SANAL OLMAYAN ;
"FİKRİ HÜR, VİCDANI
HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA
HOŞ GELDİNİZ !
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF
ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
SAYI 5 01/02/2009 |
İÇİNDEKİLER
|
Ahmet CANBABA NUTUK
Ahmet CANBABA BEN YOKSULLUĞUMU ÖZLÜYORUM
Ahmet CANBABA BEDDUA
Atilla ALPAY YEŞİLAY 75.YIL İLKÖĞRETİM OKULUNDA
Atilla ALPAY SEVGİLİLER GÜNÜYDÜ
Atilla ALPAY 9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BOYKOT GÜNÜ...
Atilla ALPAY ÖZÜR DİLERİM EY KUDÜS
Atilla ALPAY YEŞİLAY ERKEK YURDUNDA
Atilla ALPAY TEL
Atilla ALPAY SÜLEYMANİYE
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU 2009 YILI KÜLTÜR SANAT VE BAŞARI ÖDÜLLERİ
SAHİPLERİNİ BULACAK
Galip BARAN DEMİREL ÖRNEK OLMALIDIR
Galip BARAN HİLLARY CLİNTON
Hüseyin Hüsnü
GÜROL DOĞALGAZ'DA KESİN ÇÖZÜM ERZİNCAN OVASIDIR
İsa
KAYACAN AYTEKİN AYDIN’IN HİZMET DÜNYASI
İsa KAYACAN ÜLKELER, İNSANLAR, SEVDALAR
İsa
KAYACAN OSMAN TEKERCİ’DEN GELENLER
İsa KAYACAN İKİ ŞAİRİN YAZDIKLARI
İsa
KAYACAN DR. ŞÜKRÜ TEKİN KAPTAN’I UNUTMAMAK
İsa
KAYACAN ŞAİRLERİN DÜNYASINDAN
İsa
KAYACAN HANIM AKÇAY’DAN BİR KÖY HİKAYESİ
İsa
KAYACAN BURDUR’UN CEVİZ EZMESİNİ TPE TESCİLLEDİ
İsa
KAYACAN BURDUR’DA KAZANIYORUM-BURDUR’DA HARCIYORUM
İsa
KAYACAN BURDUR DESTANI YAYINA HAZIR
İsa
KAYACAN YANGIN OLUR BİZ YANGINA GİDERİZ
İsa
KAYACAN KUKLA VE GÖLGE OYUNU BİRLİĞİNİN HİZMET ÖDÜLLERİ
İsa
KAYACAN BURAK CAN AKDOĞAN’IN KİTAP DÜNYASI
İsa
KAYACAN SEBAHAT HOCANIMIN YAZDIKLARINDAN
İsa
KAYACAN BURDUR’DAN MİNİK BİR ŞAİR ADAYI:SEZA TUTKU AZAKLI
İsa
KAYACAN BİYOGRAFİ ZENGİNLİĞİNDEN KÜLTÜR ZENGİNLİĞİNE
İsa
KAYACAN TÜRKÜ SAVAŞÇISI
İsa
KAYACAN HANIM AKÇAY’IN KALEMİNDEKİLERDEN
İsa
KAYACAN PERVANE’NIN DUALARI
İsa
KAYACAN ŞİİRLER... ŞAİRLER
İsa
KAYACAN TÜRKİYE’NİN PERVANESİ: ATATÜRK
İsa
KAYACAN YAZILANLAR
İsa
KAYACAN BURDUR ÖZEL İDARESİ’NİN BÜYÜK HİZMET FOTOĞRAFI
Mahmut Selim GÜRSEL SİTEMİZDEKİ SAYFALARIMIZ!
Mahmut Selim GÜRSEL ADANA'DA İKİ KÜLTÜREL ETKİNLİK
Mahmut Selim GÜRSEL GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL!
Mahmut Selim GÜRSEL SİGARA VE HAFTALAR.
Mahmut Selim GÜRSEL SEÇİM Mİ GEÇİM Mİ?
Mahmut Selim GÜRSEL BİR e-POSTA VE CEVA0BI
Mahmut Selim GÜRSEL DEYİMLERİMİZİ DÜZGÜN KULLANALIM “MÜREKKEP
YALAMAK”
Mahmut Selim GÜRSEL ŞİİR Mİ?
Mahmut Selim GÜRSEL A MISIN; M MİSİN NESİN?
Mahmut Selim GÜRSEL GÖNÜL HAPİSHANESİ
Mesut ARTAR KENT YÖNETİCİLERİNİN BİR ŞEKİLDE BORCU VARDIR
Mesut ARTAR BELKİ DE O ZAMAN ANLARSINIZ "İNSAN" OLAMAMANIN
BEDELİNİ...
Mesut ARTAR HAKLI OLMAK MI ? MUTLU OLMAK MI ? İSTERDİN
Mesut ARTAR HAYATIMIZIN BULUNDUĞU NOKTASI NE OLURSA OLSUN EN İYİ
ŞEKİLDE DEĞERLENDİRMELİYİZ
Mustafa Nevruz SINACI YA HAKKINI VERİN YA DA, O DİPLOMALARI YAKIN!
Mustafa Nevruz SINACI GLADYO-OLİGARK; BARONLAR ve HÜKÜMET
Mustafa Nevruz SINACI MİLLİ DAVA (KIBRIS) GERÇEĞİ
Mustafa Nevruz SINACI CUMHURİYET’İ FAZİLET’E İBLAĞ
Mustafa Nevruz SINACI DAVOS’TA SON TANGO!..
Mustafa Nevruz SINACI DEMOKRASİYİ ÖZELLEŞTİRMEK
Mustafa Nevruz SINACI DEMOKRASİ, ADALET VE MEDENİ SİYASET
Mustafa Nevruz SINACI YA HAKKINI VERİN, YA DA, O DİPLOMALARI YAKIN
!(2)
Mustafa Nevruz SINACI CELAL BAYAR ANLATIYOR
Necati ÇAVDAR HAY'DAN GELİP HUY'A GİDERKEN
Necati ÇAVDAR DİYEMEDİM
Necati ÇAVDAR ÜZMEZ
Necati ÇAVDAR YÜREK KAÇ PARA
Özkan KARACA YÜREĞİMİN İSTASYONU
Rıza HARDAL TÜRKİYE'M
Selma GÜRSEL PATATES KÖFTESİ (Bulgurlu)
Tülay BİLGİN BOMBA
Tülay BİLGİN TAKTİR
Tülay BİLGİN BAŞÖRTÜSÜNDE EVRENSELLİK OLMALI
Tülay BİLGİN YÜZYILLAR ARASI SAVAŞ
Üzeyir Lokman ÇAYCI DENİLİNCE
Üzeyir Lokman ÇAYCI DEĞİŞİM
Üzeyir Lokman ÇAYCI ÜZERİMİZE AĞLAR ÖRDÜLER
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin
almadan kullanmayınız! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik
haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- NUTUK
- Sayın vatandaşlarım, öhhö öhhö.
- Köprünüz yok, reyiniz var
biliyom.
- Öyle değel midir,
dediler he!.. he!..
- Neyiniz var, neyiniz yok
biliyom.
-
- Muhtarınız böyük bir ulu kişi
- He deyin burada bitirin işi.
- Mecliste abeyi, köyde gardaşı.
- Cesur zengin beyiniz var
biliyom.
-
- Yolunuz çamurdan geçilmez imiş
- Hökümet yaptırmaz diye kim
demiş
- Söyle len Murtaza, söyle
len Memiş.
- Yemyeşil bir beldeniz var
biliyom.
-
- Devletimiz okutup
küçükleri
- Sırtınızdan atacaaz yükleri
- Bizim gibi değerli böyükleri
- Sevip sayan huyunuz var
biliyom.
-
- Yanınızdayız son nefesimizde
- Biz olalım çıkacak sesinizde
- Sizlerinde böyük meclisimizde
- Bizim gibi dayınız var biliyom.
-
- Köylüye gredi dirsen bizde var
- Emme irey dersen o da sizde
var
- İlkbahar var, sonbahar var,
yaz da var
- Çeşmeniz yok, caminiz var
biliyom.
-
- Yar vurmuşu gurbet ele
göçtüren
- Yel vurmuş Iraza şifa saçtıran
- Kel Durmuşu böyük adam
seçtiren
- Çok değerli köyünüz var
biliyom.
-
- Kimler ermiş görüp bizleri
ayan
- Dinnemeye gelmişler yorgun
yayan
- İçer hastalığa çare arayan
- Derde derman suyunuz var
biliyom
-
- Aha burda ne dirseniz ben
varım
- Yolunuz burdanmı geçer annarım.
- Meclise seçtirecek gurbannarım
- Bize yeter sayınız var biliyom.
-
- Değil akrabanız hısmınız için
- Vallah inanmayan gısmınız için
- Bizler için değil hasmınız
için
- Yolunacak tüyünüz var biliyom.
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- BEN
YOKSULLUĞUMU ÖZLÜYORUM
-
-
Umut ekmek arası bir
düş.
-
Hayat verecek bir iksir gibi
-
seni düşünmek ve hissetmek.
-
Ve soluksuz bir rüya gibimsin gecemde.
-
Unutulmuş seslerimle bir köşede
-
Bir esintiye teslim olurdu güzelliğin.
-
Yaranmaya geç kalmış sevgide
-
Sıramı savardım sevmelerde,
-
Sıramı savardım düş kurup.
-
Bakışlarımızla ödeşirdik
-
Saygı sanırdık utanmaları.
-
Yüz kızarmalarına yenik düşerdi
-
Yüreklerdeki sevdalar.
-
Ben örfümü özlüyorum.
-
-
Bütün yüzlerin gülmediği
-
Gecikmiş bir ayrılık
-
Gecikmiş bir sabır
-
Yabanıl dağ kuşları yüreğinde
-
Ürkek ve tedirgin.
-
Yitirmelerinden belli baharlarını.
-
Kırılmış bir dal ucu arar
-
Konmaya kendi yalnızlığına.
-
Hani lepiska saçları çocukluğunun
-
Karşılıksız sevgilerden çıkardın yoluma.
-
Yaşlandığımızı bilmezdik zaman içinde
-
Ölümler çoğalırdı farkında olmadan.
-
İçlerinde sevgi taşıyan
-
Bağışlayan sözler gülümserdi dudaklarda.
-
Ben senin feri kaçmış mavi gözlerini
görmesem de
-
Renksiz bir sevginin ışığı vururdu
gözüme.
-
Ölümsüz dokunuşlardı
-
İki okyanus mavisi gözlere.
-
Sessizdi eller.
-
Çocuk hırçınlığında
-
Ve susmayan ağıtlarda
-
Büyüyen bir geleceği taşırdık
-
Sevgimizle suladığımız yüreklerimizde.
-
Ben çocukluk aşkımı özlüyorum
-
-
Ne arabam vardı
-
Ne villam yatım eskiden.
-
Ayakta kalmaktı yaşamak
-
Ölüme ayak sürüyüp.
-
Sıkımı askerlerimi öldürecek biri
-
Halkımı düşman belleyecek.
-
Cezası ölümdü be yapanın.
-
Hangi devlet niye astınız mı derdi.
-
Onurumuz vardı be eskiden.
-
Aslına
dönsün be ne varsa
-
Bir rüyadan
uyanır gibi.
-
Varsın hep
yoksulluğa yüreğini aralasın yaşam
-
Komşu
gözlerin kem bakışlarında bile
-
Bir mutluluk vardı be
-
Beyazlar
yamalıydı, çatılar çaresiz.
-
Ne perişanlıklar damlardı yağmurla
-
Bir Anamın şefkati vardı
-
Kardeşlerimin güler yüzü
-
Ben gecekondumu,
-
Ben yoksulluğumu özlüyorum.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- BEDDUA
-
- Yalnızlıktan, köpek
besle düzüne
- Açlıktan saldıran
itle öl
- Hiç kimse bakmasın
kırk yıl yüzüne
- Tahta kurusuyla,
bitle öl
-
- Evin yansın düşman
gelip söndürsün
- Eşin süründürsün, dostun
kandırsın
- Bora çıksın, dalga
terse döndürsün
- Denizde gezdiğin
yatla öl
-
- Herkes gibi sende
güzel seversin
- Anan seni iki
kere eversin
- Biri gıdıklasın,
biri su versin
- Gülmekten katılıp
çatla öl
-
- Kurşun yesen ta
alnının çatından
- Düşüp çifte yesen
koşu atından
- Kırk katlı binanın
teras katından
- Kimse kurtarmasın
atla öl
-
- Deli ol kendine
zalimce davran
- Sefalet içinde
geçin bu devran
- Daha çok
acılar içinde kıvran
- Ömrünü ikiye katla
öl
-
- Para için gözünü
hırs bürüye
- Köpek gibi gez
ürüye ürüye
- Katılıp ta davar gibi
sürüye
- Ağzında bir tutam
otla öl
-
- Kul hakkı yiyerek
rahata erdin
- Hem camiye gider
hem haram yerdin
- Bayram namazını
kaçırmam derdin
- Dilerim elinde
putla öl
-
- Kalen fethedilsin,
piyon ah çeksin
- Filin yensin, vezir
gülüp oh çeksin
- Dilerim Azrail
sana şah, çeksin
- Satranç oyununda
matla öl
-
- Oğlundan kızından
yüzün gülmesin
- Can bedenden çıkıp
çabuk ölmesin
- Yatalak kal
dosttan yardım gelmesin
-
Çıldırıp hırsından patla öl
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİLAY
75.YIL İLKÖĞRETİM OKULUNDA
İlimizdeki seri konferanslarına devam eden Yeşilay Çorum Şubesi
geçtiğimiz gün de 75 yıl ilköğretim okulundaydı. Ders yılı
başından beri hız kesmeden ilimiz eğitim kurumlarını
gezen ve öğrencileri bilgilendiren Türkiye Yeşilay Derneği
Çorum Şubesi başkanı Attila Alpay amaçlarının;
madde bağımlılığı ile hiç tanışmayan, zararlı maddeleri
kullanmayan, ruh ve beden sağlığı yerinde bir nesil
yetiştirmek olduğunu anlatarak şunları söyledi :
"Yine
bir okulda genç kardeşlerimizi ve öğrencilerimizi
bilgilendiriyoruz. Sigara, uyuşturucu ve zararlı madde satıcıları
onların yolunu beklemektedir. Bizleri bu yaşta kimsenin etkilemesi
mümkün değildir. Ama onların taze bedenleri ve körpe
dimağları her zaman etki altında kalmaya
müsaittir. Bizlerin çabaları onları bilgilendirmekten ibarettir.
Duyarlı öğretmen arkadaşlar sayesinde okulları ziyaret ediyoruz. Bu
sefer de iki yıl önce geldiğimiz 75.yıl ilköğretim okuluna tekrar
geldik. İl dahilinde hiç gitmediğimiz okullar ve bizi
çağırmayan eğitim kurumları bulunmaktadır. Sigara alkol ve
madde bağımlılığı ile mücadele sadece Yeşilaycıların
değil hepimizin görevi olmalıdır. Tüm eğitimcileri, rehber
öğretmenleri, gönüllüleri bize katılmaya davet ediyorum. Ayrıca
öğrencilerini bilgilendirmemize imkan tanıdığı için 75.yıl
ilköğretim okulu müdürü Sayın Mustafa Fuculara da
Türkiye Yeşilay Derneği ve şahsım adına saygılarımı
sunuyorum."
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
SEVGİLİLER GÜNÜYDÜ
Bu
tür-sevgililer günü vb gibi- günler ne yazık ki istilacı ve
barbar Avrupa kavimlerinin kutladığı st.Valentin isimli
bir Hıristiyan azizinin ismine izafeten icat edilmiş
;yurdumuzda ise İstanbul Beyoğlunda esnaflık yapan
gayrı Müslimler tarafından geliştirilerek kültürümüze
zorla oturtulmuştur.
Bu
geleneğin ve adetin hedef kitlesi ; sayıları Irak ve Afganistan
nüfusu kadar yani 28 milyonluk dev bir topluluk olan ve
yaşları 1-17 arası olan sevgili yavrularımızdır.Bu
çocuklarımızın hayata atılıp para kazanmalarına
henüz uzun yıllar vardır.Fakat ceplerinde sevgililerine
belki de en pahalı hediyeyi alacak kadar da çok paraları
her zaman bulunmaktadır.Paraları yoksa kredi
kartları, o da yoksa onları çok seven büyükbabaları ve
büyükanneleri de mutlaka ihtiyaçlarını
karşılayacaklardır.
Diğer
yanda milyonlarca esnaf ta vitrinler süsleyip ,afişler
hazırlamakta sanki bizim böyle bir geleneğimiz varmış gibi
ve bir bayram geliyormuşçasına çok para kazanmanın derdine
düşerek böyle bir furyaya her yıl mutlaka katılmaktadırlar.
Kendilerine sorsalar hiçbir zaman yolunda gitmeyen
işleri belki böyle bir gün vesilesiyle bir an olsun canlanacak
ve nakit sıkıntıları gidecek ve o gün için rahat nefes
alacaklardır.
Bazı
tv kanalları mikrofonlarını İstanbul'un mutlu
azınlığına, gayrı meşru yaşamaktan utanmayan sanatçı bozuntularına
ve ahlaksız insanlarına uzatıp saatlerce röportaj
yapacak ; kimin kime hangi haram kazançlarıyla ne marka otomobil
aldıklarını öğrenmeye ve bu müstesna günü (!)
nasıl kutladıklarını bilmeye çalışacaklardır. Aziz şehrimizin de
bütün kafeteryalarında sigara dumanları içerisinde boğulmalarına
aldırmadan oturup baba parası ve burslarını yemeye
çalışan sevgili üniversite gençlerimiz ; karşılarındaki
sevgililerine ilanı aşk etmeye çalışacak ve böylece bu
mübarek günü(!) idrak etmeye çabalıyacaklardır.
Birde
bunun tersini düşünelim. Bizim olmayan böyle bir gelenek
yerine hristiyan Avrupa ülkelerinin veya amerikanın bir şeker
bayramını, bir hıdrellezi, bir aşura gününü, bir üç aylarımızı veya
buna benzer bizim için kutsal ve önemli olan bir
adetimizi benimsemesi mümkün müdür ? Hatta oraların
ahalalisi bu vesileler ile birbirlerine hediyeler
alsınlar, kutlasınlar veya bir şeyler yapsınlar..
Bunu
düşünmesi bile bize mizahi gelmekte ve
hemen pek çoğumuz "olur mu canım öyle şey"
demekteyiz.Ama ne yazık ki onların adetleri ve gelenekleri
milli kültürümüze öylesine oturmuş veya oturtulmuş ki
tersine bile düşünmekten aciz hale gelmişiz..
İnacımızda, sosyal adet ve geleneklerimizde sevgililer
günü diye bir şey yoktur.Türk milletinin bildiği sevgili
kavramının muadili "Yar"dir.Ve bu aziz millet sevmeyi
de, sevgiyi de , sevgiliyi de-egoist Avrupalıdan- çok daha iyi
bilir.
Bizde mü'min hanımlar ve erkekler
önce nişanlanırlar, sonra da evlenirler. Nikah merasimlerinden
sonra İslam devletinin çekirdeği ve temelini teşkil eden
kutsal aile birliği de böylece kurulmuş olur.
Böyle
"aradakalmış" gayrımeşru ilişkiler bize tv dizilerimizin ve
avrupanın hediyesidir.(Eski Yeşilçam filmlerindeki konular bile
bugünkülerin yanında –vallahi-masum kalmaktaydı.) Bakıyorum da bizim
gibi fakir taşra muharrirlerinden ve birkaç bin basan bazı
muhafazakar ceridelerinden başka buna tavır koyan hiç kimse
yok.
On
bakanlık bütçesi kadar zengin ve kalabalık olan Diyanet işyeri
bir çabanın içine giremez mi; eğitim sendikaları,Müslüman
işadamları ve bizim gibi düşünen insanlar basın bültenleri de
mi yayınlayamazlar,hiç mi kimsenin söyleyecek bir sözü yok…
Tanzimattan sonrada
biz bu filmleri görmedik mi,yüzeli yıl süren
seferberlikler,iki milyon şehid, koca bir hilafet ve saltanat
ülkesini, bir Devlet-i Ali' yi hep bu kafirlere benzeme illeti
yüzünden kaybetmedik mi ..
İki
tane karanfil , bir tane gülün , ucuzluk pazarından
alınmış masum bir hediye'nin ucu sefalete, zillete,
perişanlığa, esarete ve oradan da cehenneme gider genç
beyler ve hanımlar,hatta bir kısım esnaf arkadaşlar…
Unutanlara dün Bulgar,Moskof ve
Ermeni mezalimlerini bugün de,Bosnayı ; Çeçenistanı, Afganistanı,hatta
hatta acı vatandaki Solingenleri, daha yerdeki kanları
kurumamış Gazze' deki şehitleri hatırlatırım.
Sevgililer günü diye bir şeyi kutlayan herkesi, üç kuruş
kazanacağız diye bu kültür yozlaşmasına çanak tutan bir kısım
esnafı ve bize karşı çıkan herkesi de şiddetle protesto
ediyorum.
Allah
CC cümlesine hidayet,şuur ve izan versin…
Saygılarımla…
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BOYKOT
GÜNÜ...
15.yüzyılda Akdeniz deki
İspanyol, Ceneviz ve Venedik korsanlarının Piri Reis ve
Barbaros'ların önünden kaçarak yeni yağma alanları bulmak ve yeni
soygunlar yapmak bahanesiyle sığındıkları kıtada
buldukları bu zehirli ot; yani Tütün yine onlar eliyle
önce Avrupa ya getirilmiş ve oradan da Frenklerle olan
ilişkilerini ilerletenler eliyle de bütün Osmanlı
ülkesine oradan da tüm Asya'ya hızla yayılmıştır.
Dünyanın en güzel
coğrafyasındaki ülkemizin ikliminin ; tütüne
elverişli olması neticesi hızla her tarafta ekilmiş ,
önceleri çubukla içilmiş sonra nargile ile denenmiş ve yüz
yıldır da makinelerle sigara şekline getirilip
insanların istifadesine ( !) sunulmuş bulunmaktadır.
Sömürgeci
haçlıların bizim iyi sigara içtiğimizi
keşfetmeleri bana göre son iki bin yılın en büyük keşfi
olmalıdır.Çünkü makalenin ortasındaki sigara paketi 95
yıl önce Almanya Dresden'deki Dünyanın en büyük sigara
fabrikasında imal edilmiş ve Müslümanları kandırmak için "
Selamualeyküm " ismi verilmiş olan ve bugünkü "Salem "
sigarasının Ata'sı olan sigara paketidir.
Bu dehşet verici
hadise gibi araştırmalarımız neticesi
böyle nice reklam tuzaklarını ve insanlarımızı kandırmaya yönelik
sigara türlerini de antikacı ve koleksiyonculardan -ancak
resimlerini- ele geçirmiş bulunmaktayız.(Ganimetimiz arasında (!)
üzerinde Besmele yazılı paketlerden tutun da Selahattin
Eyyubi'yi at üzerinde sigara içerken gösteren paketler ve
"Mekke" yazılı sigaralar da bulunmaktadır.)
Nihayet
Cumhuriyetle birlikte ülkenin en büyük
lokomotif sektörü olan Reji idaresi Fransızlardan
alınarak İnhisarlar idaresine tahvil olunmuş ; sonra da
Tekel adını almış ve gittikçe büyüyerek 3-5 milyon
insanın bu sayede ekmek yediği (!) bir sanayi
dev'i olup çıkmıştır.
Ama her gelen
iktidarın gafleti neticesi yabancılar –uzmanlarıyla- sigaramıza el
atarak Samsun ve Maltepe haricindeki bütün Türk
sigaralarına toz şeker ,kakao ve Alkol kattırmış; onu katmerli
bir zehir haline getirtmiş ve bizlere yeniden " buyurun
buradan yakın" diyerek bizim tütünümüzü bize yeniden ikram etmiş
bulunmaktadırlar.
Sonra "Sizin tütününüz
de çok meşhurdu canım" diyerek ülkemize şilepler dolusu kendi
Tütünleri olan sulak yerde büyümüş, radyoaktif
hormonlu Virginyalarını ve bundan mamul sigaralarını sokuşturmuş ve
artık ülkemizi kanserin kucağına da iyice yerleştirmiş
olmaktalar.
Bu sayede "Canım
Türkiye’m " günde seksen milyon doları her sabah
yakarak akşama kadar tüketen ve ertesi gün bir o
kadarını daha yakarken hem kendini hem de gelecek nesillerini
"yaktığını " fark etmeyen bir ülke olup çıkmıştır.
Kendi
sigaralarının reklamlarında oynayan kovboyun
Akciğer kanserinden ölmesine aldırmadan hemen yerine
dublörünü yerleştirenler ; bizlerden bir plastik damar
karşılığında yüz elli kamyon buğday istemekte ve Devletimiz de
günde iki yüz elli insanımızı by-pass ameliyatı
ettirerek savunma bütcesi kadar bir parayı sigaranın
açtığı bu yaraları sarmaya harcamaktadır.(Bir anjiyonun
devlete maliyeti dokuz,bir bypass ameliyatının maliyeti ise elli
milyar liradır. )
Sigara tütün
,alkol ,uyuşturucu ,kola ,fuhuş,aids ,frengi zinciri gibi
çoğu ithal bir sürü felaketin milli hasletlerimiz olması kadar
bendenize utanç veren bir başka konu daha yoktur.Bu özelliklere
sahip olan Müslüman Türk insanı profili ne yazık ki hep
tekrarlanan "yüzde doksan dokuz safsatası" içine girmekte ; gerçekte
ne olduğumuzu veya ne olmadığımızı da kimse bilmemektedir.
Sigara ile
mücadele için Ankara daki Sağlık Bakanlığında bile broşür-afiş vb
hiçbir malzeme bulunmamakta ve bu zararlı alışkanlıkla
mücadele için de hiçbir çaba gösterilmemektedir. (Dokuz şubatı
telaffuz etmek –maalesef- ülkedeki fakir bendeniz gibi
Otuzbeş Yeşilaycı'nın derdine kalmıştır)
Eğer kendimizi ve
ülkemizi biraz seviyor ve kendimize biraz acıyorsak; bu
" korkunç zehiri " bir an önce bırakalım ve herkesin de
kurtulması için çaba gösterelim. Zira bundan büyük bir
Milli Dava olamaz.Her türlü milli meselemizi de
ancak yaşayan ve sağlıklı insanlar
çözecektir.
Ulu mezardaki
ölülerimiz değil...
Saygılarımızla….
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
ÖZÜR DİLERİM EY KUDÜS
-
Özür
Dilerim Ey Kudüs….
-
Ölüm şimdi
sessiz bir nehir gibi
-
ıssızlık içinde
-
Kırılır kolları
taş atan çocukların
-
Üzgünüm…
-
Dağlara taşlara
meydan okuyan
-
Çokca
İbrahim soylu çocuklara
-
Masal bile
anlatamadım
-
Sustum ha
sustum….
- Özür dilerim Ey Kudüs…..
-
L. Erdoğan
-
- Her
gün biraz daha karmaşıklaşan İsrail-Filistin meselesinin
aslında Siyonizmin Dünya üzerindeki yayılması demek
olduğunu anlamak için fazla akıllı olmaya gerek
yoktur. Bütün dünya ülkeleri iyi-kötü bir hukuk sistemi
üzerine oturmuş kendi düzenlerini çekip
çevirmekteler.Ama iş İsrail’e gelince bu durum değişmekte
karşımıza ikiyüzlü bir hukuk sistemi
çıkarılmakta buna da dünyada hiç kimse bir ses
edememektedir.
- Bunlardan birisi Dünya ve Bm
normlarındaki hukuk anlayışı diğeri de tevrata
dayalı özel bir hukuk sistemidir. Dışarıya
karşı insan haklarını savunmakta ,BM kararlarından bahsetmekte
ve onun üyesi olmakta,uluslar arası ilişkilerde batı ile
birlikte yürümekte fakat kendi çıkarlarına
gelince hemen üzerindeki esvapları atıp takkelerini
giymekte,zülüflerini salıvererek ellerine kitaplarını
alıp ileri geri sallanmakta ve bir Musevi
olduklarını kainata adeta haykırmaktalar.
- Bu iki
yüzlü güya hukuk anlayışı ülkenin olduğu
kadar vatandaşlarının da yaşama biçimi ve gayesi
olmakta bu kutsal ülküden onları alıkoymaya kimsenin
gücü yetmemektedir.
-
Muharref tevrata göre kendilerine vaat edilen topraklar
dedikleri yer bugün işgal etmeye devam etmekte oldukları
Filistin ile Anadolu topraklarının da nerede
ise yarısıdır.
- İncilde bulunmamasına
“rağmen kendilerinden olmayanlara düşmanlık ve kin
beslemek ve yine kendilerini her milletin üstünde
görmek, hatta kendilerini bütün insanlığın efendisi
saymak itina ile büyüttükleri sapık bir mefkuredir.
- Tabii
onların bütün insanlığa karşı olduğu gibi bizim de
onlar için muhtelif tanımlarımız vardır ve bu da İsrail
oğullarına karşı çok dikkatli ve tedbirli olmamızı
gerektirmektedir.
- Bir
kere Kudüs ve Filistin hala bir Osmanlı
toprağıdır. Kanla , şanla ve şerefle Osmanlı’ ya
Memluklardan intikal etmiş kutsal bir vatan
coğrafyasıdır. Orasının yerli ahalisi Arapların
Osmanlı tebaası olmasına karşın
İsrailoğullarının hiçbir hakları yoktur. Bugün
oturdukları arazi onlara atalarından kalmış da
değildir, para ile satın aldıkları tapuların etrafına beton
duvarlar örerek; hesap sorarak taş atana füze atarak, toprak
evlerin üzerine dev tankları sürerek , oluk
oluk Müslüman kanı dökerek zorla işgal ettikleri beş yüz
yıllık eski anavatanımızdır.
- Burada
gerçekten özür dilenmesi gereken bizim eski kıblemiz
Hz. Ömer’ (RA) in ve Selahaddin Eyyubilerin şehri olan “Mübarek
Kudüs” dür.1400 Yıldır Müslüman şehri olan Kudüs
Efendimizin SAV miraca yükseldiği yerdir. Ondan öncede
Süleyman Peygamberin ve Saba melikesi Belkıs’ ın
ülkesidir. Bugün ağlama duvarı denen yerde Hz. Süleyman AS
Peygamberin eseri olan mabedin yegane kalıntısıdır.
- Bugün
Yahudilerin birer Amerikan askeri gibi donanarak dev
tanklarla Konya ovası kadar bir yerde ev-ve
katliam yaptıkları ve yakıp yıktıkları bu aziz kent bugün
harabe ve kan gölü halindedir. Müslümanların aziz
naaşlarını gömecek bile toprakları kalmamıştır.
Çünkü hepsi işgal altındadır.
- Kudüs
utancı sadece Arapların değil elbette ki bütün İslam
dünyasınındır. Dünyadaki bir buçuk milyar Müslümanın sadece iki yüz
milyonu arap ise yüz seksen milyonu da TÜRK’ tür. Tarih
önündeki cezai sorumluluk bu toprakları bir hile
ile elimizden alanlara ait olmalıdır. Dolayısıyla
özür dilenmesi gereken yer eski kıblemiz olan kutsal ve
aziz Mescid-i Aksa’nın Şehri olan Kudüstür.Filistin Arapları
değil,Yahudiler ise hiç değildir.
- Hz.
Süleyman AS ve Hz.Musa AS da iki büyük İslam
Peygamberidir.Yüce Allah-u Azim Üş Şan’ ın oluk oluk Müslüman
kanı döken bu katil kabileye böyle bir vaadi
de asla yoktur.
- Hile
ve diplomatik manevralarla elimizden alınan bu
şehrin hesabını ne Osmanlı ne de cumhuriyet insanı
olarak asla soramadık.Sormak ve konuşmak cesaretini bile
gösteremedik.
- İşte
bizde bu itibarla kendi payımıza düşeni söylüyor ve Lokman
Erdoğan’ ın yukarıdaki dizelerine aynen katılıyoruz.
- Senden
özür diliyorum ey kutsal Kudüs…Sahip çıkamadığım, seni
koruyamadığım,yahudilere kaptırdığım ve seni benden alanlara
hesap soramadığım için…
- Özür
dilerim Ey Kudüs…
-
Gözyaşlarım ve Dualarımla…..
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİLAY ERKEK YURDUNDA
Sigara
Alkol ve tüm bağımlılık yapan maddelerle ilgili mücadele ve
bilgilendirme çalışmalarına devam eden Türkiye Yeşilay Derneği Çorum
Şubesi geçtiğimiz günde Çorum Shçek bağlı erkek yurdunda
bir konferans verdi.
Sigara
bağımlılığının bilhassa gençler arasında çok erken
yaşlarda başladığına dikkat çeken Türkiye Yeşilay Derneği
Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay ,sigarayı kolalı ve
alkollü içeceklerin takip ettiğini bunun da yükselerek ağır
bağımlılık yapan maddelere doğru geliştiğine dikkat
çekerek şunları söyledi :
"Uzun
yıllar sigara içen arkadaşlarımız ve hemşerilerimiz
sigara kanunu ile sigarayı bırakmak mecburiyetinde
kalmışlardır. Kırk-elli yıl içtikten sonra bırakmanın
bir faydası yoktur. Bizim maksadımız ruh ve beden sağlığı
yerinde bir nesil yetiştirmektir.Bunun da yolu hiç
başlamamaktır.
Şimdiki bilgisayar çağında yetişen yavrularımız
bizden çok daha geniş teknik bilgi ve beceri imkanlarına
sahip bulunuyorlar. Onların bizim düştüğümüz hatalara
düşeceklerini sanmıyorum. Yıllarca bir zehire tutsak
olarak bir servet ödemek ve karşılığında kanseri,
kalp hastalıklarını ve ölümü satın almak akıl işi olmasa
gerek. Bizim yaptığımız da onları bilgilendirerek
gelecekte bizlerin hatalarına düşmemelerini sağlamaktır.
Bu itibarla her yıl geldiğimiz
Shçek birimlerinde sinevizyon destekli konferanslar vermeye bu yılda
davet edildik. Gençlerimizin ilgisi salon ve hazırlıklar
mükemmeldi. Yurtta yaşayan ve çoğunluğu orta öğretim çağındaki
gençlerimizi bilgilendirmemize ve işbirliği
yapmamıza imkan tanıyan Shçek İl Müdürü Sn.Mustafa Oruç'
a ve gerekli organizasyonları büyük bir titizlikle yapan Erkek
Yurdu Müdürü Cemil İnceyılmaz' a,Müdür yardımcısı Adem Yılmaz' a ve
Çocuk ve gençlik Merkezi müdürü Sn.Numan Yakut' beyefendiye
;yetiştirme yurdu idareci ve öğretmenlerine ve tüm yetkililere
sonsuz şükranlarımızı sunuyor; Türkiye Yeşilay Derneği ve
şahsımız adına çok teşekkür ediyoruz."
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
TEL
Lise
yıllarımdı. Bir ziraatçı olan babam görevi icabı sık sık
köylere gider ; özellikle yaz tatillerinde
bende onunla gider; değişik yerler görür, insanlarla tanışır,
oyalanırdım.
Şehrin sıkıcı atmosferinden çıkıp
yeşil ormanlara, papatyalarla kaplı dağlara, gelincik dolu ovalara
gitmek beni çok mutlu ederdi. Hele gittiğimiz köylerde kaldığımız
geceler yıldızları seyreder, şehirdeki evimizden niye bu kadar çok
ve parlak görünmediklerini merak ederdim.
Bir gün yine sabah erkenden yola
çıkmıştık. Bu sefer pirinç ekimi yapılan bölgelere, çeltik
tarlalarına gidecek orada inceleme yapacaktık.
Aracımız keskin virajlarla dolu dağlara tırmanarak akarsuların
içinden ve dere yataklarından geçiyor, arada sırada tek ayağını
kaldırmış leylekler kırmızı gagalarıyla yol boyunca bizleri
selamlıyorlardı.
O gün
epey yol gittiğimizi geniş ve uçsuz bucaksız bir ovaya gelince
anladım. Şehirden ne kadar uzaklaşmıştık kim bilir?
Araçtan indik. Benim ise her tarafım uyuşmuştu. Zorlukla birkaç adım
atıp kendimi toparladıktan sonra etrafıma baktı.
Burası
bir çeltik tarlası idi. Pirinç ekimi yapılıyordu. Babam:
- İşte
o çok sevdiğin pilav var ya; onun pirinci işte burada böyle ve ne
zorluklarla yetişiyor. Görüyor musun? Dedi. Hayretler içindeydim.
Ben pirincin sulak yerde yetiştiğini, ekilen yerlere
çeltik denildiğini okumuş, duymuş ve dinlemiştim ama insanların
böyle paçalarını sıvamış suyun ve çamurun içinde
yüzdüklerini de hiç görmemiştim. Saatlerce suyun içindeydiler. Bu iş
yani pirinç tarımı ne kadar da zahmetliymiş meğer diye düşündüm.
Hem belleri ağrımıyor muydu,
öyle saatlerce elleri ve ayakları suda durarak bir şeyler yapmak
çalışmak çabalamak ne kadar zordu Yarabbi!
Ben
bunları düşünürken babam yanındaki köylülerle uzaklaştığını ve
benimde bir kenarda kalakaldığımı fark ettim. Hemen önümde çok yaşlı
bir kadın eğilmiş suyun içinde bir şeyler yapıyordu.
- Hoş
gelmişsiniz oğlum, sağa söylüyom. Heeey, Hoş geldiniz.
- Aa
özür dilerim teyze, dalmışım, Hoş bulduk. Kolay gelsin, nasılsınız.
-
Nassı olalım işte Allaha şükür, yuvarlanıp gidiyoruz, görüyorsun
suyun içindeyiz. Eğmek parası. Yaşını tahmin edememiştim.
Sordum. Annemden birkaç yaşta küçük olmasına rağmen ama öyle yaşlı
gösteriyordu ki. Yüzü kırışmış, başörtüsünün kenarından görünen bir
tutam saçı da bembeyaz olmuştu. Bir yandan çalışıyor bir yandan da
benimle konuşuyordu:
-
Okuyon mu?
-
Evet.
-
Nerede?
-
Liseyi bitirdim bu sene.
-
Afferim!
-
Okuyup da ne olacaksın?
-
Bakalım. Doktor olmak istiyorum.
-
İnşallah, Allah C.C. yardımcın olsun.
- Amin
teyze, cümlemizin. Sizlerinde. Yaptığınız iş ne kadar zor teyze, ben
pirinç ekiminin bu kadar zor olduğunu bilmiyordum!
- Ne
sanırsın ya, bir avuç pirinç için bir ömür veriyoz burda,
dabanlarımız, avuçlarımız suyun içinde.
-
Bende zannediyordum ki bu iş.
-
Gordün işte, sanıldığı kadar goley değil.
- Hem
hangi iş goley ki. İnsana öyle hemen ekmek vemiyorlar bu dünyada.
Biliyonmu ?
- Neyi
Teyze ?
-
Geçenlerde bizim gomşu Hatce gadının torunları geldi
Alamanya' dan.Guççük iki oğlan, pirinci de, yomurtayı da pavlikada
yapılıyor sanıyorlarmış. Hele tavukların boynuna ip takıp da it gibi
sürümeye galkmadılar mı? Gule gule öldüydük. Heleççik bebeğin biri
yımırtayı tavıkdan çıkarken görmüş .Bi daha ikisine de yımığta
yediremedik. Ne bilsinler bebekler,gavır ellerinde büyüyünce öğle
oluyo.Cahallık işte. İkimizde gülüştük.
-
Ayran içenmi?
-
Zahmet vermeyeyim,hem işiniz de var.
-
Hazır zaten oğlum,şimdi alır gelirim.
Doğruldu, çamurun içinde zorlukla ilerledi. Bir kenardaki
eşyalarının bulunduğu yere çıktı. Biraz sonra elinde bir tas
ayranla geldi.
-
Buyur bakelim guççük beey.
- Sağ
ol teyze,
-
Allah razı olsun, susamıştım. Çok makbule geçti. Eline sağlık.
-
Afiyet ossun . Bi daha verem mi?
- Yok
kafi geldi, teşekkür ederim, ölmüşlerinizin canına değsin.
- İyi
para kazanıyor musun bari teyze? Bu kadar zor bir iş karşılığında!
- Ne
gezer evlat, garınımızı zor doyuruyoz.
-
Mesela bugün mayış günü, yarın elimizde heç para
galmayacak, tuza gaza, şeker,una hep zam yaptılar. Kimse bizi
düşünmüyo, heç düşünmüyo.
-
Neden teyze.Annem hep pirincin pahalı olduğunu söyler. Tanesini
tabakta bırakmayın der. Bir taneye bin melaike hizmet
ediyormuş der.
-
Orada öyle ama tarlada para etmiyo.
-
Mesela bugün maaşınla ne yapacaksın teyze, nerelere dağıtacaksın?
- Tel
alacağım.
- Ne
teli? Cevap vermedi, birden düşüncelere daldığını hissettim, hem
çapa sallıyor hem de içini çekiyordu. Birden doğruldu. Bana döndü:
- Anan
bunun bir tanesine bin melaike hizmet ediyormuş diyo, he.
- Evet
teyze!
- Anan
doğru söylemiş, gutlu kadınmış. Biliyo. Hem sen melaike gordün mü
heç?
-Yoo ,
nereden göreyim? Onlar görülmez ki!
-
Gorülür, gorülür.Benim yavrım da melaike gibiydi.
- Ne
oldu yavrunuza?
- Ne
sen sor ,ne ben söyleyim?
- Ne
oldu teyze? Gözleri yaşarmaya başlamıştı. Elindeki çapayı
bıraktı.Kolunun tersiyle gözlerini silmeye çalıştı. İçin için
ağlıyordu. Birden kendimi suçlu hissettim.Yarasını deşmiştim.
Kim bilir oğluna ne olmuştu. Neydi ızdırabı?
-
Sefillik, fukaralık işte...Yıllarca bu işten garnımızı zor doyurduk.
Bir kenara üç-beş kuruş artırıpda evimizin pencerelerine bir tel
takamadık.
- Ne
teli teyze? Haa, demin söyleyecektiniz de.
- Hani
şu sinek girmesin diye satılan teller var ya.? Göz göz, delik delik.
-Evet,
anladım.
-İşte
para bulup da bir teli bulamadık. Fakirliğin gözü kör olsun.
Buralarda çok olur. Aha bu çamırın yüzünden . Sivrisinek soktu da,
sıtma oldu ve öldü zavallı yavrım. İşte o bir pirinç tanesine
hizmet edenlerden birisi de benim melaike oğlumdu, annadın mı ?
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
SÜLEYMANİYE
Güzel
bir sonbahar akşamıydı.
Bazı
işlerim icabı yolumun düştüğü Süleymaniye Camii havalisine geldiğim
zaman daha akşam ezanına epey vardı.
Dışarıdaki musluklarda abdestimi aldıktan sonra camiiye girdim.
İçeride hiç kimseler yoktu. Mihrab ve minber civarında birkaç ampul
yanıyor, içerisi derin bir sessizlik ve huşu içinde bulunuyordu.
Ayakkabılarımı bir kenara bırakarak muazzam ve muhteşem mabedin
içinde ilerledim. Bir yandan etrafıma bakınıyor, bir yandan da bu
mimarlık şaheserini seyrediyordum. Arkada bulunan granitten mamül
dev kolonlardan birisinin dibine oturarak etrafı incelemeye
koyuldum. Muazzam ve yüksek kubbe, onu takib eden yarım
kubbeler,kemerler,vitraylı pencereler,tezyinat beni hayretler içinde
bırakıyordu. Devlet-i Ali'i Osmani'nin en kudretli döneminde inşa
edilen bu yapı o kadar sadeydi ki. Mihrabın iki kenarındaki iki
seramik panodan başka camide doğru dürüst çini yoktu. İstenilse
Sultanahmet Camii gibi yirmi bin metrekare çini kullanılabilirdi.
Koca Sinan'ın sadeliklerden mürekkep bir güzellik arzuladığı ve
bunun da ancak büyük bir tevazuu demek olduğu bu yapıda çok daha iyi
anlaşılıyordu.
Biraz sonra camiye birkaç kişi
daha girdi. Onlarda bu loş ve karanlık mabed içinde hayaletler gibi
süzülerek bir kenara iliştiler.
Nihayet ezan okundu. Saf tutmak üzere caminin muhtelif köşelerinden
müminler birer birer sökün ederek en öne dizildiler.
Derken
imam efendi göründü. Yazlık açık renk cübbesi ve kavuğuyla bu
loşluğun içinde ve bu muhteşem mabedin dekorunda ağır ağır
ilerliyor; Çağrı filmindeki aktörler gibi görünüyordu.
-
Safları sık ve düzgün tutalım ey cemaati Müslimin. Allahın rahmeti
üzerinize olsun.
-
Amin. O esnada gayriihtiyari her iki tarafa da bakmak ve saf
içinde konumumu doğrulamak istedim. Hafifçe eğildim ve gördüklerim
karşısında hayrete düştüm. Camide tek bir saf vardı ve onun da iki
ucunun camiinin her iki duvarına ulaşmadığı görülüyordu. Tahminime
göre bu ulu mabette bu akşam vaktinde belki otuz beş-kırk kişi ancak
namaza duruyor ve cemaatin de çoğu zenci gençlerden oluşuyordu.
Tekbirimiz alarak namaza başladık.
Böyle
bir ibadet anı daha pek yaşamamıştım.
Hemen
omzumun yanı başındaki Müslüman kardeşim de siyah deriliydi. Bu hiç
de garip değildi. Burası Allahın mabedi ve Türkiye’de bir salatin
camiiydi. Herkes gelebilirdi. Kelime-i Şahadet getirip Müslüman
olmuş ve bu hak dini benimsemiş herkesin burada ibadet etmeye hakkı
vardı. İyi de bizim insanlarımız neredeydi. Müslüman Türkler hangi
camiye gitmişlerdi.
Nihayet namaz da, dua da, tesbih de bitti. Hoca efendi mikrofonunu
çıkardı. Cemaat yavaş yavaş dağılmaya başlıyordu. Ben bir yandan bu
siyah derili, gözlerinin beyazları iyice belirgin, kırmızı dudaklı,
iri yarı zencileri inceliyor, bir yandan da büyük bir yeise kapılmış
bulunuyordum.
Ülkemin en büyük camisinde, bir akşam vaktinde neredeyse bomboş bir
camideydim. Fakat sanki başka bir memleketteymişim gibi
insanlarımızı görememiştim.
Artık
hayretimi gizleyemeyecektim. Doğru imamın peşi sıra gittim.
-
Selamualeyküm hocam! Ağzınıza sağlık, Allah kabul etsin.
- Ve
aleykümselam,cümlemizinkini de!
-
İnşallah, hocam bir sorum olacaktı da:
-
Buyurun!
-Bu
siyah derili zenci kardeşlerimiz nereliler, turist mi bunlar.
Beni aydınlatır mısınız? Çok hayretimi mucip oldu da. Sonra cemaat
nerede, hava kar değil kış değil, niye kimse yok?
- Siz
yabancısınız herhalde.
- Evet
öyle sayılır karşıda oturuyorum.
- Her
gece bu kadar veya biraz daha az, belki birkaç kişi daha fazla
oluyor cemaatimiz. Bizde ağzımız alışmış safları sık ve düzgün
tutalım diyoruz ya. Ortada ne saf var ne de kimse gördüğünüz gibi.
- Peki
bu zenciler kim?
-
Onlar Bengaldeşli ve Sudanlı Müslüman kardeşlerimiz. Aşağıda
mercandaki bekâr odalarında, karanlık hanların izbe köşelerinde
yaşıyorlar.
- Niye
orada yaşıyorlar, niye buradalar ki.
-
Ülkemize çalışmaya gelmişler. Camiinin çarşılarındaki dükkanlarında
çaydanlık ve polisaj atelyelerinde çalışıyorlar, imalat yapıyor,
para kazanıyorlar. Ülkelerindeki işsizlik ve yokluk onları buralara
sürüklemiş. Çok temiz insanlar.
- Evet
belli, yürüyüşleri bile edebli.
- Eğer
onlarda olmasa şu koca Sinan'ın eseri, Muhteşem Kanuni Sultan
Süleyman Hanın camii de bomboş kalacak. Allah razı olsun onlardan.
Onlar şereflendiriyorlar bu Yüce mabedimizi..
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
2009 YILI KÜLTÜR SANAT VE BAŞARI ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULACAK
Türk Edebiyat dünyasında
önemli yer tutan, Türk Edebiyat’ına ve Türk Şiirine hizmet vermiş
usta kalemlerin onurlandırıldığı,“Emine Sevinç Öksüzoğlu Kültür
Sanat ve Başarı Ödülleri” Edebiyat Araştırmacısı Şair Yazar Emine
Sevinç Öksüzoğlu hanımefendi ve Şair Yazar GASAT Ödül Kurulu Başkan
Yardımcısı İsmet Bora Binatlı beyefendinin katılımı ile, Azerbaycan
Bakü'de düzenlenecek büyük bir törenle sahiplerini bulacak.
Bu yıl yedincisi
verilecek olan bu ödüller, gerçek anlamda edebi kariyeri olan ve
Türk Edebiyat dünyasına ciddi anlamda hizmet vermiş olan kişilere
takdim edilmektedir.
GASAT
“2009 yılı Emine Sevinç
Öksüzoğlu Kültür Sanat ve Başarı Ödülleri” nin sahipleri ve ödül
alacağı dallar, ödül kurulu tarafından şöyle tespit edilmiştir:
“Emine Sevinç Öksüzoğlu
Türk Edebiyatı Onur Ödülü” İstiklal Şairi Sn. Bahtiyar Vahabzade
beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Gaziantep Altın Fıstık
Türk Edebiyatı Üstün Hizmet Madalyası” Ve Gaziantep Özel el işi
Nakkaşe “Uluslararası VECTOR İlim ve Edebiyat Eserleri
Araştırma İnceleme Merkezi olarak değerli katkı ve
çalışmalarından,Azerbaycan Türk Dünyası Edebiyatına yapmış olduğu
üstün hizmetlerden dolayı; Prof. Dr. Sn. Elçin İsgenderzade
beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Emine Sevinç Öksüzoğlu
Türk Edebiyatı Şeref Beratı” Beynelhalk sanat dergisi olarak
Bakü’de yayımlanan BAYATI dergisindeki değerli hizmetlerinden ve
İlmi çalışmalarından dolayı;Prof. Dr. Sn. Elçin İsgenderzade
beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Emine Sevinç Öksüzoğlu
Türk Dünyası Edebiyat Şeref Ödülü” Yaşamının büyük bölümünü
Azerbaycan Türk Dünyası Edebiyatına adayarak, sayısız çalışmalara ve
kitaplara imza atmıştır. Azerbaycan Türk Dünyası Edebiyatındaki
üstün hizmet ve değerli çalışmalarından dolayı; Azerbaycan Yazarlar
Birliği Başkanı Sn. Anar Rızayev beyefendiye takdim edilecektir.
(Azerbaycan)
“Emine Sevinç Öksüzoğlu
Türk Dünyası Edebiyatı Üstün Hizmet Ödülü”
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Galip BARAN |
Galip BARAN HAYAT HİKAYESİ |
DEMİREL ÖRNEK OLMALIDIR
…
İnsan
bencil bir varlıktır. Bencil varlık yanlış işler yapar. Ben de
yanlış işler yaptım. Sayın Süleyman Demirel de yapmıştır…Benim
yaptığım yanlış işlerin bazıları: Kira geliri vergisi ve veraset ve
intikal vergisi ödemedim. Vergi kaçırdım. Rüşvet verdim. Kaçırılan
vergi ve verilen rüşvet simit ya da çorba parası kadar olsa bile,
suçtur, yolsuzluktur. Yolsuzluğun büyüğü küçüğü yoktur. Önemli olan
insanın bu suçu işlediğini kendiliğinden fark edebilmesi, idrak
edebilmesi ve kefaretini ödemek için elinden geleni yapmasıdır.
Böyle davranmak ERDEMDİR.
Şimdi
sözü; yıllar önce başlattığımız "okul dışı eğitim" olarak
tanımladığımız çalışmalarda geliştirdiğimiz, bundan böyle diye
başlayan, "müfredat"ta dile getirilen uygulamalara getirmek
istiyorum:
Yaşam
tarzımda "devrim" niteliğinde değişikliklere yola açan bu
uygulamaların bir örneği Türkiye Cumhuriyeti devletini dış borç
yükünden kurtarma kampanyası başlatma girişimimdir. Bu konuda
Başbakanlığa yaptığım başvurumla, kiradaki evimden almakta olduğum
aylık 200 milyon TL gelirimi, bir yıl süreyle, gönüllü vergi olarak
ödemeyi taahhüt ettim.
Hazine
Müsteşarlığınca, bu başvurumla ilgili olarak, Başbakanlık Halkla
İlişkiler Daire Başkanlığı'na gönderilen 22. 11. 2001 tarihli
yazıda, bir yasal düzenleme yapılması önerildi. Ancak, 57- 58- 59 ve
60 hükümetler bu öneriyi dikkate almadılar.
Başlatılması durumunda, en
azından, vergi bilinci kavramını hayata geçireceğine inandığım bir
girişim, böylece "katledildi". Bu "katl"in sorumluları hakkında
neler hissettiğimi bu satırları okuyanların takdirine bırakıyorum...
Unutmadan; vergi kaçırmanın "kul hakkı yemek" olduğunu da sözü
edilen çalışmaları yaparken öğrendim. O çalışmaları yaparken aldığım
tepkilerin bazıları:
"Herkes senin gibi olsa" ,"senin gibilerin sayısı çoğalmalı",
"yaşanan sorunlar senin gibilerin azlığındandır", "Allah rızası
için, insanlık için çalıyorsun", "ibadet ediyorsun", " hakkın
ödenmez", "Bodrum için çok şey yaptın" , "Allah gecinden versin
senin cenazen çok kalabalık olacak", "dünyanın en zor işini
yapıyorsun"…
Eğer,
"okul dışı eğitim" çalışmalarını yapmasaydım, "müfredat"ta sayılan
alanlardaki suçları işlemeğe, yolsuzlukları yapmağa devam edecektim.
Bu satırları, bu gerçeği kamuoyuna açıklamak için yazıyorum…
Diğer
taraftan, o çalışmaları yapmayanların "müfredat"ta sayılan
alanlardaki suçları işleyip işlemediklerinin, yolsuzlukları yapıp
yapmadıklarının takdirini kendilerine bırakıyorum…
Şimdi
soruyorum: "Acaba", sayın Süleyman Demirel;
Turgutreis'te denizi kirleterek Yat Liman inşa eden Doğuş Grubu'na
verdiği desteği hatırlar mı,
Tarım
arazilerine otomobil fabrikaları yaptırdığını anımsar , kefaretini
ödemek ister mi?
Eski
Cumhurbaşkanlarına maaş zammı öngören, haksız bulduğum, yasa ile
ilgili düşüncelerini açıklar mı?
Bundan
böyle, benzer yanlışların yapılmasının önlenmesi bağlamında ÖRNEK
OLMAK ister mi?
Alınması Gereken Ders: "İnsan ektiğini biçer" bu alemde,
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Galip BARAN |
Galip BARAN HAYAT HİKAYESİ |
- HİLLARY CLİNTON
- Bu
sabah TV'de izlediğim haberlerde, Hillary Clinton, Dışişleri Bakanı
olarak ettiği yemin töreninde, "her sabah dünyayı nasıl daha
güvenilir bir hale getirebilirim düşüncesiyle uyanıyorum" şeklinde
bir söz söyledi. Bayan Clinton'a, bu sözünden yola çıkarak,
aşağıdaki şekilde bir mektup gönderebiliriz...
-
Hillary Clinton,
- ABD
Dışişleri Bakanı
- Sayın
Hillary Clinton,
-
Dışişleri Bakanı seçilmenize, eşiniz Bill Clinton'un bıraktığı
izlenimin de etkisiyle en çok sevinenlerdeniz. Gönülden kutluyoruz.
Başarılarınız için duacıyız.
- Bu görevi üstlenişiniz nedeniyle
ettiğiniz yeminde; "her sabah dünyayı nasıl daha güvenilir bir hale
getirebilirim düşüncesiyle uyanıyorum" şeklinde bir söz söylediniz.
Size, bu değerli düşüncenize destek ve yardımcı olmak amacıyla
yazmak gereğini duymuş bulunuyoruz. Faydalı olabilirsek, ne mutlu
bize.
-
Bizler, yıllardır devam eden "okul dışı eğitim" olarak
tanımladığımız çalışmalarla; "dünyayı daha güvenilir hale getirme",
"dünya barışını sağlama", "dünyayı daha yaşanabilir kılma" , "iklim
değişikliğine son verme" konularında çözüm olacağına inandığımız
nedenle dikkate almanızı dilediğimiz bir sonuca vardık. Bu sonucu
şöylece özetledik:
- SORUN
BENCİLLİK: ÇÖZÜM SENCİLLİK
- Şöyle bir bakıldığında, doğru gibi
görülse bile, herkesin kolaylıkla ifade edebileceği soyut bir kavram
olarak değerlendirilebileceği nedenle, inandırıcı bulunmayabilecek
bu deyişi bizler yukarıda sözü edilen "okul dışı eğitim"
çalışmalarımızla somutlaştırmış , yaşama geçirmiş bulunuyoruz..
-
Bakanlığınızın Türkiye'deki temsilcileri, yazdıklarımızın
inandırıcılığı konusunda, size, bizleri izleyerek, gözleyerek,
bizlerle görüşerek, yardımcı olabilirler.
-
Saygılarımızla, Bilinç Üniversitesi
-
Turgutreis-Bodrum, TURKEY
-
Gönderen Galip BARAN http://galipbaran.blogspot.com, e.MAİL:
galipbaran@ttmail.com
-
AYRICA: http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL HAYAT HİKAYESİ |
- DOĞALGAZ’DA KESİN ÇÖZÜM
ERZİNCAN OVASIDIR
-
“Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağı ortaya çıkarıldığı
takdirde ülkemizin doğalgazı fazlasıyla karşılanacak ve nükleer
enerjiye ihtiyaç kalmayacaktır”. Akkuyu da yapılacak 4800 KW
gücündeki nükleer enerji santral ihalesine yalnız Rus’lar katılmış
ve 86 milyar ABD doları gibi çok büyük fiyat teklif etmişlerdir.
-
Ülkemizde yerli kaynaklardan enerji üretimi için; Milletçe ve
Devletçe seferber olmak mecburiyeti doğmuştur. Ülkemizde yerli
kaynaklardan enerji üretimine çaba göstermeyen ve bu konuda yardımcı
olmayan kimseler; kendilerine, yakınlarına, milletine ve vatanına
‘ihanet etmiş’ olacaklardır.
-
1.İnternette http://www.milliservet.blogspot.com/ WEB sitesinde
yayınlanan 10.10.2008 tarihli RAPOR da, üçüncü zamanda Ortadoğu!da
sığ Tetis denizinde çok zengin petrol yatakları teşekkül ederken;
Erzincan Ovası’ndaki sığ Tetis denizsel ortamda da benzer şekilde
çok zengin petrol yatağı teşekkül etmiştir.
- Bu
petrol yatağı teşekkül ettikten sonra; milyonlarca sene Erzincan
Ovası etrafı dağlarla çevrili sığ ring gölü haline geldiğini; bu sığ
gölde milyonlarca sene yeniden ve ilâveten petrol teşekkül ederek,
Erzincan Ovasındaki bu petrol yatağının daha çok zenginleştiği
konusunda ayrıntılı bilgi verilmiştir.
- 2. Bu
RAPOR da, Arabistan plâtosunun, Anadolu’yu ve Erzincan Ovasını
muazzam kuvvetlerle zorlayarak ittiği; bu itme ile Anadolu’nun her
yıl Yunanistan’a doğru 2.5 cm yaklaştığı; Erzincan ovası’nın da her
yıl 1-2 cm kadar daraldığı ve bu zorlama itmeye dayanamayan Erzincan
ovası’ndan geçen fay’ların çatladığı; çatlayan bu fayların 1-2 gün
gibi kısa sürede kırılarak depremlerin meydana geldiği
bilinmektedir.
-
Çatlayan bu faylardan çok büyük ölçüde doğalgazın yükseldiği; gökte
doğalgazın yanması ısısı ile deprem geceleri Erzincan ovasında
trilyonlarca m3 havanın ısınması ve ovadaki donmuş karların erimesi
ile Erzincan ovasında çok zengin doğalgazın varlığını doğa; açıkça
orta koymaktadır.
- 3. Bu
RAPOR da, depremler esnasında çatlak faylardan 1-2 gün süre
içerisinde çıkan doğalgaz kaçağının yerde ve gökte yandığını;
Arabistan plâtosunun Erzincan ovasını itmesi devam ettiğinden;
deprem olayı olup biter-bitmez, çatlayan fayların vana gibi
kapanması sebebi ile; Erzincan da 50-60 sene sonra meydana gelecek
yeni deprem tarihine kadar bu faylardan doğalgaz çıkmasına izin
verilmediği; bu nedenle Erzincan ovası’ndaki doğalgaz yatağı’nın
zenginliğinin korunduğu konusunda bilgi verilmiştir.
- 4.
TPAO Genel Müdürlüğü’nce 1998 senesinden beri verilen cevabi
yazılarda Erzincan ovası’nın jeolojik yapısının petrol ve doğalgaz
teşekkülüne uygun olmadığı konusunda; masa başında oturarak kafadan
sallama beylik palavra ifadeler ile bilgi verilmiş ve her defasında
bu konu dışlanmıştır.
- MTA
Genel Müdürlüğü’nün 1/500.000 ölçekli ‘Jeolojik haritasında’
Erzincan ovası ve civarında petrol teşekkülâtına çok uygun yaşlı
çökellerin varlığı açıkça görülmektedir. Etrafı dağlarla çevrili ve
üstü çok mükemmel biçimde örtülmüş olan Erzincan ovasındaki petrol
yatağı erozyona karşı mükemmel şekilde korunmuştur.
- SONUÇ:
Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağı ortaya çıkarıldığı
taktirde; Akkuyu da inşa edilecek 4800 KW gücündeki nükleer enerji
santralı için yapılacak 86 milyar ABD doları gibi çok büyük masrafın
% 0.001 (10.000’de bir) gibi çok az masraf ile Erzincan ovasında
gerekli petrol ve doğalgaz araştırmaları ve sismik etütleri
yapılacak ve birkaç sondaj kuyusu açılması ile çok büyük miktarda
doğalgaz üretimi yapılabilecektir. Bu nedenle, ülkemizde nükleer
enerji santralı inşasına da gerek kalmayacaktır.
- WEB: http://www.milliservet.blogspot.com
- e.MAİL: hhgurel@hotmail.com
- Gönderen Yüksek İnşaat Mühendisi,
İTÜ-1953
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
AYTEKİN AYDIN’IN HİZMET
DÜNYASI
Aytekin Aydın, binlerce PTT çalışanından biri.
Ama
farklı olan bir PTT çalışanı, PTT memuru Aytekin Aydın. Düşünen,
halkla ilişkiler kavramına uzaktan seyreden değil, yaşayan ve
uygulayan, vatandaşla kuruluşu arasındaki köprüyü sağlam temeller
üzerine oturtup, hizmetleriyle vatandaşın takdirini kazanan
şiirleri, denemeleri bulunan bir arkadaşımız.
PTT’nin hizmetleriyle ilgili görüşleri var, ürettiği, birincilik
ödülü aldığı hizmet sloganları var. Aytekin Aydın’a kulak verelim.
SİZE HİZMET KENDİMİZE VERDİĞİMİZ ÖDÜLDÜR.
Evet
bir PTT çalışanı olarak PTT nin 2007 yılında açmış olduğu slogan
yarışmasında yukarıdaki sloganımla birincilik ödülü almıştım.
Bu
gün yazmış olduğum o sloganın somut bir şekilde hayata ve
uygulamaya geçmiş olduğunu görmekten çok mutluyum. Aslında her şey
bundan 5–6 yıl önce başladı. Sanki sihirli bir el değdi ve PTT
hızlı bir atılıma geçti. Önce PTT BANK yapılanma sı ile bankacılık
hizmetlerine başladı. Türkiye’nin tüm il ve ilçelerine on line
havale kabulü ile para kabulü, posta çek ile çok cüzi bir ücretle
para transferi, Western union ile tüm dünyaya havale işlemleri,
internet, kablolu tv, internet üzerinden telgraf işlemi
sigortacılık hizmetleri tren bileti satışı arkasından. Acele koli
hizmetleri ve ardından da 02.06.2008 tarihinde PTT KARGO
yapılanmasına geçilmiştir.
PTT
Acele Kargo ve PTT / V.İ.P Kargo hizmeti başlatılmıştır. İlk
etapta 8 ilde 8 adet kargo işleme merkezi oluşturulmuş 81 ilin 0/0
85 ine kargolar ertesi gün teslim edilmektedir, üstelik PTT Kargo
169 servisi ile 50 kg’a kadar olan kargolar günün 24 saati evden
alınmakta. 30 bin uzman 8 yeni dağıtım merkezi ve 5 binin üzerinde
araçla çağa uygun PTT nin adına yakışır bir hizmet anlayışı ile
yerine getirilmektedir.
Yine
yıllar önce çeşitli gazetelerde PTT hizmetlerini anlatan bir
makale yazmış ve yazının başlığını –Bir Kurum Bin Hizmet PTT- diye
atmıştım bugün güzel bir benzetme olarak mecazi anlamda söylediğim
o sözde gerçekleşmek üzere.
Evet
sayın okurlar; Ben böyle köklü ve halkıyla bütünleşmiş 169 yıllık
bir kurum mensubu olmaktan mutluyum. Sizlerinde güzel ülkemizde
sizlere hizmet için kurulmuş böyle nadide kurumlara sahip
olmanızdan mutlu olduğunuzu biliyorum.
Nice 169 yıllara PTT iyiki
varsın, sevgilerimle.
SAHİP ÇIKAMADIKLARIMIZ
Ak
kaz, vs. Tüm masallarımız hoşça kalın. Sizin yerinizi şimdi
CD’lerle, televizyon ve kitaplarda yeralan Alice Harikalar
Diyarında, Pinokyo, Heidi veya çizgi filmler dolduruyor: Aynen
bizim zihnimizi haftalık dizilerin doldurduğu gibi.
Artık düşünemez olduk. İzlediğimiz dizilerde gülmemiz gereken
yerlerde gülme efektini duyunca gülüyoruz. Uzaktan bizi kumanda
eden bu diziler, aile içi sohbetlerimizi de unutturdu.
Ziyaretlerimiz bile dizilere göre yapılır oldu. Evden çıkmayı,
hasta ziyaretine gitmeyi önemsemez olduk (Fatma Uçarlar).
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ÜLKELER, İNSANLAR, SEVDALAR
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de faaliyet gösteren Vektor
Neşirlerevi’nin sahibi ve genel koordinatörü, Prof. Dr. Elçin
İskenderzade hocanın şiirlerinin biraya getirildiği, Türkiye
Türkçesiyle Ankara’da 256 sayfayla günyüzü gören bir kitap.
Bursa-Yıldırım Belediye Başkanı
Dr. Özgen Keskin’in iki sayfalık önsözü var kitabın ilk
sayfalarında. Özgen Keskin, önsözünün bir yerinde;
-“Elçin İskenderzade genellikle serbest tarz yazan bir şairdir.
Hemen hemen her konu onun şiirlerinin temasını oluşturur.
Şiirlerinde bir melankoli vardır hayatın gerçekleri de güçlü bir
şekilde mısralarına yansır” diyor.
-Bu evin yüzü gülmez,
Bu eve gelin gelmez,
Ne yapsın şehit anası,
Bir güzel ağlar komşuda,
Ah, bu kız bir su sunası..
Görüldüğü gibi, Elçin İskenderzade, ele aldığı her konuyu
enine-boyuna inceliyor, yorulmuyor, genel bir değerlendirme
çerçevesinde, mısralaştırıyor. Hemde başarılı bir şekilde
karşımıza çıkıyor sonradan, kitaplarla, dergilerle, gazetelerle.
Kitap içindeki şiirlerin
başlıklarında da bir anlatım zenginliği, mesaj vericiliği
gözleniyor. Bunlardan: Martılı sevdalar, cam mücizesi, bir askerin
öyküsü, ihtiyar dilencinin portresi vd.
Müjde ve çiçek türküleri 124 ve 125 nci sayfalarda yüzyüze
gelmişler, kitap kapanınca birbiriyle öpüşüyorlar,
kucaklaşıyorlar. Müjde Türküsünden:
-Bir gün yurt savaşında,
Şirin candan geçeriz,
Şehitlik şerbetini,
Bismillahla içeriz..
Ve arkasından ikinci şiirimiz
“Çiçek Türküsü”ne kulak verelim:
-Sen benim şiirimdesin,
Sen benim ruhumdasın,
Gündüzün hayalimde,
Geceler uykumdasın...
Elçin İskenderzade’nin şiir dünyası da, öteki alanlarda ortaya
koyduklarının şekillendiği dünyalar kadar aydınlık ve gelecek
bağlantısı olan anlatımlarla, şiirlerle doludur.
Elçin İskenderzade: 16
Eylül 1964 tarihinde Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesi’nin Şuşa
şehrinde doğdu. 1986 yılında Azerbaycan Teknik Üniversitesinin
Mekanik Fakültesinden birincilikle mezun oldu.
120’den fazla ilmi eserin, 36 buluşun, 13 monografının ve ders
kitabının, 64 edebi ve ilmi kitabın yazarı olan Elçin İskenderzade
“VEKTOR” Uluslararası İlim Merkezinin kurucu ve Genel Başkanı,
Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisinin
Rektörüdür.
GÜNÜN MESAJI: Sayın İsa
Kayacan; Türkiye’de size “Burdur’un gülü, insanlığın sembolü”
diyorlar.
Azerbaycan’da da, “Azerbaycan’ı canı kadar seven ve ona sarılan
mücize insan” diyorlar. Sizi yeni yıl münasebetiyle kutluyor,
ellerinizden öpüyorum. Hürmetle (Pervane Namıkgızı,
Bakü-Azerbaycan-Mesaj: 01 Ocak 2009, 23.17.07)
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- OSMAN TEKERCİ’DEN GELENLER
-
- Osman
Tekerci, Burdur ilimize bağlı, Bucak ilçemizde Edebiyat öğretmeni
olarak görev yapıyor.”Allıca Turnam” adlı şiir kitabı 2007 yılında
günyüzü gördü. Şimdilerde “Sürmeli Güzel” adlı şiir kitabının yayın
hazırlıkları içinde.
- Bir
dosya dolusu şiir, şiirle ilgili görüşlerinin getiricisi iki mektup
niteliğindeki anlatımları, iki ayrı biyografi geldi bana.
Biyografiler, “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adlı kitabımda
yeralacak inşallah. Önce biyografileri:
-
İbrahim Çoşkuner:
1955 yılında Burdur iline bağlı Bucak ilçesinde doğdu. Yöresel
tezeneyi çok iyi kullanan İbrahim Coşkuner, Burdur’un özel
enstrümanı olan Sipsiyi en iyi biçimde seslendiriyor.
-
Şaban Uysal: 1964 yılında
Burdur ilinin Bucak ilçesine bağlı Heybeli köyünde doğdu. Sevgi,
aşk, sosyal içerikli, milli, dini, güzelleme konulardaki şiirleriyle
dikkat çeken, “Sonbahar” adlı şiirinin ilk dörtlüğünde:
- -Niçin
döker ağaçlar yaprağın/Solar tüm çiçekler soğur ya toprağın/Yok olur
kelebekler göçmen kuşlar/Sen gelince nedense kış başlar” diye
seslenen Şaban Uysal Ağrı-Doğubayazıt’ta vatani görevini yaparken
rahatsızlandı. Şeker ve soğuktan etkilenerek, sağ ayağını diz
boyundan, el parmaklarının boyut olarak büyük bölümünü kaybetti.
- Şaban
Uysal, hayatı sevmenin, ona tutunmanın, inancının, azminin sonucu
inatla varlığını kanıtlamaya çalışıyor.
-
-
MEKTUP NOTLARI
-
- 1-Saygı
değer İsa Hocam; köyünüzde bir kütüphane açmanız, bir
meşale yakmanız köyünüze olan bağlılığınızın yanı sıra herkese, tüm
Türkiye’ye örnek olmuştur. Kitaplarınızı bağışlayıp gönül
dostlarının da desteğini alarak bir sadakat örneği sergilediniz. Bu
örnek davranışınız dostlarınızla bir araya gelmeye, aynı havayı
teneffüs etmeye vesile oldu.
-
Duygular paylaşıldı, güzellikler paylaşıldı. Sevmenin, sevilmenin,
azim ve kararlılığınızın bir sonucu ki sizi yeni yeni hedeflere
yöneltiyor. Demek ki sizin önderliğinize, bilgeliğinize, sizin gibi
paylaşmayı bilenlere ihtiyacımız var.
- Her insanın farklı yetenekleri
vardır. Onları tanıma, tanıtma dostları buluşturma, dostlukları
pekiştirme, gönüller arasında köprüler kurmada o kadar mahirsinizki,
böyle bir mutlu günü yaşamak, gönül dostlarına da tattırmak
mutluluğuna erdiniz. Bu duyguları bizlere de yaşattığınız için
müteşekkirim.
- Bu tür
örnek davranışların devamını getirecek olanlara da destek
vereceğinizi belirtmek istiyorum. Sergilediğiniz örnek davranıştan
dolayı, sizi tekrar tekrar tebrik eder, çalışmalarınızda kolaylıklar
dilerim (Osman Tekerci, 04.02.2009 Bucak Burdur)
-
2-Isparta ilinde yazar ve şair Fatma Uçarlar hanımefendi yapacağı
şiir dinlenti ve imza gününe davet etti. Diğer dostlar gibi
katıldık. Gayet düzgün, seviyeli bir toplantıydı. Bol bol şiirler,
özlü sözler beyinlerimizi süsledi. Yeni bir şiir ve deneme kitabını
okurlarıyla buluşturdu.
- Akıcı
üslubu, Türkçeyi gerektiği kadar sade bir biçimde kullanışı, seçtiği
konularda vurguladığı düşünceler, paylaşımcılığının yanında
mütevaziliği ile dikkat çeken bu şairimizden yeni eserler bekliyor,
başarılarının devamını dilerken böyle bir etkinlikte bu güzel
davranışların tadını, zevkini, bizlere de yaşattığı için teşekkür
ediyorum. Emeğinize, dilinize sağlık tekrar tekrar başarılar
diliyorum (Osman Tekerci, 04.02.2009,Bucak-Burdur)
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
İKİ ŞAİRİN YAZDIKLARI
Benimle ilgili duygular, bu duyguların sahipleri, toparladıkları,
yazıp ortaya koyduklarıyla beni sevindiriyor, mutlu ediyorlar.
Adana’dan Mansur Ekmekçi benimle ilgili önce eleştirisel sonra
övgüye dönüşen şiirler yazdı. Bunların sonuncusu Ocak 2009’a ait.
Aşağıya alıyorum:
Hocam Prof. Dr. İsa Kayacan’a
SEN NESİN?
Gönül
gözü ile derinden süzme
Seher
mi, meltem mi, yoksa yel misin?
Gözpınarım durgun, akıtıp üzme
Tipi
mi, boran mı, yoksa sel misin?
Gözlerin mühürlü, cemalin perde
Sönmeyen ateşim sevdandır serde
Bulunmaz emsalin göklerde, yerde
Melek
mi, Veli mi, yoksa kul musun?
Güleç
yüzden düşen gamzeler yakar
Cemalin görenler bir daha bakar
Sözlerin petekten dökülmüş akar
Şeker
mi şerbet mi, yoksa bal mısın?
Güzelliğin sırrı nakış özünde
Gizli
mana saklı her bir sözünde
Gökkuşağı doğar senin gözünde
Lale
mi, sümbül mü, yoksa gül müsün?
İkinci şiir Ankara’dan Ozan Mihmani’ye, yani Hüseyin Soğuk’a ait.
Anılan şiir aşağıda efendim:
İSA KAYACAN HOCAM’A
Kutsal toprağından nasibi alıp,
Aşkıyla yeşermiş İsa Kayacan.
Müşvik cesaretin lutfuna dalıp,
Aklı
ile zafer yazmış anbe an...
Mucize kapıya başıyla varıp,
Göz
yaşıyla yanan, narına sarıp,
Medcezir yüreği manaya karıp,
Erdemlikle bulmuş, böyle tutkun şan.
Potada eriyip rehber dağına,
Sırrını çözdürmüş, ömrün bağına,
Hep
sevgiyle dönüp, güzel çağına,
Yüzelli kitapla sesveren bir kan...
Burdur’un Tefenni’den, köyüyse Ece,
Sözünden feyz alır, hikmetli hece,
Dostluk ışığıyla kaybolur gece,
Göğsündeki gökle atar iken tan..
Ufku
boyayarak rengini anan,
Baki
ilhamıdır beyaza canan,
içtiği yıllarla gücüne kanan,
Olmuş
felsefesi Mihmani’ye yan..
Mihmani-Hüseyin Soğuk (Ankara 03.02.2009)
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- DR. ŞÜKRÜ TEKİN KAPTAN’I
UNUTMAMAK
-
-
Aramızdan ayrılanların, zaman içinde toplumumuzun büyük bölümü
tarafından unutulduğunu sıklıkla yaşıyor, görüyor ve duyuyoruz.
-
Şükrü Tekin Kaptan, Denizli merkezli Ege sanat ve edebiyatının,
kültürünün başöğretmeni gibiydi. 16.11.1942 tarihinde Denizli’de
doğdu. 11.10.2007 tarihinde incelemelerde bulunduğu İran’da vefat
etti. Türkiye’ye getirilerek Denizli’de toprağa verildi.
-
Temmuz 2008’de yayınladığım “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler” adlı
kitabımın 425 ve 426 ncı sayfalarında biyografisinden geniş bir
kesit yer aldı. Bu yazımı, Anadolu’da yayınlanan onlarca gazetede
yayınladım. Eşi, muhterem Nurten Kaptan hanımefendiye gönderdim. Bu
arada, Isparta’dan Fatma Uçarlar arkadaşımız da, Isparta Göller
Bölgesi Şair ve Yazarlar Derneğinin yayın organı Duyguseli Bülteni
(Dergisinin) Şükrü beyin vefat tarihinden sonra ilk sayısında
yazdığı “Şöyle Giriveersen Kapımdan” adlı kitabında da yer verdiği
“Yaz-Ar Bir’de Yaprak Dökümü” başlıklı yazıda, gerekli anma ve
değerlendirmelerde bulundu. Farklı haberlerde yayınlandı.
-
Bilinmesi ve hatırlanması için, Şükrü Tekin Kaptan’ın fotoğraf ve
uzunca biyografisinin, İhsan Işık’ın hazırladığı “Resimli ve metin
örnekli, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi”nin
5 nci cildinin 1956 ncı sayfasında yer aldığını da kaydetmek
istiyorum efendim.
-
-
TURGAR ALGAN’IN MEKTUBU
-
-
İzmir’de yaşayan, buradan ses veren Turgay Algan’ın 05.02.2009 PTT
çıkışlı bir mektubu ulaştı bana. Algan, rahmetli Şükrü Tekin
Kaptan’dan söz ediyor ve O’nunla ilgili duygularını dile
getiriyordu. Mektup şöyle:
- -Sayın
İsa Kayacan; Bazı kişiler sağlığında çok koşturur. Herkese öncülük
yapar. Birçok esere imza atar. Ölünce de adı-sanı unutulur gider.
İşte bunlardan biri de Şükrü Tekin Kaptan’dır. Hayatını anlatsak
destan olur.
-
Aramızda çok iyi anılarımız geçti. Hiç unutamam. İzmir’e kızının
yanına her geldiğinde yanıma uğrar, misafirim olurdu. Elimizden
geldiğince misafirperverliğimizi gösterirdik. Aramızdaki diyalog abi-kardeş
gibiydi. Kendisini hiç yabancı görmedim. Sayın Şükrü Tekin Kaptan
benim abim idi.
-
En son telefonla konuştuğumuzda yurtdışına bir panele davet
edildiğini söyledi. Ben de dedim ki; “Ne acelesi var, bekle. Mübarek
bayramdan sonra gidersiniz” Sanat aşkı ağır bastı ki,” davete icabet
gerekir, mutlaka gideceğim” dedi. Hayırlı olsun, dedim. Aradan 4 gün
geçti. Gazetede okudum: “Egeli Araştırmacı ve Yazarlar Birliği Genel
Başkanı Şükrü Tekin Kaptan, yurtdışına yaptığı gezi esnasında kalp
krizinden ölmüştür” En verimli yaşında vefat etmesine üzüldüm.
-
Aradan geçen bir yıl zaman zarfı içinde, adı, sanı hiç söylenmedi.
Ölüm yıl dönümünde de anılmamıştır, hatırlanmamıştır. Sayın Şükrü
Tekin Kaptan’ın ölümünden çok, hatırlanmaması beni üzmüştür.
-
Sayın İsa Kayacan abim; Merhum Şükrü Tekin Kaptan’ın hayatını
incelemeye, araştırmaya karar verdim. İmkânlar elverirse, Denizli’de
ailesini ve mezarını ziyaret edeceğim. Bu konuda bana yardımcı
olmanızı rica ediyorum. Selam ve sevgilerimi sunuyorum (Turgay Algan,
İzmir, 05.02.2009)
-
-
TURGAY ALGAN’IN ŞİİRLERİ
-
- Turgay
Algan’ın özlü söz anlamına gelebilecek üçer-dörder mısralık
şiirleri var bunlar:
- 1-
Sema seni /Yıllar geçsede/İhtiyarladığında da /Yine seveceğim,
- 2-
Gene fark etmez ihtiyar/Fark etmez/Övünüyorum, özlüyorum,
- 3-
Dertler damlıyor gönlüme/İstemeye, istemeye,
- 4-
Yaşlandıkça farkındayız/Zararı yok/Uzun ömrün.
- 5-
Baktım kendime/Sappho/Şairmiş dedim/Belki de şairlerin kralı
- 6-
Yanlış/Beni seveni /Sevmiyorum bende.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ŞAİRLERİN DÜNYASINDAN
Şairlerimiz, şairelerimiz. Saygı duyduklarımız, sevgi duyduklarımız…
Bize
yansıyan şiirleri, bu şiirlerin içinden aldıklarımız, seçtiklerimiz…
Birkaç mısra..
AHMET TUFAN ŞENTÜRK
Toprak tohum ister,
Yağmur bekler,
Mezarcı ölü.
Hasta
yaşamak ister,
Sevmek ister,
Mezarcı’nın çocukları,
Ekmek
ister..
Ahmet Tufan Şentürk hocanın “Son durak” adlı şiirinin iki bölümüydü
bu efendim. Şiirin tamamı beş bölümden oluşuyor.
GÜZİDE TARANOĞLU
Herkesi oyalar doğanın gizi,
Doyurmaz hiçbir güç beklentimizi,
Sineye çekerek kaderimizi,
Hayatın yolunu arşınlıyoruz.
Güzide Taranoğlu hocanın “Arşınlıyoruz” adlı şiirinin son
dörtlüğüydü bu efendim. Şiirin tamamı üç dörtlükten meydana geliyor.
FATMA UÇARLAR
İsterim,
Bir
gece de olsa,
Mis
kokulu bir annenin,
Göğsünde uyumak,
O
benim annem olmasa da..
Fatma Uçarlar’ın dört ayrı bölümünden oluşan “İsterim” şiirinde anne
duygusunu geniş olarak işlenmiş efendim.
MURAT DUMAN
Senden uzak kalmak, ne kadar zormuş,
Her
yerde gözlerim, seni arıyor,
Yokluğun içimde, ateşten kormuş,
Yandıkça yüreğim, dünü arıyor..
Murat Duman’ın, rahmetli, şiirimizin bey yıldızlı çınarı Ahmet Tufan
Şentürk’ün 40 ncı ölüm gününde yazdığı şiiri bu efendim. Beş ayrı
dörtlükten oluşuyor. Yukarıdaki dörtlük ilk dörtlüğü bu şiirin.
İSA KAYACAN
Bir
an bütün dünya olsa senin emrinde,
Hiç
çare yok, gideceksin vaktin birinde,
Bilinmez kaç kişi olacak cenazende,
Öbür
dünyadaki yerin için, ne yaptın?
İsa Kayacan’ın dört dörtlükten meydana gelen bu şiirinin ilk
dörtlüğünü yukarıya aldık efendim.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
HANIM AKÇAY’DAN BİR KÖY
HİKAYESİ
Şairler, yazarlar-denemeleriyle, ortaya koyduklarıyla dikkat
çekerler…
Hanım Akçay, Burdurlu hemşehrilerimden biri...
Eli
kalem tutuyor, şiir ve denemeleri var…
Hanım Akçay’ın bir köy hikayesi var bana ulaşan. Daha doğrusu, ismi
sonradan konacak bir deneme bu. Bana gelen sayfaların sayısı 9. Yani
hikayeden çıkıp, romana doğru adım atan, buralardan ses veren bir
çalışması Hanım Akçay hemşehrimin.
Köye yönelik çalışmalar, deneme ve yayınlar farklı anlatımlarla daha
bir zenginleşiyor.
Hanım Akçay, zamanlamayı bir terazi içinde ölçüp-biçtikten sonra,
anlatmaya başlıyor. Burada:
Temmuz ayının sıcağı bir çekilmezlik, sıkıntı tablosunun ortaya
koyduğu kaydedildikten sonra, Vezir sokağına doğru yola çıkıyor.
Ümmü nine bu sokağın en yaşlısı olarak ilk kahraman olarak seçilmiş.
Hollanda’dan köye gelen bir kız vardır anlatımın içinde. Ümmü nine
değişik düşünceler içindeyken bir şeyler mırıldanmaya başlıyor.
Burdur ve yöresinde bunun adı “yas”dır. Sözlerinde neler var
bakalım:
-Bacamızı günden yana deldiler,
Avlumuzun önüne koyun gibi doldular,
Hepimizi gurbet ele verdiler,
Gurbet eller evin mi olur ay anam,
Sular
serpen serin mi olur ay anam..
Bir eşeğin kapıdan içeri girmek için zorlayışı anlatılır, Deli
Ümmetlerin Ali’nin ortaya çıkışı, Ümmü ninenin ellerini tutuşu..
Ümmü nineye karşı saygısızca, “Bana bak yaşlı cadı. Eşek senin
kapını mı yedi?”diye bağırışı, yanlışların tesbiti bakımından önem
taşımaktadır.
Sonra sayfalardaki cümlelerden bazı alıntılar yaparak devam edelim.
Buyurun:
- Eve
giden Ali, kapı aralığından kimlerin gelip gittiğine bakıyordu.
- Ayşe
teyzenin onaltı yıl önce kocası ölmüştü, bir daha evlenmemişti.
-
Fatma ana, sen sanki namuslumusun?. Bunca senedir kocasız durulur
mu?,
- Aşa
gızım ben düşündüm, taşındım, öyle tarttım, böyle tarttım, kestim
biçtim olmadı. Korkuyorum ikimiz de duluz. Hadi kalkalım da hakime
gidelim, derdi.
-
Gözünün önüne evlendiği gün gelmişti Ümmü ninenin kocası
yakışıklıydı hani.
- Bir
yandan da bir belik yas tutturmuş iki gözü iki çeşme ağlıyordu:
Gurbet kuşu kondu dikene,
Kanrılır kanrılır öter vatana,
Eller
sığdı biz sığmadık vatana.
Evimizin önü duttur dökülmez,
Dudun
yaprağı göktür oda dökülmez,
Elin
kahrı güçtür anam çekilmez,
Biz
çekiyoruz anam kul başına vermesin..
Hanım Akçay’ın hikayesinin içinde yer alanların sayısı fazla. Hacca
gız, aşa yenge, Ümmü ana, Ali emmi vd. Hepsi zamanı gelince
konuşuyor, konuşturuluyor, zamanı gelince susuyorlar,
susturuluyorlar.
Reis sözünü bitirdikten sonra Omar dayı konuşmaya başlıyor. Sakin
sakin, ağırlıklı olarak.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BURDUR’UN CEVİZ EZMESİNİ TPE
TESCİLLEDİ
Burdur’un ağız tadı,
Ceviz ezmesi adı, sloganımı
yıllardır tekrarlayıp durdum, yazıp yayınlayıp sundum. Ceviz
ezmesinin Burdur’a aitliğinin tescillenmesi için, Burdur çıkışlı
çalışmalara, Ankara’dan destek vermeye, girişimleri desteklemeye
çalıştım. Bu yıllarca sürdü.
Ve bir
gün geldi, Burdur Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığının
girişimleriyle, Kısa adı TPE olan, Türk Patent Enstitüsü, Burdur
ceviz ezmesinin Burdur’a has bir tatlı türü olduğuna ilişkin
değerlendirmesini sonuçlandırdı ve “Ceviz ezmesinin Burdur bölgesine
ait olduğunu” kabul etti, tasdikledi.
Bu
sonuç, bizim için Burdurlular için sevindirici bir çalışmaydı,
değerlendirme ve sonuçtu.
Bucak
ilçemiz merkezinde günlük ve ofset tekniğiyle yayınlanan “Ses–15”
gazetesinin 28-30 Ocak 2009 tarih ve 1422-1424 ncü sayılarının ilk
sayfalarında verilen ceviz ezmesiyle ilgili haberler yanında, Burdur
merkezde yayınlanan Yenigün gazetesinin 31 Ocak 2009 tarih ve 16634.
üncü sayısında ve Burdurlunun Sesi gazetesinin 28 Ocak 2009 tarih ve
2027.inci sayısında yer alan haberler sevinç ve gurur kaynağımızın
belgeleriydi. Haberlerin başlıkları:
“-Ceviz ezmesi Burdur’a has satılacak ve Burdur hak ettiği marka
ürüne kavuştu. Ceviz ezmesi Burdur’un coğrafi işareti olarak
tescillendi” şeklinde karşımıza çıkıyorlardı. Bu haberler, Burdur
Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Yusuf Keyik’in verdiği bilgilerden
oluşuyor, haberlerin birinde, Yusuf Keyik’in elindeki tabak
üzerinde yeralan ceviz ezmesi görüntüleri yeralıyordu.
Bu
haberlerden 28 Ocak 2009 tarihli Ses-15 gazetesinde yeralanın
satırları arasına dönelim, buradan bazı cümleler nakledelim efendim:
“Burdur Ticaret ve Sanayi Odası’nın Burdur Ceviz Ezmesi’ni coğrafi
işaret tescili için yaptığı başvuru kabul gördü. Kurumun onayının,
Resmi Gazetede yayınlanmasının ardından söz konusu ürün Burdur’a has
satılacak. Burdur Ceviz Ezmesinin tescil almasında çok eski
yıllardan beri sadece Burdur ilinde yapılan ve Burdur’a ait özgün
bir tatlı ve ikram yiyeceği kimliği etkili oldu” deniliyordu. Türk
Patent Enstitüsünün bu kararından sonra, Ceviz Ezmesi, Antalya,
Isparta ve Denizli gibi illerde yapılsa da orijinalinin Burdur’da
imal edildiği gerçeği garanti altına alınmış oldu.
GÜNÜN DÖRTLÜĞÜ:
Ceviz ezmesi sevilir
Pekmez sucuğu beğenilir
Daha başka ne yenilir?
Üzümü, kavunu da var Burdur’un
(Fatma Uçarlar)
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BURDUR’DA KAZANIYORUM
BURDUR’DA HARCIYORUM
Bu ara
başlığımız, kısa adı BUSİAD olan Burdur Sanayici ve İşadamları
Derneği’nin başlattığı bir kampanyanın adı. Burdur ilimiz merkezinde
“Burdur” adıyla günlük, ofset tekniğiyle yayınlanan “Burdur”
Gazetesinin, 20 ve 26 Ocak 2009 tarih ve 18276-18281 nci sayılarında
yer alan haberlere göre, söz konusu kampanya Burdur’da ilgi gördü.
Vali
İbrahim Özçimen, milletvekilleri Belediye Başkanı, sivil
toplum kuruluşlarının temsilcilerinin esnaflarla yapılan sohbetlere
katılmaları, şehir içinde ilgiyle karışandı. “Haydi Burdur’da
alışverişe/Burdur’da indirim günleri/Papatyalı işyerlerinde indirim
var” sloganlı afişlerin dikkat çektiği kampanyayla ilgili bilgi
veren BUSİAD Başkanı Süleyman Erman; “Bilindiği gibi 2008 yılı,
dünyada ve ülkemizde çok kötü bir ekonomik krizle sonuçlandı. Biz bu
krizde oturup-karamsarlık halinde beklemektense bir şeyler
yapmalı-sloganı altında Burdur’da BUSİAD olarak bir proje ürettik”
dedikten sonra Süleyman Erman; “Bu projemiz, Burdur’da yatırım
yapıyorum sloganlarını içeriyor” dedi.
GÜNÜN SÖZLERİ :
1- Her
yönüyle Burdur’un bütünlüğü bilincinin oluşturulması, ticaret ve
sanayi hareketlerinde olumlu etkiler sağlayacaktır (Yusuf Keyik)
2-
Kim, yerden bükülmüş bir çiviyi alıp, doğrultup, Burdur için çakarsa
onun yanındayız (Baki Varol)
2-
İlimizin eğitimde elde etmiş olduğu başarıları tüm ülke kamuoyu
biliyor. Burdur’umuz buna layık (Recep Yiğit)
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BURDUR DESTANI YAYINA HAZIR
2008
yılının başında, “Burdur Destanı Bensiz olmaz”ın yazımına başladım.
Burdurla ilgili kendi yayınlarım ve öteki Burdur çıkışlı yayınlardan
yararlanarak, 160 sayfalık normal boyutlu bir kitap görüntüsü çıktı
ortaya.
Türkiye’de ilk kez, nazım türüyle bir anlatım ve yayın çalışmasının
Burdur’a, Burdurluya nasip olmasının getirdiği sevinç ve gururla
“Burdur Destanı-Bensiz Olmaz”ın içinde, bölümlerinde neler var bir
göz atalım:
-
Sunuş, Burdur’u tanımak ve anlatmak,
-
Genelleme, tarihin içinden, tabiat ve turizm varlıkları,
-
Deprem ve afetler, kültürel varlıklar, tarım ve ekonomi,
-
Yerleşim birimleri, Resmi ve sivil toplum kuruluşları,
-
Yöneticiler (ilk dönem milletvekilleri, valiler)
-
Belediye başkanları, Bilim adamları, iş adamları-toplum öncüleri,
-
Yardımseverler, Burdur’a hizmet edenler,
-
Bürokrat-serbest meslek sahipleri,
-
Teke yöresi folkloru ve halk kültürü, THM-TSM ünlüleri,
-
Mahalli sanatçılar, gazeteler, gazeteciler, radyo ve televizyonlar,
-
Yazarlar, şairler, ozanlar,
-
Şiir ve yazılarıyla Burdur’u ve Burdurluyu anlatan, Burdurlu olmayan
şair ve yazarlar,
- Ressamlar, sporcular, yemekler ve tatlılar.
Bu
satırların yazarı, Burdur Destanı’nın yazarı-şairi İsa Kayacan,
sunuşunun bir yerinde, daha doğrusu girişinde; “Burdur’u Burdurluyu
manzum bir anlatımla, destansı bir toparlamayla anlatmayı hep
düşündüm. Türkiye’de ilk kez yapılacak bu araştırma ve yazımımla bir
‘ilk’e daha imza atmak için zaman ve fırsat aradım. Haddizatında bu
arayış yazım için hazırlanmamda veya başlanışında düğümlendi uzun
süre. Burdur la ilgili yazıp yayınladığım kitaplarımı yeniden
inceledim” diyor.
“Burdur’u, Burdurludan iyi tanıyan şair-yazar Fatma Uçarlar, Burdur
kendi içinde farklı ve ayrıcalıklı bir şehir. Kendi kuralları, kendi
doğrularıyla yaşayan, kültürüyle, sosyal yaşamıyla farklı hem de çok
farklı bir şehir. Burdur’da insan; bakışlarında Salda’nın
derinliğini, insuyunun serinliğini görüyor.. Burdur’da insan,
Dizlerin üzerindeki yere çöküşlerde Alyazmayı, Serenler’i görüyor”
cümleleriyle sürdürüyor Burdur’u Tanımak ve Anlatmak” başlıklı
önsözünü…
Burdur
Destanı ‘Bensiz Olmaz’ın ilk bölümünden;
-Burdur; Bir sevdadır,
Burdurlu; Sevgi yumağıdır,
Burdur; İnsandır, vatandır, topraktır,
Burdur; Hasrettir, özlemdir,
Burdur; Huzur kentidir,
Burdur; Beyköylü Ali beydir, Tefenni’li Ali beydir, Kemerli Gaz
Amad’dır
Burdur; Teke havalarında, Teke zortlatmalarında, Teke zeybeğinde,
çalımdır, edadır. Kol ve ayak hareketlerinin uyumudur, zeybeklerin
duruşudur, yere çift vuruştur, bir kahraman ve efe edasıyla, gönül
gönüle duruştur.
-
Ben Burdur’um/Ben Anadoluyum/Hasret
hasret, duygu duygu, özlem özlem, Bayrak bayrak, Türkiye, Türkiye,
Burdur benim, benim.. Burdur benim.. Bensiz olmaz.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- YANGIN OLUR BİZ YANGINA
GİDERİZ
-
Osmanlı döneminden bize intikal edenlerin arasında yer alan bir
şarkı, musiki parçası, “Yangın olur biz yangına gideriz” diye
başlar. Sonra devam eder.
- -
Yangın olur, biz yangına gideriz/ Düz ovada keklik gibi
sekeriz/Yokuşlarda şahin gibi uçarız.
- -
Sandık, sandıklar içinde çok şanımız var/ Hazreti Mevlaya
yalvarmamız var.
- Bu
şarkının, anlatımın sözlerinde toplu hareket etme, sonaca
ulaşma gibi gayret belirtileri, nitelikleri var.
-
Ülkemizde, Belediyelik olmuş tüm yerleşim birimlerimizde itfaiye
teşkilatları, itfaiye müdürlükleri faaliyet gösteriyor.
- Siren
sesleriyle yolların açıldığı her görüntü, mutlaka üzüntüyü de
beraberinde getiriyor. “Yangın var”. Burada, “Yangın var, yangın var
ben yanıyorum” sözleriyle kulaklarımızda kalan, musiki parçamızı da
hatırlamış olduk.
-
-
BİRGÜN
- Şair
ve Yazar İsmail Kara’nın hazırlayıp sunduğu, Arifan Radyodaki şiir
sohbet programımızdan sonra, Ankara-Ulus-Rüzgarlı sokakta faaliyet
gösteren “Kılavuz” isimli bir kuruluşa gittik. İsmail Kara’nın
hemşehrisi Ahmet Kılavuz’un Genel Müdürü olduğu bir kuruluş burası.
- Yangın
söndürme cihazlarının her türü gözümüz olabildiğine sıralanmış,
düzenli bir şekilde bizimle merhabalaşıyor “hoşgeldiniz” diyor,
diyorlar adeta.
- Ahmet Kılavuz’la sohbet ediyoruz.
Bize verdiği bilgiler;
- -
“1980 yılında kurulan Kılavuz yangın ve güvenlik firmamızın temel
ilkesi kaliteli can ve mal güvenliğidir.
- Başta,
yangın söndürme cihazları (üretim dolum ve bakım) olmak üzere
itfaiye malzemeleri, arama kurtarma malzemeleri, otomatik yangın
söndürme sistemleri ve algılama sistemleri CCTV kamera sistemlerini
pazara sunmaktayız” diye başlıyor;
- -
“Firmamız TSE, ISO ve CE kalite belgeleri ve her türlü ihtiyaca
cevap verecek geniş ürün yelpazesiyle ülkemizin önde gelen
kuruluşları tarafından tercih edilmektedir. Gelişen teknolojiyi
takip ederek Mühendislik projelendirme ve danışmanlık hizmetleriyle
herkese yakın olmanın mutluluğunu taşımaktayız” diye devam ediyor
Ahmet Kılavuz.
-
Ürünlerinin sıralanışıyla ilgili bilgiler istiyoruz. Ahmet
Kılavuz’un mutluluk içinde yaptığı sıralama:
- -
Portatif yangın söndürme cihazları,
- -
Yangın dolapları,
- -
Yangın hidrantları,
- -
İtfaiye malzemeleri,
- -
Yangın söndürme sistemleri,
- - İş
güvenliği ve iş sağlığı,
- -
Arama kurtarma ekipmanları,
- -
CCTV kamera ve görüntüleme sistemleri,
- -
Bariyer ve turnike sistemleri,
- -
Aktif paratoner sistemleri ve kurulumu,
- -
Sertifikalı yangın eğitimleri...
- Bu
sıralamadan sonra, özellikle kamu kuruluşlarındaki Sivil Savunma
Uzmanlıklarının, zaman zaman yaptığı yangın tatbikatları aklıma
geldi... Oralarda, kimler nasıl bilgi veya bilgiler verir, nasıl
komik tablolar ortaya çıkardı. Halbuki, en önemli konu, yangın ve
yangın söndürme konusunda daha bilgili olmak, bu bilgilerin ışığında
gelebilecek zararların önüne geçmek, geçebilmek beklenilen,
arzulanan seviyede mümkün olsa keşke, diye düşünüp, derinlere
daldığımız çoğunluktadır.
-
-
GÜNÜN HABERİ:
-
Isparta İlimizin Yalvaç İlçesi’nde yayınlanan Ruşen Özgül’ün
(1943-2006) kurduğu “Özyalvaç Gazetesi” 2016.ıncı sayısıyla
41.inci yayın yılına merhaba dedi.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- KUKLA VE GÖLGE OYUNU
BİRLİĞİNİN HİZMET ÖDÜLLERİ
-
Merkezi Ankara’da olan, Milletlerarası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği
(UNIMA) geleneksel Türk Tiyatrosuna Hizmet Ödülleri dağıtımıyla,
madalya takma töreni, geçtiğimiz yılın son günlerinden 29 Aralık
2008 tarihinde, milli merkezin Konur Sokaktaki adresinde
gerçekleştirildi.
- UNIMA
Türkiye Milli Merkezi Başkanı Mevlüt Özhan’ın açılış konuşmasıyla
başlayan ödül dağıtım töreninde;
- -
Araştırma ve tanıtım dalında Prof. Dr. Öcal Oğuz’a,
- -
Tanıtım ve hizmet dalında Zümrüt Nahya’ya,
- -
Başarılı sanatçı dalında Ahmet Aksoy’a,
- Tasvir
yapımı dalında Hayali Küçük Ali’nin oğlu, Kemalettin Sevilen’e,
ödülleri verildi.
-
Ayrıca, Karagöz sanatımızın yaşatılması ve tanıtılmasına 50 yıldan
fazla hizmet eden Karagöz sanatçısı Orhan Kurt’a, Tacettin Diker’e
ve Metin Özlen’e üstün hizmet madalyaları takıldı.
- Ödül
ve madalya takma törenine, resmi kurum ve kuruluş temsilcileri,
sanatçıları ve sanatseverlerin katıldığı gözlendi. Törenin sonunda,
madalya alan ustalar Karagöz, kukla sanatçısı Hakan Aksoy’da kukla
gösterisi yaparak, izleyiciler tarafından yoğun alkış aldılar.
-
-
KARAGÖZ KUKLA SANATIMIZ
-
Hayrettin İvgin’in, ara başlığımızdaki isimle-adla yayınladığı
kitabından aldığımız bilgiler var. Birlikte bakalım, okuyalım buyrun:
- -
Karagöz bir gölge oyunudur. Eskiden “gölge hayaletler” anlamına
gelen, “Zilli-i Hayal” veya “Hayal-i Zil” adı verilmiştir.
- Perde
oyunu “Çadır Hayal” adları da verilmekle beraber, bugün, “Karagöz
Oyunu’ olarak bilinmektedir.
- Dünya
gölge oyunlarının; Cava’dan çıktığı veya Hindistan menşeli olduğu
söylenmektedir.
-
Karagöz oyunlarında perde gazeli okumanın bir gelenek olduğunu
hatırlamalıyız. Bu konuda, Prof. Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun
(1886-1978) yazdığı bir gazel vardır sıklıkla başvurulan. Şöyle bu
gazel efendim:
- 1- Bu
perde gerçek aleminden düşmüş bin gölgedir,
- Bu
yer ki, alemin cilvelerinden bir bölgedir,
- 2- Bu
yerde bin ışık olan her türlü yerdedir,
- Size
zevk-ü sefa getiren işte perdedir.
- 3- Bu
perdede kahramanlık ancak iki erdedir,
- Biri
Hacivat bendeniz, Karagöz’üm nerdedir?
- 4- Bu
yer hakikate benzer, gölgeden bir beldedir,
- Bunun
sanatı dildedir, mahareti eldedir.
YAŞAYIP
YAŞAMADIKLARI
-
Karagöz ve Hacivat’ın gerçekte yaşayıp yaşamadıkları tartışılan bir
konudur. Karagöz, yuvarlak yüzlü, gözleri büyük, gözbebeği iri ve
karadır. Adı zaten bu özelliklerden gelmektedir.
-
Hacivat üst sınıfın ahlaki değerlerine bağlıdır ve kendini
kolaylıkla bu prensiplere uydurulabilmektedir.
-
-
GÜNÜN SORU VE CEVABI:
-
Mehmet Köylüoğlu:
Basın, dalkavukluğun
neresinde?
- İsa
Kayacan:
Basın, dalkavukluğun
zirvesinde!..
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- BURAK CAN AKDOĞAN’IN KİTAP
DÜNYASI
-
Çocuklarımızla ilgili duygu ve düşüncelerim yıllardır hiç değişmedi.
-
Onların yanında, onların arasında, aralarında olunca, onlarla sohbet
edip konuşunca “Neler yapıyorsunuz” diye sorup, kedi dünyalarında
olup bitenler hakkında bilgi alınca, onların seviyesine inip, onlar
gibi düşünmeye başlayınca, ferahlıyor, moral buluyorum. Çocuk
sevgisi ve şefkati olmayanın insan olmadığı gerçeğini unutmayalım.
- Bugün
ki sohbet arkadaşım, Burak Can Akdoğan. Ankara’da, 19 Mayıs
İlköğretim Okulu’nun 2. sınıfında 2-C’de 2486 numaralı öğrenci.
Gelecek için ümit veren, konuşmalarıyla, davranışlarıyla, sohbet
sırasındaki cümle farklılıklarıyla sevilen bir arkadaşım...
- Burak
Can Aydoğan’ın okuduğu kitaplar var. Bunların özetlerini yapıp,
defterinde toplamış. Özetleme biçimi; Hikayenin veya kitabın adı,
konusu, kaç sayfa olduğu, kahramanı, geçtiği yer gibi ayırımlarla da
süslemiş özetlerini. Şimdi mensubu bulunduğum ve annesi Feride
Akdoğan’ın çalıştığı Belde Gazetesinde tanıdığım Burak Can
Akdoğan’ın okuduğu kitaplar hakkındaki görüşlerinden, özetlerinden
bölümler aktaralım efendim. Buyrun:
- 1-
Hikayenin adı: Parmak Kız
-
Konusu: Parmak Kız’ın başından geçenler,
- Sayfa
sayısı: 16
-
Kahramanı: Parmak Kız
-
Geçtiği yer: Orman
- Kısa
Özet: Çocuğu olmayan bir kadın çiçeklerin arasında parmak kızla
karşılaşır. Gelişen olaylar birbir sıralanırken , sıcak ve büyük bir
yakınlaşma görülür.
- 2-
Hikayenin adı: Sokak Köpekleri (Anı)
-
Hikayenin konusu: Çocuğun ve köpeklerin başından geçenlerin hikayesi
- Sayfa
sayısı: 32
-
Kahramanlar: Panter, Sam, Çocuk ve Yavrular
-
Geçtiği yer: Ev (bahçe)
- Kısa
özet: Çocuğun arkadaşlık yaptığı köpeği vardır. Çocuk köpek ile
oynar, çok iyi arkadaştır. Köpek hamile oldu. 8 yavru doğurdu.
Birisini aldı, adını “Panter” koydu. 2 ay sonra çok yaşlandılar
Panter ve diğer yavrular. 2 adamın şikayeti üzerine köpeklerin hepsi
öldürüldü.
- 3-
Hikayenin adı: Ballı kaval
-
Hikayenin konusu: Çobanın başından geçen macera
- Sayfa
sayısı: 40
-
Kahramanlar: İnce Çoban
-
Geçtiği yer: Kır’lık alan
- Kısa
özet: Yoksul bir çoban varmış. Birgün kaval çalarken, bütün arılar
başına toplanmış, bol bol bal yapmışlar. Çoban da zengin olmuş.
Çevrenin ağası, çobanın neden ve nasıl zengin olduğunu merak etmiş.
O’nu izlemiş, gözlerine inanamış. Gidip çarşıdan kaval almış ama
bütün arılar onu sokmuş. Birgün çoban kavalını unutmuş. Adam almış
yine aynı duruma düşmüş.
-
Arkadaşım Burak Can Akdoğan’ın okuduğu kitaplar fazla. Bunların
isimleri; Sihirli Hazine, Bilmeceler, Cimri Ağa, Kırmızı Köşk,
Karınca ile Çekirge bazıları. Tebriklerimi, sunuyor, arkadaşım Burak
Can’ı sevgiyle kucaklıyorum.
-
-
GÜNÜN HABERİ:
-
Isparta İlimizin Yalvaç İlçesi’nde yayınlanan Ruşen Özgül’ün
(1943-2006) kurduğu “Özyalvaç Gazetesi” 2016.ıncı sayısıyla
41.inci yayın yılına merhaba dedi.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- SEBAHAT HOCANIMIN
YAZDIKLARINDAN
- “Bana
yazılan şiirler” adlı bir kitabın yayın hazırlıklarının sonuna
geldim. Bendenizle ilgili yazılan şiirlerin gelişi sürüyor. Hele,
bazı şair ve ozanlarımız var ki, benimle ilgili yazdıklarını,
şiirlerini, ileride yayınlayacakları kitaplarında yer vermek üzere
ellerinde tutuyorlarmış… Teşekkür ederim ama, bana gönderin sizde
kalan örnekleriyle, yayınlayacağınız kitaplarınızda yine yer
verirsiniz… Yoksa yayınlayacağım kitapda yer almaları mümkün olmaz…
dedikten sonra, Burdur'dan şair, yazar ve öğretmen, Burdur
Araştırmacı, yazar ve şairler Derneği Başkanı Sebahat Gümüş
hocanımın benim için yazdığı ve yenilerde söz konusu kitabımda
yeralmak üzere gönderdiği şiirlerinden örnekler verelim. Buyurun:
-
-
BÜYÜK YAZARIMIZA
- Uzunca
olan bu şiirin bir bölümü şöyle efendim:
-
- -Siz;
bizim derneğimizde,
-
Açtınız sevgi çiçekleri gibi..
-
İlimizin al al açan,
-
Kıpkırmızı gülleri gibi.
-
- İki
numaralı şiir Sebahat Gümüş hocanımdan yine bendenizle ilgili..
Burdur Araştırmacı, yazar ve şairler Derneği onursal başkanı oluşum
nedeniyle yazılan bir Sebahat Gümüş şiiri. Bunun ilk dörtlüğü, ilk
bölümü:
-
-
ONURSAL BAŞKAN İSA KAYACAN
-
-Tefenni'de Ece'de doğdu,
- Burdur
ilinde büyüdü.
-
Başkent Ankara'da ışık oldu,
-
Onursal Başkan İsa Kayacan.
-
-
İsmimin başlık olduğu bir başka Sebahat Gümüş şiirinin son
dörtlüğünden alarak devam edelim:
-
-
-Ankara'dan doğan güneşsin,
- Çok
kişilerin kardeşisin,
-
Şairlerin sırdaşısın,
- Sen
çok, çok büyüksün İsa Kayacan.
-
-
BÜYÜK YAZAR İSA KAYACAN
-
Sebahat Gümüş hocanım bu kez bir başka başlıkla duygularını
şiirleştiriyor:
-
- -O'nu
derneğimizde buldum,
-
Heyecandan dona kaldım,
-
Görüşülmesi çok zor sandım,
- Büyük
yazar İsa Kayacan.
-
- Son
Sebahat Gümüş şiiri. Başlığı: sen, İsa Kayacan. Bunun da bir
dörtlüğünü aşağıya alıp noktamızı koyalım efendim:
-
- -Sen
yazarsın, şairsin,
- Sen
gazetecisin, ışıksın,
- Sen
denizsin, deryasın,
- Sen
İsa Kayacan'sın..
-
-
Teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- BURDUR’DAN MİNİK BİR ŞAİR
ADAYI:SEZA TUTKU AZAKLI
- Bazı
büyükler, çocukluktan, gençlikten çıkıp, olgunlaşınca (olgunlaşınca
sözü doğru değil haddizatında) ne oldum delisi oluyorlar,
büyük-küçük tanımama gafleti içine giriyorlar. Sanat ve edebiyat
alanında bunların yüzlercesi, binlercesi var..
-
Bunlarla her gün ve sıklıkla karşı karşıya geliyoruz, yüzyüze
geliyoruz…
-
-
ÇOCUKLAR
-
Çocuklar, çocuklarımız.. Miniklerimiz, yarının büyükleri
gururlarımız… Bunlar için herhangi bir şey söylemek doğru değil. Hiç
değilse şimdiden.
- Burdur’dan Araştırmacı, şair ve
yazarlar Derneği Başkanı Sebahat Gümüş hocanımla Isparta’da bir
vesileyle görüştüğümüzde, torununun şiirleri olduğundan sözetmişti
“Gönderin değerlendirelim, yarının şairlerine hizmet edelim”
demiştim. Torunu Seza Tutku Azaklı’nın bir fotoğrafı, bir mektup ve
minik şair adayımızın birkaç şiirinin eklendiği bir zarf aldım. Önce
Sebahat Gümüş hocamızın mektubu:
-
-Seza Tutku Azaklı… 19
Eylül 2001 doğumlu. Burdur Cumhuriyet İlköğretim Okulu, 2-B
sınıfında okuyor. Öğretmeni İbrahim Günay. Okul Müdürü: Ahmet Şen.
- Seza,
şiir yazmayı, resim yapmayı çok seviyor. Şiirlerini ana sınıfından
itibaren yazmaya başladı. Şu anda sınıf birincisi. çokk çalışkan,
süper. Annesi Sevtap Gümüş Azaklı. Babası Zafer Azaklı.
Anneannesi; Sebahat Gümüş. Onlarda şiir yazıyor.çok değerli hocam:
Seza’nın daha çok şiirleri var. 7 tanesini gönderiyorum (Sebahat
Gümüş)
-
-
SEZA’NIN ŞİİRLERİ
-
Seza’nın duyguları tertemiz, sımsıcak. Hiç bozulmamış anlatımlar,
sözler ve mısralar bunlar:
- Sev
adlı şiirinde; sigaranın zararlarından söz ediyor. Her şeyi seviyor,
sevelim diyor… Ama “sigarayı asla” diye kesip atıyor, kestirip
atıyor. Minik yürek, minik duygular bunlar:
-
Dünyayı sev/Kalbini sev/Kendini sev/Sigarayı sevme.
- Ata’yı
sev/Bayrağı sev/Seza’yı sev/Sigarayı sevme.
- Bir
başka şiirinde “Anneanneme” başlığıyla sesleniyor Seza Tutku Azaklı.
Burada:
- “Aşkım
anneannem/Seni çok seviyorum/Sende bensiz duramazsın/Bunu
biliyorum”.Burada duyguların temizliğiyle doğruluğundan başka bir
şey aramak durumunda değiliz. Çocuk bu. Böyle anlatıyor.
- Seza,
şiirlerinin üstüne birde yazılış tarihleri hakkındaki bilgilerle
çıkıyor karşımıza. Bu kez dedesinden sözediyor. “Dedeme” başlığı
altındaki duygularından:
- “Güzel
dedem/Şirin dedem/Sen benim bir tanemsin”…. dedikten sonra, “Ben
seni çok seviyorum/Seni özlüyorum”diye de ilavede bulunuyor.
- Sıra
annesinde. “Melek annem” başlığı altındaki duyguları, daha doğrusu
duygularının bir bölümü şöyle:
- “Canım
annem/Tatlısın sen/Bir meleksin/Canımsın”… İşte duygu anlatımı, işte
sevgi aktarımı, anlatımı… Seza yakınlarıyla ilgili duygularını
anlatmaya devam ediyor: Bu kez sıra babasındadır. “Babacığım”
başlığı altındaki duygu aktarımında şöyle söylüyor:
-
Babacığım/Sen beni seviyor musun?” diye bir soru… Alın bakalım.
“Yanımda huzur buluyor musun”? ikinci sual. “Ben seni seviyorum/Seni
çok özlüyorum”. Bu açıklamadan sonra, hangi baba kızı için”
sevmiyorum” diyebilir? Hele Seza gibi sevimli ve tatlı birisi
olursa…
- Seza,
Teyzesi için de bir şeyler söylüyor. Aralarında konuştukları,
hitabetlikleri adıyla “Nebuşum/Nebuşum nerdesin?” diye soruyor. Seza
Tutku Azaklı’nın, Atatürk’le ilgili duyguları da var. Girişi bu
şiirin:
-
“Atatürk, Atatürk/Ey Atatürk/Neredesin?” dedikten sonra, “Çocuklar
seni çok özlüyor” diyerek kendisinin ve arkadaşlarının Atatürk
sevgilerini anlatıyor .
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BİYOGRAFİ ZENGİNLİĞİNDEN
KÜLTÜR ZENGİNLİĞİNE
Araştırma ve incelemeler sonucu, ortaya konulanların önem ve anlamı
ortaya çıkmalı, kalıcılığı, kalıcılıkları konuşulmalı, gözlenmeli.
İHSAN IŞIK
Bir
biyografi zengini, bir kültür zengini olan İhsan Işık, 1952 yılında
Diyarbakır’da doğdu. Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesini bitirdikten sonra, İstanbul liselerinde edebiyat
öğretmenliği yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediyesinde ve
Başbakanlıkta Danışman olarak çalıştı. Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürü olarak görev yaptı. Yazarlar Sözlüğü, Türkiye Yazarlar
Ansiklopedisi (3 cilt), Türkiye Edebiyatçılar Ansiklopedisi (10
cilt), Encye lopedia of Turkish Authors (3 cilt) adlı eserleriyle
Türkiye’nin önde gelen biyografi ve ansiklopedi yazarları arasına
girdi. Yayınlanan değişik kitapları da bulunan İhsan Işık, Elvan
Yayınlarının yöneticiliğini sürdürüyor.
10
CİLTLİK BİYOGRAFİ ZENGİNLİĞİ
İhsan Işık 10 ciltlik “Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedi”sini yayınladı. 2. baskılı bu ciltler içinde toplam 10
bin 366 yazar hakkında geniş bilgiler yer aldı. Bu serinin 11. cildi
bin yeni edebiyatçıyla Nisan 2009’da günyüzü görecek.
İhsan
Işık, zor bir çalışmayı sürdürüyor ve sonuçlandırıyor. Bunca isim ve
imzalı bilgileri toplayacaksınız, genel bir plan içerisinde
biyografilerini şekillendireceksiniz, fotoğraflarıyla sayfalardaki
yerinden, okurlarıyla-araştırmacılarla buluşması, raflardaki yerini
almaları için gayret gösterip, nefes almadan çalışacaksınız. İhsan
Işık’ın yaptığı iş zor ve sorumluluk isteyen bir hizmet alanıdır. Bu
yüzden O’nu kutlamalı, alkışlamalı ve ne kadar yapabiliyorsak,
desteklemeliyiz.
Şimdi, 10 ciltlik ansiklopedilerde
yer alan, binlerce isim ve imzalardan, ciltler itibariyle bazı
isimler, cilt ve sayfa numaralarını vermek istiyorum:
-
Rıza Akdemir (cilt 1,s.157-158)
-
Aysel Al (cilt 1, f. 228)
-
Fakir Baykurt (cilt 2,s.616,17,18,619)
-
Mustafa Ceylan (cilt 2,s.835,836)
-
Zeki Çelik (cilt 3,s.918)
-
H.Rıdvan Congur (cilt 3,s,963,964)
-
Melahat Ecevit (cilt 3,s.1138,1139)
-
Abdülkadir Güler (cilt 4, s.1515,1516)
-
Ayhan İnal (cilt 5, s.1816,17,18,19)
-
Hayrettin İvgin (cilt 5,s.1867,1868)
-
İsmail Kara (cilt 5, s. 1959)
-
İsa Kayacan (cilt 5, s.2102,2103)
-
Rasim Köroğlu (cilt 6,s.2278,2279)
-
Kaya Özdemir (cilt 7, s.2847)
-
Ahmet Tufan Şentürk (cilt 8,s,3339,3341)
-
Nail Tan (cilt 8,s.3392,3394)
-
Fatma Uçarlar (cilt 9,s.3646,3647)
-
Celil Garipoğlu (cilt 10, s.4047)
-
Elçin İskenderzade (Bkz. Türk Dünyası Yazarları)
ÜÇ
AYRI KİTAP
İhsan
Işık aracılığıyla bana ulaşan kitaplar:
1-
İhsan Işık
(şiirler–1968–2008, önce söz ettiğim 88 sayfalık, İhsan Işık
şiirlerinden oluşan kitap.
2-
Denizin Estiği Nehir: Güzin Balpetek’in 88 sayfalık şiir kitabı.
Elvan Yayınları arasında günyüzü görmüş.
3-
Bir Yürek İnsan: Zübeyde Gökbulut Sunguroğlu’nun 184 sayfalık
şiir kitabı. Elvan Yayınları arasında, okurlarıyla buluşum,
buluşturulmuş.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- TÜRKÜ SAVAŞÇISI
-
Her alanda bir mücadeleci, savaşçı olur.. Çoban Hüseyin Çemrek, öz
yaşam öykülerinden, Türküleşen şiirlerinden oluşan sayfalar bütününü
208 sayfayla kitaplaştırmış.
-
Adı: Türkü Savaşçısı.
-
Bir giriş var, Türkünün savaşçısı, başlıklı şiir dikkat çekiyor.
İbrahim Sartaş, Yahya Aksoy imzalı değerlendirmeler dikkat çekmekte
ilk sayfalarda. Sonra değişik isim ve imzaların özlü sözleri-değerli
sözleri bir araya getirilmiş. Bunlardan ikisi:
- -
Gönlü Aydın bir kişiye kul olmak, Padişahların başına taç olmaktan
iyidir (Gazi Mustafa Kemal Atatürk),
- -
Haksızlık önünde eğilmeyiniz. Çünkü hakkınızla birlikte şerefinizi
de kaybedersiniz (Hz. Ali).
-
-
Türkünün savaşçısı başlıklı şiirin son dörtlüğü:
- -Aşık
Veysel tutkundur, doğa vardır özünde,
-
Mahzuni, Ertaşlar var, bu Çoban’ın sözünde,
-
Türküler çiçek açmış, Atatürk’ün izinde,
-
Türkünün savaşçısı budur halkın ozanı.
-
-
Av. Sema Aksoy’un da Çoban Hüseyin Çemrek’le ilgili değerlendirmesi
var 10 ucu sayfada. Rehber edinilen üstadların cümlelerinden
alıntılar yapılmış.
-
Kalıcı bir araştırma, inceleme eseri olarak gördüm “Türkü Savaşçısı”
adlı kitapla kendi alanında kalıcılığın sağlandığı bir yayın
karşımıza çıkarılmış. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum
efendim. Bazı fotoğraflarla da zenginleştirilen kitap sayfalarında,
Çemrek’in aile efradı da görüntü olarak sayfalara aktarılmış,
bilgiler verilmiş.
-
Çoban Hüseyin Çemrek’in bazı bitirme tezlerine konu oluşunu da
öğreniyoruz ki, seviniyor, mutlu oluyoruz. Bir ölçüde bu kitap,
Çoban Hüseyin Çemrek’in hayatında, şiirlerinin bir araya getirilen
anlatım bütünlüğü olarak bizimle selamlaşıyor. Arka kapakta
“İnsandır” başlıklı 7 dörtlükten meydana gelen bir şiir dikkat
çekiyor. İlk dörtlüğü bu şiirin:
-
- -Beş
duyuya hakim canlı yaratık,
- İlk
önce ateşi bulan insandır.
-
Göçebe yaşantı paylaşan toplum,
-
İnsanla, barışık kalan insandır.
-
-
Çoban Hüseyin Çemrek: 1951
yılında Amasya ili, Hamamözü ilçesi Yukarı Ovacık köyünde doğdu. 500
dolayında eseri, kaset, sesli ve görüntülü cd’ler olarak biraya
getirdi kitap olarak yayınlanmasını sağladı. Kısa adı AŞ-DER olan
Ankara Halk Aşıkları Kültür ve Araştırma Derneği’nin başkanlığını
yapan Çemrek Kültür Bakanlığından emekli oldu. Halk aşıklarıyla
ilgili çalışmalarını sürdürüyor.
-
-
GÜNÜN YORUMLARI:
- 1-
İsa Kayacan, çalışkan, özverili, fedekar olduğu kadar, vefa
duygularını en iyi bilenlerimizden biri. O, karşılık beklemez, hep
verir. O’nun vermesi ve insani vasıflarıyla, bu ülkeye nice değerler
kattığını da biliyoruz (Şükrü Tekin Kaptan)
- 2-
Bitmez tükenmez kalemi ile pek çok “rekorun” sahibi ve mesleğine
aşıklığı ile bilinen çok yönlü araştırmacı, yazar ve şairliğiyle
Türkiye’nin her köşesinde alkışlanmakta olan İsa Kayacan, aynı
zamanda “bir dünya İnsanı”dır (Melahat Ecevit)
- 3-
İsa Kayacan, daha önceki yıllarda onbir ayrı bakanın Basın
Danışmanlığı’nı yaparak, yoğun bir tempoda çalışmış ve bu yoğunluk
içinde dahi kalemi elinden bırakmamış, edebiyat dünyamızın
duayenlerindendir. Sayın Kayacan, ektiğini biçen ve çalışmalarının
karşılığını da yaşarken gören, nadir edebiyatçılarımızdan biridir
(Fatma Uçarlar)
-
-
GÜNÜN SÖZÜ: Sen Ankaradasın/Ben
Ankaradayım/Biz Ankaradayız/Biz Ankaralıyız. 25 Ocak 2009)
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- HANIM AKÇAY’IN
KALEMİNDEKİLERDEN
-
Şairlerimizin, yazarlarımızın, araştırmacılarımızın, kısacası eli
kalem tutanların yazdıkları, yayınladıklarından seçtiklerimiz,
değerlendirmelerimiz arasında yer vererek mısra ve satırları
arasındaki gezintilerimiz gündemdeki, gündemimizdeki yerini koruyor.
- Konu,
Burdur ve Burdurlu olunca, gündemlerimde değişiklik yapmaktan
çekinmediğimi, sakınca görmediğimi herkes biliyor, cümle-alem bunun
farkında
-
-
HANIM AKÇAY
-
Burdurlu hemşehrilerimizden. Burdur’da Gençlik ve Spor il
Müdürlüğünde çalışan bu hemşehrimin şiir ve denemelerinin
bulunduğunu, önceki yıllarda kulak misafiri olmuş, duymuştum.
Isparta’da Ocak 2008’in ikinci haftasının ortalarında Fatma Uçarlar
arkadaşımızın imza gününde, pardon şiir şöleninde yüzyüze geldiğimiz
Hanım Akçay kardeşimizden rica ettim.. “şu şiir ve denemelerinden,
çalışmalarından gönder” dedim.
-
21.01.2009 tarihli mektubuyla şiirlerinden ve hikaye denemesinin
bazı sayfalarından örnekler gönderdi.
- Hanım
Akçay kardeşimiz çok mütevazı. Sanki kendisinden başka, ilk
yazdıklarını yayınlanmak üzere sağa sola gönderen yok… Yazdıklarını
elinden adeta ”zorla” alıyorsunuz…
-
-
GERÇEK ÖYLE DEĞİL
- Hanım
Akçay kardeşimizin şiirleri, öyle elde tutulacak, defter aralarında
saklanacak ölçüde zayıf değil.. Şiirin gerçek yolculuğuna çıkan
herkes gibi başlangıç duyguları var, şiirin geniş dünyası içinde yer
yer görünmeye başlayanlar olarak karşımıza çıkanlar var.
- Sen,
sessiz sevgi, bekliyorum, sen ve ben, anlamadım seni, tek
başıma, dorum gözlüm, canım canım öğretmenim, adını sen koy, içim
yanıyor, öyle sevgi başlıklarıyla bize ulaşanlara bakıyoruz.. Hepsi
pırıl pırıl duygularla yazılmış. Önemli mesajların getiricisi bu
şiirler. Bir örnek bunlardan:
-
-
Severim akşamları görünmez günahlarla,
- Akla
gelmedik sevgililer akıllarda,
- Eve
giderken parkelerin üzerinde tek tek,
-
Çığlık, çığlık yüreğim duymayan kulaklarda.
-
- Üç
şiirinin başlığı yok Hanım Akçay’ın. Hani isimsiz insan olmaz ya,
başlıksız da şiir olmaz demek yanlış olur mu acaba?. Hanım
Akçay’ın öteki şiirlerinden bazı mısraları:
- -Anne
mutlu olmak istiyorum/Gitme, açılma güzelim/Ölüm içimde, çok
yakınımdasın/Bir sessizlik kapladı yüreğimi/Sığınmak istedim
limana/Paylaşmayı öğrendim canım öğretmenim senden/Bir kapı
açtım/Tek başıma darmadağın olmuşum vd. Bu şiirlerinden aldığımız
tek mısralar bile gösteriyor ve bunlardan anlıyoruz ki, Hanım Akçay
şiirin ortalarında… Yani başlangıcında değil Tebriklerimizi
sunuyoruz efendim. Devam Hanım Akçay kardeşim, hemşehrim devam.
-
- BİR
KÖY HİKAYESİ
- HanIm
Akçay’ın bir hikâye denemesi var. Adının ne olduğunu henüz
bilmediğimiz bu hikâye denemesindeki anlatım da, şiirlerindeki
anlatım gibi, gelecek için ümit veriyor.
- -“Amma
ninenin misafirleri gelmişti. Ayaküstü hoş geldin deyip, azda olsa
sohbet edip düğüne gittiler”,
-
-“Kızından evvel şalvarını giydi. Dastarını sıkıca bağladı, elini
yüzünü sabunladı. Hem söleniyor, hem de bir taraftan eğri olan
şalvarını düzeltiyordu”.
- Gelecek düşünülerek, varılmak
istenilen hedeflerin tesbitiyle mümkün olacağına göre, Hanım
Akçay’ın düşünüp, plânladıkları var. Bu plânlama çerçevesinde
yazdıkları, ortaya koydukları var…Şiir konusunda olduğu gibi, hikâye
konusunda da devam bizim gız, Hanım Akçay.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- PERVANE’NIN DUALARI
- 1992
doğumlu olan Pervane Namık kızı, Bakü’de öğrenimini sürdürüyor. Ama,
bu yaşına rağmen, kitaplar yazıyor, yayınlıyor.
- Bana
gelen son kitabının adı: Türkiye’nin Pervanesi: Atatürk.
- Vektor
Neşirlerevi yayınları arasında 106 sayfayla 2009 yılının başında
günyüzü gördü. Bu kitabın 9, 10 ve 11 nci sayfalarında “Üç ana ruhu
mültece rüzgar anaya dua ederken” başlıklı bir yazısı, sunuşu var
“Bu yazımı Atatürkümüzün ruhuna bağışlıyorum” ithafıyla.
Burada Pervane şöyle başlıyor:
- -“Özel
eğitim aldığım filolog Dç.alim, dil-edebiyat öğretmeni Edalet
Tahirzade’nin (Hirhatala kendinin tarihi ve urugların soyağacı)
kitabını okuyordum. Kapımız döğüldü. Tak!.. Tak!.. Tak!.. Zengimiz
yoktu. Tahta kapıda bele ses çıkarır. Postacı hanım idi. Yüzünde
güneş doğmuştu, yine elleriyle arkasında neyse gizletdiğinden bildim
ki, Türkiye’den İsa Kayacan’dan mektup var”.
- -
Ağırdı, yavrum, galiba yine kitaplar, kazetelerdi deyip bağlamını
bana verdi. Bağlamını açtım. “Mücüze insan”, “Burdur’un gülü”,
“İnsanlığın simvolu”, “124 kitabın müellifi” İsa Kayacan benim”
Atatürkle gönül sohbetim” kitapım hakkında Türkiyenin onlarla
gazetelerinde dere elediği yazıları ve 464 sayfaları “Mezarlık
Kültürümüzden Önekler” kitabını bana yollamıştı.
- Edalet
hocamın “Şehid mezarı mescidden sonra her bir musulmanın en mukaddes
ziyaretgâhıdır” deyip doğma yurdunu şehitlerinden sohbet açıyor.
- Hürmetli Edalet hocam anası
Rugiyye hanımın ölümü hakla çok kısa yazıp. Deyirler hakk-hakikat
yolunda rahmete gidenler şehit adlanıyor.
-
-
UZUN YILLAR
-
Pervane anlatmaya devam ediyor:
- -Uzun
yıllardır kalem arkadaşlığı ettiğim, benim Türk matbuatında
tanınmama borçlu olduğum mühterem İsa Kayacan “Mezarlık
Kültürümüzden Örnekler” kitabında önsözden önce yazıb “Her canlı
gibi her insan da bir gün dünyasını mutlaka değiştirecektir. Önemli
ve esas olan hizmetleri, özellikleri ve güzellikleri ile ölümün bile
hafızalardan silemediği insanlar arasında yer alabilmektir”
- İsa
Kayacan bu kitabında “Şehitlerin mezar taşları” başlıklı yazı ve
Atatürk’ün annesinin ölümü ile ilgili gördüğü rüya çok tesirliydi.
-
Atatürk bir gün rüyasında görüyor ki; annesi ölüb. O durub ağlamaya
başlıyor. Diyorlar ki, neden ağlıyorsun? O cevap veriyor ki,
zavallı, zehmetkeş annem dünyasını değişti. Bu rüya doğru çıksada
Atatürk öz annesinin merasimine gidibilmiyor. Çünki o döyüşteydi.
- Ben bu
kitapdaki bir yeri de vurgulamak istiyorum: “12 Şubat 2002 kapkara
bir tarihti. Eşimin Ankara Karşıyaka mezarlığındaki ebedi
istirahagahı o günden benim ikinci adresim oldu.” Böyle diyordu İsa
Kayacan.
- Kalkıp
pencereden dışarı baktım. Bu zaman yağmurun yağdığını gördüm. Bana
öyle geldi ki, bu adi bir yağmur değil. Öz doğma topraklarında
hoşbaht uyuyan üç annenin göz yaşlarıdır. Atatürk’ün annesi Zübeyde
Hanım, İsa Kayacan’ın hanımı Sabahat hanımın, Edalet hocmın annesi
şehit Rugiyye hanım.
- Sonda
arzu ediyorum ki, Edalet hocamla hürmetli İsa Kayacan Ağdamda benim
“Karabağda şehitler mezarlıkları” kitabım tekdimatında birbirinin
ellerini sıksınlar. Amin inşallah!
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- ŞİİRLER... ŞAİRLER
- Şiir
varsa, Şair vardır. şair varsa şiir vardır. Bu gerçeğin
belirtilmesinden sonra, şiirlerimize dönelim.
-
-
YERİN YOK SENİN
- Muğla
ilimize bağlı Dalaman ilçemizde yaşayan şairlerimizden Birdal Can
Tüfekçi’nin bir şiiri. Dört dörtlükten meydana gelen bir şiiri
efendim. Bu şiirin iki dörtlüğü şöyle:
-
- -
Senden ne bir selam, ne bir haber var,
- Gayri
hayatımda yerin yok senin,
- Bitti
benim aşkım buraya kadar,
- Artık
yüreğimde yerin yok senin.
-
- Daha
çekeceğin çileler çoktur,
- Sana
her ızdırap revadır, haktır,
-
Yaralı gönlümde, merhamet yoktur,
- Artık
yüreğimde yerin yok senin.
-
-
Birdal Can Tüfekçi, “Tertemiz aşkımı perişan ettin/Kanattın kalbimi
bir nişan ettin” diye devam ediyor, duygularını ortaya koyuyor.
-
-
BURDUR
- Şimdi
Isparta ilimiz merkezinde yaşayan, Fatma Uçarlar’ın Burdur’da görev
yaptığı yıllarda yazdığı ve bendenize ait, Burdur Belediyesi kültür
yayınları arasında 2005 yılında kitaplaştırılan “Burdur şiirleri”
adlı kitabımın 26 ve 27 nci sayfalarında yeralan “Burdur” başlıklı
şiirinin iki dörtlüğü:
-
- -
Bahçelerinde güller yetişir,
-
Tarlalarında sebze dikilir,
- Halkı
kültürlü bilgilidir,
-
Karacaören’i var Burdur’un.
-
-
Gölünün üstünde güneş süzülür.
-
Dikkuyruklar, kenarında gezinir,
-
Burada bir farklılık sezilir,
-
Taşodası var Burdur’un.
-
-
Buradan sonra, buradaki nokta koyuşumuzdan sonra, Ankaralı
şairlerimizden Davut Cömert’in bir şiirinin bir dörtlüğünden
sözedelim:
-
-
GİDİYORUM
-
Ankara’da yaşayan, Ankaralı şairlerden (Hz. Davut), Davut Cömert,
dokuz dörtlükten meydana gelen “gidiyorum” adlı şiirinde, özlem
kırıklığından, burukluğundan sözediyor ve bir dörtlüğünde şöyle
diyor:
-
- -
Sever miyim bir daha, inan ki bilmiyorum,
- Sen
de bu kadar acıları çekmişken,
-
Ayrılmak istemezdim inan senden ebedi,
- Düşe
kalka sürünerek, silinerek gidiyorum.
-
Sağlıklı ve başarılı bir yaşam diliyorum efendim.
-
-
GÜNÜN SÖZÜ: Ankara seninle
güzelleşti/ Güzelliklerin tümü/ Sende birleşti/ Varolan sevgimiz/
Yeniden bütünleşti. (25 Ocak 2009)
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
35 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
-
TÜRKİYE’NİN PERVANESİ: ATATÜRK
-
1992 yılında dünyaya
gelen bir öğrenci.
-
2009 yılı itibariyle, bu
yılın başlangıcı itibariyle 16 (17) yaşında oluyor değil mi? Bu
yaştaki bir öğrenci, kız veya erkek fark etmez, Atatürk hakkında
kitap yazabilir, yayınlayabilir mi?
-
Biraz zor… Ama bu zorun
başarıcısı bir kızımız var, Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de okuyan…
Adı: Kerimova Pervane Namık kızı, Kitabının adı: Türkiye’nin
Pervanesi: Atatürk. Temmuz ayının 23 nde, 1992 yılında dünyaya
gelmiş. Yani, 23 Temmuz 1992’de demek istiyoruz.
-
Önceleri de bir kitabı
yayınlandı. Atatürk için, Atatürk hakkında. Oturmuş, araştırmış ve
Bakü’de faaliyet gösteren Vektor neşirlerevi yayınları arasında 106
sayfayla günyüzü görmesini sağlamış Kerimova Pervane Namıkkızı.
-
Kitabın, daha doğrusu
önsüzün müellifi: Prof. Dr. Nizami Ceferov. Redaktör: Prof. Dr.
Elçin İskenderzade. Reyçiler: Prof. Dr. İsa Kayacan, Fatma Uçarlar.
-
Prof. Dr. Nizami Ceferov,
Bakü’de bulunan Atatürk Merkezinin direktörü olduğu için yazdığı
önsözle, kitabın ad ve içeriğiyle daha çok örtüşmüş, doğru olmuş.
-
Türk Türkün dayanağıdır,
başlıklı bir başka yazı, değerlendirme ve sunuş var 4-7 nci
sayfalarda. Buranın sonunda:
-
-“Türk, Türk’ün dayanağıdır. Tüm Türklerin kalbindeki Atatürk
sevgisi ebedidir. Dünyanın neresinde Türk varsa, onların kalbinde
büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk var” deniyor.
-
Pervane Namıkkızı’nın
“Atatürk’üm” adlı, başlıklı bir şiiri. Dört ayrı bölümden, beş mısra
bütünlüğü içindeki görüntüden meydana geliyor. Bu şiirin ilk bölümü:
-
- “Karabağım od-ateşte
yananda,
- Sorularım cevabın
bulmayanda,
- Ağlamıma harayım
çatmayanda,
- Dağlarımda sis,
duman görünüyor,,
-
- Atatürk’üm yerin çok
görünüyor.
-
Bu yazımı,
Atatürk’ümüzün ruhuna bağışlıyorum, ithafından sonra üç ana ruhu
mültece rüzgar anaya dua ederken, başlığı altında bendenizin
“Mezarlık Kültürümüzden örnekler” adlı kitabımdan ve bu kitabımda
Pervaneyle ilgili daha doğrusu O’nun imzasıyla yer alanlardan
sözetmiş. Bir yerindeki görüşlerinden Pervenenin:
-
“İsa Kayacan,-Mezarlık
Kültürümüzden Örnekler-adlı kitabında, şehit mezar taşları başlıklı
yazıyı ve Atatürk’ün annesinin ölümü ile ilgili gördüğü rüyaya yer
vermiş. Rüya çok tesirliydi.” Başlıklardan:
-
“Deneme yazılar, MA.
Atatürk’e benzeyen asker, Bayrak bir milletin istiklaliyet
elametidir, Taleyin sert bakışı, Atatürk’ün gençliğe hitabesi, Türk
gençliğinin Ataya yanıtı, Atatürk’ün ailesi, Mustafa Kemal
Atatürk’ün çocukluk yılları, öğretim hayatı, Atatürk’ün matematik
tutkusu, Askeri hayatı, Harb Okulu yılları, Atatürk hakkında
bilinmesi gereken 30 şey vd.”
-
Kerimova Pervane
Namıkkızı, çocuk denecek yaşında böyle önemli ve anlamlı eserler
ortaya koyuyorsa, yayınlayabiliyorsa, yarın olgunlaştığında neler
yayınlamaz, neler gün yüzüne çıkarmaz ki?
-
Tebriklerimi, sevgi ve
saygılarımı sunuyorum efendim.
-
- GÜNÜN SÖZÜ:
-
Dünyanın neresinde Türk
varsa, onların kalbinde büyük önder Mustafa Kemal Atatürk vardır.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
36 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
-
YAZILANLAR
-
Şairlerimiz,
şairelerimiz, yazarlarımız, araştırmacılarımız kısacası kalem erbabı
olarak bildiklerimiz, tanıdıklarımız için yazılanlar,
ortaya-sayfalara konulanlar vardır.
-
Isparta ilimiz
merkezinde yaşayan şair-yazar Fatma Uçarlar’ın üç ayrı kitabı
yayınlandı. Bunlar; Sevdim Yetmez mi? (şiir–2004), İçimde Söz
Dinlemez Deli Var (şiir, 2008) Şöyle Giriversen Kapımdan
(denemeler–2008 –şiirli anlatımlar)
-
Fatma Uçarların son iki
kitabında yeralan biyografisini aşağıya alıyorum efendim:
- FATMA UÇARLAR
-
Isparta doğumlu olup,
çalışma hayatına Konya Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde başladı.
Ardından aynı kurumun Çanakkale, Burdur Müdürlüklerinde görev
yaptıktan sonra halen. Isparta Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nde Şube
Müdürü olarak görev yapmaktadır.
- Şiirleri ilk kez
Egeli Araştırmacı Yazarlar Birliği’nin 2003 yılında yayımlamış
olduğu antoloji ile gün yüzüne çıktı. 2004 yılının Temmuz ayında
“SEVDİM YETMEZ Mİ?” isimli şiir kitabı yayımlandı. Söz konusu
kitabı, Antalya Güllük Dergisince 2005 yılının Eylül ayında
düzenlenen yarışmada “Yılın Kitabı” dalında mansiyon ile
ödüllendirildi. Yine 2005 yılının Eylül ayında Egeli Araştırmacı
Yazarlar Birliği (EGAY-DER)’in düzenlemiş olduğu yarışmada “Bayrak”
isimli şiiri “Jüri Özel ödülü”ne layık görüldü. Üyesi bulunduğu
Egeli Araştırmacı Yazarlar Birliği tarafından 2004 yılı “Türk
Kültürüne Hizmet” plaketi ile de ödüllendirildi.
-
2006 yılında Anayurt
Gazetesi’nin düzenlediği yarışmada “Fatma’ya Geldim” isimli şiiriyle
hece dalında üçüncülük ödülüne değer bulundu. Yine aynı sene Türkiye
Kamu-Sen’in düzenlediği “Çalışma Hayatında Kadının Rolü ve
Sorunları” konulu yarışmada Türkiye beşinciliği elde etti. 2007 yılı
Ağustos ayında Denizli Şairler ve Yazarlar Derneği’nin düzenlemiş
olduğu “Av Hikayeleri” konulu yarışmada “Yeşil Ördek Gibi Daldım
Göllere” isimli hikayesiyle ikincilik ödülü aldı. Uçarlar’ın değişik
makamlarda bestelenmiş şiirleri bulunmaktadır.
-
Şiirleri ve deneme
türündeki yazıları, Anadolu’da çeşitli gazetelerde yayımlanmakta
olan Fatma Uçarlar’ın”İçimde Söz Dinlemez Deli Var” isimli ikinci
şiir “Şöyle Giriversen Kapımdan” adlı deneme kitabının okuyucuların
beğenisine sunulmasıyla yazar, üç kitabın imza sahibi oldu.
-
Türk Yazarlar
Ansiklopedisi’nde de yer alan Fatma Uçarlar, İLESAM, EGAY-DER
(YAZ-AR-BİR) üyesi olup aynı zamanda da Isparta Göller Bölgesi
Yazarlar ve Şairler Derneği Yönetim Kurulu üyesi olup iki çocuk
annesidir.
-
- HER ÜÇ KİTABIN
-
Fatma Uçarlar’ın her üç
kitabının, önsöz, sunuş sayfalarında kimler ne yazmış şöyle bir
bakalım:
-
1- Şiir dünyamıza atılan
ilk adımla Fatma Uçarlar, çekingenliğini, tereddütlerini geride
bırakmaktadır. Önümüzdeki aylarda ve yıllarda yayımlayacağı yeni
kitaplarıyla, şiirimizin kapısına doğru daha bir yaklaşmış olarak
aramızdaki yerinden bizlerle selamlaşacak, merhaba demeye devam
edecektir(İsa Kayacan, Temmuz2004)
-
2- Sayın Uçarlar,
sorumluluklarını bilen, işine bağlı ve kararlı, azimli bir şahsiyete
sahiptir (Mehmet Cadıl–2008)
-
3- O’nu Burdurlu olarak
tanıdım. Ispartalı olduğunu sonradan öğrendim. Bir Burdur sevdalısı
olduğunu her sözünde ifade eden Fatma Uçarlar, yazı ve şiirleriyle
yöre halkının gönüllerini fethetmiştir.
- Fatma Uçarlar’ın
“Edebiyat Türlüsü” olarak nitelendirdiği yazılarının konusu sosyal
içerikli olup, konular toplumun kanayan yaralarına parmak basılarak
başarılı bir şekilde işlenmiştir (Melahat Ecevit–2008
-
4- Kendisine olduğu
kadar çevresindeki dostlarına da son derece saygılı ve samimi bir
dost olan Fatma Uçarlar, eleştirilere açık, kızmayan, alınmayan,
kendisine güveni olan bir şair (Tahir Sıral–2008)
-
5- Fatma Uçarlar, her
geçen gün adından biraz daha bahsettiren, her geçen gün, şiirine
yenilikler katan bir şair olacak (İlkan San–2008)
-
- ŞAİRLERİMİZE DUYURU:
Ankara da ki Olay ve Yarın Gazetelerindeki köşelerimde yayınlanmak
üzere şiir gönderen şairlerimizin bazılarının el yazıları
okunamıyor. Bu nedenle, o şiirlerin yayınlanması da mümkün olamıyor.
(İsa Kayacan)
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
37 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BURDUR ÖZEL İDARESİ’NİN BÜYÜK HİZMET FOTOĞRAFI
Kuruluşlarımız vardır
hizmet üretir, kuruluşlarımız vardır laf üretir.
İllerimizdeki
değişik hizmet birimlerimiz içinde, Valiliklerimiz bünyesinde görev
yapan Özel İdaresi Genel Sekreterliklerince ortaya konulan
hizmetler, zaman zaman genel değerlendirmeye tabi tutuluyorlar.
Burdur ilimizde faaliyet
gösteren, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği, 2004–2008 yılları
arasındaki, bu yıllar içindeki hizmetlerini “TC Burdur İl Özel
İdaresi” adıyla, bol fotoğraflı 76 sayfayla kitaplaştırdı.
Basım öncesi şöyle bir
göz atma şansını yakalayan birisi olarak ifade edeyim ki,
2004,2005,2006,2007 ve 2008 yıllarındaki hizmetler, köye köylüye
götürülen hizmetler göz dolduruyor, farklılık sergiliyor.
Kapakta, belirtilen
yıllardaki faaliyetlerden, örnekler veriliyor, “nereden nereye”
gelindiğinin altı çiziliyor ve “Masada değil, sahada hizmet”
sloganından hareket edildiği anlatılıyor.
Masada fazla
oturmayalım.. Doğru..Ama masada planlayıp, sahada uygulayalım..
Kitabın, hizmetler
bütünü olan yayının ilk sayfasında, Burdur Valisi İbrahim Özçimen’in
bir önsözü var. Bir yerinde:
“Burdur’u en kısa
zamanda hak ettiği yaşam seviyesine ve hizmetlere ulaşmasını
sağlamak en temel görevimizdir… Bu görevde, İl Özel İdaremiz, hizmet
filomuzun amiral gemisidir” diyor.
Arkasından, İl Genel
Meclis Başkanı Mustafa Taştekin’in bir sunuşu karşımıza çıkıyor.
Taştekin sunuşunun bir yerinde;”
“Bireysel ve toplumsal
hayatı doğru algılamak ve mevcut imkânlarla daha çok hizmet üretmek,
öncelikli hedefimizdir” cümlesiyle dikkat çekiyor.
Burdur İl Özel
İdaresi Genel Sekreteri İbrahim Şimşek’in takdim yazısında ise,
genel bir değerlendirme yapılıyor bir yerinde:
“Belediye sınırları
dışındaki ilimizin her köşesine yol, içme suyu, kanalizasyon, imar,
ruhsat vb. alanlarda kaliteli, süratli ve adil bir şekilde
hizmetlerin götürüldüğünü görebilirsiniz” cümlesiyle hizmetlerin
bütünlüğü sergileniyor.
Bu yayın çalışması
içinde, Burdur Özel İdaresi Genel Sekreterliğinin beş yıllık hizmet
fotoğrafı ortaya konuluyor. Bu fotoğraf böyük bir görüntü arz ediyor
efendim.
Devletimizin
kurucusu yüce Atatürk’ün, 1930 yılında “Burdur İl özel idaresinden
çıkarken” görüntülenen fotoğrafı önemlilik taşıyor, anlam zenginliği
içinde karşımıza çıkıyor.
Vizyonlarından söz
ederken: “Çok iyi bir performans ile kurumsallaşmayı tamamlamış,
verimliliği esas alarak plan ve projeye önem veren, şeffaf bir
çalışma ortamıyla, geleceğe umutlu ve planlı bakabilen, yerel
yönetim anlayışında öncü ve örnek bir il özel idaresi” yorumu
yapılıyor.
Misyonlarından söz
ederken de; “Burdur’da nefes alıp verenlerin mahalli mahiyetteki
ekonomik, sosyal ve kültürel şartlara bağlı her türlü ihtiyaçlarını,
kanunlarla verilen görev ve yetkiler çerçevesinde adil, güvenilir ve
hızlı bir şekilde karşılamaktır” cümlesiyle görüşlerini ortaya
koyuyorlar.
Burdur Özel İdaresi
Genel Sekreterliğinin, yükselen sorumluluğu içerisinde, “bilinir
olmak, tanınır olmak yeterli değil. Yıldız olmak zorundayız”
diyorlar. İddialı bir söz, yarışın varlığını anlatan görüş.
Yolların daha geniş ve
daha kaliteli hale gelişi, getirilişi başarının varlığını
gösteriyor. Yapılan çalışmalarla, yol ve ulaşım hizmetlerinde
Türkiye ortalamasının üzerine çıkılışının ifade edilişi,
görüntülerle anlatılışı, mutluluk verici.
Asfalt
çalışmalarında, köylere su götürme hizmetlerinde, kanalizasyon
hizmetlerinde, sulama, eğitim, kültür ve turizm varlıklarının
korunması çalışmalarında, gençlik, spor çevre, orman ve tarım
alanlarında başarılı hizmetlerin ortaya konulduğunu görüyoruz,
öğreniyoruz.
GÜNÜN SÖZÜ:
Bu güne kadar olduğu
gibi, yeni dönemlerde de muhtarlarımızla el ele, gönül gönüle
olacağız. İşte sıcak elimiz. S.70)
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
38 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
SİTEMİZDEKİ SAYFALARIMIZ!
-
Bilmiyorum hiç ilginizi çekip aylık istatistik sayfalarınızı
incelediniz mi?
-
Belki sayfanızı açılış sayfası yapmak isterseniz diye sayfanızda
bulunan açılış sayfası yapı bir sefer tıkladığınızda bilgisayarınıza
ilk girdiğinizde sizin sayfanız açılacaktır. Burada hepimizin
kullandığı arama motoru bu sebeple sizlere hazırladım ve GOOGLE
arama motoru adapte ettim.
-
Çok yeni olarak sizlerin sayfalarına siteler topluluğu olan AÇIK
KAPI (Portal) ımızda sizlerin yazılarının yayınlandığı sayfaları kaç
okuyucumuz izlediğini gördünüz mü?
- Aşağıda görüldüğü gibi; Kendi
sayfalarımıza kaç tekil kişinin girdiğini görmektesiniz. Bu girenler
sizden kaç sayfa olarak sizin yazınıza gittiğini ve kaç dosya olarak
size ait bilgileri incelediğini görmektesiniz.
-
Size ait sayfanın bir aylık istatistik hitide burada bulunmaktadır.
Sayfanızı daha detaylı incelemek isterseniz tıklayarak kendi
adınızın bulunduğu OCAK ayı istatistiğindeki binginizi tıklayarak
istatistiğinizden detaylı sayfalara ve günlük istatistiklerinizi de
inceleyebilirsiniz.
- Buradan bütün ziyaretçilerimize de
teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Açık kapımıza toplam Ocak ayında
25.774 tekil ziyaretçi girmiş ve 120,518 dosya incelenmiştir.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
39 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
ADANA’DA İKİ KÜLTÜREL
ETKİNLİK
Merhaba!
Bu Ay Adana’da yapılacak olan
etkinlik bilgisi altta bulunmaktadır. Sanatseverlerin bilgisine
sunulur.
RESİM SERGİSİ
Sema Çulam naif, Yalçın Gürsel suluboya resimleriyle 20 Şubat - 7
Mart arasında Galeri AltAn'da.Onurlandırmanızı dileriz.
Kokteyl: 20 Şubat Cuma saat:18.00
Sergi Süresi: 20 Şubat - 7 Mart
Adres: Cemalpaşa mah. 63006 sk.(Kafeler sokağı) Hanımeli apt.No:2
Seyhan / ADANA
Tel: 0322 459 34 58 - 0532 305 61 94
ŞİİR DİNLETİSİ
Çukurovalı şairler şiir dinletisi 21 Şubat Cumartesi saat:16.00'da
AltAn Kitabevi'nde.Buluşmak dileğiyle.
Adres: Cemalpaşa mah. 63006 sk.(Kafeler sokağı) Hanımeli apt.No:2
Seyhan / ADANA
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
40 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL!
Bu sıralar üyesi olduğum elit bir grup olan kütüphaneci
grubunun en sık gelen grup mesajı okuyucu bulamama olarak
gözükmektedir.
Acaba semt pazarlarındaki satıcılar gibi okuyucuyu cezp etmek için”
Gel Okuyucu Kütüphaneye Gel!” diyerek kapı önünden mi bağırmak mı
gerekmekte?
Hayır! Bağırarak, Söyleyerek kitap okutulmaz. Peki nasıl okuyucu
miktarını arttırarak okuyucuyu kütüphaneye bağlayacağız?
Öneriyi ben yıllar önce dile getirmiş, arkadaşlara açıklamıştım.
Onlar sadece kendilerine bazı yükümlülükler ve zorluklar yüzünden
benimsetemedim.
Bu gün o öneriyi yapmaya da pek niyetim yok. Neden yok derseniz
benim yapalım diyeceğim işlev içip personel gerekmekte. Ayrıca
personelin çokluğu da bir işe yaramayacağını biliyorum.
Zamanı gelince belki birileri hatırlar ve sizlere bu önerime kendisi
lanse eder diye düşünmekteyim.
Emekli Kütüphane Müdür Yardımcısır.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
41 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
SİGARA VE HAFTALAR.
Sigaranın zararı sadece kendimiz için değil, etrafımızdakilere de
verdiğimiz büyük eziyetin ta kendisidir.
Sigara
içerken etrafıma verdiğim eziyetin ne olduğunu anlayamamıştım.
Sigarayı bırakınca; etrafımda sigara içenlerin bana verdikleri
eziyeti gördüm ve, etrafımdakilerden utanır oldum. Kendilerinden
özür diliyor verdiğim sıkıntı içinde utanıyorum.
Kutlanılan haftalara ben inanmıyor ve faydalıda olduğunu
düşünmüyorum. Sanki bana senede bir hafta o kutlanan gün için
yeterli görülmüş bir zaman dilimi olarak görmekteyim.
Bence bu haftalar; bazı kişilere
getirim kazandırmak için icat edilmiş olduğu ve bizleri tüketmeye
zorlayan bir alet olduğu kanındayım. Bizlerde bu alete kanarak önemi
sadece bir gün veya bir haftaya sığan anmalarla kendimizi tatmin
ediyor gözüküyoruz.
Günler
ve haftalardan olan; Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü,
Öğretmenler Günü v.b. Şimdi benim annem sağken ben annemi sadece
"Anneler Günü"nde mi anacaktım:->
Babam
Sağken "Babalar Günü"nde mi anıyordum. Bu günlerde onlara hediyeler
mi alıyordum yoksa onları devamlı ziyaret ettiğim için bu onlara
daha mı güzel gözüküyordu?
Eşimi ben sadece "Sevgililer
Günü"nde mi hatırlayayım? Ona alacağım ihtiyacı için o günü mü
bekleyeyim. Yoksa yanımda olduğu için ona devamlı sevgililer günü
imiş gibi mi davranayım?
Sevgi veya kutlama bizlerin birbirimize bağlanması için bir araç
olarak görülmemesi, sevdiklerimizi günlerle değil ömür boyu
sevmemizin daha doğru olmasını isterim.
Bizlerin zaten uzun zannettiği ömür çok kısa ve kısıtlı bir zaman
dilimi. Onun için kendimize zarar verirken başkalarına da zarar
verdiğimizin bilincinde olur, bir kutlamadaki faydayı sadece o gün
veya hafta olarak düşünmeyerek ömür boyu kutlarsak daha güzel olur.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
42 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
SEÇİM Mİ;GEÇİM Mİ?
Bu dönem mahalli seçimler neler getireceğini hep birlikte göreceğiz.
Hele bu mahalli seçimler de ekonomik kriz denilen dünyayı
yönetenlerce empoze edilen suni ve ekonomik özgürlüklerini
kazanamayan ve dış borç içinde yüzen ülkemiz gibi ülkeleri yok etme
veya ufaltma için yapılan operasyonlarda deneme tahtası haline
gelmekteyiz.
Bu yıl bu mahalli seçimlerin ekonomik krizin olup olmadığını bizlere
gösterme açısından da büyük bir sınavı da bizlere göstermiş
olacaktır.
Aday adayların tamamının hemen hemen belli olduğu bu günlerde parti
ve parti adaylarının yaptıkları harcamaların mercek altına alınması
ve bu harcamalarda da takip edilmesi gerekli olması bir gerçek
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Seçimlerde her nedense parti harcamalarının pek çoğunun bağış ve
katkı olarak harcanması ise başka bir problem olarak karşımıza
çıkacaktır.
Seçimlerde iktidar olanların ise avantajlarını kullanmaları
kaçınılmaz olarak görülecektir.
Krizin sonucu işsizlik büyük ölçüde artarken, fakirlikte
artmaktadır. Gelirler kişilerce değil ailelerce tüketilerek geçim
çabası verilmektedir. Mahalle seçimlerin sonuçlanmasından sonra
krizin devam edeceği, bu krizi bize empoze edenlerin gönlü yetene
kadar da devam edeceği gözükmektedir.
Bizde burada sizlere “Seçim mi; Geçim mi?” diye soralım dedik.
İleride bu konuların devamının dergimizde yayınlanacağını da
sizlerin de görüşlerinin bizim için çok kıymetli olduğunu bilmenizi
isteriz.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
43 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
BİR e-POSTA VE CEVABI
Ilisikte ki gönderdigim dosyalar (yazinlar)
kurulmasi arzedilen
Corum Kültür Merkezi
ve
Güzel Sanatlar Fakültesini
ilgilendirmekdedir.
Saygilarimla
Merhabalar Sayın Çoban!
Gözlü var gözsüz var. Okumayı
sökemeyenler var. E-postanızı yazarmen18 punto kullanmanızın
sebebini ne olur ne olmaz diye düşündünüz herhalde?
Çorum!
Kültür Merkezi!
Güzel Sanatlar Fakültesi!
Maalesef bu yolladığınız konular
hakkında bilgim bulunmamaktadır.
Açıkça ne yapmamı yazın; gerek
görürse yapar veya yayınlarım.
Hamiş; Dosyalarınızı siz siz olun
kopyalanmasını istiyorsanız word dosyası olarak yollayın ki
yayınlasınlar. Sizin adınıza bir daha o yazıları yazan pek bulunmaz
zannedersem.
Fotoğraflarını yayınladığı albümü
dergimde yayınladığım fotoğrafçı.Ates Velidedeoglu
Çocukluğunu ve amcasın arkadaşım
babasını tanıdığım Çorumlu.Kenan Dalgic
Tanıyamadığım serdar Kilickaplan
Mehmet Ali DOGAN zerrin ayvazoglu
Adam gibi adam diye birilerini
lanse ederek bu seçimde arkasında durmayan Çorum'u tanıdığını bile
zannetmediğim Agah Kafkas
63 sayı basılan ve 120. sayısı
hazırlanan dergiyi kültür olarak görmeyen yada 3. sayısı da basıldı
diye gazete Sevket Erzen
Dergime reklam vermezsede abone
olan Mustafa Yagli
Birkaç kere giderek görüştüğüm
Ünal Kakac
Hiç görmediğim bir gazete Manset
Gazetesi
Bilemediğim Çorumlular
Mehmet Özdogan Mütallip Yalin
Beni de gönderdiğiniz e-postasında
listede görünce şaşmadım desem yalan olur .->>corumlu2000
Dergime reklam vermezsede abone
olan arasıra sanal yazıştığım Mahmut Köksal
Bilmediğim Haci Odabasi
Herhalde Sungurlulu olsa gerek
tanışmadığım Halil Baklan
Tanıyamadığım şahıs Servet
Seyfettin ;
İsmi yabancı gelmedi fakat
tanışamadığım Mustafa Toprak ;
Bilemediği birisi daha Mustafa
Harputlu ;
Dergime reklam katkısı veren ve
ilk sayısından son sayısına kadar abone olan Ahmet Ahlatci
Çorumlu olduğunu bildiğim Çorum
1997 tanıtım katkısı istediğim Ahmet Hamoglu
Kendisine Anitta Otelde taktim
ettiğim Çorum 1997 isimli çalışmamı görmemiş ki köşesinde Çorumla
ilgi kitap olmadığını yazan telefonlar kendisine hatırlattığım halde
hatırlamayan (Hatırlama mecburiyeti yoktur) Ahmet samsunlu
Tanışmadığım Esra Keskin ;
Nesrin Cobanoglu ; niyazi özmercan ; nilay çevik
Tanışız Sonmez Yanardag
Bilemediğim schneider-guerkan@gmx.de
; Faruk Gökmese ; web@corum.bel.tr ; Selahattin Toprakci ; Sirin,
Metin (M.) ;
Dergilerimiz kendisine taktim
edildiği halde; dergimizin yayın hayatı boyunca gazetesinde bir
satır bile yayınlamayan gezete genel yönetmeni.Mehmet Yolyapar
Ben Çorumluyum
Kendime göre birşeyler yapıyorum.
Aralık tekil ziyaretçim 28912
Toplam sayfa 53 389 Toplam dosya ziyaretçisi 151861 ve toplam hiti
2962341 olan
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
44 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
DEYİMLERİMİZİ DÜZGÜN
KULLANALIM "MÜREKKEP YALAMAK"
Bu deyimi pek çoğumuz duymuşuzdur. Duyduğumuz bu deyimin tama olarak
ne olduğunu pek bilenimiz de yoktur. Nasıl banyodan çıkana,tıraş
olana “saatler olsun” dediğimiz gibi duyduklarımızı incelemediğimden
kabullendiğimiz gibi bu temenniyi de yanlış biliyoruz. Banyodan
çıkana ve tıraş olana “SIHHATLER OLSUN” demeyi akıl etmeyiz.
Şimdi gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimizi okumuş,yazmış kişiler için
yakıştırırız. Aslında bu deyim “HATTTAT”LAR için söylenen bir
deyimdir.
Pek
çok kişinin matbaanın Osmanlılarca ülkeye gelmesine engel olunduğu
zan ederek,atalarımızı hakız olarak suçlarız. İşin aslı konumuzun
içinde geçen hattatları korumak için yapılmış bir önlemdir. Nasıl bu
günlerde AT girmek isteyen ülkemizin insanlarına serbest dolaşma
hakkını kısıtlamaya kalkışan Avrupalılar gibi;Osmanlı da matbaa
ülkede faaliyete geçmesi ile,ülkede büyük bir kitle olarak bulunan
Hattatların ekmeklerinden olmaması sıkıntısı yatar.
Örneğin;şimdi bir arkadaş kitap yazarsa,kitabını hemen bulunduğu
ilde kitabı bastırarak sadece savcılığa bilgi vererek dağıtımını
yapabilir. Osmanlı döneminde bu denetim ülkenin tamamında yazılan
kitapların “Babı Ali”de bulunan denetim masasına ciltlemeden
formalar halinde yollanır,onay alınırsa hattatlarca çoğaltılarak
bulunan il,ilçe veya beldede okuyucuya tanıtılırdı.
Bu
işlem nasıl olurdu ? Derseniz: örneğin;Çorum’da bir yazar kitap
yazınca kervana vererek İstanbul’a yollardı. Onayı alınan kitap için
Padişah tarafından kitabın değerine göre birkaç altından başlayan ve
on binlerce altını bulan para ile kitabın çoğalması için müsaade
verilirdi. İstanbul’la Çorum arasında bulunan kervanların
konakladığı hanların sahipleri gelen kervana kitap var mı ? Diyerek
sorarlar,eğer kitap varsa o hanın bulunduğu yerde bulunan hattatlar
toplanarak formalar bölüşülerek kervan sabah gitmeden hemen
kopyaları çıkartılırdı. Bu işlem İstanbul – Çorum arasında 11
konakta yapılırdı. Yani kitabın on bir adat kopyası çıkartılırdı.
Kervandan sonra hattatlar o yerleşim yerinin ihtiyacı kadar sonradan
çoğaltılırdı.
Diyeceksiniz ki;kitabı yazan müellifin bundan kar ne ? Derseniz:
Kitabı daha Çorum’a gelmeden on bir kopyası alınmış olarak
tanıtılmış olur. Kitap bu on bir konaktan diğer illerden gelen ve
giden kervanlarca alınarak kısa zamanda hattatlar tarafından ülkenin
tamamına ulaştırılmış olurdu. Ayrıca Padişah tarafından verilen para
da o yazarın telif ücreti olurdu.
Şimdi
gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimize. Osmanlı döneminde el yazması
kitaplar,hattatlar tarafından çoğu zaman çıra isi ile kendileri
tarafından yapılırdı. Çıra isine bal karıştırılarak mürekkebin hem
yapışıcılığı ve hem de parlaklığı sağlanırdı. Birde hattatların
kullandığı kağıtların kamış kalemin kaymasını sağlanmasını sağlamak
için aharlanırdı. Ahar da bildiğimiz tavuk yumurtasının akı idi. Bu
ak samur fırçalarla kağıtlara bir iki kat kurudukça sürülür,kağıt
üzerindeki ak kuruyunca da mühre taşı ile parlatılırdı. Mühre taşı
da kaz yumurtası büyüklüğünde mermer bir taş idi. Kağıtta bulunan
fırça izleri ile yumurta akının pürtükleri düzeltilerek bu gün
kullandığımı kuşe kağıt gibi yapılırdı. Şimdi amma anlattın be
birader. Ne diyeceksen de dediğinizi duyar gibiyim.
Hattat;bir harfi veya bir satırı yanlış yazınca acaba nasıl silerdi
?
Hattat
yanlış kısmı DİLİ İLE YALAYARAK silerdi. Evet o zamanın mürekkebinin
silgisi insan oğlunun tükürüğü idi. Bu gün bile kütüphanelerde
bulunan el yazması kitapları okuyanların başında bir görevli
bulunur. El alışkınlığı ile sayfa çevirirken parmağını tükürüğü ile
ıslatıp kitabın sayfasını çevirmemesini istenir. Yüzlerce yıl önce
yazılmış el yazması kitaplar bu gün bile tükürük ile silinmektedir.
“MÜREKKEP YALAMAK” deyimimiz hattatlar için kullanılan bir
kelimedir.
Benim
diyeceğim;konuştuklarımızı bilerek konuşmak ve bildiğimizi
konuşmaktır
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
45 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
ŞİİR Mİ
Şiir mi zannediyorsun bizi bağlayan
birbirimize?
Yoksa sevginin kenetleyen gizli perçini mi?
Şiirin yokluğunda sana ne söyleyeceğim?
Olsa da sözlerin manası ve önemi ne?
Bağlanmaya gör yazmak ve okumak denen;
Dizeler bileşince kalbinde kalemine dökülen,
Anlamak ne ki söylenmesi zor onca kelimeyi.
Dinlenmedikten sonda şiir okumuşun kime ne?
Şiir mi?
Şair mi?
Yoksa her ikisi de birlikte mi?
Yazarsam bunu sana okursan eğer;
Anlayacak sadece sensin, diğerleri mi?
Okurken dizedeki kelimeleri anlayabilenler,
Seninle eşdeğer değiller mi?
Şiir mi?
Şair mi?
Onu okuyan mı önemli!
27 ocak 2009 saat 00.32 ÇORUM |
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
46 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
A MISIN; M MİSİN NESİN?
Kendini sandığın kadar kendin
,
Kuyruğun yoksa niye
alındın?
Kem küm etme biz sanal
değiliz,
Kendi adımızla yazan
kimseleriz!
Kimlik sıkıntısı çeken değil
gerçeğiz.
A'yı E' diyenlerle de bir
değiliz.
Alınanları da hoş görür
kişilerdeniz.
Davet edilenleri sizde mi
içindesiniz?
Adamlığı kabul etmiyen "Adem"
değil misiniz?
İnternet'e girip Googleyi
bilmeyilerden misiniz?
Dersini sen önce kendine
ver,
Bizde seni hiç bilmeyiz!
63 sayı basılan Internet'te
yayınlanan
200'üncü sayısı hazırlaan
Çorumlu 2000
Bilmiyorsan öğren, çık artık
kabuğundan
Araştırmadan yazma, araştır
karşındakini
İnan bilgini bilderememişsin
öğrettiği
Ancak olmuştur verdiğin
dersler mum gibi
Kimse yararlanmamıştır
Bilmediği için seni
A mısı E misin artık karar ver
ve yaz
Kendini bile tanımayan arsız,
yaramaz.
28 Ocak 2009 20,13 Çorum
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
47 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- GÖNÜL HAPİSHANESİ
-
- Yanıyor yine hapishanemin
lambası.
- Gam dağıtıyor,aydınlattığı
yerlere.
- Düşene kadar boş verdiysen bu
hale sen,
- Düştükten sonra bu gam,bu
üzüntü niye ?
- Akıyor göz yaşım hiç bıkıp
usanmadan,
- Herkes bakıyor mu,bu benim göz
selime.
- Bu dertli,gamlı olan kim,ben
kimim ? Diye.
- Soruyor garip mahkum hep kendi
kendine.
- Bu hapishane bir gönül
parmaklığıdır.
- Gülmekle,ağlamak,sevmek de hep
hediye.
- Karşılıksız sevgi bir dert ile
bir çile,
- Düştükten sonra bu gam ve
ağlamak niye?
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
48 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
- KENT YÖNETİCİLERİNİN BİR
ŞEKİLDE BORCU VARDIR
-
Öncelikle yazıma şöyle başlamak istiyorum; Çorum spor’un, siyaset
ile aynı başlıkta olması bile, ister istemez insanları başka
düşüncelere sevk eder.. Aslında siyaset ve futbol; sadece Çorum
sporu değil, tüm Anadolu kulüplerini çok yakından ilgilendiren derin
bir mevzudur.. Siyasetin futboldan temizlenmesini söyleyenler,
siyasetle futbolu ilişkilendirenler acaba şunu hiç düşündüler mi..?
Stadının kirasını veren, doğru düzgün kendine ait olmayan tesislerde
hazırlanan, taraftar sayısı ile kombine alımının 3 medya
patronlarının desteklediği takımlarla kıyaslanamayacak derecede
olan, yönetim kurulunu zor bela oluşturan, yayın ve reklam gelirleri
ile ancak bir iki futbolcusunun taksitini ödeyebilen, transferlerini
üç beş ayrıcalıklı takımın almadığı yerli oyunculardan seçebilen bir
takım; bu ligde nasıl kendi yağı ile kavrulabilir, nasıl hiçbir
destek almadan şehrinin dışarıda reklamını yaparak, kendi ayakları
üstünde durabilir..?
- Bir
kentin en büyük temsilcisi vali ve sonrasında da belediye
başkanıdır.. Belediyeye ya da valiliğe ziyaretçi geldiğinde şehrinin
simgelerini hediye ederler.. Herhangi bir şehre ziyarete
gittiklerinde ya da ülke genelinde ki belediye ve valilik
konseylerinde şehrini tanıtıp, bilgi verirler.. Lafın kısası görev
yaptıkları şehrin reklamını yaparlar.. Buna keza yapılan
yatırımlarla görev aldıkları kentlerde, bil board ve reklam panoları
aracılığı ile çalışmalarını göstererek; o şehirde yaşayanlara ve
şehirlerarası yollarında da şehirden geçenlere kentin reklamını,
tanıtımını yaparlar.. Futbol sadece Türkiye'de değil, Dünya üzerinde
en çok takip edilen ve arkasından milyonlarca kitleyi çeken bir spor
dalı.. Hatta spor olmaktan da öte, bu devirde bir endüstri haline
gelmiş durumda.. Hal böyle iken; futbol sayesinde milyonlarca dolar
harcayarak yapamayacağınız reklamları, bir iki başarı sonrasında
fazlasıyla yapmanız da çok aşikar.. Nasıl ki, Galatasaray'ın UEFA
Kupası'nı almasıyla, Türk Milli Takımı'nın da Japonya'da ki 2002
Dünya Kupası'nda 3.lüğü Fenerbahçe?nin Şampiyonlar Ligindeki üstün
performansı ile,Türkiye, milyarlarca dolara yapamayacağı tanıtımları
sağladıysa.. İşin, kentin üst makam yöneticilerini, kentin reklam ve
tanıtımın boyutunu da geçelim.. Şöyle bir şey vardır; herkesin
söylediği, fakat bir türlü anlaşılamayan ve çoğu kesim tarafından da
yanlış anlaşılan bir cümle.. '' Siyaset, futboldan temizlenmedikçe;
futbol gelişmez..'' Siyaset, belediye seçimleri olana kadar ki
yapılan propaganda çalışmaları ve kendi kesiminin düşündükleri
doğrultusunda sistematik çalışmanın ta kendisidir.. İşin içine
particilik girer.. Fakat bu mevzu, ta ki yerel seçimler sonuçlanana
kadardır..
- Bir
belediye başkanı A ya da B partinin belediye başkanı değil;
seçildiği kentte ki tüm halkın belediye başkanıdır.. Bu yüzden buna
siyaset denmesi; bir defa, başlı başına yapılan en büyük
yanlışlıktır.. Belediye başkanlarında ya da valilerde; daha doğrusu
işi ile iştigal olan her kesimde, iki çeşit çalışma anlayışı olur..
Bunlardan birincisi ''Zorunluluk'', diğeri ise ''Sorumluluk''.. Eğer
ki bir işi zorunluluk olarak algılarsanız, bir defa çalışma
isteğiniz ve şevkiniz olmaz; ve bunun neticesinde de yapmış
olduğunuz görevi layıkıyla yerine getiremezsiniz.. Fakat bir işi
sorumluluk olarak algılar da, size verilen görevi sorumluluk bilinci
içerisinde değerlendirir ve bu sebepten ötürü görevinize
sarılırsanız; hem işinizi severek yapar hem de üstlenmekte olduğunuz
görevin sorumluluğunuz altında olduğunu bildiğinizden daha büyük bir
görev aşkıyla yapmaya başlarsınız.. Zorunluluk olarak
nitelendirmediğinizden ve sorumlu olduğunuzu hissettiğinizden
ötürü.. Gelelim Türkiye'de ve Çorum'da ki yanlış anlamalara ve
bunların da Türk Futbolu üzerinde ki getiri ve götürülerine.. Nasıl
ki ülkemizde Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı dahi mevcut olmuşsa,
Sporun Devlet bünyesi altına girmesi sağlanmışsa; bunun küçük
ölçeklisi de yerel yönetimlere aktarılmalıdır.. Bir şehrin adını
taşıyan, o kentin en büyük sosyal topluluğunu barındıran, her hafta
bir şehirde ve ülke genelinde o kentin ve takımının adını
duyulmasını sağlayan spor kulübü de, bulunduğu kentten ve
yöneticilerden destek görmelidir.. Her kent takımına, o kentte ki
yaşayanların ve kent yöneticilerinin bir şekilde borcu vardır..
Kısaca bir kentin adını, o kenti ve sporunu başka şehirlere, ülke
geneline hatta yurtdışına taşıyan bir olgu; her halükarda bulunduğu
kentte ki halktan da yöneticilerden de alacaklıdır.. Siyaset ile
spor bir arada değerlendirilemez.. Öncelikli olarak siyasetin ve
kurumların, spor kulüpleri ile birlikte anılmaması gerekir.. Her
belediye başkanı ve vali, diğer kurum ve kuruluşlar; kentinin en
büyük sosyal aktivitesine ve olgusuna sahip çıkmalıdır.. Senelerden
beri çoğu kişinin göremediği borcunu ödemelidir.. Hiç bir kentte
spor, şehrine ve ülkesine borçlu olmamıştır, olamaz da.. Kısaca
toparlamak gerekirse; siyaset, yerel seçimler sonuçlanana kadar ki
süreçte yapılan çalışmalar ve partiler arasında ki farklılıkların,
görüş ayrılıklarının ve düşüncelerin bulunduğu propaganda
çalışmalarıdır.. Siyaset ile futbolu ya da herhangi bir sporu
ilişkilendirmek, yapılan en büyük yanlıştır.. Her belediye başkanı
ve vali, bulunduğu kente ve kentinde ki aktivitelere hizmet etmek
sorumluluğu bilincinde olmalıdır.. Ne zaman ki bunu sorumluluk
olarak değil de zorunluluk olarak algılamaya başlarlarsa, bir yerde
çatlaklar ve yanlışlıklar var demektir.. Yapılan hizmetler ne kendi
reklamları uğruna, ne göze hoş gözükme çabalarına ne de zorunluluk
hissedip istemeden olmalıdır.. Yoksa yapılan destekten de, başında
olduğu görevden de, hizmetini yaptığı kente ve kentinde bulunan
kurumlara hiç bir yarar gelmez..
-
Anadolu Futbolu'nun ve Çorum spor?un ayakta durabilmesi, rakipleri
ile yarışabilmesi için; bulundukları kentin her kesiminin destek
olma sorumluluğunun olması gerekir.. Yoksa bu şekilde yukarıda da
belirttiğim nedenlerden ötürü; üç beş ayrıcalıklı takımla mücadele
edebilmesi, sadece hikayelerden ibaret kalır.. Futbol bir endüstri
haline gelmiştir.. Sporun asıl özü amatör ruh ile ne kadar mücadele
etsen de; bir yerde ekonomik gücün ve yaptırımın olmadıktan sonra,
her daim geriye gitmeye mahkumsundur.. Siyaset, yerel yönetim değil,
yapılan propagandadır.. Adı üstünde yerel yönetimler de, yerel
takımlarına destek vermek durumundadır.. Zorunluluk bilinci ile
zorla değil; büyük bir şevkle, her spor dalına yapılan yardımlar
gibi, sorumluluk bilinciyle destek vermek
durumundadır..!bilinmelidir ki Her zaman adından gittiği
deplasmanlara varıncaya kadar tüm Türkiye?ye duyuran bir taraftar
topluluğu olduk. Böyle bir sevdanın peşinden koşar olduk yıllardır.
-
-
Babalarımızdan, dedelerimizden miras kalana sahip çıktık, koştuk
peşinden inançla ısrarla, inatla.
- Bazen
Simsiyah bir günü aydınlatmanın yükünü kaldırdık, bazen tüm Türkiye?nin
konuşması ile böbürlenen değil ders çıkaranlar olduk.
-
Futbola siyaset?in bulaşması ile dimdik ayakta kalabilenlere sevdayı
aşılamanın Çorumspor sevgisinin büyüklüğünü anlattık.
-
Şimdilerde bu koca yüreğe sahip olanlar, Şimdi Mahallelerimizin
harekete geçmesinin zamanıdır Arkadaşlar, Renktaşlar, Ağbiler...
-
Mahalle aşkı bizim için ayrı bir öneme ve güce sahiptir.
- Ben
babamın beni kendi mahallemizdeki ''Ağabeylerin ile maça
gideceksin'' dediği günlerden kalma bir sevda ile başladım bu koca
sevdaya.
-
Şimdilerde yalancı reklam peşinde koşan firmalara, gazetelere, iş
yerlerine inat reklamsız, katıksız, tribün kültürünün içinde
barındırdığı o salt çim kokusu ile haydi Mahallemize bayrağımızı
asmaya...
-
Kalplerde uyumaya bıraktıkları bu sevdanın nasıl bir rüya ile
gerçeğe dönüştüğünü gösterelim bu uyuyan şehre..
- Haydi
Çorumsporlum haydi Mahallemin renktaşı..
- As
bayrağını Kırmızı-Siyah dalgalansın Çorumuzda seninde Sevdan.. Her
kesimin vazifesini ''zorunluluk'' bilinci ile değil de,
''sorumluluk'' bilinci ile algılaması ve sağ olasın Çorumspor
sağolasın, sayın valim, 2.ligde başarılar dileği ile..
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
49 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
- BELKİ DE O ZAMAN ANLARSINIZ
"İNSAN" OLAMAMANIN BEDELİNİ...
- Bir
araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu'nun ıssız bir yerinde,
çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğu
görülmüş.
-
Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların
kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına
atıyorlarmış.
Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına Son veriyorlar, kendilerini
okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim
oluyorlarmış.
- Bu
olaya yalnızca o değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık
olmuşlar.
- Kuş
bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı
yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini
keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşi sıra kendilerini
ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözememişler.
-
Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın
Yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada varmış. Göçmen kuşların göç
yolu üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüş.
-
İnsanların yok olduğunun bile ayırtına varamadıkları ada, göç
yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıymış.
- Kuşlar
binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini
bilmekteydiler ve yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz
dinlenebilmek ve toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık
kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındaki adaya geliyorlarmış
ama...
- Olması
gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini
çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlarmış.
Evet şehrimizde de çocuklar akşam saatlerinde karlı ağaçların
dalları arasında "Cici kuş... Cici kuş..." diye kendi kendine
konuşan evden kovulmuş küçük kuşların seslerini duymuyorlar mı ?
Sabahları ağaçların altında gecenin soğuğuna dayanamamış bedenleri
bulunmuyor mu ?
- O
"Cici kuş... Cici kuş..." diye arada bir seslenmeleri, bir duyan
olur da tekrar içeri alınır mıyım umududur belki...
-
Sonunda korktuğum oldu ve "kuş düşmanlığı" başladı. Göçmen kuşların
konakladığı sazlıklar,tarlalar ateşe veriyor. Geceleri alev
alan tüyleriyle birer ateş topu gibi yanarak uçuyor ve az ileriye
yanarak düşüyor kuşlar. Ağaçları kestik,Apartmanlarda, çatıların
girişlerini kapattık, içerde yavruları, karlı çatıların
pervazlarında anneleri bekleye bekleye ölüme terk ettik. Daha dün
Tavuk üreticileri civcivlerin üzerine naylon gerip havasız bırakarak
topluca "itlaf" yapmaya girişmediler mi ? Tavukları ise aç bırakıp
ölmelerini isteyip, devlet parasını almadılar mı ?... Hayvanlar
açlıktan birbirlerinin tüylerini yemediler mi? Kimi belediyelerde
kuşlar şehirden çekip gitsinler diye arada bir havai fişek
patlatıp,ağaçlara CD asıp, Kimisi de her ağacın altına bir zabıta
dikmiş, kuşlar geldikçe zabıtalar "kişe kişe..." diye
zıplayıp,hoplatmadılar mı? Tarım Bakanı, "Kuş düşmanlığı yapmayın"
diyor ama hayvanları canlı canlı ateşe atan kendi bürokratları
başlattı bu ilkelliği. Türkiye’nin en duygusuz, en acımasız
bakanlığıdır orası. Bildikleri tek çözüm "itlaf"tır... Ne kadar
sağlıklı, günahsız, ilgisiz-alakasız hayvan "itlaf" edildi
bilemiyoruz. Dün bir arkadaşım "Sanki kuşlar azaldı" diyordu. Bu bir
cinnet... Bakanlığı, tavuk üreticisi, belediye başkanı, görevlisi,
bürokratı, ahalisi ile bir kuşsuz dünyayı hak ediyor bu toplum.
Diyelim ki bir tek kuş yok... Haşereler, sinekler, sivrisinekler,
böcekler, keneler, süneler, çekirgeler, sülükler, tırtıllar istilası
altındaki kentte "Cici kuş... Cici kuş..." diye yana yakına
arayacaksınız bir kuş sesini. Belki de o zaman anlarsınız "insan"
olamamanın bedelini...
-
Beyinler ve düşünceler hep aynı
- Tarih
tekerrürden ibaret derler ya. İşte o daha çok bizim ülkemiz için
söylenmiş bir söz. Hep eskiyi arar dururuz, ama aslında gerçek
anlamda değişmediğimizi fark edemeyiz bile. Evet devir değişiyor,
kişiler de değişiyor ama ruhlar aynı.
- Çünkü
bizi yetiştiren nesilden aldıklarımızı, ayna misali bizden sonraki
nesile yansıtmaktan kaçınmıyoruz. Hep bir kavga, hep bir kargaşa.
Her daim geçim sorunları. Evet tabi bunun yanında çok da inkarcı
olmamak lazım. Değişen şeylerimiz yok değil, mesela biz hiç
zenginleşmiyoruz. Yani çocukken kurduğumuz ?büyüyünce zengin olma
hayalleri? büyüyünce fakir kalma gerçekleriyle yer değiştirmiyor
değil.
-
Değişen belki de tek şey o. Biz zamana ayak uydurmakta
zorlanıyoruz.Keşke zaman bize uyabilse. Çünkü teknoloji ne kadar
ilerlerse ilerlesin, biz ona kendimizi uyduracak maddi imkanı
bulamıyoruz. Hep geriden takip ediyoruz. Ayrıca değişmeyen şeylerin
en başında gündem yer alıyor.
-
Beyinler hep aynı, düşünceler hep aynı. Ülkemiz hep aynı. Köyler
hala susuz, köyler hala yolsuz. İnsanlar hala işsiz. Hala sokaklarda
caddelerde trafik keşmekeşliği, Kış mevsimi nedeniyle kapanan yollar
yüzünden nerdeyse 30-40 yıl öncesi ulaşımlar söz konusu. Hastalar
hala ilkel yöntemlerle sağlık ocaklarına ulaşmaya çalışıyor. Hala
yollarımız kapanıyor. Hala bırakın şehrimizin sokakları ana
caddelerimiz bile kar yığınlarıyla dolu (Pardon bize göre öylede
Belediyeye göre güllük gülüstanlık), Değişen bir şey olmuş mu?
Hayır.
-
Politikacıları ele alalım. Her daim söz verenler oldu ama hiç tutanı
görmedik. Sanırım eskiyip ama hala başta olanlar, bu dünyayı terk
etmedikçe de değişmeyecek görünüyor. Ne de olsa hep aynı partiler,
isim ve şekil değiştirip tekrar tekrar başa gelme çabasında
oluyorlar. Yahu hiç mi bıkmıyorsunuz?
-
İdareye bak; en genci 50 küsur yaşında. Bu adamlar elbette emeklilik
yaşını yukarı çeker. Gitmeye niyetleri yok ki kimsenin. Gençler
işsiz gençler istihdamsız onlara ne? Dün haberlerde baktım da
haberlerimiz de hep aynı; enflasyon sorunları, zamlar, değişmeyen iç
savaşlar, vs.
- Her
geliş bizim için bir yok oluştu. Sadece burjuvalar ve alt sınıf
kaldı. Orta sınıf tamamen tarihe gömüldü. Bakın maddi anlamda da
eskiye dönmüşüz.
- Yüksek
yüksek binalarımızın olması, modernleştiğimiz anlamı taşımıyor benim
için. Çünkü; içindeki insanlar hala eski kafalı, ruhsuz ve mutsuz
oldukça ne değişecek?
-
Görsellikten bahsetmek istemesem de elimde değil hep uçlar söz
konusu ve bu anlamda zaten bitmiş durumdayız. Ya çok açıklar var
yada türbanlılar. İllaki uçlar mı gerekiyor. Ortası yok mu bu işin?
Uçlarda ki açıklar bizi pekte bağlamıyor, çünkü onlar zaten farklı
bir hayat yaşıyorlar.
- Yani
ülkemizle yakından uzaktan alakaları yok. Barlar, gece hayatları,
yaza kışa veda partileri vs vs? Onları baz alarak ülkenin gündemini
yada ekonomik durumunu belirleyemeyiz. Biz onlara yetişemeyiz,
onlarda bizim varlığımızın farkında değil zaten. Yani onların cam
fanustaki hayatlarını sürdürmeye devam etsinler. Ülke umurlarında
değil.
- Demek
ki diyorsun; yerinde saymayan bir şeyler de var. Ama hayır, o sadece
bir göz yanılgısı gönül avuntusu, seçim öncesi de bu tablo yok muydu
zaten? Her yer gelincik tarlasına dönmemiş miydi? EE neden bu
başımızdakiler geldi o zaman? Şimdi bu Anıtkabire yürüyenler değil
miydi ampulcülere oy veren?Yok eğer vermedilerse bunca kalabalığa
rağmen, neden lambalar yakıldı ülkenin her köşesinde? Seçimde
neredeydiniz?Türban sorunu yaşanılana kadar derin bir uyku halinde
miydiniz?
- İllaki
bir kahraman mı gerekiyor gerçekleri haykırmak herkese uyandırmak
için? Ne zaman değişeceğiz? Ne zaman ülkenin aslında en değersiz ama
(en önemli gibi gördürülmek istenen sorunlarınla) uğraşmaktan
vazgeçip, gerçek sorunları fark eden bir yönetici çıkacak? Ne zaman
kendinden çok ülkesini düşünen birilerini başa getirmeyi
başarabileceğiz? Ve ne zaman kim tarafından, bu ülkeyi oluşturan bir
halkın olduğu fark edilecek?
-
Sevgiyle Kalın.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
50 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
- HAKLI OLMAK MI ? MUTLU OLMAK
MI ? İSTERDİN
-
İnternette dostlukta dürüstlükte bi yere kadar olur ama yinede olur.
İnternette size kur yapan, iltifatlar yağdıran biri duygularından ne
kadar emin olabilir ki yaptıkları söyledikleri inandırıcı
olsun.Ayrıca size söylediklerini nette tanıdığı başka biri nede
söylemesi olasıdır. Birde üstelik bunları kısa bir süre geçtikten
sonra yapmaya başlıyorsa bu işi pratiğe dökmüş birinden ötesi
değildir
- Sizin
de internette dostluk ve sevgi aradığınızı ya da er geç
arayacağınızı düşünüyorum. Birbirini görmeden, tanımadan seven,
dostluk adına çabalarını sürdüren bir insan. Birbirimizi görmeden,
tanımadan ve sadece "hissederek" yürüttüğümüz dostluk ilişkisi
yaşamımızdaki diğer ilişkilerden çok farklı gelişiyor.
- Gerçek
yaşamda insanların önce fizikleriyle, giyim kuşamlarıyla, sonra da
zihinleriyle, fikirleriyle ve yaşam görüşleriyle tanışırız. Oysa
burada, sanal ortamda, önce fikirler ve görüşler ön plandadır,
birbirimizi zihinlerimizle tanırız, severiz ve bazen de tanımak
isteriz, görüşür tanışırız. Değer verir, dost oluruz. "Dostunuz size
aklından geçenleri açıklarken ne 'hayır'ı ne de 'evet'i ona
söylemekten korkmayınız. Ve o sustuğunda yüreğiniz onu dinlemeyi
sürdürsün; eğer dostun senin içindeki denizin alçalacağını bilmek
zorundaysa, bırak yükseleceğini de bilsin.
-
Yalnızca zaman öldürmek için aranılan dost nedir ki? O, sizin
ihtiyacınızı karşılamak içindir, yoksa anlamsız boşluğunuzu değil.
Ve dostluğunuzun uyumunda bırakın gülümsemeler yükselsin ve zevkler
paylaşılsın. " Bazen bu büyü bozulmasın diye, dürüst olamadığımız
için, bu tanışmayı istemeyiz. Karşımızdakinin dürüstlüğü veya bizim
dürüstlüğümüz. Bir şekilde kafamızda hep dürüstlüğü sorgularız,
yazdıklarına ve ona hep güvenmek isteriz.
-
Gerçekten o kişi mi? Gerçekten böyle mi düşünüyor? Etkilendiğim,
sevgi duyduğum kişi gerçekten o mu? Bana sevgiden bahseden, yüce
duyguları bayrak etmiş kişi aslında nasıl birisi? En azından
insanları, iddia ettiği kadar seviyor olabilir mi? Bana söyledikleri
yalan mı yoksa? Yoksa? Yoksa? Zaman içinde tanıdıkça kuşkular
başlayacaktır. Hiç kimse yalanı sürekli sürdürecek kadar zeki
değildir. Ve hiç kimse de bu yalanlara sonsuza kadar inanacak kadar
saf değildir.
-
Dürüstlük, özgürlük demektir ve özgürlük asla kısıtlanmamalıdır.
"Özgürlüğünüz, kendisine vurulmuş olan zincirlerinden kurtulduğunda,
daha büyük bir özgürlüğe zincir olur." Sürdürmeye çalışacağınız
yalan, hatırlamak zorunda olduğunuz uydurma kişilik bir gün en çok
kendinizi rahatsız edecektir. İnsan karşısındakini belki bir süre
aldatabilir. Hatta uzun bir süre de bunu devam ettirebilir. Ama
kendisini kandıramaz, bunu hep sürdüremez. Sürdürürse, kişilik
sorunları başlayacaktır, yarattığı kahramanı yaşatmaya çalışırken,
kendisini yaralamış, hatta öldürmüş olacaktır.
- Ne
kaybeder peki diyeceksiniz? Ne olur boyu kısa veya uzun ise; zayıf
veya şişman ise; sağlığı yerinde veya değil ise; eksikleri var ise;
parası olsa veya olmasa; veya o filmi görmemiş ise; veya o şiiri
duymamış ise; ya da o ülkeye gitmemiş ise; sesi güzel değil ise; o
konuya yabancı ise; söylediği yaşta değil ise; manken-fotomodel bir
kadın veya atletik vücuda sahip bir erkek değil ise; yada yaşamında
olmadığını söylediği birileri var ise dostluk adına ne fark eder
diyebilirsiniz.
-
Yalanların esiri olarak yaşamak ve bir gün her şeyden kaçmaktansa,
dostlarınıza ve kendinize dürüst olmayı denemelisiniz. Yarattığınız
dünyanın bir gün başınıza çökmesindense, daha kötüsü bir başkasının
dünyasını yıkmaktansa dürüst olmayı denemelisiniz. "Tıpkı okyanusun
sahilinde durmadan kumdan kaleler yapan ve sonra da bir vuruşta
gülerek yıkıveren çocuklar gibi olmayın. Oysa sizler kumdan kaleler
yaptıkça okyanus sahile daha çok kum yığmaktadır ve yaptığınız
kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gülmektedir."
-
Kendine mükemmel bir kişilik yaratmak çok kolaydır. Zor olan,
olduğunu dürüstçe olabilmektir. En acı gerçeğin bile en güzel
yalandan üstün olduğunu unutmayın. Dürüstlük temelinde oturan
dostlukların daha değerli ve uzun ömürlü olacağını sizde
biliyorsunuz. Unutmayın, uzun vadede dürüstlük her zaman galip
gelecektir. Kendinizi zor olsa da, acı olsa da, kabullenin. Çünkü
siz teksiniz ve değerlisiniz. Sonradan acısını çekeceğiniz hayalleri
yaratmayın.
-
"Acınız, idrakinizi kaplayan kabuğun kırılmasıdır. Nasıl ki, bir
meyvenin güneşi görebilmesi için kabuğunun çatlaması gerekiyorsa,
acı da sizin için öyledir. Kalbinizi güncel yaşantınızın
mucizelerine hayran tutabilseydiniz, acınız mutluluğunuzdan daha az
görkemli olmazdı. Tıpkı; tarlalarınızdan geçip giden mevsimler gibi,
yüreğinizin mevsimlerini de kabul edebilseydiniz, pişmanlık ve
üzüntülerinizin kışın dada çevrenize huzur içinde bakabilirdiniz.
- Haklı
olmak mı mutlu olmak mı evet acılarınızın çoğu kendinizce
seçilmiştir. İçinizdeki hekimin hastalıklı benliğinizi tedavi
amacıyla verdiği tatsız ilaçtır. Bu nedenle, içinizdeki hekime
güvenin, uzattığı ilacı sükûnetle için." Karşınızdakine güvenmek
istiyorsanız, dürüstlük arıyorsanız, önce kendinizi güvenilir
kılmalısınız. Bunun da yolu; acı da olsa, zor da gelse kendinizle
tanışmanız ve kendinizi bu şekilde tanıtabilmenizdir.
Karşınızdakinin klavyenin tuşlarındaki sahte dosta değil, size
bağlanmasını istiyorsanız bunu bu şekilde yapmalısınız.
- Ama
yinede ben internetten tanıdığım biriyle aşk
yaşıyorum,haklıyım,mutluyum diyen varsa mutluluklar dilerim.
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
51 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
HAYATIMIZIN BULUNDUĞU NOKTASI
NE OLURSA OLSUN EN İYİ ŞEKİLDE DEĞERLENDİRMELİYİZ
Farkında mısınız?
Hep
eskiye özlem olmuştur içimizde; Eskidendi diye başlayan söylemleri
can kulağı ile dinlemişizdir. Eski ramazanlar, bayramların
sevinçleri kavuşmalar el öpmek için sıraya giren
çocukluğumuz.Teknolojinin insanları yavaşça yok etmeğe başladığı
yaşadığımız bu dönem zaman zaman bizleri boğmuştur. Benim yaşımdaki
insanlar iki deviri bilip her birine uyum sağlamak adına kendini
heba edip durmuş. Ama ne yeniye ne eskiye bir bağlanma
yaşayamamıştır. 80 öncesi ve sonrası farklı iki yaşam stili arasında
sıkışıp kalmış, asıl önemli olanın ne olduğunu unutmuştur.
"Ah
nerede o eski bayramlar; ah nerede o eski mahallemiz; ah nerede o
eski dostluklar..." dediğimiz çok olur.
Kimimiz inkâr etse bile içimizden bu duygulara hepimizin de
kapıldığını düşünmeden duramıyorum. Sanki insanoğluna armağan
edilmiş en vefakâr duygulardan birisi değil mi ki insanoğlunun
eskiyi sık sık yad etmesi?
Belki kimimiz hayırlarla yad eder kimimizde sitemkâr duygularla
ifadesini bulur.
Gençlik yıllarımızın kemale erdiği yıllarda ise aile sorumluluğu da
bize yüklenmişse sıkıntılı ya da hayatın ki günümüzdeki ifadesi ile
?ekmeğin aslanın midesinde olduğu? mücadelesi içinde bulunca
ebeveynimizin o şefkatli kanatları altında kalmayı hangimiz
düşünmedi ki?
Etrafımıza baktığımızda yaşlanmış ihtiyar amcaların, dayıların,
teyzelerin musahabelerinde bulunuyorsak fark edeceğiz ki hep o eski
bayramlarda, o eski dostluklardan, o eski mahallelerden,
insanlardan, hayvanlardan, nebatattan, kısacası yeryüzünde geçirmiş
oldukları o kısacık ömürlerinde ilk zaman dilimlerini içlerini
çekerek, özlemle yad ettiklerini duyacaksınız. Ancak hangimiz
zamanın son bulduğu hayatının belirli noktalarında çakılıp kaldı ki?
Ayrılıp vakti gelip çatınca elveda demenin ne kadar zor olduğunu
hepiniz takdir edersiniz. Bununla beraber gitmek vakti geldiğinde
kalmanın gitmekten daha zor olduğuna kendi gözlerinizle şahit
olacaksınız. Yakın bir sürede yeni bir daireye taşınan komşuların
eski bahçeli evlerini kat karşılı yıktırdıklarına hepimiz şahit
olmuşuzdur. Bir düşünürün söylediği gibi "geçmiş dündü geri
getiremeyiz, yarına hep yetişemedik. Ancak bizim kullanabileceğiz
bugünümüz vardı." Sözünü düşünerek hayatımızın bulunduğu noktası ne
olursa olsun en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Çünkü cömertçe
harcadığımız bugünlerimiz geçmişimizin bir parçası olacaklarsa
bizler değerli zamanımızı kullanarak geçmişin her anının dolu dolu
olması gerektiğini düşünürüz. Önümüze gelen bayramlara nerede kaldı
o eski bayramlar demektense yaşadığımız bu bayramların da bir dönem
sonra eskiyeceğini unutmamalıyız. Mutlaka unutulmaması gereken
anılarımızı bir günlüğe taşıyıp, çocuklarımız ve torunlarımızın aile
saadetine katkıda olacak şekilde kayda almalıyız. Çünkü geçmişimiz
bütünüyle geleceğimizin bir yansımasıdır. Yaşadığımız mutlu anları
çoğaltarak, hayatımızdan zevk alabiliriz. Çünkü mutluluklar
paylaşarak artarken üzüntülerimizin de paylaşarak azalacağını
düşünmeliyiz. Böylece hayatımızın her anını eksiksiz bir şekilde
gayret ve mutlulukla nakşetmeliyiz.
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
52 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
YA HAKKINI VERİN, YA DA, O
DİPLOMALARI YAKIN !...
Kendisini 'yasa bağımlısı' olarak tanımlayan Sayın Rektörüm ve on
yıllık dava arkadaşım Galip Baran sordu: “Üniversite diploması,
Türkiye’nin veya dünyanın en ünlü üniversitelerinin birinden alınmış
olsa bile ne işe yarar?
Örneğin, senin gazetecilik, hukuk ve siyaset bilimi diplomaların ne
işe yarıyor söyler misin?
Devam
etti: O diplomalara rağmen çevreyi kirletiliyorsan, aşırı
tüketiyorsan, trafik kurallarını çiğniyorsan, toplum sağlığına
aykırı alışkanlıklar ediniyorsan, vergi kaçırıyorsan, rüşvet
veriyorsan/alıyorsan, iş ahlakının korunması için çaba
göstermiyorsan, milli servete zarar veriyorsan, imar yasasına aykırı
işler yapıyorsan, her şeyi devletten bekliyorsan, yani kısaca,
'KIRMIZIDA GEÇİYORSAN' bir başka deyişle, YOLSUZLUK YAPIYORSAN?...
Benimkisi “Teknikerlik” diploması.
Ama ben, KIRMZIDA GEÇMİYORUM, YOLSUZLUK YAPMIYORUM, üstelik
KIRMIZIDA GEÇENİ, YOLSUZLUK YAPANI, “kırmızıda geçeni, anında ,
yüzüne karşı, utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde
uyarma”yı öngören, SOSYAL YAPTIRIM olarak bilinen bir yöntemle
uyarıyorum (uyardıklarımın arasında, her rütbeden polisler, her
rütbeden askerler, avukatlar, hakimler ve savcılar var)
uyardıklarına kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını
öneriyorum, bana DELİ diyenler de var. Oysa ben sıradan bir YASA
BAĞIMLISIYIM.
Sözünü
şöyle bağladı: "Haydi gel şu bir işe yaramayan, YOLSUZLUK YAPMANI
önleyemeyen DİPLOMALARNI Kızılay Meydanı’nda yak…"
Elbette (kendimi tenzih ederek) Üstat Galip Baran'a hak verdim.
İtiraz edemedim.
Zira, (ben) her ne kadar 'kendimi
bildim bileli' kırmızıda geçmiyor, mümkün olduğu kadar geçenleri
uyarıyor, 'Kırmızıda Geçmek' in gerçekte ne anlama geldiğini
yıllardır yazılarım, söylev, konferans ve demeçlerimle halka
açıklıyor, anlatıyor ve "iyi insan-iyi, ilkeli-onurlu ve sorumlu
vatandaş" konusunda her derece ve düzeyde büyük bir mücadele
veriyorsam da;
Adına kinayeten 'BİLGİ ÇAĞI'
denilen bu zamanda, ülkemin, insanımın ve dünyanın (sözde) en saygın
üniversitelerinden diplomalı bilim (ilim değil!), politika (siyaset
değil!.) Sivil Toplum Kuruluşu (gönüllü kuruluş değil; güdümlü
kuruluş), memurin, hükümet ve devlet eşhasının;
"Edindiği diplomadan dolayı hicap duymadan, insanlıktan utanmadan,
adalet ahlakı ve hukuka saygılı olmadan ve (bana göre) Allah'tan
korkmadan, bizzat kendi ve kamu vicdanına karşı hiçbir onurluluk ve
sorumluluk hissetmeden..."
Nitelikli dolandırıcılık, gasp, irtikap, ayırma-kayırma,
rüşvet-suiistimal, görevi kötüye kullanma ve yolsuzluk yaptığını;
Vergi kaçırdığını; İmar mevzuatını ihlal ettiğini; Çevreyi
kirlettiğini; Halka yalan söylediğini; Sözünde durmadığını; Emanete
hıyanet ettiğini; Küresel barışı tehdit, ozon tabakasını tahrip,
dünyada savaş ve milletler arasında fesat çıkartma, vahşi kapitalizm
ve insanlık düşmanı küresel emperyalizme alet olduklarını; KISACA:
'her fırsatta insanlığın KIRMIZI ÇİZGİLERİNİ ihlal ettiklerini
gördükçe kahroluyor ve 'BİLGİ ÇAĞI'nın bilim ve insanlık düşmanı
biçiminde tezahür eden uygarlığından utanç duyuyor!.., Dünyayı
yaşanmaz hale getiren 'sorun' un "BENCİLLİK", kalıcı çözümünse "SENCİLLİK"
olduğunu çok iyi biliyor; İnsanlığın bir an önce "BİLİÇ ÇAĞI" na
geçiş yapabilmesini yürekten diliyorum.
Ama,
kitlesel bir katılım ve anonim BİLİNÇ olmadan diplomama da
kıyamıyorum!..
Bu yazıyı okuyan hukukçulara,
mühendislere, akademisyenlere, devlet ve hükümet 'gişi'lerine
soruyorum: Ne dersiniz? Siz de hak veriyor musunuz?
Veriyorsanız diplomanıza kıymaya hazır mısınız?
Yoksa, onun gibi "YASA BAĞIMLISI"
olup DİPLOMACIKLARI kurtaralım mı?
Mustafa Nevruz Sınacı
Bilinç Üniversitesi Rektör
Yardımcısı
Gönderen "BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ"
TÜRKİYE
WEB: http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com,
e.MAİL: gercek.demokrat@hotmail.com
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
53 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
GLADYO-OLİGARK; BARONLAR ve
HÜKÜMET
Bilindiği üzere Gladyo, Oligark ve Baronlar uluslar arası mafya
kuruluşları, organize çete, yerel mafya ve ülkede faaliyet gösteren
bilumum kirli-karanlık, menfur işlerle iştigal suç örgütlerinin
tartışmasız sahibi, hamisi ve enternasyonal uzantılarıdırlar. Menşei
her ne olursa olsun, ülkemizde yaşanan bütün adaletsizlik,
hukuksuzluk, rüşvet-iltimas, hak gaspı, yasa dışı edinim, hırsızlık
ve yolsuzluğun yuvalandığı lâğım kanalının karanlık kapısı sonunda
bunlara çıkar. Diğer bir anlamda milli devlet düşmanı, siyaset
simsarı ve din tüccarı kesimlerin hamisi de bunlardır, anası da,
babası da… Anarşi, terör, tedhiş ve menfur tehditlerin de…
Halka
ve ülkeye Allah rızası için hizmet sevdası için çırpınan namuslu
insanların, fazilet anlamında siyaset, meşru ve yasal hükümetlerin
de baş belası bunlardır.
Bilumum kirli, karanlık, insanlık
aleyhine, menfur ve meş’um işlerin hamisi de…
Burada
çok yakın tarihli bir itiraftan yola çıkarak konuyu derinleştirmek
istiyorum:
AKP’nin (!) Ankara Büyük Şehir
belediye başkanı Melih Gökçek 19 Şubat 2009 günü konuk olduğu bir
programda; “Gladyo ile mücadele ediyoruz. Ne pahasına olursa olsun
iki büyük şehirden birini alarak AKP’yi sarsmak ve 29 Mart’tan sonra
erken seçime zorlamak istiyorlar” kabilinden bir lâf etti. Melih’in
karşısına dikilmiş 8-10 sorgucu, bu çok ciddi ifade veya itirafı
önemsemedi, ciddiye alıp üzerinde bile durmadılar..
Aslında benzer sözler AKP kurmayları tarafından 6 yıldır söylenip
durmakta.
Meselâ, Adalet Bakanı iken Cemil
Çiçek’in “Hükümet olmak yetmiyor. Size, halka söz verip vaat
ettiklerinizi yaptırmıyorlar… Çoğu kez eliniz kolunuz bağlanıyor”
demişti. Bu ve buna benzer olmak üzere TBMM kürsüsü, özel ortam ve
medya önünde ‘tıpkı bir itiraf ve halka şikâyet (acz-sızlanma) gibi’
söylenmiş yüzlerce yakınma var.
Bu
minvalde en komik örnek Yıldırım Akbulut zamanında yaşandı.
Gönüllü Kültür Teşekkülleri Birliği’nin Kocatepe Konferans Salonunda
yapılan bir toplantısındayız. Küsüde Başbakan Yıldırım Akbulut, ben
de İKO Genel Başkanı ve delege sıfatıyla orada bulunuyorum. Devlet
ricalinin ekseriyeti ve bakanların yarısından fazlası da orada..
Sayın Akbulut hükümet işlerinden ve önü alınamayan ülke
sorunlarından öylesine sızlandı, yakındı, şikâyetlendi ki,
dayanamadım ve ayağa kalkarak doğrudan bir soru sordum:
-
Sayın konuşmacı, ülke sorunlarını büyük vukufla ve fakat derin bir
yakınma ile dile getiriyorsunuz. Bu iyi. Fakat burada bir hususun
açıklığa kavuşması gerek!...
-
Nedir o?...
- Bu
elim safahat sürecinde ‘acaba’ başbakan ne yapmaktadır?
Akbulut hiç tereddüt etmeden derhal cevap verdi:
- BEN
BAŞBAKAN’M!....
Bu
konuşma, her ne kadar salonda gülüşme, söyleşme, sitemkâr alkışlar
ve Akbulut’un fark edilir biçimde şaşkınlık, mahcubiyet ve
kızarmasına neden oldu ise de maksadına ulaştı. Başkaca diyecek söz
bulamayan Akbulut, bir yandan notlarını toparlayıp, acele hazır
olanları selamlayıp kürsüden indi.
O
sırada Manisa (eski) Milletvekili Vehbi SINMAZ; “Şikâyet
zayıflıktır” diyordu…
DEMEM O Kİ;
İcranın şikâyet, yakınma ve sızlanmaya hakkı yoktur. Hükümet,
hükmetmektir.
Yürütmenin miyarı (ölçüsü) adalet, hakkaniyet ve hukuktur. Hüküm
adalet iledir.
Adalet, Atatürk ilkeleri, Türk İnkılâbı, Kurucu Unsur, Anayasa ve
Kanun esaslarıdır.
Melih
veya bir başkası ‘gladyo baronlarına karşı mücadele veriyoruz”
derse, adama sorarlar: “Eğer bu devlette hükümet (yürütme) yasama ve
yargı varsa, gladyo ve baronlar niye var?, hükümet adalet, hukuk ve
hakkaniyetle hükmediyorsa, ortalık neden zanlı, suçlu ve suç
örgütleriyle dolu?, bütün güç, kurum ve kuruluşlarıyla devlet,
(hükümet) anarşi, terör, tedhiş, organize çete ve diğer
hırsız-yolsuz güruhun üstüne gidemiyorsa; Ya acz içinde zaafla malül
veya “tencere dibin kara, seninki benden kara” misal ‘kendinden
yana’ çekinceleri var demek değil midir? Üstelik ‘herkese lâzım olan
adalet’ niçin? Suçlular üzerinde Demokles’in kılıcı, namuslu,
dürüst, onurlu-sorumlu yurttaşlar için himmet ve hamiyet olarak var
edilmez? .
Örneğin: Kemal Kılıçdaroğlu'nun
ortaya çıkardığı ve AKP genel başkan yardımcısı Şaban Dişli'nin
istifasıyla sonuçlanan 'anlaşma', diğeri Vatan Gazetesi'nin ortaya
çıkardığı ve CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen'e ait
'anlaşma' ve Sevigen’in istifası..
Ya
sonrası?
Bunlar
yargılandı mı? Sorgulandı mı? Vekil sıfatları ellerinden alındı mı?
Hayır,
hayır… Peki, neden ve niçin?
Hiç
‘kürsü masuniyetini’ aşan dokunulmazlık olur mu?
Asil’in kullanamadığı bir yetki, nasıl olur da vekil’e verilebilir?
Üstelik, milletvekili istifasının ‘genel kurul onayına’ bağlı olması
ne garabet!..
Asil’in istifası tek taraflı bir kurum iken!...
Bu
bağlamda tam bir iftira, itiraf, fesat, hesaplaşma kampanyasına
dönen seçim sath-ı maili!.. Ya tam da bu ortama denk gelen ve
Türkiye’yi teğet geçtiği iddia olunan küresel kriz? Gün be gün bir
aile faciası, cinnet, intihar, soygun-vurgun ve yolsuzluk
haberleriyle tırmanan gerilim.. Zenginler ve fakirler arasında
giderek büyüyen uçurum.. Devasa boyutlara varan yolsuzluk,
onursuzluk ve soysuzluk ekonomisi.. Eşitlik, hak, adalet ve tam
rekabet ilkelerine aykırı takipsiz, denetimsiz, serbest (!) piyasa
ekonomisi… Gelişmelere paralel giderek artan cehalet, yoksulluk,
halkı iliklerine kadar sömüren (tam gaz giden) yolsuzluk, fahiş
piyasa, hırs ve ihtirasa ne demeli? Ortalık kene, sülük, bit-pire,
vampir, domuz ve akrep kaynıyor.
Müthiş bir gelir adaletsizliği,
maaş-ücret düşüklüğü, onur kırıcı-insanlık dışı sefalet, fakrü
zaruret ve milletin % 95’inin yaşadığı garip guraba hali neden?
Devletin tapusu fert, fert bu milletin nüfus kâğıdı değil mi? Yoksa
nedir?
İşte
bunun sebebi; Yukarda bahse konu baronlar, koza, kripto, oligark ve
gladyo…
Peki,
Allah aşkına hani ‘hükmeden güç’ yani, hükümet nerede?
Dağda
eşkıya kol geziyor, Mehmetçik kalleşçe kurşunlanıyor;
Allahın günü evler, iş hanları, dükkânlar ve mağazalar soyuluyor;
Şehirlerde anarşi, terör, tedhiş, baskı, zulüm ve işkence kol
geziyor, taciz-tecavüz diz boyu; Polis nerede?
Siyaset şirketleri ‘millet iradesinin’ yerine kendilerini koyup aday
belirliyor; Köşe başlarını tutan ve Belediyelerde yuvalanan amansız
şehir eşkıyaları vatandaşları fahiş fiyat, fahiş kâr,
rüşvet-iltimas, ayırma-kayırma, yandaş-yoldaş saltanatı, görevi
kötüye kullanma, ihmal ve suiistimalle Ermeni, Yunan veya Rum’un
değil, ‘kendi öz milletinin’ milletin anasını ağlatıyor; Anayasanın
amir hükmü ve Cumhuriyetin çimentosu adalet ve hukuk ilkelerine
rağmen birileri ortaya çıkıp: Kürtçe anadil olarak okutulsun, TBMM
ve devlet dairelerinde konuşulsun; Ermenilerden özü dilensin ve
soykırım (yalanı-iftirası) tanınsın… diyebiliyor!..
SORUYORUZ: Adalet ve Hukuk nerede?...
Memlekette hikmetle/adaletle hükmeden meşru bir hükümet varsa,
oligark, gladyo ve baronların (gladyatörlerin) ne işi var? Bence
mesele çok vahim ve derindir. Topyekün acil bir temizlik, aklanma,
ayıklanma, toplumsal bir yüzleşme ve hesaplaşma zorunlu hale
gelmiştir.
Bu vebal ve sorumluluk mevcut
partilerin tamamına aittir.
Biline
ki, esas suçlu, zorunlu hale gelen bu ayıklanma, arınma ve ulusal
temizlikten kaçan ve kıvırtandır. Herkes tez elden evinin önünü
süpürmeli, eteklerindeki taşı dökmeli ve hiç olmazsa bu seçim sath-ı
mailinde bu yüzleşme ve hesaplaşma gerçekleştirilerek bütün
bataklıklar kurutulmalıdır. Yanlış anlaşılmasın. Lâğım üzerine
‘BEYAZ SAYFA’ değil!...
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
54 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
MİLLİ DAVA (KIBRIS) GERÇEĞİ
-
Web sitesinde milletten iane (bağış) dilenen kıytırık bir İngiliz
milletvekili, şu sıralar Türkiye aleyhine atağa kalktı. TukishForum
penceresinden baktığımızda Rum-Yunan ve İbrani lobileri ve Ermeni
diyasporası ile çok sıkı-fıkı ilişkiler içinde olduğu görülüyor.
-
Maznun’un (zanlı, şüpheli, potansiyel sanık) adı: Andrew Dismore.
Menfur yayın, iftira ve karalama yazılarını yayınladığı site adresi
şöyle: http://www.andrewdismoremp.com,
- Bu link Andrew Dismore'in sitesine
ait. İngilizce bilenler lütfen açıp ibret için baksınlar.
-
Mesele şu ki; bu menfur şahıs, dâhili-harici bedhahlarla iştirak ve
işbirliği halinde yine Türkiye aleyhine furyalar ve kumpaslara
girerek, başta Kıbrıs konusu olmak üzere; Bizdeki menfur
özürcülerle, Kıbrıs’ta vaki toplumlararası (!) müzakerelere paralel
sözde Ermeni soykırım yalanlarını ısıtıp tetiklemeye başladı.
-
Kefereye ilk cevap; “Turkish Reconciliation Front-UK, Ingiltere
Türkleri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği”nden geldi.
-
ANDREW DISMORE'A CEVAP: SIKIYSAN GEL DE AL!..
-
Satırı satırına son derece önemli ve anlamlı ve üstelik İngiltere de
kurulu bir Türk Sivil Toplum Kuruluşu’ndan gelen tokat gibi cevabı
aynen naklediyorum:
-
Hiç bir bilimsel dayanağı olmayan sözde Ermeni Soykırımı yalan ve
iftiralarına her fırsatta sarılan ve her konuda izlemiş olduğu Türk
düşmanı tavır ve söylemlerle yüce Türk milletini inciterek rencide
etmeye çalışan İngiliz Milletvekili Andrew Dismore'a Turkish
Reconciliation Front–UK ve İngiltere Türkleri Day. ve Yard.
Derneğinden cevaptır:
-
“Türkiye'yi Kıbrıs'ta işgalci olarak tanımlayan ve Türk askerinin
adadaki asker sayısını azaltmasını ve Kıbrıs'ı (GKRY) tanımasını
isteyen Andrew Dismore adada yasayan binlerce Kıbrıs Türk'ünün
varlığını nasıl oluyor da bir kalemde silip atıyor.1571'de Lala
Mustafa Paşa'yla yani 417 senedir devam eden Türk varlığını bir
çırpıda atmak şu ana kadar hiç bir dış güce nasip olmadıysa bundan
böyle de Türk kalacaktır..Ve buna dünyadaki hiç bir güç engel
olamayacaktır. Bu yüzdendir ki Kıbrıs üzerinde gizli ve hain
emelleri olan her kim, hangi ülke ve hangi gizli güçler topluluğu
varsa bu hayallerinizden vazgeçme zamanınız gelmiştir artık. Sizlere
politik bir dil kullanmanın hiç bir faydası olmadığını çok iyi
biliyoruz. Çünkü kurmuş olduğunuz kurum ve kuruluşlarla ve zayıf
karakterli işbirlikçi hainlerle politik arenada kazanmanın sinsi
(menfur) hesapları içindesiniz.
- Türk
insanını her coğrafyada olduğu gibi haince, alçakça ve kalleşçe
arkadan vurmaya çalışıyorsunuz. Türk'ün essiz karakterini
yozlaştırmaya, vatansever ve milliyetçi duygularını zayıflatarak
yiğitçe savaşarak alamayacağınız şeyleri haince ele geçirmeye
çalışıyorsunuz.
- Kıbrıs Davasına onurunu vermiş
isimleri küçük düşürmeye çalışıyor, yüce insan Fazıl Küçük’ün
resimlerini Kıbrıs pullarından çıkartıyor, Dr. Rauf Denktaş’a
düşmanca duygular besliyor ve büyük kurtarıcı, essiz önder Mustafa
Kemal Atatürk'ün adını ders kitaplarından çıkartma cüretini
gösteriyorsunuz. Bunları yaparken Andrew Dismore denilen şahısla
aynı hizada hareket ettiğinizi görebiliyor musunuz.? Bu yüzdendir ki
Andrew Dismore'a ve Kıbrıs’ı pazarlamaya çalışan hain güruhuna
buradan bir tek cevap veriyoruz. Sitende insanlara bağış yapmaları
için yalvararak zaman kaybedeceğine biraz tarih kitaplarına zaman
ayır!
-
Bilesiniz ki! Kıbrıs her zaman Türk'tü Türk kalacaktır! Sıkıysa Gel
de Al!..
-
Turkish Reconciliation Front-UK, İngiltere Türkleri Day. ve
Yardımlaşma Derneği”
-
İşte bu menfur tetikçi ve provokatörler sayesinde tıpkı, hiç olmayan
bir meseleyi sanal ortamda hayalen üretip “sorun” gibi sunmak,
devleti, insanları ve kamuoyunu meşgul etmek suretiyle milletin
kimyasını bozmak, lânetli özürcüler listesinde isimleri yazılı
ihanet şebekesi ve yeryüzüne dağılmış Andrew Dismore gibi insanlık
düşmanları için meşgale haline geldi.
-
Örneğin etnik köken, anadil, siyasal-sosyal haklar ve Kürt sorunu
(!) vb…
-
Yine bu güruhça dillendirilen ve barış’ı sorun’a dönüştüren Kıbrıs
meselesi..
- Her ne kadar kalkışmacıya verilen
cevap uygun ise de bizim de diyeceklerimiz var. .
-
Gerçek şu ki; Türkiye’nin başına ‘sorun-sorun” diye dert açanların
kendileri sorun.
-
Üstelik durup dururken sorun yaratanların ve bizatihi sorun
olanların kahir ekseriyeti etnik kök olarak Ermeni, Rum-Yunan,
İbrani, hâsılı dönme-devşirme veya sabetay çıkıyor. Ne gariptir ki,
Kürt sorununu dillendirenlerin arasında Kürt, alevi sorunu
diyenlerin arasında bir tane dahi Müslüman yok. Milli Dava Kıbrıs
konusunda, Türkiye’ye karşı AB tezleri ile karışık Rum-Yunan
politikalarını (Akritas Plânını) savunanların da tamamı aynı orijin…
- Dahası bunlar çok rahatlıkla yalan
söyleyebiliyor, tarihi tahrife yelteniyor, fütursuz iftira ve
tefrikalarla ‘demokratik (!) hakları istismar’ devleti suiistimal ve
kamu vicdanını taciz ve tarumar ediyorlar. Neden oldukları yanlış
yönlendirme, gündem saptırma, derin tahrik ve alenen suça
teşviklerin faturası çok ağır. Bu faturaları kendileri yahut
akredite oldukları bedhahlar değil bizzat Türk milleti ve Türk
devleti ödüyor.
-
Şimdilerde kendini bilmez biri artistlik olsun diye ‘ben de 10 Rum
öldürdüm” deyince kıyametleri kopartan ve soluğu AİHM de alan GKRY
Rumları ve Yunanlılara rağmen; Ortada apaçık Mahkeme kararı olmasına
rağmen harekete geçmeyen ve bil-mukabil dava açmayan, bu güne değin
ödenmiş haksız ve yolsuz tazminatları geri istemeyen hükümete
şaşıyorum!..
- GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ
- Her ne
hikmetse, hâlihazır Kıbrıs’ta yaşanan barış; Barış’ı ‘sorun’ olarak
algılayan iç ve dış düşmanlar yüzünden AB nezdinde gerçekten de
Türkiye'nin kendini anlatamadığı ciddi bir ‘dış sorun’ haline geldi.
Sürece bakarsanız, burada da yukarda bahsettiğim dönme ve
devşirmelerden müteşekkil oligark, koza ve kriptoların kirli
marifetlerini görürsünüz.
- Özellikle Avrupa Birliği'ne tam
üyelik süreci olarak lanse dilen, gerçekteyse AB’ye bağlanma
sürecinden başkaca bir şey olmayan gidişatta konunun gündeme
gelmesiyle birlikte, "Kıbrıs'taki işgale son verilmesi" çağrıları da
arttı. Öte yandan, Kıbrıs’ta iki toplum arasında sürdürülen
görüşmeler tam anlamıyla yüz karası, utanç ve hicap verici..
-
Görüşmeler uzayıp, Türk toplumu ihanetin boyutunu kavradıkça, Milli
Kahraman Dr. Rauf Denktaş’a komplo düzecek ve suikastlar
düzenleyecek kadar azgınlaşan-çılgınlaşan bazı monşerler, iç odaklar
ve paralel dış mihraklar telâş, panik ve acz içinde kıvranarak
saldırıya geçtiler. Bir yandan aba altından sopa gösterip, diğer
yandan "Eğer, Kıbrıs'taki işgale son vermezseniz AB'ne tam üyeliğe
alınmazsınız ha!" türünden tehditlere başvuruyorlar. Dahası, tüm
bunlar yetmezmiş gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Titiana
Loizidu davasındaki gibi siyasi kararlarla Türkiye’yi sanık
sandalyesine oturtmak istemekteler.
-
Rum-Yunan ikilisinin taleplerine boyun eğen Batı'nın bu çağrıları,
kendi tarihinden kopmuş, mazisinden utanan bazı vatandaşlarımızı da
maalesef etkilemektedir.
-
Sağda-solda duymuşsunuzdur; "Hani canım biz de az yapmamışız!",
"Yahu madem Kıbrıs da Avrupa Birliği'ne giriyor biz de gireceğiz. O
zaman mesele yok. Hele Kıbrıs'tan bir çekilelim gerisi kolay!"
Bunların tamamı kirli ve kasıtlı bir dezinformasyon ürünüdür.
- Tarihi
tarihçilere bırakalım ama yakın tarihin gerçeklerini bile unutacak
kadar tarih bilincine sahip olamayan, gaflet ve dalalet içinde
sürüleşen toplumların başlarına çok şeyler gelebileceğini
hatırlatarak konuya girmek istiyorum. Hem de çok ciddi ve resmi
belgelerle.
- Kıbrıs'ta gerçek işgalci
Yunanistan'dır.
-
Türkiye Kıbrıs'a Yunan işgali ve EOKA zulmüne son vermek için ‘Barış
Harekâtı’ çerçevesinde ve Londra-Zürich (garanti antlaşması mucibi)
girmek zorunda kalmıştır. Bu tarihi gerçek Rum-Yunan resmi
Kaynakları ve mahkeme kararlarınca da teyit edilmektedir.
- Belge 1; Başpiskopos Makarios'un
konuşması: 15 Temmuz 1974 Nikos Sampson Darbesi sırasında adadan
kaçarak canını zor kurtaran Başpiskopos Makarios'un Güvenlik
Konseyi'nde yaptığı konuşmasında:
-
"Kıbrıs'ta geçen Pazartesi sabahından bu yana süregelen olaylar
gerçek bir trajedidir. Yunanistan'daki askeri cunta, Kıbrıs'ın
bağımsızlığını acımasızca ihlal etmiştir. Yunan Cuntası, Kıbrıs
halkının demokratik haklarına, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlık ve
egemenliğine en ufak bir saygı göstermeden, diktatörlüğünü Kıbrıs'a
da uzatmıştır.
- Bu
darbe, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını ve hükümranlığını
açıkça ihlal eden dış kaynaklı bir işgaldir. Sözde darbe, Milli
Muhafız Ordusu'nu yöneten Yunanlı subayların işidir...
Atina'nın düzenlediği darbe ile yaratılan bu olağandışı durumu sona
erdirmek için Genel Kurul üyelerine ellerinden geleni yapma
çağrısında bulunuyorum. Kıbrıs'taki anayasal durumun ve Kıbrıs
halkının demokratik haklarının yeniden teşhir edilebilmesi için;
Güvenlik Konseyi'ne elindeki tüm imkânları gecikmeden kullanması
çağrısında bulunuyorum. Daha önce de ifade ettiğim gibi, Kıbrıs'taki
olaylar Kıbrıs Rumlarının bir iç meselesini teşkil etmemektedir.
Kıbrıs Türkleri de etkilenmektedir. Yunan cuntasının düzenlediği
darbe bir istiladır ve sonuçlarından tüm Kıbrıs halkı, Türkler ve
Rumlar acı çekmektedir..." diyor. (The Cyprus Triangle sa;128-
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları,
"Türk-Yunan İlişkileri" konulu 3. Askeri Tarih Semineri, sa;
367-372, Ankara-1986)
-
Belge 2; Yunanistan Temyiz Mahkemesi'nin 21.3.1979 tarih ve 2658/79
sayılı "Türk Ordusu'nun Kıbrıs'a müdahalesi yasaldır. Suç Yunan
subaylarına aittir" kararına giden yol: 1976 yılı Aralık
ayında bir Yunanlı, mahkemeye başvurarak, 22 Temmuz 1974'te Lefkoşe
üzerinde uçarken, Güney Kıbrıslı Rumların açtıkları ateş sonucu
düşüp parçalanan Yunan Delta Nakliye uçağında ölen oğlu için
tazminat talebinde bulundu. Atina Mahkemesi, 1978 yılında aldığı
kararda "Davacı davasında haklıdır. Hazineden tazminat alması
gerekir” dedi.
- Ekonomi Bakanlığı tazminatı
ödememek için karara itirazla temyiz mahkemesinin kararı bozması
talebinde bulundu. Bakanlığın bu talebi üzerine toplanan Temyiz
Mahkemesi 21.3.1979 tarih ve 2658/79 sayılı kararı aldı. Karar
şöyle: "Davacı tarafından öne sürülen iddiaların gerçek olduğu,
mahkememizce yapılan araştırma sonucu kanıtlandı. Zürich Anlaşmasını
imzalayan taraflar, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere "garantör"
devletler olarak, Kıbrıs'ın herhangi bir devlet ile birleşmesini ya
da bölünmesini önlemek için "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin güvenliğini
garanti altına alıp koruyacaklarına dair taahhütte bulunmuşlardır.
1974 Temmuz ayının ilk haftası içinde Kıbrıs Devlet Başkanı Makarios,
adada görev yapan bazı subayların, darbe girişimi hazırlığı içinde
bulunduklarını ve kendisini öldürmeyi planladıklarını öğrenmiş ve
durumu Atina'ya duyurarak, Yunanistan Devlet Başkanı General
Gizikis'ten önlem almasını istemiş olmakla; Atina'daki yönetim, bu
talebe resmi bir cevap vereceği ya da önlem alacağı yerde, 15 Temmuz
1974'te, General Yoannidis, Makarios'a karşı, Kıbrıs'taki Yunan
Birliğinin Komutanı General Yorgitsis ve General Yanakodimos ile
birlikte 102 Yunan subayının da yer aldıkları darbeyi gerçekleştirdi
ve Makarios'u öldürmeye teşebbüs etti. Lefkoşe'deki Başkanlık Sarayı
ağır silahlarla ateşe tutulmuş, Başkan Makarios bu saldırıdan bir
mucize eseri olarak kurtulmuştur. Kıbrıs Anayasası asi Yunan
subayları tarafından çiğnendikten sonra, Nikos Sampson başa
getirildi. Türkiye ise 20 Temmuz 1974'te yaratılan fiili durum
nedeniyle, hukuki haklarını kullanarak Kıbrıs'a müdahalede
bulunmuştur." (http://www.inaf.gen.tr), (e-mail: info@inaf.gen.tr )
İşte “Milli davada haklılığın ve hukuka dayalı güçlülüğün belgeleri”
Buna göre cari hükümet ‘haklılığa dayalı’ gücünü kullanmalı,
ağırlığını koymalı ve komediye son vermelidir!
-
Yunanistan Temyiz Mahkemesinin bu kararının ardından neler olduğu
merak edilebilir. Onu da özetleyelim;
- Temyiz
kararıyla zamanın Savunma Bakanı Evangelos Averof güç duruma
düşer. Savunma Bakanlığı'ndan Ekonomi Bakanlığına gönderilen 12.6.
1979 tarih ve F-800/109-B5849 sayılı gizli yazıda, Bakanlığın her ne
olursa olsun mahkemeye tekrar başvurmaması ve düşen uçakta ölen
askerlerin ailelerine tazminatların sessizce ve problem yaratılmadan
ödenerek meselenin kapatılması istenir. Mahkeme kararı, zamanın
Yunan hükümeti ile yargı organlarını da birbirine düşürür. Başbakan
Konstantin Karamanlis imzasını taşıyan; "Kıbrıs ile ilgili davalar
açılmadan önce hükümete bilgi verilecek ve onay alınmadan davaya
bakılmayacaktır. Milli nedenler, Türk istilasına yol açan
sorumluların, sonsuza kadar yargılanmamalarını gerektiriyor"
şeklindeki yazı Adalet Bakanlığı'na gönderilir. Yazı büyük tepkiye
neden olur. Adalet Bakanlığı'nın Başbakanlığa gönderdiği 14289/78
sayılı cevabi yazı şöyledir; "Vatandaşların menfaatlerinin
korunması, gerçeklerin aydınlığa kavuşmasıyla mümkündür. Hiçbir
kuvvet, adaleti, gerçek sorumluları ortaya çıkarmaması konusunda
susmaya mecbur edemez." Bu gelişmeler üzerine zamanın Başbakanı
Konstantin Karamanlis, "Yunanistan aleyhine kullanılabilir"
gerekçesiyle Temyiz mahkemesi kararının kamuoyuna duyurulmasını
yasakladı. (Yunanistan Temyiz Mahkemesi kararı ve karara ilişkin
gelişmeler, Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi İnaf'ın
Aralık-200 tarihli bülteninden alınmıştır.) Dr. George Nakratzas.
'1960 Anayasasını İhlal Eden Makarios'du'" başlıklı haberi:
-
"Hollanda'da ikamet eden Yunan asıllı Dr. George Nakratzas,
Yunanistan Komünist Partisi Yeniden Yapılanma Merkez Komitesi'nin
yayın organında yer alan makalesinde, Rum tarafının Enosis hayalini
ve Rum barbarlığını gözler önüne serdi.
- Dr.
Nakratzas, Kıbrıslı Türk ve Rum ortak yönetiminden oluşan 1960
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasasını ihlal edenin, Kıbrıs Türk tarafı
değil, Başpiskopos Makarios olduğunu vurguladı. Dr. Nakratzas
makalesinde, Başpiskopos Makarios'un Enosis hayaliyle 1960
Anayasası'nın 13 maddesinde değişiklik yaparak, Türk tarafını
ortaklık cumhuriyetinden dışladığını ve hemen ardından 21 Aralık'ta
Kıbrıslı Türkleri katletmek amacıyla saldırı başlattığını yazdı.
Makarios'un, Türk tarafının anayasadaki değişikliği reddetmesini
dünyaya "Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti'ne itaatsizlik" şeklinde
duyurduğunu, ancak bunun tamamen gerçek dışı olduğunu vurgulayan Dr.
Nakratzas, "Yasal açıdan bakılacak olursa, anayasayı tek yanlı
olarak keyfi şekilde ihlal etme girişiminde bulunan Kıbrıslı Türkler
değil, Makarios'du dedi. Dr. Nakratzas, Kıbrıslı Türklerin, 1963 ile
1967 yılları arasında, Sampson, Yorgacis ve Lissarides tarafından
yönetilen çetelerce öldürüldüğüne işaret ederek, "Bu konuda genç
Yunanlıların bir fikri yok" dedi ve bu katliamlarda "Kıbrıs
Hükümeti" olarak adlandırdığı Rum yönetiminin büyük sorumluluğu
bulunduğunu vurguladı.
- Rum
tarafının kayıplar konusunu propaganda haline getirdiğini ve gerçek
kayıp sayısının açıklanandan çok daha az olduğunu BM belgelerinden
alıntılar yaparak makalesinde gözler önüne seren Dr. Nakratzas,
21.12.1963 ile 8.06.1964 tarihleri arasında kayıp olduğu resmen
açıklanan Kıbrıslı Türklerin sayısının 232 olduğuna dikkati çekti.
Nakratzas, "Bu dönemde sadece 43 Rum'un kayıp olduğu belirlenmiştir.
Bu rakamlar BM Genel Sekreteri'nin S/5950 sayılı raporundan
alınmıştır" diye konuştu. Nakratzas, kayıplar konusundaki gerçekler
bu iken, Rum basınının devamlı şekilde ellerinde sevdiklerinin
fotoğraflarını tutan Rum kadınların resimlerini yayınladığını, ancak
kayıplar hakkında bilgi edinmeye çalışan Türk kadınların
fotoğraflarına bugüne kadar hiç yer vermediğine dikkati çekti.
-
1963-1967 yılları arasındaki katliamlardan Rum Yönetimi'nin sorumlu
olduğunu da vurgulayan Dr. Geroge Nakratzas, Rum Yönetimi'nin Avrupa
Birliği'ne giriş müzakereleri sırasında iki soruya yanıt vermesi
gerektiğini belirtti ve bu soruları şöyle sıraladı:
-
"Kıbrıs Hükümeti Kıbrıs Türk Devletini tanımayı reddediyor veya
gevşek bir Türk- Rum Konfederasyonunu kabul etmiyorsa, geriye
kalan şu iki çözümden hangisini düşünüyor?
- A) Kıbrıslı Türklerin 1963
öncesinde yaşadıkları köylere geri dönmelerini mi, yoksa B) Kıbrıslı
Türklerin 11 yıl mahsur kaldıkları enklavlara geri dönmelerini mi?
-
Son Söz: TC hükümeti ve Cumhurbaşkanı Talat bu gerçeği mutlaka
dikkate almalıdır!..
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
55 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
CUMHURİYET’İ FAZİLET’E İBLAĞ
Bu
biraz “DAVOS’TA SON TANGO!” yazımın devamı olacak.
Zira 48 yıldır uygulanan ‘aykırı’ bir senaryo var ortada. Ne
demiştik? Olaylar zincirlemedir, birbirini kovalar ve tamamlar.
Süreç AB’ye girme değil, her şeye rağmen apaçık bir ‘bağlanma’
oyunudur. Süreç içinde Davos’u bir halka olarak görmek gerek. Aksi
takdirde, zaman tuzağına düşülmez, sürede müsavat (eşitlik) ön
görülür, moderatör’e değil; Progrom ve soykırım suçlusu İsrail’e
ders verilir, diplomasi askıya alınır, başta M60 tank ihalesi olmak
üzere iki ülke arasında vaki bütün projeler büyüteç altına konulur
ve 28 Şubat’tan itibaren yoğunlaşan anlaşma ve ilişki trafiği
dondurulurdu.
Aradan
geçen zamana rağmen hiç birisi oldu mu? Maalesef olmadı!..
En
azından, yaşasaydı Atatürk, demokrasi Şehitleri Menderes ve Zorlu
olsa böyle yapardı. Çünkü onlar, hayatlarını seçim kazanılması, bir
süre daha vekil kalınması gibi bencil ihtiraslara değil, ebed-müddet
Türkiye, fazilet anlamında Cumhuriyet, hak-adalet ve hâkim-hükümran
bir hukuk idealine adamışlardı. Olması gereken bu idi. Ama öyle
olamadı!..
Peki,
neden ve niçin? Çünkü son 48 yılda anlayışlar ve kavrayışlar
‘strateji’ değişti.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş amacından saptırıldı. Atatürk ilke ve
inkılâpları tarihe gömülerek hafızalardan silindi. Nevi-i şahsına
münhasır (kendine özgü) olması gereken TC’ nin yönü (DYP’nin ihtiyar
atı gibi) tefessüh etmiş batıya çevrildi!.. Bu bağlamda Cumhuriyet
’in temel ilke ve maddi-manevi değerleri, başta demokrasi olmak
üzere adalet ahlâkı ve hukukun mutlak gereği kuvvetler ayrılığı
(yargı-yasama-yürütme) özgürlük ve hükümranlık hakkı AB kriterleri
ve çifte standart kurbanı edildi. TC Mahkemeleri AİHM’nin altına
düştü.Yani Davos; yıllarca ezilen Türk milleti’nin tükürükle bile
boğabileceği Güney Kıbrıs Çetesi, tebaadan Yunanistan, tefessüh
etmiş AB ve düne kadar Osmanlı’ya vergi veren ABD tarafından
rencidesi, istismarı ve alçakça sömürülmesi nedeniyle kısmi heyecan
yaratmıştır. Dolayısıyla bu çıkış Türk Milleti’nin hasret kaldığı
bir duruş, meydan okuma, vicdanen dışa vurma ve sinerjik ‘desarj’
biçiminde algılanmış olmakla; İç politikada yararlanılan harika
argüman ve yerel seçimlere tahvili planlanan duygusallık.. ‘Acı
gerçek’ budur. Aksi takdirde mesele bir seçim arifesinde iç
politikada bu denli abartılmazdı!.
Burada
önce Başbakan, icra heyeti ve dönem politik-ACI’larının mutlaka
bilmesi ve hatırlaması gereken bir hakikat vardır. Cumhuriyet tek
başına bir hiçtir. Ancak ve sadece demokrasi ile birleştiği,
bütünleştiği takdirde bir anlam ifade eder. Yahut SSCB gibi zalimin
adı, soykırım, zulüm, insanlık dışı sulta, saltanat ve despotizmin
maske söylemi olarak kalır. Açık bir anlatımla Cumhuriyet;
Atatürk’ün tanımladığı “fazilet” bağlamında uygulanıp, adalet ve
hukuk’la fiilen yaşam boyutuna geçirilmedikçe büyük bir yalan,
sahtecilik ve yolsuzluktan ibarettir. Örneğin siyasi partilerin
delege seçimi yapmak yerine ‘aday belirleme’ yöntemi gibi!
Cumhuriyet’in olmazsa olmaz
bileşenleri adalet ve hukuk ile taçlanmış demokrasidir.
Derinlemesine inceleyince gördük ki, Atatürk aslında batı tarzı
(yozlaşmış ve çıkar kaygısıyla çürümüş) demokrasi ile sağlandığı öne
sürülen faydaların, Türk tipi (Türk İnkılâbı) Cumhuriyet ve
demokrasi (medeni siyaset) ile çok daha kolay elde edilebileceğini
anlatmak istemiş müteakip vecize ve nutuklarıyla bu gerçeği
‘sadıklar için’ açıkça ortaya koymuştur...
“Bizim
idare şeklimiz Kitaplarda adı konmuş, tanımı verilmiş yönetimlerden
hiç birine benzemez bir idaredir!. Milli hakimiyet ve milli iradeyi
gerçekleştiren biricik idare de budur!.. Bu nitelikte bir
yönetimdir!. İdare şeklimizi adlandırmamız gerekirse, halk idaresi,
veya halk hakimiyeti deriz!.. Demokrasi’ye değil, sosyalizm'e
benzemiyormuş!.. Efendiler!.. Biz benzememekle, benzetmemekle gurur
duyarız!.. Çünkü biz bize benzeriz, efendiler!..”
“Bizim (sistemimiz) hâkimiyeti
kayıtsız şartsız milletin eline veren bir idaredir. . Gerçekten
bugün dünya yüzünde Millet hakimiyeti'ni bu kadar kesin sağlayıp,
böyle açık belirten başka bir idare yoktur!..Cumhuriyetin en asri,
mantıki ve namuskâr tatbikini temin eden hükümet şekli:
Demokrasi’dir!.. (Mustafa Kemal ‘Atatürk’ 27.1.1923)
Şimdi
Davos’ta yaratılan kahraman’ı; Cumhuriyet’i fazilet’e iblâğa davet
ediyoruz.
Özel
yazışma için adres: gercek.demokrat@hotmail.com
WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com/
Yayın gönderimi için adres: PK:
118 [06 442] Yenişehir-ANKARA
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
56 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
DAVOS’TA SON TANGO!..
Ülkemizde 27 Mayıs’tan bu güne ısrarla sürdürülen bir kirli oyun
var.
Zaten o büyük kırılma, 11 Kasım
1938 şeametinden sonra gelen ikinci karşıdevrim ve meş’um sapma
Türkiye’yi çökertmek içindi.
Bu gün
akredite medyanın adını utanmadan, ar, hayâ etmeden, tam bir kast-ı
mahsusla ‘Ergenekon’ koyduğu Ümraniye davasına esas cürüm ve
caniyane emellerin tahakkuk mebdei ve milâdı da aynı tarihe rastlar.
(İşte bu nedenledir ki, bahusus dava ve soruşturmanın 48 yıl geriye
kadar uzanmasını ve 27 Mayıs’ı da içine alan tam bir hesaplaşma ve
yüzleşme ‘temiz eller operasyonu’ olmasını istemekteyiz.)
Demokrat Parti tarafından (Halk Partisinin şiddetli muhalefetine
rağmen) kanlı Kıbrıs olaylarını önlemek ve Milli davayı koordine
etmek için kurulan Genelkurmay Özel Harp Dairesi Başkanlığı ile
1960’a kadar bu dairenin iştigal ettiği yegâne kritik konu olan
TMT’yi suçlamak, büyük haksızlık, yalan ve iftiradır. Nitekim 27
Mayıs’ın önce kendi Genelkurmay Başkanı’nı yediği ve Türk Ordusunda
tarihinin (8.800’leri bulan her derece ve düzeyde) en büyük
tasfiyesini gerçekleştirdiği ve TSK’nın Atatürkçü unsurlardan
bütünüyle ayıklandığı da asla unutulmamalı.. Dolayısıyla, ‘Encümeni
Daniş’ 12 Mart, 12 Eylül ve sürecin bekraund’u 28 Şubat da bu
bağlamda büyüteç altına konulmak, araştırılmak-soruşturulmak ve
muhakeme edilmek zorundadır. Aksi taktirde sadece ahtapotun bir kolu
kesilmiş olacak, menfur beyni ve hain gövdesi hükmünü sürdürmeye
devam edecektir!..
Yani,
milli birlik komitesi bu örgüt’ün günümüze uzanan ilk temeli, İsmet
İnönü’de bir numarası idi. (Araştır: Encümeni Daniş) Sonra bunun
yerini A. Atila Sözer tarafından isim ve eylem bazında bütün
ayrıntılarıyla açıklanan ‘karayılan’ örgütü (gladyo) aldı. Bu kitap
ilk baskısının yapıldığı dönemde yolsuzluklardan sorumlu Devlet
Bakanı Orhan Kilercioğlu’na verildi. Akabinde de tebahur etti,
piyasadan kayboldu, buharlaştı. (Bak: Karayılan Doktrini-devrimci
güçler, A.Atila Sözer, Saycom-kırmızı kurdele, http://www.gittigidiyor.com/)
İsmet
İnönü’nün Lozan’dan itibaren üstlenerek yürüttüğü gerçek misyonu da
Anayurt Gazetesi yazarı Hasan Hüseyin Memiş’in ‘Diken’ isimli
kitabından öğrenebilirsiniz. (Diken, Hükümet Sistemleri, Akasya
Kitap, Mayıs-2007, Ankara) Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun AB sürecine
ilişkin değerlendirmeleri ve Yılmaz Dikbaş’ın bu süreçte oynanan
oyunlara dair kitaplarına bir göz atarsanız sanırım ‘oynanan oyun’
bütün boyutlarıyla ortaya çıkacaktır.
MESELA!... 16 Şubat 1999 tarihinde
terör ve tedhiş örgütü başı Abdullah Öcalan’ın, Kenya`nın Başkenti
Nairobi`de derdest edilerek Türkiye`ye getirilmesini, 56. hükümet’in
başı Bülent Ecevit’in ‘kahraman’ ilân edilişini ve akabinde 18 Nisan
1999’da erken Genel Seçime gidilmiş olmasını nasıl yorumlarsınız?
Derken, hükümeti kurma görevinin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
tarafından DSP Genel Başkanı ‘milli kahraman’ Bülent Ecevit'e
verilmesi! Böylece, Bülent Ecevit, başbakanlıktan istifa ettiği 1979
yılından 20 yıl sonra 5. kez Başbakanlık görevini üstlenmiş oldu.
Ecevit, DSP, MHP ve ANAP ile 28 Mayıs 1999 günü (Mesut Yılmaz’ın
‘Milliyetçi Sol’ olarak tanımladığı) üçlü (17.) koalisyon hükümetini
kurdu. Bu arada, MHP 21 yıl sonra hükümete girdi. 22 yıl aradan
sonra il kez bağımsız adaylar (!?) (millet) vekili seçildi. Bunlar
hep bir tesadüften mi ibaret acaba? yoksa sahnelenen oyunun bir
parçası mı? Gelelim günün Davos meselesine!..
3.02.2009 günü grup toplantıları ve genel kurulda mesele çözüldü,
suçlu moderatör!..
Zaten farklı bir durum olsaydı,
Gazze’de soykırım yapan İsrail pilotlarının Konya’da (Bolu da
telaffuz edilmekte?) eğitimine son verilir, yılan hikâyesine dönen
2000 yılı ‘M60 tank modernizasyonu’ yolsuzluğunun üstüne gidilir ve
milletin kanını emen 37 temel sektör Yahudi şirketinin lisansları
askıya alınırdı!. Bunların hiçbirisi olmadı. Üstelik 200 nokta atışı
ile İsrail ateşkesi bozarak Hamas’ı suçladı. Ortada doğru dürüst bir
ateşkes de kalmadı.
Peki,
sırada ne var? Cevap: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri!...
Yani,
AKP’nin parlatılması ve Recep Tayip Erdoğan’a “milli kahraman”
rolü!..
(*)
Siyaset Bilimci, Hukukçu, Araştırmacı-Yazar, 7. ve 9. dönem DP Genel
Başkan Yardımcısı
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
57 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- DEMOKRASİYİ ÖZELLEŞTİRMEK
-
Meşruiyet; Hüküm, hikmet ve adalet iledir.
-
Adalet, doğrudan ve dolaylı (katılımcı ve çoğulcu) demokrasi’nin
temel unsuru olup, uygulanması, hayat bulması, halkın refah,
huzur-güven ve saadet içinde yaşaması, kaynağını haklılık, doğruluk,
onur-erdem ve dürüstlük kavramlarından alan hukuk’un teşkil ettiği
yazılı kanunlardır. Yani, ‘adalet’ hükmünü ‘hukuk’la icra eder.
- Esas
olarak kanunlar anayasaya, anayasa ise kesinlikle ve asla insan
haklarına aykırı olamaz. İnsan hakları, evrensel anlamda yaşama,
beslenme, barınma, inanma ve “inandığı gibi”, eşit, güvenli ve
huzurlu bir hayat sürme hakkından ibarettir.
- Hukuk,
münhasıran cumhurun (halkın) kendi kendini idare ettiği hallerde,
yani millet iradesinin devlet idaresinde hâkim unsur olabildiği
‘demokrasi’ rejiminde varlığını gösterir. Bunun dışında ‘kanun-yasa’
devletlerinde, demokrasi, adalet ve hukuktan bahsetmek mümkün
değildir. Bunlar genellikle (günümüz örmeklerinde olduğu gibi)
polis, jandarma (1938 -1950 Türkiye) veya çete devletleridir. Özgün
olarak Türk siyasetinde buna “halka rağmen halkı yönetme” denilir!..
Ki, bu söylem diktatörlük, tasallut ve despotluk anlamına gelir.
- Çok
açık ve net bir anlatımla: Demokrasinin iki mütemmim cüzü
(tamamlayıcı ve bütünleyici unsuru) vardır. Bunlar adalet (adalet
ahlâkı) ve hukuktur. Göstergesi sosyal hukuk devleti olup;
Uygulamada (yönetim) kamu harcamalarını olabildiğince kısan,
vergileri azami ölçüde azaltan, az kazanandan az, çok kazanandan
(lüks kullanım ve israftan) çok vergi alan, aldığı vergileri
tasarrufla ve en saydam biçimde kullanan hükümetler icraatı yürütür.
- Bir
başka özellik de: Adalete sadık, millete karşı samimi dürüst
hükümetlerin ‘hüküm sürdüğü’ devletlerde, en basit anlamda bile, her
hangi bir yolsuzluk yoktur. Ayrıca demokrasi rejimini ‘gerçekten’
yaşayan ülkelerde ‘özgürlük ve güvenlik’ sorunu da yaşanmaz. Çünkü,
‘medeni siyaset’ ve ‘hakiki demokrasi’ bağlamında yurttaşlar haddini
bilir, bilmeyene haddi derhal devlet tarafından bildirilir.
- Bunun
sebebi hikmeti ise: “Devlet iyi insan ve iyi vatandaştan yana icraat
ve faaliyet gösterir.” Seçilmişler millete vekil ve hizmetkâr,
memurlarsa itaat ve sadakat üzeredir. Herkes hakkının, hukukunun
(görev ve yükümlülüklerinin) idrakinde, bilincindedir.
- HAK KAVRAMI
-
Doğuştan ve doğalda var olan haklar, sonrasında adalet ahlâkı ve
hukuk’la desteklenip tahkim edilmek suretiyle, milli devlet ve
yurttaşlık bilinci (toplumsal sözleşmeler) bağlamında genişletilir.
Hak ve özgürlükleri kullanma biçimi budur. Ancak hiçbir gerçek kişi
(fert) veya kurum (tüzel kişi) bir başka kişi veya kurumun hak ve
özgürlüklerini gasp, tahdit, tehdit veya ihlale yetkili değildir. Şu
kadar ki, sadece ve yalnızca genel ahlâk, milli güvenlik ve can-mal
güvenliğine yönelik tehdit algılaması yahut aleni teşebbüs
hallerinde Millet Meclisi kararı (yasa) çerçevesinde insanlar tedip
(haddini bildirmek) ve terbiye (ıslah) edilmek zorundadır.
- Bu
bağlamda özgürlükler kısıtlanabilir, tecrit (hapis) edilebilir.
Yahut taammüden cinayet, cinayete azmettirmek, hırsızlık-yolsuzluk,
nitelikli dolandırıcılık ve organize çıkar örgütleri yoluyla ölüme
sebebiyet ile vatana ihanet gibi hallerde ‘ölüm cezası’ meşrudur.
- Şu
kadar ki; Yönetimi izleme-denetleme, memurin (devlet memurları) ve
vükelayı (milletvekillerini) muaheze (ikaz, tenkit) suç ve suçluları
ihbar (bildirme) görevi vatandaşın; Araştırma, koğuşturma,
soruşturma, muhakeme ve infaz devletin görevidir. Hiçbir ferdin veya
adalet cihazı hariç olmak üzere her hangi bir kurumun muhakeme ve
infaz yetkisi yoktur.
-
Müesses olan nizam (meclis ve hükümetler) hakkaniyet, adalet ve
hukuk görevini tam bir eşitlikle ifa ve icra etmediği takdirde
‘meşruiyetleri’ sona erer. Bu durumda görev Atatürk ilkeleri ve Türk
İnkılâbı gereği Cumhuriyet Savcılarına aittir.
- İşte
Başbakan’ın (bilerek veya bilmeyerek) “demokrasiyi özelleştireceğiz”
ifadesinde saklı hakikat budur. Oysa söylemden “demokrasinin mabedi
biziz, sadece biz demokrasiyi iyi biliriz, bizim yaptığımız her şey
demokrasidir” anlamı çıkmaktadır. Yanılgının büyüğü budur!
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
58 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- DEMOKRASİ, ADALET VE MEDENİ
SİYASET
-
Demokrasi yönünden bilimsel (ilmi) disiplinin mutlak gereği ‘muğlâk
değil’ mutlak kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Ya, 1924 (1928)
anayasasında olduğu gibi TBMM şahsında bütün (mündemiç) kuvvetler
birliği veya ‘Yasama, Yürütme ve Yargı’ olmak üzere birbirinden tam
bağımsız kuvvetler ayrılığı esastır. Bugün ülkemizde olduğu gibi
‘ikisinin ortası’ yoktur.
-
Türkiye hariç dünyanın her devletinde ‘savcılar’ vardır. Türkiye’de
ise ‘milli devletin doğal bir gereği olarak’ Cumhuriyet (millet)
savcıları. Bu çok anlamlı bir uygulama olup; Cumhuriyet savcıları
adalet ve hukuku, her hangi bir erk yahut hükümet adına değil,
doğrudan ‘halk adına’ yürütmekle memur ve mükelleftir. Bu nedenle
hukukta ‘meşhut suç’ denilen ‘kişisel şikâyet ve takibe bağlı haller
dışında’ hiçbir istisnası olmadan (Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan,
her derece ve düzey memur dâhil) icabı halinde her kesin ve her
kurumun üstüne gidebilir, re’sen soruşturma açabilir ve dava ikame
edebilir. Eğer uygulamada bu yoksa, ortada adalet, hukuk, yargı veya
demokrasi de yoktur!..
-
Cumhuriyet Savcıları ve Hâkimler ‘millet adına’ iş görür.
- Millet
adına iş gören Yargı erk’i, ya Yasama-ya (TBMM’ne) bağlıdır veya
siyasetten arınmış yüksek mahkeme (örneğin Anayasa Mahkemesi)
nezdinde temsil ve ilzam olunur. Her ne şekil ve surette olursa
olsun hukuk devletlerinde ‘milletvekillerinin kürsü masuniyeti’
hariç dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyaz yoktur. Varlığı da asla
kabul edilebilir değildir.
- İşte,
Türk medeniyetinin binlerce yıllık mazisinden intikal ve Proto
Türklerden grek (eski Yunan’a) ‘demokrasi’ adıyla tahvil eden
(dönüşen) ‘Medeni Siyaset’ sisteminin aslı ve esası budur. Medeni
siyaset asırlar içinde nizam-ı âlemi oluşturan vahiyle tahkim
edilmiştir. Bu nedenle ahlâken yükseklik, bilgelik ve olgunluk
rejimidir. Madde ve manâ barışı, olgunluk ve dinginlik (kâmil insan
ve şüra) bağlamında, Türk milleti’nin öz yapısında hayat bulan ve
gelişen bu sistem insanlık âleminin en büyük eseridir. Eser’in,
‘insanlık idealini’ ortak payda kabul eden atalarımızca değil de;
İnsanlık düşmanlığıyla maruf Greklerce sahiplenilmesi sinsi bir
kurnazlık, kıskançlık, haset, ‘emperyalist emeller doğrultusunda’
yozlaştırma, çürütme ve dejenere etme amaçlıdır. Rum-Yunan tarihi
bunu belgeleyen binlerce vakıa ile doludur.
- Bu
eser, hikmet ve mütekâmil medeni siyaset rejimi dolayısıyla
olmalıdır ki, İslâm’da ve Kur’anda herhangi bir siyasi sistem
vazedilmemiştir. On emirden ibaret Tevrat ve taklit ve tahrif
edili ‘muharref’ İncillerde de özgün bir siyaset öğretisi, tavsiye
ve öngörüsü yoktur.(Bu nedenle dini siyaset veya ticatere alet etmek
lâikliğe aykırı ve bütünüyle insanlık dışıdır)
-
Türkiye Cumhuriyeti olarak kalkınmak, gelişmek, yükselmek ve
Atatürk' ün gösterdiği muasır medeniyet seviyesini aşmak, modern
bilim ve ileri-yüksek teknolojinin nimetlerine ulaşmak, ancak ve
sadece; Evrensel norm, standart ve kriterlerde bütün kurum ve
kuruluşları ile teşekkül ve tekemmül etmiş "katılımcı ve çoğulcu
demokrasinin” (yukarda açıklanan) medeni siyaset ve gerçek hukuk
devletinin yaşam boyutuna geçmesi ile mümkündür.
- Zira
insani boyut ve bilinç toplumuna ancak ve sadece gerçek bir
demokrasi idaresi ile ulaşmak ve bu yolla birinci sınıf bir devlet
olmak mümkündür. Kaldı ki, yüksek basiret, deha ve bekasıyla bunu
gören, anlayan ve kavrayan, ülkemiz ve insanımızı ilk kez demokrasi
ile buluşturan Atatürk'ün en çok istediği, kendini adadığı ve
arzuladığı ideali geleneksel medeni siyaset ve demokrasi yoludur.
Şimdi ülkemizin Cumhuriyet ve demokrasi (söylem bazında olsa bile)
üzere bulunmasının da ana nedeni budur. Bu nedenle demokrasi:
-
"İnsanlık ideali, insanca yaşam ve bilinç toplumunun temel kaynağı
ve dayanağıdır", "Bireysel sorumluluk ve hukukun üstünlük ve
önceliği" noktasından ve "Kanunlar anayasaya, anayasalar da insan’a
aykırı olamaz", "Cumhuriyet-Demokrasi ve Lâiklik ayrılmaz, sarsılmaz
ve vazgeçilmez bir bütündür" gerçeği, siyaset bilimi ve disiplin
ilkesinden hareketle; "bütün medeni toplumların mutabık kaldığı,
insan hakları, adalet ve hukuk üstünlüğünün esas alındığı kurallar
bütünüdür" ilkesi dahilinde gerekli değişim, dönüşüm ve düzenleme
yapısal reformlar süratle hayata geçirilmek zorundadır. Eğer
hükümet, sözde değil, öz’de demokrat ise tabii!..
- e.mail
(sadece özel yazışmalar içindir) :
gercek.demokrat@hotmail.com
- WEB:
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
59
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
YA HAKKINI VERİN YA DA, O
DİPLOMALARI YAKIN! (2)
Ülkemizde ve dünyada insanlık; Kendi tarihinin en büyük utancını
yaşıyor.
Sözde
‘bilgi çağı’nın 500 seçkin ve ülkemizin 100’ü aşkın üniversitesine
rağmen!..
Bu
büyük utancın dünya boyutu ‘Türkiye boyutuna nazaran’ çok farklı…
Daha
ziyade oyun, birbirini sömürme ve kendi öz milletini koruma üzerine
kurgulu..
Fakat
bizdeki boyut, ‘kendi halkını sömürme, keneleme ve kemirme’ üzerine
kurulu.
Mezarlıklar dâhil el atılan her yerden irin çıkıyor, pislik ve
cerahat fışkırıyor.
Elbette başta Ermenistan, Yunanistan, ABD, Almanya, Fransa ve
içimize sokulan ve iddialara göre önemli bir bölümü de parti
sahiplerinin memuru (yani parlamenter), holding medyası yazar-çizeri
olan; Sözde ‘aydın’ koza ve kriptolardan müteşekkil diyasporaları
ile ülkemizi bölmeye, parçalamaya, anayasamızı, yasalarımızı,
dilimizi ve dinimizi dahi bozmaya kalkışanlar da var. Ama bunların
tamamı içerde yaşanan yalan-talan, rüşvet-iltimas, gasp ve irtikap
furyasının ayrılmaz parçaları… Baş aktörlerin tamamı yüksek-yüksek
diplomalı, sinsi düşmandan icazetli ajan provokatörlerdir.
Hem
de, ülkemizde icraat eden, faaliyet gösteren siyasi şirketlerin
içinde ve dışında.
Hele
şu tezahür biçimlerine bir bakalım:
Anayasa’ya göre ‘demokrasinin (!) vazgeçilmez unsuru” siyasi
partiler; 2820 Sayılı Kanun, tüzük ve yerleşik gelenek uyarı
maksimum % 5 merkez kontenjanı gösterebilecekleri ve merkez
yoklamasını mücbir nedenler dışında yapamayacakları halde; Noksansız
tamamı 29 Mart yerel seçim adaylarını “merkez yoklaması” ile
belirledi.
Böylece, TBMM’nin amacı, varlık nedeni, sebeb-i hikmeti ve meşruiyet
ilkesi olan: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi bir kez
daha paspas yapıldı, hayâsızca ve hunharca çiğnendi. Cumhuriyet
inkâr edildi, adalet ve hukuk ayaklar altına alındı.
Partiler ‘millete sormadan’ kendi yaptıkları ‘yandaş-yoldaş’
listeleriyle meydanlara çıkmaya ve düzmece listelerine, tam bir
utanmazlık, aymazlık, şımarıklık ve pişkinlikle oy istemeye
başladılar. Hangi yüzle?...
Bu çok
büyük bir utanç, halka güvensizlik ve apaçık demokrasiye
ihanettir!..
Zira
demokrasinin en önemli ‘olmazsa olmaz’ şartı, adayların bizzat
millet tarafından belirlenmesidir. Bazı sözde politika kurumlarınca
dillendirilen ve “onlar yapamadı biz yaptık” diyerek övünülen
‘temayül yoklama’ nam saçmalıklar Türk siyaset sisteminde yoktur.
Eylem, doğrudan bir hak gaspıdır. Böylece 29 Mart Yerel Seçimlerine
gölge düşürülmüş, şaibe bulaşmış, seçim de, meşruiyet de tartışmalı
hale gelmiştir.
Üstelik ‘halka rağmen’ insanlık dışı bir cüretle halkı yönetmeye
kalkışanların kahir ekseriyeti üniversite diplomalı. Aralarında
mastır, doktora sahipleri, doçent ve profesörler var. Eğer bunlar
kimlik, kişilik ve karakter yoksunu, ilim-edep ve terbiye sahibi,
gerçekten yüksek tahsil yapmış; Herbert Spencer’in (İlk Prensipler)
dediği gibi, “aldıkları eğitim ve terbiye’yi davranış biçimi ve
bilince” dönüştürebilmiş olabilselerdi bu tiksinti verici rezalet
yaşanmazdı.
Bu
apaçık despotluk, küstahlık ve diktatörlüktür.
Sistemin iyice çürüdüğünü ve bütün veçheleriyle yozlaştığını
gösterir.
Rejime
utanç yaftası yapıştıran, insan hakları, adalet ve hukuku hiçe sayan
bu tek taraflı tasarruf, seçmenleri siyasi partilerden iyice
soğutmuş ve yeni arayışlara yöneltmiştir. Çok açık bir deyişle;
Halkı (seçmeni) Noter yerine koymak ne demek? Çok utanç verici.
Kimin
çocukları bunlar? Onun-bunun mu? Yoksa şerefli Türk soyunun mu?
Çok
merak ediliyor doğrusu!...
İNANILIR GİBİ DEĞİL
Osmanlı döneminde suç odakları Galata (Rum-Yunan mahallesi) Fener
(Ermeni semti) ve Yahudilerle yabancı uyrukluların yaşadığı Taksim
ve Topkapı civarında yoğunlaşırdı. Türk ve Müslüman mahallelerinde
hırsızlık, yolsuzluk, dolandırıcılık, gasp-irtikap, tasallut,
tecavüz ve cinayet gibi insanlık dışı menfur olaylar asla
yaşanmazdı.
Eğer
Ubicini tarihini okursanız Türk ve Müslüman halkın ne kadar nezih,
namuslu, dürüst, onurlu-sorumlu ve emin insanlar olduklarını çok iyi
görürsünüz. Yani, Osmanlı’dan 1940’lara kadar Türkler arasında
ahlâken yükseklik, adalet ve hakkaniyet esastı. Nadiren görülen
vakıaların failleri ise (dönemin deyimiyle) mektep-medrese görmemiş,
cahil-cühelâ, meczup-mecnun veya aptal olarak tanımlanan
“ilim-irfan, bilgi-görgü, edep, hâya ve terbiye” yoksunu alt varlık
ve henüz insanlık şuuruna erememiş primitif türlere aitti.
Oysa
şimdi öyle değil. Kırmızı ışıkta geçen potansiyel suçlulardan tutun,
devleti, kurumları, orduyu, halkı ve hâtta Camiyi-Üniversiteyi
soyan; Yolsuzluk, hırsızlık, görevi kötüye kullanma, gasp-irtikap,
organize suç örgütü, çete-mafya ve nitelikli dolandırıcılık
faillerinin çok büyük bir bölümü makam mevkii sahibi ve üniversite
mezunu. Sonra lise mezunları geliyor. Bunlar tarafından
‘cahil-cühela’ olarak nitelenen insanlar masum ve müsemma!... Olur
şey değil..
Teşkilât yoklaması ve delege seçimi yapmayan ve şirket gibi siyaset
kurumu işletmeciliğine soyunanlar da aynı. Çoğu yüksek tahsilli ve
üniversite diplomalı!.. Ayrıca, mesela Tansu Çiller dönemi ve
bir sonrası diplomalı bazında Türkiye’nin en karizmatik parlamentosu
vardı. Buna rağmen ülkenin en büyük hırsızlık ve yolsuzlukları bu
dönemlerde yapıldı. Bankalar battı. Ekonomi çöktü. Tansu ve avenesi
zenginleşirken, millet fakirleşti…
DAHASI VAR
Aramızda insan formunda dolaşan bu varlıklar o diplomalara rağmen
fütursuzca çevreyi kirletiyor, aşırı tüketiyor, trafik-hukuk ve
demokrasinin kurallarını çiğniyor, toplum sağlığına aykırı
alışkanlıklar ediniyor, vergi kaçırıyor, rüşvet veriyor/alıyor, iş
ahlakına dikkat etmiyor, milli servete zarar veriyor, imar yasasına
aykırı işler yapıyor, haksız, hukuksuz ve ahlâksız imar
tadilatlarıyla malı götürüyor, her şeyi devletten bekliyor ve bir
yandan da devleti tırtıklıyorsa; Yani kısaca, 'Kırmızıda geçiyorsa'
bir başka deyişle, ‘fiilen yolsuzluk yapıyorsa!...’ onu ‘insan’
olarak betimleyemez ve tanımlayamazsınız.
Üstelik onların insan haklarından yararlanma hakları da yoktur.
İnsan
hakları, insanca yaşayanlar içindir.
İnsanlık, demokrasi, hukuk ve ahlâk düşmanları için değildir!...
NETİCE:
Ya,
eğitim-öğretim sistemi temelden ‘kamu vicdanında ve ilmi forumlarda’
masaya yatırılmalı, büyüteç altına konulmalı, yargılanmalı,
sorgulanmalı veya devleti kirleten, yasa, ahlâk ve hukuk dışı işler
bağımlısı onursuzluk ve sorumsuzluk fukarası bu insan müsveddeleri
diplomalarını şehir meydanlarında yakmalıdırlar.
Elbette ‘yönetimi denetleme’ görevini hakkıyla ve lâyıkıyla
yapmayanlar da… Demokrasiye zerrece saygısı, yüreğinde insan sevgisi
olmayan halk dalkavukları da; Onurlu ve sorumlu vatandaşlar
tarafından ‘sandığa gömülerek’ birer siyasi mevta olarak tarihin
çöplüğüne atılmalıdırlar. Aksi takdirde ‘temiz devlet, temiz hükümet
ve temiz toplum’ daha yıllarca ham hayal olarak kalacaktır.
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
60 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
Yakın tarihimiz
bilinmeyenlerle dolu. Oysa geçmişi dosdoğru bilmeden geleceğe doğru
emin adımlarla yürümek mümkün değildir.
Bu nedenle ve dönem
itibarıyla lüzumuna binaen, bazı bilinmeyenleri, ülkemizin ilk sivil
Cumhurbaşkanı merhum Celâl Bayar’ın bizzat anlatımından aktarmak
istiyorum:
Maksadım, gerçek bir
Atatürk sevdalısı olan Celal Bayar'ın anlattıklarını nakledip, kısa
ve özlü notlarla günümüzle ilişkilendirmek..
Hanedan için çırpınış ve
İnönü'nün devletçiliği:
Bayar, Cumhuriyet
kurulduktan sonra yurtdışında yaşamak zorunda kalan Osmanlı Hanedanı
mensuplarının bu hallerine çok üzülür ve bir avuç Hanedan mensubunun
Türkiye Cumhuriyeti için bir tehlike olmayacağını savunur.
Bayar aynı zamanda
farklı bir zaviyeden de olaya bakmaktadır.
"Bu insanlar yurda
sokulmadıkça yabancı memleketlerde olayı dışarıdan değerlendirenler,
yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin bir avuç insandan korktuğu sonucuna
varabilirler..."
Bu durumu başvekil iken
Atatürk'e açarak Hanedan'ın affının sırası geldiğini belirtir.
Atatürk samimi bir
sesle: "Yap bunu çocuk, devrinin şerefi olur!" der.
Tabi Bayar bunu devrinin
şerefi için değil yurdun bir davasının çözümlenmesi arzu ve samimi
niyetiyle istemektedir.
O devirde herkes Atatürk
gibi çok yönlü düşünemediği için teklif meclise geldiğinde bir
kıyamet koptu ve bazı başyazar milletvekilleri aleyhinde yazmakla
Bayar'ı tehdit ettiler.
Bayar bu tehditlere
kulak asmadığını ve tehditlere pabuç bırakmadığını elbet ama ufak
bir taviz vererek hanedandan yalnız kadınların yurda girmelerini,
erkeklerin yurt dışında kalmalarının uygun olacağı görüşünü kabul
etmek zorunda kaldığını anlatıyor. (Şu devirde bile adalet,
hakkaniyet ve medeniyet abidesi Osmanlı padişahlarına hain deme
cüretini gösterenlere ne demeli?)
İsmet Paşa ile Rusya
Seyahati:
İsmet Paşa'nın Rusya
ziyaretine sosyalist Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile birlikte
gittiğini ve Tevfik Rüştü'nün bu gezi boyunca Sosyalizmi İsmet
Paşa'ya sevdirmeye çalıştığını; Rusya'da Stalin'le de görüşen İsmet
Paşa'nın belki Marksizm'i değil ama ekonomik güçlerin devlet elinde
toplanmasını çok beğendiğini, çünkü, "Ekonomik güçler, ne kadar
hükümetin elinde olursa, milleti idare etmek o kadar kolaylaşır”
prensibini uygulamaya koyduğunu ve devletçi kanunları" meclise
getirip kanunlaştırmasını anlatıyor.
Bayar, ardından ekliyor:
“Ben İktisat Vekili olarak işe başladığımda bu katı ve koyu devletçi
kanunları elimden geldiğince yumuşatarak uyguladım ve Halk ile
Devleti ortak bir ekonomiye götürdüm. Atatürk de bu uygulamalarımı
beğenmiş ve bana arka çıkmıştır. (Şimdi Atatürk’ün Devletçilik
ilkesinin nasıl uygulanması gerektiğini anlayabiliyor muyuz?)
İnönü’nün
beceriksizlikleri
Enver Paşa, Balkan
Harbi'nden sonra orduda büyük bir tasfiye hareketine girişir.
Bu tasfiye esnasında
Celal Bayar, Binbaşı İsmet Bey'in de ordu dışı edilmek üzere
olduğunu Binbaşı Kazım (Orbay)'dan öğrenir.
Bayar, Binbaşı İsmet'in
makul bir insan olduğunu düşündüğü için Kazım Orbay ile Enver
Paşa'ya gidip tasfiye edileceklerin kâğıdının imzalanacağı gün
ricacı olarak "Binbaşı İsmet'in memlekete hizmet edebileceğini!"
anlatırlar ve Enver Paşa, değer verdiği bu iki insanın şefaatiyle
Binbaşı İsmet tasfiyeden kurtulur. İsmet Paşa olarak
Cumhurbaşkanlığı'na kadar yükselir. (Acaba C. Bayar, İnönü’nün
yapacaklarını bilseydi bu kadar çabalar mıydı?)
Sırrı Belli Meselesi:
Atatürk yeni seçimlerde
bir ara iktisat vekilliği yapmış, güzel konuşan, konuşmalarına fikir
koymasını da bilen, yetenekli ve hırslı olan Sırrı Belli'yi
listesine eklemiştir.
Başbakan İsmet Paşa ile
CHP Genel Sekreteri Recep Peker bunu duyunca Atatürk'e bu adamı
listeden çıkarması için baskı yaparlar.
Atatürk neden
milletvekili olmasını istemediklerini sorduğunda "çok konuşuyor!"
cevabını alır.Bu duruma çok şaşıran Atatürk, Celal Bayar'a şöyle
yakınacaktır: "Çok konuşuyorsa, saçma sapan konuşmuyor elbette...
Aklı başında sözler ediyor. Ne istiyor benim Başvekilim, Genel
Sekreterim? Mecliste sessizlik mi? İki en önemli noktada bulunan bu
arkadaşlarım, Belli'nin konuşmalarına cevap mı veremiyorlar ki,
listeden çıkarmam için beni sıkıştırıyorlar? Ama sen söyle Celal
Bey, bu bana yapılır mı?" Buna rağmen Atatürk Başvekili ve Genel
Sekreterini kırmamak için Belli'yi adaylar arasından çıkarır. (Aklı
başında sözler edenlere cevap veremeyeceğini anlayanlar bugün de
partilerin kapatılıp bu kişilere siyaset yasağı konması için Anayasa
Mahkemeleri'nin kapılarında sabahlamıyorlar mı?)
Altıntaş Muharebesi,
Atatürk ve İsmet:
Altıntaş Muharebesi'nin
kaybedildiği günlerde Atatürk olayı Celal Bayar'a hem anlatıyor hem
de İsmet'in taklidini yapıyordu: "Sabaha kadar arkadaşlarla cephe
haberlerini değerlendirdikten sonra: “Bu iş bitti, İsmet muharebeyi
kaybetti” dedim ve cepheye hareket ettim. Benim cepheye geldiğimi
duyunca İsmet Paşa büyük telaşa kapılmış, benim kendisini kurşuna
dizdirmek için gelmekte olduğumu sanmış!..
Karargâha girdiğim
zaman, hakikaten acınacak halde idi.
İki gün, iki gece
uyumamış, dinlenmemişti. Üstelik kendisini yenik sayıyor ve
akıbetini düşünüyordu. Gerçekten de büyük bir hata yapmış, düşmanla
müsavi kuvvetlerle dövüştüğü halde, kıtalarını zamanında savaşa
sokamamıştı!
Bu yüzden de ordu
perişandı. Askerler çözülmüşlerdi. "Daha sonra Atatürk, İsmet'in
moralini düzeltmek için ona savaşı kazandığını ve onu tebrik
ettiğini söyleyip şaşkın şaşkın bakan bu zavallıcığı istirahate
gönderip öteki komutanları toplamış ve durum değerlendirmesinden
sonra orduyu bu mevzilerden çekip bozgunun önüne geçmiştir. (Atatürk
bu beceriksiz adamı bile moralsiz bırakmıyor ve beceremediği işi
kendisi tamamlıyor. Ayrıca bu olayın duyulmasını istememiş ve
İsmet'in adının lekelenmesini civanmerdliğine yedirememiştir)
Turhal Şeker
Fabrikası'nın kuruluşu:
"Memleketin şekere
ihtiyacı vardı. Turhal Şeker Fabrikası'nı yapıyorduk.
Fakat gazetelere kadar yansıyan bir muhalefetle karşılaşmıştım. En
büyük muhalefet Bakanlar Kurulu ve Başbakan İsmet İnönü'den
geliyordu. Atatürk yapılmasını arkalıyor, İnönü nedense girişimi
engellemeye çalışıyordu."
Bu olay bir Bakanlar
Kurulu'nda gündeme gelir ve zamanın Maliye Bakanı ile Gümrükler
Bakanı ittifakla "Türkiye'de yapılacak fabrikanın şeker maliyeti,
bizim dışarıdan ithal edeceğimiz şekerden daha yüksek olacak.
Bu durumda, makinelerin
siparişi için hem dışarıya döviz vereceğiz, hem dışarıdan gelen
şekerden aldığımız gümrük resminden zarar edeceğiz; hem daha pahalı
şeker yapmak için, ucuz şeker almak gafletine düşeceğiz!
Bundan vazgeçmek
lazımdır" derler. İnönü açıktan bir şey söylememekle birlikte genel
davranışı ile destekler görünerek Bayar'ın bu teşebbüsten
vazgeçmesini bekler. Oysa Bayar fabrikanın makinelerini çoktan
sipariş etmiş, binasını yapmış, hatta çevredeki müstahsille pancar
mukaveleleri imzalamıştır.
Bunca işlem yapıldıktan
sonra Bayar'dan dönmesini beklemektedirler.
İnönü'nün Bayar'ın
yüzüne bakarak cevap beklediğini görünce elindeki kalemi masaya
fırlatıp:"Bu seviyede bir konuşmanın tartışmasına girmekte mazurum"
der.
Büyük bir sessizlik
olur. Birkaç gün sonra İsmet, Bayar'ın bakanlığına gelerek yapılan
işler hakkında bilgi alırken Bayar, şeker fabrikasına da temas eder.
Bunun üzerine İsmet,
Bayar'a yumuşak bir ses tonuyla :"Bu işten vazgeçemez misin?" der.
Bayar kestirip atar: "Böyle bir sorumluluğun altına giremem,
emrederseniz, ayrılayım!"
Bunun üzerine muhtemelen
Atatürk'ün tepkisinden çekinen İsmet’in telaşla mukabele eder: "Yok,
yok! Ben sadece düşünceni öğrenmek istedim."
İşte Turhal Şeker
Fabrikası böyle kurulmuştur.
Şimdi bir Atatürk'ümüz
yok ki millete yapılan hizmetlere arka çıksın.
Unutmayalım sosyal
devletin görevlerinden birisi de muhtaç durumdaki vatandaşının
asgari ihtiyaçlarını (barınma, beslenme vs.) karşılamaktır. Halkımız
biraz bilinçlenip devlet idaresinde vaki uygulamada yapılan
suiistimalleri mutlaka önlemeli ve engellemelidir.
Atatürk’ün Rahatsızlığı,
Seçimler ve İsmet Paşa’sız Bir Meclis:
Atatürk'ün rahatsızlığı
giderek artıyor, sonsuzluğa da o denli yaklaştırıyordur.
Celal Bayar sürekli O'nu ziyarete gidip durumu hakkında bilgi
almaktadır. Bu günlerden birisini Bayar'dan dinleyelim:
"Atatürk'ü ziyarete
gitmiştim. Nisbeten iyi görünüyordu. Odada şu an hatırlayamadığım
başkaları da vardı. Nasıl oldu bilemiyorum, birden söz seçimlere
atladı.
Atatürk:"Seçimler için ne düşünüyorsun Celal Bey?" dedi.
Seçimler gerçekten
yaklaşmaktaydı fakat Atatürk'ün bu hastalığı sırasında seçimlerle
kendisini yormak istemiyordum:
- Daha biraz vaktimiz
var-dedim-fakat siz ne emrederseniz, o olur.
- Yapabilir misin?
- Muktedirim!
Atatürk biraz durdu,
düşündü, sonra:
- Dursun, ilerde
düşünürüz... dedi."
Bilinmeyen Atatürk
kitabının yazarı İsmet Bozdağ'ın bu konuyla ilgili bulduğu
ipuçlarını burada nakletmek istiyorum.
"Celal Bayar gibi
hafızası sağlam bir devlet adamı, Atatürk'ün yanında, seçim gibi son
derece önemli bir konu konuşulurken odada kimlerin olduğunu unutacak
soydan biri değildi.
Demek kimlerin bulunduğunu söylemek istemiyor.
Niçin söylemek
istemesin?
Eğer söylenmesinde
sakınca olmayan kişiler olmasaydı, saklamazdı. Söylenmesi sakıncalı
kişiler kimler olabilir? Atatürk'ün yatak odasına bilen bu kişiler
kim olabilir?
Söylendiği takdirde
orada bulunduklarından ötürü, konuyu aydınlatacaklarından, bir takım
yorumlara yol açacaklarından ötürü adları saklanmış bulunsun!
Konu seçimle ilgili
olduğuna göre demek en azından milletvekili, bakan, Atatürk'ün
yatağı başında bulunduklarına göre yakın çevresinden olmaları
gerekli... Peki bu özelliklere kimler haizdi?.. Salih Bozok, Kılıç
Ali, Hasan Rıza Soyak, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras...
Bu Atatürkçü grubun yeni
bir seçim yapılarak İsmet İnönü'nün meclis dışı edilmesi
hazırlıkları içerisinde oldukları İsmet Paşa grubu tarafından öne
sürüldüğüne göre; Bayar'ın bulunduğu o toplantıda bu grup
fikirlerini Atatürk'e açmışlar, "İsmet Paşa'sız bir Meclis" fikrini
kabul ettirmişler, Atatürk de bunun üzerine orada hazır bulunan
Bayar'a sözü edilen bu seçimi sormuştur. Nitekim Bayar'ın cevabı
anlamlıdır.
"Daha vaktimiz var ama
siz ne derseniz o olur."
Anlaşılan Atatürk'ün
"diyeceğinin olacağına" fazla güveni yoktur; sorar:"Yapabilir
misin?" Bu ikinci sorudan da seçimin normal bir seçim olmadığı iyice
anlaşılıyor.
"İsmet Paşa
taraftarlarına rağmen, bu adamlarla beraber, İsmet Paşa ve yakın
adamlarını dışlayarak bir seçim yapabilir misin?" sorusunun
sorulduğu meydana çıkıyor.
Bayar buna "muktedirim"
diye cevap veriyor ama Atatürk o kanıda değildir:"Dursun, ilerde
düşünürüz." diyor, demek üzerinde bolca düşünülmesi gereken bir
seçimdir bu.
Ayrıca İsmet Bozdağ,
Falih Rıfkı Atay'ın ÇANKAYA adlı kitabında bahsi geçen Atatürk'ün
Vasiyeti ile ilgili bir meseleye de parmak basıyor.
Atatürk açıklanmayan
vasiyetinde İsmet Paşa'nın biraz önceki Atatürk'ü canları kadar
seven bu gruba kindarlık ile zarar verebileceğini düşündüğünden
İsmet Paşa'nın -eski bir arkadaşı olmasına rağmen- ülke dışına
çıkarılmasını vasiyet etme ihtimali büyüktür.
Bu ihtimali güçlendiren
bir başka delil "Atatürk'ün Vasiyetnamesi'nde İsmet Paşa'nın
çocuklarına aylık bağlamasıdır.
Eğer İsmet Paşa,
kendisinin yerine Cumhurbaşkanı olacaksa, çocuklarına aylık
bağlamanın anlamı yoktur.
Elbette Paşa, kendi
çocuklarının eğitilmesi için gerekli paraya her zaman sahip
olacaktır. Fakat tasarlandığı gibi, bir seçimle Meclis dışında
bırakılacak olursa, kendisine dışarıda bir vazife verilse bile,
paşanın gitmek istememesi ihtimali vardır.
Bu takdirde elbette
sıkıntıya düşecektir.
Bu durumda hiç değilse
çocukları bundan zarar görmemelidirler.
Şimdi vardığımız yerden
olaylara bakınca Atatürk'ün İsmet Paşa'nın çocukları için aylık
tahsis etmesi garabeti aydınlanmış olur."
Atatürk’ün Ölümü ve
Milli Şef Dönemi:
Atatürk ölmüş ve Milli
Şef dönemi resmen başlamıştır.
Cumhurbaşkanı
seçildikten sonra İnönü'yü tebrik etmeye giden Bayar'a kabineyi
kurması için görev verilmiştir.
Bu görevi aldıktan sonra
İsmet'in yanından ayrılan Bayar, yolda Kazım Özalp ile karşılaşır.
Özalp,O'nu İnönü'ye karşı uyarmak için:"Kâle Atatürk yok."(Artık
Atatürk yok, ona göre adımlarını dikkatli at.) der.
Karşılıklı bakışıp
susarlar. Birkaç gün sonra yeni kabinenin programını İnönü'ye
gösterirken çözümlenmesi gereken bir nokta ortaya çıkar.
Uygun bir formül
bulamayınca Bayar: "Atatürk'ün bu konuda bir formülü vardı." der.
İnönü telaşla iki elini
havaya kaldırarak şöyle haykırır: "Onu bırak, sonra kendileri bir
fikir bulamıyorlar da Atatürk'ün fikirlerini kullanıyorlar, derler."
(Şimdi söyleyin Allah
aşkına, Atatürk'ün fikirlerinden bu kadar korkan bir adam nasıl oldu
da Cumhurbaşkanlığı makamına kadar geldi?)
Jön Türkler ve Bizim
Çakma Vatanperverler
Celal Bayar'ın da bir
dönem aktif rol aldığı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önemli
kişilerinden olan Ferit Tek, Abdülhamit aleyhine bazı hareketlere
girdiği ve yakalandığı için Fizan'a sürülmüş; Bir süre orda
kaldıktan sonra bölge komutanı Recep Paşa'nın göz yummasından
yararlanarak Fransa'ya kaçmış ve Paris'te Siyan Politik tahsili
yapmıştır.
Buradaki profesör ona
derslerinde başarılı olduğu için sürekli yardım ediyor, yakından
ilgileniyor ve çeşitli kitaplar salık veriyormuş. Hakkında bildiği
tek şey ise "Osmanlı" olduğu imiş ama ne dinini ne de milliyetini
bilmiyormuş ve sormamıştır.
Bir gün: "Ne
yapıyorsunuz Fransa'da?" diye sorunca, Ferit Tek de Jön Türkler'den
olduğunu memleketindeki istibdat idaresini yıkmak için çalıştığını,
ülkesine hürriyet ve parlamenter rejim götürmek istediğini heyecanla
anlatmış.
Sözleri bittiğinde: "Sen
kendini vatansever olarak mı görüyorsun?" deyince "Elbette!" diye
cevap vermiş. Bu söz üzerine üzüntülü bir yüzle: "Sen vatansever
değil, vatan hainisin!" demiş. Kendisini savunmaya geçen Tek'i
dikkatle dinledikten sonra anlatmaya başlamış: " Fransa da bu
dönemlerden geçti.
Vatanseverlikle, vatan
hainliği bazen birbirine karışır. İyi niyetli olmak, vatansever
olmak için yeterli değildir, hareketiyle vatanına yarar sağlamak
lazımdır.
Siz ülkeniz için
özgürlük ve parlamenter rejim isterken kendinizi düşünüyorsunuz,
ülkenizi değil! Sizin ülkeniz, birçok milletten ve dinlerden kurulu
bir imparatorluk. Nitekim bu yekpare bir imparatorluktur. Eğer
özgürlükçü parlamenter rejimi memleketinizde uygularsanız, başka
dinden, başka milletlerden olan milletvekilleri, Türklerden çok daha
fazla olur ve bundan Türkler değil öteki milletler yararlanır. (Buraya
dikkat ediniz!) Çünkü Parlamenter rejim sizi en sonunda
Anadolu'nun bir parçası içine kapatır, bütün öteki milletler sizden
ayrılırlar. Eğer hedefiniz bu ise çalışmanız doğrudur. Yok,
Osmanlı'nın canlı ve güçlü olmasını istiyorsanız, kendi aleyhinize
çalışıyorsunuz, o zaman da size vatan haini dediğim için kızmamanız
lazım."
Ferit Tek, Profesörün bu
laflarından oldukça gocunmuş, ancak 1908 devrimi başarıya ulaşınca
ve imparatorluğun yaprak dökümü başlayınca, onun ne kadar haklı
olduğunu çok iyi görmüştür. Ama çok geçtir.
Bunun üzerine şu sözü
söyler: "Biz 'Genç Türkler' değil, 'Toy Türkler'mişiz."
Bu söylediklerimden
parlamenter rejim karşıtı olduğum anlaşılmasın. Elbette şartlar
olgunlaştığında parlamenter rejim gelecekti ve şu günün şartlarında
daha iyi bir yönetim şekli yoktur. Ben bu örnek ile bugün Türkiye
için çalıştığını düşünerek bu ülkeye zarar veren ve farkında olmadan
bazı "çakma vatanperver" akımlara kapılan kardeşlerimizi uyarmak
istedim.
Profesörün şu sözüne kulak vermek gerekir.
"Vatanseverlikle, vatan
hainliği bazen birbirine karışır.
İyi niyetli olmak,
vatansever olmak için yeterli değildir, hareketiyle vatanına yarar
sağlamak lazımdır.
Gerçek Vatanperver
Yassıa'da Yolcuları
İşte bu vatan için
canını dişine takıp çalışan kadrodan bir kısmı, bu çalışmalarından
dolayı ödüllendirilmeye Yassıada'ya hücum botlarla götürülmektedir.
Tek eksik Adnan Menderes'tir. O'nun şehadet şerbetini içtiğinden
habersizdirler. Nereye gittiklerinden de...
Ancak niçin
götürüldüklerini bilmektedirler. Asılacaklardır.
Celal Bayar içinden
"insan bir kere ölür" demektedir ancak insanın bir kere doğduğunu da
bilmektedir. Ancak Milli Mücadele yıllarında defalarca ölümden
dönmüş biri olduğundan pek zararlı görmemektedir kendini.
Madem Demokrat Parti
iktidarının mesulleri olarak ölecekleri, hiç değilse Demokrat
Parti'nin insan yapısının ne ölçüde vatansever olduğunu göstermenin
de onların vazifesi olduğunu düşünüyordu.
Onun için sessizliği
bozup Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu'ya yüksek sesle sorar:
-Ortak Pazara girme teşebbüsümüz, hangi noktada kalmıştı Rüştü Bey?
Yiğit arkadaş Zorlu
hiçbir duraksama yapmadan sanki bakanlar kurulunda izahat veriyormuş
gibi, ciddi ve sakin bir sesle konuşmaya başlar. Hücum bot
mürettebatı taş kesilir, şaşkın gözlerle onları seyretmeye
başlarlar.
Düşünün Allah aşkına,
Onlar nereye götürülüyorlar, ne konuşuyorlar...
Bu ciddi konuşma
Yassıada'ya kadar sürer. Moralleri çökenler de toparlanırlar. Adaya
ayak bastıklarında, kaderini şerefle bağrına basmaya hazır bir
kafile haline gelirler.
Önce önden kelepçelenmiş
elleri arkalarından kelepçelenir. Sonra da teker teker hücrelere
tıkılırlar. Ellerin arkadan kelepçelenmesi bağlı kalmanın en güç
pozisyonlarından biridir Yaşı ilerlemişler, şişmanlar ve kolları
kısa olanlar için bu zulüm daha da meşakkatlidir.
Elleri arkalarından
kelepçelenmiş bu güzel insanların her biri, ot yatakların üzerine
koyun gibi yıkılmış ve sırası geldikçe tutulup götürülmeyi
beklemektedirler.
Kendi içlerinde bir
muhasebeye dalarlar. Evet, suçsuzdurlar. Suçsuz yere idam edilmek.
Buna şükrederler. Ya millete ihanet etmiş olsalardı. O zaman bu
vicdan azabı öldürürdü onları. Vicdanen müsterih, asılacakları anı
beklerken -kelepçe, bileklerini kan içerisinde bıraktığı için acıya
dayanamayan Emin Kalafat'ın yalvarışı duyulur : "Ne olur, önce beni
asın!" Sonrasında hücrelerden gelen bir besmele sesi ürpertir
onları.
Agah Erozan, yanık bir
sesle Kur'an tilavetine başlar. Bu yanık Kur'an sesi, cehennemî
dehşeti yaşayan hücreleri doldurur. Sanki bu ses, hücum botları da,
Yassıada Cehennemi'ni de, İmralı Adası'nın çileli hayatını da
bastırır, ezer ve hâkim olur.
Hücrelerinden alınıp
götürülen F.Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan asılarak şahâdet makamına
yürümüşlerdir. Herkesin gözleri kapıda, içeri girecek görevlileri
beklerken, bir duraksama olur. Sonra herkesin hücresine hemen hemen
aynı anda giren görevliler bilekleri kesen kelepçelerin azabına son
verir ve onları bir salonda toplarlar.
Asılmayacaklardır. Ölüm
cezaları, sözde müebbede çevrilmiştir.
Celal Bayar'ın tasviri
ile Sanki bütün olay-arkasında ahiret olan- bir buzlu camın üstünde
yaşanmıştır. Sonra taş gelip camı kırmış, onlar için yaşamak yeniden
başlamıştır.
Bu duygular içindeyken Bayar'ın yanına Ada Komutanı yanaşır. Yüzünde
yılışık bir ifade ve şımarık bir tebessüm, daha doğrusu sırıtma!
Eliyle omzunu tutarak:
-Eee, kefeni yırttın
yine, hadi geçmiş olsun!
Hayatında hiç
öfkelenmediği kadar öfkelenir. Omzunu silkeleyerek elinin
ağırlığından kurtulurken:
“Bakın Kumandan Bey, ben
ölümden korkmam ama laubalilikten nefret ederim!”
Hayretten açılmış
gözleriyle, çizgileri gevşemiş yüzü görülecek şeydir doğrusu.
Görüldüğü üzere sevgili
dostlar, millet için çalışanlar hiçbir zaman unutulmamıştır ve
unutulmayacaktır. Ancak milletin değil de kendisinin menfaatini
düşünenler değil banknotlara, yeryüzüne bile kendi fotoğraflarını
bastırsalar unutulmaya ya da tahkirle anılmaya mahkûm olacaklardır
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
61 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
HAY’DAN GELİP HU’YA
GİDERKEN
Neye boşa dert edeyim
Neden hiçe sevineyim
Niçin, kime dövüneyim
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
Sizin olsun tüm mülkler
Sizin olsun saltanatlar
O’na koşar her saatler
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
Ne dert et ne de kasevat,
O’nun emrinde kainat
Huzur verdiğine kanaat
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
Gerçek dosttur sana
Kur’an
Mecnun olup O’na varan
Her oluşu onda bulan
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
İşimiz yok kavga kinde
Dedende ki bu gün kimde
Gurup var seher vaktinde
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
Yer, gökte ki
hep devranda
Ne paha olsa kervanda
Kimse kalamaz bu handa
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
İşini yap, rolünü oyna
Olan olur aklını yorma
Divane gam etmez her anda
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
19.1.2000
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
62 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
- DİYEMEDİM
-
- Gezdim dağı taşı, geçirdim
yazı kışı
- Akıttım teri yaşı, döktüm saçı
ağarttım başı
- Yıprandı vücudum, çektim
çileyi yorgunum diyemedim
- Nasıldır yemek lezzet ne
bilmedim
- Açlıktan açlığı terk ettim
- Aç kaldım kimseye ;
- -“Acıktım” diyemedim
- Dudaklarım kurudu susuzluktan
- Şerha şerha paralandı
yangınlardan
- Susadım susamayı kaldırdım;
- -“Su” diyemedim
- Kimine çok küçük, kimine fazla
- Kasılır gerinir eller en ufak
şeye nazla
- Kendimce unvanı yok ettim;
- - “Var” diyemedim
- Garip sultan idim bazılarınca
- Düştüm kör kuyulara ulu
yazılarınca
- Hakirliği dost bilip;
- -“ Düştüm” diyemedim
- Çalışır idim belli belirsiz
bazı işlerde
- Tutunmak için çabalar,
dişlerim de
- Olmadı, kaybettim;
- -“İşsizim” diyemedim
- Yardım edicilerden olmak en
büyük arzum
- Ağlamak namerde, dert yanmak
merde olmadı tarzım
- Yıkıldım yardıma muhtaç oldum;
- -“ Muhtacım” diyemedim
- Bezirgan olup, tezgaha mal
alıp serdim
- Hiçbir şey satmadım hep para
verdim
- Dostlara; “buyurun,
gelin”;
- -“Alın” diyemedim
- Sorunlarım oldu aşılmaz dağlar
gibi
- Bildirmedim bilenler güldüler
belki
- Hep var idi, tükenmez cevher
sanki
- -“... Benim “ diyemedim.
- Eser verdim;
- -“ Bu benim” diyemedim
- Kitap aldılar;
- -“ Ederini verin”
diyemedim
- Gezdim çokça verdim ki
bakın
- Dükkanınıza bırakın da satın
- -“Sonra aslını
verirsiniz “ diyemedim
- Suratıma bakıp; “Nereden,
nereden..?
- Geliyorsunuz ..! dediler cevap
veremedim
- -“Referansınız, dostunuz kim?”
dediler
- Bir o yana bir bu yana evirip
çevirdiler
- -“Meşrebiniz ne? “ dediler
bilemedim
- Kapağını kenarını kıvırdılar
- Gözüme bakıp;
- - ” Kim için yazıldılar ..!”
- -“Dünya görüşü ne?” dediler
bilemedim
- İsim aradılar, hafızalarını
yokladılar
- -“Kim yazdı bunu? dediler
- Başımı öne eğip;
- -“Ben” diyemedim.
- Sorular..Sorular; cevap
veremedim
- 12.7.1997 Cumartesi
19.00
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
63 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
- ÜZMEZ
- Nereye gitsem orda bulduğum
Türkmen kocası
- Zulme isyanda,
aksiyonerlerin gerçek hocası
- Elhamra’dan çığlık,
Türkistan’da otağ gibi
- Tacmahal’de sultan,
Kafkasya’da Şamil gibi
- İmanı saf,
Türkçe’si duru. O, ateşin koru
- Kalkandır hakikate, onun
kalesi, suru
- Bazen Yunus olur
Anadolu’dan ses verir
- Zaman olur neyzen gibi terse,
ters verir
- Millet sevdası yüreğinde,
kavi iman göğsünde
- Kanat gerer, bilse savunur
sonunda ölse de
- Kurşun sıkmış Hak adına
ilk gençlik anından
- Nasiplenmiş, Fazıl bağından,
Serdengeçti çağından
- Her an coşkulu,
çağlayanlar gibi deli o sevdalarda
- Ağlar bulurum, kuzu gibi uysal
mana eri yanında
- Mazlumların babası, gariplerin
abası, incelerin kabası
- Çağın içmeden sarhoş Neyzeni,
nüktedanlar babası
-
II
- Olmayı hep aksiyonda arayan
- Çile’de hakikat sırrına eren
- Günümüzün içmeyen sarhoşu,
Neyzen
- Anadolu sevdası ile çağırıp
gezen
- Batıl adına ne varsa korkmadan
ezen
- Muharrir sıfatlı halk dilinde
konuşan ozan
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
64 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
- YÜREK KAÇ PARA?
- Israrla sesliyor...
- ”Bir çare “der gibi..
- Koşuyoruz ama..
- Elinde bir deri çanta,
- Diğerinde naylon
poşet ..
- Biri dışa yönelik, başkası ..
- Diğeri içe yönelik, kendisi ..
- “Kitap dostundan kitap dostuna
“..
- Hediye “Sevinç bir uzak
düştü”
- Çünkü;
- Ümitlerin bittiği,
- Dostların terk ettiği
- Bildik ..”Bir an”
- Ümit ..!
- Yaşamak için ..
- Yaşamak ne için?
- Bilinmeyenin kurt gibi
kemirdiği
- Çınar gibi ümitleri bitirdiği
bir an.
- Güvende “Çınar altından”
- Güven için,
- Aranırken bir çatı altı.
- Kuş gibi tünerken,
- Açlığını gizleyerek
- Umuda sarılış gibi
- İnsan bu
- Ummadığı karşısında ..
- Bitirilemeyen servet
- “Yüreğim var ağbi “
diyor
- “Bu yeter bana
- Otuz yıl didindim,
- Ev yok, iş yok
- Hiçbir şey yok.
- Başarmak, insanca
yaşamak için
- Sadece verecek yüreğim var.”
- Ve “Sen de yüreğini verdin”.
- Ben, yüreğimi koyuyorum
- Paraya tapılan yerde
- Sahi .. ”Yürek kaç para?”
- ANKARA
04.06.2000/ 17.00
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
65 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
YÜREĞİMİN İSTASYONU
Cesetler geçiyor yüreğimin istasyonundan
Irak' tan, Filistin' den, Afganistan' dan
Ve nice karanlık örtüde kapanan diyarlardan
Kuyularının acı tadı ayırıyor yarlardan
Kanlı kemedle, terli kefenle boğulan
Şafakların remzi karabulutlara sorulan
Ruhunu sarsan acılarla yorulan
Tarih mirası olan arazileri çalınmış
Fasih özgürlüğü kubbelerinden yıkılmış
Hayatın elleri hüzünle nasırlanmış
Her geçen vagonlarda yüreğim titriyerek
Feryat eden gözlerin yağmurunu izliyerek
Uzaklığın kanlı deresine fırlattığım
Taşların derdini kalemime sordum
Göllerin duruluğundan alarak
Bir avuç su verdim
Çöllerin kuruluğundan alarak
Bir damla gözyaşı serdim
Kuyunun kanlı rengini
Alınlara düşen acı tenini
Yüreğimin istasyonuna kapattım
Kan pıhtısı dudaklarımda tek leke
Acı tanımı duygularımda kaba leke
Kafa kafesimde gördüğüm
Mazlum insanların boyunlarına
Kurşundan zincir çekilmiş
Mahkum günleri ile ayaklarına
Esaret prangaları vurulmuş
Toprak kan kokuyor
Bağrına aldığı cesetlerden
Taşlar yas tutuyor
Yarına saldığı avuçlardan
Mazlum insanlık gidenlerin ardında
Ruhunun izini sorguluyor
Günlerin sislerinde kapanmayacak
Zihin odasından çıkmayacak
Kalp adasından adımları
batmayacak
Bir değil, bin insan yüzü...
Tankların ayininde kusulan bombalar
Namluların tayininde tükürülen kurşunlar
Adres sormayan, parmakları yormayan
Hain likler...
Duaları olmuş: Kin ve cinayet |
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
66 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Rıza HARDAL |
Rıza HARDAL HAYAT HİKAYESİ |
- TÜRKİYE'M
- Güneşi ilk defa seyreden
toprak
- Doğudan batıya uzanan Bayrak
- Göğü pırıl pırıl suları berrak
- Şerefim,şiirim ve şanım benim
- Kılıçla kalemin kurduğu mabet
- Üstünde ruhların bulunduğu
mabet
- Her taşın cevahir,her köşen
cennet
- Hasretin içimde sızı Türkiye’m
- Çıkıp yaylasına seyran eyledik
- İnip ovasında harman eyledik
- Bakıp dağlarına destan
söyledik
- Buğdayım,zeytinim,ipeğim benim
- Sevincim,ümidim çiçeğim benim.
- İstanbul’um,anlatılmaz söz ile
- Güzelleri mektup yazar söz ili
- Minareler yükseliyor naz ile
- Sevemem ben senden başka
Türkiye’m
- Söz yetmez sendeki aşka
Türkiye’m
- Yıkmak için küfrün sultanını
- Fatih’im denize sürmüş atını
- Nur doldurmuş göğün yedi
katını
- Başakların deste deste
Türkiye’m
-
- Türkülerin şafak şafak gülleri
- Amasya’da kiraz başmış dalları
- Bursa’nın Cennet’e gider
yolları
- Irmakları köpük,köpük
Türkiye’m
-
Haşmetli Türkiye’m,Büyük Türkiye’m
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
67 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
PATATES KÖFTESİ (Bulgurlu)
5 adet ortaboy patates
1/2 kg orta düğül
6 sap yeşil soğan
2-3 adet yeşil biber
Bir avuç ayıklanmış maydanoz
1 kaşık domates salçası istenirse
biber salçası
Yeterince tuz
İstenildiği kadar Karabiber
İstenildiği kadar pul biber
Bir fincan zeytinyağı
Yarım limon
Patatesler yemeklik gibi soyulur yıkılır ve yemekli gibi doğranarak
üzeri kapatılacak kadar su ile haşlanmaya ocağa konulur.
Bir kapta ince bulgur ılık su ile ıslanır.
Yeşillikler yıkanarak doğranarak hazır bekletilir.
Haşlanan patates suyunu çekip haşlanınca kaşıkla güzelce ezilir.
Üzerine ıslatılmış ince bulgur katılarak iyice yoğrulmaya başlanır.
Karışımın üzerine tuz, biber, salça, ve yeşillikler de konularak
iyice yoğrularak harmanlanır.
Bu karışım elle sıkılarak köfte haline getirilerek servise sunulur.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
68 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Tülay BİLGİN |
Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ |
- BOMBA
-
- Bu ayaklı bomba
- Aman sakın yaklaşma
-
- Geziyor, hali hazırda
- Pimine sakın dokunma
-
- Barutla dolmuş içi
- Sanki dokunsan patlayacak ruhu
-
- Hep uzağında dur
- Tehlike var yakınında
-
- Patlamaya hazır ayaklı bomba
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
69 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Tülay BİLGİN |
Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ |
- TAKTİR
-
- Sevgi ve mutluluk kitli bir
hazine
- Saklanmış ruhların derinliğine
-
- Arayan bulur demiş atalarımız
- Hazineler zor bulunur,
kıymetli olur
-
- Mutluluk olmayınca
- Sağlığın paranın anlamı yok
-
- Mutsuzluğun adresi, çok açık
çok
- Her gören dalar, gözü karanlık
-
- Hazinen anahtarı çok kolay
- Tanrıyla olan diyaloglarımız
-
- Mutluluğun sebebi bizde
tartışmasız
-
Sevgi saygı takdir bunları yaparsan gerisi kolay gelir.
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
70 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Tülay BİLGİN |
Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ |
BAŞÖRTÜSÜNDE EVRENSELLİK
OLMALI
Başörtüsünde evrensellik olmalı. İslam kötü söze kötü görüntüye izin
vermemiştir.
Başörtüsü kaygılarını dile getiren insanlara hak veriyorum. Tam
olarak kendilerini ifade edemediklerini düşünüyorum. Bütün kapıları
kapatmaları, açık kapı bırakmamaları da durumu ortak bir noktada
buluşturmuyor.
Başımdan geçen bir olayı sizlerle paylaşayım:
Bir
gün hastaneye gittiğimde gördüğüm manzara içler acısıydı.
Gizlilik esastır ilamda ama gel gör ki kollar sıvanmış ayakta
terlik bir garip görüntü . Bu ki mescitle karıştırmış olacak
hastaneyi. Başörtüsü maksadının dışına çıkmış elemanlar. Yazmalı
çaycılar. Çok özür diliyorum. Bir işyerinde hizmetli bile olsa
kurallara uymak, belli bir renkte düzgün bir şekilde takılmak
zorundadır. İslam’da bunu emreder zaten. Durum böyle olunca
başörtüsü kaygılarının yersiz olmadığını bende savunuyorum. Bu
kaygılarımızın düzgün bir şekilde kanunlaştırıldığında herkesin
uyacağına da çok iyi inanıyorum.
Üniversite de baş bağlama tekniğine gelince:
Baş
bağlama biçimi çok suiistimale uğrayabilineceğinden tarihte
gördüğümüz gibi. Tedbir almak istedi “Birileri” anlamak için, biraz
geriye gittiğiniz zaman ne demek istediğini anlayacaksınız. Bundan
sekiz sene önce üniversite kapısı herkese açıktı.
Özgür
bir şekilde okulunu okuyan gençler, tefrite düştü. Takvayı yaşamaya
kalktı, tekrar aynısı olmasın diye “Birileri” bu yasa tasarısı ön
tedbirdi radikal kesim ayağa kaldırdı.
Bir düşünün, sağduyuyla hareket
etmek gerektiğini savunuyorum. Hak vereceksiniz, kanunun tasarısının
neden çıkartıldığını anlayacağız.
Eleştiriler dikkate alınırsa olumlu olacağına inanıyorum. Kanun,
kapsamlı elden geçirilir düzeltilir iki tarafın kaygıları göz önünde
bulundurulursa, ortaya düzgün bir kanun çıkacaktır.
Uzlaşmak için iki tarafın ortak noktası bulunması için iki kesimin
kendini ortak uyum içinde toplumsal refaha katkıda buluna cağını
unutmaması gerekiyor. Her iki tarafta aşırılıktan uzak sade ve
anlayışlı bir düşünce ufkuna yelken açmamız gerekiyor. Milletimizin
refahı için şart olduğunu kabullenmesi ve uygulama da yine
kendimizin rahat edeceğini unutmadan evrensel bir hayat çizgisi
yakalamamız dileğiyle.
Hoş
gören, Hoş görülür !"
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
71 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Tülay BİLGİN |
Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ |
YÜZYILLAR ARASI SAVAŞ
Tarihin yeni bir yüzyılla karşılaşması hiçte sıcak olmadı. Asırlar
arasında soğuk rüzgârlar esiyor.1930 lar ve 2000 lerin arasında kara
kediler girmişe benziyor. Tarihin şimdiki zamanla buluşması en çok
1930 luları etkiliyor. Sıcak samimi, iyi niyetin ön planda olduğu
samimi dostlukların kurulduğu zaman dilimi geride kaldı. Şimdiki
zamana ayak uydurmakta o kadar kolay değil. Nesil çatışması konmuştu
adı.
Sıcak
insan ilişkilerinin, soğuk kişisel çıkarlara bırakmakta olduğu asır
kendini tarta bilecek miydi? Otuzlu kuşak, yeni nesile hesap
soruyor, bu gidiş nereye? Nesil çatışması, yerini nesil savaşına
bıraktı.
Bu
zaman tünelinde sabrın azaldığı, anlayışın hoşgörünün tükendiği bu
dönem insana yeni bir zihin yakıtı icat ediyor. Bu asırda; bu yakıtı
hemen hemen kullanmayan yok gibi.(İstisnalar hariç)istesek te
istemesek te o tünele girdik bir kere. İkili ilişkilerin
resmileştiği, kişisel çıkarların ön plana çıktığı, sosyal statünün
yükselmesi, yaşam standartlarının mükemmelleşmesi insanları
birbirinden uzaklaştırdı. Zihin yakıtımız ister istemez hep
mükemmellik oldu. Maneviyatın buz gibi erimeye devam ettiği bu asır
bize tokat gibi çarptı. Psikolojik sorunlar gençlerde çığ gibi
büyüdü. Hedef kitlenmesi, mükemmeliyetçilik gibi sorunlar doğdu.
Bunlar asrın acı gerçekleri. Bize kültürümüzü kaybettiren ne?
Teknolojimi, Yeni bir yüzyıl olması mı? Yoksa kültürümüzü
taşıyamadığımız mı?
Bu
asırlar arası çatışmada bir birini anlayan ve hoş görünün hâkim
olduğu bir asır olması. Her iki neslinde, birbirini anlaması
dileğiyle. Nesil çatışması değil de, nesiller arası diyalog olsa
daha güzel olmaz mı? Bu savaşın barışla bitmesi müreffeh bir hayat
diliyorum.
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
72 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
MANTES LA VILLE DENILINCE .
« Mantes la Ville »
Denilince,
Dostluklar
Ve güzellikler gelir
Aklıma...
Unuturum
Yorgunluğumu
Düşlerimin arasında...
Bir başka doğar güneş
Duygularıma...
Eskimez hiç
Bakışlarımda
Manzaralar...
Geleceğim
Aydınlanır sanki
Bir çizgi çekerim
Kuşkularıma...
Bakarım gözlerine
Duygu dolu zamanın
Bir tarih görürüm
Simalarında
Yaslı çocukların...
Hüznü girmez
Açık pencerelerden
Kirli havanın...
Tablolaşır
Yuvalarda berraklık...
Gönüllerde yuvaları
Kuşların...
Mantes La Ville
Denilince,
Dostluklar
Ve güzellikler gelir
Aklıma...
Mantes la Ville, 14.05.2001
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
73 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- DEĞİŞİM
-
- Onların
Sararmış sarkıtlarını kırmadan
Dokunmadan uçlarındaki
Kin damlalarına
Ellerinle çeke çeke
Kurumuş duygularını
Bulaştırmadan başkalarına
Girebilirsen içlerine
O zaman sen değişeceksin.
-
- Onların
Düşürmeden varlıklarını
Ayak altlarına
Bayır aşağı kaydırmadan
Özlerini
Dimdik tutarak bakışlarınla
Girebilirsen içlerine
O zaman sen değişeceksin.
-
- Onların
Hırslarındaki
Karışıklıkları dağıtarak
Sererek önlerine
Utandırıcı kimliklerini
Geçmişlerinde gezinmeden
Ve belirsizliklerinde ezilmeden
Girebilirsen içlerine
O zaman sen değişeceksin.
-
- Zamanın üstünde
Senin duyguların.
Hiç endişelenme
Belirsizse yarın.
Kirlenmiş manzaralar karşısında
« Kendilerini görsünler » diye
Silkele yansımalarını
Üzerlerine.
Onların
Girebilirsen içlerine
O zaman sen değişeceksin.
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
74 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- ÜZERİMİZE AĞLARI ÖRDÜLER
-
- Yüreklerimizde
- Acılara yakınlık duygusu
- Yığınlaşan bir karışıklık
içerinde
- Gözlerimizle
- Işık özünün boyutlarını
küçültürken
- Onlar
- Üzerimize ağları ördüler.
-
- Hayatın çilelerini çekerken
- Asık yüzlü insanları göre göre
- Yorgun düşüncelerle
- Yıllarca
- Kırbaç silkintilerini
dinledik...
-
- Öylesine gizli düşüncelerle
- Onlar bizi hiç düşünmediler
- Ve... acımadan
- Üzerimize ağları ördüler.
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF
ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka,
Yasalara, Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut
Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
06. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/03/2009 |