SANAL OLMAYAN ;
"FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA HOŞ
GELDİNİZ !
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF
ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
SANAL FİKİR DERGİSİ DİZİNİNE DÖNMEK İÇİN
TIKLAYINIZ |
1 |
SAYI 11 01/08/2009 |
İÇİNDEKİLER
|
Ahmet CANBABA BİR GÖÇ HİKAYESİ
Ahmet CANBABA ÖYLE GEL
Ahmet CANBABA BİR SEN MİSİN
Atilla ALPAY ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNDE ÇALIŞMALAR!
Atilla ALPAY KIRK'A YAKIN TİRYAKİ DAHA SİGARAYI BIRAKTI
Atilla ALPAY SİGARA NASIL BIRAKILIR?
Ayşe PASLANMAZ BAYRAK
Ayşe PASLANMAZ ÜRGÜP
Ayşe PASLANMAZ BURAYA KADAR
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU GİRİŞİMCİ SANAT, EDEBİYAT VE BİLM ADAMLARI
TOPLULUĞU GASAT ALMANYA BAŞKANLIĞI TOPLANTISI YAPILDI
İsa
KAYACAN TASAVVUF EDEBİYATIMIZIN İLK BÜYÜK ŞAİRİ YUNUS EMRE
İsa
KAYACAN 12 AĞUSTOS 2009 ÇARŞAMBA ÇANAKKALE
İsa
KAYACAN ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI
İsa
KAYACAN MUAMMER SUSUZLU’YU SONSUZLUĞA UĞURLADIK
İsa
KAYACAN AZERBAYCAN’DAN TOPARLAYARAK
İsa
KAYACAN DÖRT KADIN ŞAİRDEN
İsa
KAYACAN AŞIK ALİ ANBARCI’DAN
İsa KAYACAN YOZGAT
İsa
KAYACAN KÜLTÜRÜMÜZ İÇİNDEKİ BURDUR DOĞUMLULARDAN
İsa
KAYACAN MUHARREM DEMİRBAŞ YILIN DEĞİL “YILLARIN BABASI”
Mahmut Selim GÜRSEL RAMAZAN AYI
Mahmut Selim GÜRSEL RAMAZAN
Mahmut Selim GÜRSEL BEN BİLMEDİĞİMİ YAZAMAM!
Mahmut Selim GÜRSEL YÜK MÜ SEMERİ TAŞIYOR BEN Mİ?
Mahmut Selim GÜRSEL BEN BİR ŞEY ALMADIM
Mahmut Selim GÜRSEL YAZARLARIMIZIN DİKKATİNE FİRMA VE ŞAHIS
TANITIMLARI HAKKINDA
Mahmut Selim GÜRSEL VERİLMEZ
Mahmut Selim GÜRSEL BAKIŞLARIN OK MU?
Mahmut Selim
GÜRSEL KIRMIZI VE YEŞİL NEFS
Mahmut Selim GÜRSEL MEVSİMLER
Mustafa Nevruz SINACI “BÜYÜK FIRSAT” MESELESİ
Mustafa Nevruz SINACI NE ME'NEM “BİR BÜYÜK FIRSAT”
Mustafa Nevruz SINACI DÖNÜŞTÜRMENİN ÖZNESİ “AÇILIM”
Mustafa Nevruz SINACI VESAYETİ İLGA VE DİP DALGA
Mustafa Nevruz SINACI 2300 YILLIK ORDU, 50 YILLIK GELENEK
Mustafa Nevruz SINACI HÂL VE GİDİŞ; İLİM VE AMEL!..
Mustafa Nevruz SINACI “AÇILIM!..” İHANETTE SON TANGO
Mustafa Nevruz SINACI ASKERİ YARGI, ADALET VE GERÇEK
Müslüm TUNABOYLU KENTLER BÜYÜDÜKÇE SORUNLAR ÇOĞALIYOR
Müslüm TUNABOYLU UNUTULMAYAN İFTAR SOFRALARI
Müslüm TUNABOYLU TEKNOLOJİYE NEDEN AYAK UYDURAMIYORUZ?
Müslüm TUNABOYLU GÜNEYDEN İZLENİMLER
Ömer SEZER MADEMKİ!
Ömer SEZER KAYIP
Sakin KARAKAŞ DİLENCİLERİ SEVMİYORUM
Selma GÜRSEL ÇORUM MANTISI
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI ILIMLI İSLAM
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI HEP KÖŞELİ DOĞDU GÜNEŞ
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI GÜNDÜZ GECEDEN BAŞLAR
Üzeyir LOKMAN ÇAYCI DESENLER
Yaşar KILIÇ GÖRDÜM
Yaşar KILIÇ GİDELİM
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
BİR GÖÇ HİKAYESİ
Babam henüz yeni ölmüştü. Bitişik bahçe komşumuz
Saramet sanıyorum bu ölüm olayına sevinmişti. Bir evin
erkeğinin ölmesi ne demek biliyor musunuz. O evin
mutsuzluğu demek. Evde erkek bir güçtü. O güce bir
ailenin ihtiyacı vardı. Çünkü bu ölümden geriye sahipsiz
bir aile kalmıştı. Aileye sahip çıkacak tek kişi vardı
oda bu ailenin yanında değildi. Yani öksüz kalan
çocukların dayısı. Dayı Ankara’da hem okuyor, hem de
çalışıyordu.
Saramedin korkusundan büyük annemin
(anneannemin) gözüne uyku girmiyordu geceleri. Birazdan
kapı çalacak Saramet canımıza malımıza zarar verecek
kuşkusu içindeydi.
Çocukluk yıllarımda bunun bilincinde değildim. yedi
yaşında bir çocuktum. Annem çok genç yaşta dul
kalmıştı.Bilhassa Anneannem, annem bizlere kol kanat
geriyordu. Yanı başımızdaki bahçe komşumuzun annem ve
bizler hakkındaki düşüncelerini ve olacakları en iyi ve
sağlıklı bir şekilde düşünen büyük annemdi. Geceleri
gözüne uyku girmeyişinin taşıdığı endişesini bahçe
evleri bizden çok uzak olsa da oturmaya gittiğimiz ‘Topal
Ali abi’ ismindeki akrabamıza da söylemişti. Ali abi:
“sen telaşlanma Raife hala ben her gün size
uğrarım” dediğinde annesi de oğlunun bizi yalnız
bırakmayacağını, oğlum unutsa bile ben “git Rafya halana
bir bak da gel” derim dediğini hayal meyal hatırlıyorum.
Bilhassa bu sahiplenmeyle büyük annemin
yüreğine su serpilmişti. Bizler böyle bir korkunun ve
endişenin içindeyken, birileri yani Saramet bize
gelmenin hesaplarını yapıyordu. Bilse ki ‘Ali abi’ bizi
koruyup, kollayacak onu bir dağ başında öldürür, ölüsü
kim vurdu ya giderdi.
Bilhassa bizimle iyi iletişim içinde olanlara sırf
söylenenler bize iletilsin diye güya yardım etmek ve
sahiplenmek açısından
“o dört çocuğa babasızlık çektirir miyim ben. Anasını
ben alırım, iki kızı da yetişince ve zamanı gelince
benim oğlanlar alır. İki erkek çocuğu da malımıza sahip
çıkarlar, çobanlarımız olur, mallarımızın bekçiliğini,
mahsullerimizin ırgatlığını yaparlar” demişti. işte bu
sözler kulaktan kulağa söylenip büyük aneminde kulağına
gelmiş olmalı ki annem bahçe komşumuz Ali ağabeye bu yüzden
bir defa daha gidip konuşma gereği duymuştu. Ayrıca
Ankara ya göç etme fikrini de ilk defa Ali ağabeye
anlatıp bir danışacak bakalım akrabamız ne diyecekti. Korku
içinde geçirdiğimiz birkaç geceden sonra gene bir gün bir
akşam Ali ağabeylere gittik durumu büyük annem anlattı
Ali abide “Dur bahak şu anda Saramedin bir rahatsızlık
verdiği yok. Hala Ankara’ya gitmenizi, o zaman bi daha
konuşuruz” dedi ve gece geç yarısı bizi evimize kadar
getirip, o tekrar evine dönmüştü.
Ali ağabeylere gidişimizden birkaç gün sonra bir gün
akşam üzeri geç vakitlerde dış kapımız hızlı hızlı
çalınmıştı. Bu hayırlı bir çalış değildi. Topal Ali abi
olsa aşağıdan seslenirdi “hala benim Ali” derdi. Hızlı
ve olanca kuvvetiyle kapı rezlesi vuruluyordu.
Hacamatın aklında söylemek istedikleri bir şeyler
vardı. Gece geç vakit gelmeliydi ki çoluk çocuk uyumuş
olsun, demek istediklerini Rayıfa kadına anlatsın ve
hatta razılığı varsa bir ikide Sıdıkayı sıkıştırsındı.
Sık sık ve kuvvetli kapı çalınmasından büyük
annemin kalbi küt küt atmaya başlamıştı.
“Boyu devrilisice Saramet bu” diye aklından geçirdi.
“Gecenin bu sahatinde birilerinin evine gitmenin yakışık
almadığını bilmez mi bu adam neye çalar bu sahatte
kapıyı” diye söylenerek açtığında korktuğu başına
gelmişti. Korktuğunu ve çekindiğini belli etmeden
“oooo saramet senmiydin bende yabancı birisi sandım
da aha bu kalası vuracaktım kafasına” deyip elindeki bir
tahta paçasını yere koydu. Girişteki koca avluda bir iki
büyük baş hayvanla birlikte davar olduğundan hayvan dışgısı
kokularının arasından bir üst kata çıktılar. İki yere
asılmış lamba ışığının titrek yansımaları arasında
Saramedin başının gölgesi duvara aksedip dalgalanıyordu.
Raife annem aşağıya inerken götürdüğü feneri gene
evde aydınlık yapsın diye duvara çakılmış bir çiviye
astı. Kapının o sarsıcı tak takları vururken büyük annem,
annemi bir odaya kapatmış, üzerinden de kilitlemişti. Sorsa
“biraz rahatsızda erkenden yattı” diye söyleyecekti. Ama
kendisinin yanında kendisine güç kuvvet olacak birinin
olması gerekmez miydi. Bunu düşünerek ablamı uyandırmış
“sen benim gücümsün kuvvetim sin” demişti. “İşte yüce
Rabbim bu torunumdan medet umuyorum sen torunlarımı ve
kızımı bu adamın şerrinden koru” demiş ve ilk defa
birkaç gün evvel gittiği ve hiçbir zaman kendilerini
yalnız bırakmayacak akrabaları Topal Ali gelmişti aklına.
Oysa Ali abide o gün kendilerini yoklamaya gelmiş “Rayıf
hala bi isteğin varmı” demişti. Rayıfa kadında “yok
Allah seni başımızdan eksik etmesin” diye de duada
bulunmuş ve Ali abi biraz oturduktan sonra gitmişti. Aynı
günün geç vaktinde tekrar bir daha yoklamaya gelmesi bir
mucizeydi. Saramed büyük annesinin yanından ayrılmayan
torunu Emine nin uyumamasına kızarak Rayıfa gadına:
“bu kız bu saata gadar durumu canım uyut get
sabiyi. Hadi Sıdıkayı da uyandır da gel bir iki
laflarız” dedi. Büyük annem onun rahatsızlanıp erkenden
yattığını söyledi. “Neyi varmış de bahak bizim bi
yardımımız dokunursa söle be Rafya gadın size sahap
çıkmayacazda kime sahap çıkacaz. Aha bu çocuklar Memet
ağadan bize emanet. Ben onları gözümün içi gibi baharım.
De git uyandır hele Sıddıkayı onun yanında gonuşak bahak
ne diyo” diye üsteledikçe büyük annem duymamazlıktan
geliyordu.
Saramet Kaleciğin haracını yiyen onun bunun malında
gözü olan, döşünde çifte fişeklik sırtına asılmış
tüfeğiyle dağ bayır dolaşan, kimi yerde kendisine karşı
çıkanları öldüren ve ölenlerin kim vurdu ya gittiği bir
ortamda dolaşan bir eşkıya. Halkı canından bezdirmiş
kendisinden korkan kişilere yalancı şahitlik yaptırarak
haksız yere birçok kişilerin mallarını elinden almış bir
kişi. Yani geçim kaynağı buydu. Millet askerliğini vatan
için yaparken o aynı zamanda asker kaçağı idi.
Büyük annem Saramede “karnın açmı?” diye sordu. O
da “tokum” dedi. Büyük annem çay yaptı ikram etti.
Sırf Sıdıkayı aklına getirmemesi içinde Saramet’i
lafa tutarak dağdan, bayırdan ona bir şeyler
anlattırmanın peşindeydi. Belki saat geç olmuş derde
kalkardı. Ama ne mümkün hala
“sizin bir erkeğe ihtiyacınız var. Gecenin bu
saatinde galaçayına gidip bahçanızın arkına suyu
çevirebilir misin? Rafya gadın hep bunları rahmatlı Memet
yapardı. Bunlar erkek işi. Aha davarı güdecek yaşta mı
çocuklar. Bizim çocuklar ne güne duruyor. Sana baharık
Sıdıkaya’da sahap çıkarık ben kararımı verdim hele sabaha
kadar bi oturak bi düşünekte sizi bizim eve taşırız.”
Raife anam sıkımı olmaz diyecek Sarıamada. İçinden
“Allhım sen bana bir kurtuluş ver. Allahım sen her
şeye kadirsin” diyor, çaktırmıyordu ama gözünün yaşı içine
akıyordu. İkide bir medet umduğu torununun uyumaması için
arasıra çimdikliyordu onu. Gecenin belki üçüydü. Hele bu
günü bir atlatsın durmayacaktı buralarda. Oğluna haber
salıp Ankara’ya göçeceklerdi. “Çevremdeki ırz düşmanlarının
elinden kızımı torunlarımı kurtar yarabbim” diye içinden
sürekli, dualar ediyordu.
Saramet ara sıra köstekli saatini cebinden çıkararak
saate baksa da gitmeye hiç niyeti yoktu. Nasıl olsa
sabah olunca Sıdıka da uyanırdı. Hep beraber kendi
evlerine giderlerdi.
Samiye oğlu Topal Aliye Raife halayı sormuş Alide
“gayet iyiler sana selamı var sağlığımıza duacılar”
demişti. Ama Samiye gece bir rüya görmüş destur
çekerek uyanmış oğlu Aliyi uyandırmıştı.
“Ali doğru Rayfe halana git onları şu anda sıkıntıda
gördüm rüyamda” demiş. Alide:
“Ana daha bugün gittim ya. Sana selamını getirdim
gecenin bu saatinde ne gelecek başlarına canım” dese de
Anasının ısrarıyla Ali giyinir Rayfe halasının evlerinin
yolunu tutar. Ali çok ileriden Rayfe halasının evinin
ışığını yanık görünce “bu saate kadar yatmamışlar demek
ki” diye içinden geçirir. Geldiğini haber vermek içinde
sesli bir türkü tutturur.
İşte bu çaresizlikte derinden derine bir türkü sesi
duyulmaya başlandı. Git gide yükselen ve yakınlaşan ses
sanki Rayıfa halanın evine doğru geliyordu. Ve ses
kesilip te alttaki avlunun kapısı vurulmaya başladığında
büyük annem rahat bir nefes almıştı. Bu Topal Aliydi.
Tanrıya yakarışları duyulmuştu sanki. Saramet
huzursuzlaşmıştı
“kimmiş canım gecenin bu sahatinde kapıyı çalan”
dedi. Rayfe gadın
“Topal Alidir bizi gecenin bu saatlerinde bile
gontrole gelir” dedi. İçindende
“Çok şükür Yarabbim” dedi. Büyük annemin elinde
fener gelen misafir Topal Aliyle yukarı çıktığında Sarameti
görüp
“ooooo ağamda buradaymış. Senin burada olduğunu
bilseydim ağam ben uğramazdım nede olsa Rayıfhalaya sahap
çıkmamız gerek” dedi Saramet
“gecenin geç saatinde nereden böööle” diye sordu
Alide:
“bahçalara çaydan su çevirdim ne yapah ağam
meyveler çağlada. Oturup yer minderine biraz Sarametle
konuştular. Sonrada Ali Rayife halasına:
“hala sabaha az bi zaman kaldı, anam çok özlemiş seni
ille Raife halanı getir diyo ne dersin” dediğinde Büyük
annem:
“olur sabah çorbasını içelim de öyle gidelim” dedi.
Saramat baktı ki işler beklediği gibi değil kendi
içinden bu işi başka zaman hallederiz diye düşünmüş
olacak ki
“hadi bana eyvallah vakitte epey olmuş” diyerek
kalktı. Ali ağabeyle Büyük annem Saramatı yolculadılar.
Büyük annem ve bizler artık Ali abi gilin evinde
misafirdik. Büyük annemin isteğiyle Ankara’ da ki oğlu
Hakkı’ya kendilerini Ankara’ya en kısa zamanda götürmesi
için Bir kamyon tutarak gel diye Ali ağabeye mektup
yazdırdı. Dayım Ankara’dan gelene kadar Ali ağabeyler sağ
olsunlar bizi misafir ettiler. Aradan Bir aya yakın bir
zaman geçti bir gün sabah dayım 15 tonluk bir
kamyonla çıkageldi. Tüm eşyalar yüklendi. Mahsuller ekili
tarlalarında, sebzeler bahçede kimi yaprağa, kimi çiçeğe
durmuş. Ağaçların meyveleri çağlaya dönmüş, öylece
bırakıp, bir daha geri dönmemecesine Ankara’ya göç
etmiştik.
Kiraya tutulmuş bir gecekonduda dayımın himayesinde
yeni bir hayata başladık.
24-12-2006
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- ÖYLE GEL
-
- Kanayan yaraya dönmüş yaşamda
- Günahlı geçmişi akla öyle gel
- Hatırına gelmez bilirim senin
- Eski defterleri yokla öyle gel
-
- Önce kendini çöz baktın olmazsa
- Başından başla sen aklın almazsa
- Geriye gülüşten bir şey kalmazsa
- Sitemli yüzünü sakla öyle gele gel
-
- Duygulara sürgün veremiyorsan
- Sevinçlere pusu kuramıyorsan
- Sen kendi yaranı saramıyorsan
- Uzanacak eli bekle öyle gel
-
- Gül gözüksen diken olup bataman
- Kusurlu yazgıya suçlar ataman
- Artılar eksiyi götürsün tamam
- Günah sevap çiftle tekle öyle gel
-
- Sözlerin sevilmez eylemin batar
- Yüze gülen dostlar ardından öter
- Harcı acılarla kardığın yeter
- Aşkı yüreğine yükle öyle gel
-
- Yarın korkusunu yaşayıp şaşkın
- Mecalsiz kalmışsın yarene düşkün
- Hep aynı feryatta figanda aşkın
- İsyana hasreti ekle öyle gel
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- BİR SEN MİSİN
-
- Yüreğin, sürgün gözüne
- Birsen misin filiz veren
- Kendi içinden özüne
- Bir sen misin filiz veren
-
- Öfkeni bırak bir yana
- Bir sevinç ol heyecana
- Çorak topraktan bir cana
- Birsen misin filiz veren
-
- Günahlar aşkı asarken
- Yürekte sevda eserken
- Sancılar tende susarken
- Bir sen misin filiz veren
-
- Yüreğim gurbet göçünde
- Geçineyim, de geçin de
- Hayat veren su içinde
- Bir sen misin filiz veren
-
- Çare bulursun dert deşip
- Gözyaşısın gözden taşıp
- Buruk dudaklara düşüp
- Birsen misin filiz veren
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNDE ÇALIŞMALAR!
Sanayi kuruluşlarında sigara ile ilgili semirlerine hiç ara
vermeden devam eden Türkiye Yeşilay Cemiyeti Çorum Şubesi
geçtiğimiz günde Organize Sanayi bölgesinde fabrika personeli
seminer vererek beş personelin daha sigarayı bırakmasına vesile
oldu. Sigara alkol ve bağımlılık yapan maddeler hakkında fabrika
personeli konferans salonunda fabrika personeli ve çalışanlarına
sinevizyon destekli bir seminer veren Yeşilay Derneği olarak:
“Sanayi kuruluşlarında zararlı ve bağımlılık yapan maddeler
hakkında insanlarımızı ve çevremizi bilgilendirmeye devam ediyoruz.
Okulların kapanması ile birlikte sivil ve ticari kuruluşlarda
çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu sanayi bölgesinde ziyaret ettiğimiz
beşinci fabrika ve burada da çok sayıda personelin sigara içtiğine
şahit olmaktayız.İnsanlarımız bu zehirden kurtulmak istemekte ve
zararlı yönlerini bu kadar bilmemekteler. Fakat bir karşı bilinç ve
cephe oluştuğunu görmek artık bizler için son derece mutluluk verici
olmaktadır.
Sigara içen bir fabrika çalışanının sigara molalarında kaybettiği süre
yıl içerisinde birkaç milyara varan bir para kaybına ve değeri
ölçülemeyecek katma değer ve eksikliğine sebep olmaktadır. İşyerleri
artık bu konuda bilinçlenmekte hem çalışanlarının sağlığını hem de
işletmelerinin karlılığını düşünerek sigara ile mücadeleye de önem
vermekteler.
Bu günde burada beş kardeşimizin sigarayı bıraktığını ve artık
içmeyeceklerini görüyoruz. Arkadaşlarının huzurunda söz vererek yemin
eden ve bir daha sigara içmeyeceğini beyan eden bu kardeşlerimizi
kutluyor ve yeni hayatlarında sağlık, mutluluk ve başarılar
diliyoruz.”
Bu seminer sonunda sigarayı bırakan Kadir Yalçın,Savaş Aykaç, İzzet
Karataş,Osman Halıcı ve Nuh Aksoy isimli personele Yeşilay
Derneğince şükran belgeleri verildi.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
- KIRK'A YAKIN TİRYAKİ DAHA SİGARAYI BIRAKTI
- Geçtiğimiz günlerde başlayan
sigara yasaklarını bir başlangıç kabul eden birçok tiryakinin
artık sigaralarını bıraktıkları ve sağlıklı bir yaşama
başladıkları öğrendik.
- Türkiye Yeşilay Derneği Çorum
Temsilciliği olarak ana caddemizde açtığımız “sigaranın
zararlarını” anlatan sergiyi gezdikten sonra nefis muhasebesi
yaparak kendi istekleri ile sigarayı bırakan kırka yakın Çorumlu
hemşerimizin de yeni ve sağlıklı bir yaşamı seçtikleri gözlendi.
- Yeşilay Sergisindeki panolar ve
resimlerle sigaranın dehşet verici yönlerini gören ve öğrenen
tiryakiler dağıttığımız cd lerle de bu bilgilerini pekiştirerek
birer ikişer sigarayı bıraktılar.
- Uzun yıllar sigara içtiklerini ama
kimsenin kendilerini bu denli bilgilendirmediğini, artık sigara
denilen büyük madde bağımlılığının arka planlarını ve gerçek
yüzünü de gördüklerini kaydeden tiryakiler aldıkları bu karardan
geri dönmeyeceklerini de açıkladılar.
- On gün süren Yeşilay Sergisinin
son günlerinde artık sigara içmeyeceklerini beyan eden
tiryakilere Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Temsilcisi olarak
şükran belgeleri ve armağanlar verdik.
Saygılarımızla!
Yeşilay Çorum Temsilcisi
0505 408 25 68
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
- SİGARA NASIL BIRAKILIR?
- 1-sigara birden ve aniden bırakılır.
Yardımcı ilaçlara ihtiyaç yoktur. Tüm kutsal bildikleriniz üzerine
yemin ediniz ve çevrenizi şahit tutunuz.
- 2-Son bir SİGARA veya kahve içip işi
duygusallaştırmayınız. Ayağa kalkıp paketinizi hızla buruşturup bir
yere fırlatarak bu işi bitirin ve bulunduğunuz yerdeki bir pencereyi
açıp derin bir nefes alın.bunu yeni hayatınızın ilk soluğu olarak
kabul ediniz.
- 3-Paket, kibrit,çakmak tabla gibi
nesneleri derhal bulunduğunuz yerden ebediyen kaybediniz. Sigara
içilmez veya “no smoking” gibi levhalar veya tablolar satın alarak
her yere asınız.
- 4-Sigara içilen her yerden uzak
durunuz. Bulunduğunuz yerde içen kişiler varsa onları protesto
etmeye derhal başlayabilirsiniz.
- 5-En az on beş gün kahve içmeyiniz.
Çayla veya bitki çayları ile yetininiz.
- 6-Sigara arzusu gelince bir bardak
su içiniz, tespih çekiniz, çiklet çiğneyiniz Çorum leblebisi
yiyiniz.
- 7-Stresten uzak durunuz. Günde bir
saat yürüyünüz. Bisiklete bininiz spor yapınız. Alkol de sigaranın
ikiz kardeşidir onu da terk ediniz.
- 8-Uykunuzu aksatmayınız. Beyniniz
ancak uykuda oksijenle beslenmektedir. Yaşantınızı yeniden düzene
sokacak prensip kararları alınız. Artık bütün HÜCRELERLNİZE artık
taze kan ve oksijen gideceğinden hızla dirileşmeye ve canlanmaya
başlayacak buna kendiniz de hayret edecek ve hatta
güzelleşeceksiniz.
- 9-Kahveler, egzozlar, parfümler
hepimiz için tehlikelidir. Temiz hava soluyunuz. Sık banyo yapıp
derinizin gözeneklerini açık tutunuz.
- 10-Mutlaka kan veriniz. Bu vücudun
atamadığı zift ve nikotinin sürekli damarlar içinde dolaşmasını
önler ve vücudunuz da yeni ve taze kan yaparak sizi sağlığınıza
kavuşturur.
- 11-Beslenme alışkanlıklarınızı
değişiriniz. Yeşil bitkilerle beslenerek kendinize YENİ beslenme ve
yaşama rejimleri tatbik ediniz. Rafine yiyeceklerden kaçının. Kara
un veya kepekli undan mamul ekmeği tercih ediniz. En ideal ekmek
Çorum yufkasıdır. Tuzu da az kullanın. İçinde gıda boyaları ve
kimyasal tatlandırıcılar ile e sınıfı maddeler bulunan hiç bir
maddeyi evinize sokmayınız. Mutlaka zeytinyağı kullanınız ağır
salçalı yemekleri ve kızartmaları terk ediniz. Fazla et, konserveler
ve aşırı tuz, ağır baharatlar ve bol turşu yemek kalp-damar
sağlığınıza ve tansiyon düzeninize zararlıdır. Yeşil sebze ve meyve
tüketimini artırınız. Her hafta bir kere mutlaka balık yiyiniz.
Izgara ve haşlama yapmak en iyisidir.
- 12-Yaşınız kırkın üzerindeyse günde
bir aspirin mutlaka için mideniz rahatsızsa bağırsakta çözünenini
tercih edin aspirinin çok çeşitleri vardır. Eczacınıza
danışabilirisiniz.
- 13-Kolalı içecekleri hayatınızdan
uzaklaştırıp yerine süt, ayran, hoşaf ve kompostoları yerleştiriniz.
- 14-Bütün bunları hayatınıza tatbik
ettiğiniz ilk birkaç gün içinde beyninizdeki sigara şalteri kapanmış
olacağından artık korkmayınız iradeli sağlıklı ve inançlı bir
insansanız bir daha başlamanız asla mümkün olmayacaktır.
- 15-Günde ortalama bir paket
sigaradan yılda en az 350 milyon, on yılda yine en az 3.5 milyar
kardasınız. Bununla neler yapacağınızı bir hesap ediniz. Fakat esas
kazancınız sağlığımız ve çevrenize verdiğiniz zarardan geri dönmüş
olmanızdır.
- 16-Bununla da teselli bulamadınızsa
– ülkemizde – her gün sizin gibi sigara içen 21 milyon aktif
içicinin net 21 milyon doları yakıp akşama kadar dumanını havaya
savurduğunu düşünün.pasif içicilerle beraber 51 milyon insanımızın
meydana getirdiği savurganlığın boyutları sizi hiç ürpertmiyor mu?
Hele içtiğiniz Amerikan sigarası ise yaktığınız her bir sigaranın
mermi, bomba, kurşun olarak Filistin’e, Irak’a, Afganistan’a
gittiğini yoksa BİLMLMİYOR MUSUNUZ?
- 17-Artık temiz kokan pırıl pırıl ve
yepyeni ve sağlıklı bir insansınız. Vücudunuzun yenileme
mekanizmaları tam güç çalışmakta, birikmiş zehirler dışarı
atılmakta, akciğer hücreleri yeni bronşlar üretmekte, tıkalı
damarlar yeni kılcallarla kalbinizdeki koroner sisteminizi takviye
etmekteler.
- 18-Bulunduğunuz yerdeki Yeşilay
teşkilatının konferanslarını ve film gösterilerini izleyiniz
sergilerini geziniz. Sigarayı bıraktığına çok daha memnun
olacaksınız. Hatta bir Yeşilay gönüllüsü olarak; içki sigara ve
madde bağımlıları ile mücadele eden hayırsever toplum gönüllüleri
kervanına sizde katılın.
- 19-Sigarayı bıraktığınız bu tarihi
yeni bir başlangıç kabul ediniz ve biliniz ki biyolojik ömrünüz 22
yıl daha uzamıştır. Sizi tebrik eder yeni hayatınızda ve ömrünüzde
sağlık ve afiyet başarı ve mutluluklar dileriz.
- Saygılarımızla!
-
- Yeşilay Çorum Temsilcisi
- 0505 408 25 68
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Ayşe PASLANMAZ |
Ayşe PASLANMAZ HAYAT H!KAYESİ |
BAYRAK
Semada gökte bayrak, dilde İstiklâl Marş’ı,
Yükselirken göklere, buluta değer başı...
Dokunur bayramlarda, ritmik trampet sesi,
Duygular şahlanırken, o an keser nefesi...
Ey Türkoğlu, Türk kızı, sen asil kan taşırsın,
Bayrağın gölgesinde, hep özgürce yaşarsın....
Bu ne büyük saadet, sevinç gözyaşı düşer
Atam ölümsüzleşir, hayran kalır tüm beşer.
Ay yıldızlı bayrağa, canlar verilse de az,
Süzülür gelin gibi, o ne eda, o ne naz...
Rüzgâr yalar alnını, kıpırtı olur hafif,
Dalgalanır göklerde, o ne eşsiz ne latif...
Bitmeyen övüncümüz, gururumuzsun bizim,
Gönüller feth eyleyen, sürurumuzsun bizim...
Sen olmasaydın eğer, yerlerde sürünürdük,
Büyük utanç içinde, zillete bürünürdük...
Kenetlenmiş bir olmuş, Türk’e değer biçilmez,
Ey şanlı bayrak senden, ebedi vazgeçilmez...
Al bayrağım dalgalan, gökyüzünde seyre dal,
İnme sakın yerlere, sonsuza dek orda kal..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ayşe PASLANMAZ |
Ayşe PASLANMAZ HAYAT HİKAYESİ |
- ÜRGÜP
-
- Tarihin büyüsü ondan sorulur,
- Kapadokya’mızın kalbidir Ürgüp,
- Onu bir kez gören candan vurulur,
- Kapadokya’mızın kalbidir Ürgüp.
-
- Dünyanın dilinde Ürgüp’ün ünü,
- Bir bitmez efsane geçmişi dünü,
- Gören mutlulukla kutlar o günü,
- Kapadokya’mızın kalbidir Ürgüp.
-
- Periler diyarı öyle şahane,
- Göremeyen gözler olur virane,
- Sayısız hayranları deli divane,
- Kapadokya’mızın kalbidir Ürgüp.
-
- Düşler diyarında gezilen o an,
- Yıldızlar uçuşur pembe bir duman,
- Rüyamı masal mı akıyor zaman,
- Kapadokya’mızın kalbidir Ürgüp.
-
- Peri bacaları saf saf dizilir,
- Onlardaki heybet hemen sezilir,
- Tarih kokan doğa zevkle gezilir,
- Kapadokya’mızın kalbidir Ürgüp.
-
- Dev coğrafyada, tarih yaşıyor,
- Sanatsal yapıyı özgün taşıyor,
- Ünü dünyaları aştı aşıyor,
- Kapadokya’mızın kalbidir Ürgüp.
-
- Peri kızı der ki ozanın dilinde,
- Türküler dökülür sazın telinde,
- Ummanlar kaybolur sevgi selinde,
- Kapadokya’mızın kalbidir Ürgüp.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ayşe PASLANMAZ |
Ayşe PASLANMAZ HAYAT HİKAYESİ |
- BURAYA KADAR
-
- Ölene dek dedim, o dost sen miydin?
- Demek dostluğumuz, buraya kadar,
- Dilimde bitmeyen, o tat sen miydin?
- Demek dostluğumuz, buraya kadar...
-
- En acı günümde, benimle oldun,
- Yanımda ne büyük bir huzur buldun,
- Bazen keder bazen, mutluluk doldun,
- Demek dostluğumuz, buraya kadar...
-
- Dost bilerek seni, yaptım bir hata,
- Unutmam o anı, dün gibi hâlâ,
- Nasıl yadırgadım, verdin bir ceza,
- Demek dostluğumuz, buraya kadar...
-
- Affetmek sevenin, gelmez mi özden,
- Demek çıkarmışsın, sen beni gözden,
- Bahane bulmuşsun, işte bu yüzden,
- Demek dostluğumuz, buraya kadar...
-
- Hiç ummazdım bunu, şaşırdım kaldım,
- Dediğin sözlerden, acıya daldım,
- Dilinde bir dua, dudakta baldım,
- Demek dostluğumuz, buraya kadar...
-
- Gücendim, incindim, gayrı kırıldım,
- Bir kelam etmeden, senden ayrıldım,
- Bilesin ki ben de, sana darıldım,
- Demek dostluğumuz, buraya kadar...
-
- Bundan sonra asla ne ara ne sor,
- Artık bir araya gelmemiz çok zor,
- Davranışlarına bakıp kafa yor,
- Demek dostluğumuz, buraya kadar...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
GİRİŞİMCİ SANAT, EDEBİYAT VE BİLİM ADAMLARI
TOPLULUĞU GASAT ALMANYA BAŞKANLIĞI TOPLANTISI YAPILDI
12-16 Ağustos 2009 Tarihleri
arasında Gasat (Girişimci Sanat, Edebiyat Ve Bilim Adamları
Topluluğu) Almanya Başkanı Sayın Necati Tüysüzoğlu beyefendi
başkanlığında gerçekleştirilen, Gasat Almanya Başkanlığı Toplantısı
Bodrum Gümüşlük’de yapıldı. Toplantı, Gasat’ın Ülke ve İl
Başkanlarının katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Toplantıya iştirak
edenler arasında;
Gasat Genel Başkanı Emine Sevinç Öksüzoğlu
Gasat Ödül Komisyonu Başkanı İsmet Bora Binatlı
Gasat Danışma Kurulu Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız
Gasat Almanya Başkanı Necati Tüysüzoğlu
Gasat Antakya İl Başkanı Sevil Mısırlıoğlu
Gasat Tekirdağ İl Başkanı Hüseyin Güler
Gasat Adana İl Başkanı Münevver Düver
Gasat Onursal Üyesi Faruk Anbarcıoğlu
Gasat Üyesi Serap Yüksel
Gasat Üyesi Sacide Yaylaz
Türkiye Şiir Birincisi Mine Sevinç
Program; toplantıda alınan kararlar,
faaliyet raporlarının sunulması, 2010 yılı içinde yapılması
planlanan programın okunması ve 2010 yılı “Gasat Kültür Sanat,
Edebiyat ve Bilim Ödülleri” nin kimlere verileceği hususundaki
yapılan görüşmelerle devam etti. Bu yıl içinde kutlanması düşünülen,
Gasat’ın 13. Kuruluş Yıldönümü Balosu içinde neler yapılması
gerektiğine ilişkin fikirler sunuldu. Gasat Almanya Başkanlığı
toplantısında, Gasat Genel Merkezin takdim ettiği Başkanlık
madalyaları verilirken, tüm katılımcılara Türk Edebiyatına ve Türk
şiirine yapmış oldukları üstün hizmet ve Gasat’daki değerli
çalışmalarından dolayı “Teşekkür Belgesi” takdim edilmiştir.
16195512 Üye No ile GASAT Onursal Üyesi olarak atanmasına oy birliği
ile karar verilen Sayın Faruk Anbarcıoğlu beyefendiye ise; Gasat
Onursal Üye Madalyası takdim edilmiştir. Bunun yanı sıra;
“Türk Edebiyatı Üstün Hizmet Ödülü”ne Necati Tüysüzoğlu
beyefendi layık görülürken, Sevil Mısırlıoğlu hanımefendi “Usta
Kalem Başarı Ödülü” ne, Hüseyin Güler beyefendi ise, “Türk
Edebiyatına Katkı Ödülü” ne layık görülmüşlerdir.
Gasat Almanya Başkanı Sayın Necati
Tüysüzoğlu beyefendinin hazırlamış olduğu “Avrupa’dan Dünyaya Türk
Şiirleri Antolojisi” nde Edebiyatçı üst kurulda yer alan, Emine
Sevinç Öksüzoğlu, İsmet Bora Binatlı, Mehmet Nuri Parmaksız ve Sevil
Mısırlıoğlu’na “Avrupa Antoloji Yayınları” nın hazırlamış olduğu
“Sertifika” Necati Tüysüzoğlu beyefendi tarafından takdim
edilmiştir.
Programın ilerleyen saatlerinde
Antakya il Başkanı Sayın Sevil Mısırlıoğlu’nun Antakya’dan getirerek
konuklara ikram ettiği yöresel kabak tatlısı ile ağzılar
tatlanırken, Gasat Ödül Komisyonu Başkanı, Türk şiirinin parlayan
yıldızı Sayın Mehmet Nuri Parmaksız beyefendi başkanlığında
yönetilen şiir dinletisi ile kulaklara ve ruha hitap edildi.
Gasat Almanya başkanlığının
düzenlemiş olduğu toplantı içinde, “Sanatçılar Sokağı” nda açılan
resim sergisi gezilerek, ressam Murat Külcüoğlu beyefendi ile resim
üzerine sohbet edildi, fotoğraflar çekildi. Elbette ki deniz
unutulmadı. Konuklarımıza ikram edilen yöresel yemekler ve tadların
yanı sıra, tatil yapma olanağı da sağlayan Gasat Almanya Başkanı
Sayın Necati Tüysüzoğlu beyefendiye teşekkürlerimizi sunuyoruz.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
TASAVVUF EDEBİYATIMIZIN İLK BÜYÜK ŞAİRİ
YUNUS EMRE
Yunus Emre’nin şiirleriyle
karşılaşmayanımız yok gibidir. O, Tasavvuf edebiyatımızın ilk büyük
şairidir. Hayatı hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımızı
biliyoruz. Yunus Emre’yle ilgili bildiklerimiz, din ve tasavvuf
büyüklerinin rivayetlerinden oluşan menkıbelere dayanmaktadır.
Risaletü’n-Nushiye adlı mesnevisini
1307–1308 yıllarında yazmış olmasından yola çıkarak yaptığımız
değerlendirmelere göre; XIV. Yüzyılın başlarına kadar yaşadığı kabul
edilmektedir.
Son araştırmalara bakarsak; Yunus
Emre’nin 1240–1241 yıllarında, muhtemelen Eskişehir’de doğduğu,
seksen iki yıl yaşayarak 1320–1321 yıllarında vefat ettiği tahmin
edilmektedir.
Yunus Emre’nin iki defa evlendiği,
bu evliliklerinden iki çocuğunun olduğu, Konya, Şam ve Azerbaycan’ı
dolaştığı bilinmektedir. Aşık Çelebi, Rıza Tevfik, Bursalı Mehmet
Tahir, Hüseyin Vassaf gibi araştırmacılar, şairin okuma-yazma
bilmediğini, medrese eğitiminden geçmediğini; İsmail Hakkı Bursevi,
Abdulbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş gibi araştırmacılar ise,
medrese eğitimi almış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yunus’un
ümmiliğini Hz. Peygamber’den kinaye bir ümmilik kabul edenler de
vardır. Aslında Yunus, ümmi olmadığını düşündürecek kadar ilim
sahibidir.
O’nun ilmi, ilahi aşk ve güzel
ahlakla elde edilmiş ledünni (ilham yoluyla elde edilmiş) bir
ilimdir. Menkıbeleri ve şiirlerinden anlaşıldığına göre; Yunus Emre,
tasavvuf yoluna girmeden önce, güçlü bir medrese öğrenimi görerek
yetişmiştir. Yunus Emre’nin menkbevi hayatı daha çok Hacı Bektaş-ı
Veli “Velâyetname”sine dayanmaktadır.
Rivayetlerden birine göre; Yunus
Emre, Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna çıkar ve, “Ben bir fakir
kişiyim. Bu yıl ekinimden nasip alamadım. Ümittir ki bu yemişi alıp
buğday verirsiniz” der. Birkaç gün bekledikten sonra ayrılacağı Hacı
Bektaş’a haber verilir.
Hacı Bektaş; “sorun bakalım, buğday
mı ister, nefes mi?”der. Yunus’un “buğday” cevabı bildirilince, Hacı
Bektaş-ı Veli; “Varın söyleyin, alıcın her tanesi için bir (iki)
nefes verelim” buyurur.
Cevaben Yunus Emre; “Ehlim var,
nefes karın doyurmaz. Lütuf ederse buğday versinler. Kifaf edelim”
der. Hacı Bektaş-ı Veli bu defa; “Alıcın çekirdeğine on nefes
verelim” dese de o kabul etmez. Kendisine istediği kadar buğday
verilir. Yunus Emre yolda buğdayıyla giderken, “Vilayet eri bana
nasip sundu, alıcın her çekirdeğine karşı on nefes verdi. Ne
olmayacak iş ettim. Buğday sayılı günde tükenir, nefes bir ömür
yeter. Ola ki himmet eder, nasibi verir” diye düşünür.
Yunus Emre Dergâha varıp halini
arzeder. Hacı Bektaş’a istediği haber verilince, “O şimdiden sonra
olmaz, biz onun kilidini Tapduk Emre’ye verdik”der. Yunus Emre bunun
üzerine Tapduk Emre’ye gider. Tapduk Emre, “hoş geldin” halin bize
arzolundu. Hizmet et, emek yetir, nasibini al” buyurur. Bunun
üzerine Yunus emre, Tapduk dergâhına kırk yıl odun taşır. Bu kırk
yıl boyunca Yunus Emre’deki istidat, tasavvufi eğitim yoluyla
işlenir. Teslimiyeti, samimi hizmetleri sonucu olgunluk mertebesine
erer. Daha sonra şiirleriyle halkı irşat etmek üzere yeniden gurbete
çıkar.
Yunus Emre, Konya, Şam ve Azerbaycan
dahil geniş sayılabilecek bir coğrafyayı dolaşmıştır. Çağdaşı büyük
mutasavvıf Mevlâna Celâleddin’le görüşerek, yolculuğunu doğduğu yer
olan Porsuk çayının Sakarya’ya döküldüğü Sarıköy’e dönerek
tamamlamıştır. Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de
gömüldüğü yere, 1970 yılında yeni bir mezar yapılmıştır. Anadolu’nun
birçok bölgesinde, Ona ait mezarın bulunması şaire duyulan büyük
sevginin göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Kendisinden sonra gelen binlerce
düşünce ve sanat adamını derinden etkileyen, şiirleri bugün de en az
aydınlar kadar halk arasında dillerden düşmeyen Yunus Emre’nin,
Türkçe edebiyatın en büyük şairi olduğunu söylemek yanlış sayılmaz.
Yunus emre, şiirlerinde kullandığı süsten, gösterişten uzak temiz
bir Türkçe ile şiirimizin en temiz ve berrak kaynaklarından birini
oluşturmuştur. Allah ve insan sevgisini, dostluğu, kardeşliği,
merhamet ve yardımlaşmayı esas alan, öğütleyen İslâm tasavvufundan
kaynaklanan ve güçlü bir lirizmle beslediği şiirlerinin yüzyılları
aşıp gelmesi tesadüfi değildir.
Bazı şiirlerinde aruzu, büyük
çoğunlukla hece ölçüsünü kullanan Yunus Emre’nin Divan’da üçyüz
altmış kadar ilâhi ve nefes topladığı görülmektedir. Şiirinin temel
birimi beyit, biçmi ilâhidir. Müstezat ilâhiyi sever. Aruzla yazar,
Türkçe hece ölçüsüne uygun olan “hezec” ve “recez” bahrlarını
kullanır genellikle. Kusursuz bir kafiye yapısına sahip Yunus Emre,
Türk tasavvuf edebiyatının ilk büyük şairi olarak kabul
edilmektedir. Yunus Emre, bir ozan, yahut bir saz şairi değil,
dini-tasavvufi Türk edebiyatı alanında kendine özgü bir tarzın
temsilcisidir.
Kur’an ve sünnet esaslarından
hareketle, bütün insanlığı Allah’ı zikre ve kardeşliğe davet eden
Yunus Emre, şiirlerinde, ölüm, fanilik, gurbet ve dervişlik
konularını işlemiştir. Yine de onun şiirlerinde en çok işlediği konu
ilahi aşktır. O’na göre “aşk makamı” yüce bir makamdır.
Yunus Emre, ne dünya, nede ahiret
hesabındadır. O, hasret ile doludur. İlâhi aşktan sonra, Yunus
Emre’nin düşüncesinde, en köklü yere sahip olan fikir, ölüm
fikridir. Şaire göre ölüm “sevgiliyle buluşmaktan” başka bir şey
değildir.
Beylikler döneminin karışık
Anadolu’sunda yaşamış olan Yunus Emre, dünya ile tümüyle bağlarını
koparmamıştır. Bu nedenle de gündelik olaylar şu dörtlüğünde olduğu
gibi karşımıza çıkar:
Bu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere,
Gök ekini biçmiş gibi..
Yunus Emre’nin dili, ortak İslâm
medeniyeti içinde öteden beri gelişmeye başlamış ve ortak medeniyet
dillerinden Türkçeleştirilmiş kelimelerle zengin bir İslâmi Türk
dilidir.
Orta Asya’da Ahmet Yesevi ile başlayan tasavvuf şiirinin doruk
noktasına Yunus Emre ile çıktığı, Anadolu erenlerinin en büyüğünün
Yunus Emre olduğu kabul gören gerçeklerin başında gelmektedir.
Yunus Emre’nin üçbin şiir söylediği,
fakat bu şiirlerin Molla Kasım adlı bir zahid tarafından şeraite
aykırı bulunduğu için tahrip edildiği, yılların gerisinden gönümüze
akıp gelen değerlendirmelerdendir. Molla Kasım, Yunus’un şiirlerini
ele geçirip, bir su kenarına oturur. Bin tanesini yakar, bin
tanesini de suya verir. Üçüncü bindeki şiirleri okumaya başlayınca,
şu dizelerle karşılaşır:
Derviş Yunus bu söze eğri büğrü söyleme,
Seni sığaya çeken bir Molla Kasım gelir..
Bu beyti okuyan Molla Kasım şaşırır,
tövbeye gelir ve Yunus Emre’nin ermiş bir kişi olduğuna inanır. Ne
var ki iş işten geçmiştir. Elde sadece bin tane şiir kalmıştır.
ESERLERİ:
Yunus Emre’nin iki eseri vardır.
Bunlardan Risaletü’n Nushiyye olarak bilineni 1307 yılında mesnevi
şeklinde yazılmış, tasavvufi bir nasihatnamedir. Yunus Emre’nin bu
eserinde ahenk ve âşıkanelik olmamakla birlikte sembolizmi
mükemmeldir. Eserde kavramlar soyut olup teşhis sanatıyla
işlenmiştir. Didaktik bir eser olan bu risale, insanın kâmil olma
yolunda yaşadığı manevi yolculuğu anlatır.
Yunus’un öteki asıl eseri ise,
düşünce dünyasını da ortaya koyduğu Divan’dır. “Yunus olduysa adım
pes ne aceb/Okuyalar defter-ü divanımı “beyitinden anlaşıldığı
kadarıyla, Yunus Emre hayattayken Divan-ı bulunuyordu, şeklinde
yorum yapmak, bunu gerçek olarak kabul etmiş yanlış olmaz.
Yunus Emre’yi ilim ve edebiyat
dünyasına ciddi anlamda tanıtan ilk kişi, isim ve imza Fuat
Köprülü’dür. “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1918)” adlı
eserinde Ahmed Yesevi ve Yunus Emre etrafında gelişen Türk tasavvuf
edebiyatı tarihi, geniş şekilde incelenmiştir.
Cumhuriyet döneminde Yunus Emre üzerine ilk ciddi araştırmayı ise
Burhan Toprak yapmış ve Yunus’un şiirlerini “Yunus Emre
Divanı-(1933–34)” adıyla yayımlamıştır.
HAKKINDA YAZILANLARDAN
1- Yunus Emre bir bakıma Mâvlana ile
adeta aynı inancı ve aynı dünya ve hayat görüşünü paylaşmıştır.
Mevlâna’nın Farsca terennüm ettiklerini, çok uzun ve geniş bir
ufukta, bize aydınlığı gösterdiklerini Yunus Emre çok daha kısa
tesirli bir Türkçe ile şakımıştır. (Abdülkadir Karahan)
2- Yunus Emre’nin sanatı tamamiyle
“Milli” yani “Türk” bir sanattır ki, bunu tahlil edecek olursak,
başlıca iki unsura tesadüf ederiz: Evvela ona ahlaki-süfiyane
esaslarını veren “İslami-Nev-Eflâtuni” unsur. İkinci olarak; lisanın
edasını, şeklini, veznini veren milli unsur. Birisi “Esas”ı, diğeri
“Şekl”i teşkil eden bu iki unsur. (Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı
Tarihi, 1986)
3- Bu dünya, insanın bakıp bakıp
doyamadığı kızıl, yeşil donanmış pırıl pırıl bir gelindir. Ölümü en
sakin ve soyut çizgilerle anlatan Yunus, ölüme geçiş acılarını en
dehşetli imajlarla, hayatı da bir çocuğun dünyaya bakışı kadar taze,
renkli ve parlak, canlı kelimelerle anlatıyor (Sezai Karakoç, Yunus
Emre, 1989).
4- Şiirimizin ustalarından, rahmetli
Halil Soyuer’in sekiz dörtlükten meydana gelen “Gizlidir” başlıklı
şiirinin bir dörtlüğü: Halil diye doğmuş biri/Yunus olmuş onun
pir’i/Belki de bunca şiiri/Yazanda, Yunus gizlidir..
ŞİİRLERİNDEN
Yunus Emre’nin şiirlerinden:
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün-ü günü
Bana seni gerek seni (Kül’den)
Bir garip ölmüş deyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin (Soğuk su’dan)
Gökyüzünde İsa ile
Tur dağında Musa ile
Elimdeki âsâ ile
Çağırayım Mevlâm seni (Dağlar ile, Taşlar ile’den)
Ne dilersen Haktan dile
Kılavuzla gir doğru yola
Bülbül âşık olmuş güle
Öter “Allah” deyu deyu
(Şol cennetin ırmakları’ndan)
Gönlüm düştü bu sevdaya
Gel gör beni aşk neyledi
Başımı verdim kavgaya
Gel,gör beni aşk neyledi (Baştan ayağa yâreyim’den)
Bir hastaya vardın ise
Bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele
Hak şarabın içmiş gibi (Gök Ekini’nden)
KAYNAK: Işık, İhsan: (Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi, cilt 9 Ankara 2007)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
12 AĞUSTOS 2009 ÇARŞAMBA ÇANAKKALE
Çanakkale adı, geçmişimizin aynası,
geleceğimizin garantisi.
Çanakkale, tarihi zenginlikleri ve
doğal yapısıyla dünyanın önemli şehirlerinden biri. Gelibolu
yarımadası, Gökçeada, tarih kokuyorlar. Bayramiç, Bozcaada,
Çanakkale’nin önemli yerleşim yerleri arasında sayılıyor.
Çanakkale’de çoğu dükkan ve kafe
olarak kullanılan eski konutlar, daracık sokakların çevresinde
yeralıyorlar. Çarşı Caddesi, Yalın han, Truva atı, Aynalı çarşı,
Çay, Rum ve Yahudi mahalleleri, zafer meydanı, Fatih, Tıflı ve yalı
camii, Havra, Cumhuriyet meydanı, Halk bahçesi, Kordon, saat kulesi,
Fetvane sokak, Nedime hanım kız okulu Çanakkale şehir merkezinde
önemlilikler olarak karşımıza çıkıyorlar.
Boğaz Komutanlığı Deniz Müzesinde
Osmanlı dönemi silah ve askeri malzemeleri, 1. Dünya Savaş ve
gereçleri, Nusrat Mayın Gemisinin bir maketi (bu gemi, Tarsus
Belediyesince satın alınıp, onarılarak, kentin merkezinde
sergileniyor) görülebiliyor, gezilebiliyor.
Çanakkale Savaşlarının, 1. Dünya
Savaşı’nda İngiltere, Fransa ve Rusya’nın oluşturduğu itilaf
devletlerinin Çanakkale Boğazını geçerek Osmanlı Devletini yenmek ve
Rusya’ya destek yolu açmak için büyük bir donanmanın 03 Kasım 1914
tarihinde Çanakkale sahillerini bombardımana tutmasıyla başladığını
biliyoruz.
8 ay 14 gün süren bu savaşlarda
toplam 500 bin asker öldü. Yaralıların sayısı hiçbir zaman
bilinemedi. Çok sayıda kayıp askerden bir daha haber alınamadı. Her
savaş gibi, bu savaş da geride telafisi mümkün olmayan acılar
bıraktı.
Çanakkale’nin; Ayvacık, Bayramiç,
Biga, Bozcaada, Çan, Eceabat, Ezine, Gelibolu, Gökçeada, Lapseki,
Yenice ilçeleri var. Buralarda değişik özellik ve güzellikler
karşımıza çıkıyor. Çanakkale’deki 18 Mart Üniversitesi
eğitim-öğretim alanında binlerce gencimizi yetiştiriyor.
Çanakkale’deki şehitliklerimiz ve
bilinmesi, hatırlanması gerekenlerin sıralanışı:
- Çamtekke şehitliği, Büyük ve küçük Anafarta, Yusufçuk tepe
anıtı,
- Mehmetçik park anıtı, Conk Bayırı Anıtı, M. Çavuş anıtı,
- 57. Alay şehitliği, Yzb. Mehmet şehitliği, Kemalyeri anıtı,
- Çamburnu şehitliği, Balkan şehitliği, Kilitbahir kalesi,
- Mecidiye şehitliği, Seyit Onbaşı şehitliği, Havuzlar
şehitliği,
- Barbaros deniz şehitliği, Hastane bayırı şehitliği,
- Gözetleme tepe şehitliği, Şahindere şehitliği, Soğanlıdere
şehitliği,
- Saygıyere anıtı, Alçıtepe garnizon şehitliği, İsimsiz topçu
şehitliği,
- Nuri Yamut anıtı, Yahya Çavuş şehitliği, İlk şehitler anıtı,
Şehitler abidesi,
- Kumtepe şehitliği, Kumkale Çakaltepe bataryası, Mesudiye
şehitliği,
- Hasan Mevsuf şehitliği, Erenköy şehitliği, Yzb. Uçkun ve Tğm.
Rıza şehitliği, Truva.
- 64 yıldan beri yolcularını güvenle taşıyan Alınteri
feribotları.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI
- Ruhlarımızın şelalesi, çağlayanı “Çanakkale Türküsü”:
- Çanakkale içinde aynalı çarşı,
- Ana ben gidiyom, düşmana karşı.
- Çanakkale içinde vurdular beni,
- Ölmeden mezara koydular beni.
- Çanakkale içinde bir kırık testi,
- Analar, babalar umudu kesti.
- Duygularımızın karıştığı,
duygularımızın buruklaştığı, gözlerimizin, gönüllerimizin yaşlarla
dolduğu mısralar, mısralar bütünlüğü. Mübarek toprakları bünyesinde
barındıran Çanakkale!
- Çanakkale içinde, Truva ve
şehitliklerin gezilişi sırasındaki anlatılanlarla görülenler
karşısında duyguların doruğa ulaşması, bir anlamda geçmişin içinde
yaşamak herkes için anlam zenginliği ve sahip olunması gerekenlerin
başında yer alışının gösterge zirvesiydi.
- İngilizlerin, Fransızların, Anzak’ların vd. Mezarlıkların
düzeni, 1986 yılında üç gün süreyle inceleme fırsatı bulduğum,
Çanakkale şehitlerinin ruhlarıyla bizleri selamlayışları için
yapılan düzenlemeler 2000’li yıllardan sonra daha belirginleşmiş,
güzelleşmiş.
- Şehitlerin anıt bölümünde kalın cam
zeminler üzerine illeri, ilçeleri, öteki yerleşim birimleri olarak
zeminlere aktarılmalarındaki düzenleme güzelliğiyle karışlaşmak beni
sevindirdi. Şehitlerimizin yaşları genelde 19-26 yaş arası.
Çoğunluğu 20 yaş olarak görünüyor. Bunlardan bazılarıyla ilgili
bilgilere bakalım:
- - Aydın Çine, Gazioğlu Niyazi, 24 yaşında,
- - Aydın Germencik, Cezmioğlu Osman, 20 yaşında,
- - Burdur-Yeşilova, Niyazioğlu Ramazan, 20 yaşında,
- - Burdur-Bucak, Niyazioğlu Rüştü 22 yaşında
- - Burdur-ağlasun, Cezmioğlu Tevfik, 19 yaşında,
- - Isparta-Sütçüler, Eminoğlu Ayvaz 23 yaşında
- - Isparta-Gelendost, Alioğlu Hürrem 20 yaşında,
- - Isparta-Atabey, Muharremoğlu Arif, 21 yaşında.
- Ruhları şad, mekanları Cennettir
İnşallah.
- http://www.isakayacan.blogspot.com
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
MUAMMER SUSUZLU’YU SONSUZLUĞA UĞURLADIK
Sevdiğim, saydığım, gönül ve fikir
birliği yaptığım, yaptığımız insanların vefatla aramızdan
ayrılmaları, hele bu ayrılış sonucu onlarla ilgili yazı yazmak beni
çok üzüyor. Hele son yıllarda bu üzüntüyü daha bir başka yaşamaya
başladım.
Muammer Susuzlu hemşerim; Burdurlu
olmaktan gurur duyanların başında gelenlerden. Şiirleri, kitapları
ve yayınladığı sanat dergisi o’nu zirvelere taşıdı. Son yıllarda
Burdur’da yapılan her etkinlikte bulunmak isteyen duygularını hep
paylaşırdık. Benim, “Burdurlu zeybeği tek başına oynar. Hâlbuki
zeybek oyunu toplulukla oynanırsa ses verir, ilgi görür” sözümü
alkışlar, ne demek istediğimi açıklamam için ısrarla sorar,
“Burdurlu paylaşmayı pek sevmez. Ferdi hareket etmekten hoşlanır”
açıklamam karşısında, “çok doğru söylüyorsun Kayacan. Bundan nasıl
kurtulacağız, kurtulacaklar?” diye tereddütlerini ortaya koyar,
üzülür, üzüntüleri paylaşırdık.
20.07.2009 tarihinde, Muammer
Susuzlu hocanın oğlu tarafından gönderilen, “Babam Muammer
Suzuzlu’yu kaybettik. Yarın öğle namazı sonrası Ataköy 5. kısım
camiinde kılınacak cenaze namazından sonra Bakırköy mezarlığında
toprağa verilecek” şeklindeki acı haber mesaj olarak telefonlarımıza
düşünce, “yav hoca ne yaptın? Hani Ankara’da buluşacaktık?” demekten
kendimi alamadım.
Burdur sevdalısı Susuzlu, 21.07.2009
tarihinde, öğle namazından sonra yakınlarının, hemşerilerinin
omuzlarında İstanbul-Bakırköy Mezarlığında toprağa verildi. Mekanı
Cennet, ruhu aydın olsun.
Ağustos 2005’de 168 sayfayla
yayınladığım “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları” adlı kitabımın 87 ve 88
nci sayfalarında yer alan, akciğer rahatsızlığı sonucu kaybettiğimiz
Muammer Susuzlu biyografisini aşağıya alıyorum efendim:
Muammer Susuzlu: Halil ve Nafiye’nin
3’ncü çocuğu olarak 04.07.1935 tarihinde Burdur’da doğdu. İlkokulu,
Turan, Cumhuriyet Hüsnü Bayer ve Yeşilova ilçesi merkez ilkokulunda
okudu. Orta ve lise eğitimini Burdur Lisesinde tamamladı. Edebiyatçı
Hikmet Dizdaroğlu ile İbrahim Zeki Burdurlu (Öcal) gibi
öğretmenlerinden feyz alarak yetişti.
1957 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine girdi.
1959 yılında başından geçen elim bir olay nedeniyle üniversite
tahsilini yarıda bıraktı. Lise öğrenimi sırasında şiir yazmaya
başlayan Muammer Susuzlu,1960 yılında ilk şiir kitabı “Şule”yi
yayınladı.
1955–1957 yıllarında (yılları
arasında) Şeker Fabrikası Muhasebesinde, 1957-1963 yılları arasında
Sümerbank Pamuklu Sanayi Müessesesinin personel ve genel muhasebe
bölümlerinde çalıştı. 1963 yılında yedek subay olarak askerlik
görevine başladı. Kastamonu-Taşköprü ilçesi 27 Mayıs ilkokulunda bir
yıl, 1964 yılında İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü kadrosunda
Yeşilköy İlkokulunda görev yaptı. Ayrıca, Bakırköy Kız Enstitüsünde,
edebiyat grubu öğretmeni olarak çalıştı. Daha sonra öğretmenlikten
ayrıldı.
1965–1967 yılları arasında,
Sümerbank İstanbul Beykoz Deri ve Kundura Sanayinde mağaza şefliği
yaptı. 1967 yılından itibaren mizacını ters düşen ticaret hayatına
başladı. 1963 yılında öğretmen Aysel Gökalp ile evlendi. Türk sanat
musikisi alanında çalışmalarda bulunan Muammer Susuzlu, ticari
hayatını 1966 yılında noktaladı. Şiirlerinin pek çoğu değişik
bestekârlarca bestelendi. Pek çok antolojide yer aldı. Yazı ve
şiirleri pek çok dergide yayınlanan Susuzlu, 1 Nisan 2000 tarihinde
“Yaşam” isimli ikinci şiir kitabını, Mayıs 2001’de “Gülşen” adlı
edebiyat kültür ve sanat dergisinin ilk sayısını yayınladı.
Muasır Soylu, Muhterem Sayan ve
Mazlum Korkmaz imzalarını da kullanan güzel sanatların en zorunun
şiir sanatı olduğunu söyleyen, pek çok dernek meslek birliğinin
üyesi olan, değişik şiir sergileriyle de sanatseverlerin karşısına
çıkan Muammer Susuzlu, 20.07.2009 tarihinde vefat etti.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- AZERBAYCAN’DAN TOPARLAYARAK
- Türk dünyasının gür sesi, Kerküklü
arkadaşım Şemsettin Küzeci, bir Azerbaycan seyahati sonunda, bana
bir hayli yayın getirdi. Kitaplar, dergiler, gazeteler. Bu çerçevede
gelen kitaplardan üçü efendim:
-
- GECE GÖZLÜ HAYAT
-
- Hayat Şemi’nin Azerbaycan’da 136
sayfayla basılan kitabının adı: Gece Gözlü Hayat. Kitabın bana
imzalanış tarihi: 23.05.2009.Hayat hanım; “Sayın Prof Dr.İsa Kayacan
beye sevgi, saygı ve dostça” dedikten sonra, ikinci bir not var imza
sayfasında.Şöyle:
- -”Sayın Dr. İsa Kayacan beyefendi;
size Türkiye’de yayınlanan kitabıma gösterdiğiniz ilgiden dolayı
teşekkür edirem.Tanrı sizin gibi insanları korusun.” Ben de teşekkür
ediyorum efendim.
- Hayat Şemi, uzun soluklu şiirleri
yanında, kısa ve öz görünümlü, içerikli şiirleriyle de dikkat
çekiyor.Kısa şiirlerinden (sayfa.5 ‘den):
- -Yadına üşür
- Orucunu gözyaşınla açtığın gün
- Samovarın sızıltısı salır yadına
- Gaynadıkça üşüdür seni... (Dua’dan)
- Bir Azerbaycan kimliğinden söz ediyor şairemiz.Yaşadığı şehirle
igili duygularını dile getirir”yazığım gelir bu şehirde” diye
başlayan duygu aktarımıdır bunlar.
-
- ÇANAKKALE’DE YÜKSELENLER
-
- Vehbi Vakkasoğlu’nun 64 sayfalık
kısa kısa anlatımları.Türk dilinden Azerbaycan diline çeviren:
Sevraz Hüseyinoğlu. Meslehetçi ve redaktoru:Ganire Paşayeva(Milletvekili)
- -”Çanakkale’de yaşananlar sadece gururlu bir savaş kelimesiyle
açıklanabilmez. Orada yaşananlara ancak bir milletin yükselişi
deyilebilir.Türk evlatları olan igid esgerler yüreklerindeki iman
gücüyle dünyanın süper güçlerine meydan okumuşdular Çanakkale’de”
denişi, kitabın içeriği ve genel zenginliği hakkında bilgi veriyor.
- Başlıklardan: Çanakkale Akif beyin şiirleriyle gönüllere doldu,
Aman ayağımı kesmeyin, Mustafa Kemal ve Seyid Onbaşı, Düşmanı hayran
eden merhamed vd.
-
- DAĞ KOLANI DESTANI
-
- Namık Hacıheyderli’nin 32 sayfalık
destanlaştırdığı anlatımı. Şiirle, düz yazıyla verilmiş. Kitap
Vektor yayınları arasında günyüzü görmüş. Hacı Seyfeddin Geniyev’in
görüşleri var kitap üstüne. Müellifin görüşleri yer alıyor ayrıca.
Kitabın sonundaki sayfalarda fotoğraflar yer alıyor bir düzenleme
içinde.
- Namık Hacıheyderli: 1975 yılında Salyan rayonun Varlı kendinde
doğdu. Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi’nden mezun oldu.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
DÖRT KADIN ŞAİRDEN
Şairlerimiz, şairelerimiz.Kadın
şairlerimizden dördünün şiirlerinden mısra ve bölüm örnekleri
efendim.Sırayla:
NURTEN EMRE
Bursa ilimiz merkezinden sesleniyor
Nurten Emre.Yazdıkları, yayınladıkları, bize gönderdikleri var
şiirlerinden.Bunlardan, “Sensiz Hayat” adlı, başlıklı şiirinden:
-Baharda güller açar
Bülbüller neşe saçar
Sen olmazsan yanımda
Mutluluk benden kaçar..
Mutluluk tek kişiyle yaratılmıyor, şekillendirilemiyor..Mutlaka
iki kişinin olması ve anlaşılabilmeleri gerekiyor değil mi?
MELAHAT ECEVİT
Isparta ilimiz merkezinden
sesleniyor Melahat Ecevit.Beş dörtlükten meydana gelen “Öyle Git”
başlıklı şiiri var elimizde. Bu şiirin bir dörtlüğü:
Nerde aşka körük çeken sözlerin?
Hani canevimi yakan gözlerin?
Ben sana hastayım, ciğer közlerim
Tenimi çarmıha gerde öyle git...
Gidebilmek için, istenilen, beklenilenlerin yerine getirilmesi
öyle kolay olmuyor.Gitmelerde öyle kolay olmuyor.
FATMA UÇARLAR
Isparta ilimiz merkezinden seslenen
şairelerimizden, şairlerimizden biri Fatma Uçarlar.”Bitmedi Yasın”
başlıklı şiiri üç dörtlükten meydana geliyor.Bu şiirin bir dörtlüğü
şöyle efendim:
-Sen yanımda olunca ağlamaz gözüm
Ellerimi tutunca, hep güler yüzüm
Bir de gözüme baksan, savrulur hüzün
Acılarla yoğruldum, bitmedi yasın...
ZEYNEP AYLA SÜTÇÜ
Konya ilimiz merkezinden seslenen
şairelerimizden, şairlerimizden biri.”Gel gönül gül olalım seninle”
başlıklı şiiri var beş dörtlükten meydana gelen.Anılan şiir efendim:
-Gel gönül gel, gül olalım seninle/İster dost koklasın,isterse
düşman/Diken gibi batmayalım eline/İster dost toplasın, isterse
düşman.
Tomurcuk kalma, açıl cihana
Doyur gönülleri sen kana kana
Mum gibi eri hep yana yana
İster dost ışısın, isterse düşman
Ekmek ol da, açlar doysun seninle
Su ol da gönüller kansın seninle
Yol olursan, kullar varır menzile
İster dost yürüsün, isterse düşman
Torpak ol da kuruyan sende dirilsin
Gönüller hakka sende vurulsun
Bereketli sofralar sende kurulsun
İster dost yesin, isterse düşman
Can evimi aç da hakkı görsünler
Niçin dünyaya geldik bilsinler
Çağır cümle alemi duysunlar
İster dost yesin, isterse düşman
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- AŞIK ALİ ANBARCI’DAN
- Halk ozanlarımız, şairlerimiz,
yazarlarımız, kısacası sanat ve edebiyatımızın içinde yer alanlardan
gelenler hiç azalmıyor maşallah..Bir ara yorulduğum, kırıldığım için
“azalma olsun Allah’ım diye” dua etmiştim..Ama duamın kabul olmadığı
yönünde ciddi belirtiler var.
-
- AŞIK ALİ ANBARCI
-
- Adana ilimiz merkezinden sesleniyor. Benimle ilgili yazdıkları,
yayınladıkları var. Bunlardan birisi, bir yenisi
şöyle:(Adana-13.10.2008)
-
- ÜSTAT Dr. İSA KAYACAN
-
- Gönüller dostu, kültür aşığı
- Edebiyat yolu parlak ışığı
- Sevginin yumağı, muhabbet beşiği
- Üstadlar üstadı Dr. İsa Kayacan
-
- Yarını düşünür, yönü ileri
- Canı tende iken kesilmez feri
- Düşmana aslandır, sevenin yari
- Üstadlar üstadı Dr. İsa Kayacan
-
- Kaynağı özünde, çağlar sellerle
- İkrardır kelamı, tatlı dillerle
- Barıştadır ilkesi, bütün ellerle
- Üstadlar üstadı Dr. İsa Kayacan
-
- Umudu yarına gelen yıllara
- Ayrım gayrım yapmaz çağdaş kullara
- Azim bayrağıyla çıkmış yollara
- Üstadlar üstadı Dr. İsa Kayacan
-
- Benliği hiç sevmez, gerçektir sözü
- Soğan ekmek yese istemez kazı
- Karacaoğlan soyu çok sever sazı
- Üstadlar üstadı Dr. İsa Kayacan
-
- Gelecek nesile miras kalemi
- Dert edinmez, gam-gasevet elemi
- Aşık alim onda sözün sağlamı
- Üstadlar üstadı Dr. İsa Kayacan
-
- Çukurovalı halk ozanı, Aşık Ali ANBARCI (Adana-13.10.2008)
-
- Sonra efendim, Aşık Ali Anbarcı’nın “Ankara” adlı, başlıklı bir
şiiri var elimizde. Dört dörtlükten meydana gelen bu şiirin, iki
dörtlüğü:
-
- -Yıllardır ayakta koca kalesi
- Goncadır gülleri, güzel lalesi
- Yüreklerde yanar aşk meş’alesi
- Sevginin, saygının seli Ankara...
-
- Aşık Ali söyler güzel ecdadım
- Cihanda sulh ister her dem feryadım
- Dadaloğlu, Karacaoğlan üstadım
- Sazımın mızrabı, teli Ankara...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- YOZGAT
- Yerleşim birimlerimizle, il ve
ilçelerimizle, belde ve köylerimizle ilgili araştırma, yorum
ve değerlendirmeler, eldeki, masa üstündeki yayınlarla,
yapılıyor, yapılabiliyor.
- Yozgat ilimiz için, “yiğidin
harman olduğu yer” ifadesi, yorumu kullanılıyor. Coğrafi
açıdan baktığımızda Yozgat; İç Anadolu Bölgesinin orta
kızılırmak bölümünde yer almaktadır.Kuzeyinde Çorum, Amasya ve
Tokat, doğusunda Sivas,batısında Kırıkkale ve Kırşehir,
güneyinde Kayseri ve Nevşehir illeriyle çevrilidir.
- 10. Sürmeli Festivali
kapsamında 04 Temmuz 2009 tarihinde Yozgat merkezinde, Yozgat
Şairler ve Yazarlar Birliği’nin koordinatörlüğünde, Valilik ve
Belediye Başkanlığı’nın katkılarıyla gerçekleştirilen “Şiir
şöleni” sırasında bana ulaştırılan ve genellikle Yozgat
Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü imzasının taşıyıcısı
yayın ve dökümanlara bakıyorum.Bunlar:
-
- 1-Yozgat Kent Tarihi (240 sayfa)
- 2-Termal kaplıcalarıyla Yozgat,
- 3-Bozok diyarı (Yozgat’la ilgili tarihi
fotoğraflar-siyah-beyaz)
- 4- Yozgat antik kentleri,
- 5-Yozgat,
- 6-Kazankaya Kanyonu Yozgat-Aydıncık,
- 7-Yozgat il haritası,
- 8-Yozgat balgeseli (cd)
- 9-Yozgatlı şair Salim Gülbahçe’nin şiir kitabı
- 10-Şehriyar, aylık kültür,sanat,edebiyat ve aktüalite
dergisi, sayı: 13,2009.
- 64 sayfalık bu derginin sahibi: Derviş Tavşancıoğlu.
Keyseri’de basılıyor. Yozgat’ta irtibat bürosu var.
- Yozgat’ın tarihçesine
baktığımızda gördüklerimizden:
- -Yozgat’ın tarihi ve
arkeolojik araştırmalarına halen devam ediliyor.Yozgat’ta ilk
yerleşim izleri M.Ö 3 bine kadar iniyor. Anadolu’nun ilk
merkezi devletini ve imparatorluğunu kurmuş olan Hititler
döneminde Yozgat’ın başkent Boğazköy’e yakınlığı ve Alişar
gibi önemli bir merkezi sınırları içerisinde bulundurması, M.Ö
2 bin yılda Anadolu’nun merkezinde, ne kadar öneme sahip
olduğunu ortaya koymaktadır.
- Yozgat, Sürmeli ve Ziya
türküleri başta olmak üzere pek çok ünlü türkünün çıkış
yeridir.
- Ziya türküsünün öyküsü
veriliyor Yozgat Kent Tarihi’nin 187 nci sayfasında.Ziya’nın
yakışıklı bir delikanlı olduğu anlatılıyor. Yozgat’ın
Karacalar köyünde yaşayan Ziya aynı köyden Fikriye adlı bir
kızı sever. Fikriye’nin babası Karacalar Köyü’nün imamı Ali
Hocadır. Ali Hoca Kızıltepe Köyü’ne imam olur. Ziya sık sık
nişanlısını görmek için at üstünde gider. Ziya bir gün ekin
sularken üşütmüştür. Karın ağrısı nedeniyle doktora gider.
Fayda bulamaz. Bir hafta sonra ölür.
- Ziya için bir başka söylenti
vardır: İyi at binen, cirit oynayan Ziya, iki köy arasında
oynanan ciritte attan düşer, orada ölür. Fikriye nişanlısının
ani ölümü karşısında duyduğu acıyı şiire döker. Türkü ortaya
çıkar. Ağıdın tamamı 30 kıtadır. Bu türkünün bir dörtlügü:
-
- Çamlığın başında tüter bir tütün,
- Acı görmeyenin yürüğü bütün,
- Ziya’mın atını pazara tutun,
- Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
KÜLTÜRÜMÜZ İÇİNDEKİ BURDUR DOĞUMLULARDAN
Edebiyatımız içinde, Burdur çıkışlı
isim ve imzalar olarak bilinen ve edebiyatımıza katkılarıyla onur ve
gurur duyduklarımız vardır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanmakta:
1-Şeyh Sinani Rumi Burduri:
Burdur’un yetiştirdiği büyük bilginlerdendir. Bursa’da Ahmet Paşa
Medresesinde müderris olarak görev yaptı. 1505 yılında vefat
etti.Tepe mezarlığında toprağa verildi. Elyazması dört eseriyle
biliniyor.
2-Fedayi Mehmet Dede: 16. yüzyıl
tasavvuf şairi olarak biliniyor. Divan-ı Fedayi adıyla yazdığı
divan, Milli kütüphanede bulunmaktadır. Ölümü 1577 olarak
kaydediliyor.
3-Molla Sinan Burduri: Hamit ilinin
Burdur beldesinden olan Molla Sinan efendi, Bursa’da Beyazıtpaşa,
Edirne’de Taşlık Medreselerinde müderrislik yaptı. 1627’de Medine-i
Münevvere’de mollalığı ihsan olundu. Mısır’dan gemi ile Yembu
iskelesine çıkarak yola devam ederken, yolda vefat etti. Cenazesi
Medine’ye getirilerek Cennetül-Bekada toprağa verildi.
4-Servi ya da Derviş Servi: Divan
şairi olarak 16. yüzyılda yaşadığı biliniyor.Servi adı takma
addır.1597 yılında vefat etti.
5-Halil Hamit Paşa: 1736 yılında
doğdu. 1785 yılında vefat etti. Tezkerecilik, Reisül küttaplık ve
sadaret Kehtüdalığı (içişleri bakanlığı) yaptı. 1782’de Sadrazam
oldu. Daha sonra Cidde ve Habeşistan Valiliği’ne atanması üzerine,
görevine giderken Bozcaada’da başı kesilerek öldürüldü.
6-Halil Efendi Burduri(Muhaddis):
Sayılı bilginlerden olan Muhaddis Halil Efendi, Burdur ili Gölhisar
ilçesi Kızıllar köyündendir. Müderris olarak pek çok talebe
yetiştirdi. 1852 yılında Burdur’da vefat etti, Demircioğlu
mezarlığında toprağa verildi.
7-Küçük Şeyh Mustafa Efendi: Burdur
Müftülüğü yapan Mustafa Efendi 1824 yılında medrese içinde yeniden
yaptırdığı Kütüphaneye 500 ciltlik kitap koyarak vakfetti. 1827
yılında vefatla aramızdan ayrıldı. Yaptırdığı kütüphane binasının
güneyinde toprağa verildi.
8-Hattat Osman: 18. yüzyılda yaşadı.
Kendisiyle ilgili fazla bilgi bulunamamıştır.
9-Hattat Kayışzade Hafız Osman
Efendi: Burdur medeselerinde yetişti. Hayatını, Kur’an-ı Kerim
yazmakla geçirdi. 106 Kur’an-ı Kerim yazdı. İstanbul Merkez Efendi
mezarlığındaki kabir taşına (M.1984) yılı kaydedilmiştir.
10-Mehmet Öğütçü (Hatip Hoca): Açık
fikirli, yenilik taraftarı değerli bir din adamı olan Mehmet Ögütçü,
“İslam Dini” adında bir kitap yayınladı. 20 Ekim 1945 tarihinde
vefatla aramızdan ayrıldı.
11-Ömer Rıza Doğrul: 1893 yılında
doğdu. Mehmet Akif Ersoy’un damadı olan Ömer Rıza Doğrul, kuvvetli
kalemiyle, Türk kütüphanesine önemli hizmetlerde bulundu. “Asrı
Saadet” adındaki büyük islam tarihi “Tanrı Buyruğu” adındaki Kur’an-ı
Kerim tercümesi başta olmak üzere telif ve tercüme 70’den fazla eser
yazdı. 13 Mart 1952 tarihinde vefatla aramızdan ayrıldı.
12-Mehmet Hatiboğlu: 1877 yılında
Burdur’da, vaizlik ve müftülük yaptı. “Ana Kaynaklarına Göre İslam
Dini” ve “Usul ve Tatbikat” adlı kitapları yayınlandı. 23 Ekim 1945
tarihinde vefat etti.
13- A. Hamdi Kasapoğlu: 1907 yılında
Burdur’da doğdu. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, Din İşleri Yüksek
Kurulu üyeliği ve başkanlığı görevlerinde bulundu. “Halka Din
Rehberi” adlı kitap başta olmak üzere değişik kitaplar
yayınladı.19.05.1986 tarihinde vefat etti.
14-Prof. Dr. Halil İbrahim Kafesoğlu:
1914 yılında Tefenni ilçesinde doğdu. 1940 yılında Ankara DTCF’den
mezun oldu. Değişik üniversitelerde Türk Tarihi profesörlüğü yaptı.
İ.Ü Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi kürsüsü başta olmak üzere
bu alanda değişik yerlerde hizmet verdi. 1965 yılında Kültür Ocağı
Başkanı, İstanbul Milliyetçi Öğretmenler Birliği Başkanı oldu. 1976
yılında Altan Deliorman ile birlikte Lise 1 ve 2 tarih ders
kitaplarını yazdı. Bazı kaynaklara göre 17 Ağustos 1984 bazı
kaynaklara göre de 1987 yılında vefat etti. Tefenni Lisesinin adı
1990 yılında “İbrahim Kafesoğlu Lisesi” olarak değiştirildi.
15-İbrahim Zeki Burdurlu: 1922
yılında Burdur’da doğdu. Gazi Terbiye Enstitüsü’nden mezun oldu.
Lise ve Eğitim Enstitülerinde, Türkçe, Edebiyat öğretmenliği yaptı.
Burdur Ortaokulu’yla, Burdur Lisesi’nde Türkçe öğretmeni olarak
çalıştı. İlk kitabı “Toprak İnsanları”nı 1945 yılında yayınladı.
Şiir ve araştırmalarının yanısıra, masallar ve oyunlar da yazdı.
İbahim Zeki Burdurlu’nun “Burdur”
adlı şiiri, burayı ince desenli halıları, zeybeği, türküleri,
üzümleriyle anlatmaktadır. 1984 yılında İzmir’de vefat etti.
16-Fakir Bayburt: 1929 yılında
Yeşilova’ya bağlı Akçaköy’de doğdu. 1948 yılında Gönen Köy
Enstitüsü’nü bitirdi. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde ve bir yıl
ABD Indiana Üniversitesi’nde okudu. Köy öğretmenliği başta olmak
üzere değişik görevlerde bulundu.
Sanata şiirle başlayan Fakir
Bayburt, köy gerçeklerini işleyen romanlar, öyküler, makaleler, film
metinleri, romanlar, yazdı.Yılanların öcü, Tırpan, Irazcanın Dirliği
kitaplarından bazıları olarak sayılıyor. Değişik gazetelerde
yazıları da yayınlanan Fakir Baykurt, 12 Ekim 1999 tarihinde vefatla
aramızdan ayrıldı.
17-Hüseyin Akbaş: 1927 yılında
Burdur’da doğdu. Gönen Köy Enstitüsü’nde okudu. Anılarını “Gerçek
Düşünce ve Eğitim” adlı kitapta topladı.
18-Halit Asım Demirsoy: 1918 yılında
doğdu. 1941 yılında vefatla aramızdan ayrıldı. Ölüm temini işleyen
şiirlerini “Ölüm” adlı kitapta topladı.
19-Azime (Karabulut) Korkmazgil:
1933 yılında Burdur Ağlasun’da doğdu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü
Edebiyat Bölümünü bitirdi. Değişik eğitim kurumlarında son olarak da
Ankara Eğitim Enstitüsünde öğretmen ve yönetici olarak görev yaptı.
Öykü yazarı ve ozan Hasan Hüseyin Kokmazgil’in eşi olan Azime
(Karabulut) Korkmazgil 1986 yılından bu yana Ağlasun’da yaşıyor.
20-Özgül Özgüven: 1935 yılında
Burdur’da doğdu. Ankara Tıp Fakültesi’ni bitirdi. “Yağmur Tutan
Güzellik” adlı dördüncü şiir kitabını yayınladı.
21-Muammer Susuzlu: 04 Temmuz 1935
tarihinde Burdur’da doğdu. Orta ve lise eğitimini Burdur Lisesi’nde
tamamladı. Değişik alanlarda çalıştı. “Yaşam” isimli şiir kitabıyla
“Gülşen” adlı bir sanat dergisi yayınladı.20.07.2009 tarihinde vefat
etti.
22-Prof. Dr.Ethem Ruhi Fığlalı:
08.12.1937 tarihinde Burdur’da doğdu. AÜ İlahiyat Fakültesi’nden
mezun oldu. Muğla Üniversitesi’nde rektörlük yapan Fığla’lı çeşitli
ansiklopedilere, ihtisas alanında 50 dolayında madde yazdı.
23-Mustafa Asoğlu: 1943 yılında
Yeşilova ilçesinin Kayadibi köyünde doğdu. Bursa Eğitim Enstitüsü
Edebiyat bölümünden mezun oldu. Van, Burdur ve Bingöl Sanat
Enstitülerinde öğretmenlik yaptı. İlk kitabı, “Et, Ekmek-Karanfil”
adıyla yayınlandı. “Ulusu” adlı kitabı milliyet yayınları arasında
günyüzü gördü.
23-a) -İsa Kayacan: 20 Eylül 1943
tarihinde Burdur ili Tefenni ilçesi’ne bağlı Ece Köyü’nde doğdu.
Ortaokulu Tefenni’de, Liseyi Ankara’da, Lisans eğitimini de AÖF
Halkla İlişkiler bölümünde tamamladı.
Gazetecilik yaptı. Değişik alanlarda
126 ayrı kitap, Ece adlı bir sanat dergisini 28 sayı yayınladı. 3
bin 450 ayrı gazete ve dergide 31.12.2008 tarihi itibariyle 40 bin
350 makalesi yayınlandı.
Azerbaycan’dan iki fahri doktora,
bir fahri profesörlük payesi alan Kayacan, 11 ayrı bakanın basan
danışmanlığını yaptı. Doğum yeri Ece Köyünde, 8 bin dolayında kitap
ve derginin yer aldığı “İsa Kayacan Kütüphanesi”nin kuruluşunu
gerçekleştirdi.
Özellikle, Burdur’a yönelik “Burdur
Hatırlamaları” ve “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları” adlı kitaplarıyla,
ilgili çevrelerin dikkatini çekti.
İsa Kayacan 21 Mayıs 2009 tarihi
itibariyle buraya bir not koymak istiyor:
-Mayıs 2004’te yayınladığım 20
bölümden oluşan 720 sayfalık “İşte Hayatım” adlı kitabımda
belirttiğim, resmi görevlerimin yanında, gazete, dergi ve kitaplarla
fazla uğraştığım için, çevreme, aileme fazla vakit ayıramadığımı bu
nedenle sıklıkla eleştirildiğimi, bir gün rahmetli eşimin,
Bakanlarla çalıştığım dönemlerden birinde sıklıkla geç geldiğim
günlerden birinde, evdeki çalışma masama; “Karın olarak, bazı
konuları görüşmek üzere, senden randevu istiyorum” kelimelerinin
bulunduğu not bıraktığını üzüntüyle ama bir gerçek olarak
hatırlarken;
21 Mayıs 2009 tarihinde, ilköğretim
4 üncü sınıfa giden torunum Nazlı Aykut’un buz pateni çalışması
sonunda oradan çıkarken; “Dede, sen kitap yazmayı, gazetelerde
yazmayı bırak artık. Emekli oldun. Herkesin dedesinin o kadar vakti
var ki, onlar sevdikleriyle ilgileniyorlar..Sen, sevdiklerinle
ilgilenemiyorsun.Ben seni daha fazla görmek istiyorum.” deyişini,
ciddi bir ikaz olarak kabul ettim.Ama, neyi, nasıl yapabilecektim,
Nazlı’nın eleştiri ve ikazının temelindeki gerekçeleri, beklentileri
nasıl cevap verebilecektim!..
23-b) Osman Oktay: 1951 yılında
Bucak ilçesinde doğdu. 1974 yılında AÜ DTCF’den mezun oldu. Milli
Eğitim Bakanlığı’yla TRT’nin değişik kademelerinde görev
yaptı.Değişik ödüller alan Osman Oktay, çocuk edebiyatıyla ilgili
yazı ve yayınlarıyla dikkat çekti.Pek çok senaryonun altına imza
koyan Oktay’ın Bilge Kağan, Manas Destanı, Göç Destanı adlı
kitapları başta olmak üzere pek çok kitabı yayınlandı.
24-Arslan Özbey:1956 yılında
Tefenni’de doğdu. AÜ- Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu.
Ankara Radyosunda, eğitim ve kültür programları hazırladı, metin
yazarlığı yanında, değişik ilçelerde Kaymakamlık görevinde bulundu.
25-Abdullah Aşçı: 06 Haziran 1921
tarihinde Burdur’da doğdu. İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nden mezun
oldu. Hikaye, düz yazı ve şiirleriyle dikkat çeken Aşçı, 1960
yılında ilk kitabı “Bekar Adam”ı yayınladı. Abdullah Aşçı; “Yazar
oldum. Gün gelir satar da olurum.” görüşüyle dikkat çekti.
26-Binnur Şener: 14 Aralık 1947
tarihinde Burdur’de doğdu. Annesinin istememesi üzerine ortaokuldan
ayrıldı. Koyu bir Fakir Baykurt hayranı olan Binnur Şener ilk
kitabını “Fakirin Kıyısında” adıyla yayınladı.
27-Atila Özer: 1949 yılında
Burdur’da doğdu. Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisinin İnşaat
bölümünden mezun oldu. Anadolu Üniversitesi Uygulamalı Güzel
Sanatlar Yüksek Okulu’nda Yrd. Doç. ve Açıköğretim Fakültesi
Televizyonunda Grafik Bölümü Başkanlığı görevlerinde çalıştı. 1973
yılında karikatür çizmeye başladı.
Yurtiçi ve yurtdışında pek çok sergi açtı. Yarışmalarda
birincilik, ikincilik, üçüncülük olanları başka olmak üzere değişik
ödüller aldı.
28- Mustafa Balbay: 08.08.1960
tarihinde Yelişova’nın Güney kasabasında doğdu. Ege Ü.İleşitim
Fakültesinden mezun oldu. Değişik gazetelerde yazarlık yaptı.
Cumhuriyet Gazetesinin Ankara Temsilcisi olarak çalıştı. “Ülkelere
değil savaşlara Düşmanım” adlı ilk kitabını yayınladı.
29- Dr. İrfan Akay: 1944 yılında
Gölhisar ilçesinin Armutlu köyünde doğdu. 1961 yılında İ.Ü.Tıp
Fakültesine girdi. Askeri Tıbbiye’ye başvurarak, öğrenimi askeri
Tıbbiye’li olarak yaptı. Değişik kuruluşlarda çalıştı. Burdur Devlet
Hastanesinde görev yaptı. Burdur Türk Ocağı Başkanlığı görevini
yürüttü. Değişik gazetelerde sosyo-kültürel ağırlıklı yazılarıyla
dikkat çekti.
30-Gülbahar Ünlü: 1963 yılında,
Tefenni ilçesinin Yuvalak köyünde doğdu. İktisat fakültesinden mezun
olduktan sonra değişik alanlarda çalıştı. Şiire olan aşkı yüzünden
sekreterlik, hizmetçilik, seyyar satıcılık yaptı. Uzun süre
İstanbul’da yaşayan Gülbahar Ünlü ilk kitabı olan “Tutkunun Gönüllü
Sürgünleri”ni 1996 yılında yayınladı.
31-Sebahat Gümüş:14 Mart 1954
tarihinde Yeşilova ilçesinin Akçaköy’ünde doğdu. Liseyi öğretmen
okulunda, yüksekolulu AÖF’de tamamladı. Değişik okullarda
öğretmenlik yaptı. Merkezi Burdur’da bulunan Araştırmacı,Yazar ve
Şairler Derneğinin Başkanlığı görevini yürüten Sebahat Gümüş, ilk
şiir kitabı “Gizemli Duygular”ı yayınladı.
32-Müzeyyen Düdük: 1929 yılında
İzmir’de doğdu. 12 yaşında şiir yazmaya başlayan Müzeyyen Düdük 2004
yılında “Gönüllerden Gönüllere” adlı ilk şiir kitabını yayınladı.
33-Ahmet Ali Bilgen: 1946 yılının
son günlerinde Ağlasun ilçesinin Mamak köyünde doğdu. Muğla İlk
Öğretmen Okulu’nu, arkasından Ankara Gazi Orta Öğretmen ve Eğitim
Enstitüsü’nü bitirdi.
Gümüşhane’den Uşak’a Ankara’dan
Burdur’a değişik yörelerdeki okullarda Türk Dili ve Edebiyatı
öğretmeni olarak 28 yıl çalıştıktan sonra emekli oldu. Ahmet Ali
Bilgen değişik gazetelerde köşe yazarlığı yaptı.
34-Hanım Akçay: Burdur ilimizin
Kemer ilçesinde dünyaya geldi. “Erkek çocuğu bekleyen aileme 1 Nisan
şakası gibi, kız çocuğu olarak dünyaya gelmişim” diyen Hanım Akçay,
Burdur Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nde masa tenisi antrenörü
olarak çalıştı. Müzik öğretmenliği yapan Hanım Akçay’ın gazete ve
dergilerde şiirleri ve köy çıkışlı roman denemeleri yayınladı.
HALK ŞAİRLERİ VE OZANLARI
1-Vecai(Aşık Vecai): 1794 yılında
Burdur’da doğdu. Lirik ve halk şairi olarak tanındı.Yaşadığı dönemde
eserlerini bağlama eşliğinde seslendirdiği biliniyor.
2-Haki: Hakkında fazla bilgi yoktur.
“İnsanoğlu” adlı koşmasının sonunda, kendini tanıtma imzasından,
“Haki hal olduğu andır-Haki yeksan olunca” sözünden bu mısraların
Haki’ye ait olduğu anlaşılıyor.
3-Şemsi Baba: Burdur’un Konak
mahallesinden bir halk şairidir.Torunu Mustafa Şemsi de dedesi gibi
halk şairi olup saz ve ud çalmıştır.Şemsi Baba, saz çalan ve muamma
açan irticalen şiir söyleyen bir halk şairidir.
4-Kemali Baba: Burdurlu olduğu
sanılmaktadır. Burdur’da yaşamış bir halk şairi olan Kemali Baba’nın
üstüne fazla bilgi yoktur.Burdur’da yaşamış evliyalar hakkında
bir”methiye”si bulunmaktadır.
5-Hayri Sine(Aşık Enis): 1931
yılında Burdur’da doğdu. Uzun süre “Aşık Enis” mahlasını
kullandı.Değişik kuruluşlarda çalıştı, reji ve operatör
asistanlıklarında bulundu. Kendi matbaasında el pedalıyla “Gurbet
Öyle Acı ki” adlı kitabını yayınladı.
6-Osman Akkoç: 1944 yılında Gölhisar
ilçesinde doğdu.Değişik kuruluşlarda çalıştı. Orman Genel Müdürlüğü
kuruluşlarında Orman Muhafaza Memuru olarak görev yaptı. Bilinmeyen
yöre türkülerinin hikaye ve sözlerini toparladı.Milli Eğitim
Müdürlüğü, Halk Eğitimi Müdürlüğü, Burdur İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğünce şiirlerinin yer aldığı “Gölhisarlı Halk Şairi Osman
Akkoç” adlı şiir kitabı günyüzü gördü.
7-Memiş Acar (Feryadi): 1945 yılında
Yeşilova, Armutlu köyünde doğdu.(Feryadi) mahlasını kullandı.Değişik
yerlerde polis olarak görev yaptı. “Yedikapılı” adlı ilk şiir
kitabını 2004 yılında yayınladı.
8-Ali İrşi(Ozan İrşadi): 1951
yılında Burdur’da doğdu. Düzce Orman Tekniker Okulunu 1970 yılında
bitirdi.Ankara Meslek Yüksekokulundan mezuniyetiyle Yüksek Tekniker
olan Ali İrşi’nin yayınlanmış kitapları var.
9-İbrahim Can(Aşık Sarı): 05 Ekim
1953 tarihinde Yeşilova ilçesinin Büyükyaka köyünde doğdu.13 yaşında
bağlama çalmaya başladı. Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünde çalışan
İbrahim Can, 1979 yılında I.İnsuyu Festivalinde seslendirdiği
”Tezgahında Dokur Halı” türküsüyle tanındı.
10-Aşık Ömer Erkan: 1957 yılında
Dirmil’de (Altınyayla’da) doğdu. Kadir Turan, Mahmut Kılınç,Aziz
Karakaya,Mehmet Yıldıran,Ali Tekin gibi ustalarla çalıştı.Bağlama,
Sipsi, zurna ve davul çalan Aşık Ömer Erkan’ın kendisine ait
türküleri bulunmaktadır.
TÜRK HALK ve SANAT MÜZİĞİ ALANINDA
1-Ahmet Yamacı:1926 yılında Tefenni
illçesinde doğdu.Gönen İlköğretmen okulunda okudu.1944 yılında
Ankara Radyosunda açılan imtihanda bağlama dalında birinci oldu.
1954 yılında İstanbul Radyosu Yurttan Sesler Korosu şefliğine
atandı. TRT’de Bilimsel Araştırma ve repertuar kurulu üyeliği
yaptı.Binden fazla türkü ve oyun havası derledi.
Tefenni Teke Zortlatması’nı, Tefenni
yöresinin deyimiyle “Şelpeyi” radyoda ilk lanse eden Ahmet Yamacı
21.03.1987 tarihinde İstanbul’da vefat etti ve Zincirlikuyu
Mezarlığında toprağa verildi.
2-Hamit Çine: 04 Nisan 1926
tarihinde Burdur’da doğdu.Lise tahsilini İstanbul Haydarpaşa
Lisesinde yatılı olarak tamamladı.14 yaşında bağlama çalmaya
başladı.Liseyi bitirdikten sonra Hukuk Fakültesinde bir yıl
okudu.Sonra, İzmir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Sanayi
İşletmeciliği bölümünden mezun oldu. Ege Üniversitesi Devlet Türk
Musikisi Konservatuarında öğretim görevlisi olarak çalıştı. Burdur
valiliği yayınları arasında günyüzü gören “Burdur’dan damlalar” adlı
kitabı, teke yöresi folklorunun ansiklopedisi niteliğindedir.
3-Salih Urhan: 1926 yılında Yeşilova
ilçesinde doğdu.Babası Ali Urhan yöresinin en iyi bağlama
çalanlarından olduğu için, küçük yaşta bağlamayı tanıdı.1939-1945
yılları arasında Isparta Gönen Köy Enstitüsünde okudu.
1969 yılında TRT’nin açmış olduğu yetişmiş sanatçı sınavına
kabak kemane ile katılan Salih Urhan başarılı bulundu ve yıllarca
TRT’de kabak kemanesiyle görev yaptı.2004 yılında yayınladığı
“Öyküleri ve Notalarıyla Gurbet Havaları” adlı kitabıyla dikkat
cakti.
4-Sümer Ezgü: Annesi Burdurlu babası
Trabzonlu bir öğretmendir. Sümer Ezgü 1960 yılında dünyaya geldi.
Çocukluğu, Burdur ilimizin Bucak kasabasında geçti.
Ortaokulu Bucak’ta liseyi Burdur’da okudu. Sümer Ezgü 1977
yılında başladığı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Akademisinin Hentbol
bölümünden mezun oldu.Halk oyunları ve Türk Halk Müziği koro
çalışmalarında bulundu. TRT Ankara radyosunun açtığı ses sanatçısı
sınavını kazanarak göreve başladı. “Bağlamada tavır” dersleri aldı.
1981 yılında TRT’ye profesyonel ses
sanatçısı olarak girdi. TRT başta olmak üzere değişik TV
kanallarında programlar hazırlayıp sundu. Ankara Ü. DTCF
Fakültesinde halk müziği dersleri verdi.
5-Rahmi Uğur:1907 yılında Burdur’da
doğdu.Devletin değişik kademelerinde çalıştı. Müzik, folklor ve
tarih alanlarındaki araştırmalarıyla dikkat çekti. Burdur tarihini
yazdı. Burdur folkloru içinde yer alan halk kültürü ve oyun
havalarını, gelenek ve göreneklerini yansıtan önemlilerini , notaya
almak suretiyle derleyerek bir eserde topladı.
6-Kemal Caner: 31.12.1951 tarihinde
Yeşilova’da doğdu.1976 yılında Elektrik Mühendisi oldu.TRT’nin
açtığı TSM sınavını kazanarak Ankaralı oldu. Sonraki yıllarda
TRT’nin İstanbul Radyosunda çalışmaya başlayan Kemal Caner, pek çok
bestesiyle TRT repertuarının zenginleşmesini sağlayanlar arasında
yer aldı.
7-Şahin Akay: 01.05.1960 tarihinde
Gölhisar’ın Hisarardı köyünde doğdu.Lise eğitimini Gölhisar’da
tamamladı. 1981 yılında TRT’nin açtığı ses ve saz sanatçısı sınavına
sipsi dalında katıldı ve başarılı oldu.1987 yılında kaval dalında
gösterdiği başarısıyla TRT İzmir Radyosu sanatçıları arasında yer
aldı.
8-Ferhat Erdem: 1963 yılında Gölhisar Çatak köyünde doğdu.
Liseyi Gölhisar’da bitirdi. Konya Kültür ve Turizm Müdürlüğünde
Folklor Araştırmacısı olarak çalıştı.TRT Ankara Radyosunda açılan
yetişmiş ses sanatçısı sınavlarındaki başarısından sonra, “Sipsi ve
kaval sanatçısı” olarak çalışmaya başladı.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- MUHARREM DEMİRBAŞ YILIN DEĞİL “YILLARIN
BABASI”
- Yılda bir kez, Haziran ayının
haftalarından birinde, “Babalar Günü” kutlanıp geçiyor,
geçiştiriliyor.
- Öyle babalar var ki, bir yıl değil,
“yılların babaları” olarak ilan edilmeliler, kabul edilmeliler.
- Ankara’da bu örneklerimizin içinde
yer alan, başında yer alan, şair-yazar ve araştırmacı Muharrem
Demirbaş örnek olarak gösterilebilir.2009 yılı itibariyle 67 yaşının
içinde olan Demirbaş, Bağ-Kur emeklisi.Biri özürlü beş çocuk sahibi.
Dört yıldır bakmakta olduğu annesi kanser hastası. Eşini 8 ay önce
kaybetmiş.
- Geride bakmakla yükümlü olduğu 98 yaşında bir annesi ve yirmili
yaşlarda özürlü bir kızı var.
- Üstelik Muharrem Demirbaş beş yıldır
prostat kanseriyle mücadele ediyor. Bu konuda, “Ölüm Allah’ın emri.
Benim tek derdim; öldükten sonra annemin ve kızımın zor durumda
kalmaları.” diyor.
- Muharrem Demirbaş, yıllardır
yaşadığı zor ve çetin hayatını, Allah’ın bir sınavı olarak görüyor,
böyle kabul ediyor.Asla yakınmıyor, dert yanmıyor. Aksine arkadaşı
olan merhum Haluk Nurbaki ‘nin dediği gibi; Allah’ın kendisine
cenneti kazanması için verdiği bir fırsat olarak değerlendiriyor.
- Şiir kitapları bulunan Muharrem
Demirbaş, değişik dergi ve gazetelerdeki yazı ve şiirleriyle dikkat
çeken isim ve imzalarımız arasında yer alıyor. 2009 yılında,
memleketi Çankırı’nın dernekler konfederasyonu tarafından “yılın
örnek babası” seçilmesi dolayısıyla, gururlu ve burukluk içinde
görünen Muharrem Demirbaş, ödülünü alırken hem üzüntülü, hem
sevinçliydi.
- Muharrem hocayla sohbete başladınız
mı, hayatın anlamını daha net ve açık görür hissedersiniz. O annesi
için, “Osmanlı çınarı” deyimini kullanıyor. Sağlık sorunları,
nedeniyle abdest almada zorlanan annesinin abdest suyunu döken
Muharrem Demirbaş, annesinin ayaklarını yıkarken, “Oğlan çocuğunun
kadına hizmet etmesi doğru değil evladım ama ne yapayım.” demesi
üzerine Muharrem hoca annesi üzülmesin diye;
- -”Anne ben sana abdest aldırmakla
sevap kazanıyorum. Aslında sana değil, ben kendime hizmet etmiş
oluyorum. Senin hayır duanı alayım yeter. Ama benim için en büyük
mükafat senin hayır duandır. Sen, benim Allah’ın rızasını kazanmamı
istemez misin?” diye cevap veriyor.
- Muharrem Demirbaş’ın 5 çocuğundan
biri olan küçük kızı menenjit hastalığı geçirmiş ve özürlü hale
gelmiş. İhtiyaçlarını kendisi karşılayamıyor. Tuvalet ve diğer
ihtuyaçlarını da babasının yardımıyla gideriyor. Aşırı gürültülü
ortamlardan rahatsızlık duyuyor ve mahallenin çocuklarını
kıskanıyor. Zeka yaşı 5 yaşındaki bir çocuğunkiyle aynı.
-
Muharrem Demirbaş’ı sadece kutlamak yetmez. O’nu anlamak, O’nun
yanında yer almak gerekli. Bu yüzden, Muharrem Demirbaş’ın bir yıl
için değil, yıllar için “yılların babası” olduğunu ilan ediyorum
efendim. Tebrikler Muharrem hoca, tebrikler. Seni seviyoruz, sevgi
ve saygılarımızı sunuyoruz. Sen örnek ve sürekli alkışlanacak bir
babasın.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- RAMAZAN AYI
- Müslümanların en önemli aylarından bir tanesi
olan Ramazan Ayında Müslümanlar ibadetlerini daha bir hazla
yaparlar.
- Allah C.C. Kur’an-ı Kerimde
Bakara Suresi: 183. Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip
geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.
Umulur ki korunursunuz. Diyerek bize Oruç7u hatırlatmakta ve
Bakara Suresi: 185. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici,
doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak
Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak
edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa
(tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah
sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı
tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı
tazim etmeniz, şükretmeniz içindir. Diyerek bize emreder.
- Peygamber Efendimiz Hazreti
Muhammed S.A.V. :“İnanarak ve karşılığını yalnız Allah'tan
umarak ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları
bağışlanır" buyurmuşlardır.
- Ramazan ve Oruç için birçok Ayı Müslümanlar için ibadetlerin
kabulündeki bereket için bu ayda yoğunlaşır. Kur’an-ı Kerim
okunur, ibadetler bütün olgunluğu ile devam eder ve iyilikler
ile yardımlar had sayfasına ulaşır.
- Müslümanlar; iradelerini kullanmaya çalışarak
her türlü kötü işlerden sakınmaya çalışarak Ramazan Orucunun
sadece aç kalma ile tutulmadığını bilirler elleri ile, ayakları
ile, dili ile, kulakları ile, gözü ile de oruç tutarlar.
- Mazeretleri ve hasta olanlar; oruçlarının
kefaretini bir veya birkaç fakire saka-ı fıtır kadar ya da daha
fazla bir miktar parayı verirler. Yolcular seferi oldukları için
isterlerse oruçlarını tutmazlar ve ilerideki bir zaman diliminde
tutarak borçlarını kaza ederler. Yolculuk artık eskisi kadar
meşakkatli bir olay olmadığı için oruç tutmaya mani değildir,
istenirse tutanların daha büyük sevaplar kazanacağı aşikârdır.
- Ramazan Ayında, dünyanın sayısız
nimetleri içinde Allah’ın lütfüne mazhar olan insanın belli bir
süre zarfında bunlardan kendini uzak tutarak, bir bakıma nimetin
kadrini daha yakından bildiği, nimete ulaşamayan insanların
halini anladığı ve paylaşmayı öğrendiği oruç ayıdır.
- Ramazan Ayının; baştan sona bir
feyiz, rahmet ve bereket zamanı olarak bildiğimiz bu günlerinde
Müslümanlar iradelerini kullanarak “oruç” tutarlar, yemek,
içmek, cinsi münasebetten, yalan söylemekten, kötü sözlerden
uygunsuz sayılan beylere bakmaktan sakınırlar.
- Ramazan Ayında sahurda oruç
tutmak için uykularını bölerler ve yemeklerini yerler. Camilerde
ve evlerde beş vakit namaz haricinde teravih namazı kılınır. Bu
ayın içerisinde bulunan “Kadir” gecesini ararlar. Bol bol Kur’an
okunur, Kuran’ı Kerim’i hatmederler yani baştan sonuna kadar her
gün bir cüz okurlar. Mallarının zekâtlarını pek çok Müslüman bu
ayda vererek bu ayın bereketinden faydalanmayı umarlar. Sadaka
verirler, imkânı olanlar evlerinde fakir fukaraya iftar vermeye
çalışırlar. Akşam ezanı ile de oruçlarını açarak Allah’a
hatmeder.
- Hepimize sağlıklı, sıhhatli bir
Ramazan Ayı geçirmemizi diler, nicelerine ermemizi Allah C.C.
den niyaz ederim.
- Ramazanınız kutlu ve bereketli
olsun.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- RAMAZAN
-
- Geldi kokusu uzaklardan o günlerin
- Mis gibi serin ve denizler gibi derin
- Sakinlik ve huzur içinde bu gecelerin
- Ramazan bekliyoruz ömrümüz olursa seni
-
- Sessizlikler içerisinde huşu ile gecelerin
- İbadetlerin yapıldığı dopdolu camilerin
- Veren el ile alan el bilinmez kimin
- Ramazan bekliyoruz ömrümüz olursa seni
-
- Bir başka duyuluyor niye ezan seslerin
- İnsanlar ve canlılar biliyorlar geleceğini senin
- İçinde bulunan bin aydan hayırlı Kadir gecenin
- Ramazan bekliyoruz ömrümüz olursa seni
-
- Geldiğinde bilmeliyiz kıymeti ve ecrin
- İbadetler inanın O’na ama sevabı senin
- Bir verip bin almanın gününü iyi bilin
- Ramazan bekliyoruz ömrümüz olursa seni
-
- Ne der bilmem ki sizlere yazan melek kimin
- Sevabı pek bol olur bu Ramazan günlerinin
- Kıymetlilerin kıymetini bu günde iyi bilin
- Ramazan bekliyoruz ömrümüz olursa seni
- 15 Ağustos 2009 11.50 ÇORUM
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
YÜK MÜ SEMERİ TAŞIYOR BEN Mİ?
Birimiz taşıyoruz fakat kim?
Semer sırtımda benim yüküm.
Semerin üstünde bütün ömrüm,
Bakıyorum semere imrenerek;
Sırtımda sanki semer yok gibi
Taşıyorum biliyorum ömrümce
Hissettirmedin kimseye; gönlümce
Acaba ben mi semeri taşırım;
Yoksa semer mi bana yük;
Hamallık etmek çok kolay
Önemlisi sırta uyanını bulmak güç!
Bazılarımız bilmeden taşır ömrünce
Bazılarımız da hep taşırız;
Sırtında birilerini bilmeden!
O birileri sanırsın sana büyük yük
Bilemezsin ömrünce taşıdığın kimseyi
Sızlamaz sırtın inan, acı doymazsın hiç
Sen senin semerin kıymetini görünce!
12 Ağustos 23,30 ÇORUM
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- BEN BİLMEDİĞİMİ YAZAMAM!
-
- Bakın bana; beni bilmeyeni ben niye bileyim?
- Beni anmayanın yanına niçin gideyim?
- Ben beni bilirim benden ötesi; olmayan kişi
- Rabbimden ulûmuyum gelmeyene gideyim.
- Rabbim der ki bana bir adım gelene bir iki adım gelirim,
- O böyle söyleyince ben kimim ki O’nda ileri gideyim.
- Tanımaz beni selam vermez kişiyi tanıtan sensin
- Ben o kadar onursuz muyum ki onun işlerini yazayım,
- Sahibi olduğumuz sitenin yöneteni siz iseniz bilemem
- Bana benim yazarlarımın çalışmasını yazın yayayım
- Tanımadığımı siz bilirseniz ben ne edeyim?
- Ona bizzat yazın o okusun, okuyucum neylesin
- Birisini yazar isen yazarım olsun dileğim.
- Lütfen bilmediğim kişiyi bana yazın demeyin!
- 13 Ağustos 2009 18,00 ÇORUM
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
|
BEN BİR ŞEY ALMADIM
Son günlerde gelen bazı tepkiler beni üzmüş
bulunmaktadır. En son gelen tepki ise bardağı taşıran bir dojaz da
ve düşündürücü mahiyette idi.
Yazanı ve bilgiyi sizinle paylaşmak isterdim fakat
bu etik bir hareket olmadığı gibi o kişinin de samimiyetinden dolayı
tarafıma güvenerek yazdıklarını deşifre etmiş olacağımı düşünerek
yazının tamamını değil, bazı başlıklarını sizinle paylaşmak
istiyorum.
1-Seni bu dergilerden çıkarın nedir?
2-Ne yapmayı amaçlamaktasın?
3-Bu kişiler sana neden güvenerek yazı veriyorlar?
4-Bu kişileri gelir ortağı yapmışsın onları karşı taraftan
nemalanıyorlar mı?
5-Bu nemaların karşılığında mı bu resmi kurum, Resmi erkân ve
şahısların tanıtımını derginde yayınlamaktasın?
6-Bu siteye bu maddi katkılarından dolayı senin hiç yazar
arkadaşlarına teşekkür ettiğini göremedim?
“İşte bir kaya; nerene dayarsan
daya” Diye bir argo deyimi kullanma zorunda kaldığım için bütün bu
yazıyı okuyanlardan özür dilerim.
Kendimi savunma olarak görebileceğinizi cevaplamak
istiyorum:
1-Dergiyi çıkartmamın amacı yazar arkadaşlara yazılarından
dolayı katkıda bulunarak onları tanıtmak için kurmuştum.
Yazılarından dolayı telif veremediğim için ticari tanıtım ve
yazılarına da bir miktar katkı payı almaları için
Bilgi vermiştim.
2-Amacımı pek çok kereler açıklamalarım olması ve bu
açıklamalarımda faaliyetlerimi ve faaliyetleri sizlere ulaştırmak
çabasından ileri gitmediği ve amacımın 1994 yılında bu güne aynı
olduğunu söyleyebilirim.
3-Karşılıklı güven bizim söz ve yazı ile bilgilendirmemiz ile
meydana gelmiş güzel bir olgudur.
4-Bu güne kadar hiçbir arkadaşım böyle bir çalışma yapmamıştır.
Bizde böyle bir çalışmanın yapıldığını zannetmiyorum. burada
zaten katkı payı olarak sunulan katkılardan alacakları meblağ da
bilinmektedir.
5- Hiçbir resmi kuruluştan, Resmi erkândan ve şahıslardan maddi
katkı almadım. Yazarlarımın yazılarını sansüre almadım. Yayınladım.
6-Bu siteye bu siteye hiçbir yazarımız (Eşim Hariç) maddi
katkıda bulunmamıştır. Onlar yazı yazdılar. Yazıların da maddi
olmayıp manevi katkı olarak gözükmesi normal değil midir? Onlar da
makalelerinde, şiirlerinde herhangi bir dergi yazısında yani da şu ana kadar 11 ay boyunca
(Benim beklentim yoktur) yazılarında dergiye teşekkür etmemişlerdir.
Arşivleri inceleyebilirsiniz!
Yazarlarımızın ve okuyucularımızı aydınlatma amacı
ile bu yazıyı yazmış bulunmaktayım.
Bilginize sunulur.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
YAZARLARIMIZIN DİKKATİNE FİRMA VE ŞAHIS
TANITIMLARI HAKKINDA
Bu güne kadar isimleri geçen kuruluş
ve şahıslardan hiçbir maddi imkân görmedim.
Görmedim diye de bu kişileri isimlerini ve firmalarını tanıtmaya
sitemde mecbur değilim.
Sizin gönderdiğiniz yazıların pek çoğu kişileri tanıtma amaçlı
olup daha çok TANITIM amaçlı yazılardır.
Bu yüzden Yayınevimiz bu kişilerden
maddi menfaat sağlamış görünümüne düşmektedir ki bu külliyetten
olmayan bir işlemdir.
Şayet bu kişiler tanıtımlarını
yaptıracaklarsa dergi sitemizin Yazarlarımızın ortaklık statüsünde olduğu Ve bu ortaklık çerçevesinde Firma tanıtımları röportaj diğer tanıtımlar için de 400 Lira
ücretler talep ediniz.
SİZ KATKI PAYINIZI KENDİ ÖLÇÜTLERİNİZE GÖRE TAHSİL
EDEBİLİRSİNİZ. YAYINEVİMİZİN PAYINDAN YÜKSEK FİYATLA ALIM
YAPABİLİRSİNİZ. BİZİM VERDİĞİMİZ FİYATTAN YUKARIDAKİ KESİNTİYİ YAPIP
BİZE ÖDEME YAPABİLİRSİNİZ!
Yazarlarımızın da dikkat etmesi gereken bir husus olup; Bu
tanıtımları yapmak isterlerse
bu bölümünde bulunan şartları incelemelerini salık veririm.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- VERİLMEZ
-
- Görmek istiyorum göremiyorum!
- Duymak istiyorum duyamıyorum!
- Bilmem ki bu nasıl bir yer?
- Kişiler, kaynaklar, bilgiler, gençler,
- Her kes başka başka zevkler için koşuyor,
- Kendini tanımak istiyor; tanıyamıyor,
- Kendini bulmak istiyor bulamıyor,
- Bilmek güzel değer; herkese verilmez
- Kendinde kalsın kendin verilmez!
- 28 Temmuz 2009 18.05
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- KIRMIZI VE YEŞİL NEFS
-
- Yaratan senle yaratı beni,
- Hem kırmızı, hem yeşil nefs!
- Size binlerce surat verdi
- İstekleriniz bitmesin diye,
- Gönlümde sizi benimle eyledi.
- Yem kırmızı hem yeşilsin gönlümde!
- Kırmızı nefs öyle tatlı gözükürsün ki!
- Çok hoş kıvrak cilvelerinle,
- Saçarsın kahkahalar şence,
- Dünyaları vaat edersin bonkörce,
- Bilmezsem seni hoş göreceğim gelir.
- Görmezsem sana kanacağım gelir.
- Dediklerine uyacağım gelir.
- Haramların hepsi sana hoş gelse de.
- Beni kandıramazsın kırmızı nefisim!
- Bin bir surat gibi gözüksen de;
- Beni doyulmaz etmeye çalışırsın,
- Beni kula kul etmeye girişirsin,
- Yılan gibi kıvrılarak, akarsın
- Sen sesten hızlı da koşarsın
- Yinede bana yetişmezsin,
- Fikrime sen hiç bulaşamazsın
- Belki bana hiç ulaşamazsın nefsim!
- Tedbirimi tam bilebilirsem eğer
- Sen her bana zaman yenilirsin.
- Ey yeşil nefs!
- Bir tas çorba ile doyabileceğimi
- Bir giysi ile örtünebileceğimi
- Bende iyi sen bilirsin.
- Sen ki yeşilsin gördüm,
- Benim içimdesin bildim.
- Sizi benle yaratana şükürler olsun!
- 27 Haziran 2009 15,00
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
|
- BAKIŞLARIN OK MU?
-
- Baktıkça sularına Çomar Göledinin
- Dalgaları adeta yarar gamzelerin
- Suyun sesi karışır senin namelerine
- Bakıyor musun, acaba gördüklerine?
-
- Uzaklara bakan kısılmış gözler
- Hangi şiirdeki mısraları özler
- Kalem olsa yazar mı acaba?
- Gözlere batmak isteyen kirpikler
-
- Sesiz olunmasını isterken sesin
- Gözünden dökülen incilerin
- Değerini dünyaya değişmem
- Yere düşen bu incilerini
- 27 Haziran 2009 18,40
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- MEVSİMLER
-
- Bir mevsimdir dünya denilen yerde
- Yaşanan ayların bir bir dizininde
- Bir mevsimde iken bizler bekleriz
- Değişecek diye hep başka hayalle
-
- Aralık, Ocak, Şubat bir bir de
- Kış mevsimi demişler soğuk yerde
- Kıymetlidir geceleri, günleri bilmeyiz
- Sıcakları özleriz hep bu mevsimde
-
- Mart, Nisan, Mayıs sıra ile gelirde
- Baharın umudu hep nedense içimizde
- Yağan yağmur ve selleri sevmeyiz
- Bitkiye, insana su gereklidir de
-
- Haziran, Temmuz Ağustos gelince de
- Sıcaklardan bunalırız hepimiz de
- Serinlemek için su kenarı isteriz
- Sıcakları da sevmeyiz biz nedense
-
- Eylül, Ekim, Kasım uzaktan bize de
- Son baharım hüznü çöker içimizde
- Yine diğer ayların gelmesini isteriz
- Ne isteriz bilmem mevsimlerden de.
- 26/07/029 19.35 Çorum
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- “BÜYÜK FIRSAT” MESELESİ
- Hani Cumhuriyet’in yeddi emini,
memurların baş amiri ve halkın emanetçisi Abdullah Gül, Mart ayında
İran'a giderken "Kürt sorununda iyi şeyler olacak” demiş, devamla da
“Kürt meselesi Türkiye'nin birinci sorunudur. Halledilmesi lazımdır”
açıklamasını yapmıştı.
- Çek Cumhuriyetinde yapılan Prag
zirvesi dönüşünde de, "İster terör, ister Güney Doğu yahut Kürt
meselesi deyin. Bu, Türkiye'nin birinci sorunudur. İyi gelişmeler
olması lazım ve olabilir. Herkes işin farkında. Önce böyle bir
çalışma anlayışının olması lazımdı. Devletin içinde herkes
birbiriyle çok daha açık seçik konuşuyor. Herkes derken, asker,
sivil, istihbarat, hepsi için söylüyorum. Bu ortamda iyi şeyler
olur. O yüzden de iyi şeyler olacak diyorum. Bir fırsat var, bu
fırsatın kaçmaması lazım” dedi.
- HÜKÜMETİ SARSAN “ŞOK”
- Gül’ün ‘beklenmedik’ söz ve
açıklamaları hükümette şok etkisi yaparken, başta Rum-Yunan, Ermeni
ve Yahudi diasporaları ile Misyonerler camiasında bayram havası
yarattı.
- Tam bir vukuf, ehliyet-liyakat,
basiret ve beka ile “Cumhuriyetin Kanunlarını” adalet, fazilet ve
eşitlikle uygulamak, yetimin malını gözetip kul hakkını korumakla
memur-mükellef “bakan’ların başı, halk hizmetkârı ‘başbakan’ RTE,
açıklamayı önce “genel af” gibi algıladı.
- Ancak meselenin (şimdilik) öyle
olmadığı anlaşılıp “Kürt açılımı” tepki alınca hemen “güneydoğu
meselesi” diye ağız değiştirildi. Sonra “demokrasi ve barış
atılımı”, “huzur ve kardeşlik projesi” ve “Toplumsal barış girişimi”
ne dönüştü. Sonunda örtülü bir AB söylemi ve dünya modası olan
“Demokratik açılım” da karar kılındı!
- NEDİR; DEMOKRATİK AÇILIM?
- ‘Ne men-em bir büyük fırsat’ konulu
makalemize göz atarsanız; ‘Yurttaşlıkta Birlik” başlığı altında
işlenen bir hukuk ve insanlık mucizesini görürsünüz. Zira 1926 -27
yıllarından beri TC yurttaşları eşitlenmiş, millet arasında hiçbir
ayrılık, azınlık ve ayrıcalık kalmamıştır. Şimdi sorulur: “Ne sorunu
kardeşim? Sorun varsa, ya her kesin sorunudur, ya da yoktur.”
- Öyle ya; 40 yıldır alıştıra-alıştıra
gündeme taşınan; Ülkede konuşulan 36 ana dil ve 48 etnik kök’ün
varlığı, Anadolu’ya 1071’de gelindiği yalanı., 1071’den önce
Anadolu’da Türk olmadığı, sonra geleneyse haçlıların (haşâ) aşılama
yaptığı; Egedeyse (kalleş-kancık) Yunan palikaryasının tohum ektiği,
akabinde de Wilson prensiplerinden dem vurarak ‘bütün halklara
Flebisit (kendi kaderini tayin) hakkı tanıyan karar, metin ve
tasarılar hükümetlere dayatıldı.
- Diğer taraftan, sözde “Kürt’lerin
Ermeni önderi” kundaktaki bebek dâhil 7’den 70’e 35 bini aşkın Kürt
kardeşin kalleş katili, eşkıya Artin Agopyan: “Federe devlet kabul
etmem, ayrı bir devlet de istemem” sözleri “yol haritaları” ve
devlette zaaftan istifade ‘sayın’ taltifleri ile “binlerce şehit,
aileleri ve necip Türk Milleti rencide edilerek” gündeme sokuldu.
- OYSA!
- Malum ve mezkür ihanet furyası elli
yıldır sürerken; “FIRSAT” Nabuko’nun “hortum döşeme” açılımından
“PKK’nın tasfiyesi” olarak çıktı. ABD’nin BOP işinin bitmesi üzerine
AB’nin “ucuz gaz hortumu” gündeme geldi. Hat borularının yegâne
tehdit, sabotaj ve şantaj unsuru PKK için “işimiz bitti, mazarratı
halledin” vizesi “büyük fırsattır” Diğer taraftan; Yıllardır Kürt
kamuflâjıyla rant sağlayan Ermeni-Rum-Yahudi diasporası, vaktiyle
Ağar’a ihale ettikleri olağanüstü kârlı “düz ova” siyasetini hayata
geçirme peşine düştüler. Sonuçta: “Demokratik açılım” içi boş ve
muğlâk bir kavram; Ortada kimlik sorunu falan yok. Zaten Doğu ve
Güneydoğu Ana-vatan bölgesi ve öz Türkmen yöresi. Öyleyse!
- SÖZ KONUSU OLAN VATAN'DIR; GERİSİ
TEFERRUAT!
- Ülkemiz elli yıldır siyasi vesayet,
dâhili-harici kuşatma ve abluka altındadır. Şimdilik bunu kırmanın
tek ve son hukuki ve demokratik yolu sandık olup; Son çare: ‘ya
AKP’ye karşı tek parti olarak birleşmek’ veya seçimde hiçbir
parti’ye oy vermemek şartıyla 27 Mayıs cunta, dikta, sulta ve
statüko partilerini sandığa gömerek Cumhuriyet’i kurtarmaktır.
-
- WEB: http://www.mustafanevruzsinaci.blogspot.com
- mail: gercek.demokrat@hotmail.com
- NOT: Bu makale 5846 sayılı telif yasası kapsamı dışında olup;
Aynen veya kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- NE ME'NEM “BİR BÜYÜK FIRSAT”
- Mesele aslında, “Şark Meselesi” ve
“Batının müstakbel hayat alanı” konusudur.
- Yakın geçmişi, ta İngiliz
Muhipleri, Kürt Teali Cemiyeti, Ermeni-Yunan Rum çeteleri, Batı
(Avrupa) ve ABD Mason mahfilleri ile misyoner terör örgütlerine
kadar dayanır.
- Süreçte; Mustafa Suphi olayı, 21
Temmuz 1923’de Lord CURZON’un hazırlayıp İsmet İnönü’nün ‘çok
gizli kaydıyla’ imzaladığı (1) Lozan belgesi, 150’likler,
kadrocular, 10 Kasım 1938 -9.05 karşıdevrimi, aydınlıkçılar, 27
Mayıs gasp’ı, Ermeni, Elen-Rum diasporası, doğu kültür ocakları,
dev-genç, asala, pkk, tip, tkp, mnp, msp, 1974 affı, 12 Mart, 12
Eylül ve 28 Şubat sendromları (Sendrom: Birbirleriyle ilişkisiz
gibi göründükleri halde, bir arada tek bir hastalık olarak
birleşen şikâyet ve bulgular bütünü) yer alır.
- Süreçteki ilk teşebbüs “İsmet
paşa” damgasını taşır.
- Olay şu; Bir gün İnönü geç vakit
Atatürk’e giderek: “Paşam şu azınlık meselesini bir Meclise
getirsek.” diyince Atatürk: “Bu gün git, akşam oldu, yarın gel
konuşalım” der, İnönü gittikten hemen sonra köşk’ün bekçi ve
bahçıvanlarını çağırarak: “Lâle hariç, şu ön bahçede bulunan bütün
çiçekleri sökün atın” diye emir verir.
- Ertesi gün İsmet İnönü geldiğinde
bahçenin halini görür, çok şaşırır. Sebebini sorar ve Atatürk’ten
şu cevabı alır: “İsmet! Türkiye Cumhuriyeti Türk Milleti
tarafından kurulmuştur. Cumhuriyette azınlık yok. Ne mutlu Türk’üm
diyen herkes Türk’tür ve eşit haklara sahiptir. Azınlık ve ayrılık
iddia edenler böylece sökülüp atıla. Sakın Meclise böyle bir
tefrika sokma!”
- YURTTAŞLIKTA BİRLİK
- Gaflet, dalâlet ve hıyanet ehli
bilmiyor ya da unutmuş da olabilirler.
- TC azınlıkları Lozan’da
kendilerine tanınan ayrıcalıklarından vazgeçip eşit yurttaşlar
olmayı 1925’de istemiş; 1926’da yurttaş olmak için azınlık
haklarından feragat dilekçeleri vermiş ve Milletler Cemiyetinin
onayı ile TC’de azınlık kavramı ilgi edilerek bütün gayri/
Müslimler, Müslümanlarla eşit hak ve hukuka sahip yurttaş
statüsüne yükseltilmişlerdir. (2)
- Bu olayın dünyada başkaca bir eşi, benzeri, örnek veya emsali
yoktur.
- “MUSA DAĞI’NDA 40 GÜN” ADLI ROMAN
- 1933’te bir Musevi’nin yazdığı
kitapta Türkler Ermeni soykırımı yapmakla suçlanınca, tüm Musevi,
Ermeni ve Rum yurttaşlarımız ayağa kalkarak, romancıya lanetler
okumuşlardır. Ermeni yurttaşlarımız ise "bu roman yalan söylüyor,
Türk kardeşlerimiz bize asla soykırım yapmadı. Bu roman bizim
aramızı bozmak istiyor," diye haykırmışlar. Dahası, Ermeni ve
Rum-Yunan kökenli Türk yurttaşlarımız kilisede toplanıp bütün
dünya basınını da çağırarak, onların gözleri önünde bu romanı ve
yazarının portresini ateşe vermişlerdir; yani Türkiye’nin asla bir
azınlık sorunu olmamıştır, olası teşebbüslerin bütünü mutlak
surette dış kaynaklı olur; Milli tarihte buna “bedhah”ların
kalkışması denilir.
- YILLAR SONRA!
- Mesele şu ki, Türkiye’nin 60-70’li
yıllara kadar her hangi bir azınlık, Kürt, Ermeni, terör-tedhiş ve
soykırım meselesi olmadı. Zaten fiilen ve hukuken de bu mümkün
değildi. Her şey, bir çökertme ve kırılma darbesi olan 27 Mayıs
vuruşu ile başladı. Burada fazla ayrıntıya girmek gereksiz zira
zerre kadar “gerçek tarih” bilgisine sahip herkes konuyu çok iyi
bilir.
- SÖZ KONUSU OLAN VATAN'DIR; GERİSİ
TEFERRUAT !
- Ülkemiz elli yıldır siyasi
vesayet, dâhili-harici kuşatma ve abluka altındadır.
- Şimdilik bunu kırmanın tek ve son
hukuki ve demokratik yolu sandık olup; Son çare: ‘ya AKP’ye karşı
tek parti olarak birleşmek’ veya seçimde hiçbir parti’ye oy
vermemek şartıyla 27 Mayıs cunta, dikta, sulta ve statüko
partilerini sandığa gömerek Cumhuriyet’i kurtarmaktır.
- 1, DİKEN, Hükümet Sistemleri, H.
H. Memiş, s:341
- 2, Bütün bilgiler, dilekçeler ve
Cemiyet-i Akvam kararları Adalet Bakanlığı arşivindedir.
-
- WEB: http://www.mustafanevruzsinaci.blogspot.com
- mail: gercek.demokrat@hotmail.com
- NOT: Bu makale 5846 sayılı telif yasası kapsamı dışında olup;
Aynen veya kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
DÖNÜŞTÜRMENİN ÖZNESİ “AÇILIM”
Adalet ahlâkının kurumlaştığı hukuk devletleri,
Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, Türk inkılâbı ve Atatürk
ilkeleri’nde “mutlak dürüstlük, namuskârlık ve şeffaflık”
hükümettir.
Hatta 1950-60 dönemlerinde bundan
daha da fazlası olur. Öyle ki; ülkede gündem belirleyen unsurlar,
sıradan vatandaşlar, parti üyeleri ve delegelerdir. Devlet tıpkı
Atatürk’ün yaptığı gibi halkla birlikte idare olunur.
Düzenli aidat ödeyen, ilkeli, onurlu ve sorumlu
parti üyeleri baskıya maruz kalmadan “özgür iradeleriyle” delege
seçerler; ülke, halk ve parti sorunlarını alenen dile getirir,
gidişatı sorgular, (iktidar iseler) başbakan, bakan ve memurları
eleştirir, tavan-taban arasında köprü görevi görürlerdi. Lâkin
delege olmak zor işti. Siyasette kıdem, ehliyet, bilgi, birikim,
cesaret, yüksek ahlâk, lekesiz sicil, beka ve basiret (ileri görüş)
gerektirirdi.
“O” zamanlar, parti sahipleri, din tüccarları,
Misyon tacirleri, siyaset şirketleri, ülkeyi (babalar gibi)
pazarlayan (organize suç örgütü) kirli, karanlık sultalar, dikta ve
cuntalar yoktu.
SONRA “DEMOKRASİYE” TUZAK
1946 ‘açık oy, gizli sayım’ utancı, rezalet ve halk düşmanlığı
ile demokrasi ve hukuk cinayetinden sanık halk partisi zihniyeti
1950, 54 ve 58’de uğradığı hukuk darbeleri ve sandık vurgunları
sonucu milletçe sandığa gömüldü. On yıl süren kin ve kurgu uykusu
için inlerine çekilerek 27 Mayıs 1960’a kadar köstebeklik ettiler.
Nihayet, insan hakları, demokrasi, adalet ve hukuka karşı beslenen
derin nefret, kin; İktidar hırsı, ihtiras ve tahammülsüzlük,
tefrika, haset ve kıskançlık o menfur kalkışmayı ‘ihanet, isyan ve
başkaldırıyı’ tetikledi.
DIŞGÜDÜMLÜ ATILIM VE AÇILIM
Bu zalim başkaldırı, dış güdümlü,
kirli-karanlık, hain tuzak; Türk adalet ve hukukunun ebedi utancı,
ihanete meşruiyet fetvası verilen ve ”buraya tıkan irade böyle
istiyor” denilen yassı ada engizisyon mahkemeleri .. Kin, kan,
intikam, dayatma senaryolar, idam ve katliam.
11 Kasım 1938, saat 9’u 5 geçe
‘karşıdevrim’ kansız gerçekleşti..
27 Mayıs kin, kıyım, kırılma ve bir
çökertmedir. Atatürk anayasası ilga, “Milli devlet” ilkesine son!..
İsmet, gizli Lozan taahhütleri gereği 1944’de başladığı milli devlet
ve yükselen değerleri yok etme projesin kaldığı yerden (1950) alıp,
tekrar uygulamaya koydu.
Süreçte partiler yozlaştırıldı. Demokrasi, adalet ve
hukuk karşıtı kurumlar oluşturuldu. İlkeler ve yükselen değerler
çürütüldü. Koza-kriptolara politik-ACI ve asker olma yolu açıldı. 12
Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve sairi ile cunta-sulta ve dikta’lar
birlikte pekiştiler. Tıpkı, ‘Türk demek: Türkçe düşünmek, Türkçe
konuşmak ve Türkçe yaşamaktır, ne mutlu Türküm diyene’ vecizesinin
öznesi ilga edilerek sadece; (domuzdan dönme ve devşirme güruhunun
tahammül edemediği) “Ne mutlu Türk’üm diyene” bölümü kalabilmiş,
orijinali “Egemenlik kayıtsız ve şartsız Türk Milletinindir”
sözünden de “Türk” kelimesi kaldırılarak hükümsüz kılınmıştır..
NEREDEN, NEREYE
27 Mayıs’tan buyana bütünüyle yapay, sahte ve sanal
olarak tek merkezden sağ-sol, alevi-Sünni, milliyetçi-sosyalist
(enternasyonal) dinli-dinsiz gibi ‘parçala, böl, yönet’ yol ve
yöntemleri amansız bir düşmanlıkla kurgulandı ve uygulandı. Sonuçta
bu art niyet ve kasıt’a dayalı bozulum, psikolojik-sosyokültürel ve
biyolojik savaş, dezenformasyon, husumet ve Türk-Türkiye düşmanlığı
(anarşi, terör, tedhiş, trafik, deprem, afet, kriz, bunalım, buhran)
gibi nedenlerle elli yılda 500 bine yakın insanımız telef edildi.
Yerli sulta, cunta ve dış müttefikleri’nce (Bak:
Ergenekon idd.) oluşturulan cinayet şebekeleri ve terör-tedhiş
örgütleri ile mücadele, devlette yaklaşık “1 trilyon” dolara
patladı. Medya-mafya-siyaset üçgeninde “Rüşvet-yolsuzluk,
dolandırıcılık, kaçakçılık, gasp çeteleri” devlet ve halktan
yaklaşık “2 trilyon dolar” hortumladı. Böylece, ihanet açılımlarının
devlete maliyeti yaklaşık 3 trilyon doları buldu. (Bak: Hayali
İhracat, Susurluk vb. dosyaları)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
VESAYETİ İLGA VE DİP DALGA
Bu güne kadar hiçbir düzen partisi
ve sulta hükümeti “27 Mayıs’ın” üstüne gitmedi.
Her gelen öncekini akladı. Lâğımlar beyaz sayfalarla
örtüldü. Hortumcular ihya edildi.
Cinayetler ‘faili meçhul’, gasp-batak ve hotumlar
“kamu zararı” hanesine yazıldı.
Ta ki, Ergenekon’a kadar meclis ve
yüce divan müthiş bir aklayıcı-paklayıcı oldu.
YASSIADA –ERGENEKON !...
27 Mayıs cuntası “Yassı-ada duruşmalarını devlet
radyosundan canlı olarak ve naklen yayınlandığı halde; mevcut
‘demokratik’ RTE sultası “NEDEN” Ergenekon duruşmalarını canlı,
naklen ve kesintisiz olarak yayınlamıyor?
O zamanlar hukuk yoktu. Şimdi hukukun tastamam,
üstüne üstlük tarafsız ve bağımsız olduğu yazılıp söyleniyor. Peki,
bu adalet ve hukuk nerede, naklen yayın niye yok ve Anayasa
hükümlerine rağmen; Her veçhesi suçtan müteşekkil bu “AÇILIM” da
neyin nesi? SENARYO GEREĞİ !...
Kurgulanmış senaryo gereği milletin
hali, kimyası ve iradesi; esnek, muğlâk ve kurnaz tuzaklarla
donatılmış yasalarla itile-kakıla, ötelene-dışlana buralara geldi.
Şimdi artık hiçbir şey halka sorulmuyor. Millet seçmiyor,
seçilmiyor. Düzen’lenmiş yasalara uygun olarak sulta ve cuntanın
önüne koyduğu listeleri oyluyor, oylamazsa cezalandırılmakla
korkutuluyor.
Zaten, sosyolojik olarak millet
büyük bir travma geçirmekte.
Her hususta insanları ürküten ağır
bir korku, baskı ve tedirginlik hâkim vaziyette. .
Kurumlar birbirinden, alt makam üst
makamdan, memur amirden, amir memurdan, vekil parti sahibinden,
koca karı-karı kocasından, çocuk babasından, hâsılı herkes bir
korku, panik ve stres içinde. İntiharlar korkutuyor, günde 15 kişi
trafik kazalarına kurban gidiyor, suç türü ve oranları süratle
artıyor. Zaten gergin olan toplum, bir de yeni açılımlarla
geriliyor.
VAHŞİ BATI SENDROMU
12 + 50 = 60 yılı mücavir erozyon,
yozlaşma, sindirme, çürütme ve Türk Milleti ile ulu önder Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün şiddetle karşı çıktığı, illet ve nefret ettiği,
menfur düşman, ezel-ebet hain, tefessüh etmiş “batı”ya, bataklığa
yönelme sürecinin Lozan’dan beri “Türk ve İslâm düşmanlarınca”
planlanan beklenir sonucu bu.
Şimdi, menfur AB ve ABD (Ermeni
yalanlarından ötürü) Atatürk’ü katil ilân etmeye hazırlanıyor.
Zaten, Ümraniye soruşturmasında kanıtlanan; Anarşi, terör-tedhiş,
hırsızlık-yolsuzluk, yalan-talan, uyuşturucu ve insan ticareti,
vergi dâhil her türlü kaçakçılık, alçaklık, ayırma-kayırma, sağ-sol,
alevi-Sünni gibi bilumum kötülük-bölücülük hep bu güruhun toplum
mühendisleri, Mason ve Siyonist mahfillerce hazırlanıp bilinçle
uygulanan senaryolarıdır.
Üstelik diz boyu yalan, iftira ve tefrikaya bulanmış
kara, kirli alçak bir süreçle!... .
ATATÜRK VE BATI
AB köpekleri her söze ‘Büyük Atatürk’ün hedef
gösterdiği muasır medeniyete ulaşma, aşma ve batılılaşma yolunda..”
diye başlarlar. Bu külli yalan, uydurma ve iftiradır. Çünkü M. Kemal
ATATÜRK, “insanlık düşmanı, kalleş, hırsız ve emperyalist” Batı’dan
nefret eder. İşte O’nun s özde ‘Atatürkçü-Kemalist’ AB'cilere tekzip
ve tokat gibi cevabı;
“Efendiler! Avrupa’nın bütün
ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Osmanlı tam
tersine gerilemiş, düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. İşte o
dönemde; vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak,
bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri
Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi
istiklâl vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin
planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!
M. K. Atatürk (TBMM, 6 Mart 1922)
NETİCEDE: Ülkemiz 27 Mayıs’tan bu
yana vesayet, siyasi-fiili kuşatma ve abluka altındadır. Şimdilik
bunu kırmanın tek ve son hukuki ve demokratik yolu sandıktır!...
Son çare: “ya AKP’ye karşı 'TEK
PARTİ' olarak birleşmek” veya seçimde hiçbir parti’ ye oy vermemek
şartıyla” bütün partileri sandığa gömerek Cumhuriyet’i kurtarmaktır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
35 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- 2300 YILLIK ORDU, 50 YILLIK GELENEK
- Gül’ün Köşk’e çıkmasının ardından
Genelkurmay, türbandan nasıl uzak durulacağına ilişkin yeni protokol
kuralları belirlemiş. (Taraf, 31 07.2009, M.Baransu)
- “Ordu’nun başörtüsü’nden kaçış
plânı” başlıklı haberin ayrıntıları kısaca şöyle:
- “Tüm birliklere gönderilen prokotol
kuralında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrunnisa Gül ima
edilerek, türbanlıların askerî hastane ve tesislere alınmaması
isteniyor ve türbanlı eşlerin ve DTP’lilerin davet edileceği
belirtilerek, 29 Ekim, 23 Nisan ve 19 Mayıs resepsiyonlarına
gidilmemesi de emrediliyor…
- Ayrıca, herhangi bir askerî hastane
veya Rehabilitasyon merkezine gaziler ile diğer hasta yakınlarının
ziyaret talebinde bulunmaları halinde: ‘Çağdaş kıyafetli
olmayanların girişine izin verilmemesi, türbanlılara yasağın
hatırlatılması, kabulün çok zorunlu olduğu durumlarda en alt
seviyedeki protokol görevlisi ile refakat edilmesi’
- 29 Ekim Cumhuriyet Resepsiyonlarına
İl’lerde Garnizon Komutanı dışında hiçbir seviyede katılınmaması,
garnizon komutanının eşsiz olarak kısa bir süre için katılıp
ayrılması öngörülüyor ve bu hareket tarzının uygun gerekçelerle
halka izah edilmesi isteniyor.
- Ankara’da sadece Genelkurmay
Başkanı, kuvvet komutanları ve orgenerallerin eşli olarak çok kısa
bir süre için katılmaları ve tebriği müteakip ayrılmaları.” veya:
“Cumhuriyet’e sahip çıkıldığının göstergesi olarak, davetli bütün
askerî personelin eşli olarak geniş katılımın sağlanması ve bu
personelin kısa süre sonra topluca ayrılması.” Yukarıdakilerin
hepsinde muhtemel el sıkma sıkıntısına karşı “Hiçbir seviyede
katılımın olmamasıdır” (K. teklifi)
- “Eşsiz davetler” başlıklı bölümde,
akşam resepsiyonu veya gündüz Kokteyli’nde, DTP’lileri de göz önüne
alarak, Sadece Garnizon Komutanı seviyesinde katılım, Komutan’ın
tebriklerini sunup kısa sürede ayrılması. Önerilen: Eşsiz, sınırlı
ve kısa süre katılıp ayrılma.”
- TBMM’deki resepsiyona gidilmemesi.
- TSK sorumluluğundaki törenler: “Eşi
türbanlılara eşsiz davetiye gönderilecek;.Buna rağmen eşli
gelenlerin eşleri kesinlikle içeri alınmayacaktır. Sadece yemin
törenlerinde başı kapalı ailelerin, başörtülerini çene altından
bağlamaları şartıyla katılmalarına izin verilecek; Diğer törenlerde
başörtüsüne/türbana hiçbir şekilde izin verilmeyecektir..”
- KÖŞK’TE KRİZ
- Hatırlanacağı üzere Gül’ün
seçilmesinden sonraki ilk 29 Ekim resepsiyonuna askerin katılmaması
nedeniyle kriz yaşanmış, Gül de iki ayrı Cumhuriyet resepsiyonu
düzenleyerek bir çıkış yolu bulmuştu. İlkine TBMM Başkanı, Başbakan,
Genelkurmay Başkanı, yüksek yargı mensupları, siyasi parti
liderleri, milletvekilleri, üst düzey bürokratlar “eşsiz” olarak
davet edilmiş, 30 Ekim’de verilen ikinci resepsiyona ise, işadamı,
sanatçı, gazeteci, STK örgüt temsilcileri davet edilmiş ve
davetiyeler “eşli” olarak gönderilmişti.
- 2300 YILLIK ORDU, 50 YILLIK GELENEK
- Konunun yayın tarzı ve sunuşu tam
bir provokasyon! Haber başlığında “başörtüsü” kelimesi yer alırken,
içerikte “türban” kullanılmakta. Metin içi anlatımlarda çifte
standart ve tahrik cabası gözleniyor. Lâkin haberde bahse konu
protokol içler acısı. Kadim Türk Ordusu ve Cumhuriyet’i kuran
Peygamber Ocağı yönünden utanç verici.. .
- Ne demek, Türk Anneleri, başları
kapalı olursa ‘hastane ve rehabilitasyon merkezleri dahil’ askeri
tesislere alınmayacak!.. Haydi, türban denilen melânet dönme ve
devşirmelerce icat olundu. Ama sonuçta oda bir tesettür.. Üstelik
saf-cahil, gafil Ana-bacılar din ve misyon ticareti uğruna
kandırılarak türbana sokuldular. Asker bunu bilmiyor mu ki, oyuna
geliyor?
- Dahası “bin türlü” tedbir öngörülen
resmi resepsiyonlar da neyin nesi?
- Tefessüh etmiş, emperyalizmin
kalesi, sahte İncil ve İsa ticaretinin kirli tapınağı Batı
geleneğinin İslâm ikliminde işi ne? Kahir ekseriyeti aç, açık, fakir
ve yoksul Türk halkının vergisiyle nasıl şarap ikram olunur? Bu, tam
bir irtica, aymazlık, rezillik gericilik ve yobazlık değil midir?
Sanki 2300 yıllık ordu ilga da, 49 yıllık kirli gelenek pek
muteber!... Çok ayıp!..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
36 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- HÂL VE GİDİŞ; İLİM VE AMEL!..
- Önce şunu belirtmek ve altını özenle
çizmek gerekir ki:
- İnsan bizatihi devlettir. Devlet
insan için vardır.
- Devlet’in; dönemsel (çağdaş) medeni
ve modern ihtiyaçlar doğrultusunda var edilen kurumlarının oluş
nedeni: Namuslu, dürüst, akılcı, makul, mantıklı bir düzlemde (ilke,
onur ve sorumlulukla) hizmet üretmektir.
- Üretim: Bilimin ve bilincin sabit
normları (ilmi disiplinler) çerçevesinde zorunlu kamu ihtiyacı, yani
iç, varsa dış talebi karşılayacak biçimde ‘sürdürülebilir’ iktisadi,
ilmi, sosyal, kültürel, sağlık, eğitim ve temel ihtiyaçlar düzeyinde
imalat, inşaat ve tedarik faaliyetleri…
- Hizmet: Her vatandaşın doğuştan
kazandığı hak ve hukuki iktisap gereği İnsanca hayat sürme, adalet
ve kanun kavramlarına mümasil/uygun barınma, beslenme, öğrenme,
İnanma ve İnandığı gibi yaşama konusunda “eşit hak ve eşit şansa”
sahip kılınmasıdır.
- Halk, devlet cihazını bu hak’ların
teminatı olmak üzere kurmuştur.
- En azından bizim “müspet ve gerçek
bilim” olarak nitelememiz gereken, İslâm’ın ilk peygamberi Hazreti
âdem Atamız ile din’in tek evrensel Peygamberi Hazreti Muhammet
Mustafa (sav) arasını kapsayan ve günümüze kadar uzayan süreç için
bu ‘realite’ böyledir.
- İslâm’ın evrensel (son)
peygamberinden 1000 yıl sonra ancak, Kur’an da apaçık beyan edilen
ilmi hakikatleri çözmeye-anlamaya ve kavramaya; akabinde de âlimleri
ateşe atmaya ve İslâm’ı tahrife koyulan ikiyüzlü, (atamız Osmanlı
tarafından medeniyet öğretilen) hayvan altı, primitif vahşi batının
bilim diye ortaya attığı saçmalıklara göre değil!... Sonuçta:
- “İlim, ilmek ilmektir. İlim kendin
bilmektir.
- Sen kendini bilmezsen, bu nice
okumaktır?” (Yunus Emre)
- Yani, “kendini bilmek, farkında
olmak ve mukayese etmek (karşılaştırmalı bilim) ‘ilmi hâl’dir. Bu,
çağın deyimi ile bilimsel yaşam biçiminin adı; namuslu-dürüst,
ilkeli-onurlu, saygın ve sorumlu ‘bilinçli’ olma halidir. Bu hal’in
dışında yer alan geri ve ilkel yaşam tarzı ileri, çağdaş, medeni ve
modern toplumlarca asla kabul, tasvip ve tasdik edilemez.
- Örneğin: Devlet cihazının bütün
memur ve seçilmişleri “insani boyut ve özgür bilim” açısından millet
memuru ve halkın hizmetçisidirler. Diğer telâkkiler aynı zamanda
insanlık, İslâm ve ilim dışıdır. Dolayısıyla devlette rüşvet,
iltimas, hırsızlık, yolsuzluk, görevi ihmal, suiistimal ve kötüye
kullanma, ayırma, kayırma, yanlı davranış, haksız edinim,
gasp-irtikap, terör-tedhiş ve sair “mutasyona uğramış hayvan altı
yaratık” davranışları ile bilimdışı tasarruf şekilleri (özellikle %
99’u Müslüman olan TC’de) ceza, tedip ve terbiyeyi zorunlu kılar.
- Bunun için: Her şeye rağmen
toplumsal sorumluluk; Bilinçli takip; Canlı Milli hafıza; Diri kamu
vicdanı ve paralel (tamamlayıcı-bütünleyici) sağlıklı-güçlü,
bağımsız, objektif ve tarafsız adalet cihazı zarurettir. Yoksa
Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ her vatandaş için meşru bir haktır. Memur
nisyan ile malul, atanmış ihanete mütemayil ise affedilemez. Dahası,
memur, atanmış ve seçilmişlerin “millete karşı suç işlemeye ve suç
işleyenleri” affetme hakkı yoktur.
- 1974 ve müteakip afların tamamı
hukuk ve ahlâk dışıdır. Failleri suçludur.
- Şu anda da “devlet adına” ve “devlet
içinde” çok yoğun biçimde suç işlenmektedir.
- MESELA !...
- Ülkemizde bir Adalet Bakanı var! Ama
adalet, eşitlik ve hukuk yok..
- İçişleri Bakanı var! Lâkin sınırlar
delik-deşik, dağlar anarşist ve terörist dolu.
- Milli Eğitim Bakanı var! Milli
eğitim-öğretim ve milli-manevi müfredat yok.
- Sağlık Bakanı var! Sağlık, siyaset
ve ticaret malzemesi, hasta perişan…
- Çevre Bakanı var! Hala dere, göl ve
denizlere lâğım akıyor, ekosistem çökük..
- Maliye Bakanı var! Gelirde, giderde,
vergide, algıda gasp var adalet yok.
- Başbakan ve Cumhurbaşkanı da var!
Peki Ergenekon, çete-mafya, susurluk ne? Devlet neden adil olmaz,
ilimle amel etmez? Meşruiyetin temeli bu ya!. Adalet ahlâkı, hukuk
ve hak tamam değilken, Lozan’a aykırı “Kürt Açılımı” (aslında) hangi
domuzdan dayatma acaba ?...
-
- WEB : http://www.mustafanevruzsinaci.blogspot.com,
- e.MAİL: gercek.demokrat@hotmail.com
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
37 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- “AÇILIM!..” İHANETTE SON TANGO
- Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma
Platformu 22 Haziran 2009 tarihinde “Dikkat!” anonsu ile 122
sorumlu kamu kurumu, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları (!)
ile medya ‘vatanseverlerine” seslendi. Vatan-Millet sevdalıları,
etkili-yetkili ve onurlu-sorumlu özel ve tüzel kişilerden;
17.Aralık.2004 tarihinde Brüksel’de imzalandığı söylenen (Ancak şu
ana kadar henüz tekzip edilmemiş olan) AB katılım anlaşması ve
anlaşmanı 4. maddesi hakkında bilgi “ayrıntılı açıklama” ister.
Mezkür 4. madde aynen şunları ifade etmektedir.
- “Kürt azınlıklara haklarının
tanınması çerçevesinde, güney doğu Anadolu’da federe bir Kürt
devletinin kurulmasının yolu açılacaktır”
- Diğer taraftan 09.Temmuz.2009 günü
Medya organlarımızda TBMM’de alenen terör ve tedhiş örgütü PKK
temsilciliği yapan DTP, bahse konu 4. maddeye atfen “Türkiye’yi
yedi eyalete bölme” yolundaki talepleri açıklamıştır. Bu ne
cesaret, ne cüret!
- Ama maalesef bu menfur fiil, ne
bir cesaret ve ne de cür’et işi falan değildir.
Sadece, aslı milletten gizlenen, bilinen hükümleri de “inkâr ve
tekzip edilmeyen” AB Katılım Anlaşması gereğidir. İddiayı çok açık
ve etkin bir tavırla gündeme taşıyan platform, ‘Bölünme Yok
Edilmenin İlk Aşamasıdır’ gerçeğinin altını çizerek, anlaşmanın
diğer hüküm ve maddelerinin de ağır ağır işletilip yürütülmeye
başladığını Türk kamuoyuna açıklamıştır.
- İŞTE O BELGE?
- Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma
Platformun tarafından 22.06.2009 tarihinde Türk ‘vatanseverlerine”
gönderilen açıklama istemli yazıda; “03.Ekim.2005 tarihinde AB ile
Müzakerelerin başlatılabilmesi için, 17.Aralık.2004 Tarihinde,
Brüksel’ de, Sn. Başbakan tarafından imzalandığı belirtilen
belgenin aşağıdaki hususları içerdiği” açıklanmıştır.
- VE “MADDE” LER:
- -Müzakerelerin ucu açık olacak,
sonuçta Üyelik Garanti edilmeyecektir.
- -Türkler, Üye olunduktan sonra
bile AB’de serbestçe dolaşamayacaklar, ancak AB’ye üye Devletlerin
vatandaşları serbestçe Türkiye’de dolaşabileceklerdir.
- -Kıbrıs Rum Cumhuriyeti
tanınacaktır.
- -Kürt Azınlıklara haklarının
tanınması çerçevesinde, Güneydoğu Anadolu’da federe bir Kürt
Devleti’nin kurulmasının yolu açılacaktır.
- -İstanbul Fener Patriğine
“Ekümenik” unvanı verilerek, İstanbul’da Ortodoks Din Devleti
kurulmasına izin verilecektir.
- -Dicle-Fırat üzerindeki barajlar
başta olmak üzere, Türkiye’nin tüm su kaynakları ve su dağıtım
şebekelerinin yönetim vedenetimi Uluslar arası bir kuruluşa teslim
edilecektir.
- -Başta Devlet Bankaları olmak üzere,
tüm kamu malları hızla özelleştirilecektir.
Ermenistan-Türkiye sınırı açılacak, Ermenistan’la Diplomatik
ilişkiler kurulacak ve 1915 Soykırımı kabul edilecektir.
- -İran ve Rusya’nın Türkiye için
birer potansiyel düşman oldukları göz önünde bulundurularak dış
politika belirlenecektir.
- 83 bin sayfalık AB Müktesebatı tam
olarak kabul edilip uygulamaya konulacaktır.(1)
- SONUÇ VE İSTEK:
- 105 Sivil Toplum Kuruluşlarının
oluşturduğu AUUDP soruyor:
- “Bu güne değin, açık, net ve tam
biçimiyle medya organlarında göremediğimiz, yetkililerimizden
duyamadığımız bu hususların; Gerçek olup olmadığının tespit
edilmesini, gerçek değil ise kamuoyuna açıklama yapılmasını; Gerçek
ise bu nitelikte bir belgenin kim tarafından ve hangi mülahazalarla
imzalandığının ve günümüze kadar bu konuda, Türk Kamuoyuna bilgi
aktarılmamasının nedenlerinin bildirilmesi hususlarını arz ediyoruz”
Bildiri, AUUDP Genel Kurulu Adına Genel Başkan Prof. Dr. Didar ESER;
Genel Sekreter Selda Talay TOSUN ve AB Kom. Bşk. Şükrü Sezar AYGEN
tarafından imzalanmış olup aradan geçen bunca süreye rağmen halâ
çağrıya “açık veya net” bir cevap alınamamıştır.
TC halkı, kamuoyu ve necip Türk Milleti’ne önemle duyurulur.
- (1) Yılmaz DİKBAŞ, AVRUPA
BİRLİĞİ-Tabuta Çakılan Son Çivi. (2004 Regular Report on Turkey’s
Progress Towards Accession.–Recommendation of The European
Commission on Turkey’s Towards Accession.–Issues Arising From
Turkey’s Membership Perspective–Europian Parliamet Report–Brussel’s
Europian Council 16-17 December 2004 Presdency Conclusions)
- Gönderen Mustafa Nevruz SINACI
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
38 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
-
ASKERİ YARGI, ADALET VE GERÇEK
- 1961 anayasası ile
şekillenen askerî yargı; Osmanlı, Atatürk ve Fevzi Çakmak dönemi
disiplin kurulları ve “divan-ı harp” yerine kaim; adalet ve hukuk
yönünden tartışılabilir karar ve icraatlarla fail, sözde ‘adli
yargı’ sisteminin öteki (alternatif-rakip) kanadıdır.
- Bu tıpkı, 12 Eylül
cuntasınca; Yüksek Hâkimler ve Yüksek Savcılar Kurulu yerine 1981’de
kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile YÖK gibi spekülâtif,
tartışmalı ve antidemokratik, insan hakları, adalet, hukuk karşıtı,
belirli bir zümreyi himaye ve zihniyeti (senaryoyu) korumaya yönelik
(eş-güdüm amaçlı) dayatma kurumlardandır.
- Örneğin Anayasa
Mahkemesi, TBMM’nin çıkardığı kanunlar ile icranın KHK’lerini
“millet adına” denetleme; Demokrasi, hukuk ve adalet normuna
uygunluğunu takip ve daimi kontrol yetkisini haiz değildir. Yani,
‘kendiliğinden’ müdahale ve inisiyatif kullanma hakkı yoktur. Aleni
bir kanunsuzluk durumunda bile; “İtiraz edilmedikçe” müdahale
olunamaz!.
- Bir iktidar ki,
Cumhurbaşkanı ile anlaşık olur, muhalefetin gönlünü yapar veya bir
şekilde ‘olası itirazların yolunu keserse’ mesele biter. Bu taktirde
Meclisin ana duvarında yazılı “Hâkimiyet, kayıtsız ve şartsız (TÜRK)
Milleti(nin)dir” vecizesi anlamını yitirir..
- Doğrusu 27 Mayıs “TBMM
şahsında varit kuvvetler birliği” esasını ilga ederek yerine kaim
kıldığı “kuvvetler ayrılığı” ilkesi ile fiilen var olan “kuvvetler
dengesini” alt-üst etmiştir. De Facto “İcrada mutlak kuvvetler
birliği” usulünü ihdasla; bu sayede bütün darbe, cunta ve dikta
despotizmleri pekişerek hüküm süregelmişlerdir. KİT’lerin “müdebbir
bir tüccar gibi” kendilerine özgü ve hükümet/siyaset vesayet dışı
faaliyet etmelerine imkân veren kanunlar da bu bağlamda
değiştirilmiş ve böylece KİT’ler arpalıklara dönüştürülmüştür.
-
Bu
bağlamda süreç analitik olarak incelenip “ikili yargı sistemi”
değerlendirildiğinde; Askerî yargı ile adlî yargı arasında büyük
benzeşme görülür. Bunlar orijinal olmayıp, statüko
mahkemeleridirler. Belirli maksatlara matuf, sözde bağımsız, ama
asla adil ve tarafsız değil!
-
Askerî
yargı, adlî yargı gibi iki derecelidir ve adeta birbirinin kopyası
gibidir..
- 1961’e kadar ‘gerektiğinde’ teşkil
edilen disiplin kurullarının yerini; 1961 anayasası ile öngörülen ve
1982’de korunan 16.6.1964 tarih ve 477 sayılı Kanun’la kurulan
Disiplin Mahkemeleri almıştır. Bu mahkemeler, adalet ve hukuka
aykırıdır. Bilhassa üyeleri hâkim olmayıp, bağımsız ve tarafsız
değildirler. Bu, Anayasaya aykırılığın en önemli kanıtıdır.
-
Zira
“yargı yetkisi Türk milleti adına, bağımsız ve tarafsız hâkim ve
mahkemelerce kullanılır”. Mahkemeler Anayasanın 138. maddesinde
öngörülen “bağımsızlık” ilkesi ve 139. maddede öngörülen “hâkimlik
ve savcılık teminatı” esaslarına uygun olmak zorundadır.
-
Anayasa’nın (korunan) 145. maddesi hükmü uyarı, 25 Ekim 1963 tarih
ve 353 sayılı Kanunla düzenlenen Askeri Mahkemeler 29 Haziran 2006
tarih ve 5530 sayılı Kanunla pek çok değişikliğe uğramıştır. Buna
rağmen kuruluş ve işleyiş biçimleri bakımından Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ile Askerî hâkimlerin alım, atama ve 26 Ekim 1963 tarih
ve 357 sayılı Kanunun 12’nci maddesi gereği de sicil işleri
bakımından Anayasanın 9. ve 138’inci. maddelerinde öngörülen
“bağımsızlık” ilkesine aykırıdırlar.
- Anayasanın 145’inci maddesine göre:
Asker kişilerin ‘askerî’, ‘askerler aleyhine” veya ‘askerî
mahallerde askeri hizmet ve görevleri ile ilgili” işledikleri
suçlara; Yani her üç hâlde de (145/2 hariç) failin asker olması
şartıyla ‘askeri suçlara’ Askeri Mahkemeler bakar.
-
Askerî
yargı’nın üst kontrol-temyiz mahkemesi Yargıtay (156) olup; Kuruluş
ve çalışma usulleri 8.07.1972 tarih ve 1600 sayılı Kanunla
düzenlenmiştir. Askerî yargı’nın işleyişi adlî yargının ceza
yargısının işleyişi benzer.
- Sonuçta: Savaş zamanları hariç, ordu
için disiplin kurulları yeterlidir.
- Çözüm:1960 öncesi Atatürk dönemine
dönmektir; Adli yargı da, “3 eşkıyaya lâyık oldukları cezayı veren
Mustafa Muğlalı Paşayı politika ve siyasi oyunlara kurban eden” ve
27 Mayıs’a “meşruiyet” vizesi veren insanlık ve ahlak dışı davranış
eğilimlerini terk etmelidir.
-
Zira:
Adalet Fazilet olmakla, hukuk cihazının temelidir. Biline
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
39 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
- KENTLER BÜYÜDÜKÇE SORUNLAR ÇOĞALIYOR
-
- Toprak ana doğal nemi bulduğu süre
içinde canlılar için neler üretir neler. Üretilenleri
isimlendirmeye kalksak belki ömrümüz yeterli olmaz.
- Bir zamanlar Orta Asya da bir iç
deniz var iken insanlar bu su birikintisinden uzun süre
yararlanmış, toprağın nemi kaybolmaya başladığında ise dünyanın
çeşitli yerlerine göç başlamıştır.İnsanlar Orta Asya da ki
kazanımlarını karşılaştıkları nemli topraklarda konaklayarak
yaşamları için gerekli üretimleri gerçekleştirmişlerdir.
- Yerkürenin her yeri nemli
topraklarla kaplı olmadığı içindir ki insanlar bulundukları
yerleşim birimlerinde uzun süre kalamamışlar, zorunlu olarak nemli
toprakları aramaya koyulmuşlardır. Buna tarihi bir süreç
diyebiliriz.
- Küçücük toplumlar giderek artış
göstermiş böylece artan nüfusla birlikte bazı sorunlarda birlikte
gelmiştir.
- Ülkemizin tarihine bir göz
attığımızda, üretimin bol olduğu yerlerde nüfus yoğunluğunun
giderek arttığına tanık oluruz. Buralarda ki sorunlar çok değişik
türde gelişirken çözümlerde aranmaya başlanmıştır. Böyle olmasının
tek nedeni kentlerin büyümesi, kırsal kesimin sorunlarını da
ikinci plana bırakılması zorunluluğunu getirmektedir.
- Ülkemizde akarsuların toplanarak,
göletler ve barajlar yapılmaya başlanması cumhuriyet döneminde
başlamıştır. İlimiz sınırları içinde uzun süre kalan Hititlerin
toprak anayı nemlendirmek için barajlar yaptıklarına kazılar
sonucu tanık olmaktayız.
- İnsanoğlu zamanın koşullarına göre
çözüm üretmeyi de bilmiş, yıllar boyu yaşamını artan nüfusuna
karşılık yeni çözümleri de beraberinde getirmiştir. Dün
karasabanla nemli toprağı değerlendirerek gerekli oranda üretimi
gerçekleştirmiş, karşılaştığı zor koşullara karşı kendi varlığını
koruyabilmiştir.
- Nüfus yoğunluğunun artış
gösterdiği yerleşim birimlerinde insanoğluna öncelikle içme ve
kullanma suyu gereklidir. Sağlıklı bir işgücünü su sorunu bulunan
yörede sağlamanız mümkün değildir. İnsanoğlu yaşamanın ilk koşulu
olarak suyu kullanmayı öne çıkarmıştır. Bu olgu tarihte de öyle
olmuş, şimdide öyle olmaktadır. Dün mahalle çeşmeleri var iken
bugün onlar birer tarih olmuş, insanoğlu suya yakın olmak için onu
konutuna kadar getirmiştir.
- Nereden nereye geldik. Kırsal alandan kentlere göç zorunlu
olarak başlamasından sonra kentlerin nüfus yoğunluğu artmış,
kırsal alanda ise köylerde günün gelişen ve değişen koşullarını
karşılamak imkansız hale gelmiştir. Devlet öncelikle nüfus
yoğunluğunu dikkate alarak hizmetleri karşılamaya çalışmaktadır.
- Yaklaşık olarak yirmi yıldan fazla
basında çalışarak Çorumun sorunlarını kamuoyu adına ilgililere
yansıtmaya çalıştığım süre içinde kırsal alan olsun kent sorunları
olsun su sorunu önde gelen sorun olmuştur.
- Bin dokuz yüz yetmişli yıllarda.
Çorum’da su sorunu artış göstermiş olmasına karşın kent halkı
olanla yaşamını sürdürmeyi bilmiş, ilgili kurum ve kuruluşlar
sorunu çözümlemek için olduğunca çaba harcamışlar, bazı kısa
vadeli ve masrafı az olan su olanaklarını Çoruma getirmeye
çalışmışlar, ancak yöredeki yöneticilerin kendi yörelerindeki su
olanaklarının Çoruma uzantısını engellemişlerdir.
- Rakımı Çorum’dan l50 metre
yüksekte olan bir ilçemizden cazibe ile su getirmek istenilmiş,
ilçe yönetimi bu girişimi önlemiştir.
- Bana göre ülke genelinde su
sorununu çözümlemek için önce bir su yasasına ihtiyaç vardır.
Yasama organı yurt ölçeğinde ki suların kullanımını bu yasa ile
belirlemeli, enerji yurt ölçeğinde nasıl uygulanıyorsa sularda o
şekilde bir uygulamaya tabi tutulmalıdır.
- Son yağmurlar gelmeseydi Çorum
nerdeyse bir çölleşmeye doğru yol almaya başlamıştı. Bundan böyle
kentlerin, beldelerin ve köylerin su sorununu çok ucuz olarak
sağlamanın yolu il sınırları içindeki akarsuların yüksek rakımlara
enerji ile depo edilerek cazibe yolu ile yerleşim birimlerine eşit
düzeyde ulaştırmak olmalıdır. Aksi halde enerji bedelleri ülkenin
ekonomi sorununu daha da artıracaktır diyor saygılar sunuyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
40 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
UNUTULMAYAN
İFTAR SOFRALARI
İnsan yaşamında unutulmayan ne
kadar da çok anılar vardır. İnsan hayatı bir bakıma anıların bir
birini kovalaması değil midir? Acılar, tatlılar, gurbetlerde geçen
zamanlar, okul çağındaki arkadaşlıklar, mahallede birlikte merhaba
dediğimiz yaşıtlarımızla çocukluk günlerimiz. Kısaca bir ömür
diyebiliriz.
Unutulanlar yanında birde
unutulmayanlar vardır yaşamımız da. Unutulmayanlar herhalde hangi
yaşta olursak olalım bizi iyiden iyiye etkilemiştir. İki mahalle
arkadaşı yıllar sonra birbirlerini gördüklerinde nasıl bir duygu
içinde bulurlar kendilerini. Bu bir anlık duygusal anılar arzu
edildiğinde tekrarlanır ve geçmişe bir merhaba denir sanki.
Unutulmayan anılar yaşamımızın sürecini gösterir bir bakıma. Her
insanın unutulmayan anıları vardır, ancak bazılarının ki değişik
olduğu içindir ki değerlidir. Unutulması mümkün değildir.
Yazımızın başlığını nerde ise
unutacaktık. Sizi sıkmamak için bazen değişik konuları da almayı ve
birlikte yorumlamayı arzu edişimdendir.
Çocukluk günlerimize doğru bir
gezinti yapalım isterseniz. Mahallede ki arkadaşlarımız bayramlarda
güzel elbiseler, ayakkabılar giyerler bunları komşulara ve
yaşıtlarına göstermeyi, kendi giysilerinin yaşıtlarındakinden bir
ayrı görmeleri ne kadar güzel bir duygudur. Bazen güzel duyguların
hiç umulmadık anlarda bizi yakalaması, ya da bizim onu yakalamamız
unutulması mümkün olmayan anılardır. Bunların bir ekonomik yorumunu
yapmak öyle kolay olacak cinsten değildir. Biz ekonomik yönünü
bırakalım da işin duygusal yanına bakarak konumuza dönelim diyorum.
Bir acı kahvenin hatırının
kırk yıl sürdüğü söylenir, ne derece doğrudur pek bilemiyorum. Bu
deyimin yorumunu siz okurlarıma bırakıyorum. Birazda siz bu tür
konulara girerek arkadaşlar arasında tatlı dakikalar geçirin.
Benim unutamadığım öyle anılar
var ki, bunların çoğu çocukluğumda ki dönemlerle ilgilidir.
Sizinle birlikte bin dokuz yüz
otuzlu yıllara doğru bir gezinti yapalım. Ben o tarihlerde bir
Avrupa ülkesinin küçücük vatandaşı idim. Çok sevdiğim amcam iki kez
yakalandıktan sonra anavatana kaçarak ulaşabilmişti. O devamlı
hayalimde idi. Acaba nasıl kaçtı, uzun bir yolculuğu yalnız
yürüyerek nasıl yaptı, kurttan, kuştan, düşmandan kendini nasıl
korudu? İşte böyle sorulara kendimce yanıt bulmaya çalıştığım bir
dönemde On bir ayın sultanı dediğimiz ramazan ayında babam hadi
oğlum bugün seninle birlikte camiye gideceğiz, orada belki
arkadaşların ve babaları ile birlikte bir iftar yemeği yiyeceğiz.
Annen iftarlıklarımızı hazırlıyor. Sende akşam için kendine bir çeki
düzen ver, temiz elbiselerini giy, annenin hazırladığı yemekleri ve
tatlıları birlikte camiye giderken götüreceğiz. İftar kandili
yandığında iftarı oradaki komşular ve senin arkadaşlarınla birlikte
bozacağız! Dedi. Babadan gelen böyle bir buyruk sonucu nasıl olurda
insan etkilenmez. O saatten sonra akşamı zor ettim diyebilirim.
Bulunduğuz yerleşim biriminde biz Türkler azınlıkta idik. Ramazan
ayında iftar yemeğini Türkler cami avlusundaki son cemaatte birlikte
yerdik. Çocuklar ayrı sofralarda değil, her çocuk babası yanında yer
alır; koca çınar ağacı tepesindeki fenerin ışıklarının gözükmesi ile
birlikte gelen yemeklerin sıra ile tepsiler içinde sofraya konulması
ayrı bir güzellikle duygusal anlar birbirini kovalıyordu.
Büyüklerden bazıları aile
bireylerini yanlarında göremedikleri için kendilerini mutsuz,
gurbetçisi bulunmayan ailelerin mutluluklarına katılmak onları da
mutlu ediyordu. Benim amcamda anavatanda olduğu için ben hep onu
gözümün önüne getirip, ne var yani o da bizimle olsaydı derdim.
İçimi çekerdim. Her halde iç çekmenin ne olduğunu sizler çok iyi
biliyorsunuz.
Konuyu biraz daha açmak
gerektiğine inanıyorum. Avrupa ülkesinde azınlıkta bulunduğumuz bir
yerleşim biriminde olduğumuzu anımsatmıştım. Türklerin birbirlerini
koruyup kollaması en önde gelen kurallardan biriydi. Yalnız
hissettikleri bir Türkü ele geçirdiklerinde akla gelmeyen
işkencelere tabi tutuyorlar, insanlar koca karı ilaçları ile aylar
sonra ancak işlerine bakabiliyorlardı. Ekonomik güç birliği
gerekliydi ve bu en güzel Ramazan aylarında iftar sofrasın da
gerçekleştiriliyordu. Herkes durumuna göre yemek hazırlar bir iki
tepsi içinde iftardan önce cami avlusunda yerini alırdı. Çocuklar
kandil fenerinin çınarın tepesine çıkmasını dört gözle bekliyordu.
En çok hoşumuza giden yapılan tatlı çeşitlerini yerken çenemize
doğru akan tatlı parçası sularıydı. Arada bir kolumuzla çenemizi
silmeyi de ihmal etmiyorduk. Eve döndüğümüzde annemiz götürdüğümüz
kapların gelip gelmediğini kontrol eder birde aferin çekerdi. Bu bir
ay Ramazanda aynı şekilde sürdürülürdü. Yabancılar bizim bu tür
hareketlerimizi kendileri yapamadıkları için mutsuz görünüyorlardı.
Anadolu’ya göç edişimiz bin
dokuz yüz otuz sekiz de Ağustos ayında oldu. Anadolu da geçirdiğimiz
ilk bayramda evimize yakın bir köy odası bulunuyordu bizde babamla o
odaya giderek bayram yemeğine katıldık. Annem bizi elimiz boş
göndermedi bayram yemeğine. Geldiğimde bana anlattırdı. Bende Avrupa
da olanlara benzediğini, insanların mutlu olduklarını bize
gösterilmesi gereken ilgiyi gösterdiklerini; bizi mutlu ettiklerini
anlattım.
Sevgili okurlarım, Anadolu’nun
en güzel köşelerinden birinde yaşıyorsunuz. Bende sizin gibi aynı
havayı teneffüs ettim bugüne dek. İnsanoğlu ufak tefek yanılgılı
anlar yaşayabilir, onu yanılgılardan en yakınları ve komşuları
kurtarabilirler. Anadolu insanının misafirperverliğini başka
ülkelerde bulamazsınız. Birlik ve beraberlik, ekonomik dayanışma,
sevgi ve saygıya yer verme insanları mutlu eder diye düşünüyorum.
Bir yabancı düşünürün “DİL”
konusunda söyledikleri yıllar sonra da olsa tazeliğini korumaktadır.
Onun için izninizle diyorum ki arı dilli değil bal dilli olunuz.
Size ömür boyu sağlıklı, başarılı bir yaşam diliyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
41 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
- TEKNOLOJİYE NEDEN AYAK UYDURAMIYORUZ?
- Günümüzün kuşağı her nedense gelişen
teknolojiye rağmen bürokrasiden vatandaşı kurtaramıyor yada
kurtarmak istemiyor.Bu sorumuza bürokrasinin her kademesinde görev
alanlar yanıt verebilirler.Belki ufak gibi gözükse de
banim.yaşımdakiler için büyük bir sorundur.
- Hemen her konutta sabit başta olmak
üzere çoğunlukla cep telefonu bulunmaktadır.Cep telefonlar için
düşünmüyorum amma sabit telefonlara değinmeden edemeyeceğim.
- Hemen her ay muntazam elimize ulaşan
sabit telefon faturaları şimdi bizi terk ettiler.Biz ,yani sabit
telefon aboneleri bundan böyle sabit telefon faturasından mahrum
bırakıldık.Hani eskilerin bir deyimi hemen buracıkta aklıma
geldi.Nedir diye belki merak edersiniz.”İPİN UCU KİMİN ELİNDE İSE”
deyimi çok geniş bir açılımı gerektirir.Ben açılım için okurlarımı
kendi düşünleri ile baş başa bırakmayı yeğliyorum.
- Abone olurken yani bir sabit
telefona kavuşurken 39 yıl önce PTT ile bir sözleşme yaparak
sözleşmenin altına bir imza attık.Tabi bu sözleşme şimdi kurumun
elinde olmalı,eğer yok ise kurum kendine göre yorumladığı bir
sözleşmeyi imzalaması için abonmanına imzalatması gerekmez mi.Hani
eskiler yazılı sözleşmeleri değerlendirirken “SÖZÜM SENET EFENDİ”
deyimini kullanırlardı.Belki o dönemde böyle bir deyim etkili yada
tepkili olabiliyordu amma günümüzde geçmişte ki uygulamalara bir
sünger çekildiğine tanık oluyoruz.Aklımda kaldığına göre sözleşmede
kiminle yada nere ile görüşme yaptığım,görüşmenin kaç dakika yada
saniye sürdüğünü belirten açıklamalar vardı.Bunların tümü yok
olmuş,sözleşmelerde sorumluluk yalnızca abonmana yüklenmiş,kurumun
sorumluluğu ortadan kaldırılmış.İşte onun için diyorum ki :İpi ve
teli elinde bulunduran kişi yada kuruluş istediği gibi abonmanından
yazılı bir belge almadan onun haklarını eylemi ile ortadan
kaldırabilir mi?Kurum bu yetkiyi nereden ve nasıl alabiliyor diye
bir soru yöneltmek gerekiyor.Hani biz bir hukuk devleti idik.Kişinin
hukuku nerede kaldı.Aklımıza geldiği gibi işlem yapmaya başlarsak
yolculuğu birlikte ne kadar sürdürebiliriz.?
- Koyu biraz dağıtmaya
başladık,ininizle tekrar başa dönmek istiyorum.Eski adı ile PTT’nin
dağıtım bölümünde çalışan bir görevli zarfı bana uzatırken,hocam
kapı numaranı değiştir,yoksa zarflar yada yazılar eline zamanında
gelmez mağdur olursun dedi.Görevlinin uyarısına uyarak ilgili kuruma
giderek ilgi memura kapı numaram değişti,onu düzeltmek için sizi
rahatsız ediyorum dedim.Görevli kişi bana senin söylemenle kapı
numarasını düzeltemeyiz.Düzeltmemiz için sizin BELEDİYE DEN kapı
numaralarının değiştirildiğini gösteren bir belgeyi bize ulaştırman
gerekiyor dedi. Bakın bana bu yaşta ne gibi görevler yükleniyor.38
yıl bana ikamet görevi yapan konutumun numarası bulunduğum sokakta
bir arsanın hala arsa olarak kalması ve buraya bir numara vermek
için bulunduğum sokaktaki tüm kapı numaraları değişti.Bu konutlarda
oturan yurttaşlar hemen her gün aynı sorunu yaşıyorlar.Bir gurup
görevli konutlara yeni numara verirken kendilerine çok sayıda
yurttaşın mağdur olacağını,halbuki halen arsa olan yere bir BİLA NO
verilmesiyle sorunun çözümleneceğini 38 yıllık haberleşmeye yeniden
başlamanın zor olacağını anlattım ancak verilen emri yerine
getirdiklerini söylediler.Bence yapacak bir eylem kalmamıştı. Saygı
değer okurlarım,
- Açılım yaptığımız iki konu kişisel
gibi görünse de aslında toplumsal bir konudur..
- Yetkililer, bürokrasiyi azalttıklarını iddia ederken görevliler
yapılan açıklamaları ya duymazdan geliyorlar, yada vatandaşa biraz
asfaltta yürü diyorlar. Ben kısaca böyle bir yorum yapabiliyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
42 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
- GÜNEYDEN İZLENİMLER
- Bakmak mı yoksa görmek mi ?
- İlk bakışta ikisinin de aynı şeyleri
bize hatırlattığını sanırız.Aslında beraberlik yok benzerlik vardır.
Bu cümlenin açılımını yapmayı okurlarıma bırakıyorum.
- Beni tanıyanlar kendilerine böyle
bir görev verişimi pek yadırgamazlar. Onlarla ara sıra buna benzer
tartışmalara girişimiz olmuştur.
- Nereden nereye geldik demek için
henüz erken sayılabilir. Ancak biraz mürekkep tüketmiş bir kuşağın
kırıntısı olarak sizleri birkaç dakika güzel ülkemizin güney
sahillerine götürmeyi arzuladım. Görebildiğim kadarı ile size güzel
dakikalar sunabilirsem ne mutlu bana. Sizinle Çorum’da 71 yıllık bir
beraberliğimiz var. Bu uzun sürede acılı ve tatlı günlerimiz oldu.
Onlara birlikte göğüs gerdik. İz bırakmayanları değil de bırakanları
yansıtmayı yeğlemişimdir. Sanırım konuyu biraz dağıtacak gibiyiz.
Bırakalım geçmişi de geleceğe bir bakalım mı diyeceğiz yoksa
yaşadığımız dönemle birlikte geleceğe de bir göz atmakta yarar
vardır diye düşünüyorum.
- Klavyenin tuşlarına vururken hep
Çorum’u öne çıkarmayı amaçlamışımdır. Sorunlarını kişisel sorunum
gibi görmüşümdür. Çorum’u yurt içinde ve yurt dışında tanıtabilmeyi
yeğlemişimdir. Benim duygularımı paylaşan ve karınca kaderince diyen
ve sorunları göğüsleyen tüm Çorum severleri kutluyorum.
- Yıllardan buyana aynı adı kullanarak
hizmetini sürdürmekte olan seyahat firmasını sanırım sizde
anımsadınız. Ben siz okurlarım için bu firmayı kutluyorum. Biz,
böyle Çorum’u tanıtmaya çaba gösteren bir kuruluştan daha fazla
tanıtım için yararlanabiliriz. Nasıl ve ne zaman yararlanılmalı onu
kent yöneticilerine bırakıyorum. Onlarında bir bildiği vardır
sanırım.
- Çok önceleri Çorum ile Çorlu
karıştırılırdı. PTT bile Çorum yerine bazı mektupları Çorlu ya
gönderirdi. Askerde ki Mehmet, para havalesinin yanlış gönderilmesi
sonucu zaman ,zaman mağdur olabiliyordu.Benim bir mektubum Kastamonu
Gölköy yerine Ordu’nun Gölköy’üne gitmiş günler sonra beni
bulabilmişti.
- Nereden nereye geldik. Artık Çorum ,
Çorum olarak anılıyor. İlimizin geçmişte tanıtımı için çaba gösteren
kişi ve kuruluşlara okurlarım adına teşekkür etmek istiyorum.
Yaşlandıkça, yolculuk çekilmez oluyor. Uçakla ulaşmak olanağı
olmayınca otobüsle yolculuk etmek bir zorunluluk oluyor. Bizde öyle
yaptık Akşam saatlerinde kaptanımız kornasını öttürdü. Ayrılık saati
geldi eller sallandı, güle güle git de gel dercesine Duygulanmadım
dersem inanmayın. Beni uğurlayanlara sezdirmemeğe çalıştım. Bir gece
yolda olacaktık. Çorum-Ankara arasında bir dinlenme tesisinde yarım
saat mola verildi. Otobüs de yolcu çok az. Şehirlerarası otobüslerde
yer bulmak için günler öncesinden girişim yapılıyordu. Ben bu tür
bir olayı çok yadırgadım doğrusu. Otobüs kilometrelerce gitmek
zorunda, gideceği yerde bekleyenleri var, dönüş yapacak. Turizm
mevsimi olmasına rağmen, insanlar yaşadıkları mekânı birkaç
günlüğüne bırakamıyorlar.
- Gece yarısı Başkent Ankara ya
ulaştık. Kaptanımız burada da yarım saatlik bir istirahat verdi.
Peronların bulunduğu sahada yok denecek sayıda yurttaş
geziniyordu.Nedeni konusunda gerekli değerlendirmeyi okurlarıma
bırakıyorum.
- Nihayet sabahın ilk dakikalarında
aracımız Toros Dağlarının yamaçlarında Ak Denize doğru hızla yol
alıyor. Her kilometre geçişte ılık bir hava akımının yüzümüze değin
uzandığını hissediyoruz. Kıvrımlarda dolaşırken bazen doğuyu, batıyı
şaşırıyor insan, Güneşin batıdan doğmuş gibi gözükmesi insanı
şaşırtıyor. Nihayet güneşi doğudan görme olanağı buluyoruz. Böyle
durumlara bir yön sapması da yaşanabiliyor denilebilir. Çam
ormanlarını geride bırakırken karşımızda Antalya’yı görüyoruz. İlk
bakışta kentin doğu ve batıdan sonra Kuzeye yani Toros Dağları
yamaçlarına doğru uzandığını fark ediyoruz.Birkaç yıl sonra
Antalya’nın bir bölümünü çam ormanları arasında görürsek
şaşırmayalım.
- Yaklaşık 12 saatlik bir yolculuk sonrası aracımız şehirlerarası
terminaline giriyor. Terminal de birkaç otobüsün Alanya ya hareket
için terminalde yolcu arayışında olduğunu görüyoruz. Firma
yetkililerinin yolcu sayısını artırma çabaları olumlu bir sonuç
vermiyor. Onlarda diğerleri gibi yeni umutlara doğru diyerek kontağı
çeviriyor. Hayırlı yolculuklar. Gidip de gelmemek, gelip de görmemek
var düşünü ile içtenlikle sallanan elle ve gözyaşları. Anılara yeni,
yeni görüntüler eklendi, bir başka görüntüye girebilmek umudu ile
gideceğimiz yerin terminaline ulaşıyoruz. Torunlarımı özlemişim
birkaç gün ayrılık olsa da. Sabahın erken saatinde dedelerini bekler
buldum kapı arkasında. Hasret gidermek öyle birkaç saniye ile
tamamlanamıyor. Yolculuk konusunda bilgiler aldılar, bizde dilimizin
döndüğü kadarı ile anlattık gördüklerimizi. Siz olsaydınız başka bir
sonuçla mı karşılaşırdınız? Hayır! Benim gördüklerimi ve
hissettiklerimi hissederdiniz. Çünkü biz Anadolu insanının bugüne
taşıdığı duygulara birlikte sahibiz. İşte onun içindir ki biz doğu
ile batıyı, kuzey ile güneyi bir bütün olarak görüyoruz. Elbette
duygu ve düşünlerimiz benzer olacaktır.
|
|
TARİHİ MEKÂNLAR
Yurdumuzun çoğu yerinde tarihi
mekanlara rastlamak mümkün, giderek yeni mekanlarla buluşmuş olmak
ise insana ayrı bir güç veriyor.Gezerken bacaklarınız biraz daha
dinçleşiyor.Genç insanlar için anlattıklarım belki abartılmış olarak
kabul edilebilir. Değerlendirmeyi okurlarıma bırakıyorum.
Akdeniz kıyılarının tarihi
mekanlarında diğerlerine göre başkalıklar var.Akdeniz kıyılarında
ticari mekanlara ulaşmak için ipek yolunun Anadolu’daki başlangıcı
Antalya olarak kabul edilirse ikinci durak olarak Antalya’ya bağlı
Alara yerleşim birimini görmek mümkün.Burada konaklayan ipek yolu
tacirleri burada ki ALARAHAN da birkaç gün dinlendikten sonra
yollarına devam edebiliyorlarmış.ALARAHAN da yolcuların kalacakları,
hayvanların sırtındaki ticari metanın konulacağı ve hayvanların
kalacağı mekanlar bir çatı altında. İnsanların kaldıkları odalardan
hem eşyalarını hem de hayvanlarını kontrol edebilmek için ufak fakat
duvar içinde uzanan uzun pencereler yapılmış. Handaki güvenliğin
dışında hanın korunabilmesi güvenlik altına alınması için hana
birkaç yüz metre uzakta ki tepeye birde kale inşa edilmiş, askerler
buradan hem ALARAHAN’I hem de hana uzanan ulaşım mekânlarını sürekli
gözetim altında tutarlarmış. Akdeniz kıyılarına inip de ALARAHAN ve
ALARA KALESİ’Nİ görmeden gelmek biraz kaybedilmiş bir zenginliktir
denilebilir.
ALARAHAN’IN yöresine bir güzellik ve
sağlıklı bir hava sağlayan buz gibi serinliğe sahip akarsuyun
katkılarını hissetmemek mümkün değil. ALARA KALESİ, ALARAHAN, Toros
yamaçlarından güneye uzanarak Ak Denize dökülen Alara Akarsuyu. Bu
üçlü öyle güzel seçilmiş ki.
Tarihi mekânın seçilişi ve yapılışı
o dönemin hükümdarı Alaaddin Keykubat’ a ait olduğu yapıtların
girişindeki yazıtlardan anlaşılmaktadır. Çeşitli dillerde kaleme
alınan yazıtlar yöreyi gezen bir komisyon ya da kurul tarafından
kaleme alındığı sanılıyor. Ufak onarımlar geçiren ALARAHAN kapalı
mekanında çeşitli türde eğlencelerin yapılabilmesi için
düzenlemeler yapıldığı rahatlıkla gözlenebiliyor. Kısaca ALARAHAN ve
çevresi önemli bir turizm bölgesidir.
Anlatımları uzatmamak için size
ALARAHAN ve yöresinde yapılan çekimlerden birkaç kareyi görüşünüze
sunmak istiyorum.
ALARA KALESİ,
|
- Yine size, Toros Dağlarından çıkarak
Manavgat’ta denize dökülen akarsu görülmeye değer,Bu akarsu üzerine
DSİ tarafından yapılan OYMAPINAR BARAJI’ndan birkaç kare görüntü
sunmak istiyorum. OYMAPINAR BARAJI öncelikle enerji üretmek için
inşa edilmiştir.Baraja Manavgat Çayından başka ufak sayılacak türden
akarsularda katkıda bulunmaktadır.Barajın oturduğu alan çok
geniş,ben size ne kadar geniş bir alanda gölün oluştuğu üzerinde
değil de barajın yapımında görev alan teknik elemanlarla işçilerin
unutulmaması gerektiği üzerinde durmak istiyorum.yapım sonrasında
yöreye giden yerli ve yabancı turistler emeği geçenleri hayırla
anarlar.
- Yapım çok zor koşullarda
gerçekleştirilmiş, ancak ortaya eser çıkınca gücü bir kat daha
artmıştır. Masmavi bir gölü görüyorsunuz. Etrafı kayalar ve
ormanlarla çevrili. Yöreye apayrı bir güzellik veriyor. İnsan yörede
kaldığı birkaç dakikanın adeta tükenmesini istemiyor. Aşağıda ki
yani sahildeki ısı ile baraj yöresindeki ısı farkı bir hayli
fazla.İnsan rahat bir nefes alma olanağı buluyor.Kısaca ciğerler
bayram ediyor yörede. Ciğerlerin bayramına gözler önceden başlıyor.
İnsanın gözleri yöredeki doğal yapıya, insanın da meydana getirdiği
eserle bir başka güzellik olgusu unutulmazlığı getiriyor.
- Oymapınar Barajını yerli ve yabancı
turistler öğle sonu izlemeyi yeğliyorlar. Çok sayıda araç baraj
yöresine akın ediyor. İnsan yöreden ayrılmak istemiyor.
- Baraja gitmek için giriş kapısında
kimlik bırakılır, dönüşte alınırdı. Şimdi uygulama değişmiş yöre
belediyesi girişlerde bir miktar bağış alıyor ve kişinin eline bir
fiş veriyor. Çoğun sanacak bir miktar değil. Barajı birkaç bölümden
izleme olanağı var. Bir yandan baraj gölünü izlerken bir yandan da
barajdan bırakılan Manavgat Çayı’nın köpüren sularını görmeniz
mümkün. Baraj gölü planlandığı oranda etrafındaki varlıkları izliyor
ve kendine özgü bir güzellik katıyor.
- Oymapınar Barajı’nın enerji üreten
bölümü kayalar arasında yani altında. Güvenliği yapılırken
düşünülmüş, kısaca her şey dört dörtlük diyebiliriz. Barajın
açılışını yapan dönemin başbakanı Demirel’in barajla ilgili
sözlerini unutmak mümkün değil. Demirel’e durup dururken barajlar
kıralı denmemiştir. Tüm emeği geçenleri kutlamamak bencillik olur
diye düşünüyorum.
-
-
|
OYMAPINAR BARAJI |
DEĞİRMEN DERE PİNİK YERİ
Ak Denizin serin suları kıyılardaki
ısıyı azaltmaya yetmiyor. Bilhassa tatil günleri sahilden Toros
Dağlarının yamaçlarındaki serinlikleri arıyor insan. Serin bir yer
bulabilmek için aracın gaz pedalına uzun süre basmaktan kaçınmıyor
sürücüsü.Manavgat’dan yaklaşık otuz kilometre uzaklıkta bulunan
Değirmen Dere piknik yeri Manavgat-Seydişehir Karayolu’nda iken
aracınızı sola sapan sanki patika gibi olan stabilize yolda
yeşillikler arasında ilerledikten sonra ufak bir akarsuyun üzerine
zamanında kurulmuş bir su değirmenini göreceksiniz. Güneşi çok az
görebilirsiniz. Ağaçların yaprakları güneşin ışınlarını toprağa
bırakmıyor. Akarsu boyu insanı o kadar rahatlatıyor ki insanlar
araçları ile burayı tercih ediyorlar. Çorumlu olarak biz oksijeni
bol olan su boylarındaki piknik yerlerini durup dururken tercih
etmiyoruz.
Değirmen Piknik yerini biraz açmakta
fayda var. Neden değirmen dere denmiş? Dere bir değirmeni
çalıştıracak oranda olduğu dönemlerde buğdayı un yapmaya uygun.
Bunun dışında yalnız çevreye su serinlik sağlıyor.
Zamanla deredeki değirmen çalışmaz
olmuş, ancak yöreye gelen insanlara bir su değirmeninin nasıl
çalıştığı konusunda bilgi verecek kadar önemli bölümler devamlı
çalışır halde. İnsanlar faal olmasa bile bir zamanların en önemli
icatlarından olan su değirmenlerini görmek istiyor. Bilhassa
çocuklar büyükleri soru yağmuruna tutuyorlar. Dere sakin bir şekilde
akış ta bulunduğundan su içindeki balıkları çocuklar izlemeyi
bırakamıyorlar. Derenin bazı bölümlerine yapılan gölcüklerden
istenildiği zaman ziyaretçilere taze balık sunulabiliyor.
Piknik yerinde suyun öbür kıyısına geçebilmek için çok ilginç
köprüler yapılmış, çocuklar dereden değil de defalarca köprülerden
karşıya geçmeyi tercih ediyorlar. Yöreyi çocukların sevdiği kadar
büyüklerinde sevdikleri belli ki kilometrelerce yol alınarak burası
bulunabiliyor. İnsan burada zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyor.
Yolunuz bu yöreye düşer ise Değirmen Dere Piknik yerini görmeyi
sakın kaçırmayın derim.
|
DEVEKUŞU ÜRETİM ÇİFTLİĞİ
Hayvanlar Alemi Ansiklopedisi’nde ve
çeşitli belgesellerde devekuşunu yada kuşlarını görmek mümkün.
Ancak; çiftlikte canlısını görmek bir başka! O küçücük kafa nasıl
oluyor da o koca gövdeyi taşıyor? Hele bir koşması var, adeta insanı
büyülüyor.
Siz okurlarıma hayvanlar âleminden
bir bölümünü gösterebilmek için bir iki kareyi bilhassa çocuklar
için saptadım. Umarım devekuşlarını görünce sevinirler
.
DEVEKUŞU ÜRETİM ÇİFTLİĞİ
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
43 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ömer SEZER
|
Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ |
- MADEMKİ!
-
- Mademki bu yaşamda bize yer yok!
- İstenmiyorsak buralardan çekip gideriz!
- Galiba biz kendimizi anlatamadık!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
- Çiçekler solgun elimizde!
- Vefasızlıkla ezilmiş kalbimizle!
- Kırgın cümlelerin ezikliğiyle!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
- Üzerine bastığım her santimetrekaresinin!
- Öpüp de kokladığım çiçeklerinin!
- İçtim suyunu çektim havasını!
- Elveda kainat biz gidiyoruz!
- Yaşlı gözlerle bıraktığın içimdeki uhdelerle!
- Şu kısacık ömürden büyük yaşadığım çif tarifeli günlerinle!
- Her aldığım solukta nefretini çeksem de içime!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
- Doğduğumuzda ağladık ha öleceğiz yine ağlarız!
- Hüsran şiirlerinde hep baştayız!
- Sanırlar ki hep kabahatteyiz!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
- Yarı canla yaşadık sefalette sürgün!
- Diyemedik derdimizi bak gidiyoruz!
- Galiba sen bizi anlamadın!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
44 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ömer SEZER
|
Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ |
- KAYIP
-
- Arıyorum kendimi;
- Ruhum ızdıraplar da kayıp!
- Hayat bir bilmece benim ömrüm sorularda kayıp!
- Bu kentin sokaklarında;
- Mutluluk hüzünlere teslim!
- Işıklar sönmüş caddelerde;
- Benim hayatım vahim ve kayıp!
- Göçebe duygularım çalınmış her şeyim.
- Umutlarım kayıp!
- Susmuşum derdim içinde kayıp!
- Ben kime gideyim nasıl edeyim?
- Beynim bulanmış!
- Bildiğim adresler kayıp!
- Ben bu şehre meydan okumuşum.
- Şehrin efendileri kayıp!
- Şehir beni yutmuş;
- Bedenim meçhullerde kayıp!
- Hani nerde ikbal ortaklarım?
- Verilmiş sözlerin kalpleri kayıp!
- Sesim çıksa da bir ben duyuyorum!
- Kulaklar tıkanmış, yankılar kayıp!
- Mevsimi bozulmuş?
- İklimin gönlümün gülleri kayıp!
- Günahsa günah ayıpsa ayıp!
- Artık ümitler bitmiş!
- Kıyamet ha koptu kopacak,
- Ben sen ve her şey kayıp!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
45 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
DİLENCİLERİ SEVMİYORUM
Geçtiğimiz yıl
ülkemizde artık dilencilik müessesinin ortadan kalkması gerektiği
üzerine bir yazı yazmıştım. Bu yazıyı kaleme almamdaki gerekçem
özetle şu şekildeydi.
Valilik veya
kaymakamlıklara bağlı olarak faaliyet gösteren sosyal dayanışma ve
yardımlaşma vakıfları vasıtası ile sosyal devlet olma yolunda önemli
aşamalar kayıt edilmiştir. Söz konusu vakıflar aracılığı ile fakir
fukara ve garip guraba ayni ve nakti yardımlarla desteklenmektedir.
İlgili vakıflar yemek, yiyecek, kömür ve para yardımlarını sürekli
artırılarak yapmaktadır. Ayrıca faizsiz kredi desteği ile
insanımıza kendi işini kurma imkanı da verilmektedir.
Yeşil kart
sistemi ile bütün yoksullar sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmış
ve sağlık hizmetinden yararlandırılmaya başlanmıştır. Valilikler her
ay halk günü düzenlemek sureti ile ihtiyacı olanı takip ve tespit
etmektedir. 65 yaşını aşkın sosyal güvencesi olmayan yoksulların
durumları incelenip huzurevine alınmaktadır.
Bütün bunların
yanı sıra belediyeler başta olmak üzere sürekli kendini yenileyen ve
gelişen sosyal dernekler de kermes, ayni ve nakti desteklerle fakir
fukaraya yardım etmektedir.
Son yıllarda
Türk insanının merhamet duygusu en üst seviyeye çıkmış ve sosyal
dayanışma konusunda süratle sivil örgütlenmesini tamamlamıştır. Bu
bağlamda sosyal dayanışma ve yardımlaşma hususunda sivil örgütlerde
devletle yarışır hale gelmiştir.
Kısaca
özetlemek gerekirse yukarıda açıklanan bilgiler ışığında yoksulun
dilenmesi ile ilgili bütün sebepler ortadan kaldırılmıştır. Buna
rağmen Ramazan ayını da fırsat bilen bir takım ar damarı çatlamış
insanların sayısında artış gözlemlenmektedir.
Maalesef yüksek
İslam ahlakı ile taçlanmış Türk insanının merhamet duyguları Ramazan
ayının da gelmesi ile birlikte sömürülmektedir. İhtiyacı olanın
isteme makamının sosyal dayanışma ve yardımlaşma vakıfları ya da
ilgili sivil örgütler olduğunu en cahil vatandaş bile bilmektedir.
Hal bu iken
gün boyunca kentin bütün caddelerini arşınlayan ve cami önlerinde
bilinçli olarak yırtık pırtık elbiseler giyinen, kafasını gözünü
sarıp sarmalayan ve el açan uyanıklara artık dur denilmesi
gerekmektedir. Türk insanının merhamet duygularının sömürülmesine
göz yumulmamalıdır.
Son yıllarda
hızla gelişen sosyal devlet anlayışı neticesinde dilencilik
müessesi ortadan kalmıştır. İnsanların dilenmesini gerektiren bütün
sebepler devlet ve millet tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bütün
bunlara rağmen merhamet duyguları ticareti yapan uyanıklar ortada
gezmektedir. İsteme adresi belli olduğu halde bu çirkin ticaret
anlayışı devam etmektedir.
Bu edepsiz ve
ar damarı çatlamış insanlar gerçek ihtiyaç sahipleri de değildir.
Gün geçmeye görsün ki hemen her gün bir dilencinin üzerinden
milyarlar çıkmasın ya da banka hesaplarında milyarlar bulunmasın.
Hatta araba daire gibi onlarca mal ve mülk sahibi dilencilerin
ortaya çıktığını düşündüğünüzde nasıl aldatıldığınızı ve merhamet
duygularınızın nasıl sömürüldüğünü bir düşünün.
İşte bu
yüzdendir ki dilencileri hiç sevmiyorum. Üstelik sevmemekten de öte
bütün dilencilerden nefret ediyorum. Bu hassas konuda duyarlı
davranarak bu konuyu geçtiğimiz gün manşet haber olarak kamu oyu ile
paylaşan Çorum Gazetesi’nin değerli yöneticilerini de kutluyorum.
Bütün bu
bilgiler ışığında bütün okuyucularımdan rica ediyorum. Dilencilere
para vermeyiniz. Eğer ısrarcı davranır yakarırsa sosyal yardımlaşma
ve dayanışma vakfını adres olarak gösteriniz.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
46 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
ÇORUM MANTISI
- MALZEMESİ : 5-6 porsiyon-100 Gram kavrulmuş kıyma,4 bardak un,1
bardak un hamur açılırken kullanmak üzere,1 yemek kaşığı tuz,2,5 su
bardağı ılık su,1 kaşık margarin veya yarım çay bardağı sıvı yağ,yarım
yemek kaşığı salça,mevsimi ise domateste doğranır. iki diş sarımsak,
bir su bardağı yoğurt. Her yumak bir pişinim olarak 4 porsiyon mantı.
- Un maya katılmadan katı bir şekilde yoğrulur, yoğrulan hamur üç
adet yumak tutulur oklava ile 1,5 milim kalınlığında açılır.
- Açılan hamur 3x3 ebadında kesilerek istenirse içerisine kıyma,
- İstenmezse düz olarak dörtkenarı birleştirilerek sıkılır.
- Mantı haline getirilen mantılar tavaya dizilir. Kızartılan
mantılar bir kenara konur.
- Tenceremizi ateşe koyup margarini ve yarım kaşık salçayı koyarak
sosu hazırlarız. İstenilirse bu sosa domateste doğranır. Sosun üzerine
2,5 bardak suyu koyarak kaynatırız. Kaynayan suya istenildiği kadar
tuz konarak üzerine kızartılan mantıyı dökerek pişiririz.
- Pişen mantı tabaklara konularak servise hazırlanır, birkaç dakika
soğumaya bırakılır. Hafif soğuyan mantının üzerine yoğurt sarımsak
konularak afiyetle yenilir.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
47 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
ILIMLI İSLAM
Sokaklarınıza, caddelerinize
sahip çıkın
Satılacak mal gibi görüyorlar
her şeyinizi
Tarihinizi, kültürünüzü ve
kutsal değerlerinizi
Alabilirler ellerinizden...
Gerçek : Onlar geçmişimizi
görmezlikten gelerek meydanlara çıktılar… Ezanları susturmak ve
güneşin önüne engeller koymak istediler. Ama hüsrana uğradılar.
Şahit : Birileri İslam’ın
yüceliğini kaldırmayı denediler. Bu da olmadı.
Gerçek : Ahengin, huzurun ve
aydınlığın kaynağı halinde gönüllere yerleşen İslam’ı
etkisizleştirmek için kalplere girmeyi de başaramadılar. Para,
çıkar ve dünya düşkünleri Müslümanlık kisvesi altında insanlar
arasına ikilik sokmak için her çirkin yolu denediler.
Şahit : Kalpleriyle görenler,
özleriyle düşünenler içlerindeki aydınlıkları dışa yansıtarak
bunları izlemeye koyuldular. İslam’ı ılımlılık adı altında
yozlaştırmaya hiç kimsenin güçlerinin yetmeyeceğini, çiçeklerin
diliyle, insan denilen mukaddes bir kitabın sayfalarını akılla
birer birer açarak, kainat ansiklopedisinin içeriğindeki ilahi
sanatın güzelliklerini ve yüceliklerini sıraladılar. Kur’an
denilen rehberin öncülüğünde gönül kapılarını aralayarak onlara
uyarıcılık yaptılar.
Gerçek : Yalanların ve hırsların
cirit attığı, adaletsizliklerin ve hukuksuzlukların kök saldığı,
cinayetlerin ve tahribatların umursanmadığı, hırsızlıkların ve
yolsuzlukların itibar gördüğü, insafsızlıkların ve
haksızlıkların zirveye çıktığı yörelerde, çürüyen, ufalanan,
katledilen, acılar içerisine itilen, hırpalanan, paramparça
edilen, koparılan unsurlar teşhir edildi.
Şahit : Bahsettiğiniz bütün bu
olumsuzlukların kaynağında onlar var!
Gerçek : Yozlaştırmaların
adıydı ılımlılık… «Medeniyetler arası ittifak» denilerek
sergilenenler, eskitilenler, yıpratılanlar, aşağılananlar, ya
da katledilenler görmezlikten gelindi. Elbette ırkçılığın,
ayırımcılığın ve bölücülüğün olduğu yerlerde medeniyetten,
insanlıktan, insan haklarından bahsedilemezdi! Ama onlar her
şeyi «toz pembe» gibi göstererek propagandalarını sürdürdüler.
Şahit : Hassasiyetlerin
pencereleri kapalı, kapıları kilitli hale getirildi. Duyarlı
olması gereken kurumların da sadece adları ortalıkta dolaşıyor.
Gerçek : İnananların
yüreklerindeki değerler, yer yer taşlanarak, yer yer
iftiralarla, acı ve sert sözlerle, önce yıpratılıyor, sonra da
yerlerinden sökülerek atılmak isteniyor.
Yiyeceklerinize,
içeceklerinize
Ağaçlarınıza, bitkilerinize,
böceklerinize
Köylerinize, nahiyelerinize
sahip çıkın
Emeklerinizi, duygularınızı,
huzurunuzu ve anılarınızı
Çalabilirler
yüreklerinizden...
Şahit : İslam’la ilgisi
olmayanların projelerinden biriydi bu. Belki de onlara göre en
önemlisiydi.
Gerçek : Aldatılanlara,
kendilerini taşıtarak aldattıklarını fark ettirmeden, sinsice
hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Şahit : Çürük kalpler, hileli
sözler, insafsız yüzler, sömürgenler, sizin gibi görünenler,
maskeliler, hırsızlar, benciller, ahlaksızlar, bölücüler,
parçalayıcılar, yiyiciler ve katiller size «rehber» olduklarını
söylüyorlar.
Gerçek : Alın elinize Kuran’ı,
kirli siyasetin oyununa gelmeden, haramilerden etkilenmeden,
tacizcilerden uzakta durarak, dünyanızı ve ahiretinizi Cennet’e
çevirmek için çıkın yola…
Şahit : Sizin yerinize onların
karar vermelerini önleyin… Dik durun, onurlu yaşayın…
Kutsallarınıza dokundurmayın !
Gerçek : Hizmeti, hizmet aşkını
durduranların, hizmet edenleri solduranların, suçsuz ve günahsız
insanları öldürenlerin peşlerinden gitmeyin ! Teşhir edin…
Yargılayın… Sorgulayın… suçlayın onları !
Şahit : Duygularınız dağ gibi
yüce olsun. İnsanlığınız arşa uzansın… Varlığınız, vakarınız,
kahramanlığınız ve imanınız korkutsun onları… Giremesinler
içlerinize. Size yaklaşmaya, söz söylemeye cesaret edemesinler!
Gerçek : Billur tasları alın
ellerinize… Koyun içlerine buz gibi hayat sularını… Kendinizi
Cennette hissederek kana kana İçin...
Şahit : Sen hiç diğer dinlerin
ılımlısını gördün mü? Askerlerimizi karargâhlarından kopararak
mahkemelere ve hapishanelere düşüren güçler İslam’ı da kendi
güzergâhından kopararak gönül hapishanelerinde eritmek
istiyorlar...
Kasabalarınıza, şehirlerinize
sahip çıkın
Siz sahip çıkarsanız
Vatanınıza, topraklarınıza,
ay yıldızlı bayraklarınıza
Dokunamazlar onlar
Sizin Kültürel, sosyal,
tarihi, dini ve siyasi bağlarınıza.
Gerçek : Sizin sahip
çıkamadığınız alanlara onlar hazırlık yaparak giriyorlar.
İçinizdeki ajanları, çıkar düşkünlerini kullanarak tahriplerini
sürdürüyorlar.
Şahit : Yer yer şirin
gözükerek, sizden biriymiş gibi inancınıza ait kutsalları
kullanarak, sizi kendi alanlarına çekiyorlar. Saflığınızdan,
bilgisizliğinizden faydalanarak ellerinizden, ayaklarınızın
altlarından, yüreklerinizden değerlerinizi alıyorlar.
Gerçek : Size yapay
depremlerle, farklı gündemler oluşturarak beklemediğiniz
felaketleri solutmak istiyorlar!
Şahit : Gözleri kapalı,
kulakları tıkalı, gönülleri karartılmış insan topluluklarının,
dinle, inançla, imanla, Allah’la ilişkileri olamaz.
Gerçek : Siz hiç cebirin,
geometrinin, matematiğin, fiziğin, kimyanın ve diğer ilimlerin
ılımlısını duydunuz mu? Nereye ılımlılık girerse orası çöker.
Disiplin kalkar, bozulma ve çözülme başlar. E= mc²’yi
kitaplardan çıkarır, Albert Einstein’i de unutursunuz. Sir Isaac
Newton’dan da söz edemezsiniz.
Şahit : O halde neden ılımlı
İslam’dan bahsediyorlar?
Gerçek : İslam’ın yüceliğinden
ve kutsallığından korktukları için!
Şahit : Dinlerinde özgür olamayanlar, kendi iradeleriyle
hareket etmeyenler, hurafe, saplantı ve bağnazlık içerisinde
bulunanlar, dinle, Allah’la irtibat kuramazlar.
Gerçek : Düşmana muhabbet
duyanların vay haline!
Dilinize, dininize,
inancınıza, kültürünüze, değerlerinize
Çocuklarınıza, analarınıza ve
babalarınıza sahip çıkın
Susmak; kaybolmak, erimek ve
yok olmaktır
Seyretmek; teslim olmak,
unutulmak, kovulmaktır...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
48 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
HEP KÖŞELİ DOĞDU GÜNEŞ
Henüz aydınlanmadı ortalık
Beraberliğine dostluğun...
Hep köşeli doğdu güneş
Kusurların üstüne.
Yazılar değiştirmedi
Katılığını
Duygusuzluğun...
Kışkırtmalar ödül aldı,
Boğa güreşi gibi
Seyredildi olaylar...
Barış türküleri
Duyulmadı
Bir karış ötede.
Derindi,
İnilemeyecek kadar
Sancılar...
Basıldı benzerleriyle çağ
Simsiyah sayfalara
Kan sızdıran hücrelere...
Masum yöntemler gibi,
Sokuşturuldu bozgunculuklar
Fakirlerin üstüne...
İriydi ayakları
Aptallıkların...
Çekilecekti acılar
Açlığına insanların.
Anlaşılmamak içindi,
Boyalar,
Demeçler
Ve biçimler...
Pankartlara,
Çığlıklara sığmayan
Acılara rağmen...
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Magnanville,19.03.2001
Bu şiir aşağıdaki yayın organlarında
yer almıştır:
1) 00.04.2001 http://yitikulke.hypermart.net/uzeyir-lokman-cayci.htm
2) 00.06.2001 http://www.mesaj.org/ulcayci/siirler_tr_3.htm
3) 00.12.2001 ÇAGDAS ÇIGLI GAZETESI
http://www.geocities.com/cagdas_cigli/siir
4) 00.07.2001 http://gonulsitesi.virtualave.net/uzeyir.htm
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
49 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
GÜNDÜZ GECEDEN BAŞLAR
Timsahların oynaştığı yerlerde
Tavus kuşları da yaşar...
Gelincikler serpilir
Yollara...
Güneş düşlerimizde
Doğar...
Durmaz
Yıldızların
Şiirsel yansımaları...
Yığınlaşan sevinçler
İçimize sığar…
Seviyesinde ilişkilerin
Sıcaklığı yayılır…
Kırgınlıklar
Ve iç kapanıklıklar
Yer bulmaz
Yaşantımızda…
Ülkeleri aşar
Elmas gibi işlenen
Dostluklar...
Soluk alır güzellikler
Değer kazanır çağ...
Anlaşılmazlığı konuşulmaz
Varsayımların...
Düğümlenmez
Hukuk içinde hukuk
Aşılır ayrıntısı farklılıkların...
Koşarız
Düşüncelerimizle
Kuşkuları aşarak...
Biliriz...
Zevklidir
Böylesine yaşamak...
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Mantes la Ville – 05.04.2001
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
50 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
DESENLER
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
51 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Yaşar KILIÇ
|
Yaşar KILIÇ HAYAT HİKAYESİ |
-
GİDELİM
-
- Karanlıkta giden gafil
- Aç gözünü,behey cahil,
- Yalan dünya için sefil
- Olma;Mevla’ya gidelim.
-
-
- Gel nefisine olma köle,
- Yanma nara bile bile,
- Bu dünyada Şeytan ile,
- Kalma Mevla’ya gidelim.
-
- Pişmanlık her geçen gün
- Klavuzsuz bir gemisin,
- Yazık meçhule yelkenin
- Salma Mevla’ya gidelim.
-
- Miskin YAŞAR bak kendine,
- Kor düşmüş eteklerine,
- Dönmeden mahşer yerine
- Ağla Mevla’ya gidelim.
- 29 / 11 1983
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
52 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
Yaşar KILIÇ
|
Yaşar KILIÇ HAYAT HİKAYESİ |
-
GÖRDÜM
-
- Kainatı seyrederken
- Uydu,gezegen dönerken,
- Semadan Rahmet inerken
- Hakk’ın varlığını gördüm.
-
- Hakk’ı anan bülbüllerde,
- Dalda dikende,güllerde,
- Çirkinlerde,güzellerde
- Hakk’ın varlığını gördüm.
-
- Atom,zerre,hücrelerde.
- Şaşmayan gün,gecelerde.
- En ücra,gizli yerlerde
- Hakk’ın varlığını gördüm
-
- YAŞAR gizli sır Kur’an da
- İbret var arıda,balda.
- Çalışan karıncalarda
- Hakk’ın varlığını gördüm.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
12. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/09/2009 |