlarını tebrik eder ;Tevbe-i
Nasuhlarının da kabul ve mübarek olmasını temenni ederim.”
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
- YEŞİLAY’A DESTEK VERİN…
- “Madde bağımlılığı Ülkemizin bir
numaralı sorunudur.” Diyen Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi
Başkanı olarak Yeşilay çalışmalarının desteklenmesini ve Yeşilay’a
Maddi yardım edilmesini beklemekteyim.
- Türkiye Yeşilay Cemiyetinin Bakanlar
Kurulu Kararı ile umumi menfaatlere hadim cemiyetlerden olduğunun
kabul edilen diğer üç kardeş kurum ile de aynı statüye sahibiz:
- “Yurdumuzda 89 yıldır, ilimizde de
sekiz yıldır sigara, alkol ve her türlü madde bağımlılığı ile
mücadeleyi sürdüren bir cemiyetiz.
- Birçok insana sigarayı
bıraktırdığımız gibi pek çok hemşerimizi de kötü alışkanlıklarından
vazgeçirmeyi başardık. Yurdumuz nüfusunun büyük bir kısmı kırk bir
milyon kardeşimiz sigara içmekte, yirmi iki milyon Türk vatandaşı
da düzenli alkol almaktadır. Amatem isimli alkol tedavi merkezlerine
kayıtlı 11 milyon alkolik ise bu bağımlılığın pençesinden
kurtulmak için büyük bir mücadele vermektedir. Uyuşturucu
bağımlılarının ve bu maddelerin arasına serpiştirilen kola ve
enerji içeceklerini tüketerek ruh ve beden sağlığını kaybedenlerin
sayısını ise kimse bilmemektedir. Zira alkol ve sigara üreten
kuruluşlar yabancılara satılmıştır. Onlarda gerçeği halktan ve
zehirledikleri insanlardan gizlemektedirler. Bu süratle vatan
sathında korkunç bir madde bağımlılığı atmosferi yaratmış ve Türk
insanını da iktisadi olarak esir almış bulunmaktadırlar.
- Çıkan sigara yasağı sadece
sigarayı ilgilendirmektedir. Alkol ve diğer uyuşturucu maddelerle
mücadele de de yine ayrı bir ciddi seferberlik hareketleri
gerekmektedir. On beş milyon öğrencimiz bu madde bağımlılığının
pençesindedir. Bunu medya ve pop kültürle, magazin basını ile
desteklemekte hem insanları zehirlemekte hem de Türk aile ve ahlak
yapısını çökertmekteler.
- Bu hizmet bizim için gönüllü bir
çabadır. Ama propaganda malzemelerine afişlere, billbordlara,
posterlere ve broşürlere kısaca insanları etkilemek için basılı ve
görsel materyale ihtiyacımız vardır. Bizi davet eden ilimizin dev
sanayi kuruluşları kendilerinden yardım istediğimiz zaman birkaç boş
cd armağan ederek bizi savmaktadırlar. Oysa ki her seminerimizde
onlara (en az sekiz-on sanayi çalışanına) sigarayı bıraktırarak
işletmelerine milyarlık işgücü tasarrufu ve kazancı sağlamaktayız.
Üstelik bize yapılacak her türlü maddi yardım da vergiden muaftır.
Yani kim Yeşilay yardım ederse bunu devletten geri almaktadır.Ama
bunu kimseye anlatamadık . “Benim çocuğum yapmaz, ben nasıl olsa
bunları içmiyorum” diye düşünenlerin başlarına neler geldiğini
basında takip ediyoruz. Bu kültür kirliliği çağında kimse büyük
konuşmamalıdır. Kimin başına ne geleceği hiç belli olmaz. Zira
milletimizin düşmanı olan bu zehir tacirleri kimseye acımamakta
sadece ceplerini ve ait oldukları ülkenin kasasını doldurmaya
çalışmaktadırlar. Bu konuda destek aldıkları pop kültürü ve
medyanın nesillerimiz üzerindeki zehirleyici etkisi sanılandan
çok daha fazladır. Bu konuda tüm hayırseverleri bize katılmaya,
Yeşilay’a üye olmaya, aktif faaliyetlerimizde rol ve görev
almaya kısaca bize destek olmaya çağırıyoruz. Bu güne kadar
yardımlarını esirgemeyen birkaç hayırseverimize de çok teşekkür
ediyor ; her iki cihanda da aziz olmalarını diliyoruz.”
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
- MEVLİD
-
Diyarı gurbete
bir otel odasında yapayalnızdım.
-
Birkaç
aylığına geldiğim bu uzak Avrupa ülkesinde ucuz olsun diye seçtiğim
bu kenar mahalle pansiyonunun bu odası adeta bir hapishane hücresine
benziyordu.
-
Küçük bir
buzdolabı, hemen yanında lavabo, onun yanında küçük bir tuvalet ve
yanında da duş vardı.
-
Her santimetre
kareyi bile değerlendirmişlerdi. Tek lüksüm buzdolabının üstündeki
renkli televizyon ile çay yapmaya yarayan elektrikli çaydanlık idi.
-
Tek bir
penceresi, pencere dede demir bir kafesi vardı. Birinci kat olduğu
için bir emniyet tedbiri almış olabileceklerini düşündüm. Fazla
üzerinde durmadım. Pencerem sekiz on metre uzaktaki tuğla bir duvara
bakıyor ve hiç bir yer görmüyordu. Sanırım bir iç avluydu burası.
Odaya verdiğim para ülkemdeki bir aylık ev kirama bedeldi. Birkaç ay
kalacağım bu yerin böylesine sıkıcı olması beni üzmüştü. Daha ucuz
ve iyi bir yer bulana kadar bu yarı karanlık ve izbe yerde idare
edecektim.
-
Neyse,
sızlanmayı bırakıp alışmaya çalışmak en iyisiydi. Yapacak başka bir
şey yoktu. Sıkıldığım zaman dışarı çıkıyor hava alıyordum. Şehirdeki
işim haftada birkaç gün olduğu için bazı günler tamamıyla odamda
yaşıyor ve o zamanda kendi işlerimle meşgul oluyor, iki kat
yukarıdaki mutfakta kendime basit yiyecekler hazırlıyordum.
-
Arada bir
benim gibi bir kaç yabancı da ellerinde tava ve tencerelerle mutfağa
geliyor ve dört gözlü büyük ocaktan hep birlikte istifade ediyorduk.
-
Hal ve
hareketlerinden ve hazırladıkları yiyeceklerden onlarında epey
yoksul olduklarını fark ettim. Turist miydiler, yoksa gidecek evleri
mi yoktu, kimin nesiydiler, sormaya çekindim. Onlarda aynı şekilde
ben konuşmazsam hiç bir şey söylemiyorlardı. Selam verirsem
alıyorlar sorarsam söylüyorlardı. Tuhaf bir yere düşmüştüm. Zaten
şehrin genelindeki insan ilişkileri, günlük yaşantı, insanların
birbirine gösterdikleri muamele alıştığım gibi değildi. Çok iyi
olduğu kadar çok garip tarafları da vardı.
-
-
Mübarek ay
yaklaşıyordu. Geldiğim ülkenin başkenti olmasına rağmen daha bir
Türk'le karşılaşamamıştım. Türk Mahallesi diye bir yer olduğunu
işitmiştim. Ama şöyle bir dönerci ve lahmacuncu görsem gam
yemeyecektim. Her yer yabancıydı ve bende kendimi çok yalnız ve
garip hissediyordum. Ezan sesi duymadan yaşamanın ne demek olduğunu
ve insana ne kadar acı geldiğini burada öğrendim. Yanıma bunu
düşünemediğimden pusula da almamıştım. Yavaş yavaş yaşadığım çevreyi
keşfetmeye başladım. Metroyu, otobüs duraklarını, yakındaki
kiliseyi, en ucuz marketleri, berberi postaneyi öğrenmiş, haritamı
kurmuştum. Kilisenin çan kulesindeki rüzgar gülünden güneyi, sokakta
rastladığım sakallı ve bıyıksız bir pakistanlı kardeşimden de
kıbleyi öğrenmiş mutlu olmuştum. Mübarek ay gelmişti. Kendimi yeni
düzenime alıştırmış, orucumu ya ucuz bir ucuz bir kafede açıyor ya
da üç kat yukarıdaki mutfakta hazırladığım yemeklerle odamda iftarı
ediyordum.
-
Nihayet
Pakistanlıların yaşadığı mahallenin otelime çok yakın olduğunu ve
orada da bir camii bulunduğunu öğrendim.
-
Bir gün gidip
camiyi buldum ve büyük bir mutlulukla cemaate karıştım. İçeride
okunan ezan dışarı verilmiyordu, Cuma hutbeleri İngilizce okunuyordu
ama yine de inancımı paylaştığım insanlarla birlikte olmaktan
mutluydum cemaat hep Pakistanlı ve Hintli Müslümanlardı. Türkleri
daha seçememiştim. Buna da şükür ediyordum.
-
Mübarek günler
böyle yalnızlıkla geçti. Nihayet Kadir gecesi geldi.
-
Dünya ile
irtibatımı sağlayan televizyon sadece o ülkenin kanallarını alıyor
oranın haberlerini veriyordu. Ülkemin gazeteleri burada çok
pahalıydı. Memleketten haber ve havadisleri telefonla alıyordum. Ama
haberleşme de bana göre çok pahalı olduğu için zor oluyordu. Bunları
düşünüyor bir yandan da iftar için hazırlanıyordum. Kendi kendime şu
televizyon ülkemin kanallarını alsa da şöyle memleketimi bir
seyretsem, selatin camilerinden doya doya bir mevlit ,ilahi ve
Kur' an -ı Kerim dinlesem ne kadar güzel olurdu Yarabbi diye
düşünürken kapımın vurulduğunu hissettim. Gelen otelciydi. Odama
uydu bağlantısı isteyip istemediğimi soruyordu. Ona kendi
memleketimi de seyredebilecek miyim? Diye sordum .Dünyada birçok
yeri seyredebileceğimi söyledi..
-
O anki
sevincimi anlatmam mümkün değildi. Böyle mübarek bir gecede beni
bundan başka sevindirecek hiç bir hadise olamazdı. Nerede ise
mutluluktan ağlayacaktım. Penceremden kablolar sallandı, cihazın
arkasına bağlandı ve tamam denildi. Hemen açtım ve Türk
kanallarını sırayla gezinmeye başladım. İftar vakti yaklaşıyordu.
Çoğu kanalda ilahiler ve Kuran-ı Kerimler okunmaya başlamıştı ama
burada daha iki saat vardı. Meridyen farkından dolayı böyle
oluyordu. Ama razıydım. Allaha CC şükrediyordum.
-
Hazırlıklarımı
bitirdi. Kendi saatime doğru orucumu açtım. Bir kenarda namazlarımı
kıldım ve ülkemden yapılacak mevlit yayınını beklemeye başladım.
-
Nihayet
muhteşem Süleymaniye Camii göründü Aylardır böyle mükemmel bir Kur'
an ziyafeti dinlememiştim. Ruhumun yıkandığını ve kendime geldiğimi
hissettim. Allah imandan Kur' andan ayırmasın sözünün ehemmiyetini
bir kere daha anladım. Çok mutluydum. Fakat yayın kısa kesilmiş
hemen duaya geçilmişti. Mevlit yayınları bu kadar kısa olmuyordu.
Başka kanallara geçtim. Hemen hepsi sözleşmiş gibi kısa tutmuşlardı
kandil programlarını, ekserisinde ise her zamanki gibi şarkılar,
türküler, her çeşit müzikler ve magazin programları gırla gidiyordu.
-
Neden böyle
yapmışlardı. En çok bizim gibi düşünen insanların bulunduğu kanallar
bile bu kısa tarifeye uymuşlardı. Ne olurdu yarım saat daha Kuran'
kıraati verselerdi.Aradaki saat farkı bu canlı yayını kesip
bağlamaya imkan veriyordu.
-
Hayretler
içindeydim. Kafamdan kaynar sular dökülmüştü. Emin olmak için bir
kere daha kanalları taradım. Mevlid yayını bana göre çok erken sona
ermişti.
-
Neden bu iş
böyleydi. Yoksa ben mi kaçırmıştım. Ama hepsinde başladığı zamanı
biliyordum. Bu yaşa kadar böyle kısa zamanda mevlit okunduğunu hele
böyle en mübarek bir hiç gecede hatırlamıyordum.
-
Televizyonu
kapattım. Oteldeki odamın içinde gezinmeye başladım. Kana kana su
içerken bardağı elinden alınan çocuk gibi için için feryat ediyor
ve neden, yarabbi neden..diye haykırıyordum.
-
Penceremin
yanına çöktüm. Sırtımı duvara verdim. Başımı ellerimin arasına
aldım. Gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülüp dizlerime damladığını
hissettim. Başımı kaldırdım, ilerdeki yüksek tuğla duvarın karanlığı
üzerinden gökyüzünü ve yıldızları gördüm. Lütfeyle yarabbi. Zamanı
benim için genişlet, ülkemi özledim, camilerimi özledim, ezan
seslerini ve vatan toprağını özledim diye hıçkırarak ağlıyordum.
-
Birden ince
bir ses duydum. Bir inilti zannettim. Sonra baktım bir yerden
Kuran-ı Kerim kıraati geliyordu. Kulağımı iyice açtım ve duvara
dayadım, penceredeki demirlere rağmen başımı alabildiği kadar
uzattım. Ses tam üstümdeki odadan geliyordu. Buna adım gibi emindim.
Tecvidinden üslubunu yakalayamamıştım. Ama yine de mükemmeldi kim
okursa okusun, bu saatteki susuzluğumu dindiriyor, içime serin
yağmurlar yağdırıyordu. Başımı pencere demirlerine iyice dayadım,
dinledim, dinledim...
-
-
Çok mutlu
olmuştum.
-
Gecenin kalan
zamanını da bende ibadet ederek huzur içinde geçirdim.
-
-
Ertesi gün
otelcinin yanındaydım.
-
-Günaydın,
uydu anteni için teşekkür ederim. Beni çok mutlu ettiniz.
-
-Problem
değil, epeydir düşünüyorduk. Bir isteğiniz veya bir eksiğiniz var
mı?
-
-Yok teşekkür
ederim.
-
-Pardon birde
bir şey soracaktım. Bu çevrede başka Türk veya başka milletten
Müslümanlar yaşıyor mu?
-
-Pakoların-Pakistanlıların-
mahallesi ve camisi var. O da dört durak ilerde.
-
-Peki benim
odamın üstünde dün gece kim kalıyordu?
-
-Neden
sordunuz? Rahatsız olduysanız odanızı değiştirelim.
-
-Yoo, odamdan
çok memnunum, gece yukarıda bazı sesler duydum da ?
-
-Farelerdir ,
bina epey eski görüyorsunuz.
-
-Fare değildi
buna eminim.
-
-Ama imkansız,
otelimiz bir haftadır boş. Ne gelen var ne giden, sonbahar artık ,
ucuz turları bekliyoruz.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
HİKAYELERİYLE TEKE YÖRESİNİN BAŞKENTİ BURDUR
TÜRKÜLERİNDEN BİR DEMET ÇEŞİTLEME
Teke Yöresinin Başkenti; efelerin
harman olduğu yer olarak bilinen Burdur’da en ağırından, en
hızlısına zeybek türleri, oyun havaları ve oyunlar dikkat çeker.
Burdur’da türkülerle oyunlar iç içedir. Her türkünün, her
havanın bir oyunu vardır. Bunun en özgün örneği Teke yöresi
türküleri ve oyunlarıdır. Teke havasının çoğunluğu oyunlardır.
Yörenin en tipik oyunu zeybektir.
Hikâyeleri bugün de dilden dile
dolaşan ünlü türkülerin sayısı oldukça fazladır. Bunlardan,
“Beyköylü Ali Bey” “Tefennili Ali Bey” ve “Kemerli Gaz Amat” Hamit
Çine’nin 1989 yılında yayınladığı “Burdurdan Damlalar” adlı
kitabıyla, İsa Kayacan’ın Ocak 1991’de genişletilmiş 2. baskısını
yayınlandığı “Burdur Hatırlamaları” adlı kitabıyla yine İsa
Kayacan’ın Ağustos 2005’de yayınlandığı “Burdur’un Saz ve Söz
Ustaları” adlı kitaplarında uzunca bir yer tutmaktadırlar.
a) Halk müziği. Burdur halk
müziğinde Ege Bölgesi özellikleri ağır basmaktadır. Teke havaları
yörede geniş bir alan meydana getirmektedir.
b) Ünlü Türküler: Burdur’un
köylerinde yakımlar, düğün havaları, eşkıya havaları, Afşar Beyleri,
uygulamalı havalar (Varyantlar) ve teke havaları çalınır ve
söylenir.
c) Yakımlar: Çoğu kez kimlikleri
bilinmeyenlerce söylenir. Kaza, su baskını, öldürme, anasız-babasız
kalma, zorla evlendirme, kız kaçırma, kızın sevdiğine kaçması,
oğlanın sevdiğinin başkasına kaçması, sıla ve askere gitme gibi
olaylar üstüne yapılan ezgilerdir. Arvallı köyünden “Hatça” Türküsü
bu türün en güzel örneklerindendir:*Denizin dibinde Hatçam demirden
evler,
Ak gerdanın altında da çiftedir benler,
O kınalı parmaklarda o beyaz eller,
Yolcuyum yolumda eyleme dilber.
Ovalara duman çökmüş görmedin mi?
A kız kendi saçını örmedin mi?
Alçaklara karlar yağmış, yükseklere buz,
Gel sarılalım yatalım ince belli kız.
Dalga dalga dalga dalga dalgalanıyor,
Hatçayı görenler sevdalanıyor.
d) Düğün Havaları: Yörede çokça
rastlanılan gelin okşama, gelin alma, gelin karşılama, kına havaları
bu türdendir.
e) Eşkiya Havaları: Günümüzde ya da
önceki yıllarda şakilik, zaptiye ve öldürme olaylarını konu alan
havalardır. Milli Kurtuluş Savaşına katılmayan efelerce benimsenmiş,
Bucak türküleri bunlara örnek olarak gösterilebilir;
Asarın alçakları,
Poçumun saçakları,
Gene nereye basmış,
Bucak’ın kaçakları?
Hükümetin kapıları burmalı
Kel Mahmut’u kurşun ile vurmalı...
Bunun dışında Tefenni’nin “Şu Çavdırın hanları” , Kemer’in “Kaz
Ahmet, Gaz Amat” türküleri, eşkıya türkülerinin örneklerindendir.
f) Afşar Beyleri: Oğuz Türklerinin
yirmi dört boyundan biri olan Afşarlarından gelen (Avşar) gurbet
havalarımızın şahı, tarihsel bir yiğitliği, heybetliği aşkı ve
güzelliği geçmiş asırların derinliklerinden tüm tazeliği ile
günümüze kadar getiren, duygulandıran ve doyuran bir ezgidir.
Bunlar uzun hava türü olup, Afşar
beyleri üstüne yakılmıştır. Acıpayam ve çevre köyleriyle tüm Burdur
köylerinde söylenir. Afşar düzeniyle ve özel çırpma (tezene)
mızrapla çalınıp söylenmektedir. Bu türe verilebilecek en iyi
örneklerden:
Adını da sevdiğim Afşar Beyleri,
Sizede bir vezirlik yakışıp duru.
Topla dizgini tanı kendini,
Karşıda düşmanların, bakışıp duru.
Kar mı yağmış şu Afşar’ın düzüne,
Sızılar mı inmiş kıratımın dizine,
Selam söyleyin Afşar beyin kızına,
Kendi güler, beni cığlatıp duru.
g) Oyun Havaları: Teke oyunları ağır
ve kıvrak zeybekler, kırık havlar, uygulamalı oyun havları ve teke
oyunlarının tümüdür. Kırık ve Teke havalarını kadınlar güzel oynar.
Oynadıkları Teke Zortlaması, tepsi tencere kapağı, leğen darı ve
dümbelek gibi sazlarla çalınıyorsa buna “Dımıdan” denir.
ğ) Gurbet Havaları: Ölçüsüz ve özgür
dizinde, ağıt duygusu uyandıran ezgilerdir. Genellikle Teke oyunları
ve Teke zortlamalarından önce çalınır. Ali Bey, Güllük dağı,
Sürmelim, Gurbet, Yol Havası, Haydülen, Ümmü, bu havalara örnek
gösterilebilir.
Burdur ve Teke yöresinin müzik folklorunda karakteristik bir
yeri olan gurbet havaları, yöre halkının çeşitli sosyal olaylara
karşı fazla duyarlılığını ortaya koymaktadır. Eğer olaylar, aşkı,
yiğitliği, ayrılığı ve ölümü dile getiriyorsa, yakımlar, yaslar,
zamanın akışı içinde dilden dile kulaktan kulağa türküleşiverir.
h) Tekelioğlu (Haydulen): Klasik
gurbet havalarımızdan biri olup, Teke beylerinden birinin
yiğitliğini ve korkusuzluğunu anlatır. Tekelioğlunun düşmanlarından
birisi, yörenin güzel kızlarından birini kaçırır. Kızı aramaya
Tekelioğlu’da katılır. Kızın ölüsü bulunur. Olaya çok üzülen
Tekelioğlu, kır atına binerek kaçıranı yakalar ve öldürür. Beş
bölümden meydana gelen gurbet havasının ilk bölümü şöyledir;
Haydulen:
Alt yanım deniz de üst yanım balkan,
Kır atın boynunda yaldızlı kalkan,
Üstüme de gelmesin ölümden korkan.
Tekelioğlu deye ünüm (namım) var benim,
Alabıçak üstünde şanım var benim,
Çekerim bıçağı zorum var benim.
ı) Güllük Dağı: Asırlar öncesinin
millet birliğini, yurt bütünlüğünü ve sevgisini, geçmişin temiz
duygularını dile getiren bu ezgi, gurbet havalarımızın klasik
türkülerinden biridir. İki bölümden meydana gelmekte olup, birinci
bölümünde şöyle denilmektedir:
Güllük dağındadır bizim yurdumuz,
Bir dağılır, bir toplanır ordumuz,
Bir orduya bedel gelir dördümüz,
Arkam Allah, kalem sensin Bey dağı
Seyre geldim Güllük dağı, Bey dağı.
www.isakayacan.blogspot.com
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
DEĞİŞİME UĞRADIK MI?
Zaman ve mekân içerisinde uzuca bir yolu takip eden biz insanoğlu;
gerekli bilgi ve birikimleri kullanabilme imkân ve gereğini
bilmeyince, ne kadar değişime uğradığımızı iddia edebiliriz!
İnsanlığın tarihi olarak bilinen MÖ7000 ve biraz daha ilerisinden
önceki dönemleri bizler neden araştırarak bulmaya çalışmaktayız?
Buradaki amacımız atalarımızın bizlerden daha ileri bir seviyede
olan yaşayışlarının ispatını mı yapmaya çalışmaktayız?
Bulunduğumu dünya denilen yere Adam ile Havva anamızın geldiğinde
dünyada yaşayan cins denilen tür ne olmuş ve yerine ins denilen
insanlar gelmişti? Burada yaşamın cins ve inslerle devam etmesinin
sıkıntılarını hangi grup etkilenmişti?
Bir sürü sualler ve cevap bekleyen konular ile bizler değişime
uğradığımızı savunanlar acaba neden değişimin bedenen değil de
düşünce ve fen ile olduğunu düşünmüyorlar?
Geriye bir yirmi yılı incelersek teknolojinin bir patlama noktasını
görebilmekteyiz. İletişi, bilişim, sağlık ve diğer kollarda
bilinmeyenlerin ve uygulanmayanların birden bire insanların
hizmetlerine girmesi de ayrı bir konuyu içermekte değimlidir?
Değişime uğradık mı sorumuzu kendimizde inceleyerek uğradığımızı
görmekte ve yaşamaktayız. Birçok ülkeler arası yaklaşımların ve dil
birliklerinin iç içe olduğu bu dünyada Internet ile iletişim ve
bilgi aktarımı ile de bilmediklerimizi ve görmediklerimizi anında
görme imkânına kavuşmuş olmaktayız. Değişim işte bu olsa gerek.
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
GECE VE GÜNLER GEBE
Ülkemiz ve dünya sıkıntılı ve karanlık bir döneme
aydınlık çığlıkları ile gitmeye başladı.
Birileri; diğerlerine zorla bazı planları yaptırmak
için maşa ve el tutağı olarak tek taraflı bir baş eğmeye sebep olan
tahakküm ve zorlamanın içinde girdiler ve planlarını işletmeye
başladılar.
Geceler ve gündüzler neler doğuracağını bilmeden
sancılı ve ıstıraplı geçmeye başladı. O kadar sancı çekerek diğer
güne bu devirdeki kadar geçmedi.
Alt ve orta dereceli çalışan ve emekli olan
ücretliler verilen para ile geçinmeye çalışırken; geçirdiği günün
açlık ve sefilliğini unutarak geceyi geçirmek için soğuk yataklarına
girerek umut ışıkları altında gebe geceyi sancılar içinde geçirmeye
çekildiler. Kendilerine bir yıl için zam olarak verilenlerin ertesi
saatte diğer tüketim mallarını etkileyecek olarak bütün ülkeye
gözükmeden etkileyecek bir zamla anında alındığının farkına
varmadılar. Ayrıca bu zamlardan başka etrafta bulunan sıkıntıları
adeta gündeme getirilerek pompalanan gündemle getirilerek açlıkların
bastırılması telaşında olan çoğunluğun dikkatlerini başka bir alana
çevirmeye çalışmaktalar.
Bu bilinmeyen güç gibi gözüken dayatıcı ülkeler.
Geçen her gece ve günlerin geçmesinde bir oyalama tablosu
gözükmektedir. Ülkemizin komşularına verilen karşılıksız tavizlerle
ağababalara hoş gözükme çabaları da bu gecelerin sabahında ülkenin
geleceğini nasıl etkileyeceğini gizleyerek uygulamalara
çoğunluklarının verdiği güç ile zorlayarak kapalı ve açık
oturumlarda oldubittiler ile şifa hapları gibi bize zorla
yutturulmaya çalışılmamak şifa dağıttıkları bize, dinlemediğimiz
halde anlatmaya çalıştılar.
Gece olmasını gündüzden bekler, gece olmasını
gündüzden bekler olduk. Ülkenin selametini idarecilerimizin de
bildiğini bilmekteyiz. Bu gebe gece ve gündüzleri ülkemizin
yaşayanlarını oyalama politikası olarak hepimizin görmekteyiz.
Bu zaman diliminin bir an önce
bitirilerek; ülke sınırlarında bulunduğu söylenilen Petrol, doğalgaz
ve bu asrın en önemli sosyo-ekonomik emtiası olan sularımızın
sahiplenilmesi gereklidir. Bu değerler ülkemizin insanlarının refahı
için gün ışığına çıkartılarak verimliğin artırılmasının sağlanması
gereklidir.
Ülke piyasası için televizyonlarda
reklâm olarak gözüken: yapılan bir simit al! Uncu da kazansın,
çiftçi de kazansın, ekonomi de canlansın gibi gülünç olan ve ülke
ekonomisine hemen hemen hiç gelir getirmeyen ve tamamına yakını
kayıt dışı olarak dönen simit, dondurma, ekmek ve diğer yiyecek
maddelerini örnek göstermek ise bu ülkenin yaşayanları ile adeta
alay etmek değil midir?
Gecelerimiz ve günlerimin neler
doğuracağını merak etmeyen bir ülkenin yaşayanları olmayı biz hak
etmiyor muyuz?
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
OTUZ AĞUSTOS
Türk’üm diyen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına
ve Türkiye’nin sınırlarını bu güne gelerek bir ülke oluşunun en
büyük payı olan ve “Başkomutanlık Meydan Muharebesinin” kazanılması
ile 30 Ağustos 1922 tarihîni yâd etmek için her yıl 30 Ağustos’ta
kutlanan Millî Bayram olarak kutlanmaya devam edilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Milli Bayramlarının bu güne
kadar kutlanmasını ve Türk olarak bu bayramlarla gurur duymamızın
ilelebet eksik olmamasını dilerim.
Millet olmanın, bir olmanın, bütün olmanın bu
günlerde adeta parçalanması için girişimlerin olduğu bu günlerde
ülke bütünlüğümüze gelecek olan zararını her nedense görmek
istememekteyiz. Bizlerin bu Türk Vatan için koruyucu olacağımıza,
parçalayıcı olmaya çalışmamız çok düşündürücü değil midir?
Bu savaşın kazanılması ve Türk Vatanı olarak
bizlerin bu günleri görmemizi sağlayan Mustafa Kemal Atatürk
“Gençliğe yaptığı hitabe” adeta bu günleri görmüştür.
Biraz geçmişi hatırlayarak Ülkemizin
Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr
Antlaşmasıyla Ülkemizi tamamen elimizden alınıyor; bizlerin hür
olarak yaşama hakkımıza son verilmeye çalışılıyor; bu zorlatmalar
ile ülkemiz paylaşılıyor; bizlerin bu şartları kabul etmemizi
istiyorlardı.
Türk Milleti olarak bu şartları
kabul etmesi elbette mümkün değildi. Atatürk 19 Mayıs 1919'da
Samsun'a çıktı. Anadolu’da, Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş
Savaşı'nı başladı
Atatürk; Amasya Genelgesi'nin
yayınlandı. Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra 27
Aralık 1919'da Ankara'ya geldi. 23 Nisan 1920'de TBMM'yi kurdu.
Memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de
Kurtuluş Savaşı'nın merkezi Ankara oluyordu. TBM Meclisi yaptığı
görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. "Misak-ı
Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğunu; parçalanamayacağı
kararını alarak işgal kuvvetleri ile mücadele kararı aldı. İlk
düzenli ordu ile Doğu’da Ermeni çetelerine karşı zafer kazandı. Batı
cephesinde I. İnönü, II. İnönü savaşları yapılarak Yunanlılara karşı
büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bu darbeyi hazmedemeyen Yunan
kuvvetleri müttefiklerinden aldığı güç ve kışkırtma ile tekrar
saldırıya geçtiler. Mustafa Kemal Atatürk’ün Yunanlıların bu
saldırılarının üzerine Türk Ordusu mensuplarına:
"Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa
vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı
vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." dedi. Türk ordusu
askerleri, 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan
Sakarya Meydan Muharebesi’yle, Türk Milleti topraklarını geri almaya
başlıyordu. Sakarya Savaşı’nın önemi; ordunun taarruz durumuna
geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda,
TBMMeclisi tarafından, Mustafa Kemal'e "Gazi" unvanı ve "Mareşal"
rütbesi verildi. Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan
Sakarya Savaşı'ndan sonra, Büyük Taarruzla düşmanı tamamen yok etme
kararı alındı. 1922 yılı Ağustos’una kadar gizlilik içinde Türk
Ordusu hazırlandı. Gazi Mustafa Kemal'in Başkomutanlığını yaptığı
ordumuz, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman
mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı.
Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı
Trikopis'te vardı. Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı
için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı. Düşman,
İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla
yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu. Bu büyük Zaferi her yıl, 30
Ağustos günü, Milli Bayram olarak kutluyoruz.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- BOZULAN DÜNYA
-
- Acılar ve savaş
- Kapımıza gelmeye
- Yüreğimizi delmeye
- Çalışıyorken,
- Bizler nelerle uğraşıyoruz !
- Kimimiz mevkiimiz için
- Konseylerimizi topluyoruz,
- Kimimiz zam aldığımız için
- Teşekkür ediyoruz,
- Kimimiz ağlıyor veya gülüyoruz.
- Yarını düşünmüyor,
- Üzülmüyoruz.
- Savaş fırtınası geliyor,
- Kasırga,tayfun,hortum
- Sen halâ ne düşünüyorsun
- Ne kuruyorsun dostum !
- Ölümden korkman boş,
- Vade denen zamanın dolunca,
- Ağlaman,yakınman;
- Korkmana gerek yok.
- O gelince senin kaçacak,
- Sığınacak kapın hiç yok.
- 16 Ocak 2003
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- AÇILIM, AÇLIK, AFET VE FELAKET
- İstanbul ve havalisinde vuku bulan
yağış, büyük bir rahmet, bolluk ve berekete vesile olacakken;
Yönetici rolünde halkı temsil ettiği sanılan, sözde ilim-itina,
basiret ve beka sahibi “hizmet özürlüler” sayesinde tam bir doğal
afet ve felâkete dönüştü.
- Ortaya çıkan fotoğraf, yıllar süren
ihmal, kronik yolsuzluk ve suiistimali resmediyor.
- Birinci dereceden suçlular: Belediye
Başkanı, Vali ve Emniyet Müdürüdür. Şu an için müstafi (istifa
etmiş) tutuklu veya asgari “soruşturmanın selameti yönünden” açıkta
olmaları gerekirken; Tam tersine, üçü de makam ve memuriyette
berdevam!... Hayret ki ne hayret!..
- İstanbul Cumhuriyet Savcıları ne
vakit sorumluluk iktisap edecekler acaba?
- Sonra; Rahmeti felâkete dönüştüren
imalat, inşaat, izin, ruhsat ve tasarruf sahiplerinin silsile
yoluyla sıgaya çekilmesi şart. Alenen “nitelikli hırsız’,
soygun-vurgun, yağma takımı, kardeş-yoldaş ve şürekâ adalete hesap
vermek, bedel ödemek ve ceza çekmek zorundadır.
- Sakarya, Gölcük (Marmara) ve Düzce
depremlerinin dosyaları şimdi mutlaka açılmalı, suçların hesabı
sorulmalı, diyet ve tazminat alınmalı ve suçlar asla cezasız
kalmamalıdır.
- Kalırsa “DEVLET” yok hükmünde, işgal
ve tasallut altına alınmış demektir.
- Nitekim bunun emareleri varit. Hele
şu tabloya da bir bakınız.
- Açlıktan bayılan üniversite
öğrencileri:
- Marmara Üniversitesi Rektörü Prof.
Necla PUR, insanın kanını donduran açıklamalar yapıyor. Diyor ki;
“Öğrenciler açlıktan derste bayılıyor. Büyük bölümü Anadolu’dan
gelen öğrenciler günde bir öğün yemek yiyebiliyor. Günde 1.5 liraya
yemek alamayanlar da var. On kadar öğrenci derste fenalaşıp,
bayıldı. Doktor, çocukların açlıktan, halsizlikten bayıldıklarını
söyleyince, yönetim öğrencilere çorba dağıtmaya başladı. Onlar da
çorbaya avuç avuç kıtır ekmek doldurup yiyorlar”
- Sözün bittiği yer burası olsa
gerek!... Devlet üniversiteleri bu halde...
- Öğrencilerden haraç gibi harç alan
devlet nerede?..
- İşte, sanal ekonominin acı sonuçları
ve sahte siyasetin ürettiği kişi başına milli gelir 10.000 dolar
yalanı. ‘Türkiye büyümüş insanlar zenginleşmiştir’ söylemi iflas
etmiş bir yalan, masal, hayal ve kâbustur. Gerçekte açlık, yokluk ve
yoksulluk örümcek ağı gibi bütün ülkeyi sarmakta, insanlarımız lâ
ilâç-sadakaya muhtaç durumlara düşmektedir.
- Ancak, halkı sadakaya muhtaç eden
zalim, pervasız, zaafla malul cahil zihniyet: “Bize halk oy verdi,
destek oldu” demekte. Bu yaman çelişkinin bir izahı olsa gerek. Ama
yok1.. Bir yanda yalan-talan, diğer tarafta açlık, yokluk,
muhtaçlık durumu. Oy verenlerin çoğunluğu şimdi işsiz, pişman ve
perişan. Lâkin anketlerde hâlâ birinci sıradalar. Acep halkımız
“idrak, bilinç” melekesini mi yitirdi. Kur-an da: 'Gözleri var,
görmezler; kulakları var duymazlar' diye tanımlanan taife bizim
halkımız mı acaba?
- SOKRAT’DAN BİR AÇILIM:
- “Bencillik yolsuzluğu, yolsuzluk
yoksulluğa doğurur. Bencilliğin hâkim olduğu yerde yolsuzluk,
yolsuzluğun hükümranlığında yoksulluk kaçınılmazdır. Ancak, her iki
halde de sorumlu politikacıdır. Halkı ve kendini iyi tanımayan
politikacı.. Bu “kendi” kavramı, sahip olunan erdemleri gösterir.
Erdemlilik Sokrates’in etik ve politik anlayışında belirleyici rol
oynar. Güç bilginin/erdemin emrinde olmalıdırlar. Çünkü: Erdem
zenginliklerden gelmez, ama tüm zenginliler erdemden gelir.” (*)
- TC’yi yönetenler ve yönetmeye
talipler; Etnik referansları Türk, inanç pınarları İslâm ise
siyaseti fazilet olarak ifa ederler; Azınlıklar Sokrates’in
“erdemlilik” kuramını esas alır. Koza-kripto, aslen münkir ve nesebi
gayrisahih olanları kanun ve kurallar ırgalamaz. Erdemli ve
faziletli de değildirler. Onlar, bütün kötülüklerin anası, sorumlusu
ve suçlularıdır!..
- Düşünün hele. 50 yıldır açılımlar
niçin afet, açlık ve felâket nedeni olmaktadır.
- (*) Sokrates; Louis-Andre Dorion; s. 62)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- HAİN TUZAK 6-7 EYLÜL
- Türk milletinin “tarih şuuru ve
milli hafıza” oluşumunu önleyen, engelleyen dâhili bedhahların (iç
düşman-ajan provokatör) amaç ve foyaları şimdilerde bir, bir açığa
çıkmakta; Kin, kir, kan, irin kokulu menfur emel ve ihanet zihniyeti
deşifre olmaktadır..
- 17 bin yıldır bu kutsal topraklarda
yerleşik atalarımız için “Türkler 1071’de Anadolu’ ya geldiler” diye
dayatarak elli yıldır “düşmanca” açılım ve atılımlar sergileyen; .
- 1938 karşıdevrimi ile Atatürk’ün
Güneş Dil, Türk ve Tarih tezlerini çöpe atan;
- 1944-1945’lerde Türk, Türkçü ve
milliyetçi kıyımı yapan;
- 1945’de ABD-SSCB antaktı ile
Türkiye’yi “Yenidünya düzeni” temelinde vahşi kapitalizm ve “küresel
emperyalizm”in jandarması BM ve NATO kıskacına itekleyen;
- Tam 8 ihanet, isyan ve provokasyon
tertibinden sonra 27 Mayıs’ı tezgâhlayan;
- 1963’den itibaren de; Lozan da
öngörüldüğü biçimde “TC’yi AB’ye tam üye yapmaya değil, sömürge
olarak bağlamaya” yeltenen menfur art niyet işte bu
zihniyettir..
- Bu bağlamda Londra-Zürich ve Garanti
antlaşmalarına rağmen Kıbrıs’ı AB’ye peşkeş çekerek, bir ihanet
sürecini başlatan ve bu süreçte KKTC’ni tasfiye ve Rum’a teslime
uğraşan dönme, devşirme, koza-kripto ve sabetay uzantı orada;
Devleti, mahiyeti meçhul açılım’larla zaaf, halkı açlık, yoksulluk
ve maceraya sürükleyen şaibe kesimi de burada iş başında…
- Ve, sene-i devriyesi münasebetiyle
süreçten bir kesit:
- 6-7 EYLÜL 1955
- 6-(7) Eylül olayları aynı zihniyetçe
plânlanarak kurulmuş hain bir tuzaktır.
- Olay, “çok bilinmeyenli bir denklem”
düzeninde tertiplenmiş ve tam kıvamın gelince tetiklenmiştir.
Hakkında yazılanların %90’ı yalan-yanlış, uydurma, iftira-tefrika
veya hamasi iddia ve masum savunmalardan ibaret olup; Hadise, kurulu
hukuk düzenini, devletin istikbal, istiklâl, istikrar ve itibarını
sarsıp, sabote etmeye ve DP’yi töhmet altına sokmaya yöneliktir.
- Yani 1955, 6 Eylül’ünde yaşanan
hadiseler tesadüf değil, hain bir tuzak ve tertiptir.
- Şöyle ki: Malum ve menfur zihniyet,
dâhili-harici bedhahlar ve sonradan ortaya çıkan Ermeni, Yunan ve
Rus istihbarat örgütlerinin dahli ile teşekkül eden kumpas önce
Kıbrıs görüşmelerini takibe alınır. Bu arada Sivas, Kastamonu,
Erzincan, Trabzon ve Tunceli gibi şehirlerde vaki çalışmalarla
yaklaşık on-bin kişiden oluşan “bindirilmiş kıtalar” hazırlanır.
- Diğer taraftan tertibin Selanik
ayağı, MAH imajı verilerek kurulur.
- Başbakanı Adnan Menderes’in
“Kıbrıs’taki kardeşlerimiz umumi bir tecavüz tehlikesi ile karşı
karşıyadır” mesajı “kıvam” olarak algılanır. Legal Provokatörler
“Kıbrıs Türk’tür (KTC)” ile “İstanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği
(İYOTB)” aktive olur. Akabinde, Kıbrıslı Türkler tarafından 4
Eylül’de Londra’da düzenlenen gösterilerle start verilir.. 5 Eylül
günü Taksim’de büyük bir kalabalık toplanarak, kitlesel bir gövde
gösterisi gerçekleştirilir.
- Bu sırada projenin Yunanistan
(Selanik) ayağı sabotaj hazırlıklarını ikmal eder..
- Aynı saatlerde şehir dışında yoğun
bir hareketlilik vardır. “İstanbul’u gezmek” üzere kamyonlar ve
trenlerle yağmacılar olay mahalline doğru hızla intikal
ettirilmektedirler. Eresi gün iyice gerilen ortam ve oluşan kıvamda
Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bombalı bir saldırı vuku bulur (!)
Vakıa saat 13.00 de radyodan verilince ihanet fitili ateşlenir.
- İstanbul Ekspres ikinci baskısında
saldırıyı manşetten verir. Gazete o gün 290 bin basar. Buna paralel
olarak ajan provokatör KTC, İYOTB ve malum zihniyetçe yönlendirilen
yağmacılar, hepsi tek tip sopa, balta ve kazma gibi aletlerle
donatılıp, Taksim’de toplanarak İstiklal Caddesi’ne doğru yürüyüşe
geçirilirler. Ve 6 Eylül günü saat: 24’e kadar olanlar olur.
- Sonuçta binlerce yağmacı ertesi gün
çaldıklarıyla yakalanır. Örgüt bağlantıları, tertip, tuzak ve
olayların plânlı saldırı (provokatif başkaldırı) olduğu mahkeme
safahatıyla anlaşılır.
- Gerçek Suçlu Kim? 27 Mayıs ve
‘Yassı-ada” mahkemeleri ile hadiseyi devlet ve DP aleyhine kullanan
“PROGROM” jurnalcileri, yandaş-yoldaş kesimler ve malum
zihniyet!..
-
- WEB: http://www.mustafanevruzsinaci.blogspot.com / mail: gercek.demokrat@hotmail.com
- ADRES: P.K. 118, [06 442] Yenişehir-ANKARA (muhtelif posta,
yayın ve gazetete gönderimi için)
- NOT: Bu makaleler 5846 sayılı yasa kapsamı dışında olup;
Serbetçe iktibas, aynen veya kaynak belirtilerek;
- Gazete, Dergi veya WEB sitelerinde yayın konusunda
izinlidir..Ayrıca izin almak gerekmez. M.N.Sınacı
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- GÖNÜLLERDE Kİ BAŞBAKAN
- Devlet biçiminde organize
toplumlarda, iki sınıf çok önemlidir.
- Biri Ulema... Alimler, yani
aydınlar, insanlara ışık tutan, aydınlatan ve yol gösteren mürşid-i
kâmiller, kanaat önderleri, bilim adamları, “öğreten ve eğitenler”
sınıfı..
- İkincisi: Ümera, amirler, “idare
edenler” anlamında yönetici sınıf.
- Toplumsal imtizaç (karşılıklı saygı,
anlayış ve barış) sağlamlık, huzur, refah ve istikrar bu iki sınıfın
“ehil” olmasına ve görevlerini “ehliyet ve liyakatle” yapmalarına
bağlıdır.
- Güncel anlamda namuslu, dürüst,
ahlâklı, ilkeli-onurlu ve sorumlu Prof’lar ulema;
- Aynı özelliklere sahip olmakla;
Objektif bilim, adalet, hukuk ve hak kavramını bizzat nefsinde
yaşayan, adeta bir ibadet gibi uygulayan, cüzdanına değil, ilim,
irfan ve vicdanına kulak veren; Rüşvet, iltimas ve suiistimale
kesinlikle meyletmeyen, şerefli, soylu, haysiyet ve karakter sahibi:
Muhtar, Belediye Başkan ve Encümeni, Vali ve maiyeti, Milletvekili,
Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanından oluşan geniş kitle ümera....
- Meselâ ulemadan bir kimse, ümera
(amirler, idare edenler) lehine yalan söyler, aykırı hüküm verir,
yağcılık ve yalakalık yaparsa; onun hükmü “kelp” yani köpekliktir.
Hatta kuduz veya saldırgan olmayan munis ve muhlis bir köpek ondan
daha memnu, muteber ve şereflidir.
- Seçilmiş veya atanmış
yöneticilerden; İnsanlar arasında adalet, hakkaniyet ve hukuk’u
gözetmeyen, karar ve tasarrufatını halkla müşavere ve mutabakat
esasına göre yapmayan; Hüküm de ‘adalet, hak, hukuk ve hikmet’
gözetmeyen, Zahirde İslâm ve insan sanılsa da, gerçekte domuz,
sırtlan, kene veya çakal hükmündedir. Çünkü aydın, amir ve
idarecilerin görevi: adalet’le dosdoğru çalışmak; Hak yolunda
yürüyerek halka hizmet etmektir.
- Her Asil bunu böyle bilir ve bu
miyar üzre “gönlünde şöyle bir başbakan” yatar.
- HALKIN GÖNLÜNDE YATAN BAŞBAKAN
- Kendi yararından çok başkalarını
düşünmeli, halka yararlı olmaya çalışmalı, halkın iyiliği için
elinden geleni esirgemeyen birisi, Eş deyişle, diğerkâm bir kişi
olmalı. Tıpkı sokaktaki insanların Galip Baran’a “Keşke herkes senin
gibi olsa, keşke sen başbakan olsan” dedikleri gibi; Ahlakın övdüğü
ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik,
bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi
niteliklere; ahlaken iyiye yönelik, ruhsal yetkinliğe sahip bir
insan, erdem sahibi varlık;.. Her türlü tartışmanın dışında, üstünde
bir düşünce, inanışa ve temel bilgiye sahip, bir başka deyişle,
ilkeli bir insan olmalı.
- İnanmak size zor gelebilir, ama ben
kanlı canlı ‘nadirden’ bir varlıktan;
- Çevre, tüketim, trafik, sağlık,
vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten
bekleme gibi alanlarda başlattığı, ‘okul dışı eğitim’ olarak
tanımladığı çalışmaları yaparken, kendini tanıyan, yurdunu ve
milletini özünden çok sevmeyi öğrenen, yasa bağımlısı olan, “Bilgi
Çağı”nı yaşarken “iklim değişikliği”nden sorumlu “Muasır Medeniyet”i
aşarak, “Bilinç Çağı”nı idrak etmiş, bu süreçte edindiği “tecrübi
bilgi” ile Bilinç Üniversitesi’ni kurmuş, kendisini bu Üniversitenin
“Baş- amelesi” olarak tanımlayan, Bodrum’un Turgutreis Beldesi’nde
yaşayan, insanların kendisinden farkında olmasalar bile çok şeyler
öğrendikleri Galip Baran’dan, Galip Hoca’dan söz ediyorum.
- Evet, insanlar O’na; “keşke sen
başbakan olsan, ya da başbakan da senin gibi olsa” diyorlar ya; İşte
ben Galip Hoca’yı; yalnız hakkında yazılanlardan, ya da
yazdıklarından değil, çalışmalarını izleyerek, gözleyerek
tanıyanlarla görüşerek, tanımayanların anlattıklarını dinleyerek
halkın içinde tanıdım.
- Abarttığımı düşünecek olanlara,
Hoca’yı yaşadığı ortamda, Turgutreis’te tanımalarını öneririm. Galip
Hoca’yı zaten tanıyanlara ve tanıdıktan sonra, “haklıymışsın”
diyenlere, bana hak verenlere, soruyorum:
- “Bu ülkenin,
namuslu-dürüst-demokrat, ilkeli, onurlu, erdemli ve sorumlu, ilimle
amel eden vekâleten amir ve aydınları ile Galip Baran gibi diğerkâm
bir Başbakanı olsa nasıl olur?”
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- BAĞIMSIZ YARGI, TARAFSIZ ADALET…
- 23 Ağustos 2009 Pazar günü Bodrum/Yalıkavak
Marina-Anfi Tiyatrosu’nda yapılan “Bağımsız Yargı ve Tarafsız
Adalet” Paneline konuşmacı olarak katılan Yargıtay Cumhuriyet
Onursal Başsavcısı Vural Savaş, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Süheyl Batum,
Gazeteci-Yazar Tuncay Mollaveisoğlu, Gazeteci-Yazar Uğur Civelek,
Ekonomist Ümit Zileli;
- BOL BOL ALKIŞ…
- Ergenekon’u şiddetle tenkit ve
tekzip ettiler, alkışlandılar,
- AKP ve AKP hükümetinin
icraatlarını eleştirdiler, alkışlandılar,
- Bitmedi!.. Ulus devlet, lâik
devlet, özgür halk ve tam bağımsızlık kavramlarını her telâffuz
edişlerinde ve Atatürk devrimleri dile getirildikçe
alkışlandılar…
- Bana göre, panelistlerin ve onları
alkışlayanların gözden kaçırdıkları gerçek:
- Eleştirilmesi gereken “AKP değil,
AKP’nin de temsil ettiği elli yıllık zihniyetti”…
- Öyle ki, onlara göre, AKP
iktidarda olmasa sorun kalmayacaktı..
- OYSA!...
- Panel’in ana konusu olan “Bağımsız
Yargı ve Tarafsız Adalet” üzerinde pek fazla durulmadı. Panelde
popülizmin ön plâna çıkışı, adalet ve hukuku geri plâna itti.
Demek ki, panelistler ve katılımcılar için önemli olan hareket,
heyecan ve desarj olmaktı. Bilim değil!.. Zaten salonun katılımcı
yapısı, gelenlerin ilgi, dikkat ve konsantrasyon durumu, her hangi
bir maç ortamında buluyor olmaktan farksızdı.
- Buna karşın salonda son derece
ciddi olanlar da vardı.
- Örneğin “davetsiz misafir ve
korsan katılımcı” Galip Baran…
- Biz Kaç Kişiyiz, Atatürkçü Düşünce Derneği,
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile Cumhuriyet okurları (Cum-ok)
tarafından düzenlenen ve yaklaşık 2000 kişinin katıldığı panele
“O” davetli değildi. Mutadı veçhile “durumdan vazife çıkartarak”
gelmiş olmalı idi. Bu defa çok önemli bir nedeni vardı. Zira Galip
Baran bu Panel’e, Bilinç Üniversitesi’nin başlattığı ‘Yetmiş
milyonluk ülke Türkiye’ Projesi’ni tanıtmak için katılmış
bulunuyordu.
- Göğsünde “Yurdu ve milleti özden
çok sevme ilkesi” sırtında “Yetmiş milyonluk aile Türkiye” yazılı
bir önlük giymiş olan Galip Baran, projeyle ilgili olarak
hazırlanan “ayrıntılı bilgi ve tanıtım” dosyalarını panelistlere
tek – tek elden verdi...
- Konuşma aralarında, fırsat buldukça veya müsait
oldukça, dosyaları şöyle bir gözden geçiren panelistler, Baran’ı
ciddiye almamış olacaklar ki hiçbir tepki vermediler.
- Diyelim ki, gerçekte “az ve öz
olan” metinleri dikkatle okuyamadılar.
- Okudular da, “çok öznel ve
bilimsel olduğu için” anlayamadılar herhal.. Ya sonra!
- Belki onlar da, salonda ve sokaktakilerin çoğu
gibi, Baran’ın, tıpkı Salvador Dali, Plâton, Dijojen veya diğer
dâhiler (Yunus Emre, Şems-i Tebrizi, erenlerden bir er) gibi
‘zararsız bir deli’ olduğuna hükmetmiş olabilirler..
- AH KEŞKE!..
- Keşke, dosyada yer alan ve tek,
tek adlarına düzenlenmiş “Diğerkâmlık Andı”nı daha sonra olsun
okusalardı. Panel günü davet edildikleri Bilinç Üniversitesi’nin
Turgutris’deki bürosunu bir ziyaret etselerdi. Kurucu Rektör Galip
Baran ve arkadaşları ile konuşsalardı.
- Bürodaki arşiv ve “aksiyonlara
ilişkin” belge ve bilgileri gözden geçirselerdi.
- Bu koca-koca Prof.’lar, yakın
zamanın büyük devlet ve bilim adamları.. Hiç olmazsa bu kadarcık
bir zahmete katlansalardı; 70 milyon diğerkâm kişiden oluşan
Türkiye’de, “polis, yasa, jandarma ve yargı”ya günümüzdeki kadar
gerek kalmayacağını, “adalet ve hukuk”un sorun olmayacağını
öğrenirlerdi.
- Devletin büyük, büyük sorunlarıyla
ilgili devasa şöhrete sahip bu dev adamlar;
- Ne yazık, “gerçek hukuk ve
evrensel adalet” ile yüzleşme fırsatını kaçırdılar…
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
SANCAK-I ŞERİFLER ORTAYA ÇIKACAK
‘Türk Subayına Destek’ isimli grupta
yayınlanan habere göre; (*)
“Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk
kez, Türk Silahlı Kuvvetlerinin şeref, onur, erdem, ilke, azim,
irade ve zaferlerini temsil eden bütün ‘SANCAK’ lar 30 Ağustos 2009
Pazar günü (bugün) Ankara’ da ‘Zafer Bayramı’ törenlerine katılmak
üzere toplanmıştır.”
TÜRK ORDUSU’NDA SANCAK
Türk Ordu geleneklerine göre Sancak,
Koruma ve kollama görevini üstlenmiş
tüm silahlı kuvvetler için vatan;
Hürriyet, adalet, hâkimiyet ve tam
bağımsızlık;
Cumhuriyet, adil devlet ve demokrasi
için teminat,
Asker kişi için namus, yüksek ahlâk
ve icabında şehâdet demektir.
İşte, böyle aziz ve kadim bir
temsil, temayüz timsali Sancak…
Askerlik yapanlar iyi bilirler,
Sancak nöbeti nöbetlerin en şereflisi ve en zorudur.
Herkes Sancak nöbeti tutmak ister
ama tutamaz. Sancak’a gelebilecek en ufak bir zarar sadece nöbeti
tutan askerin değil, ilgili birlikteki tüm personelin ceza almasına
sebep olur.
Osmanlı döneminde olağanüstü durum,
savaş halleri ve dâhilde isyanları bastırmak üzere Sancak-ı Şerif
ortaya çıkartılır ve Cuma Hutbelerinde mihraba bayrak asılırdı.
BÜYÜK ÖNEM VE ANLAMI VAR !..
Son Milli Güvenlik Kurulunun
ardından yapılan Basın açıklamasında Türk Silahlı Kuvvetlerinin
“açılım ile ilgili görüşmelere” destek verdiği ifade edilmiş fakat
Genelkurmay Başkanlığı tarafından bu ifade doğrulanmamış, sessiz
kalma yolu tercih edilmiştir. .
Esas itibarıyla Milli Güvenlik
Kurulunda Silahlı Kuvvetler görüş, öneri ve endişelerini dile
getirir; Ancak, toplantı nedeniyle yapılan basın açıklamasında Türk
Silahlı Kuvvetlerinin fikri, eğilim ve görüşleri açıklamaz.(!)
Bu durumda Türk Silahlı Kuvvetleri sessizliğini
‘Şeref ve Namus’ timsali Sancakları ile 30 Ağustos günü; “Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde ilk kez” olmak üzere bozuyor.
Sancak’ların bir arada toplanması
“anlayanlar için” çok şey ifade etmektedir.
Ayrıca açmaya ve açıklamaya gerek
yok!..
Özellikle, “Türkiye Cumhuriyeti ve
KKTC’ deki tüm Askeri Birliklerde bulunan Sancak’lar Genelkurmay
Başkanlığında törenlere katılmak üzere toplanmış ve sıkı bir şekilde
muhafazaya alınmıştır” deniliyor…
ÖZEL GRUP NOT’U:
“Bugüne kadar siz değerli
üyelerimize hep doğru bilgiler verdik.
Bu bilgiyi tüm Türkiye’ de herkesten
önce siz '' Türk Subayına Destek'' grubu üyeleri olarak siz
öğreniyorsunuz. Bu gerçek bilgiyi arkadaşlarınızla paylaşın.
Facebook ortamında ilk paylaşan siz olun. Böylece: ‘inatla aymazlık,
gaflet, delalet ve hatta hıyanet içerisinde bulunanların’ bazı
şeyleri anlamayanların anlamalarını, algılamalarını sağlayalım.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE,
NE MUTLU TÜRKÜM DİYEBİLENE,
NE MUTLU TÜRK’ LÜĞÜ İLE ÖVÜNENE!”
"Bütün bu şerâitten daha elîm ve
daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar
gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hâttâ bu
iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi
emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap
ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu
ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini
kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda
mevcuttur! Mustafa Kemal Atatürk"
30 Ağustos “ZAFER” Bayramınız Kutlu
Olsun…
(*) Bu makalede işlenen konuya dair
Haber: ‘Türk Subayına Destek’ grubuna ait olup; Ağustos ayı’nın son
haftasında yayınlanmıştır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
DEMOKRATİK AÇILIM VE TAZMİNAT HAKLARI
Terör ve tedhiş’in ‘insanlığın huzuru ve dünya
barışı için’ bedeli çok ağır surette ve mutlaka ‘muhatapları’
bulunarak ödettirilmek zorundadır. Aksi takdirde, maruz kalınan
terör ve tedhişe devlet zaafla malul-mağlup, millet mağdur ve
perişan olmuş demektir.
Bakınız, ABD, Libya’nın 1988’de 270
kişinin öldüğü PanAm uçağını düşürmesi, 1986’da Almanya’da bir
diskoya sabotaj ve 1988’te bomba konan bir uçağın İskoçya’nın
Lockerbie kasabası üzerinde infilakı sonucu çoğu Amerikalı olan 400
kurban arasında paylaşılmak üzere 1.5 milyar dolar ödemesi ve terörü
kınaması sonucu, Libya ile arasındaki ilişkileri normalleştirdi.
Yani ancak terör zararları tazmin ve telâfi edildikten sonra....
Bunun başka yolun yok. Almanya ve
Fransa da aynı yola başvurdu.
Yakın tarihlere ait İsrail-Filistin,
ABD-İran ve daha yüzlerce örnek var..
Dünyada dış destek veya kaynaklı
terör odakları bu yolla kurutuldu. Bedelleri misliyle ödettirilerek
alındı. Başta İngiltere, İspanya, Fransa ve Almanya olmak üzere,
mevcut terör örgütlerinden hiç biri; Örneğin PKK gibi 50 küsur
devlete yayılmış ve dayanmış değil!...
Dahası art niyetli bir AB dayatması,
yanlış algılama, zaaf ve hukuk bilgisi noksanlığı sonucu 17.7.2004
tarihli 'Terör ve Terörle Müc.’den Doğan Zararların Karşılanması
Kanunu' devletin başına belâ edilerek iddiacılara milyonlarca TL
ödeme yapıldı.
Yalnızca Diyarbakır'da 70 Milyon YTL
terör tazminatı dağıtıldı
AİHM birçok davada, bu yasayı nimet göstererek bazı
başvuruları reddetti. Dışişleri Bakanlığı da, valiliklere bir yazı
gönderip, AİHM' de bu yasa ile sağlanan olumlu havanın sürmesi için
terör tazminatları ödenirken halka kolaylık sağlanmasını ve katı bir
bürokratik işlemden vazgeçilmesini istemişti.
GELELİM ESAS MESELEYE:
Bilindiği üzere Türkiye 1968’den itibaren ‘dış
kaynaklı’ anarşi ve teröre maruzdur.
Önceleri Alman ve Fransız desteğinde Suriye, Lübnan
ve Ermenistan kullanıldı.
Sonra 27 Ocak 1973’de ASALA belâsı çıktı. Asala 15
Ağustos 1984’de PKK’ya iblâğ olduktan sonra 23.11.1986’ya kadar hain
saldırılarını sürdürdü. Örgüt, Ermeni diasporasınca alenen
desteklendi, himaye edildi. Diasporalar ise, Ermeni hükümetinin
resmi bir bakanlığı tarafından sevk-idare, tedvir ve organize
olunmaktadır. Halen de durum aynıdır.
Ayrıca, BM Anayasasının açık ve emredici “men-i
müdahale” hükümlerine rağmen, başta ABD, Almanya, İngiltere, Fransa,
Yunanistan ve Rusya olmak üzere yaklaşık 50 ülke terör örgütüne
yardım ve yataklık etmiştir. Bu ilişki, açık destek ve yataklık
binlerce olay ile sabittir. ABD ve AB resmen fail durumundadır. İşin
garibi, gerçekte birer tasallut, gasp ve terör devleti olan Amerika,
Rusya ve Çin’in baskısıyla olsa gerek, öncelikle İran ve pek çok
İslâm ülkesi ile bazı Türk Cumhuriyetlerinde dahi PKK büroları ve
soykırım anıtları vardır.
Yani, tıpkı yakın tarihin isyanları gibi, bu terör
de dış güdümlü ve dış kaynaklıdır.
Sonuçta: Türkiye; 1968 ve/veya
1984’den bu yana uğradığı trilyon dolarları bulan maddi + manevi
travma, zarar, kayıp ve hasar’a ait münhasır tazminatı; Ulusal ve
uluslar arası bütün yargı olanaklarını sonuna kadar kullanarak
tahsil ve tazmin etme hakkına sahiptir..
En son KKTC ile Güney Kıbrıs çetesi
arasında vaki ve Louzidiu meselesi dahil tam bir siyasi kurum olan
AİHM yoluyla tazmin, tahsil ve telâfi komedisine bakın!.. PKK’nın BM
Anayasasının 51.ve diğer amir hükümleri aleyhine Kuzey Irak’ta
konuşlandırıldığı ve mezkür 50’yi aşkın devletten beslendiği
gerçeğini görün. Örgüt yapısının büyük bölümünün Ermeni, Rum-Yunan,
Abd, Alman ve sair lejyonerden oluştuğunu ve içinde az sayıda
“Ermeni kökenli Kürt” bulunduğunu da dikkate alın..
Ve ey hükümet!.. Ey terörden zarar
gören halk!.. Ve, Ey Şehit aileleri haydi!..
Demokratik açılımın amacı mademki
barış, anlayış ve huzuru tesistir; Önce bunun temel şartı / ana
unsuru DİYET’LER ödensin. Tamir-telâfi, tahsil ve tazmin süreci
başlasın.
Eğer, TC açılım’a icbar edilmiyorsa,
MİLLETİN zararını tazmin ve tahsile mecburdur.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
- TAŞIMACILIK KENTLERDE NEDEN SAVSAKLANIYOR
- Tarihin sayfalarına göz attığımızda
taşımacılığın tekerleğin bulunmasından sonra biraz daha
canlandığını, hayvanların sırtlarından ağırlığın boyunlarına
kaydırıldığını görürüz. İnsanoğlunun ilk hayvan arkadaşı köpeği
görürüz. Köpek sahibini kötülüklerden korumak için yaratılmış bir
canlıdır. İnsanoğlunun kutupları keşif için taşımacı olarak
köpekleri kullandığına tanık olmaktayız. Hemen bütün çağlarda
hayvanların taşımacılıkta kullanıldığını, çağımızda da hayvanların
kırsal kesimlerde taşımacılıktan kurtulamadıklarını görmekteyiz.
- Tekerleğin icadından sonra
arabalarla savaş için hayvanların kullanıldığını, ulaşımın ancak tek
tırnaklılarla yapılabildiği dönemlerde günlük ulaşımın belirli bir
uzaklıkta yapılabildiğini, insanların konaklama yerleri
oluşturduğunu, bu tarihi konaklama yerlerinin ipek yolu üzerinde
daha çok dikkate alındığını, sarp dağlardan aşarak ticaret yapmanın
insanoğlunu yıldırmadığını görüyoruz.
- Taşımacılığın insanoğlu için
kaçınılmaz olduğunu, bu sayede insanoğlunun yeni keşifleri
gerçekleştirdiğini biliyoruz. Modern taşıt araçlarının icadı ile
birlikte taşımacılığın daha önem kazandığını görüyoruz.
- Anadolu insanının taşımacılıkta ne
kadar sıkıntı çektiğini, imparatorluğun çöküşünden sonra yeni
yönetimin taşımacılığı hızlandırmak için gerçekleştirdiği ulaşım
ağlarını yirminci yüzyılda daha da modernleştirdiğini görüyoruz.
Teknolojinin giderek geliştirildiği günümüzde hayvan gücü ile
taşımacılık yok denecek bir düzeye gelmiştir.Bugün bir tarih olma
yolundaki hayvanla taşımacılık turistik yörelerde bir ticari araç
olarak yapılmaktadır.Bilhassa sahillerde yabancı uyruklu insanların
tarihi yaşantılarını birkaç saatte yaşayabilme duyguları da çok
önemlidir.Kentlerden kırsal alana bilhassa günümüz de çocukların
gitmeyi arzuladıklarına tanık olmaktayız.Ata binme,harmanda döven
sürme,tarladan kağnılarla sap taşıma,bilhassa kağnı sesini
duyabilme arzuları büyüklere göre çocuklarda daha fazladır.Bugün
gelişen teknoloji ile insanlara,bilhassa çocuklara hayvan seslerini
dinletebilmek için kasetler doldurulmaktadır.
- Bugün taşımacılığın modern yollar
ve araçlarla yapıldığına tanık olmaktayız.Geriye bir dönüş
yaparsak bizlere bu ülkeyi bırakanların hangi koşullarla yaşamlarını
sürdürdüklerini.anımsamakta sanırım büyük faydalar sağlanabilir.Dün
insan gücü ile ulaşıma açılan karayolları bugün modern dev
makinelerle gerçekleştirilmektedir.Karada,denizlerde ve havada
yapılan taşımacılıkta bazı ülkelerin çağ atladığını
görüyoruz.Dünyada taşıt araçlarının kullanımı belirli bir süre için
gerçekleştirilirken,biz yaşlı araçları kullanmakta bir sakınca
görmüyor bu nedenle meydana gelen trafik kazalarını da bir yazgı
olarak kabul ediyoruz.
- Son yıllarda bazı illerde olduğu
gibi Çorum dada 34 plakalı araçların belediye temizlik işlerinde
kullanıldığına tanık oluyoruz. İnsanın aklına bu araçların belli bir
nüfusa kadar olan yerleşim birimlerinde mi hizmet görmesi ön
görülmektedir. Yoksa bu araçlar da neden 19 plaka numaraları
kullanılmamaktadır. Yoksa büyük şehir belediyeleri kullanımdan düşen
bu araçların onarım masraflarını kim karşılamaktadır. Bu araçların
akaryakıt bakımından bir hayli masraflı olduğu bilinmektedir. Büyük
kent belediyelerinin araç parkının geniş olması nedeniyle bazı
araçları taşrada kiraya verdikleri ve gelir sağladıkları biliniyor.
- Taşımacılık derken konuyu çok
çeşitlendirdik. Kentimize hangi koşullarda getirilmiş olursa olsun
kamu da hizmet veren araçların tümüne zamanında günlük, aylık,
yıllık bakımların yapılması kaçınılmazdır. Çalışan aracına iyi
bakarsa o araç uzun süre hizmet verebilir. Araçların çıkış ve dönüş
bakımlarının yapılması zorunlu hale getirilmelidir.
- Bayram nedeniyle birinci gün
belediye otobüslerinin ücretsiz olacağı duyurusu yapıldı. Kule
yanında ki park yerinden otobüslerin yörelerine normal günlerde
hangi saatlerde çıkacak ise birinci günde öyle yapılacağı
vatandaşlara ulaştırılmış olmalı ki vatandaşlar bayramlaşmak için
harekete geçen ilk otobüsleri kullanmayı uygun buldular. Ancak
otobüsler bayram sabahı güzelce tazyikli su ile içi ve dışı
yıkanmış, koltuklar kurulanmadan servise konulmuştur. Bayramlık
elbiselerle otobüse binen çocuklar, anne bu koltuk ıslak, elbisem
ıslandı, oğlum, kızım koltuk değiştir. Değiştirdim anne diğer
koltuklarda ıslak. Koltukların hepsi yaştı. Kurulama işlemini
gerçekleştiren personel kim ise onu o personel bayram günü bu
görevini yerine getirmemiştir. Sanırım belediye görevlileri böyle
bir işlem yapıldığı konusunda vatandaştan gelen yakınmalardan
haberdardır..Kimsenin bu konuda sorgulanmasını arzu etmem.Sanırım bu
yıkama ve temizlik işi hemen her gün olmasa da haftada bir kez
yapılır.Bu iş için görev alanların, görevlerini görev bilmeleri en
sağlıklı yoldur diyor okurlarıma saygılar sunuyorum..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ömer SEZER
|
Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ |
SORULARIM
Bazı şeylerin kıymetini yaşarken
bilmek lazım?
Sonraları yürekte iğne sızılarına
gebe kalmamalıyız.
Unutulmalarda hep dert yanarız da
unuttuklarımızın vefasızlığını hiç hatırlamayız.
Kaybedilen değerlerin
şahıslarıyızdır oysa gerçekte! Lakin herkes şahısların değerini
bilir kaybedince,
Şahıslar eserleriyle değerlidir! Her
mezar taşının başında nice ağlayanlar var.
Neredeydiler? Bu kadar insan düne
kadar? Dünya da bile bile bulamadılar da bir karış toprağın üstünde
mi ararlar?
Bu dünyadan niceleri gelip geçti
hangisine hak ettiği değeri verdik ki?
Şimdi karanlıklarda kör bir gözle
aramak ne fayda.
Zamandır kaybedilen en büyük değer.
Bir gün son nefese yakın bir zaman anlasan eder mi sana kar.
Hatırlar mısın bir zamanlar hak
etmeyenlere değer vermiştin de sapıtmıştı.
Oysa hak edenler de sana hak
etmediğin değeri verirdi.
Yalanın günahını iyi bilirsinde
ettiğin yeminlerin vebalini bilmez misin?
Kaç kayda değer bir eser bıraktın
hiç düşündün mü?
Senin için yaşamak en büyük tutkuydu
değil mi?
Oysa ölümsüzlük temiz bir kalpte
gizliydi bilemiyordun.
Dostlarını kırıp da haykırarak terk
edip giderdin.
Ya sessizce bu dünyadan göç edersen
ne olacak diye düşün dün mü?
Terazi dengelerini kaçıran bir
kantarın topusu eninde sonunda tüccara zarardır.
Unutma gece bile bir gün boyunca
sürüp gitmiyor yerini aydınlıklara teslim ediyor.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ömer SEZER
|
Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ |
- YAŞIYORUM HÂLÂ
-
- Yaşıyorum hala, nefes almaya devam ediyorum!
- Herkesten uzaktayım!
- Kendime bile mesafe koyuyorum!
- Hayat çok garip!
- Üzüntülerle düşünüyorum!
- Bazen de kendi halime gülüyorum!
- Uzaklarda arıyorum mutluluğu!
- Eski ben bile bana uzak kalıyor!
- Kendimi bırakmışım kör boşluklara!
- Hayatın tarihinden düşüyorum!
- Bir deniz kıyısındayım!
- Yaşanmamışlığımın dalgalarla gelmesini bekliyorum!
- Sahi benim ismim neydi? kimdim ben!
- Yaşım otuzmuş!
- Derdim üç otuz!
- İsmim kadermiş!
- Kaderim dünyaya mağlup!
- Aklımı yitirdim, ömrümün baharında!
- Benim gönlüm bahtsız baharsız!
- Yarım kalmış hayatım!
- Zaten ben o otuzu da hiç yaşamamışım!
- İstersen hiç gülme!
- Kaşlarını hep bana çat felek!
- İstersen umutlarımı hep heba et!
- Verdiklerin ömrümde hep zarar ziyan!
- Çökmüş yıkılmış umutlarımın ardından!
- Gözlerimden boşalan kan!
- Zaman işliyor süre bitiyor!
- Ben hep yerimde sayıyorum!
- Feryadımı herkes duydu da
- Bir sen duymadın.
- Beklide duymak istemedin.
- Yaşıyorum hala.
- Sana inat.
- Yaşıyorum hala.
- Ve yaşadıkça kalbimde sevgiler çoğalarak
-
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- MAYALI
-
- MALZEMESİ: 5-6 porsiyon- 1 kilo un,
kibrit kutusu büyüklüğünde yaş maya, bir tatlı kaşığı tuz,ılık su
- Daha çok Ramazan Ayının sahur
yemeğidir.
- Çorum’da Ramazan Aylarında her
sahurda, ıspanaklı, çökelekli, kıymalı gibi çeşitleri yapıldığı
gibi; yağda kızartma ve sacda ve yanmaz tavada kızartılarak sonradan
üzeri yağlanır. Çay veya hoşaf eşliğinde yenilir.
- Una kibrit kutusu büyüklüğünde, yaş
maya, bir miktar tuz katılarak ılık su ile kulak memesi sertliğinde
yoğrulur. Hamur bir miktar bekletildikten sonra kabarır, yani mayası
gelir. Bu hamurdan kaşık ıslatılarak bir yemek kaşığı alınarak yumak
tutulur. Yuvarlanan bu yumağın altına un serpilerek 15-20 santim
çapında ve yarım santim kalınlığında el veya oklağı ile hamur yumağı
yassılanır. İstenirse içerisine kıyma, peynir, çökelik, ıspanak gibi
iç konularak yassılanır. İstenirse saçta, istenilirse yanmaz tavada,
istenirse kızgın yağda tavada kızartılarak servis yapılır.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- BİZ NEYİN KADRİNİ BİLDİK Kİ?
- Çevresindekilere Müslüman
görünerek dış güçlerin, İslam karşıtı odakların emirlerinde
olanların ve paranın, saltanatın, hırsların peşinde
koşanların tahribatları ile karşı karşıyayız!
- İnsanların kendi kendilerini
aldattıkları ve kötülüklerle tatmin oldukları bir dönemde
henüz nerede ve kimlerle olduklarını bilmeyenlerin görüntüleri
ülkemizin geleceğini, insanlarımızın beklentilerini
olumsuzluğa dönüştürmektedir.
- Kalp denilen hazineler işgal
altında, düşünce denilen yücelikler dumura uğratılmakta,
dostluklar ve fedakârlıklar yozlaştırılmaktadır. İftiralarla,
tertiplerle, dış güçlerin oyunlarıyla Ergenekon denilen onur
kaynağını ve bizi yücelten tarihi bir olguyu suç tezgâhı
haline dönüştüren AKP’nin iktidarda olduğu bir zamanda bir
mübarek geceyi daha idrak ediyoruz.
- İnsafı, ölçüyü, adaleti
yitirenlerin bu geceden feyiz almaları ve bu geceyi içlerinde
sindirmeleri ortaya koydukları icraatlarla, ilişkide oldukları
odaklarla mümkün görünmemektedir.
- Siz de, biz de onlar da
seçtiğiniz, alkışladığınız, destek verdiğiniz yöneticilerin
senaryolarıyla Silivri’de suçsuz yere yargısız bir infaz ile
cezalandırılanlara, seçtiğiniz, alkışladığınız, destek
verdiğiniz yöneticilerin ihmalleri sebepleriyle sel
felaketleriyle hayatlarını kaybedenlere rağmen bu mübarek
geceye düşen feyzi, kutsallığı ve ilahi ışıkları hangi
yüzlerimizle karşılayacağız?
- Felaket ekenler felaket
biçerler!
- Günahların kaynağı şer
odakları her an için size büyük acılar yaşatabilirler. Sizin
saf duygularınız üzerinde ihaneti, kötülüğü büyütebilirler.
- Her şeye rağmen mübarek
gecenizi yürekten kutluyor, daha nicelerine erişmenizi Cenab-ı
ALLAH’tan (C.C.) niyaz ediyorum.
Paris, 15.09.2009
- Üzeyir Lokman ÇAYCI
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE
http://monsite.wanadoo.fr/SEVGI/
http://uzeyircayci.sitemynet.com/fleur/index.htm
http://www.artmajeur.com/serap/
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
PARİS CAMİİ VE BENCHEİKH EL HOCİNE ABBAS
10 Mayıs 1989 tarihinde Paris Camii
ve Enstitüsü rektörü Abbas Bencheikh El Hocine (1) ile görüştüm.
Sultan Abdülhamid (2) zamanında
Avrupa ülkelerinin başkentlerinde birer külliye yapılması
düşünülüyor. Bu plan çerçevesinde ilk külliye Berlin’de inşa
ediliyor. Daha sonra ikinci cami teklifi o zamanki Fransız
hükümetine yapılıyor. Fransa Hükümeti ise bütün masraflar Osmanlı
Hükümeti tarafından karşılanması şartıyla bu teklifi olumlu
karşılıyor. Yani Paris Camii’nin ilk kuruluş planı Abdülhamit Han
vasıtasıyla gündeme getiriliyor. Sultan Abdülhamid’in tahttan
indirilmesi ve sonra 10 Şubat 1918 tarihinde ölümünden sonra
başlayan İkinci Cihan Harbi (1922 - 1926) bu projeyi durduruyor.
Bu arada Fransız ordusunda görev
yapan Müslüman askerler Osmanlı’larla savaştırılıyorlar. Bu savaşta
bir çok Müslüman asker Osmanlılar tarafından öldürülüyor.
Savaştan sonra Fransız Parlamentosu savaşta ölen askerlerin
hatırasına birer anıt yapmak istiyorlar. Hıristiyan askerler için
bir anıt dikilirken Müslümanların hatırasına da onları temsilen bir
cami yapılmasını Gadduri Bin Cabrid (3) isimli bir kişi teklif
ediyor. Bu teklif kabul edildikten sonra Fransız parlamentosunda
müzakereleri yapılıyor. Paris Belediyesi’nden bugünkü yeri satın
alınıyor. Bunun için de kanun çıkarılarak gerekli izin veriliyor. O
zamanki çeşitli Müslüman devletlerden ve ekserisi Fransız
kolonileri olan devletlerden para toplanıyor.
Paris Camii’nde Atatürk’ten ışıklar
ve izler var
Bencheikh El Hocine Abbas Mustafa
Kemal Atatürk’ün de Paris Camii’nde izleri bulunduğunu ifade etti.
Mustafa Kemal Atatürk, Abdülhamid’in
ölümünden sonra 1938 yılına kadar her yıl Paris Camii’ne «bizim de
çorbada tuzumuz bulunsun» diye, onar bin frank para gönderdi.
Atatürk’ün ölümünden sonra bu yardım kesildi.
Bencheikh El Hocine Abbas bunları
anlattıktan sonra bana «Biz Müslüman Türk kardeşlerimizi çok
seviyoruz. Kendilerinin gönlümüzde büyük bir yeri vardır. Türkler
tarih boyunca İslamiyet’e çok büyük hizmetler verdiler. İslamiyet’i
yaydılar. Türkler için İslam’ı yaşamaları halinde büyük şan ve şeref
var...»
Daha sonra Paris Camii ile ilgili
çeşitli açıklamalar yaptı. Müslüman ustaların akıl nurlarının
taşlara nakşedildiği Paris Camii (4) stil olarak Kuzey Afrika İslam
sanatını yansıtmaktadır. Caminin bölümleri ise şöyle : Cami kısmı,
revaklı giriş, kütüphane kısmı, revaklı büyük avlu (5) yani bahçe
kısmı ve geniş teşrifat salonu olmak üzere beş bölümden
oluşmaktadır.
İran Şahı Rıza Pehlevi tarafından
camiye hediye edilen Djanchaghan Fabrikası tarafından dokunan 7,64 x
4,37 metre ölçülerindeki kıymetli bir halı Paris Camii’nde
bulunmaktadır. 33 metre yüksekliğinde minaresi bulunan Paris
Camii’nin bayanlar ve erkekler için birer de hamamı bulunmaktadır.
Tüm bölümlerin idaresi ve bakımı
için elli kişi ve din hizmetleri için de on din adamı görev
yapıyor. «1928 –1932 yılları arasında Ahmet Haşim’in Paris’e
geldiğinde Paris Camisi’ni çok beğendiğini ve bunu şiirlerine
yansıttığını» ifade etti. Paris Camii inşaatı 1919 yılında başlamış
ve 1926 yılında tamamlanmıştır. İlk rektör Gadduri Bin Cabrid’dir.
Bundan sonra Şeyh Hamza Ebubekir rektör olmuştur. Ancak yaptığı
yolsuzluk ve hakkında çıkan olumsuz iddialarla görevden alındı.
Yerine Bencheikh El Hocine Abbas tayin edildi. Benim kendisiyle
görüşmemden kısa süre sonra, yani 01.06.1989 tarihinde hayata
gözlerini yumdu.
Rektörlüğe Dalil Boubakeur getirildi.
Paris, 31.08.2009
(1) Şeyh Hamza Ebubekir’den sonra 1982’de Paris Camii’ne
rektör olan Abbas Bencheikh El Hocine 1912 doğumlu bir Cezayir
vatandaşı.
(2) Sultan Abdülhamid, Sultan Abdülmecid'in oğludur. 21 Eylül
1842 tarihinde doğdu. 10 Şubat 1918 tarihinde vefat etti.
(3) Gadduri Bin Cabrid : Paris Camii’nin yapımında çok ciddi
gayretler gösterdiği biliniyor. Fas’ta doğmuş ve Cezayir’e
yerleştirmiş Müslümanlardandır. Başlangıçta tercüman gibi çalışmış,
sonra Fas Kraliyet ailesi tarafından Paris Camii ve Külliyesinin
müdürlüğüne getirilmiştir. Bu kişi yaklaşık yirmi yıl görev yapmış,
vefatından sonra cenazesi caminin bahçe kısmına gömülmüştür. Şu an
kabri cam bahçe kısmında bulunmaktadır.
(4) Paris Camii, Fransa’da devletçe tanınan Müslüman tek dini
kuruluş. 1982 – 1989 yılları arasında 7 yılda 7000 kişinin İslam’a
giriş töreni yapıldı. Adresi : 2, Place du Puits de l'Ermite,
75005 Paris
Telefon : 01 45 35 97 33
(5) Revaklı avlu : Mimarlıkta bir yapının ortasında, önünde ya
da arkasında duvarlarla çevrili üstü açık alan, yer. Yapının
ortasında bulunursa buna içavlu denir.
Selam ve sevgilerimle.
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Concepteur industriel - Architecte d'intérieur
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE
http://monsite.wanadoo.fr/SEVGI/
http://uzeyircayci.sitemynet.com/fleur/index.htm
http://www.artmajeur.com/serap/
Resim : (Önde oturan) sağda Abbas Bencheikh El Hocine, solda
oturan bir ziyaretçi,
solda ayakta Abbas Bencheikh El Hocine'in yardımcısı ve sağda
Üzeyir Lokman ÇAYCI görülüyor.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
DAR KAPI
Günümüzde insanların elbiseleri,
otomobilleri ve evleri, kendilerinden daha çok dikkatleri çekiyor.
Paranın ve bilinmezliğin peşinde bir koşu var. Bu yarışta yorgun
düşenler, uykusuz kalanlar, hastalananlar ve ölenler ise, hiç fark
edilmiyor.
Çağ dans partileri, eğlenceler ve
çılgınlıklarla doyuma ulaşamayan bir topluluğun yanı başından
süratle geçip gidiyor.
Patrick eşiyle böyle bir zamanda
hayatlarına düşen gölgelerin; kıvrılan, değişime uğrayan
ilişkilerin, göstermelik çizgilerin izindeydi. Geçmişten beri
kendilerini etkileyen bazı şeylerin varlığını hissediyorlar, fakat,
ne yazık ki onların kaynağına inemiyorlardı. Bunu aşmak için
kitaplar okuyorlar ve duygularında düğümlenen soruları
cevaplandırmaya çalışıyorlardı. Son okudukları kitaplardan biri de
İncil’di. Anlamadıkları alanlarda gezinirken oradaki görüntüler
onları tanrıtanımazlığa itiyordu. Bir arayış içerisinde her şeye
katlanma kararlılığıyla içindekileri çözmek için bulundukları
yerden bir müddet de olsa uzaklaşmak istiyorlardı .
Bu yüzden yaşadıkları kent Paris’ten
oto-stop yaparak yola koyuldular. Çileli bir yolculuktan sonra,
kendilerine Hıristiyan tasavvufunun cevap vermediğini düşündüren,
hayranlık duydukları İstanbul’a geldiler. Oradan da zaman
kaybetmeden Samsun’a hareket ettiler.
Samsun onlar için kararlaştırdıkları
yolculuğun ilk basamağıydı. Buradan Erzurum’a, oradan da İran
üzerinden Hindistan’a gideceklerdi. Aradıklarına ulaşmak için
Budizm’in havasını solumak istiyorlardı.
Samsun’a geldikleri sırada Patrick ve
eşinin tek gayesi Hazret-i İsa’nın makamındaki bir şahsı bulmaktı.
İlk anda 50 TL aylıkla kiraladıkları bir eve yerleştiler. Yeni
mahallede kaportacılar çarşısında buldukları bu ev ve çevresi iyi
sayılmazdı. Ama onlar için hırsızlık yapanlarla, esrar
kullananlarla, içki içenlerle yaşamak zor değildi. Patrick ve
eşinin bir hippi olarak şehrin iç kısımlarında kabul görmeleri de
mümkün değildi. Bulundukları çevrede kötü tanınan bu insanlar
aslında çok iyi niyetli kişilerdi. Serbest ve hoşgörü sahibiydiler.
Patrick o günlerde kirada kaldıkları evde bir rüya görmüştü. İri
yarı, cüppeli ve sakallı bir şahsın kendisiyle konuştuğunu
söyleyerek rüyasını anlatmaya koyuldu :
- Bana bakıyordu bu şahıs. Ben onun
yüzüne bakamıyordum. Karşısında kendimi suçlu hisseder gibiydim.
Yüzü pırıl pırıldı... Adeta ışık gibi etkileyiciydi. Birden ağlamaya
başladım. O bunları anlatırken gözyaşları içerisinde o anı tekrar
yaşıyordu sanki...
- Bana iyice yaklaştı. “Sen gerçeği
arıyorsun... Aradığın her şey burada! Küçük dar kapı Türkiye’de...”
dedi. Bu rüya ile o gece yataktan fırladım. Eşime, gördüğüm rüyayı
hiç önemsemeyerek anlattım. İkinci gün aynı rüyayı görmüştüm. Aynı
şahıs aynı şekilde bana hitap etmişti. Biraz tuhaflaşmıştım. Bu “dar
kapı” İncil’de geçen bir konu olduğu için, bu cüppeli kişi benimle,
anlayacağım şekilde, kendi dinimde geçen ifade ile konuşuyordu.
Zaten İslam kuralları dahilinde konuşmuş olsaydı, hiçbir şey
anlamayacaktım.
Patrick kendisini etkileyen rüyalarını çevresindeki Türk
arkadaşlarına anlatmadan önce eşiyle yorumlar yaptı. Üçüncü günü
akşam şuuraltında rüyalarını etkileyici olmaması için, farklı
konularla meşgul olmaya çalıştı. Eşi, kocasının önceden hiç
alışmadığı bu rüyalarına bir anlam veremiyordu. Gece yarısıydı.
Kocasını yanında göremeyince yattığı yerde birden doğruldu. Oldukça
endişelenmişti. Önce gözlerini oğuşturdu. Pencerelerden odalarına
düşen siyah gölgeler arasında onu aradı. Sonra bir sandalye üzerinde
oturmakta olduğunu gördü. Oturduğu yerden :
- Patrick! sevgilim... Orada ne
yapıyorsun? Yine uyuyamadın mı yoksa? Patrick karanlıkta ilerleyerek
kapı kenarındaki elektrik düğmesine dokundu. Aydınlanan oda
içerisinde yüzünü göstermemek istercesine eşine yaklaştı. Ağlıyordu.
Ve...” üçüncü kez aynı rüyayı gördüğünü ve aynı kişiyle
görüştüğünü” ifade ettikten sonra şunları anlattı:
- Ağlayarak uyandım! Rüyamdaki adam üç
kez benim dünyama girdi. Adeta her gün onunla buluştum! Bana
ısrarla söyledikleri, bizim arayışımıza bir cevap niteliğindeydi.
Sevgilim nihayet “dar kapıyı” bulduk. “Dar kapı” Türkiye’de.
Buradan farklı bir dünyaya gireceğiz, diyerek eşine sarıldı. Bu
sırada hıçkırıklarını tutamıyordu...
- Bunu yarın Türk arkadaşlara
anlatmalıyız. Onlar belki bize yardımcı olurlar.Patrick, sabahleyin
sarhoş arkadaşlarına olup bitenleri anlattı. Ve :
- İslam’ı kabul etmek istiyoruz. Müslüman
olmak istiyoruz... Bize yardımcı olabilir misiniz?
Bunu duyan Türk arkadaşları :
- Memnuniyetle yardımcı oluruz. Yeter ki
siz isteyin... dediler.
Ve ayakta duramayacak kadar sarhoşlardı.
Bu durumlarıyla Patrick ve eşini müftülüğe götürdüler. Hepsi o
bölgede yıllarca hippilerle yaptıkları dostluklardan dolayı birkaç
dil biliyorlardı. Müftü, onları kendi odasında kabul etti. Orada
Patrick üç günlük rüya serüvenini Fransızca anlattı. Arkadaşları
tercüme ederek aktardılar. Patrick ve eşi için sade bir İslam’a
giriş töreni yapıldı.
Oradan ayrıldıktan birkaç gün sonra
arkadaşları aralarında para toplayarak Patrick’i sünnet
ettirdiler.Gerek müftülük gerekse çevreden bu durumları işiten
insanlar Patrick ve eşinin isteği üzerine onlara önce Türkçe’yi
sonra da İslam’ı öğretmeye başladılar.
Samsun garajlarının bulunduğu bölgedeki
susuz ve elektriksiz evlerinde kaldıkları bir sırada en çok
kendilerine yardımcı olanlar arasında “Katan” isimli otuz yaşlarında
bir kaportacı, karayollarında çalışan Osman, Samsun Gazinosu’nda
şarkıcılık yapan İsmet gibi kişiler de vardı. Patrick :
- Bize yardımcı olan kişiler arasında
Müslüman olmalarına rağmen oruçlarını şarapla açanlar dahi vardı.
Yani İslam’ı iyi bilmediklerini biz, bir şeyler öğrendikten sonra
anladık. İbrahim Beyaz isimli imam hatip lisesi öğrencisi bir genç
bize çok yardımcı oldu. Önce şehrin içinde bir eve taşınmamızı
sağladı. Sonra bize abdest almayı, namaz kılmayı ve Kuran okumayı
öğretti. Oradaki arkadaşlarım bana Muhammet İsa ismini verdiler. On
ay sonra da çocuğumuz doğdu. Ona da Yahya ismini verdik! Ve ekledi
:
“Bakın şimdi güzel Türkçe konuşuyoruz ve
Kuran da okuyoruz! “
Bunları söylerken eşiyle beraber gözyaşlarını tutamıyorlardı. (*)
(*) Bugün Paris Üniversitesi Türk ve Fas Edebiyatı Bölümü mezunu
da olan Muhammet İsa, eşi ve çocuklarıyla Paris’te yaşamaktadır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
UNUTMA
Seni yitirmiş olsam bile
O aynalardan
Yine sen olacaksın gözlerimin önünde.
Tutamıyacağım belki ellerini
Belki de çıplaklığını örtemiyeceğim
Beyaz tüllerle.
Seni ele verecek o akşamlar
Unutma...
Nerede görürsen
Bir benzerini o durağın
Unutma söylensin yine benim şarkılarım.
Geçtikçe o kalabalık vitrin önlerinden
Işıklarda oku benim ismimi
Unutma...
Seni ele verecek o geceler
Unutma...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
GÜNDÜZ GECEDEN BAŞLAR
Timsahların oynaştığı yerlerde
Tavus kuşları da yaşar...
Gelincikler serpilir
Yollara...
Güneş düşlerimizde
Doğar...
Durmaz
Yıldızların
Şiirsel yansımaları...
Yığınlaşan sevinçler
İçimize sığar…
Seviyesinde ilişkilerin
Sıcaklığı yayılır…
Kırgınlıklar
Ve iç kapanıklıklar
Yer bulmaz
Yaşantımızda…
Ülkeleri aşar
Elmas gibi işlenen
Dostluklar...
Soluk alır güzellikler
Değer kazanır çağ...
Anlaşılmazlığı konuşulmaz
Varsayımların...
Düğümlenmez
Hukuk içinde hukuk
Aşılır ayrıntısı farklılıkların...
Koşarız
Düşüncelerimizle
Kuşkuları aşarak...
Biliriz...
Zevklidir
Böylesine yaşamak...
Mantes la Ville – 05.04.2001
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
DESENLER
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
|
13. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/10/2009 |