SANAL OLMAYAN ;
 "FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA   HOŞ GELDİNİZ !
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

SAYI 5  01/02/2009

İÇİNDEKİLER
Ahmet CANBABA NUTUK
Ahmet CANBABA BEN YOKSULLUĞUMU ÖZLÜYORUM
Ahmet CANBABA BEDDUA  

Atilla ALPAY YEŞİLAY 75.YIL İLKÖĞRETİM OKULUNDA
Atilla ALPAY SEVGİLİLER GÜNÜYDÜ
Atilla ALPAY 9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BOYKOT GÜNÜ...
Atilla ALPAY ÖZÜR DİLERİM EY KUDÜS
Atilla ALPAY YEŞİLAY ERKEK YURDUNDA
Atilla ALPAY TEL
Atilla ALPAY SÜLEYMANİYE

Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU 2009 YILI KÜLTÜR SANAT VE BAŞARI ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULACAK

Galip BARAN DEMİREL ÖRNEK OLMALIDIR
Galip BARAN HİLLARY CLİNTON

Hüseyin Hüsnü GÜROL DOĞALGAZ'DA KESİN ÇÖZÜM ERZİNCAN OVASIDIR
 

İsa KAYACAN AYTEKİN AYDIN’IN HİZMET DÜNYASI
İsa KAYACAN ÜLKELER, İNSANLAR, SEVDALAR
İsa KAYACAN OSMAN TEKERCİ’DEN GELENLER
İsa KAYACAN İKİ ŞAİRİN YAZDIKLARI 
İsa KAYACAN DR. ŞÜKRÜ TEKİN KAPTAN’I UNUTMAMAK
İsa KAYACAN ŞAİRLERİN DÜNYASINDAN
İsa KAYACAN HANIM AKÇAY’DAN BİR KÖY HİKAYESİ
İsa KAYACAN BURDUR’UN CEVİZ EZMESİNİ TPE TESCİLLEDİ
İsa KAYACAN BURDUR’DA KAZANIYORUM-BURDUR’DA HARCIYORUM
İsa KAYACAN BURDUR DESTANI YAYINA HAZIR
İsa KAYACAN YANGIN OLUR BİZ YANGINA GİDERİZ
İsa KAYACAN KUKLA VE GÖLGE OYUNU BİRLİĞİNİN HİZMET ÖDÜLLERİ
İsa KAYACAN BURAK CAN AKDOĞAN’IN KİTAP DÜNYASI
İsa KAYACAN SEBAHAT HOCANIMIN YAZDIKLARINDAN
İsa KAYACAN BURDUR’DAN MİNİK BİR ŞAİR ADAYI:SEZA TUTKU AZAKLI
İsa KAYACAN BİYOGRAFİ ZENGİNLİĞİNDEN KÜLTÜR ZENGİNLİĞİNE
İsa KAYACAN TÜRKÜ SAVAŞÇISI
İsa KAYACAN HANIM AKÇAY’IN KALEMİNDEKİLERDEN
İsa KAYACAN PERVANE’NIN DUALARI
İsa KAYACAN ŞİİRLER... ŞAİRLER
İsa KAYACAN TÜRKİYE’NİN PERVANESİ: ATATÜRK
İsa KAYACAN YAZILANLAR
İsa KAYACAN BURDUR ÖZEL İDARESİ’NİN BÜYÜK HİZMET FOTOĞRAFI

Mahmut Selim GÜRSEL SİTEMİZDEKİ SAYFALARIMIZ!
Mahmut Selim GÜRSEL ADANA'DA İKİ KÜLTÜREL ETKİNLİK
Mahmut Selim GÜRSEL GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL!
Mahmut Selim GÜRSEL SİGARA VE HAFTALAR.
Mahmut Selim GÜRSEL SEÇİM Mİ GEÇİM Mİ?
Mahmut Selim GÜRSEL BİR e-POSTA VE CEVA0BI
Mahmut Selim GÜRSEL DEYİMLERİMİZİ DÜZGÜN KULLANALIM “MÜREKKEP YALAMAK”
Mahmut Selim GÜRSEL ŞİİR Mİ?
Mahmut Selim GÜRSEL A MISIN; M MİSİN NESİN?
Mahmut Selim GÜRSEL GÖNÜL HAPİSHANESİ

Mesut ARTAR KENT YÖNETİCİLERİNİN BİR ŞEKİLDE BORCU VARDIR
Mesut ARTAR BELKİ DE O ZAMAN ANLARSINIZ "İNSAN" OLAMAMANIN BEDELİNİ...
Mesut ARTAR HAKLI OLMAK MI ? MUTLU OLMAK MI ? İSTERDİN
Mesut ARTAR HAYATIMIZIN BULUNDUĞU NOKTASI NE OLURSA OLSUN EN İYİ ŞEKİLDE DEĞERLENDİRMELİYİZ

Mustafa Nevruz SINACI YA HAKKINI VERİN YA DA, O DİPLOMALARI YAKIN!
Mustafa Nevruz SINACI GLADYO-OLİGARK; BARONLAR ve HÜKÜMET
Mustafa Nevruz SINACI MİLLİ DAVA (KIBRIS) GERÇEĞİ
Mustafa Nevruz SINACI CUMHURİYET’İ FAZİLET’E İBLAĞ
Mustafa Nevruz SINACI DAVOS’TA SON TANGO!..
Mustafa Nevruz SINACI DEMOKRASİYİ ÖZELLEŞTİRMEK
Mustafa Nevruz SINACI DEMOKRASİ, ADALET VE MEDENİ SİYASET
Mustafa Nevruz SINACI YA HAKKINI VERİN, YA DA, O DİPLOMALARI YAKIN !(2)
Mustafa Nevruz SINACI CELAL BAYAR ANLATIYOR

Necati ÇAVDAR HAY'DAN GELİP HUY'A GİDERKEN
Necati ÇAVDAR DİYEMEDİM
Necati ÇAVDAR ÜZMEZ
Necati ÇAVDAR YÜREK KAÇ PARA

Özkan KARACA YÜREĞİMİN İSTASYONU

Rıza HARDAL TÜRKİYE'M

Selma GÜRSEL PATATES KÖFTESİ (Bulgurlu)

Tülay BİLGİN BOMBA
Tülay BİLGİN TAKTİR
Tülay BİLGİN BAŞÖRTÜSÜNDE EVRENSELLİK OLMALI
Tülay BİLGİN YÜZYILLAR ARASI SAVAŞ

Üzeyir Lokman ÇAYCI DENİLİNCE
Üzeyir Lokman ÇAYCI DEĞİŞİM
Üzeyir Lokman ÇAYCI ÜZERİMİZE AĞLAR ÖRDÜLER


 

Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

  NUTUK
Sayın vatandaşlarım, öhhö öhhö.
Köprünüz yok, reyiniz var biliyom.
Öyle  değel midir, dediler he!.. he!..
Neyiniz var, neyiniz yok biliyom.
 
Muhtarınız böyük bir ulu kişi
He deyin burada bitirin işi.
Mecliste abeyi, köyde gardaşı.
Cesur zengin beyiniz var biliyom.
 
Yolunuz çamurdan geçilmez imiş
Hökümet yaptırmaz diye kim demiş
Söyle len  Murtaza, söyle len Memiş.
Yemyeşil bir beldeniz var biliyom.
 
Devletimiz  okutup küçükleri
Sırtınızdan atacaaz yükleri
Bizim gibi değerli böyükleri
Sevip sayan  huyunuz var biliyom.
 
Yanınızdayız son nefesimizde
Biz olalım çıkacak sesinizde
Sizlerinde böyük meclisimizde
Bizim gibi dayınız var biliyom.
 
Köylüye gredi dirsen bizde var
Emme irey dersen o da sizde var
İlkbahar var, sonbahar var, yaz da var
Çeşmeniz yok, caminiz var biliyom.
 
Yar vurmuşu gurbet ele göçtüren
Yel vurmuş Iraza şifa saçtıran
Kel  Durmuşu böyük adam seçtiren
Çok  değerli köyünüz var biliyom.
 
Kimler ermiş görüp bizleri ayan
Dinnemeye gelmişler yorgun yayan
İçer hastalığa çare arayan
Derde derman suyunuz var biliyom
 
Aha burda ne dirseniz ben varım
Yolunuz burdanmı geçer annarım.
Meclise seçtirecek gurbannarım
Bize yeter sayınız var biliyom.
 
Değil akrabanız hısmınız için
Vallah inanmayan gısmınız için
Bizler için değil hasmınız için
Yolunacak tüyünüz var biliyom.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

BEN  YOKSULLUĞUMU  ÖZLÜYORUM  
  
Umut   ekmek   arası   bir  düş.
Hayat  verecek bir iksir gibi
seni  düşünmek  ve  hissetmek.
Ve  soluksuz  bir  rüya gibimsin  gecemde.
Unutulmuş  seslerimle bir köşede
Bir  esintiye  teslim  olurdu güzelliğin.
Yaranmaya  geç kalmış  sevgide
Sıramı  savardım  sevmelerde,
Sıramı  savardım  düş kurup.
Bakışlarımızla  ödeşirdik
Saygı  sanırdık  utanmaları.
Yüz  kızarmalarına yenik  düşerdi
Yüreklerdeki  sevdalar.
 Ben örfümü   özlüyorum.
 
Bütün yüzlerin gülmediği
Gecikmiş  bir  ayrılık 
Gecikmiş  bir  sabır
Yabanıl  dağ  kuşları  yüreğinde
Ürkek ve  tedirgin.
Yitirmelerinden  belli  baharlarını.
Kırılmış  bir  dal ucu  arar
Konmaya  kendi  yalnızlığına.
Hani lepiska saçları  çocukluğunun
Karşılıksız  sevgilerden  çıkardın  yoluma.
Yaşlandığımızı  bilmezdik  zaman içinde
Ölümler  çoğalırdı  farkında  olmadan.
İçlerinde  sevgi  taşıyan
Bağışlayan  sözler  gülümserdi  dudaklarda.
Ben senin  feri  kaçmış  mavi gözlerini  görmesem de
Renksiz  bir  sevginin  ışığı  vururdu  gözüme.
Ölümsüz  dokunuşlardı 
İki okyanus  mavisi  gözlere.
Sessizdi  eller.
Çocuk hırçınlığında 
Ve susmayan  ağıtlarda
Büyüyen  bir  geleceği  taşırdık
Sevgimizle  suladığımız  yüreklerimizde.
Ben  çocukluk  aşkımı  özlüyorum 
 
Ne arabam vardı
Ne villam yatım eskiden.
Ayakta  kalmaktı  yaşamak
Ölüme  ayak  sürüyüp.
Sıkımı  askerlerimi öldürecek biri
Halkımı  düşman  belleyecek.
Cezası ölümdü be yapanın.
Hangi  devlet  niye  astınız mı  derdi.
Onurumuz  vardı  be  eskiden.
Aslına  dönsün be  ne  varsa
Bir  rüyadan   uyanır gibi.
Varsın hep  yoksulluğa  yüreğini  aralasın yaşam
Komşu  gözlerin  kem  bakışlarında bile
Bir mutluluk  vardı be
Beyazlar  yamalıydı,   çatılar  çaresiz.
Ne  perişanlıklar  damlardı  yağmurla
Bir  Anamın  şefkati  vardı
Kardeşlerimin  güler  yüzü
Ben  gecekondumu,
Ben yoksulluğumu özlüyorum.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

BEDDUA            
 
Yalnızlıktan,  köpek  besle  düzüne
Açlıktan  saldıran  itle  öl 
Hiç  kimse  bakmasın  kırk  yıl yüzüne
Tahta  kurusuyla,  bitle  öl 
 
Evin  yansın  düşman   gelip  söndürsün
Eşin  süründürsün, dostun  kandırsın
Bora  çıksın,  dalga  terse  döndürsün
Denizde  gezdiğin  yatla  öl 
 
Herkes  gibi  sende güzel seversin
Anan  seni  iki  kere  eversin
Biri  gıdıklasın,  biri  su versin 
Gülmekten  katılıp  çatla  öl 
 
Kurşun  yesen  ta  alnının  çatından
Düşüp  çifte yesen  koşu   atından
Kırk  katlı  binanın teras  katından
Kimse  kurtarmasın  atla  öl            
 
Deli  ol  kendine  zalimce  davran
Sefalet  içinde  geçin  bu  devran
Daha  çok   acılar  içinde  kıvran
Ömrünü  ikiye  katla  öl 
 
Para  için gözünü  hırs  bürüye
Köpek  gibi  gez  ürüye  ürüye
Katılıp ta  davar gibi sürüye
Ağzında  bir  tutam  otla  öl 
 
Kul  hakkı  yiyerek  rahata  erdin
Hem  camiye  gider  hem  haram  yerdin
Bayram  namazını  kaçırmam  derdin
Dilerim  elinde  putla  öl 
 
Kalen  fethedilsin,  piyon  ah  çeksin
Filin  yensin, vezir  gülüp  oh  çeksin
Dilerim  Azrail  sana  şah,  çeksin
Satranç  oyununda  matla  öl   
 
Oğlundan  kızından  yüzün  gülmesin
Can  bedenden  çıkıp  çabuk  ölmesin
Yatalak  kal  dosttan yardım   gelmesin                       
Çıldırıp  hırsından  patla  öl 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
YEŞİLAY  75.YIL İLKÖĞRETİM OKULUNDA
İlimizdeki seri konferanslarına devam eden Yeşilay Çorum Şubesi geçtiğimiz gün de  75 yıl ilköğretim okulundaydı. Ders yılı başından  beri hız kesmeden ilimiz  eğitim kurumlarını  gezen ve öğrencileri  bilgilendiren Türkiye Yeşilay  Derneği  Çorum  Şubesi  başkanı  Attila Alpay amaçlarının;  madde  bağımlılığı ile hiç tanışmayan, zararlı maddeleri  kullanmayan, ruh  ve beden sağlığı  yerinde bir  nesil yetiştirmek olduğunu anlatarak şunları söyledi :
"Yine  bir okulda  genç kardeşlerimizi ve  öğrencilerimizi bilgilendiriyoruz. Sigara, uyuşturucu ve zararlı madde satıcıları onların yolunu beklemektedir. Bizleri bu yaşta kimsenin etkilemesi mümkün değildir. Ama  onların  taze bedenleri ve körpe  dimağları  her zaman etki  altında  kalmaya  müsaittir. Bizlerin çabaları onları bilgilendirmekten ibarettir. Duyarlı öğretmen arkadaşlar sayesinde okulları ziyaret ediyoruz. Bu sefer de iki yıl önce geldiğimiz 75.yıl ilköğretim okuluna tekrar geldik. İl dahilinde hiç gitmediğimiz okullar  ve  bizi çağırmayan  eğitim kurumları bulunmaktadır. Sigara  alkol ve madde  bağımlılığı  ile mücadele sadece Yeşilaycıların  değil hepimizin  görevi  olmalıdır. Tüm eğitimcileri, rehber öğretmenleri, gönüllüleri bize katılmaya davet ediyorum. Ayrıca öğrencilerini bilgilendirmemize imkan tanıdığı  için  75.yıl  ilköğretim okulu müdürü  Sayın Mustafa  Fuculara  da Türkiye Yeşilay Derneği  ve şahsım adına  saygılarımı sunuyorum."

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
SEVGİLİLER GÜNÜYDÜ 
Bu tür-sevgililer günü vb gibi- günler  ne yazık ki istilacı ve barbar Avrupa  kavimlerinin  kutladığı st.Valentin isimli bir Hıristiyan azizinin  ismine izafeten icat edilmiş ;yurdumuzda ise  İstanbul  Beyoğlunda  esnaflık yapan gayrı Müslimler tarafından  geliştirilerek  kültürümüze zorla oturtulmuştur.
Bu geleneğin ve adetin hedef kitlesi ; sayıları Irak ve Afganistan nüfusu kadar  yani 28 milyonluk dev  bir topluluk olan ve  yaşları 1-17 arası  olan  sevgili yavrularımızdır.Bu  çocuklarımızın  hayata atılıp  para kazanmalarına  henüz uzun yıllar vardır.Fakat ceplerinde  sevgililerine  belki de en pahalı hediyeyi  alacak kadar da çok paraları  her zaman bulunmaktadır.Paraları  yoksa  kredi  kartları, o da  yoksa  onları çok seven büyükbabaları ve büyükanneleri de mutlaka  ihtiyaçlarını  karşılayacaklardır.
Diğer yanda  milyonlarca  esnaf ta vitrinler süsleyip ,afişler hazırlamakta  sanki bizim böyle bir geleneğimiz varmış gibi  ve bir bayram geliyormuşçasına  çok para kazanmanın derdine düşerek böyle bir furyaya her yıl mutlaka katılmaktadırlar. Kendilerine  sorsalar  hiçbir zaman yolunda  gitmeyen işleri  belki böyle bir gün vesilesiyle bir an olsun canlanacak ve nakit sıkıntıları gidecek ve o gün için   rahat nefes  alacaklardır.
Bazı tv kanalları mikrofonlarını  İstanbul'un  mutlu azınlığına, gayrı meşru yaşamaktan utanmayan sanatçı bozuntularına ve ahlaksız insanlarına  uzatıp saatlerce  röportaj yapacak ; kimin kime hangi haram kazançlarıyla ne marka otomobil  aldıklarını  öğrenmeye  ve bu müstesna günü (!)  nasıl kutladıklarını bilmeye çalışacaklardır. Aziz şehrimizin de  bütün kafeteryalarında sigara dumanları içerisinde boğulmalarına  aldırmadan oturup baba  parası ve burslarını  yemeye çalışan sevgili  üniversite gençlerimiz ; karşılarındaki  sevgililerine  ilanı  aşk etmeye çalışacak ve böylece bu  mübarek günü(!) idrak etmeye  çabalıyacaklardır.
Birde  bunun tersini  düşünelim. Bizim  olmayan böyle bir gelenek yerine  hristiyan Avrupa ülkelerinin veya amerikanın bir şeker bayramını, bir hıdrellezi, bir aşura gününü, bir üç aylarımızı veya buna benzer  bizim için  kutsal ve önemli  olan bir adetimizi benimsemesi mümkün müdür  ? Hatta oraların  ahalalisi  bu vesileler ile  birbirlerine  hediyeler alsınlar, kutlasınlar veya bir şeyler yapsınlar..
Bunu  düşünmesi  bile  bize  mizahi  gelmekte  ve hemen pek çoğumuz  "olur mu  canım öyle şey" demekteyiz.Ama ne yazık ki onların adetleri  ve gelenekleri  milli kültürümüze öylesine oturmuş veya  oturtulmuş ki  tersine  bile düşünmekten aciz  hale  gelmişiz..
İnacımızda, sosyal adet ve geleneklerimizde  sevgililer  günü  diye bir şey yoktur.Türk  milletinin bildiği sevgili kavramının  muadili "Yar"dir.Ve bu aziz millet  sevmeyi de, sevgiyi de , sevgiliyi de-egoist Avrupalıdan-  çok daha iyi bilir.
Bizde mü'min hanımlar ve erkekler  önce  nişanlanırlar, sonra da evlenirler. Nikah merasimlerinden sonra İslam devletinin çekirdeği ve  temelini teşkil eden kutsal aile birliği de  böylece  kurulmuş olur.
Böyle "aradakalmış"  gayrımeşru ilişkiler bize tv dizilerimizin ve avrupanın hediyesidir.(Eski Yeşilçam filmlerindeki konular bile bugünkülerin yanında –vallahi-masum kalmaktaydı.) Bakıyorum da bizim gibi fakir  taşra muharrirlerinden ve birkaç bin basan bazı muhafazakar ceridelerinden başka buna  tavır koyan hiç kimse yok.
On bakanlık bütçesi kadar zengin ve kalabalık olan Diyanet işyeri  bir çabanın içine giremez mi; eğitim sendikaları,Müslüman  işadamları ve bizim gibi düşünen insanlar  basın bültenleri de mi yayınlayamazlar,hiç mi kimsenin söyleyecek bir sözü  yok…
Tanzimattan sonrada   biz bu filmleri görmedik  mi,yüzeli yıl süren  seferberlikler,iki milyon şehid, koca bir hilafet ve saltanat ülkesini, bir Devlet-i Ali' yi hep bu kafirlere benzeme illeti  yüzünden kaybetmedik mi ..
İki tane karanfil , bir tane  gülün  , ucuzluk pazarından  alınmış masum bir hediye'nin  ucu sefalete, zillete, perişanlığa, esarete ve  oradan da cehenneme  gider genç beyler ve  hanımlar,hatta bir kısım esnaf arkadaşlar…
Unutanlara dün Bulgar,Moskof ve Ermeni mezalimlerini bugün de,Bosnayı ; Çeçenistanı, Afganistanı,hatta hatta  acı vatandaki Solingenleri, daha yerdeki  kanları kurumamış Gazze' deki şehitleri  hatırlatırım.
Sevgililer günü  diye bir şeyi  kutlayan herkesi, üç kuruş kazanacağız diye bu kültür yozlaşmasına  çanak tutan bir kısım esnafı ve bize karşı çıkan  herkesi de  şiddetle protesto ediyorum.
Allah  CC cümlesine hidayet,şuur ve izan  versin…
Saygılarımla…

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 06

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BOYKOT  GÜNÜ...
15.yüzyılda Akdeniz deki İspanyol, Ceneviz ve Venedik korsanlarının  Piri Reis ve Barbaros'ların önünden kaçarak yeni yağma alanları bulmak ve yeni soygunlar yapmak bahanesiyle  sığındıkları  kıtada  buldukları bu zehirli ot; yani Tütün  yine  onlar eliyle önce Avrupa ya  getirilmiş ve oradan da Frenklerle  olan  ilişkilerini  ilerletenler eliyle de   bütün Osmanlı  ülkesine oradan da tüm Asya'ya hızla yayılmıştır.
Dünyanın en güzel  coğrafyasındaki  ülkemizin  ikliminin ; tütüne  elverişli  olması neticesi hızla her tarafta  ekilmiş , önceleri çubukla içilmiş sonra  nargile ile denenmiş ve yüz yıldır da  makinelerle sigara şekline getirilip  insanların istifadesine ( !)  sunulmuş bulunmaktadır.
Sömürgeci  haçlıların bizim  iyi sigara  içtiğimizi  keşfetmeleri  bana göre  son iki bin yılın en büyük keşfi  olmalıdır.Çünkü  makalenin ortasındaki sigara paketi 95  yıl önce  Almanya Dresden'deki Dünyanın en büyük sigara fabrikasında imal edilmiş ve Müslümanları kandırmak  için " Selamualeyküm " ismi  verilmiş  olan ve bugünkü "Salem " sigarasının  Ata'sı  olan  sigara paketidir.
Bu dehşet verici  hadise  gibi  araştırmalarımız  neticesi   böyle nice reklam tuzaklarını ve insanlarımızı kandırmaya yönelik  sigara türlerini de antikacı ve koleksiyonculardan -ancak resimlerini- ele geçirmiş bulunmaktayız.(Ganimetimiz arasında (!) üzerinde Besmele yazılı paketlerden  tutun da  Selahattin  Eyyubi'yi at üzerinde  sigara içerken gösteren paketler ve "Mekke"  yazılı  sigaralar da bulunmaktadır.)
Nihayet  Cumhuriyetle  birlikte   ülkenin en büyük  lokomotif sektörü olan  Reji idaresi  Fransızlardan alınarak  İnhisarlar  idaresine tahvil olunmuş ; sonra da Tekel  adını  almış ve gittikçe büyüyerek 3-5 milyon insanın  bu sayede ekmek  yediği (!) bir sanayi  dev'i olup çıkmıştır.
Ama her gelen  iktidarın gafleti neticesi yabancılar –uzmanlarıyla- sigaramıza el atarak  Samsun ve Maltepe  haricindeki bütün Türk sigaralarına  toz şeker ,kakao ve Alkol kattırmış; onu katmerli  bir zehir haline getirtmiş ve bizlere  yeniden " buyurun buradan yakın" diyerek bizim tütünümüzü bize yeniden ikram etmiş bulunmaktadırlar.
Sonra "Sizin tütününüz de çok meşhurdu canım"  diyerek ülkemize şilepler dolusu kendi Tütünleri  olan sulak yerde  büyümüş, radyoaktif  hormonlu Virginyalarını ve bundan mamul sigaralarını sokuşturmuş ve artık ülkemizi  kanserin kucağına da iyice  yerleştirmiş olmaktalar.
Bu sayede  "Canım Türkiye’m " günde  seksen milyon doları  her sabah  yakarak  akşama kadar tüketen ve ertesi gün  bir o kadarını daha yakarken  hem kendini hem de gelecek nesillerini  "yaktığını " fark etmeyen bir   ülke  olup çıkmıştır.
Kendi  sigaralarının  reklamlarında  oynayan kovboyun  Akciğer kanserinden  ölmesine aldırmadan  hemen yerine dublörünü  yerleştirenler ; bizlerden bir plastik  damar karşılığında yüz elli  kamyon buğday istemekte ve Devletimiz de  günde  iki yüz elli  insanımızı  by-pass ameliyatı ettirerek savunma  bütcesi kadar  bir parayı sigaranın açtığı bu  yaraları  sarmaya harcamaktadır.(Bir anjiyonun devlete maliyeti dokuz,bir bypass ameliyatının maliyeti ise elli  milyar  liradır. )
Sigara  tütün ,alkol ,uyuşturucu ,kola ,fuhuş,aids ,frengi  zinciri gibi  çoğu ithal bir sürü felaketin milli hasletlerimiz olması kadar bendenize utanç veren bir başka konu daha yoktur.Bu özelliklere sahip olan Müslüman Türk insanı  profili ne yazık ki hep tekrarlanan "yüzde doksan dokuz safsatası" içine girmekte ; gerçekte ne olduğumuzu veya ne olmadığımızı da kimse  bilmemektedir.
Sigara  ile mücadele için Ankara daki Sağlık Bakanlığında bile broşür-afiş vb hiçbir malzeme bulunmamakta ve bu zararlı  alışkanlıkla mücadele için de  hiçbir çaba gösterilmemektedir. (Dokuz şubatı telaffuz  etmek –maalesef- ülkedeki  fakir bendeniz gibi Otuzbeş Yeşilaycı'nın  derdine kalmıştır)
Eğer kendimizi ve ülkemizi biraz  seviyor ve kendimize  biraz acıyorsak; bu " korkunç zehiri " bir an önce bırakalım  ve herkesin de   kurtulması  için çaba gösterelim. Zira bundan  büyük bir Milli  Dava olamaz.Her türlü milli  meselemizi de  ancak  yaşayan ve  sağlıklı  insanlar  çözecektir.
Ulu mezardaki  ölülerimiz  değil...
Saygılarımızla….

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 07

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ

ÖZÜR  DİLERİM  EY KUDÜS                      

Özür  Dilerim Ey  Kudüs….

Ölüm  şimdi sessiz bir nehir gibi

ıssızlık içinde

Kırılır kolları taş atan çocukların

Üzgünüm…

Dağlara taşlara meydan  okuyan

Çokca  İbrahim  soylu  çocuklara

Masal  bile anlatamadım

Sustum ha sustum….

Özür dilerim Ey Kudüs…..
                        L. Erdoğan
 
Her gün biraz daha  karmaşıklaşan İsrail-Filistin  meselesinin  aslında Siyonizmin Dünya  üzerindeki  yayılması demek olduğunu  anlamak için  fazla akıllı  olmaya gerek  yoktur. Bütün dünya ülkeleri iyi-kötü bir  hukuk sistemi üzerine  oturmuş kendi düzenlerini  çekip çevirmekteler.Ama iş İsrail’e gelince bu durum değişmekte  karşımıza  ikiyüzlü  bir  hukuk  sistemi  çıkarılmakta  buna da  dünyada hiç kimse  bir ses   edememektedir.
Bunlardan birisi Dünya ve Bm  normlarındaki  hukuk  anlayışı diğeri de tevrata  dayalı  özel bir  hukuk  sistemidir. Dışarıya   karşı insan haklarını savunmakta ,BM kararlarından  bahsetmekte ve onun üyesi olmakta,uluslar arası  ilişkilerde  batı ile birlikte  yürümekte fakat  kendi  çıkarlarına  gelince hemen üzerindeki  esvapları atıp takkelerini  giymekte,zülüflerini  salıvererek ellerine  kitaplarını  alıp ileri  geri  sallanmakta ve bir Musevi  olduklarını kainata  adeta  haykırmaktalar.
Bu iki yüzlü  güya  hukuk  anlayışı ülkenin olduğu  kadar  vatandaşlarının da yaşama  biçimi ve gayesi  olmakta bu kutsal ülküden onları  alıkoymaya  kimsenin gücü  yetmemektedir.
Muharref  tevrata göre kendilerine vaat edilen topraklar  dedikleri yer bugün  işgal etmeye devam  etmekte oldukları Filistin  ile  Anadolu  topraklarının da  nerede ise  yarısıdır.
İncilde  bulunmamasına  “rağmen kendilerinden  olmayanlara düşmanlık ve  kin beslemek ve yine kendilerini  her milletin  üstünde görmek, hatta kendilerini  bütün insanlığın  efendisi saymak  itina ile büyüttükleri sapık  bir mefkuredir.
Tabii  onların  bütün insanlığa  karşı olduğu gibi bizim de  onlar için muhtelif  tanımlarımız vardır ve bu da İsrail oğullarına karşı  çok dikkatli ve tedbirli olmamızı gerektirmektedir.
Bir kere  Kudüs ve Filistin  hala bir Osmanlı  toprağıdır. Kanla ,   şanla ve şerefle  Osmanlı’ ya  Memluklardan  intikal etmiş  kutsal bir vatan coğrafyasıdır. Orasının    yerli ahalisi Arapların  Osmanlı  tebaası  olmasına  karşın  İsrailoğullarının  hiçbir  hakları yoktur. Bugün  oturdukları  arazi  onlara  atalarından kalmış da değildir, para ile satın aldıkları  tapuların etrafına beton duvarlar örerek; hesap sorarak taş atana  füze atarak, toprak evlerin üzerine  dev tankları  sürerek ,    oluk  oluk Müslüman kanı dökerek  zorla  işgal ettikleri beş yüz yıllık eski  anavatanımızdır.
Burada gerçekten özür      dilenmesi gereken bizim eski  kıblemiz Hz. Ömer’ (RA) in ve Selahaddin  Eyyubilerin şehri olan “Mübarek Kudüs” dür.1400  Yıldır Müslüman şehri olan  Kudüs Efendimizin SAV miraca  yükseldiği yerdir. Ondan   öncede  Süleyman  Peygamberin ve Saba melikesi Belkıs’ ın  ülkesidir. Bugün ağlama duvarı  denen yerde Hz. Süleyman  AS Peygamberin  eseri olan mabedin yegane kalıntısıdır.
Bugün   Yahudilerin birer  Amerikan askeri gibi donanarak dev tanklarla  Konya ovası kadar bir  yerde   ev-ve  katliam yaptıkları ve yakıp yıktıkları bu  aziz kent bugün harabe  ve kan gölü  halindedir.  Müslümanların  aziz naaşlarını  gömecek  bile toprakları  kalmamıştır.  Çünkü  hepsi işgal altındadır.
Kudüs utancı sadece Arapların değil elbette ki  bütün  İslam  dünyasınındır. Dünyadaki bir buçuk milyar Müslümanın  sadece iki yüz milyonu  arap  ise yüz seksen milyonu da  TÜRK’ tür. Tarih önündeki  cezai  sorumluluk bu toprakları  bir hile ile  elimizden  alanlara ait  olmalıdır. Dolayısıyla  özür dilenmesi gereken  yer eski  kıblemiz olan kutsal ve aziz Mescid-i Aksa’nın Şehri olan Kudüstür.Filistin  Arapları değil,Yahudiler ise  hiç değildir.
Hz. Süleyman AS ve Hz.Musa AS da  iki büyük İslam Peygamberidir.Yüce  Allah-u Azim Üş Şan’ ın oluk oluk Müslüman  kanı  döken  bu  katil kabileye  böyle bir vaadi de asla yoktur.
Hile  ve  diplomatik  manevralarla  elimizden alınan bu şehrin  hesabını ne Osmanlı  ne de cumhuriyet insanı  olarak asla soramadık.Sormak  ve konuşmak  cesaretini bile gösteremedik.
İşte bizde bu itibarla kendi  payımıza düşeni söylüyor ve Lokman Erdoğan’ ın yukarıdaki dizelerine aynen  katılıyoruz.
Senden  özür diliyorum  ey kutsal Kudüs…Sahip  çıkamadığım, seni koruyamadığım,yahudilere kaptırdığım ve seni benden alanlara  hesap  soramadığım  için…
Özür dilerim Ey Kudüs…
Gözyaşlarım ve Dualarımla…..

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 08

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
YEŞİLAY ERKEK YURDUNDA
Sigara  Alkol ve tüm bağımlılık yapan maddelerle  ilgili mücadele ve bilgilendirme çalışmalarına devam eden Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi geçtiğimiz günde Çorum Shçek bağlı  erkek  yurdunda bir konferans  verdi.
Sigara bağımlılığının  bilhassa gençler arasında  çok erken yaşlarda başladığına  dikkat çeken Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi  Başkanı Attila Alpay ,sigarayı  kolalı ve alkollü içeceklerin takip ettiğini bunun da yükselerek  ağır bağımlılık yapan maddelere  doğru geliştiğine  dikkat çekerek  şunları söyledi :
"Uzun yıllar sigara içen arkadaşlarımız ve  hemşerilerimiz  sigara kanunu  ile sigarayı bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Kırk-elli yıl içtikten sonra bırakmanın   bir faydası yoktur. Bizim maksadımız ruh ve beden sağlığı  yerinde bir  nesil yetiştirmektir.Bunun da yolu  hiç başlamamaktır.
Şimdiki  bilgisayar çağında  yetişen  yavrularımız  bizden çok daha geniş teknik  bilgi ve beceri imkanlarına  sahip  bulunuyorlar. Onların  bizim düştüğümüz hatalara  düşeceklerini  sanmıyorum. Yıllarca bir zehire  tutsak olarak  bir servet  ödemek ve karşılığında  kanseri, kalp hastalıklarını  ve ölümü satın almak akıl  işi olmasa gerek. Bizim yaptığımız  da onları  bilgilendirerek  gelecekte  bizlerin  hatalarına düşmemelerini sağlamaktır.
Bu itibarla her yıl geldiğimiz Shçek birimlerinde sinevizyon destekli konferanslar vermeye bu yılda davet   edildik. Gençlerimizin ilgisi salon ve hazırlıklar  mükemmeldi. Yurtta  yaşayan ve çoğunluğu orta öğretim çağındaki gençlerimizi bilgilendirmemize   ve işbirliği  yapmamıza imkan tanıyan Shçek  İl Müdürü  Sn.Mustafa Oruç' a ve gerekli  organizasyonları büyük bir titizlikle yapan Erkek Yurdu Müdürü Cemil İnceyılmaz' a,Müdür yardımcısı Adem Yılmaz' a ve  Çocuk ve gençlik Merkezi  müdürü Sn.Numan Yakut' beyefendiye ;yetiştirme yurdu idareci ve öğretmenlerine ve tüm yetkililere sonsuz şükranlarımızı  sunuyor; Türkiye Yeşilay Derneği ve şahsımız  adına çok teşekkür ediyoruz."

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 09

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
TEL
Lise  yıllarımdı. Bir ziraatçı olan babam  görevi icabı sık sık köylere  gider ; özellikle  yaz tatillerinde   bende onunla gider; değişik yerler görür, insanlarla tanışır, oyalanırdım.
Şehrin sıkıcı atmosferinden çıkıp yeşil ormanlara, papatyalarla kaplı dağlara, gelincik dolu ovalara  gitmek beni çok mutlu ederdi. Hele gittiğimiz köylerde kaldığımız geceler yıldızları seyreder, şehirdeki evimizden niye bu kadar çok ve parlak görünmediklerini merak ederdim.
Bir gün yine sabah erkenden yola çıkmıştık. Bu sefer pirinç ekimi yapılan bölgelere, çeltik tarlalarına gidecek orada inceleme yapacaktık.
Aracımız keskin virajlarla dolu dağlara tırmanarak akarsuların içinden ve dere yataklarından geçiyor, arada sırada tek ayağını kaldırmış leylekler kırmızı gagalarıyla yol boyunca bizleri selamlıyorlardı.
O gün epey yol gittiğimizi geniş ve uçsuz bucaksız bir ovaya gelince anladım. Şehirden ne kadar uzaklaşmıştık kim bilir?
Araçtan indik. Benim ise her tarafım uyuşmuştu. Zorlukla birkaç adım atıp kendimi toparladıktan sonra etrafıma baktı.
Burası bir çeltik tarlası idi. Pirinç ekimi yapılıyordu. Babam:
- İşte o çok sevdiğin pilav var ya; onun pirinci işte burada böyle ve ne zorluklarla yetişiyor. Görüyor musun? Dedi.  Hayretler içindeydim. Ben pirincin sulak yerde yetiştiğini, ekilen  yerlere  çeltik denildiğini okumuş, duymuş ve dinlemiştim ama insanların  böyle paçalarını sıvamış  suyun ve  çamurun içinde yüzdüklerini de hiç görmemiştim. Saatlerce suyun içindeydiler. Bu iş yani pirinç tarımı ne kadar da zahmetliymiş meğer diye düşündüm.
Hem belleri  ağrımıyor muydu, öyle saatlerce elleri ve ayakları suda durarak bir şeyler yapmak çalışmak çabalamak ne kadar zordu Yarabbi!
Ben bunları düşünürken babam yanındaki köylülerle uzaklaştığını  ve benimde bir kenarda kalakaldığımı fark ettim. Hemen önümde çok yaşlı bir kadın eğilmiş suyun içinde bir şeyler yapıyordu.
- Hoş gelmişsiniz oğlum, sağa söylüyom. Heeey, Hoş geldiniz.
- Aa özür dilerim teyze, dalmışım, Hoş bulduk. Kolay gelsin, nasılsınız.
- Nassı olalım işte Allaha şükür, yuvarlanıp gidiyoruz, görüyorsun suyun  içindeyiz. Eğmek parası. Yaşını tahmin edememiştim. Sordum. Annemden birkaç yaşta küçük olmasına rağmen ama öyle yaşlı gösteriyordu ki. Yüzü kırışmış, başörtüsünün kenarından görünen bir tutam saçı da bembeyaz olmuştu. Bir yandan çalışıyor bir yandan da benimle konuşuyordu:
- Okuyon mu?
- Evet.
- Nerede?
- Liseyi bitirdim bu sene.
- Afferim!
- Okuyup da ne olacaksın?
- Bakalım. Doktor olmak istiyorum.
- İnşallah,  Allah C.C. yardımcın olsun.
- Amin teyze, cümlemizin. Sizlerinde. Yaptığınız iş ne kadar zor teyze, ben pirinç ekiminin bu kadar zor olduğunu bilmiyordum!
- Ne sanırsın ya, bir avuç pirinç için bir ömür veriyoz burda, dabanlarımız, avuçlarımız suyun içinde.
- Bende zannediyordum ki bu iş.
- Gordün işte, sanıldığı  kadar goley değil.
- Hem hangi iş goley ki. İnsana öyle hemen ekmek vemiyorlar bu dünyada. Biliyonmu ?
- Neyi Teyze ?
- Geçenlerde  bizim gomşu Hatce gadının torunları geldi  Alamanya' dan.Guççük iki oğlan, pirinci de, yomurtayı da pavlikada yapılıyor sanıyorlarmış. Hele tavukların boynuna ip takıp da it gibi sürümeye galkmadılar mı?  Gule gule öldüydük. Heleççik bebeğin biri yımırtayı tavıkdan çıkarken görmüş .Bi daha ikisine de yımığta yediremedik. Ne bilsinler bebekler,gavır ellerinde büyüyünce öğle oluyo.Cahallık işte. İkimizde gülüştük.
- Ayran içenmi?
- Zahmet vermeyeyim,hem işiniz de var.
- Hazır  zaten oğlum,şimdi alır gelirim.
Doğruldu, çamurun içinde zorlukla ilerledi. Bir kenardaki  eşyalarının bulunduğu yere  çıktı. Biraz sonra elinde bir tas ayranla geldi.
- Buyur bakelim guççük beey.
- Sağ ol teyze,
- Allah razı olsun, susamıştım. Çok makbule geçti. Eline sağlık.
- Afiyet ossun . Bi daha verem mi?
- Yok kafi geldi, teşekkür ederim, ölmüşlerinizin canına değsin.
- İyi para kazanıyor musun bari teyze?  Bu kadar zor bir iş karşılığında!
- Ne gezer evlat, garınımızı zor doyuruyoz.
- Mesela bugün mayış  günü, yarın  elimizde heç para galmayacak, tuza gaza, şeker,una hep zam yaptılar. Kimse bizi  düşünmüyo, heç düşünmüyo.
- Neden teyze.Annem hep pirincin pahalı olduğunu söyler. Tanesini  tabakta bırakmayın der. Bir taneye bin melaike  hizmet ediyormuş der.
- Orada öyle ama tarlada para etmiyo.
- Mesela bugün maaşınla ne yapacaksın teyze, nerelere dağıtacaksın?
- Tel alacağım.
- Ne teli? Cevap vermedi, birden düşüncelere daldığını hissettim, hem çapa sallıyor hem de içini çekiyordu. Birden doğruldu. Bana döndü:
- Anan bunun bir tanesine bin melaike hizmet ediyormuş diyo, he.
- Evet teyze!
- Anan doğru söylemiş, gutlu kadınmış. Biliyo. Hem sen melaike gordün mü heç?
-Yoo , nereden göreyim? Onlar görülmez ki!
- Gorülür, gorülür.Benim yavrım da melaike gibiydi.
- Ne oldu yavrunuza?
- Ne sen sor ,ne ben söyleyim?
- Ne oldu teyze? Gözleri  yaşarmaya başlamıştı. Elindeki çapayı bıraktı.Kolunun tersiyle gözlerini  silmeye çalıştı. İçin için ağlıyordu. Birden kendimi  suçlu hissettim.Yarasını deşmiştim. Kim bilir oğluna ne olmuştu. Neydi ızdırabı?
- Sefillik, fukaralık işte...Yıllarca bu işten garnımızı zor doyurduk. Bir kenara üç-beş kuruş artırıpda evimizin pencerelerine bir tel takamadık.
- Ne teli teyze? Haa, demin söyleyecektiniz de.
- Hani şu sinek girmesin diye satılan teller var ya.? Göz göz, delik delik.
-Evet, anladım.
-İşte para bulup da bir teli  bulamadık. Fakirliğin gözü kör olsun. Buralarda çok olur. Aha bu çamırın yüzünden . Sivrisinek soktu da, sıtma oldu ve öldü zavallı yavrım. İşte  o bir pirinç tanesine hizmet edenlerden birisi de benim melaike oğlumdu, annadın mı ?

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 10

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
SÜLEYMANİYE
Güzel bir sonbahar akşamıydı.
Bazı işlerim icabı yolumun düştüğü Süleymaniye Camii havalisine geldiğim zaman daha akşam ezanına epey vardı.
Dışarıdaki musluklarda abdestimi aldıktan sonra camiiye girdim. İçeride hiç kimseler yoktu. Mihrab ve minber civarında birkaç ampul yanıyor, içerisi derin bir sessizlik ve huşu içinde bulunuyordu.
Ayakkabılarımı bir kenara bırakarak muazzam ve muhteşem mabedin içinde ilerledim. Bir yandan etrafıma bakınıyor, bir yandan da bu mimarlık şaheserini seyrediyordum. Arkada bulunan granitten mamül dev kolonlardan birisinin dibine oturarak etrafı incelemeye koyuldum. Muazzam ve yüksek kubbe,  onu takib eden yarım kubbeler,kemerler,vitraylı pencereler,tezyinat beni hayretler içinde  bırakıyordu. Devlet-i Ali'i Osmani'nin en kudretli döneminde inşa edilen bu yapı o kadar sadeydi ki. Mihrabın iki kenarındaki iki seramik panodan başka camide doğru dürüst çini yoktu. İstenilse Sultanahmet Camii gibi yirmi bin metrekare çini kullanılabilirdi. Koca Sinan'ın sadeliklerden mürekkep bir güzellik arzuladığı ve bunun da ancak büyük bir tevazuu demek olduğu bu yapıda çok daha iyi anlaşılıyordu.
Biraz sonra camiye birkaç kişi daha girdi. Onlarda bu loş ve karanlık mabed içinde hayaletler gibi süzülerek bir kenara iliştiler.
Nihayet ezan okundu. Saf tutmak üzere caminin muhtelif köşelerinden müminler birer birer sökün ederek en öne dizildiler.
Derken imam efendi göründü. Yazlık açık renk cübbesi ve kavuğuyla bu loşluğun içinde ve bu muhteşem mabedin dekorunda ağır ağır ilerliyor; Çağrı filmindeki aktörler gibi görünüyordu.
- Safları sık ve düzgün tutalım ey cemaati Müslimin. Allahın rahmeti üzerinize olsun.
- Amin.  O esnada gayriihtiyari her iki tarafa da bakmak ve saf içinde konumumu doğrulamak istedim. Hafifçe eğildim ve gördüklerim karşısında hayrete düştüm. Camide tek bir saf vardı ve onun da iki ucunun camiinin her iki duvarına ulaşmadığı görülüyordu. Tahminime göre bu ulu mabette bu akşam vaktinde belki otuz beş-kırk kişi ancak namaza duruyor ve cemaatin de çoğu zenci gençlerden oluşuyordu.
Tekbirimiz alarak namaza başladık.
Böyle bir ibadet anı daha pek yaşamamıştım.
Hemen omzumun yanı başındaki Müslüman kardeşim de siyah deriliydi. Bu hiç de garip değildi. Burası Allahın mabedi ve Türkiye’de bir salatin camiiydi. Herkes gelebilirdi. Kelime-i Şahadet getirip Müslüman olmuş ve bu hak dini benimsemiş herkesin burada ibadet etmeye hakkı vardı. İyi de bizim insanlarımız neredeydi. Müslüman Türkler hangi camiye gitmişlerdi.
Nihayet namaz da, dua da, tesbih de bitti. Hoca efendi mikrofonunu çıkardı. Cemaat yavaş yavaş dağılmaya başlıyordu. Ben bir yandan bu siyah derili, gözlerinin beyazları iyice belirgin, kırmızı dudaklı, iri yarı zencileri inceliyor, bir yandan da büyük bir yeise kapılmış bulunuyordum.
Ülkemin en büyük camisinde, bir akşam vaktinde neredeyse bomboş bir camideydim. Fakat sanki başka bir memleketteymişim gibi insanlarımızı görememiştim.
Artık hayretimi gizleyemeyecektim. Doğru imamın peşi sıra gittim.
- Selamualeyküm hocam! Ağzınıza sağlık, Allah kabul etsin.
- Ve aleykümselam,cümlemizinkini de!
- İnşallah, hocam bir sorum olacaktı da:
- Buyurun!
-Bu siyah derili  zenci kardeşlerimiz nereliler, turist mi bunlar. Beni aydınlatır mısınız? Çok hayretimi mucip oldu da. Sonra cemaat nerede, hava kar değil kış değil, niye kimse yok?
- Siz yabancısınız herhalde.
- Evet öyle sayılır karşıda oturuyorum.
- Her gece bu kadar veya biraz daha az, belki birkaç kişi daha fazla oluyor cemaatimiz. Bizde ağzımız alışmış safları sık ve düzgün tutalım diyoruz ya. Ortada ne saf var ne de kimse gördüğünüz gibi.
- Peki bu zenciler kim?
- Onlar Bengaldeşli ve Sudanlı Müslüman kardeşlerimiz. Aşağıda mercandaki bekâr odalarında, karanlık hanların izbe köşelerinde yaşıyorlar.
- Niye orada yaşıyorlar, niye buradalar ki.
- Ülkemize çalışmaya gelmişler. Camiinin çarşılarındaki dükkanlarında çaydanlık ve polisaj atelyelerinde çalışıyorlar, imalat yapıyor, para kazanıyorlar. Ülkelerindeki işsizlik ve yokluk onları buralara sürüklemiş. Çok temiz insanlar.
- Evet belli, yürüyüşleri bile edebli.
- Eğer onlarda olmasa şu koca Sinan'ın eseri, Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Hanın camii de bomboş kalacak. Allah razı olsun onlardan. Onlar şereflendiriyorlar bu Yüce mabedimizi..

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

11

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU

Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ

2009 YILI KÜLTÜR SANAT VE BAŞARI ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULACAK
Türk Edebiyat dünyasında önemli yer tutan, Türk Edebiyat’ına ve Türk Şiirine hizmet vermiş usta kalemlerin onurlandırıldığı,“Emine Sevinç Öksüzoğlu Kültür Sanat ve Başarı Ödülleri” Edebiyat Araştırmacısı Şair Yazar Emine Sevinç Öksüzoğlu hanımefendi ve Şair Yazar GASAT Ödül Kurulu Başkan Yardımcısı İsmet Bora Binatlı beyefendinin katılımı ile, Azerbaycan Bakü'de düzenlenecek büyük bir törenle sahiplerini bulacak.
Bu yıl yedincisi verilecek olan bu ödüller, gerçek anlamda edebi kariyeri olan ve Türk Edebiyat dünyasına ciddi anlamda hizmet vermiş olan kişilere takdim edilmektedir.
 
GASAT
“2009 yılı Emine Sevinç Öksüzoğlu Kültür Sanat ve Başarı Ödülleri” nin sahipleri ve ödül alacağı dallar, ödül kurulu tarafından şöyle tespit edilmiştir:
“Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk Edebiyatı Onur Ödülü” İstiklal Şairi Sn. Bahtiyar Vahabzade beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
 “Gaziantep Altın Fıstık Türk Edebiyatı Üstün Hizmet Madalyası” Ve Gaziantep Özel el işi Nakkaşe  “Uluslararası VECTOR İlim ve Edebiyat Eserleri Araştırma İnceleme Merkezi olarak değerli katkı ve çalışmalarından,Azerbaycan Türk Dünyası Edebiyatına yapmış olduğu üstün hizmetlerden dolayı; Prof. Dr. Sn. Elçin İsgenderzade beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk Edebiyatı Şeref Beratı”  Beynelhalk sanat dergisi olarak Bakü’de yayımlanan BAYATI dergisindeki değerli hizmetlerinden ve İlmi çalışmalarından dolayı;Prof. Dr. Sn. Elçin İsgenderzade beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk Dünyası Edebiyat Şeref Ödülü”  Yaşamının büyük bölümünü Azerbaycan Türk Dünyası Edebiyatına adayarak, sayısız çalışmalara ve kitaplara imza atmıştır. Azerbaycan Türk Dünyası Edebiyatındaki üstün hizmet ve değerli çalışmalarından dolayı; Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Sn. Anar Rızayev beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk Dünyası Edebiyatı Üstün Hizmet Ödülü”

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 12

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Galip BARAN
Galip BARAN HAYAT HİKAYESİ
DEMİREL ÖRNEK OLMALIDIR
İnsan bencil bir varlıktır. Bencil varlık yanlış işler yapar. Ben de yanlış işler yaptım. Sayın Süleyman Demirel de yapmıştır…Benim yaptığım yanlış işlerin bazıları: Kira geliri vergisi ve veraset ve intikal vergisi ödemedim. Vergi kaçırdım. Rüşvet verdim. Kaçırılan vergi ve verilen rüşvet simit ya da çorba parası kadar olsa bile, suçtur, yolsuzluktur. Yolsuzluğun büyüğü küçüğü yoktur. Önemli olan insanın bu suçu işlediğini kendiliğinden fark edebilmesi, idrak edebilmesi ve kefaretini ödemek için elinden geleni yapmasıdır. Böyle davranmak ERDEMDİR.
Şimdi sözü; yıllar önce başlattığımız "okul dışı eğitim" olarak tanımladığımız çalışmalarda geliştirdiğimiz, bundan böyle diye başlayan, "müfredat"ta dile getirilen uygulamalara getirmek istiyorum:
Yaşam tarzımda "devrim" niteliğinde değişikliklere yola açan bu uygulamaların bir örneği Türkiye Cumhuriyeti devletini dış borç yükünden kurtarma kampanyası başlatma girişimimdir. Bu konuda Başbakanlığa yaptığım başvurumla, kiradaki evimden almakta olduğum aylık 200 milyon TL gelirimi, bir yıl süreyle, gönüllü vergi olarak ödemeyi taahhüt ettim.
Hazine Müsteşarlığınca, bu başvurumla ilgili olarak, Başbakanlık Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı'na gönderilen 22. 11. 2001 tarihli yazıda, bir yasal düzenleme yapılması önerildi. Ancak, 57- 58- 59 ve 60 hükümetler bu öneriyi dikkate almadılar.
Başlatılması durumunda, en azından, vergi bilinci kavramını hayata geçireceğine inandığım bir girişim, böylece "katledildi". Bu "katl"in sorumluları hakkında neler hissettiğimi bu satırları okuyanların takdirine bırakıyorum...
Unutmadan; vergi kaçırmanın "kul hakkı yemek" olduğunu da sözü edilen çalışmaları yaparken öğrendim. O çalışmaları yaparken aldığım tepkilerin bazıları:
"Herkes senin gibi olsa" ,"senin gibilerin sayısı çoğalmalı", "yaşanan sorunlar senin gibilerin azlığındandır", "Allah rızası için, insanlık için çalıyorsun", "ibadet ediyorsun", " hakkın ödenmez", "Bodrum için çok şey yaptın" , "Allah gecinden versin senin cenazen çok kalabalık olacak", "dünyanın en zor işini yapıyorsun"…
Eğer, "okul dışı eğitim" çalışmalarını yapmasaydım, "müfredat"ta sayılan alanlardaki suçları işlemeğe, yolsuzlukları yapmağa devam edecektim. Bu satırları, bu gerçeği kamuoyuna açıklamak için yazıyorum…
Diğer taraftan, o çalışmaları yapmayanların "müfredat"ta sayılan alanlardaki suçları işleyip işlemediklerinin, yolsuzlukları yapıp yapmadıklarının takdirini kendilerine bırakıyorum…
Şimdi soruyorum: "Acaba", sayın Süleyman Demirel;
Turgutreis'te denizi kirleterek Yat Liman inşa eden Doğuş Grubu'na verdiği desteği hatırlar mı,
Tarım arazilerine otomobil fabrikaları yaptırdığını anımsar , kefaretini ödemek ister mi?
Eski Cumhurbaşkanlarına maaş zammı öngören, haksız bulduğum, yasa ile ilgili düşüncelerini açıklar mı?
Bundan böyle, benzer yanlışların yapılmasının önlenmesi bağlamında ÖRNEK OLMAK ister mi?
Alınması Gereken Ders: "İnsan ektiğini biçer" bu alemde,

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 13

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Galip BARAN
Galip BARAN HAYAT HİKAYESİ
HİLLARY CLİNTON
Bu sabah TV'de izlediğim haberlerde, Hillary Clinton, Dışişleri Bakanı olarak ettiği yemin töreninde, "her sabah dünyayı nasıl daha güvenilir bir hale getirebilirim düşüncesiyle uyanıyorum" şeklinde bir söz söyledi. Bayan Clinton'a, bu sözünden yola çıkarak, aşağıdaki şekilde bir mektup gönderebiliriz...
Hillary Clinton,
ABD Dışişleri Bakanı
Sayın Hillary Clinton,
Dışişleri Bakanı seçilmenize, eşiniz Bill Clinton'un bıraktığı izlenimin de etkisiyle en çok sevinenlerdeniz. Gönülden kutluyoruz. Başarılarınız için duacıyız.
Bu görevi üstlenişiniz nedeniyle ettiğiniz yeminde; "her sabah dünyayı nasıl daha güvenilir bir hale getirebilirim düşüncesiyle uyanıyorum" şeklinde bir söz söylediniz. Size, bu değerli düşüncenize destek ve yardımcı olmak amacıyla yazmak gereğini duymuş bulunuyoruz. Faydalı olabilirsek, ne mutlu bize.
Bizler, yıllardır devam eden "okul dışı eğitim" olarak tanımladığımız çalışmalarla; "dünyayı daha güvenilir hale getirme", "dünya barışını sağlama", "dünyayı daha yaşanabilir kılma" , "iklim değişikliğine son verme" konularında çözüm olacağına inandığımız nedenle dikkate almanızı dilediğimiz bir sonuca vardık. Bu sonucu şöylece özetledik:
SORUN BENCİLLİK: ÇÖZÜM SENCİLLİK
Şöyle bir bakıldığında, doğru gibi görülse bile, herkesin kolaylıkla ifade edebileceği soyut bir kavram olarak değerlendirilebileceği nedenle, inandırıcı bulunmayabilecek bu deyişi bizler yukarıda sözü edilen "okul dışı eğitim" çalışmalarımızla somutlaştırmış , yaşama geçirmiş bulunuyoruz..
Bakanlığınızın Türkiye'deki temsilcileri, yazdıklarımızın inandırıcılığı konusunda, size, bizleri izleyerek, gözleyerek, bizlerle görüşerek, yardımcı olabilirler.
Saygılarımızla, Bilinç Üniversitesi
Turgutreis-Bodrum, TURKEY
Gönderen Galip BARAN  http://galipbaran.blogspot.com, e.MAİL: galipbaran@ttmail.com
AYRICA: http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 14

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Hüseyin Hüsnü GÜREL
Hüseyin Hüsnü GÜREL HAYAT HİKAYESİ
DOĞALGAZ’DA KESİN ÇÖZÜM ERZİNCAN OVASIDIR
“Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağı ortaya çıkarıldığı takdirde ülkemizin doğalgazı fazlasıyla karşılanacak ve nükleer enerjiye ihtiyaç kalmayacaktır”. Akkuyu da yapılacak 4800 KW gücündeki nükleer enerji santral ihalesine yalnız Rus’lar katılmış ve 86 milyar ABD doları gibi çok büyük fiyat teklif etmişlerdir.
Ülkemizde yerli kaynaklardan enerji üretimi için; Milletçe ve Devletçe seferber olmak mecburiyeti doğmuştur. Ülkemizde yerli kaynaklardan enerji üretimine çaba göstermeyen ve bu konuda yardımcı olmayan kimseler; kendilerine, yakınlarına, milletine ve vatanına ‘ihanet etmiş’ olacaklardır.
1.İnternette http://www.milliservet.blogspot.com/ WEB sitesinde yayınlanan 10.10.2008 tarihli RAPOR da, üçüncü zamanda Ortadoğu!da sığ Tetis denizinde çok zengin petrol yatakları teşekkül ederken; Erzincan Ovası’ndaki sığ Tetis denizsel ortamda da benzer şekilde çok zengin petrol yatağı teşekkül etmiştir.
Bu petrol yatağı teşekkül ettikten sonra; milyonlarca sene Erzincan Ovası etrafı dağlarla çevrili sığ ring gölü haline geldiğini; bu sığ gölde milyonlarca sene yeniden ve ilâveten petrol teşekkül ederek, Erzincan Ovasındaki bu petrol yatağının daha çok zenginleştiği konusunda ayrıntılı bilgi verilmiştir.
2. Bu RAPOR da, Arabistan plâtosunun, Anadolu’yu ve Erzincan Ovasını muazzam kuvvetlerle zorlayarak ittiği; bu itme ile Anadolu’nun her yıl Yunanistan’a doğru 2.5 cm yaklaştığı; Erzincan ovası’nın da her yıl 1-2 cm kadar daraldığı ve bu zorlama itmeye dayanamayan Erzincan ovası’ndan geçen fay’ların çatladığı; çatlayan bu fayların 1-2 gün gibi kısa sürede kırılarak depremlerin meydana geldiği bilinmektedir.
Çatlayan bu faylardan çok büyük ölçüde doğalgazın yükseldiği; gökte doğalgazın yanması ısısı ile deprem geceleri Erzincan ovasında trilyonlarca m3 havanın ısınması ve ovadaki donmuş karların erimesi ile Erzincan ovasında çok zengin doğalgazın varlığını doğa; açıkça orta koymaktadır.
3. Bu RAPOR da, depremler esnasında çatlak faylardan 1-2 gün süre içerisinde çıkan doğalgaz kaçağının yerde ve gökte yandığını; Arabistan plâtosunun Erzincan ovasını itmesi devam ettiğinden; deprem olayı olup biter-bitmez, çatlayan fayların vana gibi kapanması sebebi ile; Erzincan da 50-60 sene sonra meydana gelecek yeni deprem tarihine kadar bu faylardan doğalgaz çıkmasına izin verilmediği; bu nedenle Erzincan ovası’ndaki doğalgaz yatağı’nın zenginliğinin korunduğu konusunda bilgi verilmiştir.
4. TPAO Genel Müdürlüğü’nce 1998 senesinden beri verilen cevabi yazılarda Erzincan ovası’nın jeolojik yapısının petrol ve doğalgaz teşekkülüne uygun olmadığı konusunda; masa başında oturarak kafadan sallama beylik palavra ifadeler ile bilgi verilmiş ve her defasında bu konu dışlanmıştır.
MTA Genel Müdürlüğü’nün 1/500.000 ölçekli ‘Jeolojik haritasında’ Erzincan ovası ve civarında petrol teşekkülâtına çok uygun yaşlı çökellerin varlığı açıkça görülmektedir. Etrafı dağlarla çevrili ve üstü çok mükemmel biçimde örtülmüş olan Erzincan ovasındaki petrol yatağı erozyona karşı mükemmel şekilde korunmuştur.
SONUÇ: Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağı ortaya çıkarıldığı taktirde; Akkuyu da inşa edilecek 4800 KW gücündeki nükleer enerji santralı için yapılacak 86 milyar ABD doları gibi çok büyük masrafın % 0.001 (10.000’de bir) gibi çok az masraf ile Erzincan ovasında gerekli petrol ve doğalgaz araştırmaları ve sismik etütleri yapılacak ve birkaç sondaj kuyusu açılması ile çok büyük miktarda doğalgaz üretimi yapılabilecektir. Bu nedenle, ülkemizde nükleer enerji santralı inşasına da gerek kalmayacaktır.
WEB: http://www.milliservet.blogspot.com
e.MAİL: hhgurel@hotmail.com
Gönderen Yüksek İnşaat Mühendisi, İTÜ-1953

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

15

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

AYTEKİN AYDIN’IN HİZMET DÜNYASI
                                                          
Aytekin Aydın, binlerce PTT çalışanından biri.
Ama farklı olan bir PTT çalışanı, PTT memuru Aytekin Aydın. Düşünen, halkla ilişkiler kavramına uzaktan seyreden değil, yaşayan ve uygulayan, vatandaşla kuruluşu arasındaki köprüyü sağlam temeller üzerine oturtup, hizmetleriyle vatandaşın takdirini kazanan şiirleri, denemeleri bulunan bir arkadaşımız.
PTT’nin hizmetleriyle ilgili görüşleri var, ürettiği, birincilik ödülü aldığı hizmet sloganları var. Aytekin Aydın’a kulak verelim.
 
SİZE HİZMET KENDİMİZE VERDİĞİMİZ ÖDÜLDÜR.
 
Evet bir PTT çalışanı olarak PTT nin 2007 yılında açmış olduğu slogan yarışmasında yukarıdaki sloganımla birincilik ödülü almıştım.
Bu gün yazmış olduğum o sloganın somut bir şekilde hayata ve uygulamaya geçmiş olduğunu görmekten çok mutluyum. Aslında her şey bundan 5–6 yıl önce başladı. Sanki sihirli bir el değdi ve PTT hızlı bir atılıma geçti. Önce PTT BANK yapılanma sı ile bankacılık hizmetlerine başladı. Türkiye’nin tüm il ve ilçelerine on line havale kabulü ile para kabulü, posta çek ile çok cüzi bir ücretle para transferi, Western union ile tüm dünyaya havale işlemleri, internet, kablolu tv, internet üzerinden telgraf işlemi sigortacılık hizmetleri tren bileti satışı arkasından. Acele koli hizmetleri ve ardından da 02.06.2008 tarihinde PTT KARGO yapılanmasına geçilmiştir.
PTT Acele Kargo ve PTT / V.İ.P Kargo hizmeti başlatılmıştır. İlk etapta 8 ilde 8 adet kargo işleme merkezi oluşturulmuş 81 ilin 0/0 85 ine kargolar ertesi gün teslim edilmektedir, üstelik PTT Kargo 169 servisi ile 50 kg’a kadar olan kargolar günün 24 saati evden alınmakta. 30 bin uzman 8 yeni dağıtım merkezi ve 5 binin üzerinde araçla çağa uygun PTT nin adına yakışır bir hizmet anlayışı ile yerine getirilmektedir.
Yine yıllar önce çeşitli gazetelerde PTT hizmetlerini anlatan bir makale yazmış ve yazının başlığını –Bir Kurum Bin Hizmet PTT- diye atmıştım bugün güzel bir benzetme olarak mecazi anlamda söylediğim o sözde gerçekleşmek üzere.
Evet sayın okurlar; Ben böyle köklü ve halkıyla bütünleşmiş 169 yıllık bir kurum mensubu olmaktan mutluyum. Sizlerinde güzel ülkemizde sizlere hizmet için kurulmuş böyle nadide kurumlara sahip olmanızdan mutlu olduğunuzu biliyorum.
Nice 169 yıllara PTT iyiki varsın, sevgilerimle.
 
SAHİP ÇIKAMADIKLARIMIZ
 
Ak kaz, vs. Tüm masallarımız hoşça kalın. Sizin yerinizi şimdi CD’lerle, televizyon ve kitaplarda yeralan Alice Harikalar Diyarında, Pinokyo, Heidi veya çizgi filmler dolduruyor: Aynen bizim zihnimizi haftalık dizilerin doldurduğu gibi.
Artık düşünemez olduk. İzlediğimiz dizilerde gülmemiz gereken yerlerde gülme efektini duyunca gülüyoruz. Uzaktan bizi kumanda eden bu diziler, aile içi sohbetlerimizi de unutturdu. Ziyaretlerimiz bile dizilere göre yapılır oldu. Evden çıkmayı, hasta ziyaretine gitmeyi önemsemez olduk (Fatma Uçarlar).

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 16

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

ÜLKELER, İNSANLAR, SEVDALAR
                                                                      
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de faaliyet gösteren Vektor Neşirlerevi’nin sahibi ve genel koordinatörü, Prof. Dr. Elçin İskenderzade hocanın şiirlerinin biraya getirildiği, Türkiye Türkçesiyle Ankara’da 256 sayfayla günyüzü gören bir kitap.
Bursa-Yıldırım Belediye Başkanı Dr. Özgen Keskin’in iki sayfalık önsözü var kitabın ilk sayfalarında. Özgen Keskin, önsözünün bir yerinde;
-“Elçin İskenderzade genellikle serbest tarz yazan bir şairdir. Hemen hemen her konu onun şiirlerinin temasını oluşturur. Şiirlerinde bir melankoli vardır hayatın gerçekleri de güçlü bir şekilde mısralarına yansır” diyor.
 
-Bu evin yüzü gülmez,
Bu eve gelin gelmez,
Ne yapsın şehit anası,
Bir güzel ağlar komşuda,
Ah, bu kız bir su sunası..
 
Görüldüğü gibi, Elçin İskenderzade, ele aldığı her konuyu enine-boyuna inceliyor, yorulmuyor, genel bir değerlendirme  çerçevesinde, mısralaştırıyor. Hemde başarılı bir şekilde karşımıza çıkıyor sonradan, kitaplarla, dergilerle, gazetelerle.
Kitap içindeki şiirlerin başlıklarında da bir anlatım zenginliği, mesaj vericiliği gözleniyor. Bunlardan: Martılı sevdalar, cam mücizesi, bir askerin öyküsü, ihtiyar dilencinin portresi vd.
Müjde ve çiçek türküleri 124 ve 125 nci sayfalarda yüzyüze gelmişler, kitap kapanınca birbiriyle öpüşüyorlar, kucaklaşıyorlar. Müjde Türküsünden:
 
-Bir gün yurt savaşında,
Şirin candan geçeriz,
Şehitlik şerbetini,
Bismillahla içeriz..
 
Ve arkasından ikinci şiirimiz “Çiçek Türküsü”ne kulak verelim:
 
-Sen benim şiirimdesin,
Sen benim ruhumdasın,
Gündüzün hayalimde,
Geceler uykumdasın...
 
Elçin İskenderzade’nin şiir dünyası da, öteki alanlarda ortaya koyduklarının şekillendiği dünyalar kadar aydınlık ve gelecek bağlantısı olan anlatımlarla, şiirlerle doludur.
Elçin İskenderzade: 16 Eylül 1964 tarihinde Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesi’nin Şuşa şehrinde doğdu. 1986 yılında Azerbaycan Teknik Üniversitesinin Mekanik Fakültesinden birincilikle mezun oldu.
120’den fazla ilmi eserin, 36 buluşun, 13 monografının ve ders kitabının, 64 edebi ve ilmi kitabın yazarı olan Elçin İskenderzade “VEKTOR” Uluslararası İlim Merkezinin kurucu ve Genel Başkanı, Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisinin Rektörüdür.
 
GÜNÜN MESAJI: Sayın İsa Kayacan; Türkiye’de size “Burdur’un gülü, insanlığın sembolü” diyorlar.
 
Azerbaycan’da da, “Azerbaycan’ı canı kadar seven ve ona sarılan mücize insan” diyorlar. Sizi yeni yıl münasebetiyle kutluyor, ellerinizden öpüyorum. Hürmetle (Pervane Namıkgızı, Bakü-Azerbaycan-Mesaj: 01 Ocak 2009, 23.17.07)

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 17

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

OSMAN TEKERCİ’DEN GELENLER
                                                                      
Osman Tekerci, Burdur ilimize bağlı, Bucak ilçemizde Edebiyat öğretmeni olarak görev yapıyor.”Allıca Turnam” adlı şiir kitabı 2007 yılında günyüzü gördü. Şimdilerde “Sürmeli Güzel” adlı şiir kitabının yayın hazırlıkları içinde.
Bir dosya dolusu şiir, şiirle ilgili görüşlerinin getiricisi iki mektup niteliğindeki anlatımları, iki ayrı biyografi geldi bana. Biyografiler, “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adlı kitabımda yeralacak inşallah. Önce biyografileri:
İbrahim Çoşkuner:  1955 yılında Burdur iline bağlı Bucak ilçesinde doğdu. Yöresel tezeneyi çok iyi kullanan İbrahim Coşkuner, Burdur’un özel enstrümanı olan Sipsiyi en iyi biçimde seslendiriyor.
Şaban Uysal: 1964 yılında Burdur ilinin Bucak ilçesine bağlı Heybeli köyünde doğdu. Sevgi, aşk, sosyal içerikli, milli, dini, güzelleme konulardaki şiirleriyle dikkat çeken, “Sonbahar” adlı şiirinin ilk dörtlüğünde:
-Niçin döker ağaçlar yaprağın/Solar tüm çiçekler soğur ya toprağın/Yok olur kelebekler göçmen kuşlar/Sen gelince nedense kış başlar” diye seslenen Şaban Uysal Ağrı-Doğubayazıt’ta vatani görevini yaparken rahatsızlandı. Şeker ve soğuktan etkilenerek, sağ ayağını diz boyundan, el parmaklarının boyut olarak büyük bölümünü kaybetti.
Şaban Uysal, hayatı sevmenin, ona tutunmanın, inancının, azminin sonucu inatla varlığını kanıtlamaya çalışıyor.
 
MEKTUP NOTLARI
 
1-Saygı değer İsa Hocam;  köyünüzde bir kütüphane açmanız, bir meşale yakmanız köyünüze olan bağlılığınızın yanı sıra herkese, tüm Türkiye’ye örnek olmuştur. Kitaplarınızı bağışlayıp gönül dostlarının da desteğini alarak bir sadakat örneği sergilediniz. Bu örnek davranışınız dostlarınızla bir araya gelmeye, aynı havayı teneffüs etmeye vesile oldu.
Duygular paylaşıldı, güzellikler paylaşıldı. Sevmenin, sevilmenin, azim ve kararlılığınızın bir sonucu ki sizi yeni yeni hedeflere yöneltiyor. Demek ki sizin önderliğinize, bilgeliğinize, sizin gibi paylaşmayı bilenlere ihtiyacımız var.
Her insanın farklı yetenekleri vardır. Onları tanıma, tanıtma dostları buluşturma, dostlukları pekiştirme, gönüller arasında köprüler kurmada o kadar mahirsinizki, böyle bir mutlu günü yaşamak, gönül dostlarına da tattırmak mutluluğuna erdiniz. Bu duyguları bizlere de yaşattığınız için müteşekkirim.
Bu tür örnek davranışların devamını getirecek olanlara da destek vereceğinizi belirtmek istiyorum. Sergilediğiniz örnek davranıştan dolayı, sizi tekrar tekrar tebrik eder, çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim (Osman Tekerci, 04.02.2009 Bucak Burdur)
2-Isparta ilinde yazar ve şair Fatma Uçarlar hanımefendi yapacağı şiir dinlenti ve imza gününe davet etti. Diğer dostlar gibi katıldık. Gayet düzgün, seviyeli bir toplantıydı. Bol bol şiirler, özlü sözler beyinlerimizi süsledi. Yeni bir şiir ve deneme kitabını okurlarıyla buluşturdu.
Akıcı üslubu, Türkçeyi gerektiği kadar sade bir biçimde kullanışı, seçtiği konularda vurguladığı düşünceler, paylaşımcılığının yanında mütevaziliği ile dikkat çeken bu şairimizden yeni eserler bekliyor, başarılarının devamını dilerken böyle bir etkinlikte bu güzel davranışların tadını, zevkini, bizlere de yaşattığı için teşekkür ediyorum. Emeğinize, dilinize sağlık tekrar tekrar başarılar diliyorum (Osman Tekerci, 04.02.2009,Bucak-Burdur)

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

   18

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

İKİ ŞAİRİN YAZDIKLARI 
Benimle ilgili duygular, bu duyguların sahipleri, toparladıkları, yazıp ortaya koyduklarıyla beni sevindiriyor, mutlu ediyorlar.
Adana’dan Mansur Ekmekçi benimle ilgili önce eleştirisel sonra övgüye dönüşen şiirler yazdı. Bunların sonuncusu Ocak 2009’a ait. Aşağıya alıyorum:
 
Hocam Prof. Dr. İsa Kayacan’a
 
SEN NESİN?
 
Gönül gözü ile derinden süzme
Seher mi, meltem mi, yoksa yel misin?
Gözpınarım durgun, akıtıp üzme
Tipi mi, boran mı, yoksa sel misin?
 
Gözlerin mühürlü, cemalin perde
Sönmeyen ateşim sevdandır serde
Bulunmaz emsalin göklerde, yerde
Melek mi, Veli mi, yoksa kul musun?
 
Güleç yüzden düşen gamzeler yakar
Cemalin görenler bir daha bakar
Sözlerin petekten dökülmüş akar
Şeker mi şerbet mi, yoksa bal mısın?
 
Güzelliğin sırrı nakış özünde
Gizli mana saklı her bir sözünde
Gökkuşağı doğar senin gözünde
Lale mi, sümbül mü, yoksa gül müsün?
 
İkinci şiir Ankara’dan Ozan Mihmani’ye, yani Hüseyin Soğuk’a ait. Anılan şiir aşağıda efendim:
 
İSA KAYACAN HOCAM’A
 
Kutsal toprağından nasibi alıp,
Aşkıyla yeşermiş İsa Kayacan.
Müşvik cesaretin lutfuna dalıp,
Aklı ile zafer yazmış anbe an...
 
Mucize kapıya başıyla varıp,
Göz yaşıyla yanan, narına sarıp,
Medcezir yüreği manaya karıp,
Erdemlikle bulmuş, böyle tutkun şan.
 
Potada eriyip rehber dağına,
Sırrını çözdürmüş, ömrün bağına,
Hep sevgiyle dönüp, güzel çağına,
Yüzelli kitapla sesveren bir kan...
 
Burdur’un Tefenni’den, köyüyse Ece,
Sözünden feyz alır, hikmetli hece,
Dostluk ışığıyla kaybolur gece,
Göğsündeki gökle atar iken tan..
 
Ufku boyayarak rengini anan,
Baki ilhamıdır beyaza canan,
içtiği yıllarla gücüne kanan,
Olmuş felsefesi Mihmani’ye yan..
 
Mihmani-Hüseyin Soğuk (Ankara 03.02.2009)

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  19

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

DR. ŞÜKRÜ TEKİN KAPTAN’I UNUTMAMAK
                                                          
            Aramızdan ayrılanların, zaman içinde toplumumuzun büyük bölümü tarafından unutulduğunu sıklıkla yaşıyor, görüyor ve duyuyoruz.
            Şükrü Tekin Kaptan, Denizli merkezli Ege sanat ve edebiyatının, kültürünün başöğretmeni gibiydi. 16.11.1942 tarihinde Denizli’de doğdu. 11.10.2007 tarihinde incelemelerde bulunduğu İran’da vefat etti. Türkiye’ye getirilerek Denizli’de toprağa verildi.
            Temmuz 2008’de yayınladığım “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler” adlı kitabımın 425 ve 426 ncı sayfalarında biyografisinden geniş bir kesit yer aldı. Bu yazımı, Anadolu’da yayınlanan onlarca gazetede yayınladım. Eşi, muhterem Nurten Kaptan hanımefendiye gönderdim. Bu arada, Isparta’dan Fatma Uçarlar arkadaşımız da, Isparta Göller Bölgesi Şair ve Yazarlar Derneğinin yayın organı Duyguseli Bülteni (Dergisinin) Şükrü beyin vefat tarihinden sonra ilk sayısında yazdığı “Şöyle Giriveersen Kapımdan” adlı kitabında da yer verdiği “Yaz-Ar Bir’de Yaprak Dökümü” başlıklı yazıda, gerekli anma ve değerlendirmelerde bulundu. Farklı haberlerde yayınlandı.
            Bilinmesi ve hatırlanması için, Şükrü Tekin Kaptan’ın fotoğraf ve uzunca biyografisinin, İhsan Işık’ın hazırladığı “Resimli ve metin örnekli, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi”nin 5 nci cildinin 1956 ncı sayfasında yer aldığını da kaydetmek istiyorum efendim.
 
TURGAR ALGAN’IN MEKTUBU
 
            İzmir’de yaşayan, buradan ses veren Turgay Algan’ın 05.02.2009 PTT çıkışlı bir mektubu ulaştı bana. Algan, rahmetli Şükrü Tekin Kaptan’dan söz ediyor ve O’nunla ilgili duygularını dile getiriyordu. Mektup şöyle:
-Sayın İsa Kayacan; Bazı kişiler sağlığında çok koşturur. Herkese öncülük yapar. Birçok esere imza atar. Ölünce de adı-sanı unutulur gider. İşte bunlardan biri de Şükrü Tekin Kaptan’dır. Hayatını anlatsak destan olur.
            Aramızda çok iyi anılarımız geçti. Hiç unutamam. İzmir’e kızının yanına her geldiğinde yanıma uğrar, misafirim olurdu. Elimizden geldiğince misafirperverliğimizi gösterirdik. Aramızdaki diyalog abi-kardeş gibiydi. Kendisini hiç yabancı görmedim. Sayın Şükrü Tekin Kaptan benim abim idi.
            En son telefonla konuştuğumuzda yurtdışına bir panele davet edildiğini söyledi. Ben de dedim ki; “Ne acelesi var, bekle. Mübarek bayramdan sonra gidersiniz” Sanat aşkı ağır bastı ki,” davete icabet gerekir, mutlaka gideceğim” dedi. Hayırlı olsun, dedim. Aradan 4 gün geçti. Gazetede okudum: “Egeli Araştırmacı ve Yazarlar Birliği Genel Başkanı Şükrü Tekin Kaptan, yurtdışına yaptığı gezi esnasında kalp krizinden ölmüştür” En verimli yaşında vefat etmesine üzüldüm.
            Aradan geçen bir yıl zaman zarfı içinde, adı, sanı hiç söylenmedi. Ölüm yıl dönümünde de anılmamıştır, hatırlanmamıştır. Sayın Şükrü Tekin Kaptan’ın ölümünden çok, hatırlanmaması beni üzmüştür.
            Sayın İsa Kayacan abim; Merhum Şükrü Tekin Kaptan’ın hayatını incelemeye, araştırmaya karar verdim. İmkânlar elverirse, Denizli’de ailesini ve mezarını ziyaret edeceğim. Bu konuda bana yardımcı olmanızı rica ediyorum. Selam ve sevgilerimi sunuyorum (Turgay Algan, İzmir, 05.02.2009)
 
            TURGAY ALGAN’IN ŞİİRLERİ
 
Turgay Algan’ın  özlü söz anlamına gelebilecek üçer-dörder mısralık şiirleri var bunlar:
1- Sema seni /Yıllar geçsede/İhtiyarladığında da /Yine seveceğim,
2- Gene fark etmez ihtiyar/Fark etmez/Övünüyorum, özlüyorum,
3- Dertler damlıyor gönlüme/İstemeye, istemeye,
4- Yaşlandıkça farkındayız/Zararı yok/Uzun ömrün.
5- Baktım kendime/Sappho/Şairmiş dedim/Belki de şairlerin kralı
6- Yanlış/Beni seveni /Sevmiyorum bende.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  20

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

ŞAİRLERİN DÜNYASINDAN
                                                                      
            Şairlerimiz, şairelerimiz. Saygı duyduklarımız, sevgi duyduklarımız…
Bize yansıyan şiirleri, bu şiirlerin içinden aldıklarımız, seçtiklerimiz… Birkaç mısra..
 
AHMET TUFAN ŞENTÜRK
Toprak tohum ister,
Yağmur bekler,
Mezarcı ölü.
 
Hasta yaşamak ister,
Sevmek ister,
Mezarcı’nın çocukları,
Ekmek ister..
 
            Ahmet Tufan Şentürk hocanın “Son durak” adlı şiirinin iki bölümüydü bu efendim. Şiirin tamamı beş bölümden oluşuyor.
 
GÜZİDE TARANOĞLU
Herkesi oyalar doğanın gizi,
Doyurmaz hiçbir güç beklentimizi,
Sineye çekerek kaderimizi,
Hayatın yolunu arşınlıyoruz.
 
            Güzide Taranoğlu hocanın “Arşınlıyoruz” adlı şiirinin son dörtlüğüydü bu efendim. Şiirin tamamı üç dörtlükten meydana geliyor.
 
FATMA UÇARLAR
İsterim,
Bir gece de olsa,
Mis kokulu bir annenin,
Göğsünde uyumak,
O benim annem olmasa da..
 
            Fatma Uçarlar’ın dört ayrı bölümünden oluşan “İsterim” şiirinde anne duygusunu geniş olarak işlenmiş efendim.
 
MURAT DUMAN
Senden uzak kalmak, ne kadar zormuş,
Her yerde gözlerim, seni arıyor,
Yokluğun içimde, ateşten kormuş,
Yandıkça yüreğim, dünü arıyor..
 
            Murat Duman’ın, rahmetli, şiirimizin bey yıldızlı çınarı Ahmet Tufan Şentürk’ün 40 ncı ölüm gününde yazdığı şiiri bu efendim. Beş ayrı dörtlükten oluşuyor. Yukarıdaki dörtlük ilk dörtlüğü bu şiirin.
 
İSA KAYACAN
Bir an bütün dünya olsa senin emrinde,
Hiç çare yok, gideceksin vaktin birinde,
Bilinmez kaç kişi olacak cenazende,
Öbür dünyadaki yerin için, ne yaptın?
 
            İsa Kayacan’ın dört dörtlükten meydana gelen bu şiirinin ilk dörtlüğünü yukarıya aldık efendim.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 21

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

HANIM AKÇAY’DAN BİR KÖY HİKAYESİ
            Şairler, yazarlar-denemeleriyle, ortaya koyduklarıyla dikkat çekerler…
            Hanım Akçay, Burdurlu hemşehrilerimden biri...
Eli kalem tutuyor, şiir ve denemeleri var…
            Hanım Akçay’ın bir köy hikayesi var bana ulaşan. Daha doğrusu, ismi sonradan konacak bir deneme bu. Bana gelen sayfaların sayısı 9. Yani hikayeden çıkıp, romana doğru adım atan, buralardan ses veren bir çalışması Hanım Akçay hemşehrimin.
            Köye yönelik çalışmalar, deneme ve yayınlar farklı anlatımlarla daha bir zenginleşiyor.
            Hanım Akçay, zamanlamayı bir terazi içinde ölçüp-biçtikten sonra, anlatmaya başlıyor. Burada:
            Temmuz ayının sıcağı bir çekilmezlik, sıkıntı tablosunun ortaya koyduğu kaydedildikten sonra, Vezir sokağına doğru yola çıkıyor. Ümmü nine bu sokağın en yaşlısı olarak ilk kahraman olarak seçilmiş. Hollanda’dan köye gelen bir kız vardır anlatımın içinde. Ümmü nine değişik düşünceler içindeyken bir şeyler mırıldanmaya başlıyor. Burdur ve yöresinde bunun adı “yas”dır. Sözlerinde neler var bakalım:
 
-Bacamızı günden yana deldiler,
Avlumuzun önüne koyun gibi doldular,
Hepimizi gurbet ele verdiler,
Gurbet eller evin mi olur ay anam,
Sular serpen serin mi olur ay anam..
 
            Bir eşeğin kapıdan içeri girmek için zorlayışı anlatılır, Deli Ümmetlerin Ali’nin ortaya çıkışı, Ümmü ninenin ellerini tutuşu.. Ümmü nineye karşı saygısızca, “Bana bak yaşlı cadı. Eşek senin kapını mı yedi?”diye bağırışı, yanlışların tesbiti bakımından önem taşımaktadır.
            Sonra sayfalardaki cümlelerden bazı alıntılar yaparak devam edelim. Buyurun:
- Eve giden Ali, kapı aralığından kimlerin gelip gittiğine bakıyordu.
- Ayşe teyzenin onaltı yıl önce kocası ölmüştü, bir daha evlenmemişti.
- Fatma ana, sen sanki namuslumusun?. Bunca senedir kocasız durulur mu?,
- Aşa gızım ben düşündüm, taşındım, öyle tarttım, böyle tarttım, kestim biçtim olmadı. Korkuyorum ikimiz de duluz. Hadi kalkalım da hakime gidelim, derdi.
- Gözünün önüne evlendiği gün gelmişti Ümmü ninenin kocası yakışıklıydı hani.
- Bir yandan da bir belik yas tutturmuş iki gözü iki çeşme ağlıyordu:
 
Gurbet kuşu kondu dikene,
Kanrılır kanrılır öter vatana,
Eller sığdı biz sığmadık vatana.
 
Evimizin önü duttur dökülmez,
Dudun yaprağı göktür oda dökülmez,
Elin kahrı güçtür anam çekilmez,
Biz çekiyoruz anam kul başına vermesin..
 
            Hanım Akçay’ın hikayesinin içinde yer alanların sayısı fazla. Hacca gız, aşa yenge, Ümmü ana, Ali emmi vd. Hepsi zamanı gelince konuşuyor, konuşturuluyor, zamanı gelince susuyorlar, susturuluyorlar.
            Reis sözünü bitirdikten sonra Omar dayı konuşmaya başlıyor. Sakin sakin, ağırlıklı olarak.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 22

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

BURDUR’UN CEVİZ EZMESİNİ TPE TESCİLLEDİ
Burdur’un ağız tadı,
Ceviz ezmesi adı, sloganımı yıllardır tekrarlayıp durdum, yazıp yayınlayıp sundum. Ceviz ezmesinin Burdur’a aitliğinin tescillenmesi için, Burdur çıkışlı çalışmalara, Ankara’dan destek vermeye, girişimleri desteklemeye çalıştım. Bu yıllarca sürdü.
Ve bir gün geldi, Burdur Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığının girişimleriyle, Kısa adı TPE olan, Türk Patent Enstitüsü, Burdur ceviz ezmesinin Burdur’a has bir tatlı türü olduğuna ilişkin değerlendirmesini sonuçlandırdı ve “Ceviz ezmesinin Burdur bölgesine ait olduğunu” kabul etti, tasdikledi.
Bu sonuç, bizim için Burdurlular için sevindirici bir çalışmaydı, değerlendirme ve sonuçtu.
Bucak ilçemiz merkezinde günlük ve ofset tekniğiyle yayınlanan “Ses–15” gazetesinin 28-30 Ocak 2009 tarih ve 1422-1424 ncü sayılarının ilk sayfalarında verilen ceviz ezmesiyle ilgili haberler yanında, Burdur merkezde yayınlanan Yenigün gazetesinin 31 Ocak 2009 tarih ve 16634. üncü sayısında ve Burdurlunun Sesi gazetesinin 28 Ocak 2009 tarih ve 2027.inci sayısında yer alan haberler sevinç ve gurur kaynağımızın belgeleriydi. Haberlerin başlıkları:
“-Ceviz ezmesi Burdur’a has satılacak ve Burdur hak ettiği marka ürüne kavuştu. Ceviz ezmesi Burdur’un coğrafi işareti olarak tescillendi” şeklinde karşımıza çıkıyorlardı. Bu haberler, Burdur Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Yusuf Keyik’in verdiği bilgilerden oluşuyor, haberlerin birinde, Yusuf  Keyik’in elindeki tabak üzerinde yeralan ceviz ezmesi görüntüleri yeralıyordu.
Bu haberlerden 28 Ocak 2009 tarihli Ses-15 gazetesinde yeralanın satırları arasına dönelim, buradan bazı cümleler nakledelim efendim: “Burdur Ticaret ve Sanayi Odası’nın Burdur Ceviz Ezmesi’ni coğrafi işaret tescili için yaptığı başvuru kabul gördü. Kurumun onayının, Resmi Gazetede yayınlanmasının ardından söz konusu ürün Burdur’a has satılacak. Burdur Ceviz Ezmesinin tescil almasında çok eski yıllardan beri sadece Burdur ilinde yapılan ve Burdur’a ait özgün bir tatlı ve ikram yiyeceği kimliği etkili oldu” deniliyordu. Türk Patent Enstitüsünün bu kararından sonra, Ceviz Ezmesi, Antalya, Isparta ve Denizli gibi illerde yapılsa da orijinalinin Burdur’da imal edildiği gerçeği garanti altına alınmış oldu.
 GÜNÜN DÖRTLÜĞÜ:
Ceviz ezmesi sevilir
Pekmez sucuğu beğenilir
Daha başka ne yenilir?
Üzümü, kavunu da var Burdur’un
(Fatma Uçarlar)

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 23

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

BURDUR’DA KAZANIYORUM BURDUR’DA HARCIYORUM
Bu ara başlığımız, kısa adı BUSİAD olan Burdur Sanayici ve İşadamları Derneği’nin başlattığı bir kampanyanın adı. Burdur ilimiz merkezinde “Burdur” adıyla günlük, ofset tekniğiyle yayınlanan “Burdur” Gazetesinin, 20 ve 26 Ocak 2009 tarih ve 18276-18281 nci sayılarında yer alan haberlere göre, söz konusu kampanya Burdur’da ilgi gördü.
Vali İbrahim Özçimen, milletvekilleri  Belediye Başkanı, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin esnaflarla yapılan sohbetlere katılmaları, şehir içinde ilgiyle karışandı. “Haydi Burdur’da alışverişe/Burdur’da indirim günleri/Papatyalı işyerlerinde indirim var” sloganlı afişlerin dikkat çektiği kampanyayla ilgili bilgi veren BUSİAD Başkanı Süleyman Erman; “Bilindiği gibi 2008 yılı, dünyada ve ülkemizde çok kötü bir ekonomik krizle sonuçlandı. Biz bu krizde oturup-karamsarlık halinde beklemektense bir şeyler yapmalı-sloganı altında Burdur’da BUSİAD olarak bir proje ürettik” dedikten sonra Süleyman Erman; “Bu projemiz, Burdur’da yatırım yapıyorum sloganlarını içeriyor” dedi.
 
GÜNÜN SÖZLERİ :
1- Her yönüyle Burdur’un bütünlüğü bilincinin oluşturulması, ticaret ve sanayi hareketlerinde olumlu etkiler sağlayacaktır (Yusuf Keyik)
2- Kim, yerden bükülmüş bir çiviyi alıp, doğrultup, Burdur için çakarsa onun yanındayız  (Baki Varol)
2- İlimizin eğitimde elde etmiş olduğu başarıları tüm ülke kamuoyu biliyor. Burdur’umuz buna layık (Recep Yiğit)

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 24

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

BURDUR DESTANI YAYINA HAZIR
2008 yılının başında, “Burdur Destanı Bensiz olmaz”ın yazımına başladım. Burdurla ilgili kendi yayınlarım ve öteki Burdur çıkışlı yayınlardan yararlanarak, 160 sayfalık normal boyutlu bir kitap görüntüsü çıktı ortaya.
Türkiye’de ilk kez, nazım türüyle bir anlatım ve yayın çalışmasının Burdur’a, Burdurluya nasip olmasının getirdiği sevinç ve gururla “Burdur Destanı-Bensiz Olmaz”ın içinde, bölümlerinde neler var bir göz atalım:
- Sunuş, Burdur’u tanımak ve anlatmak,
- Genelleme, tarihin içinden, tabiat ve turizm varlıkları,
- Deprem ve afetler, kültürel varlıklar, tarım ve ekonomi,
- Yerleşim birimleri, Resmi ve sivil toplum kuruluşları,
- Yöneticiler (ilk dönem milletvekilleri, valiler)
- Belediye başkanları, Bilim adamları, iş adamları-toplum öncüleri,
- Yardımseverler, Burdur’a hizmet edenler,
- Bürokrat-serbest meslek sahipleri,
- Teke yöresi folkloru ve halk kültürü, THM-TSM ünlüleri,
- Mahalli sanatçılar, gazeteler, gazeteciler, radyo ve televizyonlar,
- Yazarlar, şairler, ozanlar,
- Şiir ve yazılarıyla Burdur’u ve Burdurluyu anlatan, Burdurlu olmayan şair ve yazarlar,
            - Ressamlar, sporcular, yemekler ve tatlılar.
Bu satırların yazarı, Burdur Destanı’nın yazarı-şairi İsa Kayacan, sunuşunun bir yerinde, daha doğrusu girişinde; “Burdur’u Burdurluyu manzum bir anlatımla, destansı bir toparlamayla anlatmayı hep düşündüm. Türkiye’de ilk kez yapılacak bu araştırma ve yazımımla bir ‘ilk’e daha imza atmak için zaman ve fırsat aradım. Haddizatında bu arayış yazım için hazırlanmamda veya başlanışında düğümlendi uzun süre. Burdur la ilgili yazıp yayınladığım kitaplarımı yeniden inceledim” diyor.
“Burdur’u, Burdurludan iyi tanıyan şair-yazar Fatma Uçarlar, Burdur kendi içinde farklı ve ayrıcalıklı bir şehir. Kendi kuralları, kendi doğrularıyla yaşayan, kültürüyle, sosyal yaşamıyla farklı hem de çok farklı bir şehir. Burdur’da insan; bakışlarında Salda’nın derinliğini, insuyunun serinliğini görüyor.. Burdur’da insan, Dizlerin üzerindeki yere çöküşlerde Alyazmayı, Serenler’i görüyor” cümleleriyle sürdürüyor Burdur’u Tanımak ve Anlatmak” başlıklı önsözünü…
Burdur Destanı ‘Bensiz Olmaz’ın ilk bölümünden;
 
-Burdur; Bir sevdadır,
Burdurlu; Sevgi yumağıdır,
Burdur; İnsandır, vatandır, topraktır,
Burdur; Hasrettir, özlemdir,
Burdur; Huzur kentidir,
Burdur; Beyköylü Ali beydir, Tefenni’li Ali beydir, Kemerli Gaz Amad’dır
Burdur; Teke havalarında, Teke zortlatmalarında, Teke zeybeğinde, çalımdır, edadır. Kol ve ayak hareketlerinin uyumudur, zeybeklerin duruşudur, yere çift vuruştur, bir kahraman ve efe edasıyla, gönül gönüle duruştur.
-         Ben Burdur’um/Ben Anadoluyum/Hasret hasret, duygu duygu, özlem özlem, Bayrak bayrak, Türkiye, Türkiye, Burdur benim, benim.. Burdur benim.. Bensiz olmaz.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 25

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

YANGIN OLUR BİZ YANGINA GİDERİZ
Osmanlı döneminden bize intikal edenlerin arasında yer alan bir şarkı, musiki parçası, “Yangın olur biz yangına gideriz” diye başlar. Sonra devam eder.
- Yangın olur, biz yangına gideriz/ Düz ovada keklik gibi sekeriz/Yokuşlarda şahin gibi uçarız.
- Sandık, sandıklar içinde çok şanımız var/ Hazreti Mevlaya yalvarmamız var.
Bu şarkının, anlatımın sözlerinde toplu hareket  etme, sonaca ulaşma gibi gayret belirtileri, nitelikleri var.
Ülkemizde, Belediyelik olmuş tüm yerleşim birimlerimizde itfaiye teşkilatları, itfaiye müdürlükleri faaliyet gösteriyor.
Siren sesleriyle yolların açıldığı her görüntü, mutlaka üzüntüyü de beraberinde getiriyor. “Yangın var”. Burada, “Yangın var, yangın var ben yanıyorum” sözleriyle kulaklarımızda kalan, musiki parçamızı da hatırlamış olduk.
 
BİRGÜN
Şair ve Yazar İsmail Kara’nın hazırlayıp sunduğu, Arifan Radyodaki şiir sohbet programımızdan sonra, Ankara-Ulus-Rüzgarlı sokakta faaliyet gösteren “Kılavuz” isimli bir kuruluşa gittik. İsmail Kara’nın hemşehrisi Ahmet Kılavuz’un Genel Müdürü olduğu bir kuruluş burası.
Yangın söndürme cihazlarının her türü gözümüz olabildiğine sıralanmış, düzenli bir şekilde bizimle merhabalaşıyor “hoşgeldiniz” diyor, diyorlar adeta.
Ahmet Kılavuz’la sohbet ediyoruz. Bize verdiği bilgiler;
- “1980 yılında kurulan Kılavuz yangın ve güvenlik firmamızın temel ilkesi kaliteli can ve mal güvenliğidir.
Başta, yangın söndürme cihazları (üretim dolum ve bakım) olmak üzere itfaiye malzemeleri, arama kurtarma malzemeleri, otomatik yangın söndürme sistemleri ve algılama sistemleri CCTV kamera sistemlerini pazara sunmaktayız” diye başlıyor;
- “Firmamız TSE, ISO ve CE kalite belgeleri ve her türlü ihtiyaca cevap verecek geniş ürün yelpazesiyle ülkemizin önde gelen kuruluşları tarafından tercih edilmektedir. Gelişen teknolojiyi takip ederek Mühendislik projelendirme ve danışmanlık hizmetleriyle herkese yakın olmanın mutluluğunu taşımaktayız” diye devam ediyor Ahmet Kılavuz.
Ürünlerinin sıralanışıyla ilgili bilgiler istiyoruz. Ahmet Kılavuz’un mutluluk içinde yaptığı sıralama:
- Portatif yangın söndürme cihazları,
- Yangın dolapları,
- Yangın hidrantları,
- İtfaiye malzemeleri,
- Yangın söndürme sistemleri,
- İş güvenliği ve iş sağlığı,
- Arama kurtarma ekipmanları,
- CCTV kamera ve görüntüleme sistemleri,
- Bariyer ve turnike sistemleri,
- Aktif paratoner sistemleri ve kurulumu,
- Sertifikalı yangın eğitimleri... 
Bu sıralamadan sonra, özellikle kamu kuruluşlarındaki Sivil Savunma Uzmanlıklarının, zaman zaman yaptığı yangın tatbikatları aklıma geldi... Oralarda, kimler nasıl bilgi veya bilgiler verir, nasıl komik tablolar ortaya çıkardı. Halbuki, en önemli konu, yangın ve yangın söndürme konusunda daha bilgili olmak, bu bilgilerin ışığında gelebilecek zararların önüne geçmek, geçebilmek beklenilen, arzulanan seviyede mümkün olsa keşke, diye düşünüp, derinlere daldığımız çoğunluktadır.
 
GÜNÜN HABERİ:
Isparta İlimizin Yalvaç İlçesi’nde yayınlanan Ruşen Özgül’ün (1943-2006) kurduğu “Özyalvaç Gazetesi” 2016.ıncı sayısıyla 41.inci yayın yılına merhaba dedi.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  26

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

KUKLA VE GÖLGE OYUNU BİRLİĞİNİN HİZMET ÖDÜLLERİ
Merkezi Ankara’da olan, Milletlerarası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği (UNIMA) geleneksel Türk Tiyatrosuna Hizmet Ödülleri dağıtımıyla, madalya takma töreni, geçtiğimiz yılın son günlerinden 29 Aralık 2008 tarihinde, milli merkezin Konur Sokaktaki adresinde gerçekleştirildi.
UNIMA Türkiye Milli Merkezi Başkanı Mevlüt Özhan’ın açılış konuşmasıyla başlayan ödül dağıtım töreninde;
- Araştırma ve tanıtım dalında Prof. Dr. Öcal Oğuz’a,
- Tanıtım ve hizmet dalında Zümrüt Nahya’ya,
- Başarılı sanatçı dalında Ahmet Aksoy’a,
Tasvir yapımı dalında Hayali Küçük Ali’nin oğlu, Kemalettin Sevilen’e, ödülleri verildi.
Ayrıca, Karagöz sanatımızın yaşatılması ve tanıtılmasına 50 yıldan fazla hizmet eden Karagöz sanatçısı Orhan Kurt’a, Tacettin Diker’e ve Metin Özlen’e üstün hizmet madalyaları takıldı.
Ödül ve madalya takma törenine, resmi kurum ve kuruluş temsilcileri, sanatçıları ve sanatseverlerin katıldığı gözlendi. Törenin sonunda, madalya alan ustalar Karagöz, kukla sanatçısı Hakan Aksoy’da kukla gösterisi yaparak, izleyiciler tarafından yoğun alkış aldılar.
 
KARAGÖZ KUKLA SANATIMIZ
Hayrettin İvgin’in, ara başlığımızdaki isimle-adla yayınladığı kitabından aldığımız bilgiler var. Birlikte bakalım, okuyalım buyrun:
- Karagöz bir gölge oyunudur. Eskiden “gölge hayaletler” anlamına gelen, “Zilli-i Hayal” veya “Hayal-i Zil” adı verilmiştir.
Perde oyunu “Çadır Hayal” adları da verilmekle beraber, bugün, “Karagöz Oyunu’ olarak bilinmektedir.
Dünya gölge oyunlarının; Cava’dan çıktığı veya Hindistan menşeli olduğu söylenmektedir.
Karagöz oyunlarında perde gazeli okumanın bir gelenek olduğunu hatırlamalıyız. Bu konuda, Prof. Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun (1886-1978) yazdığı bir gazel vardır sıklıkla başvurulan. Şöyle bu gazel efendim:
1- Bu perde gerçek aleminden düşmüş bin gölgedir,
Bu yer ki, alemin cilvelerinden bir bölgedir,
2- Bu yerde bin ışık olan her türlü yerdedir,
Size zevk-ü sefa getiren işte perdedir.
3- Bu perdede kahramanlık ancak iki erdedir,
Biri Hacivat bendeniz, Karagöz’üm nerdedir?
4- Bu yer hakikate benzer, gölgeden bir beldedir,
Bunun sanatı dildedir, mahareti eldedir.

 YAŞAYIP YAŞAMADIKLARI

Karagöz ve Hacivat’ın gerçekte yaşayıp yaşamadıkları tartışılan bir konudur. Karagöz, yuvarlak yüzlü, gözleri büyük, gözbebeği iri ve karadır. Adı zaten bu özelliklerden gelmektedir.
Hacivat üst sınıfın ahlaki değerlerine bağlıdır ve kendini kolaylıkla bu prensiplere uydurulabilmektedir.
 
GÜNÜN SORU VE CEVABI:
Mehmet Köylüoğlu: Basın, dalkavukluğun neresinde?
İsa Kayacan: Basın, dalkavukluğun zirvesinde!..

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 27

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

BURAK CAN AKDOĞAN’IN KİTAP DÜNYASI
Çocuklarımızla ilgili duygu ve düşüncelerim yıllardır hiç değişmedi.
Onların yanında, onların arasında, aralarında olunca, onlarla sohbet edip konuşunca “Neler yapıyorsunuz” diye sorup, kedi dünyalarında olup bitenler hakkında bilgi alınca, onların seviyesine inip, onlar gibi düşünmeye başlayınca, ferahlıyor, moral buluyorum. Çocuk sevgisi ve şefkati olmayanın insan olmadığı gerçeğini unutmayalım.
Bugün ki sohbet arkadaşım, Burak Can Akdoğan. Ankara’da, 19 Mayıs İlköğretim Okulu’nun 2. sınıfında 2-C’de 2486 numaralı öğrenci. Gelecek için ümit veren, konuşmalarıyla, davranışlarıyla, sohbet sırasındaki cümle farklılıklarıyla sevilen bir arkadaşım...
Burak Can Aydoğan’ın okuduğu kitaplar var. Bunların özetlerini yapıp, defterinde toplamış. Özetleme biçimi; Hikayenin veya kitabın adı, konusu, kaç sayfa olduğu, kahramanı, geçtiği yer gibi ayırımlarla da süslemiş özetlerini. Şimdi mensubu bulunduğum ve annesi Feride Akdoğan’ın çalıştığı Belde Gazetesinde tanıdığım Burak Can Akdoğan’ın okuduğu kitaplar hakkındaki görüşlerinden, özetlerinden bölümler aktaralım efendim. Buyrun:
1- Hikayenin adı: Parmak Kız
Konusu: Parmak Kız’ın başından geçenler,
Sayfa sayısı: 16
Kahramanı: Parmak Kız
Geçtiği yer: Orman
Kısa Özet: Çocuğu olmayan bir kadın çiçeklerin arasında parmak kızla karşılaşır. Gelişen olaylar birbir sıralanırken , sıcak ve büyük bir yakınlaşma görülür.
2- Hikayenin adı: Sokak Köpekleri (Anı)
Hikayenin konusu: Çocuğun ve köpeklerin başından geçenlerin hikayesi
Sayfa sayısı: 32
Kahramanlar: Panter, Sam, Çocuk ve Yavrular
Geçtiği yer: Ev (bahçe)
Kısa özet: Çocuğun arkadaşlık yaptığı köpeği vardır. Çocuk köpek ile oynar, çok iyi arkadaştır. Köpek hamile oldu. 8 yavru doğurdu. Birisini aldı, adını “Panter” koydu. 2 ay sonra çok yaşlandılar Panter ve diğer yavrular. 2 adamın şikayeti üzerine köpeklerin hepsi öldürüldü.
3- Hikayenin adı: Ballı kaval
Hikayenin konusu: Çobanın başından geçen macera
Sayfa sayısı: 40
Kahramanlar: İnce Çoban
Geçtiği yer: Kır’lık alan
Kısa özet: Yoksul bir çoban varmış. Birgün kaval çalarken, bütün arılar başına toplanmış, bol bol bal yapmışlar. Çoban da zengin olmuş. Çevrenin ağası, çobanın neden ve nasıl zengin olduğunu merak etmiş. O’nu izlemiş, gözlerine inanamış. Gidip çarşıdan kaval almış ama bütün arılar onu sokmuş. Birgün çoban kavalını unutmuş. Adam almış yine aynı duruma düşmüş.
Arkadaşım Burak Can Akdoğan’ın okuduğu kitaplar fazla. Bunların isimleri; Sihirli Hazine, Bilmeceler, Cimri Ağa, Kırmızı Köşk, Karınca ile Çekirge bazıları. Tebriklerimi, sunuyor, arkadaşım Burak Can’ı sevgiyle kucaklıyorum.
 
GÜNÜN HABERİ:
Isparta İlimizin Yalvaç İlçesi’nde yayınlanan Ruşen Özgül’ün (1943-2006) kurduğu “Özyalvaç Gazetesi” 2016.ıncı sayısıyla 41.inci yayın yılına merhaba dedi.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  28

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

SEBAHAT HOCANIMIN YAZDIKLARINDAN
 “Bana yazılan şiirler” adlı bir kitabın yayın hazırlıklarının sonuna geldim. Bendenizle ilgili yazılan şiirlerin gelişi sürüyor. Hele, bazı şair ve ozanlarımız var ki, benimle ilgili yazdıklarını, şiirlerini, ileride yayınlayacakları kitaplarında yer vermek üzere ellerinde tutuyorlarmış… Teşekkür ederim ama, bana gönderin sizde kalan örnekleriyle, yayınlayacağınız kitaplarınızda yine yer verirsiniz… Yoksa yayınlayacağım kitapda yer almaları mümkün olmaz… dedikten sonra, Burdur'dan şair, yazar ve öğretmen, Burdur Araştırmacı, yazar ve şairler Derneği Başkanı Sebahat Gümüş hocanımın benim için yazdığı ve yenilerde söz konusu  kitabımda yeralmak üzere gönderdiği şiirlerinden örnekler verelim. Buyurun:
 
BÜYÜK YAZARIMIZA
Uzunca olan bu şiirin bir bölümü şöyle efendim:
 
-Siz; bizim derneğimizde,
Açtınız sevgi çiçekleri gibi..
İlimizin al al açan,
Kıpkırmızı gülleri gibi.
 
İki numaralı şiir Sebahat Gümüş hocanımdan yine bendenizle ilgili.. Burdur Araştırmacı, yazar ve şairler Derneği onursal başkanı oluşum nedeniyle yazılan bir Sebahat Gümüş şiiri. Bunun ilk dörtlüğü, ilk bölümü:
 
ONURSAL BAŞKAN İSA KAYACAN
-Tefenni'de Ece'de doğdu,
Burdur ilinde büyüdü.
Başkent Ankara'da ışık oldu,
Onursal Başkan İsa Kayacan.
 
İsmimin başlık olduğu bir başka Sebahat Gümüş şiirinin son dörtlüğünden alarak devam edelim:
 
-Ankara'dan doğan güneşsin,
Çok kişilerin kardeşisin,
Şairlerin sırdaşısın,
Sen çok, çok büyüksün İsa Kayacan.
 
BÜYÜK YAZAR İSA KAYACAN
Sebahat Gümüş hocanım bu kez bir başka başlıkla duygularını şiirleştiriyor:
 
-O'nu derneğimizde buldum,
Heyecandan dona kaldım,
Görüşülmesi çok zor sandım,
Büyük yazar İsa Kayacan.
 
Son Sebahat Gümüş şiiri. Başlığı: sen, İsa Kayacan. Bunun da bir dörtlüğünü aşağıya alıp noktamızı koyalım efendim:
 
-Sen yazarsın, şairsin,
Sen gazetecisin, ışıksın,
Sen denizsin, deryasın,
Sen İsa Kayacan'sın..
 
Teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 29

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

BURDUR’DAN MİNİK BİR ŞAİR ADAYI:SEZA TUTKU AZAKLI
Bazı büyükler, çocukluktan, gençlikten çıkıp, olgunlaşınca (olgunlaşınca sözü doğru değil haddizatında) ne oldum delisi oluyorlar, büyük-küçük tanımama gafleti içine giriyorlar. Sanat ve edebiyat alanında bunların yüzlercesi, binlercesi var..
Bunlarla her gün ve sıklıkla karşı karşıya geliyoruz, yüzyüze geliyoruz…
 
ÇOCUKLAR
Çocuklar, çocuklarımız.. Miniklerimiz, yarının büyükleri gururlarımız… Bunlar için herhangi bir şey söylemek doğru değil. Hiç değilse şimdiden.
Burdur’dan Araştırmacı, şair ve yazarlar Derneği Başkanı Sebahat Gümüş hocanımla Isparta’da bir vesileyle görüştüğümüzde, torununun şiirleri olduğundan sözetmişti “Gönderin değerlendirelim, yarının şairlerine hizmet edelim” demiştim. Torunu Seza Tutku Azaklı’nın bir fotoğrafı, bir mektup ve minik şair adayımızın birkaç şiirinin eklendiği bir zarf aldım. Önce Sebahat Gümüş hocamızın mektubu:
-Seza Tutku Azaklı… 19 Eylül 2001 doğumlu. Burdur Cumhuriyet İlköğretim Okulu, 2-B sınıfında okuyor. Öğretmeni İbrahim Günay. Okul Müdürü: Ahmet Şen.
Seza, şiir yazmayı, resim yapmayı çok seviyor. Şiirlerini ana sınıfından itibaren yazmaya başladı. Şu anda sınıf birincisi. çokk çalışkan, süper. Annesi Sevtap Gümüş  Azaklı. Babası Zafer Azaklı. Anneannesi; Sebahat Gümüş. Onlarda şiir yazıyor.çok değerli hocam: Seza’nın daha çok şiirleri var. 7 tanesini gönderiyorum (Sebahat Gümüş)
 
SEZA’NIN ŞİİRLERİ
Seza’nın duyguları tertemiz, sımsıcak. Hiç bozulmamış anlatımlar, sözler ve mısralar bunlar:
Sev adlı şiirinde; sigaranın zararlarından söz ediyor. Her şeyi seviyor, sevelim diyor… Ama “sigarayı asla” diye kesip atıyor, kestirip atıyor. Minik yürek, minik duygular bunlar:
Dünyayı sev/Kalbini sev/Kendini sev/Sigarayı sevme.
Ata’yı sev/Bayrağı sev/Seza’yı sev/Sigarayı sevme.
Bir başka şiirinde “Anneanneme” başlığıyla sesleniyor Seza Tutku Azaklı. Burada:
“Aşkım anneannem/Seni çok seviyorum/Sende bensiz duramazsın/Bunu biliyorum”.Burada duyguların temizliğiyle doğruluğundan başka bir şey aramak durumunda değiliz. Çocuk bu. Böyle anlatıyor.
Seza, şiirlerinin üstüne birde yazılış tarihleri hakkındaki bilgilerle çıkıyor karşımıza. Bu kez dedesinden sözediyor. “Dedeme” başlığı altındaki duygularından:
“Güzel dedem/Şirin dedem/Sen benim bir tanemsin”…. dedikten sonra, “Ben seni çok seviyorum/Seni özlüyorum”diye de ilavede bulunuyor.
Sıra annesinde. “Melek annem” başlığı altındaki duyguları, daha doğrusu duygularının bir bölümü şöyle:
“Canım annem/Tatlısın sen/Bir meleksin/Canımsın”… İşte duygu anlatımı, işte sevgi aktarımı, anlatımı… Seza yakınlarıyla ilgili duygularını anlatmaya devam ediyor: Bu kez sıra babasındadır. “Babacığım” başlığı altındaki duygu aktarımında şöyle söylüyor:
Babacığım/Sen beni seviyor musun?” diye bir soru… Alın bakalım. “Yanımda huzur buluyor musun”? ikinci sual. “Ben seni seviyorum/Seni çok özlüyorum”. Bu açıklamadan sonra, hangi baba kızı için” sevmiyorum” diyebilir? Hele Seza gibi sevimli ve tatlı birisi olursa…
Seza, Teyzesi için de bir şeyler söylüyor. Aralarında konuştukları, hitabetlikleri adıyla “Nebuşum/Nebuşum nerdesin?” diye soruyor. Seza Tutku Azaklı’nın, Atatürk’le ilgili duyguları da var. Girişi bu şiirin:
“Atatürk, Atatürk/Ey Atatürk/Neredesin?” dedikten sonra, “Çocuklar seni çok özlüyor” diyerek kendisinin ve arkadaşlarının Atatürk sevgilerini anlatıyor .

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 30

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

BİYOGRAFİ ZENGİNLİĞİNDEN KÜLTÜR ZENGİNLİĞİNE
Araştırma ve incelemeler sonucu, ortaya konulanların önem ve anlamı ortaya çıkmalı, kalıcılığı, kalıcılıkları konuşulmalı, gözlenmeli.
 
İHSAN IŞIK
Bir biyografi zengini, bir kültür zengini olan İhsan Işık, 1952 yılında Diyarbakır’da doğdu. Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra, İstanbul liselerinde edebiyat öğretmenliği yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediyesinde ve Başbakanlıkta Danışman olarak çalıştı. Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü olarak görev yaptı. Yazarlar Sözlüğü, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (3 cilt), Türkiye Edebiyatçılar Ansiklopedisi (10 cilt), Encye lopedia of Turkish Authors (3 cilt) adlı eserleriyle Türkiye’nin önde gelen biyografi ve ansiklopedi yazarları arasına girdi. Yayınlanan değişik kitapları da bulunan İhsan Işık, Elvan Yayınlarının yöneticiliğini sürdürüyor.
 
10 CİLTLİK BİYOGRAFİ ZENGİNLİĞİ
            İhsan Işık 10 ciltlik “Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedi”sini yayınladı. 2. baskılı bu ciltler içinde toplam 10 bin 366 yazar hakkında geniş bilgiler yer aldı. Bu serinin 11. cildi bin yeni edebiyatçıyla Nisan 2009’da günyüzü görecek.
İhsan Işık, zor bir çalışmayı sürdürüyor ve sonuçlandırıyor. Bunca isim ve imzalı bilgileri toplayacaksınız, genel bir plan içerisinde biyografilerini şekillendireceksiniz, fotoğraflarıyla sayfalardaki yerinden, okurlarıyla-araştırmacılarla buluşması, raflardaki yerini almaları için gayret gösterip, nefes almadan çalışacaksınız. İhsan Işık’ın yaptığı iş zor ve sorumluluk isteyen bir hizmet alanıdır. Bu yüzden O’nu kutlamalı, alkışlamalı ve ne kadar yapabiliyorsak, desteklemeliyiz.
Şimdi, 10 ciltlik ansiklopedilerde yer alan, binlerce isim ve imzalardan, ciltler itibariyle bazı isimler, cilt ve sayfa numaralarını vermek istiyorum:
- Rıza Akdemir (cilt 1,s.157-158)
- Aysel Al (cilt 1, f. 228)
- Fakir Baykurt (cilt 2,s.616,17,18,619)
- Mustafa Ceylan (cilt 2,s.835,836)
- Zeki Çelik (cilt 3,s.918)
- H.Rıdvan Congur (cilt 3,s,963,964)
- Melahat Ecevit (cilt 3,s.1138,1139)
- Abdülkadir Güler (cilt 4, s.1515,1516)
- Ayhan İnal (cilt 5, s.1816,17,18,19)
- Hayrettin İvgin (cilt 5,s.1867,1868)
- İsmail Kara (cilt 5, s. 1959)
- İsa Kayacan (cilt 5, s.2102,2103)
- Rasim Köroğlu (cilt 6,s.2278,2279)
- Kaya Özdemir (cilt 7, s.2847)
- Ahmet Tufan Şentürk (cilt 8,s,3339,3341)
- Nail Tan (cilt 8,s.3392,3394)
- Fatma Uçarlar (cilt 9,s.3646,3647)
- Celil Garipoğlu (cilt 10, s.4047)
- Elçin İskenderzade (Bkz. Türk Dünyası Yazarları)
 
ÜÇ AYRI KİTAP
İhsan Işık aracılığıyla bana ulaşan kitaplar:
1- İhsan Işık (şiirler–1968–2008, önce söz ettiğim 88 sayfalık, İhsan Işık şiirlerinden oluşan kitap.
2- Denizin Estiği Nehir: Güzin Balpetek’in 88 sayfalık şiir kitabı. Elvan Yayınları arasında günyüzü görmüş.
3- Bir Yürek İnsan: Zübeyde Gökbulut Sunguroğlu’nun 184 sayfalık şiir kitabı. Elvan Yayınları arasında, okurlarıyla buluşum, buluşturulmuş.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 31

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

TÜRKÜ SAVAŞÇISI
            Her alanda bir mücadeleci, savaşçı olur.. Çoban Hüseyin Çemrek, öz yaşam öykülerinden, Türküleşen şiirlerinden oluşan sayfalar bütününü 208 sayfayla kitaplaştırmış.
            Adı: Türkü Savaşçısı.
            Bir giriş var, Türkünün savaşçısı, başlıklı şiir dikkat çekiyor. İbrahim Sartaş, Yahya Aksoy imzalı değerlendirmeler dikkat çekmekte ilk sayfalarda. Sonra değişik isim ve imzaların özlü sözleri-değerli sözleri bir araya getirilmiş. Bunlardan ikisi:
-          Gönlü Aydın bir kişiye kul olmak, Padişahların başına taç olmaktan iyidir (Gazi Mustafa Kemal Atatürk),
-          Haksızlık önünde eğilmeyiniz. Çünkü hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz (Hz. Ali).
 
Türkünün savaşçısı başlıklı şiirin son dörtlüğü: 
-Aşık Veysel tutkundur, doğa vardır özünde,
Mahzuni, Ertaşlar var, bu Çoban’ın sözünde,
Türküler çiçek açmış, Atatürk’ün izinde,
Türkünün savaşçısı budur halkın ozanı.
 
            Av. Sema Aksoy’un da Çoban Hüseyin Çemrek’le ilgili değerlendirmesi var 10 ucu sayfada. Rehber edinilen üstadların cümlelerinden alıntılar yapılmış.
            Kalıcı bir araştırma, inceleme eseri olarak gördüm “Türkü Savaşçısı” adlı kitapla kendi alanında kalıcılığın sağlandığı bir yayın karşımıza çıkarılmış. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim. Bazı fotoğraflarla da zenginleştirilen kitap sayfalarında, Çemrek’in aile efradı da görüntü olarak sayfalara aktarılmış, bilgiler verilmiş.
            Çoban Hüseyin Çemrek’in bazı bitirme tezlerine konu oluşunu da öğreniyoruz ki, seviniyor, mutlu oluyoruz. Bir ölçüde bu kitap, Çoban Hüseyin Çemrek’in hayatında, şiirlerinin bir araya getirilen anlatım bütünlüğü olarak bizimle selamlaşıyor. Arka kapakta “İnsandır” başlıklı 7 dörtlükten meydana gelen bir şiir dikkat çekiyor. İlk dörtlüğü bu şiirin:
 
-Beş duyuya hakim canlı yaratık,
İlk önce ateşi bulan insandır.
Göçebe yaşantı paylaşan toplum,
İnsanla, barışık kalan insandır.
 
Çoban Hüseyin Çemrek: 1951 yılında Amasya ili, Hamamözü ilçesi Yukarı Ovacık köyünde doğdu. 500 dolayında eseri, kaset, sesli ve görüntülü cd’ler olarak biraya getirdi kitap olarak yayınlanmasını sağladı. Kısa adı AŞ-DER olan Ankara Halk Aşıkları Kültür ve Araştırma Derneği’nin başkanlığını yapan Çemrek Kültür Bakanlığından emekli oldu. Halk aşıklarıyla ilgili çalışmalarını sürdürüyor.
 
GÜNÜN YORUMLARI:
1- İsa Kayacan, çalışkan, özverili, fedekar olduğu kadar, vefa duygularını en iyi bilenlerimizden biri. O, karşılık beklemez, hep verir. O’nun vermesi ve insani vasıflarıyla, bu ülkeye nice değerler kattığını da biliyoruz (Şükrü Tekin Kaptan)
2- Bitmez tükenmez kalemi ile pek çok “rekorun” sahibi ve mesleğine aşıklığı ile bilinen çok yönlü araştırmacı, yazar ve şairliğiyle Türkiye’nin her köşesinde alkışlanmakta olan İsa Kayacan, aynı zamanda “bir dünya İnsanı”dır (Melahat Ecevit)
3- İsa Kayacan, daha önceki yıllarda onbir ayrı bakanın Basın Danışmanlığı’nı yaparak, yoğun bir tempoda çalışmış ve bu yoğunluk içinde dahi kalemi elinden bırakmamış, edebiyat dünyamızın duayenlerindendir. Sayın Kayacan, ektiğini biçen ve çalışmalarının karşılığını da yaşarken gören, nadir edebiyatçılarımızdan biridir (Fatma Uçarlar)
 
GÜNÜN SÖZÜ: Sen Ankaradasın/Ben Ankaradayım/Biz Ankaradayız/Biz Ankaralıyız. 25 Ocak 2009)

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  32

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

HANIM AKÇAY’IN KALEMİNDEKİLERDEN
Şairlerimizin, yazarlarımızın, araştırmacılarımızın, kısacası eli kalem tutanların yazdıkları, yayınladıklarından seçtiklerimiz, değerlendirmelerimiz arasında yer vererek mısra ve satırları arasındaki gezintilerimiz gündemdeki, gündemimizdeki yerini koruyor.
Konu, Burdur ve Burdurlu olunca, gündemlerimde değişiklik yapmaktan çekinmediğimi, sakınca görmediğimi herkes biliyor, cümle-alem bunun farkında
 
HANIM AKÇAY
            Burdurlu hemşehrilerimizden. Burdur’da Gençlik ve Spor il Müdürlüğünde çalışan bu hemşehrimin şiir ve denemelerinin bulunduğunu, önceki yıllarda kulak misafiri olmuş, duymuştum. Isparta’da Ocak 2008’in ikinci haftasının ortalarında Fatma Uçarlar arkadaşımızın imza gününde, pardon şiir şöleninde yüzyüze geldiğimiz Hanım Akçay kardeşimizden rica ettim.. “şu şiir ve denemelerinden, çalışmalarından gönder” dedim.
21.01.2009 tarihli mektubuyla şiirlerinden ve hikaye denemesinin bazı sayfalarından örnekler gönderdi.
Hanım Akçay kardeşimiz çok mütevazı. Sanki kendisinden başka, ilk yazdıklarını yayınlanmak üzere sağa sola gönderen yok… Yazdıklarını elinden adeta ”zorla” alıyorsunuz…
 
GERÇEK ÖYLE DEĞİL
Hanım Akçay kardeşimizin şiirleri, öyle elde tutulacak, defter aralarında saklanacak ölçüde zayıf değil.. Şiirin gerçek yolculuğuna çıkan herkes gibi başlangıç duyguları var, şiirin geniş dünyası içinde yer yer görünmeye başlayanlar olarak karşımıza çıkanlar var.
Sen, sessiz sevgi, bekliyorum, sen ve ben, anlamadım seni,  tek başıma, dorum gözlüm, canım canım öğretmenim, adını sen koy, içim yanıyor, öyle sevgi başlıklarıyla bize ulaşanlara bakıyoruz.. Hepsi pırıl pırıl duygularla yazılmış. Önemli mesajların getiricisi bu şiirler. Bir örnek bunlardan:
 
Severim akşamları görünmez günahlarla,
Akla gelmedik sevgililer akıllarda,
Eve giderken parkelerin üzerinde tek tek,
Çığlık, çığlık yüreğim duymayan kulaklarda.
 
Üç şiirinin başlığı yok Hanım Akçay’ın. Hani isimsiz insan olmaz ya, başlıksız  da şiir olmaz demek yanlış olur mu acaba?. Hanım Akçay’ın öteki şiirlerinden bazı mısraları:
-Anne mutlu olmak istiyorum/Gitme, açılma güzelim/Ölüm içimde, çok yakınımdasın/Bir sessizlik kapladı yüreğimi/Sığınmak istedim limana/Paylaşmayı öğrendim canım öğretmenim senden/Bir kapı açtım/Tek başıma darmadağın olmuşum vd. Bu şiirlerinden aldığımız tek mısralar bile gösteriyor ve bunlardan anlıyoruz ki, Hanım Akçay şiirin ortalarında… Yani başlangıcında değil Tebriklerimizi sunuyoruz efendim. Devam Hanım Akçay kardeşim, hemşehrim devam.
 
BİR KÖY HİKAYESİ
HanIm Akçay’ın bir hikâye denemesi var. Adının ne olduğunu henüz bilmediğimiz bu hikâye denemesindeki anlatım da, şiirlerindeki anlatım gibi, gelecek için ümit veriyor.
-“Amma ninenin misafirleri gelmişti. Ayaküstü hoş geldin deyip, azda olsa sohbet edip düğüne gittiler”,
-“Kızından evvel şalvarını giydi. Dastarını sıkıca bağladı, elini yüzünü sabunladı. Hem söleniyor, hem de bir taraftan eğri olan şalvarını düzeltiyordu”.
Gelecek düşünülerek, varılmak istenilen hedeflerin tesbitiyle mümkün olacağına göre, Hanım Akçay’ın düşünüp, plânladıkları var. Bu plânlama çerçevesinde yazdıkları, ortaya koydukları var…Şiir konusunda olduğu gibi, hikâye konusunda da devam bizim gız, Hanım Akçay.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 33

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

PERVANE’NIN DUALARI
1992 doğumlu olan Pervane Namık kızı, Bakü’de öğrenimini sürdürüyor. Ama, bu yaşına rağmen, kitaplar yazıyor, yayınlıyor.
Bana gelen son kitabının adı: Türkiye’nin Pervanesi: Atatürk.
Vektor Neşirlerevi yayınları arasında 106 sayfayla 2009 yılının başında günyüzü gördü. Bu kitabın 9, 10 ve 11 nci sayfalarında “Üç ana ruhu mültece rüzgar anaya dua ederken” başlıklı bir yazısı, sunuşu var “Bu yazımı Atatürkümüzün ruhuna bağışlıyorum”  ithafıyla. Burada Pervane şöyle başlıyor:
-“Özel eğitim aldığım filolog Dç.alim, dil-edebiyat öğretmeni Edalet Tahirzade’nin (Hirhatala kendinin tarihi ve urugların soyağacı) kitabını okuyordum. Kapımız döğüldü. Tak!.. Tak!.. Tak!.. Zengimiz yoktu. Tahta kapıda bele ses çıkarır. Postacı hanım idi. Yüzünde güneş doğmuştu, yine elleriyle arkasında neyse gizletdiğinden bildim ki, Türkiye’den İsa Kayacan’dan mektup var”.
- Ağırdı, yavrum, galiba yine kitaplar, kazetelerdi deyip bağlamını bana verdi. Bağlamını açtım. “Mücüze insan”, “Burdur’un gülü”, “İnsanlığın simvolu”, “124 kitabın müellifi” İsa Kayacan benim” Atatürkle gönül sohbetim” kitapım hakkında Türkiyenin onlarla gazetelerinde dere elediği yazıları ve 464 sayfaları “Mezarlık Kültürümüzden Önekler” kitabını bana yollamıştı.
Edalet hocamın “Şehid mezarı mescidden sonra her bir musulmanın en mukaddes ziyaretgâhıdır” deyip doğma yurdunu şehitlerinden sohbet açıyor.
Hürmetli Edalet hocam anası Rugiyye hanımın ölümü hakla çok kısa yazıp. Deyirler hakk-hakikat yolunda rahmete gidenler şehit adlanıyor.
 
UZUN YILLAR
Pervane anlatmaya devam ediyor:
-Uzun yıllardır kalem arkadaşlığı ettiğim, benim Türk matbuatında tanınmama borçlu olduğum mühterem İsa Kayacan “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler” kitabında önsözden önce yazıb “Her canlı gibi her insan da bir gün dünyasını mutlaka değiştirecektir. Önemli ve esas olan hizmetleri, özellikleri ve güzellikleri ile ölümün bile hafızalardan silemediği insanlar arasında yer alabilmektir”
İsa Kayacan bu kitabında “Şehitlerin mezar taşları” başlıklı yazı ve Atatürk’ün annesinin ölümü ile ilgili gördüğü rüya çok tesirliydi.
Atatürk bir gün rüyasında görüyor ki; annesi ölüb. O durub ağlamaya başlıyor. Diyorlar ki, neden ağlıyorsun? O cevap veriyor ki, zavallı, zehmetkeş annem dünyasını değişti. Bu rüya doğru çıksada Atatürk öz annesinin merasimine gidibilmiyor. Çünki o döyüşteydi.
Ben bu kitapdaki bir yeri de vurgulamak istiyorum: “12 Şubat 2002 kapkara bir tarihti. Eşimin Ankara Karşıyaka mezarlığındaki ebedi istirahagahı o günden benim ikinci adresim oldu.” Böyle diyordu İsa Kayacan.
Kalkıp pencereden dışarı baktım. Bu zaman yağmurun yağdığını gördüm. Bana öyle geldi ki, bu adi bir yağmur değil. Öz doğma topraklarında hoşbaht uyuyan üç annenin göz yaşlarıdır. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, İsa Kayacan’ın hanımı Sabahat hanımın, Edalet hocmın annesi şehit Rugiyye hanım.
Sonda arzu ediyorum ki, Edalet hocamla hürmetli İsa Kayacan Ağdamda benim “Karabağda şehitler mezarlıkları” kitabım tekdimatında birbirinin ellerini sıksınlar. Amin inşallah!

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 34

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

ŞİİRLER... ŞAİRLER
Şiir varsa, Şair vardır. şair varsa şiir vardır. Bu gerçeğin belirtilmesinden sonra, şiirlerimize dönelim.
 
YERİN YOK SENİN
Muğla ilimize bağlı Dalaman ilçemizde yaşayan şairlerimizden Birdal Can Tüfekçi’nin bir şiiri. Dört dörtlükten meydana gelen bir şiiri efendim. Bu şiirin iki dörtlüğü şöyle:
 
- Senden ne bir selam, ne bir haber var,
Gayri hayatımda yerin yok senin,
Bitti benim aşkım buraya kadar,
Artık yüreğimde yerin yok senin.
 
Daha çekeceğin çileler çoktur,
Sana her ızdırap revadır, haktır,
Yaralı gönlümde, merhamet yoktur,
Artık yüreğimde yerin yok senin.
 
Birdal Can Tüfekçi, “Tertemiz aşkımı perişan ettin/Kanattın kalbimi bir nişan ettin” diye devam ediyor, duygularını ortaya koyuyor.
 
BURDUR
Şimdi Isparta ilimiz merkezinde yaşayan, Fatma Uçarlar’ın Burdur’da görev yaptığı yıllarda yazdığı ve bendenize ait, Burdur Belediyesi kültür yayınları arasında 2005 yılında kitaplaştırılan “Burdur şiirleri” adlı kitabımın 26 ve 27 nci sayfalarında yeralan “Burdur” başlıklı şiirinin iki dörtlüğü:
 
- Bahçelerinde güller yetişir,
Tarlalarında sebze dikilir,
Halkı kültürlü bilgilidir,
Karacaören’i  var Burdur’un.
 
Gölünün üstünde güneş süzülür.
Dikkuyruklar, kenarında gezinir,
Burada bir farklılık sezilir,
Taşodası var Burdur’un.
 
Buradan sonra, buradaki nokta koyuşumuzdan sonra, Ankaralı şairlerimizden Davut Cömert’in bir şiirinin bir dörtlüğünden sözedelim:
 
GİDİYORUM
Ankara’da yaşayan, Ankaralı şairlerden (Hz. Davut), Davut Cömert, dokuz dörtlükten meydana gelen “gidiyorum” adlı şiirinde, özlem kırıklığından, burukluğundan sözediyor ve bir dörtlüğünde şöyle diyor:
 
- Sever miyim bir daha, inan ki bilmiyorum,
Sen de bu kadar acıları çekmişken,
Ayrılmak istemezdim inan senden ebedi,
Düşe kalka sürünerek, silinerek gidiyorum.
Sağlıklı ve başarılı bir yaşam diliyorum efendim.
 
GÜNÜN SÖZÜ: Ankara seninle güzelleşti/ Güzelliklerin tümü/ Sende birleşti/ Varolan sevgimiz/ Yeniden bütünleşti. (25 Ocak 2009)

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 35

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

TÜRKİYE’NİN PERVANESİ: ATATÜRK
1992 yılında dünyaya gelen bir öğrenci.
2009 yılı itibariyle, bu yılın başlangıcı itibariyle 16 (17) yaşında oluyor değil mi? Bu yaştaki bir öğrenci, kız veya erkek fark etmez, Atatürk hakkında kitap yazabilir, yayınlayabilir mi?
Biraz zor… Ama bu zorun başarıcısı bir kızımız var, Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de okuyan… Adı: Kerimova Pervane Namık kızı, Kitabının adı: Türkiye’nin Pervanesi: Atatürk.  Temmuz ayının 23 nde, 1992 yılında dünyaya gelmiş. Yani, 23 Temmuz 1992’de demek istiyoruz.
Önceleri de bir kitabı yayınlandı. Atatürk için, Atatürk hakkında. Oturmuş, araştırmış ve Bakü’de faaliyet gösteren Vektor neşirlerevi yayınları arasında 106 sayfayla günyüzü görmesini sağlamış Kerimova Pervane Namıkkızı.
Kitabın, daha doğrusu önsüzün müellifi: Prof. Dr. Nizami Ceferov. Redaktör: Prof. Dr. Elçin İskenderzade. Reyçiler: Prof. Dr. İsa Kayacan, Fatma Uçarlar.
Prof. Dr. Nizami Ceferov, Bakü’de bulunan Atatürk Merkezinin direktörü olduğu için yazdığı önsözle, kitabın ad ve içeriğiyle daha çok örtüşmüş, doğru olmuş.
Türk Türkün dayanağıdır, başlıklı bir başka yazı, değerlendirme ve sunuş var 4-7 nci sayfalarda. Buranın sonunda:
            -“Türk, Türk’ün dayanağıdır. Tüm Türklerin kalbindeki Atatürk sevgisi ebedidir. Dünyanın neresinde Türk varsa, onların kalbinde büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk var” deniyor.
Pervane Namıkkızı’nın “Atatürk’üm” adlı, başlıklı bir şiiri. Dört ayrı bölümden, beş mısra bütünlüğü içindeki görüntüden meydana geliyor. Bu şiirin ilk bölümü:
 
“Karabağım od-ateşte yananda,
Sorularım cevabın bulmayanda,
Ağlamıma harayım çatmayanda,
Dağlarımda sis, duman görünüyor,,
 
Atatürk’üm yerin çok görünüyor.
Bu yazımı, Atatürk’ümüzün ruhuna bağışlıyorum, ithafından sonra üç ana ruhu mültece rüzgar anaya dua ederken, başlığı altında bendenizin “Mezarlık Kültürümüzden örnekler” adlı kitabımdan ve bu kitabımda Pervaneyle ilgili daha doğrusu O’nun imzasıyla yer alanlardan sözetmiş. Bir yerindeki görüşlerinden Pervenenin:
“İsa Kayacan,-Mezarlık Kültürümüzden Örnekler-adlı kitabında, şehit mezar taşları başlıklı yazıyı ve Atatürk’ün annesinin ölümü ile ilgili gördüğü rüyaya yer vermiş. Rüya çok tesirliydi.” Başlıklardan:
“Deneme yazılar, MA. Atatürk’e benzeyen asker, Bayrak bir milletin istiklaliyet elametidir, Taleyin sert bakışı, Atatürk’ün gençliğe hitabesi, Türk gençliğinin Ataya yanıtı, Atatürk’ün ailesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluk yılları, öğretim hayatı, Atatürk’ün matematik tutkusu, Askeri hayatı, Harb Okulu yılları, Atatürk hakkında bilinmesi gereken 30 şey vd.”
Kerimova Pervane Namıkkızı, çocuk denecek yaşında böyle önemli ve anlamlı eserler ortaya koyuyorsa, yayınlayabiliyorsa, yarın olgunlaştığında neler yayınlamaz, neler gün yüzüne çıkarmaz ki?
Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
 
GÜNÜN SÖZÜ:
Dünyanın neresinde Türk varsa, onların kalbinde büyük önder Mustafa Kemal Atatürk vardır.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 36

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

YAZILANLAR
Şairlerimiz, şairelerimiz, yazarlarımız, araştırmacılarımız kısacası kalem erbabı olarak bildiklerimiz, tanıdıklarımız için yazılanlar, ortaya-sayfalara konulanlar vardır.
Isparta ilimiz merkezinde yaşayan şair-yazar Fatma Uçarlar’ın üç ayrı kitabı yayınlandı. Bunlar; Sevdim Yetmez mi? (şiir–2004), İçimde Söz Dinlemez Deli Var (şiir, 2008) Şöyle Giriversen Kapımdan (denemeler–2008 –şiirli anlatımlar)
Fatma Uçarların son iki kitabında yeralan biyografisini aşağıya alıyorum efendim:
FATMA UÇARLAR
Isparta doğumlu olup, çalışma hayatına Konya Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde başladı. Ardından aynı kurumun Çanakkale, Burdur Müdürlüklerinde görev yaptıktan sonra halen. Isparta Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nde Şube Müdürü olarak görev yapmaktadır.
Şiirleri ilk kez Egeli Araştırmacı Yazarlar Birliği’nin 2003 yılında yayımlamış olduğu antoloji ile gün yüzüne çıktı. 2004 yılının Temmuz ayında “SEVDİM YETMEZ Mİ?” isimli şiir kitabı yayımlandı. Söz konusu kitabı, Antalya Güllük Dergisince 2005 yılının Eylül ayında düzenlenen yarışmada “Yılın Kitabı” dalında mansiyon ile ödüllendirildi. Yine 2005 yılının Eylül ayında Egeli Araştırmacı Yazarlar Birliği (EGAY-DER)’in düzenlemiş olduğu yarışmada “Bayrak” isimli şiiri “Jüri Özel ödülü”ne layık görüldü. Üyesi bulunduğu Egeli Araştırmacı Yazarlar Birliği tarafından 2004 yılı “Türk Kültürüne Hizmet” plaketi ile de ödüllendirildi.
2006 yılında Anayurt Gazetesi’nin düzenlediği yarışmada “Fatma’ya Geldim” isimli şiiriyle hece dalında üçüncülük ödülüne değer bulundu. Yine aynı sene Türkiye Kamu-Sen’in düzenlediği “Çalışma Hayatında Kadının Rolü ve Sorunları” konulu yarışmada Türkiye beşinciliği elde etti. 2007 yılı Ağustos ayında Denizli Şairler ve Yazarlar Derneği’nin düzenlemiş olduğu “Av Hikayeleri” konulu yarışmada “Yeşil Ördek Gibi Daldım Göllere” isimli hikayesiyle ikincilik ödülü aldı. Uçarlar’ın değişik makamlarda bestelenmiş şiirleri bulunmaktadır.
Şiirleri ve deneme türündeki yazıları, Anadolu’da çeşitli gazetelerde yayımlanmakta olan Fatma Uçarlar’ın”İçimde Söz Dinlemez Deli Var” isimli ikinci şiir “Şöyle Giriversen Kapımdan” adlı deneme kitabının okuyucuların beğenisine sunulmasıyla yazar, üç kitabın imza sahibi oldu.
Türk Yazarlar Ansiklopedisi’nde de yer alan Fatma Uçarlar, İLESAM, EGAY-DER (YAZ-AR-BİR) üyesi olup aynı  zamanda da Isparta Göller Bölgesi Yazarlar ve Şairler Derneği Yönetim Kurulu üyesi olup iki çocuk annesidir.
 
HER ÜÇ KİTABIN
Fatma Uçarlar’ın her üç kitabının, önsöz, sunuş sayfalarında kimler ne yazmış şöyle bir bakalım:
1- Şiir dünyamıza atılan ilk adımla Fatma Uçarlar, çekingenliğini, tereddütlerini geride bırakmaktadır. Önümüzdeki aylarda ve yıllarda yayımlayacağı yeni kitaplarıyla, şiirimizin kapısına doğru daha bir yaklaşmış olarak aramızdaki yerinden bizlerle selamlaşacak, merhaba demeye devam edecektir(İsa Kayacan, Temmuz2004)
2- Sayın Uçarlar, sorumluluklarını bilen, işine bağlı ve kararlı, azimli bir şahsiyete sahiptir (Mehmet Cadıl–2008)
3- O’nu Burdurlu olarak tanıdım. Ispartalı olduğunu sonradan öğrendim. Bir Burdur sevdalısı olduğunu her sözünde ifade eden Fatma Uçarlar, yazı ve şiirleriyle yöre halkının gönüllerini fethetmiştir.
Fatma Uçarlar’ın “Edebiyat Türlüsü” olarak nitelendirdiği yazılarının konusu sosyal içerikli olup, konular toplumun kanayan yaralarına parmak basılarak başarılı bir şekilde işlenmiştir (Melahat Ecevit–2008
4- Kendisine olduğu kadar çevresindeki dostlarına da son derece saygılı ve samimi bir dost olan Fatma Uçarlar, eleştirilere açık, kızmayan, alınmayan, kendisine güveni olan bir şair (Tahir Sıral–2008)
5- Fatma Uçarlar, her geçen gün adından biraz daha bahsettiren, her geçen gün, şiirine yenilikler katan bir şair olacak (İlkan San–2008)
 
ŞAİRLERİMİZE DUYURU: Ankara da ki Olay ve Yarın Gazetelerindeki köşelerimde yayınlanmak üzere şiir gönderen şairlerimizin bazılarının el yazıları okunamıyor. Bu nedenle, o şiirlerin yayınlanması da mümkün olamıyor. (İsa Kayacan)

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 37

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN

İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ

BURDUR ÖZEL İDARESİ’NİN BÜYÜK HİZMET FOTOĞRAFI
Kuruluşlarımız vardır hizmet üretir, kuruluşlarımız vardır laf üretir.
İllerimizdeki değişik hizmet birimlerimiz içinde, Valiliklerimiz bünyesinde görev yapan Özel İdaresi Genel Sekreterliklerince ortaya konulan hizmetler, zaman zaman genel değerlendirmeye tabi tutuluyorlar.
Burdur ilimizde faaliyet gösteren, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği, 2004–2008 yılları arasındaki, bu yıllar içindeki hizmetlerini “TC Burdur İl Özel İdaresi” adıyla, bol fotoğraflı 76 sayfayla kitaplaştırdı.
Basım öncesi şöyle bir göz atma şansını yakalayan birisi olarak ifade edeyim ki, 2004,2005,2006,2007 ve 2008 yıllarındaki hizmetler, köye köylüye götürülen hizmetler göz dolduruyor, farklılık sergiliyor.
Kapakta, belirtilen yıllardaki faaliyetlerden, örnekler veriliyor, “nereden nereye” gelindiğinin altı çiziliyor ve “Masada değil, sahada hizmet” sloganından hareket edildiği anlatılıyor.
Masada fazla oturmayalım.. Doğru..Ama masada planlayıp, sahada uygulayalım..
Kitabın, hizmetler bütünü olan yayının ilk sayfasında, Burdur Valisi İbrahim Özçimen’in bir önsözü var. Bir yerinde:
“Burdur’u en kısa zamanda hak ettiği yaşam seviyesine ve hizmetlere ulaşmasını sağlamak en temel görevimizdir… Bu görevde, İl Özel İdaremiz, hizmet filomuzun amiral gemisidir” diyor.
Arkasından, İl Genel Meclis Başkanı Mustafa Taştekin’in bir sunuşu karşımıza çıkıyor. Taştekin sunuşunun bir yerinde;”
“Bireysel ve toplumsal hayatı doğru algılamak ve mevcut imkânlarla daha çok hizmet üretmek, öncelikli hedefimizdir” cümlesiyle dikkat çekiyor.
Burdur İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İbrahim Şimşek’in takdim yazısında ise, genel bir değerlendirme yapılıyor bir yerinde:
“Belediye sınırları dışındaki ilimizin her köşesine yol, içme suyu, kanalizasyon, imar, ruhsat vb. alanlarda kaliteli, süratli ve adil bir şekilde hizmetlerin götürüldüğünü görebilirsiniz” cümlesiyle hizmetlerin bütünlüğü sergileniyor.
Bu yayın çalışması içinde, Burdur Özel İdaresi Genel Sekreterliğinin beş yıllık hizmet fotoğrafı ortaya konuluyor. Bu fotoğraf böyük bir görüntü arz ediyor efendim.
Devletimizin kurucusu yüce Atatürk’ün, 1930 yılında “Burdur İl özel idaresinden çıkarken” görüntülenen fotoğrafı önemlilik taşıyor, anlam zenginliği içinde karşımıza çıkıyor.
Vizyonlarından söz ederken: “Çok iyi bir performans ile kurumsallaşmayı tamamlamış, verimliliği esas alarak plan ve projeye önem veren, şeffaf bir çalışma ortamıyla, geleceğe umutlu ve planlı bakabilen, yerel yönetim anlayışında öncü ve  örnek bir il özel idaresi” yorumu yapılıyor.
Misyonlarından söz ederken de; “Burdur’da nefes alıp verenlerin mahalli mahiyetteki ekonomik, sosyal ve kültürel şartlara bağlı her türlü ihtiyaçlarını, kanunlarla verilen görev ve yetkiler çerçevesinde adil, güvenilir ve hızlı bir şekilde karşılamaktır” cümlesiyle görüşlerini ortaya koyuyorlar.
Burdur Özel İdaresi Genel Sekreterliğinin, yükselen sorumluluğu içerisinde, “bilinir olmak, tanınır olmak yeterli değil. Yıldız olmak zorundayız” diyorlar. İddialı bir söz, yarışın varlığını anlatan görüş.
Yolların daha geniş ve daha kaliteli hale gelişi, getirilişi başarının varlığını gösteriyor. Yapılan çalışmalarla, yol ve ulaşım hizmetlerinde Türkiye ortalamasının üzerine çıkılışının ifade edilişi, görüntülerle anlatılışı, mutluluk verici.
Asfalt çalışmalarında, köylere su götürme hizmetlerinde, kanalizasyon hizmetlerinde, sulama, eğitim, kültür ve turizm varlıklarının korunması çalışmalarında, gençlik, spor çevre, orman ve tarım alanlarında başarılı hizmetlerin ortaya konulduğunu görüyoruz, öğreniyoruz.
 
GÜNÜN SÖZÜ:
Bu güne kadar olduğu gibi, yeni dönemlerde de muhtarlarımızla el ele, gönül gönüle olacağız. İşte sıcak elimiz. S.70)

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 38

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

SİTEMİZDEKİ SAYFALARIMIZ!

           Bilmiyorum hiç ilginizi çekip aylık istatistik sayfalarınızı incelediniz mi?
           Belki sayfanızı açılış sayfası yapmak isterseniz diye sayfanızda bulunan açılış sayfası yapı bir sefer tıkladığınızda bilgisayarınıza ilk girdiğinizde sizin sayfanız açılacaktır. Burada hepimizin kullandığı arama motoru bu sebeple sizlere hazırladım ve GOOGLE arama motoru adapte ettim.
          Çok yeni olarak sizlerin sayfalarına siteler topluluğu olan AÇIK KAPI (Portal) ımızda sizlerin yazılarının yayınlandığı sayfaları kaç okuyucumuz izlediğini gördünüz mü?
Aşağıda görüldüğü gibi; Kendi sayfalarımıza kaç tekil kişinin girdiğini görmektesiniz. Bu girenler sizden kaç sayfa olarak sizin yazınıza gittiğini ve kaç dosya olarak size ait bilgileri incelediğini görmektesiniz.      
         Size ait sayfanın bir aylık istatistik hitide burada bulunmaktadır. Sayfanızı daha detaylı incelemek isterseniz  tıklayarak kendi adınızın bulunduğu OCAK ayı istatistiğindeki binginizi tıklayarak istatistiğinizden detaylı sayfalara ve günlük istatistiklerinizi de inceleyebilirsiniz.
Buradan bütün ziyaretçilerimize de teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Açık kapımıza toplam Ocak ayında 25.774 tekil ziyaretçi girmiş ve 120,518 dosya incelenmiştir.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 39

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
ADANA’DA İKİ KÜLTÜREL ETKİNLİK
Merhaba!
Bu Ay Adana’da yapılacak olan etkinlik bilgisi altta bulunmaktadır. Sanatseverlerin bilgisine sunulur.
RESİM SERGİSİ
                    Sema Çulam naif, Yalçın Gürsel suluboya resimleriyle 20 Şubat - 7 Mart arasında Galeri AltAn'da.Onurlandırmanızı dileriz.
                    Kokteyl: 20 Şubat Cuma saat:18.00
                    Sergi Süresi: 20 Şubat - 7 Mart
                    Adres: Cemalpaşa mah. 63006 sk.(Kafeler sokağı) Hanımeli apt.No:2 Seyhan / ADANA
                    Tel: 0322 459 34 58 - 0532 305 61 94
 ŞİİR DİNLETİSİ 
                    Çukurovalı şairler şiir dinletisi 21 Şubat Cumartesi saat:16.00'da AltAn Kitabevi'nde.Buluşmak dileğiyle.              
                    Adres: Cemalpaşa mah. 63006 sk.(Kafeler sokağı) Hanımeli apt.No:2 Seyhan / ADANA

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  40

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL!
            Bu sıralar üyesi olduğum  elit bir grup olan kütüphaneci grubunun en sık gelen grup mesajı okuyucu bulamama olarak gözükmektedir.
            Acaba semt pazarlarındaki satıcılar gibi okuyucuyu cezp etmek için” Gel Okuyucu Kütüphaneye Gel!” diyerek kapı önünden mi bağırmak mı gerekmekte?
            Hayır! Bağırarak, Söyleyerek kitap okutulmaz. Peki nasıl okuyucu miktarını arttırarak okuyucuyu kütüphaneye bağlayacağız?
            Öneriyi ben yıllar önce dile getirmiş, arkadaşlara açıklamıştım. Onlar sadece kendilerine bazı yükümlülükler ve zorluklar yüzünden benimsetemedim.
            Bu gün o öneriyi yapmaya da pek niyetim yok. Neden yok derseniz benim yapalım diyeceğim işlev içip personel gerekmekte. Ayrıca personelin çokluğu da bir işe yaramayacağını biliyorum.
            Zamanı gelince belki birileri hatırlar ve sizlere bu önerime kendisi lanse eder diye düşünmekteyim.
Emekli Kütüphane Müdür Yardımcısır.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 41

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
SİGARA VE HAFTALAR.
Sigaranın zararı sadece kendimiz için değil, etrafımızdakilere de verdiğimiz büyük eziyetin ta kendisidir.
Sigara içerken etrafıma verdiğim eziyetin ne olduğunu anlayamamıştım. Sigarayı bırakınca; etrafımda sigara içenlerin bana verdikleri eziyeti gördüm ve, etrafımdakilerden utanır oldum. Kendilerinden özür diliyor verdiğim sıkıntı içinde utanıyorum.
Kutlanılan haftalara ben inanmıyor ve faydalıda olduğunu düşünmüyorum. Sanki bana senede bir hafta o kutlanan gün için yeterli görülmüş bir zaman dilimi olarak görmekteyim.
Bence bu haftalar; bazı kişilere getirim kazandırmak için icat edilmiş olduğu ve bizleri tüketmeye zorlayan bir alet olduğu kanındayım. Bizlerde bu alete kanarak önemi sadece bir gün veya bir haftaya sığan anmalarla kendimizi tatmin ediyor gözüküyoruz.
Günler ve haftalardan olan; Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, Öğretmenler Günü v.b. Şimdi benim annem sağken ben annemi sadece "Anneler Günü"nde mi anacaktım:->
Babam Sağken "Babalar Günü"nde mi anıyordum. Bu günlerde onlara hediyeler mi alıyordum yoksa onları devamlı ziyaret ettiğim için bu onlara daha mı güzel gözüküyordu?
Eşimi ben sadece "Sevgililer Günü"nde mi hatırlayayım? Ona alacağım ihtiyacı için o günü mü bekleyeyim. Yoksa yanımda olduğu için ona devamlı sevgililer günü imiş gibi mi davranayım?
            Sevgi veya kutlama bizlerin birbirimize bağlanması için bir araç olarak görülmemesi, sevdiklerimizi günlerle değil ömür boyu sevmemizin daha doğru olmasını isterim.
            Bizlerin zaten uzun zannettiği ömür çok kısa ve kısıtlı bir zaman dilimi. Onun için kendimize zarar verirken başkalarına da zarar verdiğimizin bilincinde olur, bir kutlamadaki faydayı sadece o gün veya hafta olarak düşünmeyerek ömür boyu kutlarsak daha güzel olur.
 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 42

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
SEÇİM Mİ;GEÇİM Mİ?
            Bu dönem mahalli seçimler neler getireceğini hep birlikte göreceğiz.
            Hele bu mahalli seçimler de ekonomik kriz denilen dünyayı yönetenlerce empoze edilen suni ve ekonomik özgürlüklerini kazanamayan ve dış borç içinde yüzen ülkemiz gibi ülkeleri yok etme veya ufaltma için yapılan operasyonlarda deneme tahtası haline gelmekteyiz.
            Bu yıl bu mahalli seçimlerin ekonomik krizin olup olmadığını bizlere gösterme açısından da büyük bir sınavı da bizlere göstermiş olacaktır.
            Aday adayların tamamının hemen hemen belli olduğu bu günlerde parti ve parti adaylarının yaptıkları harcamaların mercek altına alınması ve bu harcamalarda da takip edilmesi gerekli olması bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
            Seçimlerde her nedense parti harcamalarının pek çoğunun bağış ve katkı olarak harcanması ise başka bir problem olarak karşımıza çıkacaktır.
            Seçimlerde iktidar olanların ise avantajlarını kullanmaları kaçınılmaz olarak görülecektir.
            Krizin sonucu işsizlik büyük ölçüde artarken, fakirlikte artmaktadır. Gelirler kişilerce değil ailelerce tüketilerek geçim çabası verilmektedir. Mahalle seçimlerin sonuçlanmasından sonra krizin devam edeceği, bu krizi bize empoze edenlerin gönlü yetene kadar da devam edeceği gözükmektedir.
            Bizde burada sizlere “Seçim mi; Geçim mi?” diye soralım dedik.
            İleride bu konuların devamının dergimizde yayınlanacağını da sizlerin de görüşlerinin bizim için çok kıymetli olduğunu bilmenizi isteriz.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 43

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
BİR e-POSTA VE CEVABI
 
Ilisikte ki gönderdigim dosyalar (yazinlar) 
kurulmasi arzedilen
Corum Kültür Merkezi
ve
Güzel Sanatlar Fakültesini ilgilendirmekdedir.
Saygilarimla
 
 
 
Merhabalar Sayın Çoban!
Gözlü var gözsüz var. Okumayı sökemeyenler var. E-postanızı yazarmen18 punto kullanmanızın sebebini ne olur ne olmaz diye düşündünüz herhalde?
Çorum!
Kültür Merkezi!
Güzel Sanatlar Fakültesi!
Maalesef bu yolladığınız konular hakkında bilgim bulunmamaktadır.  
 
Açıkça ne yapmamı yazın; gerek görürse yapar veya yayınlarım.
Hamiş; Dosyalarınızı siz siz olun kopyalanmasını istiyorsanız word dosyası olarak yollayın ki yayınlasınlar. Sizin adınıza bir daha o yazıları yazan pek bulunmaz zannedersem.
Fotoğraflarını yayınladığı albümü dergimde yayınladığım fotoğrafçı.Ates Velidedeoglu
Çocukluğunu ve amcasın arkadaşım babasını tanıdığım Çorumlu.Kenan Dalgic
Tanıyamadığım serdar Kilickaplan Mehmet Ali DOGAN zerrin ayvazoglu
Adam gibi adam diye birilerini lanse ederek bu seçimde arkasında durmayan Çorum'u tanıdığını bile zannetmediğim Agah Kafkas
63 sayı basılan ve 120. sayısı hazırlanan dergiyi kültür olarak görmeyen yada 3. sayısı da basıldı diye gazete Sevket Erzen
Dergime reklam vermezsede abone olan Mustafa Yagli
Birkaç kere giderek görüştüğüm Ünal Kakac
Hiç görmediğim bir gazete Manset Gazetesi
Bilemediğim  Çorumlular  Mehmet Özdogan Mütallip Yalin
Beni de gönderdiğiniz e-postasında listede görünce şaşmadım desem yalan olur .->>corumlu2000
Dergime reklam vermezsede abone olan arasıra sanal yazıştığım Mahmut Köksal
Bilmediğim Haci Odabasi
Herhalde Sungurlulu olsa gerek tanışmadığım Halil Baklan
Tanıyamadığım şahıs Servet Seyfettin ;
İsmi yabancı gelmedi fakat tanışamadığım Mustafa Toprak ;
Bilemediği birisi daha Mustafa Harputlu ;
Dergime reklam katkısı veren ve ilk sayısından son sayısına kadar abone olan Ahmet Ahlatci
Çorumlu olduğunu bildiğim Çorum 1997 tanıtım katkısı istediğim Ahmet Hamoglu
Kendisine Anitta Otelde taktim ettiğim Çorum 1997 isimli çalışmamı görmemiş ki köşesinde Çorumla ilgi kitap olmadığını yazan telefonlar kendisine hatırlattığım halde hatırlamayan (Hatırlama mecburiyeti yoktur) Ahmet samsunlu
Tanışmadığım  Esra Keskin ; Nesrin Cobanoglu ; niyazi özmercan ; nilay çevik
Tanışız Sonmez Yanardag
Bilemediğim schneider-guerkan@gmx.de ; Faruk Gökmese ; web@corum.bel.tr ; Selahattin Toprakci ; Sirin, Metin (M.) ;
Dergilerimiz kendisine taktim edildiği halde; dergimizin yayın hayatı boyunca gazetesinde bir satır bile yayınlamayan gezete genel yönetmeni.Mehmet Yolyapar
Ben Çorumluyum
Kendime göre birşeyler yapıyorum.
Aralık tekil ziyaretçim 28912 Toplam sayfa 53 389 Toplam dosya ziyaretçisi 151861 ve toplam hiti 2962341 olan
 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 44

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
DEYİMLERİMİZİ DÜZGÜN KULLANALIM "MÜREKKEP YALAMAK"
 
            Bu deyimi pek çoğumuz duymuşuzdur. Duyduğumuz bu deyimin tama olarak ne olduğunu pek bilenimiz de yoktur. Nasıl banyodan çıkana,tıraş olana “saatler olsun” dediğimiz gibi duyduklarımızı incelemediğimden kabullendiğimiz gibi bu temenniyi de yanlış biliyoruz. Banyodan çıkana ve tıraş olana “SIHHATLER OLSUN” demeyi akıl etmeyiz.
            Şimdi gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimizi okumuş,yazmış kişiler için yakıştırırız. Aslında bu deyim “HATTTAT”LAR için söylenen bir deyimdir.
Pek çok kişinin matbaanın Osmanlılarca ülkeye gelmesine engel olunduğu  zan ederek,atalarımızı hakız olarak suçlarız. İşin aslı konumuzun içinde geçen hattatları korumak için yapılmış bir önlemdir. Nasıl bu günlerde AT girmek isteyen ülkemizin insanlarına serbest dolaşma hakkını kısıtlamaya kalkışan Avrupalılar gibi;Osmanlı da matbaa ülkede faaliyete geçmesi ile,ülkede büyük bir kitle olarak bulunan Hattatların ekmeklerinden olmaması sıkıntısı yatar.
Örneğin;şimdi bir arkadaş kitap yazarsa,kitabını hemen bulunduğu ilde kitabı bastırarak sadece savcılığa bilgi vererek dağıtımını yapabilir. Osmanlı döneminde bu denetim ülkenin tamamında yazılan kitapların “Babı Ali”de  bulunan denetim masasına ciltlemeden formalar halinde yollanır,onay alınırsa hattatlarca çoğaltılarak bulunan il,ilçe veya beldede okuyucuya tanıtılırdı.
Bu işlem nasıl olurdu ? Derseniz: örneğin;Çorum’da bir yazar kitap yazınca kervana vererek İstanbul’a yollardı. Onayı alınan kitap için Padişah tarafından kitabın değerine göre birkaç altından başlayan ve on binlerce altını bulan para ile kitabın çoğalması için müsaade verilirdi. İstanbul’la Çorum arasında bulunan kervanların konakladığı hanların sahipleri gelen kervana kitap var mı ? Diyerek sorarlar,eğer kitap varsa o hanın bulunduğu yerde bulunan hattatlar toplanarak formalar bölüşülerek kervan sabah gitmeden hemen kopyaları çıkartılırdı. Bu işlem İstanbul – Çorum arasında 11 konakta yapılırdı. Yani kitabın on bir adat kopyası çıkartılırdı. Kervandan sonra hattatlar o yerleşim yerinin ihtiyacı kadar sonradan çoğaltılırdı.
Diyeceksiniz ki;kitabı yazan müellifin bundan kar ne ? Derseniz: Kitabı daha Çorum’a gelmeden on bir kopyası alınmış olarak tanıtılmış olur. Kitap bu on bir konaktan diğer illerden gelen ve giden kervanlarca alınarak kısa zamanda hattatlar tarafından ülkenin tamamına ulaştırılmış olurdu. Ayrıca Padişah tarafından verilen para da o yazarın telif ücreti olurdu.
Şimdi gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimize. Osmanlı döneminde el yazması kitaplar,hattatlar tarafından çoğu zaman çıra isi ile kendileri tarafından yapılırdı. Çıra isine bal karıştırılarak mürekkebin hem yapışıcılığı ve hem de parlaklığı sağlanırdı. Birde hattatların kullandığı kağıtların kamış kalemin kaymasını sağlanmasını sağlamak için aharlanırdı. Ahar da bildiğimiz tavuk yumurtasının akı idi. Bu ak samur fırçalarla kağıtlara bir iki kat kurudukça sürülür,kağıt üzerindeki ak kuruyunca da mühre taşı ile parlatılırdı. Mühre taşı da kaz yumurtası büyüklüğünde mermer bir taş idi. Kağıtta bulunan fırça izleri ile yumurta akının pürtükleri düzeltilerek bu gün kullandığımı kuşe kağıt gibi yapılırdı. Şimdi amma anlattın be birader. Ne diyeceksen de dediğinizi duyar gibiyim.
Hattat;bir harfi veya bir satırı yanlış yazınca acaba nasıl silerdi ?
Hattat yanlış kısmı DİLİ İLE YALAYARAK silerdi. Evet o zamanın mürekkebinin silgisi insan oğlunun tükürüğü idi. Bu gün bile  kütüphanelerde bulunan el yazması kitapları okuyanların başında bir görevli bulunur. El alışkınlığı ile sayfa çevirirken parmağını tükürüğü ile ıslatıp kitabın sayfasını çevirmemesini istenir. Yüzlerce yıl önce yazılmış el yazması kitaplar bu gün bile tükürük ile silinmektedir.
 “MÜREKKEP YALAMAK” deyimimiz hattatlar için kullanılan bir kelimedir.
Benim diyeceğim;konuştuklarımızı bilerek konuşmak ve bildiğimizi konuşmaktır

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 45

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

ŞİİR Mİ

Şiir mi zannediyorsun bizi bağlayan birbirimize?
Yoksa sevginin kenetleyen gizli perçini mi?
Şiirin yokluğunda sana ne söyleyeceğim?
Olsa da sözlerin manası ve önemi ne?
Bağlanmaya gör yazmak ve okumak denen;
Dizeler bileşince kalbinde kalemine dökülen,
Anlamak ne ki söylenmesi zor onca kelimeyi.
Dinlenmedikten sonda şiir okumuşun kime ne?
Şiir mi?
Şair mi?
Yoksa her ikisi de birlikte mi?
Yazarsam bunu sana okursan eğer;
Anlayacak sadece sensin, diğerleri mi?
Okurken dizedeki kelimeleri anlayabilenler,
Seninle eşdeğer değiller mi?
Şiir mi?
Şair mi?
Onu okuyan mı önemli!

27 ocak 2009 saat 00.32 ÇORUM

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 46

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
A MISIN; M MİSİN NESİN?
Kendini sandığın kadar kendin ,
Kuyruğun  yoksa niye alındın?
Kem küm etme biz sanal değiliz,
Kendi adımızla yazan kimseleriz!
Kimlik sıkıntısı çeken değil gerçeğiz.
A'yı E' diyenlerle de bir değiliz.
Alınanları da hoş görür kişilerdeniz.
Davet edilenleri sizde mi içindesiniz?
Adamlığı kabul etmiyen "Adem" değil misiniz?
İnternet'e girip Googleyi bilmeyilerden misiniz?
Dersini  sen önce kendine ver,
Bizde seni hiç bilmeyiz!
 
63 sayı basılan Internet'te yayınlanan
200'üncü sayısı hazırlaan Çorumlu 2000
Bilmiyorsan öğren, çık artık kabuğundan
Araştırmadan yazma, araştır karşındakini
İnan bilgini bilderememişsin öğrettiği
Ancak olmuştur verdiğin dersler mum gibi
Kimse yararlanmamıştır Bilmediği için seni
A mısı E misin artık karar ver ve yaz
Kendini bile tanımayan arsız, yaramaz.
28 Ocak 2009 20,13 Çorum

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 47

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
GÖNÜL HAPİSHANESİ
 
Yanıyor yine hapishanemin lambası.
Gam dağıtıyor,aydınlattığı yerlere.
Düşene kadar boş verdiysen bu hale sen,
Düştükten sonra bu gam,bu üzüntü niye ?
Akıyor göz yaşım hiç bıkıp usanmadan,
Herkes bakıyor mu,bu benim göz selime.
Bu dertli,gamlı olan kim,ben kimim ? Diye.
Soruyor garip mahkum hep kendi kendine.
Bu hapishane bir gönül parmaklığıdır.
Gülmekle,ağlamak,sevmek de hep hediye.
Karşılıksız sevgi bir dert ile bir çile,
Düştükten sonra bu gam ve ağlamak niye?

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 48

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mesut ARTAR
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ
KENT YÖNETİCİLERİNİN BİR ŞEKİLDE BORCU VARDIR
Öncelikle yazıma şöyle başlamak istiyorum; Çorum spor’un, siyaset ile aynı başlıkta olması bile, ister istemez insanları başka düşüncelere sevk eder.. Aslında siyaset ve futbol; sadece Çorum sporu değil, tüm Anadolu kulüplerini çok yakından ilgilendiren derin bir mevzudur.. Siyasetin futboldan temizlenmesini söyleyenler, siyasetle futbolu ilişkilendirenler acaba şunu hiç düşündüler mi..? Stadının kirasını veren, doğru düzgün kendine ait olmayan tesislerde hazırlanan, taraftar sayısı ile kombine alımının 3 medya patronlarının desteklediği takımlarla kıyaslanamayacak derecede olan, yönetim kurulunu zor bela oluşturan, yayın ve reklam gelirleri ile ancak bir iki futbolcusunun taksitini ödeyebilen, transferlerini üç beş ayrıcalıklı takımın almadığı yerli oyunculardan seçebilen bir takım; bu ligde nasıl kendi yağı ile kavrulabilir, nasıl hiçbir destek almadan şehrinin dışarıda reklamını yaparak, kendi ayakları üstünde durabilir..?
Bir kentin en büyük temsilcisi vali ve sonrasında da belediye başkanıdır.. Belediyeye ya da valiliğe ziyaretçi geldiğinde şehrinin simgelerini hediye ederler.. Herhangi bir şehre ziyarete gittiklerinde ya da ülke genelinde ki belediye ve valilik konseylerinde şehrini tanıtıp, bilgi verirler.. Lafın kısası görev yaptıkları şehrin reklamını yaparlar.. Buna keza yapılan yatırımlarla görev aldıkları kentlerde, bil board ve reklam panoları aracılığı ile çalışmalarını göstererek; o şehirde yaşayanlara ve şehirlerarası yollarında da şehirden geçenlere kentin reklamını, tanıtımını yaparlar.. Futbol sadece Türkiye'de değil, Dünya üzerinde en çok takip edilen ve arkasından milyonlarca kitleyi çeken bir spor dalı.. Hatta spor olmaktan da öte, bu devirde bir endüstri haline gelmiş durumda.. Hal böyle iken; futbol sayesinde milyonlarca dolar harcayarak yapamayacağınız reklamları, bir iki başarı sonrasında fazlasıyla yapmanız da çok aşikar.. Nasıl ki, Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı almasıyla, Türk Milli Takımı'nın da Japonya'da ki 2002 Dünya Kupası'nda 3.lüğü Fenerbahçe?nin Şampiyonlar Ligindeki üstün performansı ile,Türkiye, milyarlarca dolara yapamayacağı tanıtımları sağladıysa.. İşin, kentin üst makam yöneticilerini, kentin reklam ve tanıtımın boyutunu da geçelim.. Şöyle bir şey vardır; herkesin söylediği, fakat bir türlü anlaşılamayan ve çoğu kesim tarafından da yanlış anlaşılan bir cümle.. '' Siyaset, futboldan temizlenmedikçe; futbol gelişmez..'' Siyaset, belediye seçimleri olana kadar ki yapılan propaganda çalışmaları ve kendi kesiminin düşündükleri doğrultusunda sistematik çalışmanın ta kendisidir.. İşin içine particilik girer.. Fakat bu mevzu, ta ki yerel seçimler sonuçlanana kadardır..
Bir belediye başkanı A ya da B partinin belediye başkanı değil; seçildiği kentte ki tüm halkın belediye başkanıdır.. Bu yüzden buna siyaset denmesi; bir defa, başlı başına yapılan en büyük yanlışlıktır.. Belediye başkanlarında ya da valilerde; daha doğrusu işi ile iştigal olan her kesimde, iki çeşit çalışma anlayışı olur.. Bunlardan birincisi ''Zorunluluk'', diğeri ise ''Sorumluluk''.. Eğer ki bir işi zorunluluk olarak algılarsanız, bir defa çalışma isteğiniz ve şevkiniz olmaz; ve bunun neticesinde de yapmış olduğunuz görevi layıkıyla yerine getiremezsiniz.. Fakat bir işi sorumluluk olarak algılar da, size verilen görevi sorumluluk bilinci içerisinde değerlendirir ve bu sebepten ötürü görevinize sarılırsanız; hem işinizi severek yapar hem de üstlenmekte olduğunuz görevin sorumluluğunuz altında olduğunu bildiğinizden daha büyük bir görev aşkıyla yapmaya başlarsınız.. Zorunluluk olarak nitelendirmediğinizden ve sorumlu olduğunuzu hissettiğinizden ötürü.. Gelelim Türkiye'de ve Çorum'da ki yanlış anlamalara ve bunların da Türk Futbolu üzerinde ki getiri ve götürülerine.. Nasıl ki ülkemizde Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı dahi mevcut olmuşsa, Sporun Devlet bünyesi altına girmesi sağlanmışsa; bunun küçük ölçeklisi de yerel yönetimlere aktarılmalıdır.. Bir şehrin adını taşıyan, o kentin en büyük sosyal topluluğunu barındıran, her hafta bir şehirde ve ülke genelinde o kentin ve takımının adını duyulmasını sağlayan spor kulübü de, bulunduğu kentten ve yöneticilerden destek görmelidir.. Her kent takımına, o kentte ki yaşayanların ve kent yöneticilerinin bir şekilde borcu vardır.. Kısaca bir kentin adını, o kenti ve sporunu başka şehirlere, ülke geneline hatta yurtdışına taşıyan bir olgu; her halükarda bulunduğu kentte ki halktan da yöneticilerden de alacaklıdır.. Siyaset ile spor bir arada değerlendirilemez.. Öncelikli olarak siyasetin ve kurumların, spor kulüpleri ile birlikte anılmaması gerekir.. Her belediye başkanı ve vali, diğer kurum ve kuruluşlar; kentinin en büyük sosyal aktivitesine ve olgusuna sahip çıkmalıdır.. Senelerden beri çoğu kişinin göremediği borcunu ödemelidir.. Hiç bir kentte spor, şehrine ve ülkesine borçlu olmamıştır, olamaz da.. Kısaca toparlamak gerekirse; siyaset, yerel seçimler sonuçlanana kadar ki süreçte yapılan çalışmalar ve partiler arasında ki farklılıkların, görüş ayrılıklarının ve düşüncelerin bulunduğu propaganda çalışmalarıdır.. Siyaset ile futbolu ya da herhangi bir sporu ilişkilendirmek, yapılan en büyük yanlıştır.. Her belediye başkanı ve vali, bulunduğu kente ve kentinde ki aktivitelere hizmet etmek sorumluluğu bilincinde olmalıdır.. Ne zaman ki bunu sorumluluk olarak değil de zorunluluk olarak algılamaya başlarlarsa, bir yerde çatlaklar ve yanlışlıklar var demektir.. Yapılan hizmetler ne kendi reklamları uğruna, ne göze hoş gözükme çabalarına ne de zorunluluk hissedip istemeden olmalıdır.. Yoksa yapılan destekten de, başında olduğu görevden de, hizmetini yaptığı kente ve kentinde bulunan kurumlara hiç bir yarar gelmez..
Anadolu Futbolu'nun ve Çorum spor?un ayakta durabilmesi, rakipleri ile yarışabilmesi için; bulundukları kentin her kesiminin destek olma sorumluluğunun olması gerekir.. Yoksa bu şekilde yukarıda da belirttiğim nedenlerden ötürü; üç beş ayrıcalıklı takımla mücadele edebilmesi, sadece hikayelerden ibaret kalır.. Futbol bir endüstri haline gelmiştir.. Sporun asıl özü amatör ruh ile ne kadar mücadele etsen de; bir yerde ekonomik gücün ve yaptırımın olmadıktan sonra, her daim geriye gitmeye mahkumsundur.. Siyaset, yerel yönetim değil, yapılan propagandadır.. Adı üstünde yerel yönetimler de, yerel takımlarına destek vermek durumundadır.. Zorunluluk bilinci ile zorla değil; büyük bir şevkle, her spor dalına yapılan yardımlar gibi, sorumluluk bilinciyle destek vermek durumundadır..!bilinmelidir ki Her zaman adından gittiği deplasmanlara varıncaya kadar tüm Türkiye?ye duyuran bir taraftar topluluğu olduk. Böyle bir sevdanın peşinden koşar olduk yıllardır.
 
Babalarımızdan, dedelerimizden miras kalana sahip çıktık, koştuk peşinden inançla ısrarla, inatla.
Bazen Simsiyah bir günü aydınlatmanın yükünü kaldırdık, bazen tüm Türkiye?nin konuşması ile böbürlenen değil ders çıkaranlar olduk.
Futbola siyaset?in bulaşması ile dimdik ayakta kalabilenlere sevdayı aşılamanın Çorumspor sevgisinin büyüklüğünü anlattık.
Şimdilerde bu koca yüreğe sahip olanlar, Şimdi Mahallelerimizin harekete geçmesinin zamanıdır Arkadaşlar, Renktaşlar, Ağbiler...
Mahalle aşkı bizim için ayrı bir öneme ve güce sahiptir.
Ben babamın beni kendi mahallemizdeki ''Ağabeylerin ile maça gideceksin'' dediği günlerden kalma bir sevda ile başladım bu koca sevdaya.
Şimdilerde yalancı reklam peşinde koşan firmalara, gazetelere, iş yerlerine inat reklamsız, katıksız, tribün kültürünün içinde barındırdığı o salt çim kokusu ile haydi Mahallemize bayrağımızı asmaya...
Kalplerde uyumaya bıraktıkları bu sevdanın nasıl bir rüya ile gerçeğe dönüştüğünü gösterelim bu uyuyan şehre..
Haydi Çorumsporlum haydi Mahallemin renktaşı..
As bayrağını Kırmızı-Siyah dalgalansın Çorumuzda seninde Sevdan.. Her kesimin vazifesini ''zorunluluk'' bilinci ile değil de, ''sorumluluk'' bilinci ile algılaması ve sağ olasın Çorumspor sağolasın, sayın valim, 2.ligde başarılar dileği ile..

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

49

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mesut ARTAR
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ
BELKİ DE O ZAMAN ANLARSINIZ "İNSAN" OLAMAMANIN BEDELİNİ...
Bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu'nun ıssız bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğu görülmüş.
Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlarmış.
Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına Son veriyorlar, kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlarmış.
Bu olaya yalnızca o değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlar.
Kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşi sıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözememişler.
Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın Yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada varmış. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüş.
İnsanların yok olduğunun bile ayırtına varamadıkları ada, göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıymış.
Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındaki adaya geliyorlarmış ama...
Olması gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlarmış. Evet şehrimizde de çocuklar akşam saatlerinde karlı ağaçların dalları arasında "Cici kuş... Cici kuş..." diye kendi kendine konuşan evden kovulmuş küçük kuşların seslerini duymuyorlar mı ? Sabahları ağaçların altında gecenin soğuğuna dayanamamış bedenleri bulunmuyor mu ?
O "Cici kuş... Cici kuş..." diye arada bir seslenmeleri, bir duyan olur da tekrar içeri alınır mıyım umududur belki...
Sonunda korktuğum oldu ve "kuş düşmanlığı" başladı. Göçmen kuşların konakladığı  sazlıklar,tarlalar ateşe veriyor. Geceleri alev alan tüyleriyle birer ateş topu gibi yanarak uçuyor ve az ileriye yanarak düşüyor kuşlar. Ağaçları kestik,Apartmanlarda, çatıların girişlerini kapattık, içerde yavruları, karlı çatıların pervazlarında anneleri bekleye bekleye ölüme terk ettik. Daha dün Tavuk üreticileri civcivlerin üzerine naylon gerip havasız bırakarak topluca "itlaf" yapmaya girişmediler mi ? Tavukları ise aç bırakıp ölmelerini isteyip, devlet parasını almadılar mı ?... Hayvanlar açlıktan birbirlerinin tüylerini yemediler mi? Kimi belediyelerde kuşlar şehirden çekip gitsinler diye arada bir havai fişek patlatıp,ağaçlara CD asıp, Kimisi de her ağacın altına bir zabıta dikmiş, kuşlar geldikçe zabıtalar "kişe kişe..." diye zıplayıp,hoplatmadılar mı? Tarım Bakanı, "Kuş düşmanlığı yapmayın" diyor ama hayvanları canlı canlı ateşe atan kendi bürokratları başlattı bu ilkelliği. Türkiye’nin en duygusuz, en acımasız bakanlığıdır orası. Bildikleri tek çözüm "itlaf"tır... Ne kadar sağlıklı, günahsız, ilgisiz-alakasız hayvan "itlaf" edildi bilemiyoruz. Dün bir arkadaşım "Sanki kuşlar azaldı" diyordu. Bu bir cinnet... Bakanlığı, tavuk üreticisi, belediye başkanı, görevlisi, bürokratı, ahalisi ile bir kuşsuz dünyayı hak ediyor bu toplum. Diyelim ki bir tek kuş yok... Haşereler, sinekler, sivrisinekler, böcekler, keneler, süneler, çekirgeler, sülükler, tırtıllar istilası altındaki kentte "Cici kuş... Cici kuş..." diye yana yakına arayacaksınız bir kuş sesini. Belki de o zaman anlarsınız "insan" olamamanın bedelini...
Beyinler ve düşünceler hep aynı
Tarih tekerrürden ibaret derler ya. İşte o daha çok bizim ülkemiz için söylenmiş bir söz. Hep eskiyi arar dururuz, ama aslında gerçek anlamda değişmediğimizi fark edemeyiz bile. Evet devir değişiyor, kişiler de değişiyor ama ruhlar aynı.
Çünkü bizi yetiştiren nesilden aldıklarımızı, ayna misali bizden sonraki nesile yansıtmaktan kaçınmıyoruz. Hep bir kavga, hep bir kargaşa. Her daim geçim sorunları. Evet tabi bunun yanında çok da inkarcı olmamak lazım. Değişen şeylerimiz yok değil, mesela biz hiç zenginleşmiyoruz. Yani çocukken kurduğumuz ?büyüyünce zengin olma hayalleri? büyüyünce fakir kalma gerçekleriyle yer değiştirmiyor değil.
Değişen belki de tek şey o. Biz zamana ayak uydurmakta zorlanıyoruz.Keşke zaman bize uyabilse. Çünkü teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, biz ona kendimizi uyduracak maddi imkanı bulamıyoruz. Hep geriden takip ediyoruz. Ayrıca değişmeyen şeylerin en başında gündem yer alıyor.
Beyinler hep aynı, düşünceler hep aynı. Ülkemiz hep aynı. Köyler hala susuz, köyler hala yolsuz. İnsanlar hala işsiz. Hala sokaklarda caddelerde trafik keşmekeşliği, Kış mevsimi nedeniyle kapanan yollar yüzünden nerdeyse 30-40 yıl öncesi ulaşımlar söz konusu. Hastalar hala ilkel yöntemlerle sağlık ocaklarına ulaşmaya çalışıyor. Hala yollarımız kapanıyor. Hala bırakın şehrimizin sokakları ana caddelerimiz bile kar yığınlarıyla dolu (Pardon bize göre öylede Belediyeye göre güllük gülüstanlık), Değişen bir şey olmuş mu? Hayır.
Politikacıları ele alalım. Her daim söz verenler oldu ama hiç tutanı görmedik. Sanırım eskiyip ama hala başta olanlar, bu dünyayı terk etmedikçe de değişmeyecek görünüyor. Ne de olsa hep aynı partiler, isim ve şekil değiştirip tekrar tekrar başa gelme çabasında oluyorlar. Yahu hiç mi bıkmıyorsunuz?
İdareye bak; en genci 50 küsur yaşında. Bu adamlar elbette emeklilik yaşını yukarı çeker. Gitmeye niyetleri yok ki kimsenin. Gençler işsiz gençler istihdamsız onlara ne? Dün haberlerde baktım da haberlerimiz de hep aynı; enflasyon sorunları, zamlar, değişmeyen iç savaşlar, vs.
Her geliş bizim için bir yok oluştu. Sadece burjuvalar ve alt sınıf kaldı. Orta sınıf tamamen tarihe gömüldü. Bakın maddi anlamda da eskiye dönmüşüz.
Yüksek yüksek binalarımızın olması, modernleştiğimiz anlamı taşımıyor benim için. Çünkü; içindeki insanlar hala eski kafalı, ruhsuz ve mutsuz oldukça ne değişecek?
Görsellikten bahsetmek istemesem de elimde değil hep uçlar söz konusu ve bu anlamda zaten bitmiş durumdayız. Ya çok açıklar var yada türbanlılar. İllaki uçlar mı gerekiyor. Ortası yok mu bu işin? Uçlarda ki açıklar bizi pekte bağlamıyor, çünkü onlar zaten farklı bir hayat yaşıyorlar.
Yani ülkemizle yakından uzaktan alakaları yok. Barlar, gece hayatları, yaza kışa veda partileri vs vs? Onları baz alarak ülkenin gündemini yada ekonomik durumunu belirleyemeyiz. Biz onlara yetişemeyiz, onlarda bizim varlığımızın farkında değil zaten. Yani onların cam fanustaki hayatlarını sürdürmeye devam etsinler. Ülke umurlarında değil.
Demek ki diyorsun; yerinde saymayan bir şeyler de var. Ama hayır, o sadece bir göz yanılgısı gönül avuntusu, seçim öncesi de bu tablo yok muydu zaten? Her yer gelincik tarlasına dönmemiş miydi? EE neden bu başımızdakiler geldi o zaman? Şimdi bu Anıtkabire yürüyenler değil miydi ampulcülere oy veren?Yok eğer vermedilerse bunca kalabalığa rağmen, neden lambalar yakıldı ülkenin her köşesinde? Seçimde neredeydiniz?Türban sorunu yaşanılana kadar derin bir uyku halinde miydiniz?
İllaki bir kahraman mı gerekiyor gerçekleri haykırmak herkese uyandırmak için? Ne zaman değişeceğiz? Ne zaman ülkenin aslında en değersiz ama (en önemli gibi gördürülmek istenen sorunlarınla) uğraşmaktan vazgeçip, gerçek sorunları fark eden bir yönetici çıkacak? Ne zaman kendinden çok ülkesini düşünen birilerini başa getirmeyi başarabileceğiz? Ve ne zaman kim tarafından, bu ülkeyi oluşturan bir halkın olduğu fark edilecek?
Sevgiyle Kalın.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 50

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mesut ARTAR
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ
HAKLI OLMAK MI ? MUTLU OLMAK MI ? İSTERDİN
İnternette dostlukta dürüstlükte bi yere kadar olur ama yinede olur. İnternette size kur yapan, iltifatlar yağdıran biri duygularından ne kadar emin olabilir ki yaptıkları söyledikleri inandırıcı olsun.Ayrıca size söylediklerini nette tanıdığı başka biri nede söylemesi olasıdır. Birde üstelik bunları kısa bir süre geçtikten sonra yapmaya başlıyorsa bu işi pratiğe dökmüş birinden ötesi değildir
Sizin de internette dostluk ve sevgi aradığınızı ya da er geç arayacağınızı düşünüyorum. Birbirini görmeden, tanımadan seven, dostluk adına çabalarını sürdüren bir insan. Birbirimizi görmeden, tanımadan ve sadece "hissederek" yürüttüğümüz dostluk ilişkisi yaşamımızdaki diğer ilişkilerden çok farklı gelişiyor.
Gerçek yaşamda insanların önce fizikleriyle, giyim kuşamlarıyla, sonra da zihinleriyle, fikirleriyle ve yaşam görüşleriyle tanışırız. Oysa burada, sanal ortamda, önce fikirler ve görüşler ön plandadır, birbirimizi zihinlerimizle tanırız, severiz ve bazen de tanımak isteriz, görüşür tanışırız. Değer verir, dost oluruz. "Dostunuz size aklından geçenleri açıklarken ne 'hayır'ı ne de 'evet'i ona söylemekten korkmayınız. Ve o sustuğunda yüreğiniz onu dinlemeyi sürdürsün; eğer dostun senin içindeki denizin alçalacağını bilmek zorundaysa, bırak yükseleceğini de bilsin.
Yalnızca zaman öldürmek için aranılan dost nedir ki? O, sizin ihtiyacınızı karşılamak içindir, yoksa anlamsız boşluğunuzu değil. Ve dostluğunuzun uyumunda bırakın gülümsemeler yükselsin ve zevkler paylaşılsın. " Bazen bu büyü bozulmasın diye, dürüst olamadığımız için, bu tanışmayı istemeyiz. Karşımızdakinin dürüstlüğü veya bizim dürüstlüğümüz. Bir şekilde kafamızda hep dürüstlüğü sorgularız, yazdıklarına ve ona hep güvenmek isteriz.
Gerçekten o kişi mi? Gerçekten böyle mi düşünüyor? Etkilendiğim, sevgi duyduğum kişi gerçekten o mu? Bana sevgiden bahseden, yüce duyguları bayrak etmiş kişi aslında nasıl birisi? En azından insanları, iddia ettiği kadar seviyor olabilir mi? Bana söyledikleri yalan mı yoksa? Yoksa? Yoksa? Zaman içinde tanıdıkça kuşkular başlayacaktır. Hiç kimse yalanı sürekli sürdürecek kadar zeki değildir. Ve hiç kimse de bu yalanlara sonsuza kadar inanacak kadar saf değildir.
Dürüstlük, özgürlük demektir ve özgürlük asla kısıtlanmamalıdır. "Özgürlüğünüz, kendisine vurulmuş olan zincirlerinden kurtulduğunda, daha büyük bir özgürlüğe zincir olur." Sürdürmeye çalışacağınız yalan, hatırlamak zorunda olduğunuz uydurma kişilik bir gün en çok kendinizi rahatsız edecektir. İnsan karşısındakini belki bir süre aldatabilir. Hatta uzun bir süre de bunu devam ettirebilir. Ama kendisini kandıramaz, bunu hep sürdüremez. Sürdürürse, kişilik sorunları başlayacaktır, yarattığı kahramanı yaşatmaya çalışırken, kendisini yaralamış, hatta öldürmüş olacaktır.
Ne kaybeder peki diyeceksiniz? Ne olur boyu kısa veya uzun ise; zayıf veya şişman ise; sağlığı yerinde veya değil ise; eksikleri var ise; parası olsa veya olmasa; veya o filmi görmemiş ise; veya o şiiri duymamış ise; ya da o ülkeye gitmemiş ise; sesi güzel değil ise; o konuya yabancı ise; söylediği yaşta değil ise; manken-fotomodel bir kadın veya atletik vücuda sahip bir erkek değil ise; yada yaşamında olmadığını söylediği birileri var ise dostluk adına ne fark eder diyebilirsiniz.
Yalanların esiri olarak yaşamak ve bir gün her şeyden kaçmaktansa, dostlarınıza ve kendinize dürüst olmayı denemelisiniz. Yarattığınız dünyanın bir gün başınıza çökmesindense, daha kötüsü bir başkasının dünyasını yıkmaktansa dürüst olmayı denemelisiniz. "Tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler yapan ve sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar gibi olmayın. Oysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile daha çok kum yığmaktadır ve yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gülmektedir."
Kendine mükemmel bir kişilik yaratmak çok kolaydır. Zor olan, olduğunu dürüstçe olabilmektir. En acı gerçeğin bile en güzel yalandan üstün olduğunu unutmayın. Dürüstlük temelinde oturan dostlukların daha değerli ve uzun ömürlü olacağını sizde biliyorsunuz. Unutmayın, uzun vadede dürüstlük her zaman galip gelecektir. Kendinizi zor olsa da, acı olsa da, kabullenin. Çünkü siz teksiniz ve değerlisiniz. Sonradan acısını çekeceğiniz hayalleri yaratmayın.
"Acınız, idrakinizi kaplayan kabuğun kırılmasıdır. Nasıl ki, bir meyvenin güneşi görebilmesi için kabuğunun çatlaması gerekiyorsa, acı da sizin için öyledir. Kalbinizi güncel yaşantınızın mucizelerine hayran tutabilseydiniz, acınız mutluluğunuzdan daha az görkemli olmazdı. Tıpkı; tarlalarınızdan geçip giden mevsimler gibi, yüreğinizin mevsimlerini de kabul edebilseydiniz, pişmanlık ve üzüntülerinizin kışın dada çevrenize huzur içinde bakabilirdiniz.
Haklı olmak mı mutlu olmak mı evet acılarınızın çoğu kendinizce seçilmiştir. İçinizdeki hekimin hastalıklı benliğinizi tedavi amacıyla verdiği tatsız ilaçtır. Bu nedenle, içinizdeki hekime güvenin, uzattığı ilacı sükûnetle için." Karşınızdakine güvenmek istiyorsanız, dürüstlük arıyorsanız, önce kendinizi güvenilir kılmalısınız. Bunun da yolu; acı da olsa, zor da gelse kendinizle tanışmanız ve kendinizi bu şekilde tanıtabilmenizdir. Karşınızdakinin klavyenin tuşlarındaki sahte dosta değil, size bağlanmasını istiyorsanız bunu bu şekilde yapmalısınız.
Ama yinede ben internetten tanıdığım biriyle aşk yaşıyorum,haklıyım,mutluyum diyen varsa mutluluklar dilerim.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 51

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mesut ARTAR
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ
HAYATIMIZIN BULUNDUĞU NOKTASI NE OLURSA OLSUN EN İYİ ŞEKİLDE DEĞERLENDİRMELİYİZ
Farkında mısınız?
Hep eskiye özlem olmuştur içimizde; Eskidendi diye başlayan söylemleri can kulağı ile dinlemişizdir. Eski ramazanlar, bayramların sevinçleri kavuşmalar el öpmek için sıraya giren çocukluğumuz.Teknolojinin insanları yavaşça yok etmeğe başladığı yaşadığımız bu dönem zaman zaman bizleri boğmuştur. Benim yaşımdaki insanlar iki deviri bilip her birine uyum sağlamak adına kendini heba edip durmuş. Ama ne yeniye ne eskiye bir bağlanma yaşayamamıştır. 80 öncesi ve sonrası farklı iki yaşam stili arasında sıkışıp kalmış, asıl önemli olanın ne olduğunu unutmuştur.
"Ah nerede o eski bayramlar; ah nerede o eski mahallemiz; ah nerede o eski dostluklar..." dediğimiz çok olur.
Kimimiz inkâr etse bile içimizden bu duygulara hepimizin de kapıldığını düşünmeden duramıyorum. Sanki insanoğluna armağan edilmiş en vefakâr duygulardan birisi değil mi ki insanoğlunun eskiyi sık sık yad etmesi?
Belki kimimiz hayırlarla yad eder kimimizde sitemkâr duygularla ifadesini bulur.
Gençlik yıllarımızın kemale erdiği yıllarda ise aile sorumluluğu da bize yüklenmişse sıkıntılı ya da hayatın ki günümüzdeki ifadesi ile ?ekmeğin aslanın midesinde olduğu? mücadelesi içinde bulunca ebeveynimizin o şefkatli kanatları altında kalmayı hangimiz düşünmedi ki?
Etrafımıza baktığımızda yaşlanmış ihtiyar amcaların, dayıların, teyzelerin musahabelerinde bulunuyorsak fark edeceğiz ki hep o eski bayramlarda, o eski dostluklardan, o eski mahallelerden, insanlardan, hayvanlardan, nebatattan, kısacası yeryüzünde geçirmiş oldukları o kısacık ömürlerinde ilk zaman dilimlerini içlerini çekerek, özlemle yad ettiklerini duyacaksınız. Ancak hangimiz zamanın son bulduğu hayatının belirli noktalarında çakılıp kaldı ki? Ayrılıp vakti gelip çatınca elveda demenin ne kadar zor olduğunu hepiniz takdir edersiniz. Bununla beraber gitmek vakti geldiğinde kalmanın gitmekten daha zor olduğuna kendi gözlerinizle şahit olacaksınız. Yakın bir sürede yeni bir daireye taşınan komşuların eski bahçeli evlerini kat karşılı yıktırdıklarına hepimiz şahit olmuşuzdur. Bir düşünürün söylediği gibi "geçmiş dündü geri getiremeyiz, yarına hep yetişemedik. Ancak bizim kullanabileceğiz bugünümüz vardı." Sözünü düşünerek hayatımızın bulunduğu noktası ne olursa olsun en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Çünkü cömertçe harcadığımız bugünlerimiz geçmişimizin bir parçası olacaklarsa bizler değerli zamanımızı kullanarak geçmişin her anının dolu dolu olması gerektiğini düşünürüz. Önümüze gelen bayramlara nerede kaldı o eski bayramlar demektense yaşadığımız bu bayramların da bir dönem sonra eskiyeceğini unutmamalıyız. Mutlaka unutulmaması gereken anılarımızı bir günlüğe taşıyıp, çocuklarımız ve torunlarımızın aile saadetine katkıda olacak şekilde kayda almalıyız. Çünkü geçmişimiz bütünüyle geleceğimizin bir yansımasıdır. Yaşadığımız mutlu anları çoğaltarak, hayatımızdan zevk alabiliriz. Çünkü mutluluklar paylaşarak artarken üzüntülerimizin de paylaşarak azalacağını düşünmeliyiz. Böylece hayatımızın her anını eksiksiz bir şekilde gayret ve mutlulukla nakşetmeliyiz.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 52

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
YA HAKKINI VERİN, YA DA, O DİPLOMALARI YAKIN !...
Kendisini 'yasa bağımlısı' olarak tanımlayan Sayın Rektörüm ve on yıllık dava arkadaşım Galip Baran sordu: “Üniversite diploması, Türkiye’nin veya dünyanın en ünlü üniversitelerinin birinden alınmış olsa bile ne işe yarar?
Örneğin, senin gazetecilik, hukuk ve siyaset bilimi diplomaların ne işe yarıyor söyler misin?
Devam etti: O diplomalara rağmen çevreyi kirletiliyorsan, aşırı tüketiyorsan, trafik kurallarını çiğniyorsan, toplum sağlığına aykırı alışkanlıklar ediniyorsan, vergi kaçırıyorsan, rüşvet veriyorsan/alıyorsan, iş ahlakının korunması için çaba göstermiyorsan, milli servete zarar veriyorsan, imar yasasına aykırı işler yapıyorsan, her şeyi devletten bekliyorsan, yani kısaca, 'KIRMIZIDA GEÇİYORSAN' bir başka deyişle, YOLSUZLUK YAPIYORSAN?...
Benimkisi “Teknikerlik” diploması. Ama ben, KIRMZIDA GEÇMİYORUM, YOLSUZLUK YAPMIYORUM, üstelik KIRMIZIDA GEÇENİ, YOLSUZLUK YAPANI, “kırmızıda geçeni, anında , yüzüne karşı, utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarma”yı öngören, SOSYAL YAPTIRIM olarak bilinen bir yöntemle uyarıyorum (uyardıklarımın arasında, her rütbeden polisler, her rütbeden askerler, avukatlar, hakimler ve savcılar var) uyardıklarına kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını öneriyorum, bana DELİ diyenler de var. Oysa ben sıradan bir YASA BAĞIMLISIYIM.
Sözünü şöyle bağladı: "Haydi gel şu bir işe yaramayan, YOLSUZLUK YAPMANI önleyemeyen DİPLOMALARNI Kızılay Meydanı’nda yak…"
Elbette (kendimi tenzih ederek) Üstat Galip Baran'a hak verdim. İtiraz edemedim.
Zira, (ben) her ne kadar 'kendimi bildim bileli' kırmızıda geçmiyor, mümkün olduğu kadar geçenleri uyarıyor, 'Kırmızıda Geçmek' in gerçekte ne anlama geldiğini yıllardır yazılarım, söylev, konferans ve demeçlerimle halka açıklıyor, anlatıyor ve "iyi insan-iyi, ilkeli-onurlu ve sorumlu vatandaş" konusunda her derece ve düzeyde büyük bir mücadele veriyorsam da;
Adına kinayeten 'BİLGİ ÇAĞI' denilen bu zamanda, ülkemin, insanımın ve dünyanın (sözde) en saygın üniversitelerinden diplomalı bilim (ilim değil!), politika (siyaset değil!.) Sivil Toplum Kuruluşu (gönüllü kuruluş değil; güdümlü kuruluş), memurin, hükümet ve devlet eşhasının;
"Edindiği diplomadan dolayı hicap duymadan, insanlıktan utanmadan, adalet ahlakı ve hukuka saygılı olmadan ve (bana göre) Allah'tan korkmadan, bizzat kendi ve kamu vicdanına karşı hiçbir onurluluk ve sorumluluk hissetmeden..."
Nitelikli dolandırıcılık, gasp, irtikap, ayırma-kayırma, rüşvet-suiistimal, görevi kötüye kullanma ve yolsuzluk yaptığını; Vergi kaçırdığını; İmar mevzuatını ihlal ettiğini; Çevreyi kirlettiğini; Halka yalan söylediğini; Sözünde durmadığını; Emanete hıyanet ettiğini; Küresel barışı tehdit, ozon tabakasını tahrip, dünyada savaş ve milletler arasında fesat çıkartma, vahşi kapitalizm ve insanlık düşmanı küresel emperyalizme alet olduklarını; KISACA: 'her fırsatta insanlığın KIRMIZI ÇİZGİLERİNİ ihlal ettiklerini gördükçe kahroluyor ve 'BİLGİ ÇAĞI'nın bilim ve insanlık düşmanı biçiminde tezahür eden uygarlığından utanç duyuyor!.., Dünyayı yaşanmaz hale getiren 'sorun' un "BENCİLLİK", kalıcı çözümünse "SENCİLLİK" olduğunu çok iyi biliyor; İnsanlığın bir an önce "BİLİÇ ÇAĞI" na geçiş yapabilmesini yürekten diliyorum.
Ama, kitlesel bir katılım ve anonim BİLİNÇ olmadan diplomama da kıyamıyorum!..
Bu yazıyı okuyan hukukçulara, mühendislere, akademisyenlere, devlet ve hükümet 'gişi'lerine soruyorum: Ne dersiniz? Siz de hak veriyor musunuz?
Veriyorsanız diplomanıza kıymaya hazır mısınız?
Yoksa, onun gibi "YASA BAĞIMLISI" olup DİPLOMACIKLARI kurtaralım mı?
Mustafa Nevruz Sınacı
Bilinç Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Gönderen "BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ" TÜRKİYE
WEB: http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com, e.MAİL: gercek.demokrat@hotmail.com

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 53

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
GLADYO-OLİGARK; BARONLAR ve HÜKÜMET
Bilindiği üzere Gladyo, Oligark ve Baronlar uluslar arası mafya kuruluşları, organize çete, yerel mafya ve ülkede faaliyet gösteren bilumum kirli-karanlık, menfur işlerle iştigal suç örgütlerinin tartışmasız sahibi, hamisi ve enternasyonal uzantılarıdırlar. Menşei her ne olursa olsun, ülkemizde yaşanan bütün adaletsizlik, hukuksuzluk, rüşvet-iltimas, hak gaspı, yasa dışı edinim, hırsızlık ve yolsuzluğun yuvalandığı lâğım kanalının karanlık kapısı sonunda bunlara çıkar. Diğer bir anlamda milli devlet düşmanı, siyaset simsarı ve din tüccarı kesimlerin hamisi de bunlardır, anası da, babası da… Anarşi, terör, tedhiş ve menfur tehditlerin de…
Halka ve ülkeye Allah rızası için hizmet sevdası için çırpınan namuslu insanların, fazilet anlamında siyaset, meşru ve yasal hükümetlerin de baş belası bunlardır.
Bilumum kirli, karanlık, insanlık aleyhine, menfur ve meş’um işlerin hamisi de…
Burada çok yakın tarihli bir itiraftan yola çıkarak konuyu derinleştirmek istiyorum:
AKP’nin (!) Ankara Büyük Şehir belediye başkanı Melih Gökçek 19 Şubat 2009 günü konuk olduğu bir programda; “Gladyo ile mücadele ediyoruz. Ne pahasına olursa olsun iki büyük şehirden birini alarak AKP’yi sarsmak ve 29 Mart’tan sonra erken seçime zorlamak istiyorlar” kabilinden bir lâf etti. Melih’in karşısına dikilmiş 8-10 sorgucu, bu çok ciddi ifade veya itirafı önemsemedi, ciddiye alıp üzerinde bile durmadılar..
Aslında benzer sözler AKP kurmayları tarafından 6 yıldır söylenip durmakta.
Meselâ, Adalet Bakanı iken Cemil Çiçek’in “Hükümet olmak yetmiyor. Size, halka söz verip vaat ettiklerinizi yaptırmıyorlar… Çoğu kez eliniz kolunuz bağlanıyor” demişti. Bu ve buna benzer olmak üzere TBMM kürsüsü, özel ortam ve medya önünde ‘tıpkı bir itiraf ve halka şikâyet (acz-sızlanma) gibi’ söylenmiş yüzlerce yakınma var.
Bu minvalde en komik örnek Yıldırım Akbulut zamanında yaşandı.
Gönüllü Kültür Teşekkülleri Birliği’nin Kocatepe Konferans Salonunda yapılan bir toplantısındayız. Küsüde Başbakan Yıldırım Akbulut, ben de İKO Genel Başkanı ve delege sıfatıyla orada bulunuyorum. Devlet ricalinin ekseriyeti ve bakanların yarısından fazlası da orada.. Sayın Akbulut hükümet işlerinden ve önü alınamayan ülke sorunlarından öylesine sızlandı, yakındı, şikâyetlendi ki, dayanamadım ve ayağa kalkarak doğrudan bir soru sordum:
- Sayın konuşmacı, ülke sorunlarını büyük vukufla ve fakat derin bir yakınma ile dile getiriyorsunuz. Bu iyi. Fakat burada bir hususun açıklığa kavuşması gerek!...
- Nedir o?...
- Bu elim safahat sürecinde ‘acaba’ başbakan ne yapmaktadır?
Akbulut hiç tereddüt etmeden derhal cevap verdi:
- BEN BAŞBAKAN’M!.... 
Bu konuşma, her ne kadar salonda gülüşme, söyleşme, sitemkâr alkışlar ve Akbulut’un fark edilir biçimde şaşkınlık, mahcubiyet ve kızarmasına neden oldu ise de maksadına ulaştı. Başkaca diyecek söz bulamayan Akbulut, bir yandan notlarını toparlayıp, acele hazır olanları selamlayıp kürsüden indi.
O sırada Manisa (eski) Milletvekili Vehbi SINMAZ; “Şikâyet zayıflıktır” diyordu…  
DEMEM O Kİ;
İcranın şikâyet, yakınma ve sızlanmaya hakkı yoktur. Hükümet, hükmetmektir.
Yürütmenin miyarı (ölçüsü) adalet, hakkaniyet ve hukuktur. Hüküm adalet iledir.
Adalet, Atatürk ilkeleri, Türk İnkılâbı, Kurucu Unsur, Anayasa ve Kanun esaslarıdır.
Melih veya bir başkası ‘gladyo baronlarına karşı mücadele veriyoruz” derse, adama sorarlar: “Eğer bu devlette hükümet (yürütme) yasama ve yargı varsa, gladyo ve baronlar niye var?, hükümet adalet, hukuk ve hakkaniyetle hükmediyorsa, ortalık neden zanlı, suçlu ve suç örgütleriyle dolu?, bütün güç, kurum ve kuruluşlarıyla devlet, (hükümet) anarşi, terör, tedhiş, organize çete ve diğer hırsız-yolsuz güruhun üstüne gidemiyorsa; Ya acz içinde zaafla malül veya “tencere dibin kara, seninki benden kara” misal ‘kendinden yana’ çekinceleri var demek değil midir? Üstelik ‘herkese lâzım olan adalet’ niçin? Suçlular üzerinde Demokles’in kılıcı, namuslu, dürüst, onurlu-sorumlu yurttaşlar için himmet ve hamiyet olarak var edilmez? .
Örneğin: Kemal Kılıçdaroğlu'nun ortaya çıkardığı ve AKP genel başkan yardımcısı Şaban Dişli'nin istifasıyla sonuçlanan 'anlaşma', diğeri Vatan Gazetesi'nin ortaya çıkardığı ve CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen'e ait 'anlaşma' ve Sevigen’in istifası..
Ya sonrası?
Bunlar yargılandı mı? Sorgulandı mı? Vekil sıfatları ellerinden alındı mı?
Hayır, hayır… Peki, neden ve niçin?
Hiç ‘kürsü masuniyetini’ aşan dokunulmazlık olur mu?
Asil’in kullanamadığı bir yetki, nasıl olur da vekil’e verilebilir?
Üstelik, milletvekili istifasının ‘genel kurul onayına’ bağlı olması ne garabet!..
Asil’in istifası tek taraflı bir kurum iken!...
Bu bağlamda tam bir iftira, itiraf, fesat, hesaplaşma kampanyasına dönen seçim sath-ı maili!.. Ya tam da bu ortama denk gelen ve Türkiye’yi teğet geçtiği iddia olunan küresel kriz? Gün be gün bir aile faciası, cinnet, intihar, soygun-vurgun ve yolsuzluk haberleriyle tırmanan gerilim.. Zenginler ve fakirler arasında giderek büyüyen uçurum.. Devasa boyutlara varan yolsuzluk, onursuzluk ve soysuzluk ekonomisi.. Eşitlik, hak, adalet ve tam rekabet ilkelerine aykırı takipsiz, denetimsiz, serbest (!) piyasa ekonomisi… Gelişmelere paralel giderek artan cehalet, yoksulluk, halkı iliklerine kadar sömüren (tam gaz giden) yolsuzluk, fahiş piyasa, hırs ve ihtirasa ne demeli? Ortalık kene, sülük, bit-pire, vampir, domuz ve akrep kaynıyor.
Müthiş bir gelir adaletsizliği, maaş-ücret düşüklüğü, onur kırıcı-insanlık dışı sefalet, fakrü zaruret ve milletin % 95’inin yaşadığı garip guraba hali neden? Devletin tapusu fert, fert bu milletin nüfus kâğıdı değil mi? Yoksa nedir?
İşte bunun sebebi; Yukarda bahse konu baronlar, koza, kripto, oligark ve gladyo…
Peki, Allah aşkına hani ‘hükmeden güç’ yani, hükümet nerede?
Dağda eşkıya kol geziyor, Mehmetçik kalleşçe kurşunlanıyor;
Allahın günü evler, iş hanları, dükkânlar ve mağazalar soyuluyor; Şehirlerde anarşi, terör, tedhiş, baskı, zulüm ve işkence kol geziyor, taciz-tecavüz diz boyu; Polis nerede?
Siyaset şirketleri ‘millet iradesinin’ yerine kendilerini koyup aday belirliyor; Köşe başlarını tutan ve Belediyelerde yuvalanan amansız şehir eşkıyaları vatandaşları fahiş fiyat, fahiş kâr, rüşvet-iltimas, ayırma-kayırma, yandaş-yoldaş saltanatı, görevi kötüye kullanma, ihmal ve suiistimalle Ermeni, Yunan veya Rum’un değil, ‘kendi öz milletinin’ milletin anasını ağlatıyor; Anayasanın amir hükmü ve Cumhuriyetin çimentosu adalet ve hukuk ilkelerine rağmen birileri ortaya çıkıp: Kürtçe anadil olarak okutulsun, TBMM ve devlet dairelerinde konuşulsun; Ermenilerden özü dilensin ve soykırım (yalanı-iftirası) tanınsın… diyebiliyor!..
SORUYORUZ: Adalet ve Hukuk nerede?...    
Memlekette hikmetle/adaletle hükmeden meşru bir hükümet varsa, oligark, gladyo ve baronların (gladyatörlerin) ne işi var? Bence mesele çok vahim ve derindir. Topyekün acil bir temizlik, aklanma, ayıklanma, toplumsal bir yüzleşme ve hesaplaşma zorunlu hale gelmiştir.
Bu vebal ve sorumluluk mevcut partilerin tamamına aittir.
Biline ki, esas suçlu, zorunlu hale gelen bu ayıklanma, arınma ve ulusal temizlikten kaçan ve kıvırtandır. Herkes tez elden evinin önünü süpürmeli, eteklerindeki taşı dökmeli ve hiç olmazsa bu seçim sath-ı mailinde bu yüzleşme ve hesaplaşma gerçekleştirilerek bütün bataklıklar kurutulmalıdır. Yanlış anlaşılmasın. Lâğım üzerine ‘BEYAZ SAYFA’ değil!...

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 54

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ

MİLLİ DAVA (KIBRIS) GERÇEĞİ

            Web sitesinde milletten iane (bağış) dilenen kıytırık bir İngiliz milletvekili, şu sıralar Türkiye aleyhine atağa kalktı. TukishForum penceresinden baktığımızda Rum-Yunan ve İbrani lobileri ve Ermeni diyasporası ile çok sıkı-fıkı ilişkiler içinde olduğu görülüyor.
            Maznun’un (zanlı, şüpheli, potansiyel sanık) adı: Andrew Dismore. Menfur yayın, iftira ve karalama yazılarını yayınladığı site adresi şöyle: http://www.andrewdismoremp.com,
Bu link Andrew Dismore'in sitesine ait. İngilizce bilenler lütfen açıp ibret için baksınlar.
            Mesele şu ki; bu menfur şahıs, dâhili-harici bedhahlarla iştirak ve işbirliği halinde yine Türkiye aleyhine furyalar ve kumpaslara girerek, başta Kıbrıs konusu olmak üzere; Bizdeki menfur özürcülerle, Kıbrıs’ta vaki toplumlararası (!) müzakerelere paralel sözde Ermeni soykırım yalanlarını ısıtıp tetiklemeye başladı. 
            Kefereye ilk cevap; “Turkish Reconciliation Front-UK, Ingiltere Türkleri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği”nden geldi.
            ANDREW DISMORE'A CEVAP: SIKIYSAN GEL DE AL!..
            Satırı satırına son derece önemli ve anlamlı ve üstelik İngiltere de kurulu bir Türk Sivil Toplum Kuruluşu’ndan gelen tokat gibi cevabı aynen naklediyorum:
            Hiç bir bilimsel dayanağı olmayan sözde Ermeni Soykırımı yalan ve iftiralarına her fırsatta sarılan ve her konuda izlemiş olduğu Türk düşmanı tavır ve söylemlerle yüce Türk milletini inciterek rencide etmeye çalışan İngiliz Milletvekili Andrew Dismore'a  Turkish Reconciliation Front–UK ve İngiltere Türkleri Day. ve Yard. Derneğinden cevaptır:
“Türkiye'yi Kıbrıs'ta işgalci olarak tanımlayan ve Türk askerinin adadaki asker sayısını azaltmasını ve Kıbrıs'ı (GKRY) tanımasını isteyen Andrew Dismore adada yasayan binlerce Kıbrıs Türk'ünün varlığını nasıl oluyor da bir kalemde silip atıyor.1571'de Lala Mustafa Paşa'yla yani 417 senedir devam eden Türk varlığını bir çırpıda atmak şu ana kadar hiç bir dış güce nasip olmadıysa bundan böyle de Türk kalacaktır..Ve buna dünyadaki hiç bir güç engel olamayacaktır. Bu yüzdendir ki Kıbrıs üzerinde gizli ve hain emelleri olan her kim, hangi ülke ve hangi gizli güçler topluluğu varsa bu hayallerinizden vazgeçme zamanınız gelmiştir artık. Sizlere politik bir dil kullanmanın hiç bir faydası olmadığını çok iyi biliyoruz. Çünkü kurmuş olduğunuz kurum ve kuruluşlarla ve zayıf karakterli işbirlikçi hainlerle politik arenada kazanmanın sinsi (menfur) hesapları içindesiniz.
Türk insanını her coğrafyada olduğu gibi haince, alçakça ve kalleşçe arkadan vurmaya çalışıyorsunuz. Türk'ün essiz karakterini yozlaştırmaya, vatansever ve milliyetçi duygularını zayıflatarak yiğitçe savaşarak alamayacağınız şeyleri haince ele geçirmeye çalışıyorsunuz.
Kıbrıs Davasına onurunu vermiş isimleri küçük düşürmeye çalışıyor, yüce insan Fazıl Küçük’ün resimlerini Kıbrıs pullarından çıkartıyor, Dr. Rauf Denktaş’a düşmanca duygular besliyor ve büyük kurtarıcı, essiz önder Mustafa Kemal Atatürk'ün adını ders kitaplarından çıkartma cüretini gösteriyorsunuz. Bunları yaparken Andrew Dismore denilen şahısla aynı hizada hareket ettiğinizi görebiliyor musunuz.? Bu yüzdendir ki Andrew Dismore'a  ve Kıbrıs’ı pazarlamaya çalışan hain güruhuna buradan bir tek cevap veriyoruz. Sitende insanlara bağış yapmaları için yalvararak zaman kaybedeceğine biraz tarih kitaplarına zaman ayır!
Bilesiniz ki! Kıbrıs her zaman Türk'tü Türk kalacaktır! Sıkıysa Gel de Al!..
Turkish Reconciliation Front-UK, İngiltere Türkleri Day. ve Yardımlaşma Derneği”
            İşte bu menfur tetikçi ve provokatörler sayesinde tıpkı, hiç olmayan bir meseleyi sanal ortamda hayalen üretip “sorun” gibi sunmak, devleti, insanları ve kamuoyunu meşgul etmek suretiyle milletin kimyasını bozmak, lânetli özürcüler listesinde isimleri yazılı ihanet şebekesi ve yeryüzüne dağılmış Andrew Dismore gibi insanlık düşmanları için meşgale haline geldi.
            Örneğin etnik köken, anadil, siyasal-sosyal haklar ve Kürt sorunu (!) vb…
            Yine bu güruhça dillendirilen ve barış’ı sorun’a dönüştüren Kıbrıs meselesi..
Her ne kadar kalkışmacıya verilen cevap uygun ise de bizim de diyeceklerimiz var. .
            Gerçek şu ki; Türkiye’nin başına ‘sorun-sorun” diye dert açanların kendileri sorun.
            Üstelik durup dururken sorun yaratanların ve bizatihi sorun olanların kahir ekseriyeti etnik kök olarak Ermeni, Rum-Yunan, İbrani, hâsılı dönme-devşirme veya sabetay çıkıyor. Ne gariptir ki, Kürt sorununu dillendirenlerin arasında Kürt, alevi sorunu diyenlerin arasında bir tane dahi Müslüman yok. Milli Dava Kıbrıs konusunda, Türkiye’ye karşı AB tezleri ile karışık Rum-Yunan politikalarını (Akritas Plânını) savunanların da tamamı aynı orijin…
Dahası bunlar çok rahatlıkla yalan söyleyebiliyor, tarihi tahrife yelteniyor, fütursuz iftira ve tefrikalarla ‘demokratik (!) hakları istismar’ devleti suiistimal ve kamu vicdanını taciz ve tarumar ediyorlar. Neden oldukları yanlış yönlendirme, gündem saptırma, derin tahrik ve alenen suça teşviklerin faturası çok ağır. Bu faturaları kendileri yahut akredite oldukları bedhahlar değil bizzat Türk milleti ve Türk devleti ödüyor.
Şimdilerde kendini bilmez biri artistlik olsun diye ‘ben de 10 Rum öldürdüm” deyince kıyametleri kopartan ve soluğu AİHM de alan GKRY Rumları ve Yunanlılara rağmen; Ortada apaçık Mahkeme kararı olmasına rağmen harekete geçmeyen ve bil-mukabil dava açmayan, bu güne değin ödenmiş haksız ve yolsuz tazminatları geri istemeyen hükümete şaşıyorum!..
GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ          
Her ne hikmetse, hâlihazır Kıbrıs’ta yaşanan barış; Barış’ı ‘sorun’ olarak algılayan iç ve dış düşmanlar yüzünden AB nezdinde gerçekten de Türkiye'nin kendini anlatamadığı ciddi bir ‘dış sorun’ haline geldi. Sürece bakarsanız, burada da yukarda bahsettiğim dönme ve devşirmelerden müteşekkil oligark, koza ve kriptoların kirli marifetlerini görürsünüz.
Özellikle Avrupa Birliği'ne tam üyelik süreci olarak lanse dilen, gerçekteyse AB’ye bağlanma sürecinden başkaca bir şey olmayan gidişatta konunun gündeme gelmesiyle birlikte, "Kıbrıs'taki işgale son verilmesi" çağrıları da arttı. Öte yandan, Kıbrıs’ta iki toplum arasında sürdürülen görüşmeler tam anlamıyla yüz karası, utanç ve hicap verici..
Görüşmeler uzayıp, Türk toplumu ihanetin boyutunu kavradıkça, Milli Kahraman Dr. Rauf Denktaş’a komplo düzecek ve suikastlar düzenleyecek kadar azgınlaşan-çılgınlaşan bazı monşerler, iç odaklar ve paralel dış mihraklar telâş, panik ve acz içinde kıvranarak saldırıya geçtiler. Bir yandan aba altından sopa gösterip, diğer yandan "Eğer, Kıbrıs'taki işgale son vermezseniz AB'ne tam üyeliğe alınmazsınız ha!" türünden tehditlere başvuruyorlar. Dahası, tüm bunlar yetmezmiş gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Titiana Loizidu davasındaki gibi siyasi kararlarla Türkiye’yi sanık sandalyesine oturtmak istemekteler.
Rum-Yunan ikilisinin taleplerine boyun eğen Batı'nın bu çağrıları, kendi tarihinden kopmuş, mazisinden utanan bazı vatandaşlarımızı da maalesef etkilemektedir.
Sağda-solda duymuşsunuzdur; "Hani canım biz de az yapmamışız!", "Yahu madem Kıbrıs da Avrupa Birliği'ne giriyor biz de gireceğiz. O zaman mesele yok. Hele Kıbrıs'tan bir çekilelim gerisi kolay!" Bunların tamamı kirli ve kasıtlı bir dezinformasyon ürünüdür.
Tarihi tarihçilere bırakalım ama yakın tarihin gerçeklerini bile unutacak kadar tarih bilincine sahip olamayan, gaflet ve dalalet içinde sürüleşen toplumların başlarına çok şeyler gelebileceğini hatırlatarak konuya girmek istiyorum. Hem de çok ciddi ve resmi belgelerle.
Kıbrıs'ta gerçek işgalci Yunanistan'dır.
Türkiye Kıbrıs'a Yunan işgali ve EOKA zulmüne son vermek için ‘Barış Harekâtı’ çerçevesinde ve Londra-Zürich (garanti antlaşması mucibi) girmek zorunda kalmıştır. Bu tarihi gerçek Rum-Yunan resmi Kaynakları ve mahkeme kararlarınca da teyit edilmektedir.
Belge 1; Başpiskopos Makarios'un konuşması: 15 Temmuz 1974 Nikos Sampson Darbesi sırasında adadan kaçarak canını zor kurtaran Başpiskopos Makarios'un Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşmasında:
"Kıbrıs'ta geçen Pazartesi sabahından bu yana süregelen olaylar gerçek bir trajedidir. Yunanistan'daki askeri cunta, Kıbrıs'ın bağımsızlığını acımasızca ihlal etmiştir. Yunan Cuntası, Kıbrıs halkının demokratik haklarına, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlık ve egemenliğine en ufak bir saygı göstermeden, diktatörlüğünü Kıbrıs'a da uzatmıştır.
Bu darbe, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını ve hükümranlığını açıkça ihlal eden dış kaynaklı bir işgaldir. Sözde darbe, Milli Muhafız Ordusu'nu yöneten Yunanlı subayların işidir...  Atina'nın düzenlediği darbe ile yaratılan bu olağandışı durumu sona erdirmek için Genel Kurul üyelerine ellerinden geleni yapma çağrısında bulunuyorum. Kıbrıs'taki anayasal durumun ve Kıbrıs halkının demokratik haklarının yeniden teşhir edilebilmesi için; Güvenlik Konseyi'ne elindeki tüm imkânları gecikmeden kullanması çağrısında bulunuyorum. Daha önce de ifade ettiğim gibi, Kıbrıs'taki olaylar Kıbrıs Rumlarının bir iç meselesini teşkil etmemektedir. Kıbrıs Türkleri de etkilenmektedir. Yunan cuntasının düzenlediği darbe bir istiladır ve sonuçlarından tüm Kıbrıs halkı, Türkler ve Rumlar acı çekmektedir..." diyor. (The Cyprus Triangle sa;128- Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, "Türk-Yunan İlişkileri" konulu 3. Askeri Tarih Semineri, sa; 367-372, Ankara-1986)           
            Belge 2; Yunanistan Temyiz Mahkemesi'nin 21.3.1979 tarih ve 2658/79 sayılı "Türk Ordusu'nun Kıbrıs'a müdahalesi yasaldır. Suç Yunan subaylarına aittir" kararına giden yol:  1976 yılı Aralık ayında bir Yunanlı, mahkemeye başvurarak, 22 Temmuz 1974'te Lefkoşe üzerinde uçarken, Güney Kıbrıslı Rumların açtıkları ateş sonucu düşüp parçalanan Yunan Delta Nakliye uçağında ölen oğlu için tazminat talebinde bulundu. Atina Mahkemesi, 1978 yılında aldığı kararda "Davacı davasında haklıdır. Hazineden tazminat alması gerekir” dedi.
Ekonomi Bakanlığı tazminatı ödememek için karara itirazla temyiz mahkemesinin kararı bozması talebinde bulundu. Bakanlığın bu talebi üzerine toplanan Temyiz Mahkemesi 21.3.1979 tarih ve 2658/79 sayılı kararı aldı. Karar şöyle: "Davacı tarafından öne sürülen iddiaların gerçek olduğu, mahkememizce yapılan araştırma sonucu kanıtlandı. Zürich Anlaşmasını imzalayan taraflar, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere "garantör" devletler olarak, Kıbrıs'ın herhangi bir devlet ile birleşmesini ya da bölünmesini önlemek için "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin güvenliğini garanti altına alıp koruyacaklarına dair taahhütte bulunmuşlardır. 1974 Temmuz ayının ilk haftası içinde Kıbrıs Devlet Başkanı Makarios, adada görev yapan bazı subayların, darbe girişimi hazırlığı içinde bulunduklarını ve kendisini öldürmeyi planladıklarını öğrenmiş ve durumu Atina'ya duyurarak, Yunanistan Devlet Başkanı General Gizikis'ten önlem almasını istemiş olmakla; Atina'daki yönetim, bu talebe resmi bir cevap vereceği ya da önlem alacağı yerde, 15 Temmuz 1974'te, General Yoannidis, Makarios'a karşı, Kıbrıs'taki Yunan Birliğinin Komutanı General Yorgitsis ve General Yanakodimos ile birlikte 102 Yunan subayının da yer aldıkları darbeyi gerçekleştirdi ve Makarios'u öldürmeye teşebbüs etti. Lefkoşe'deki Başkanlık Sarayı ağır silahlarla ateşe tutulmuş, Başkan Makarios bu saldırıdan bir mucize eseri olarak kurtulmuştur. Kıbrıs Anayasası asi Yunan subayları tarafından çiğnendikten sonra, Nikos Sampson başa getirildi. Türkiye ise 20 Temmuz 1974'te yaratılan fiili durum nedeniyle, hukuki haklarını kullanarak Kıbrıs'a müdahalede bulunmuştur." (http://www.inaf.gen.tr), (e-mail: info@inaf.gen.tr ) İşte “Milli davada haklılığın ve hukuka dayalı güçlülüğün belgeleri” Buna göre cari hükümet ‘haklılığa dayalı’ gücünü kullanmalı, ağırlığını koymalı ve komediye son vermelidir!
         Yunanistan Temyiz Mahkemesinin bu kararının ardından neler olduğu merak edilebilir. Onu da özetleyelim;
Temyiz kararıyla  zamanın Savunma Bakanı Evangelos Averof güç duruma düşer. Savunma Bakanlığı'ndan Ekonomi Bakanlığına gönderilen 12.6. 1979 tarih ve F-800/109-B5849 sayılı gizli yazıda, Bakanlığın her ne olursa olsun mahkemeye tekrar başvurmaması ve düşen uçakta ölen askerlerin ailelerine tazminatların sessizce ve problem yaratılmadan ödenerek meselenin kapatılması istenir. Mahkeme kararı, zamanın Yunan hükümeti ile yargı organlarını da birbirine düşürür. Başbakan Konstantin Karamanlis imzasını taşıyan; "Kıbrıs ile ilgili davalar açılmadan önce hükümete bilgi verilecek ve onay alınmadan davaya bakılmayacaktır. Milli nedenler, Türk istilasına yol açan sorumluların, sonsuza kadar yargılanmamalarını gerektiriyor" şeklindeki yazı Adalet Bakanlığı'na gönderilir. Yazı büyük tepkiye neden olur. Adalet Bakanlığı'nın Başbakanlığa gönderdiği 14289/78 sayılı cevabi yazı şöyledir; "Vatandaşların menfaatlerinin korunması, gerçeklerin aydınlığa kavuşmasıyla mümkündür. Hiçbir kuvvet, adaleti, gerçek sorumluları ortaya çıkarmaması konusunda susmaya mecbur edemez." Bu gelişmeler üzerine zamanın Başbakanı Konstantin Karamanlis, "Yunanistan aleyhine kullanılabilir" gerekçesiyle Temyiz mahkemesi kararının kamuoyuna duyurulmasını yasakladı. (Yunanistan Temyiz Mahkemesi kararı ve karara ilişkin gelişmeler, Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi İnaf'ın Aralık-200 tarihli bülteninden alınmıştır.) Dr. George Nakratzas.  '1960 Anayasasını İhlal Eden Makarios'du'" başlıklı haberi:
"Hollanda'da ikamet eden Yunan asıllı Dr. George Nakratzas, Yunanistan Komünist Partisi Yeniden Yapılanma Merkez Komitesi'nin yayın organında yer alan makalesinde, Rum tarafının Enosis hayalini ve Rum barbarlığını gözler önüne serdi.
Dr. Nakratzas, Kıbrıslı Türk ve Rum ortak yönetiminden oluşan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasasını ihlal edenin, Kıbrıs Türk tarafı değil, Başpiskopos Makarios olduğunu vurguladı. Dr. Nakratzas makalesinde, Başpiskopos Makarios'un Enosis hayaliyle 1960 Anayasası'nın 13 maddesinde değişiklik yaparak, Türk tarafını ortaklık cumhuriyetinden dışladığını ve hemen ardından 21 Aralık'ta Kıbrıslı Türkleri katletmek amacıyla saldırı başlattığını yazdı. Makarios'un, Türk tarafının anayasadaki değişikliği reddetmesini dünyaya "Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti'ne itaatsizlik" şeklinde duyurduğunu, ancak bunun tamamen gerçek dışı olduğunu vurgulayan Dr. Nakratzas, "Yasal açıdan bakılacak olursa, anayasayı tek yanlı olarak keyfi şekilde ihlal etme girişiminde bulunan Kıbrıslı Türkler değil, Makarios'du dedi. Dr. Nakratzas, Kıbrıslı Türklerin, 1963 ile 1967 yılları arasında, Sampson, Yorgacis ve Lissarides tarafından yönetilen çetelerce öldürüldüğüne işaret ederek, "Bu konuda genç Yunanlıların bir fikri yok" dedi ve bu katliamlarda "Kıbrıs Hükümeti" olarak adlandırdığı Rum yönetiminin büyük sorumluluğu bulunduğunu vurguladı.
Rum tarafının kayıplar konusunu propaganda haline getirdiğini ve gerçek kayıp sayısının açıklanandan çok daha az olduğunu BM belgelerinden alıntılar yaparak makalesinde gözler önüne seren Dr. Nakratzas, 21.12.1963 ile 8.06.1964 tarihleri arasında kayıp olduğu resmen açıklanan Kıbrıslı Türklerin sayısının 232 olduğuna dikkati çekti. Nakratzas, "Bu dönemde sadece 43 Rum'un kayıp olduğu belirlenmiştir. Bu rakamlar BM Genel Sekreteri'nin S/5950 sayılı raporundan alınmıştır" diye konuştu. Nakratzas, kayıplar konusundaki gerçekler bu iken, Rum basınının devamlı şekilde ellerinde sevdiklerinin fotoğraflarını tutan Rum kadınların resimlerini yayınladığını, ancak kayıplar hakkında bilgi edinmeye çalışan Türk kadınların fotoğraflarına bugüne kadar hiç yer vermediğine dikkati çekti.
1963-1967 yılları arasındaki katliamlardan Rum Yönetimi'nin sorumlu olduğunu da vurgulayan Dr. Geroge Nakratzas, Rum Yönetimi'nin Avrupa Birliği'ne giriş müzakereleri sırasında iki soruya yanıt vermesi gerektiğini belirtti ve bu soruları şöyle sıraladı:
"Kıbrıs Hükümeti Kıbrıs Türk Devletini tanımayı reddediyor veya gevşek bir Türk- Rum Konfederasyonunu kabul etmiyorsa,  geriye kalan şu iki çözümden hangisini düşünüyor?
A) Kıbrıslı Türklerin 1963 öncesinde yaşadıkları köylere geri dönmelerini mi, yoksa B) Kıbrıslı Türklerin 11 yıl mahsur kaldıkları enklavlara geri dönmelerini mi?
             Son Söz: TC hükümeti ve Cumhurbaşkanı Talat bu gerçeği mutlaka dikkate almalıdır!..

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 55

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
CUMHURİYET’İ FAZİLET’E İBLAĞ
Bu biraz “DAVOS’TA SON TANGO!” yazımın devamı olacak. Zira 48 yıldır uygulanan ‘aykırı’ bir senaryo var ortada. Ne demiştik? Olaylar zincirlemedir, birbirini kovalar ve tamamlar. Süreç AB’ye girme değil, her şeye rağmen apaçık bir ‘bağlanma’ oyunudur. Süreç içinde Davos’u bir halka olarak görmek gerek. Aksi takdirde, zaman tuzağına düşülmez, sürede müsavat (eşitlik) ön görülür, moderatör’e değil; Progrom ve soykırım suçlusu İsrail’e ders verilir, diplomasi askıya alınır, başta M60 tank ihalesi olmak üzere iki ülke arasında vaki bütün projeler büyüteç altına konulur ve 28 Şubat’tan itibaren yoğunlaşan anlaşma ve ilişki trafiği dondurulurdu.
Aradan geçen zamana rağmen hiç birisi oldu mu? Maalesef olmadı!..
En azından, yaşasaydı Atatürk, demokrasi Şehitleri Menderes ve Zorlu olsa böyle yapardı. Çünkü onlar, hayatlarını seçim kazanılması, bir süre daha vekil kalınması gibi bencil ihtiraslara değil, ebed-müddet Türkiye, fazilet anlamında Cumhuriyet, hak-adalet ve hâkim-hükümran bir hukuk idealine adamışlardı. Olması gereken bu idi. Ama öyle olamadı!..
Peki, neden ve niçin? Çünkü son 48 yılda anlayışlar ve kavrayışlar ‘strateji’ değişti.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş amacından saptırıldı. Atatürk ilke ve inkılâpları tarihe gömülerek hafızalardan silindi. Nevi-i şahsına münhasır (kendine özgü) olması gereken TC’ nin yönü (DYP’nin ihtiyar atı gibi) tefessüh etmiş batıya çevrildi!.. Bu bağlamda Cumhuriyet ’in temel ilke ve maddi-manevi değerleri, başta demokrasi olmak üzere adalet ahlâkı ve hukukun mutlak gereği kuvvetler ayrılığı (yargı-yasama-yürütme) özgürlük ve hükümranlık hakkı AB kriterleri ve çifte standart kurbanı edildi. TC Mahkemeleri AİHM’nin altına düştü.Yani Davos; yıllarca ezilen Türk milleti’nin tükürükle bile boğabileceği Güney Kıbrıs Çetesi, tebaadan Yunanistan, tefessüh etmiş AB ve düne kadar Osmanlı’ya vergi veren ABD tarafından rencidesi, istismarı ve alçakça sömürülmesi nedeniyle kısmi heyecan yaratmıştır. Dolayısıyla bu çıkış Türk Milleti’nin hasret kaldığı bir duruş, meydan okuma, vicdanen dışa vurma ve sinerjik ‘desarj’ biçiminde algılanmış olmakla; İç politikada yararlanılan harika argüman ve yerel seçimlere tahvili planlanan duygusallık.. ‘Acı gerçek’ budur. Aksi takdirde mesele bir seçim arifesinde iç politikada bu denli abartılmazdı!.
Burada önce Başbakan, icra heyeti ve dönem politik-ACI’larının mutlaka bilmesi ve hatırlaması gereken bir hakikat vardır. Cumhuriyet tek başına bir hiçtir. Ancak ve sadece demokrasi ile birleştiği, bütünleştiği takdirde bir anlam ifade eder. Yahut SSCB gibi zalimin adı, soykırım, zulüm, insanlık dışı sulta, saltanat ve despotizmin maske söylemi olarak kalır. Açık bir anlatımla Cumhuriyet; Atatürk’ün tanımladığı “fazilet” bağlamında uygulanıp, adalet ve hukuk’la fiilen yaşam boyutuna geçirilmedikçe büyük bir yalan, sahtecilik ve yolsuzluktan ibarettir. Örneğin siyasi partilerin delege seçimi yapmak yerine ‘aday belirleme’ yöntemi gibi!
Cumhuriyet’in olmazsa olmaz bileşenleri adalet ve hukuk ile taçlanmış demokrasidir.
Derinlemesine inceleyince gördük ki, Atatürk aslında batı tarzı (yozlaşmış ve çıkar kaygısıyla çürümüş) demokrasi ile sağlandığı öne sürülen faydaların, Türk tipi (Türk İnkılâbı) Cumhuriyet ve demokrasi (medeni siyaset) ile çok daha kolay elde edilebileceğini anlatmak istemiş müteakip vecize ve nutuklarıyla bu gerçeği ‘sadıklar için’ açıkça ortaya koymuştur...
“Bizim idare şeklimiz Kitaplarda adı konmuş, tanımı verilmiş yönetimlerden hiç birine benzemez bir idaredir!. Milli hakimiyet ve milli iradeyi gerçekleştiren biricik idare de budur!.. Bu nitelikte bir yönetimdir!. İdare şeklimizi adlandırmamız gerekirse, halk idaresi, veya halk hakimiyeti deriz!.. Demokrasi’ye değil, sosyalizm'e benzemiyormuş!.. Efendiler!.. Biz benzememekle, benzetmemekle gurur duyarız!.. Çünkü biz bize benzeriz, efendiler!..”
“Bizim (sistemimiz) hâkimiyeti kayıtsız şartsız milletin eline veren bir idaredir. . Gerçekten bugün dünya yüzünde Millet hakimiyeti'ni bu kadar kesin sağlayıp, böyle açık belirten başka bir idare yoktur!..Cumhuriyetin en asri, mantıki ve namuskâr tatbikini temin eden hükümet şekli: Demokrasi’dir!.. (Mustafa Kemal ‘Atatürk’ 27.1.1923)
Şimdi Davos’ta yaratılan kahraman’ı; Cumhuriyet’i fazilet’e iblâğa davet ediyoruz.
Özel yazışma için adres: gercek.demokrat@hotmail.com
WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com/
Yayın gönderimi için adres: PK: 118 [06 442] Yenişehir-ANKARA

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

56

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
DAVOS’TA SON TANGO!..
Ülkemizde 27 Mayıs’tan bu güne ısrarla sürdürülen bir kirli oyun var.
Zaten o büyük kırılma, 11 Kasım 1938 şeametinden sonra gelen ikinci karşıdevrim ve meş’um sapma Türkiye’yi çökertmek içindi.
Bu gün akredite medyanın adını utanmadan, ar, hayâ etmeden, tam bir kast-ı mahsusla ‘Ergenekon’ koyduğu Ümraniye davasına esas cürüm ve caniyane emellerin tahakkuk mebdei ve milâdı da aynı tarihe rastlar. (İşte bu nedenledir ki, bahusus dava ve soruşturmanın 48 yıl geriye kadar uzanmasını ve 27 Mayıs’ı da içine alan tam bir hesaplaşma ve yüzleşme ‘temiz eller operasyonu’ olmasını istemekteyiz.)
Demokrat Parti tarafından (Halk Partisinin şiddetli muhalefetine rağmen) kanlı Kıbrıs olaylarını önlemek ve Milli davayı koordine etmek için kurulan Genelkurmay Özel Harp Dairesi Başkanlığı ile 1960’a kadar bu dairenin iştigal ettiği yegâne kritik konu olan TMT’yi suçlamak, büyük haksızlık, yalan ve iftiradır. Nitekim 27 Mayıs’ın önce kendi Genelkurmay Başkanı’nı yediği ve Türk Ordusunda tarihinin (8.800’leri bulan her derece ve düzeyde) en büyük tasfiyesini gerçekleştirdiği ve TSK’nın Atatürkçü unsurlardan bütünüyle ayıklandığı da asla unutulmamalı.. Dolayısıyla, ‘Encümeni Daniş’ 12 Mart, 12 Eylül ve sürecin bekraund’u 28 Şubat da bu bağlamda büyüteç altına konulmak, araştırılmak-soruşturulmak ve muhakeme edilmek zorundadır. Aksi taktirde sadece ahtapotun bir kolu kesilmiş olacak, menfur beyni ve hain gövdesi hükmünü sürdürmeye devam edecektir!..
Yani, milli birlik komitesi bu örgüt’ün günümüze uzanan ilk temeli, İsmet İnönü’de bir numarası idi. (Araştır: Encümeni Daniş) Sonra bunun yerini A. Atila Sözer tarafından isim ve eylem bazında bütün ayrıntılarıyla açıklanan ‘karayılan’ örgütü (gladyo) aldı. Bu kitap ilk baskısının yapıldığı dönemde yolsuzluklardan sorumlu Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu’na verildi. Akabinde de tebahur etti, piyasadan kayboldu, buharlaştı. (Bak: Karayılan Doktrini-devrimci güçler, A.Atila Sözer, Saycom-kırmızı kurdele, http://www.gittigidiyor.com/)
İsmet İnönü’nün Lozan’dan itibaren üstlenerek yürüttüğü gerçek misyonu da Anayurt Gazetesi yazarı Hasan Hüseyin Memiş’in ‘Diken’ isimli kitabından öğrenebilirsiniz. (Diken, Hükümet Sistemleri, Akasya Kitap, Mayıs-2007, Ankara) Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun AB sürecine ilişkin değerlendirmeleri ve Yılmaz Dikbaş’ın bu süreçte oynanan oyunlara dair kitaplarına bir göz atarsanız sanırım ‘oynanan oyun’ bütün boyutlarıyla ortaya çıkacaktır.
MESELA!... 16 Şubat 1999 tarihinde terör ve tedhiş örgütü başı Abdullah Öcalan’ın, Kenya`nın Başkenti Nairobi`de derdest edilerek Türkiye`ye getirilmesini, 56. hükümet’in başı Bülent Ecevit’in ‘kahraman’ ilân edilişini ve akabinde 18 Nisan 1999’da erken Genel Seçime gidilmiş olmasını nasıl yorumlarsınız? Derken, hükümeti kurma görevinin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından DSP Genel Başkanı ‘milli kahraman’ Bülent Ecevit'e verilmesi! Böylece, Bülent Ecevit, başbakanlıktan istifa ettiği 1979 yılından 20 yıl sonra 5. kez Başbakanlık görevini üstlenmiş oldu. Ecevit, DSP, MHP ve ANAP ile 28 Mayıs 1999 günü (Mesut Yılmaz’ın ‘Milliyetçi Sol’ olarak tanımladığı) üçlü (17.) koalisyon hükümetini kurdu. Bu arada, MHP 21 yıl sonra hükümete girdi. 22 yıl aradan sonra il kez bağımsız adaylar (!?) (millet) vekili seçildi. Bunlar hep bir tesadüften mi ibaret acaba? yoksa sahnelenen oyunun bir parçası mı? Gelelim günün Davos meselesine!..
3.02.2009 günü grup toplantıları ve genel kurulda mesele çözüldü, suçlu moderatör!..
Zaten farklı bir durum olsaydı, Gazze’de soykırım yapan İsrail pilotlarının Konya’da (Bolu da telaffuz edilmekte?) eğitimine son verilir, yılan hikâyesine dönen 2000 yılı ‘M60 tank modernizasyonu’ yolsuzluğunun üstüne gidilir ve milletin kanını emen 37 temel sektör Yahudi şirketinin lisansları askıya alınırdı!. Bunların hiçbirisi olmadı. Üstelik 200 nokta atışı ile İsrail ateşkesi bozarak Hamas’ı suçladı. Ortada doğru dürüst bir ateşkes de kalmadı.
Peki, sırada ne var? Cevap: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri!...
Yani, AKP’nin parlatılması ve Recep Tayip Erdoğan’a “milli kahraman” rolü!..
(*) Siyaset Bilimci, Hukukçu, Araştırmacı-Yazar, 7. ve 9. dönem DP Genel Başkan Yardımcısı
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 57

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
DEMOKRASİYİ ÖZELLEŞTİRMEK
Meşruiyet; Hüküm, hikmet ve adalet iledir.
Adalet, doğrudan ve dolaylı (katılımcı ve çoğulcu) demokrasi’nin temel unsuru olup, uygulanması, hayat bulması, halkın refah, huzur-güven ve saadet içinde yaşaması, kaynağını haklılık, doğruluk, onur-erdem ve dürüstlük kavramlarından alan hukuk’un teşkil ettiği yazılı kanunlardır. Yani, ‘adalet’ hükmünü ‘hukuk’la icra eder.
Esas olarak kanunlar anayasaya, anayasa ise kesinlikle ve asla insan haklarına aykırı olamaz. İnsan hakları, evrensel anlamda yaşama, beslenme, barınma, inanma ve “inandığı gibi”, eşit, güvenli ve huzurlu bir hayat sürme hakkından ibarettir.
Hukuk, münhasıran cumhurun (halkın) kendi kendini idare ettiği hallerde, yani millet iradesinin devlet idaresinde hâkim unsur olabildiği ‘demokrasi’ rejiminde varlığını gösterir. Bunun dışında ‘kanun-yasa’ devletlerinde, demokrasi, adalet ve hukuktan bahsetmek mümkün değildir. Bunlar genellikle (günümüz örmeklerinde olduğu gibi) polis, jandarma (1938 -1950 Türkiye) veya çete devletleridir. Özgün olarak Türk siyasetinde buna “halka rağmen halkı yönetme” denilir!.. Ki, bu söylem diktatörlük, tasallut ve despotluk anlamına gelir.
Çok açık ve net bir anlatımla: Demokrasinin iki mütemmim cüzü (tamamlayıcı ve bütünleyici unsuru) vardır. Bunlar adalet (adalet ahlâkı) ve hukuktur. Göstergesi sosyal hukuk devleti olup; Uygulamada (yönetim) kamu harcamalarını olabildiğince kısan, vergileri azami ölçüde azaltan, az kazanandan az, çok kazanandan (lüks kullanım ve israftan) çok vergi alan, aldığı vergileri tasarrufla ve en saydam biçimde kullanan hükümetler icraatı yürütür.
Bir başka özellik de: Adalete sadık, millete karşı samimi dürüst hükümetlerin ‘hüküm sürdüğü’ devletlerde, en basit anlamda bile, her hangi bir yolsuzluk yoktur. Ayrıca demokrasi rejimini ‘gerçekten’ yaşayan ülkelerde ‘özgürlük ve güvenlik’ sorunu da yaşanmaz. Çünkü, ‘medeni siyaset’ ve ‘hakiki demokrasi’ bağlamında yurttaşlar haddini bilir, bilmeyene haddi derhal devlet tarafından bildirilir.
Bunun sebebi hikmeti ise: “Devlet iyi insan ve iyi vatandaştan yana icraat ve faaliyet gösterir.” Seçilmişler millete vekil ve hizmetkâr, memurlarsa itaat ve sadakat üzeredir. Herkes hakkının, hukukunun (görev ve yükümlülüklerinin) idrakinde, bilincindedir.
HAK KAVRAMI   
Doğuştan ve doğalda var olan haklar, sonrasında adalet ahlâkı ve hukuk’la desteklenip tahkim edilmek suretiyle, milli devlet ve yurttaşlık bilinci (toplumsal sözleşmeler) bağlamında genişletilir. Hak ve özgürlükleri kullanma biçimi budur. Ancak hiçbir gerçek kişi (fert) veya kurum (tüzel kişi) bir başka kişi veya kurumun hak ve özgürlüklerini gasp, tahdit, tehdit veya ihlale yetkili değildir. Şu kadar ki, sadece ve yalnızca genel ahlâk, milli güvenlik ve can-mal güvenliğine yönelik tehdit algılaması yahut aleni teşebbüs hallerinde Millet Meclisi kararı (yasa) çerçevesinde insanlar tedip (haddini bildirmek) ve terbiye (ıslah) edilmek zorundadır.
Bu bağlamda özgürlükler kısıtlanabilir, tecrit (hapis) edilebilir. Yahut taammüden cinayet, cinayete azmettirmek, hırsızlık-yolsuzluk, nitelikli dolandırıcılık ve organize çıkar örgütleri yoluyla ölüme sebebiyet ile vatana ihanet gibi hallerde ‘ölüm cezası’ meşrudur.
Şu kadar ki; Yönetimi izleme-denetleme, memurin (devlet memurları) ve vükelayı (milletvekillerini) muaheze (ikaz, tenkit) suç ve suçluları ihbar (bildirme) görevi vatandaşın; Araştırma, koğuşturma, soruşturma, muhakeme ve infaz devletin görevidir. Hiçbir ferdin veya adalet cihazı hariç olmak üzere her hangi bir kurumun muhakeme ve infaz yetkisi yoktur.
Müesses olan nizam (meclis ve hükümetler) hakkaniyet, adalet ve hukuk görevini tam bir eşitlikle ifa ve icra etmediği takdirde ‘meşruiyetleri’ sona erer. Bu durumda görev Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı gereği Cumhuriyet Savcılarına aittir.
İşte Başbakan’ın (bilerek veya bilmeyerek) “demokrasiyi özelleştireceğiz” ifadesinde saklı hakikat budur. Oysa söylemden “demokrasinin mabedi biziz, sadece biz demokrasiyi iyi biliriz, bizim yaptığımız her şey demokrasidir” anlamı çıkmaktadır. Yanılgının büyüğü budur! 

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  58

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
DEMOKRASİ, ADALET VE MEDENİ SİYASET
Demokrasi yönünden bilimsel (ilmi) disiplinin mutlak gereği ‘muğlâk değil’ mutlak kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Ya, 1924 (1928) anayasasında olduğu gibi TBMM şahsında bütün (mündemiç) kuvvetler birliği veya ‘Yasama, Yürütme ve Yargı’ olmak üzere birbirinden tam bağımsız kuvvetler ayrılığı esastır. Bugün ülkemizde olduğu gibi ‘ikisinin ortası’ yoktur.
Türkiye hariç dünyanın her devletinde ‘savcılar’ vardır. Türkiye’de ise ‘milli devletin doğal bir gereği olarak’ Cumhuriyet (millet) savcıları. Bu çok anlamlı bir uygulama olup; Cumhuriyet savcıları adalet ve hukuku, her hangi bir erk yahut hükümet adına değil, doğrudan ‘halk adına’ yürütmekle memur ve mükelleftir. Bu nedenle hukukta ‘meşhut suç’ denilen ‘kişisel şikâyet ve takibe bağlı haller dışında’ hiçbir istisnası olmadan (Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, her derece ve düzey memur dâhil) icabı halinde her kesin ve her kurumun üstüne gidebilir, re’sen soruşturma açabilir ve dava ikame edebilir. Eğer uygulamada bu yoksa, ortada adalet, hukuk, yargı veya demokrasi de yoktur!..  
Cumhuriyet Savcıları ve Hâkimler ‘millet adına’ iş görür.
Millet adına iş gören Yargı erk’i, ya Yasama-ya (TBMM’ne) bağlıdır veya siyasetten arınmış yüksek mahkeme (örneğin Anayasa Mahkemesi) nezdinde temsil ve ilzam olunur. Her ne şekil ve surette olursa olsun hukuk devletlerinde ‘milletvekillerinin kürsü masuniyeti’ hariç dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyaz yoktur. Varlığı da asla kabul edilebilir değildir. 
İşte, Türk medeniyetinin binlerce yıllık mazisinden intikal ve Proto Türklerden grek  (eski Yunan’a) ‘demokrasi’ adıyla tahvil eden (dönüşen) ‘Medeni Siyaset’ sisteminin aslı ve esası budur. Medeni siyaset asırlar içinde nizam-ı âlemi oluşturan vahiyle tahkim edilmiştir. Bu nedenle ahlâken yükseklik, bilgelik ve olgunluk rejimidir. Madde ve manâ barışı, olgunluk ve dinginlik (kâmil insan ve şüra) bağlamında, Türk milleti’nin öz yapısında hayat bulan ve gelişen bu sistem insanlık âleminin en büyük eseridir. Eser’in, ‘insanlık idealini’ ortak payda kabul eden atalarımızca değil de; İnsanlık düşmanlığıyla maruf Greklerce sahiplenilmesi sinsi bir kurnazlık, kıskançlık, haset, ‘emperyalist emeller doğrultusunda’ yozlaştırma, çürütme ve dejenere etme amaçlıdır. Rum-Yunan tarihi bunu belgeleyen binlerce vakıa ile doludur.  
Bu eser, hikmet ve mütekâmil medeni siyaset rejimi dolayısıyla olmalıdır ki, İslâm’da ve Kur’anda herhangi bir siyasi sistem vazedilmemiştir. On emirden ibaret Tevrat ve  taklit ve tahrif edili ‘muharref’ İncillerde de özgün bir siyaset öğretisi, tavsiye ve öngörüsü yoktur.(Bu nedenle dini siyaset veya ticatere alet etmek lâikliğe aykırı ve bütünüyle insanlık dışıdır) 
Türkiye Cumhuriyeti olarak kalkınmak, gelişmek, yükselmek ve Atatürk' ün gösterdiği muasır medeniyet seviyesini aşmak, modern bilim ve ileri-yüksek teknolojinin nimetlerine ulaşmak, ancak ve sadece; Evrensel norm, standart ve kriterlerde bütün kurum ve kuruluşları ile teşekkül ve tekemmül etmiş "katılımcı ve çoğulcu demokrasinin” (yukarda açıklanan) medeni siyaset ve gerçek hukuk devletinin yaşam boyutuna geçmesi ile mümkündür.
Zira insani boyut ve bilinç toplumuna ancak ve sadece gerçek bir demokrasi idaresi ile ulaşmak ve bu yolla birinci sınıf bir devlet olmak mümkündür. Kaldı ki, yüksek basiret, deha ve bekasıyla bunu gören, anlayan ve kavrayan, ülkemiz ve insanımızı ilk kez demokrasi ile buluşturan Atatürk'ün en çok istediği, kendini adadığı ve arzuladığı ideali geleneksel medeni siyaset ve demokrasi yoludur. Şimdi ülkemizin Cumhuriyet ve demokrasi (söylem bazında olsa bile) üzere bulunmasının da ana nedeni budur. Bu nedenle demokrasi: 
"İnsanlık ideali, insanca yaşam ve bilinç toplumunun temel kaynağı ve dayanağıdır", "Bireysel sorumluluk ve hukukun üstünlük ve önceliği" noktasından ve "Kanunlar anayasaya, anayasalar da insan’a aykırı olamaz", "Cumhuriyet-Demokrasi ve Lâiklik ayrılmaz, sarsılmaz ve vazgeçilmez bir bütündür" gerçeği, siyaset bilimi ve disiplin ilkesinden hareketle; "bütün medeni toplumların mutabık kaldığı, insan hakları, adalet ve hukuk üstünlüğünün esas alındığı kurallar bütünüdür" ilkesi dahilinde gerekli değişim, dönüşüm ve düzenleme yapısal reformlar süratle hayata geçirilmek zorundadır. Eğer hükümet, sözde değil, öz’de demokrat ise tabii!..
e.mail (sadece özel yazışmalar içindir) : gercek.demokrat@hotmail.com
WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  59 

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
YA HAKKINI VERİN YA DA, O DİPLOMALARI YAKIN! (2)
Ülkemizde ve dünyada insanlık; Kendi tarihinin en büyük utancını yaşıyor.
Sözde ‘bilgi çağı’nın 500 seçkin ve ülkemizin 100’ü aşkın üniversitesine rağmen!..
Bu büyük utancın dünya boyutu ‘Türkiye boyutuna nazaran’ çok farklı…
Daha ziyade oyun, birbirini sömürme ve kendi öz milletini koruma üzerine kurgulu..
Fakat bizdeki boyut, ‘kendi halkını sömürme, keneleme ve kemirme’ üzerine kurulu.
Mezarlıklar dâhil el atılan her yerden irin çıkıyor, pislik ve cerahat fışkırıyor.
Elbette başta Ermenistan, Yunanistan, ABD, Almanya, Fransa ve içimize sokulan ve iddialara göre önemli bir bölümü de parti sahiplerinin memuru (yani parlamenter), holding medyası yazar-çizeri olan; Sözde ‘aydın’ koza ve kriptolardan müteşekkil diyasporaları ile ülkemizi bölmeye, parçalamaya, anayasamızı, yasalarımızı, dilimizi ve dinimizi dahi bozmaya kalkışanlar da var. Ama bunların tamamı içerde yaşanan yalan-talan, rüşvet-iltimas, gasp ve irtikap furyasının ayrılmaz parçaları… Baş aktörlerin tamamı yüksek-yüksek diplomalı, sinsi düşmandan icazetli ajan provokatörlerdir.
Hem de, ülkemizde icraat eden, faaliyet gösteren siyasi şirketlerin içinde ve dışında.
Hele şu tezahür biçimlerine bir bakalım:
Anayasa’ya göre ‘demokrasinin (!) vazgeçilmez unsuru” siyasi partiler; 2820 Sayılı Kanun, tüzük ve yerleşik gelenek uyarı maksimum % 5 merkez kontenjanı gösterebilecekleri ve merkez yoklamasını mücbir nedenler dışında yapamayacakları halde; Noksansız tamamı 29 Mart yerel seçim adaylarını “merkez yoklaması” ile belirledi.
Böylece, TBMM’nin amacı, varlık nedeni, sebeb-i hikmeti ve meşruiyet ilkesi olan: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi bir kez daha paspas yapıldı, hayâsızca ve hunharca çiğnendi. Cumhuriyet inkâr edildi, adalet ve hukuk ayaklar altına alındı.
Partiler ‘millete sormadan’ kendi yaptıkları ‘yandaş-yoldaş’ listeleriyle meydanlara çıkmaya ve düzmece listelerine, tam bir utanmazlık, aymazlık, şımarıklık ve pişkinlikle oy istemeye başladılar. Hangi yüzle?...
Bu çok büyük bir utanç, halka güvensizlik ve apaçık demokrasiye ihanettir!..
Zira demokrasinin en önemli ‘olmazsa olmaz’ şartı, adayların bizzat millet tarafından belirlenmesidir. Bazı sözde politika kurumlarınca dillendirilen ve “onlar yapamadı biz yaptık” diyerek övünülen ‘temayül yoklama’ nam saçmalıklar Türk siyaset sisteminde yoktur. Eylem, doğrudan bir hak gaspıdır. Böylece 29 Mart Yerel Seçimlerine gölge düşürülmüş, şaibe bulaşmış, seçim de, meşruiyet de tartışmalı hale gelmiştir. 
Üstelik ‘halka rağmen’ insanlık dışı bir cüretle halkı yönetmeye kalkışanların kahir ekseriyeti üniversite diplomalı. Aralarında mastır, doktora sahipleri, doçent ve profesörler var. Eğer bunlar kimlik, kişilik ve karakter yoksunu, ilim-edep ve terbiye sahibi, gerçekten yüksek tahsil yapmış; Herbert Spencer’in (İlk Prensipler) dediği gibi, “aldıkları eğitim ve terbiye’yi davranış biçimi ve bilince” dönüştürebilmiş olabilselerdi bu tiksinti verici rezalet yaşanmazdı.
Bu apaçık despotluk, küstahlık ve diktatörlüktür.
Sistemin iyice çürüdüğünü ve bütün veçheleriyle yozlaştığını gösterir.
Rejime utanç yaftası yapıştıran, insan hakları, adalet ve hukuku hiçe sayan bu tek taraflı tasarruf, seçmenleri siyasi partilerden iyice soğutmuş ve yeni arayışlara yöneltmiştir. Çok açık bir deyişle; Halkı (seçmeni) Noter yerine koymak ne demek? Çok utanç verici.
Kimin çocukları bunlar? Onun-bunun mu? Yoksa şerefli Türk soyunun mu?
Çok merak ediliyor doğrusu!... 
İNANILIR GİBİ DEĞİL
Osmanlı döneminde suç odakları Galata (Rum-Yunan mahallesi) Fener (Ermeni semti) ve Yahudilerle yabancı uyrukluların yaşadığı Taksim ve Topkapı civarında yoğunlaşırdı. Türk ve Müslüman mahallelerinde hırsızlık, yolsuzluk, dolandırıcılık, gasp-irtikap, tasallut, tecavüz ve cinayet gibi insanlık dışı menfur olaylar asla yaşanmazdı.
Eğer Ubicini tarihini okursanız Türk ve Müslüman halkın ne kadar nezih, namuslu, dürüst, onurlu-sorumlu ve emin insanlar olduklarını çok iyi görürsünüz. Yani, Osmanlı’dan 1940’lara kadar Türkler arasında ahlâken yükseklik, adalet ve hakkaniyet esastı. Nadiren görülen vakıaların failleri ise (dönemin deyimiyle) mektep-medrese görmemiş, cahil-cühelâ, meczup-mecnun veya aptal olarak tanımlanan “ilim-irfan, bilgi-görgü, edep, hâya ve terbiye” yoksunu alt varlık ve henüz insanlık şuuruna erememiş primitif türlere aitti. 
Oysa şimdi öyle değil. Kırmızı ışıkta geçen potansiyel suçlulardan tutun, devleti, kurumları, orduyu, halkı ve hâtta Camiyi-Üniversiteyi soyan; Yolsuzluk, hırsızlık, görevi kötüye kullanma, gasp-irtikap,  organize suç örgütü, çete-mafya ve nitelikli dolandırıcılık faillerinin çok büyük bir bölümü makam mevkii sahibi ve üniversite mezunu. Sonra lise mezunları geliyor. Bunlar tarafından ‘cahil-cühela’ olarak nitelenen insanlar masum ve müsemma!... Olur şey değil..
Teşkilât yoklaması ve delege seçimi yapmayan ve şirket gibi siyaset kurumu işletmeciliğine soyunanlar da aynı. Çoğu yüksek tahsilli ve üniversite diplomalı!..  Ayrıca, mesela Tansu Çiller dönemi ve bir sonrası diplomalı bazında Türkiye’nin en karizmatik parlamentosu vardı. Buna rağmen ülkenin en büyük hırsızlık ve yolsuzlukları bu dönemlerde yapıldı. Bankalar battı. Ekonomi çöktü. Tansu ve avenesi zenginleşirken, millet fakirleşti…
DAHASI VAR
Aramızda insan formunda dolaşan bu varlıklar o diplomalara rağmen fütursuzca çevreyi kirletiyor, aşırı tüketiyor, trafik-hukuk ve demokrasinin kurallarını çiğniyor, toplum sağlığına aykırı alışkanlıklar ediniyor, vergi kaçırıyor, rüşvet veriyor/alıyor, iş ahlakına dikkat etmiyor, milli servete zarar veriyor, imar yasasına aykırı işler yapıyor, haksız, hukuksuz ve ahlâksız imar tadilatlarıyla malı götürüyor, her şeyi devletten bekliyor ve bir yandan da devleti tırtıklıyorsa; Yani kısaca, 'Kırmızıda geçiyorsa' bir başka deyişle, ‘fiilen yolsuzluk yapıyorsa!...’ onu ‘insan’ olarak betimleyemez ve tanımlayamazsınız.
Üstelik onların insan haklarından yararlanma hakları da yoktur.
İnsan hakları, insanca yaşayanlar içindir.
İnsanlık, demokrasi, hukuk ve ahlâk düşmanları için değildir!...
NETİCE:
Ya, eğitim-öğretim sistemi temelden ‘kamu vicdanında ve ilmi forumlarda’ masaya yatırılmalı, büyüteç altına konulmalı, yargılanmalı, sorgulanmalı veya devleti kirleten, yasa, ahlâk ve hukuk dışı işler bağımlısı onursuzluk ve sorumsuzluk fukarası bu insan müsveddeleri diplomalarını şehir meydanlarında yakmalıdırlar.
Elbette ‘yönetimi denetleme’ görevini hakkıyla ve lâyıkıyla yapmayanlar da… Demokrasiye zerrece saygısı, yüreğinde insan sevgisi olmayan halk dalkavukları da; Onurlu ve sorumlu vatandaşlar tarafından ‘sandığa gömülerek’ birer siyasi mevta olarak tarihin çöplüğüne atılmalıdırlar. Aksi takdirde ‘temiz devlet, temiz hükümet ve temiz toplum’ daha yıllarca ham hayal olarak kalacaktır.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 60

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
CELAL BAYAR ANLATIYOR
Yakın tarihimiz bilinmeyenlerle dolu. Oysa geçmişi dosdoğru bilmeden geleceğe doğru emin adımlarla yürümek mümkün değildir.
Bu nedenle ve dönem itibarıyla lüzumuna binaen, bazı bilinmeyenleri, ülkemizin ilk sivil Cumhurbaşkanı merhum Celâl Bayar’ın bizzat anlatımından aktarmak istiyorum:
Maksadım, gerçek bir Atatürk sevdalısı olan Celal Bayar'ın anlattıklarını nakledip, kısa ve özlü notlarla günümüzle ilişkilendirmek..
Hanedan için çırpınış ve İnönü'nün devletçiliği:
Bayar, Cumhuriyet kurulduktan sonra yurtdışında yaşamak zorunda kalan Osmanlı Hanedanı mensuplarının bu hallerine çok üzülür ve bir avuç Hanedan mensubunun Türkiye Cumhuriyeti için bir tehlike olmayacağını savunur.
Bayar aynı zamanda farklı bir zaviyeden de olaya bakmaktadır.
"Bu insanlar yurda sokulmadıkça yabancı memleketlerde olayı dışarıdan değerlendirenler, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin bir avuç insandan korktuğu sonucuna varabilirler..."
Bu durumu başvekil iken Atatürk'e açarak Hanedan'ın affının sırası geldiğini belirtir.
Atatürk samimi bir sesle: "Yap bunu çocuk, devrinin şerefi olur!" der.
Tabi Bayar bunu devrinin şerefi için değil yurdun bir davasının çözümlenmesi arzu ve samimi niyetiyle istemektedir.
O devirde herkes Atatürk gibi çok yönlü düşünemediği için teklif meclise geldiğinde bir kıyamet koptu ve bazı başyazar milletvekilleri aleyhinde yazmakla Bayar'ı tehdit ettiler.
Bayar bu tehditlere kulak asmadığını ve tehditlere pabuç bırakmadığını elbet ama ufak bir taviz vererek hanedandan yalnız kadınların yurda girmelerini, erkeklerin yurt dışında kalmalarının uygun olacağı görüşünü kabul etmek zorunda kaldığını anlatıyor. (Şu devirde bile adalet, hakkaniyet ve medeniyet abidesi Osmanlı padişahlarına hain deme cüretini gösterenlere ne demeli?)
İsmet Paşa ile Rusya Seyahati:
İsmet Paşa'nın Rusya ziyaretine sosyalist Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile birlikte gittiğini ve Tevfik Rüştü'nün bu gezi boyunca Sosyalizmi İsmet Paşa'ya sevdirmeye çalıştığını; Rusya'da Stalin'le de görüşen İsmet Paşa'nın belki Marksizm'i değil ama ekonomik güçlerin devlet elinde toplanmasını çok beğendiğini, çünkü, "Ekonomik güçler, ne kadar hükümetin elinde olursa, milleti idare etmek o kadar kolaylaşır” prensibini uygulamaya koyduğunu ve devletçi kanunları" meclise getirip kanunlaştırmasını anlatıyor.
Bayar, ardından ekliyor: “Ben İktisat Vekili olarak işe başladığımda bu katı ve koyu devletçi kanunları elimden geldiğince yumuşatarak uyguladım ve Halk ile Devleti ortak bir ekonomiye götürdüm. Atatürk de bu uygulamalarımı beğenmiş ve bana arka çıkmıştır. (Şimdi Atatürk’ün Devletçilik ilkesinin nasıl uygulanması gerektiğini anlayabiliyor muyuz?)
İnönü’nün beceriksizlikleri
Enver Paşa, Balkan Harbi'nden sonra orduda büyük bir tasfiye hareketine girişir.
Bu tasfiye esnasında Celal Bayar, Binbaşı İsmet Bey'in de ordu dışı edilmek üzere olduğunu Binbaşı Kazım (Orbay)'dan öğrenir.
Bayar, Binbaşı İsmet'in makul bir insan olduğunu düşündüğü için Kazım Orbay ile Enver Paşa'ya gidip tasfiye edileceklerin kâğıdının imzalanacağı gün ricacı olarak "Binbaşı İsmet'in memlekete hizmet edebileceğini!" anlatırlar ve Enver Paşa, değer verdiği bu iki insanın şefaatiyle Binbaşı İsmet tasfiyeden kurtulur. İsmet Paşa olarak Cumhurbaşkanlığı'na kadar yükselir. (Acaba C. Bayar, İnönü’nün yapacaklarını bilseydi bu kadar çabalar mıydı?)
Sırrı Belli Meselesi:
Atatürk yeni seçimlerde bir ara iktisat vekilliği yapmış, güzel konuşan, konuşmalarına fikir koymasını da bilen, yetenekli ve hırslı olan Sırrı Belli'yi listesine eklemiştir.
Başbakan İsmet Paşa ile CHP Genel Sekreteri Recep Peker bunu duyunca Atatürk'e bu adamı listeden çıkarması için baskı yaparlar.
Atatürk neden milletvekili olmasını istemediklerini sorduğunda "çok konuşuyor!" cevabını alır.Bu duruma çok şaşıran Atatürk, Celal Bayar'a şöyle yakınacaktır: "Çok konuşuyorsa, saçma sapan konuşmuyor elbette... Aklı başında sözler ediyor. Ne istiyor benim Başvekilim, Genel Sekreterim? Mecliste sessizlik mi? İki en önemli noktada bulunan bu arkadaşlarım, Belli'nin konuşmalarına cevap mı veremiyorlar ki, listeden çıkarmam için beni sıkıştırıyorlar? Ama sen söyle Celal Bey, bu bana yapılır mı?" Buna rağmen Atatürk Başvekili ve Genel Sekreterini kırmamak için Belli'yi adaylar arasından çıkarır. (Aklı başında sözler edenlere cevap veremeyeceğini anlayanlar bugün de partilerin kapatılıp bu kişilere siyaset yasağı konması için Anayasa Mahkemeleri'nin kapılarında sabahlamıyorlar mı?)
Altıntaş Muharebesi, Atatürk ve İsmet:
Altıntaş Muharebesi'nin kaybedildiği günlerde Atatürk olayı Celal Bayar'a hem anlatıyor hem de İsmet'in taklidini yapıyordu: "Sabaha kadar arkadaşlarla cephe haberlerini değerlendirdikten sonra: “Bu iş bitti, İsmet muharebeyi kaybetti” dedim ve cepheye hareket ettim. Benim cepheye geldiğimi duyunca İsmet Paşa büyük telaşa kapılmış, benim kendisini kurşuna dizdirmek için gelmekte olduğumu sanmış!..
Karargâha girdiğim zaman, hakikaten acınacak halde idi.
İki gün, iki gece uyumamış, dinlenmemişti. Üstelik kendisini yenik sayıyor ve akıbetini düşünüyordu. Gerçekten de büyük bir hata yapmış, düşmanla müsavi kuvvetlerle dövüştüğü halde, kıtalarını zamanında savaşa sokamamıştı!
Bu yüzden de ordu perişandı. Askerler çözülmüşlerdi. "Daha sonra Atatürk, İsmet'in moralini düzeltmek için ona savaşı kazandığını ve onu tebrik ettiğini söyleyip şaşkın şaşkın bakan bu zavallıcığı istirahate gönderip öteki komutanları toplamış ve durum değerlendirmesinden sonra orduyu bu mevzilerden çekip bozgunun önüne geçmiştir. (Atatürk bu beceriksiz adamı bile moralsiz bırakmıyor ve beceremediği işi kendisi tamamlıyor. Ayrıca bu olayın duyulmasını istememiş ve İsmet'in adının lekelenmesini civanmerdliğine yedirememiştir)
Turhal Şeker Fabrikası'nın kuruluşu:
"Memleketin şekere ihtiyacı vardı. Turhal Şeker Fabrikası'nı yapıyorduk.
Fakat gazetelere kadar yansıyan bir muhalefetle karşılaşmıştım. En büyük muhalefet Bakanlar Kurulu ve Başbakan İsmet İnönü'den geliyordu. Atatürk yapılmasını arkalıyor, İnönü nedense girişimi engellemeye çalışıyordu."
Bu olay bir Bakanlar Kurulu'nda gündeme gelir ve zamanın Maliye Bakanı ile Gümrükler Bakanı ittifakla "Türkiye'de yapılacak fabrikanın şeker maliyeti, bizim dışarıdan ithal edeceğimiz şekerden daha yüksek olacak.
Bu durumda, makinelerin siparişi için hem dışarıya döviz vereceğiz, hem dışarıdan gelen şekerden aldığımız gümrük resminden zarar edeceğiz; hem daha pahalı şeker yapmak için, ucuz şeker almak gafletine düşeceğiz!
Bundan vazgeçmek lazımdır" derler. İnönü açıktan bir şey söylememekle birlikte genel davranışı ile destekler görünerek Bayar'ın bu teşebbüsten vazgeçmesini bekler. Oysa Bayar fabrikanın makinelerini çoktan sipariş etmiş, binasını yapmış, hatta çevredeki müstahsille pancar mukaveleleri imzalamıştır.
Bunca işlem yapıldıktan sonra Bayar'dan dönmesini beklemektedirler.
İnönü'nün Bayar'ın yüzüne bakarak cevap beklediğini görünce elindeki kalemi masaya fırlatıp:"Bu seviyede bir konuşmanın tartışmasına girmekte mazurum" der.
Büyük bir sessizlik olur. Birkaç gün sonra İsmet, Bayar'ın bakanlığına gelerek yapılan işler hakkında bilgi alırken Bayar, şeker fabrikasına da temas eder.
Bunun üzerine İsmet, Bayar'a yumuşak bir ses tonuyla :"Bu işten vazgeçemez misin?" der. Bayar kestirip atar: "Böyle bir sorumluluğun altına giremem, emrederseniz, ayrılayım!"
Bunun üzerine muhtemelen Atatürk'ün tepkisinden çekinen İsmet’in telaşla mukabele eder: "Yok, yok! Ben sadece düşünceni öğrenmek istedim."
İşte Turhal Şeker Fabrikası böyle kurulmuştur.
Şimdi bir Atatürk'ümüz yok ki millete yapılan hizmetlere arka çıksın.
Unutmayalım sosyal devletin görevlerinden birisi de muhtaç durumdaki vatandaşının asgari ihtiyaçlarını (barınma, beslenme vs.) karşılamaktır. Halkımız biraz bilinçlenip devlet idaresinde vaki uygulamada yapılan suiistimalleri mutlaka önlemeli ve engellemelidir.
Atatürk’ün Rahatsızlığı, Seçimler ve İsmet Paşa’sız Bir Meclis:
Atatürk'ün rahatsızlığı giderek artıyor, sonsuzluğa da o denli yaklaştırıyordur.
Celal Bayar sürekli O'nu ziyarete gidip durumu hakkında bilgi almaktadır. Bu günlerden birisini Bayar'dan dinleyelim:
"Atatürk'ü ziyarete gitmiştim. Nisbeten iyi görünüyordu. Odada şu an hatırlayamadığım başkaları da vardı. Nasıl oldu bilemiyorum, birden söz seçimlere atladı.
Atatürk:"Seçimler için ne düşünüyorsun Celal Bey?" dedi.
Seçimler gerçekten yaklaşmaktaydı fakat Atatürk'ün bu hastalığı sırasında seçimlerle kendisini yormak istemiyordum:
- Daha biraz vaktimiz var-dedim-fakat siz ne emrederseniz, o olur.
- Yapabilir misin?
- Muktedirim!
Atatürk biraz durdu, düşündü, sonra:
- Dursun, ilerde düşünürüz... dedi."
Bilinmeyen Atatürk kitabının yazarı İsmet Bozdağ'ın bu konuyla ilgili bulduğu ipuçlarını burada nakletmek istiyorum.
"Celal Bayar gibi hafızası sağlam bir devlet adamı, Atatürk'ün yanında, seçim gibi son derece önemli bir konu konuşulurken odada kimlerin olduğunu unutacak soydan biri değildi.
Demek kimlerin bulunduğunu söylemek istemiyor.
Niçin söylemek istemesin?
Eğer söylenmesinde sakınca olmayan kişiler olmasaydı, saklamazdı. Söylenmesi sakıncalı kişiler kimler olabilir? Atatürk'ün yatak odasına bilen bu kişiler kim olabilir?
Söylendiği takdirde orada bulunduklarından ötürü, konuyu aydınlatacaklarından, bir takım yorumlara yol açacaklarından ötürü adları saklanmış bulunsun!
Konu seçimle ilgili olduğuna göre demek en azından milletvekili, bakan, Atatürk'ün yatağı başında bulunduklarına göre yakın çevresinden olmaları gerekli... Peki bu özelliklere kimler haizdi?.. Salih Bozok, Kılıç Ali, Hasan Rıza Soyak, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras...
Bu Atatürkçü grubun yeni bir seçim yapılarak İsmet İnönü'nün meclis dışı edilmesi hazırlıkları içerisinde oldukları İsmet Paşa grubu tarafından öne sürüldüğüne göre; Bayar'ın bulunduğu o toplantıda bu grup fikirlerini Atatürk'e açmışlar, "İsmet Paşa'sız bir Meclis" fikrini kabul ettirmişler, Atatürk de bunun üzerine orada hazır bulunan Bayar'a sözü edilen bu seçimi sormuştur. Nitekim Bayar'ın cevabı anlamlıdır.
"Daha vaktimiz var ama siz ne derseniz o olur."
Anlaşılan Atatürk'ün "diyeceğinin olacağına" fazla güveni yoktur; sorar:"Yapabilir misin?" Bu ikinci sorudan da seçimin normal bir seçim olmadığı iyice anlaşılıyor.
"İsmet Paşa taraftarlarına rağmen, bu adamlarla beraber, İsmet Paşa ve yakın adamlarını dışlayarak bir seçim yapabilir misin?" sorusunun sorulduğu meydana çıkıyor.
Bayar buna "muktedirim" diye cevap veriyor ama Atatürk o kanıda değildir:"Dursun, ilerde düşünürüz." diyor, demek üzerinde bolca düşünülmesi gereken bir seçimdir bu.
Ayrıca İsmet Bozdağ, Falih Rıfkı Atay'ın ÇANKAYA adlı kitabında bahsi geçen Atatürk'ün Vasiyeti ile ilgili bir meseleye de parmak basıyor.
Atatürk açıklanmayan vasiyetinde İsmet Paşa'nın biraz önceki Atatürk'ü canları kadar seven bu gruba kindarlık ile zarar verebileceğini düşündüğünden İsmet Paşa'nın -eski bir arkadaşı olmasına rağmen- ülke dışına çıkarılmasını vasiyet etme ihtimali büyüktür.
Bu ihtimali güçlendiren bir başka delil "Atatürk'ün Vasiyetnamesi'nde İsmet Paşa'nın çocuklarına aylık bağlamasıdır.
Eğer İsmet Paşa, kendisinin yerine Cumhurbaşkanı olacaksa, çocuklarına aylık bağlamanın anlamı yoktur.
Elbette Paşa, kendi çocuklarının eğitilmesi için gerekli paraya her zaman sahip olacaktır. Fakat tasarlandığı gibi, bir seçimle Meclis dışında bırakılacak olursa, kendisine dışarıda bir vazife verilse bile, paşanın gitmek istememesi ihtimali vardır.
Bu takdirde elbette sıkıntıya düşecektir.
Bu durumda hiç değilse çocukları bundan zarar görmemelidirler.
Şimdi vardığımız yerden olaylara bakınca Atatürk'ün İsmet Paşa'nın çocukları için aylık tahsis etmesi garabeti aydınlanmış olur."
Atatürk’ün Ölümü ve Milli Şef Dönemi:
Atatürk ölmüş ve Milli Şef dönemi resmen başlamıştır.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra İnönü'yü tebrik etmeye giden Bayar'a kabineyi kurması için görev verilmiştir.
Bu görevi aldıktan sonra İsmet'in yanından ayrılan Bayar, yolda Kazım Özalp ile karşılaşır. Özalp,O'nu İnönü'ye karşı uyarmak için:"Kâle Atatürk yok."(Artık Atatürk yok, ona göre adımlarını dikkatli at.) der.
Karşılıklı bakışıp susarlar. Birkaç gün sonra yeni kabinenin programını İnönü'ye gösterirken çözümlenmesi gereken bir nokta ortaya çıkar.
Uygun bir formül bulamayınca Bayar: "Atatürk'ün bu konuda bir formülü vardı." der.
İnönü telaşla iki elini havaya kaldırarak şöyle haykırır: "Onu bırak, sonra kendileri bir fikir bulamıyorlar da Atatürk'ün fikirlerini kullanıyorlar, derler."
(Şimdi söyleyin Allah aşkına, Atatürk'ün fikirlerinden bu kadar korkan bir adam nasıl oldu da Cumhurbaşkanlığı makamına kadar geldi?)
Jön Türkler ve Bizim Çakma Vatanperverler
Celal Bayar'ın da bir dönem aktif rol aldığı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önemli kişilerinden olan Ferit Tek, Abdülhamit aleyhine bazı hareketlere girdiği ve yakalandığı için Fizan'a sürülmüş; Bir süre orda kaldıktan sonra bölge komutanı Recep Paşa'nın göz yummasından yararlanarak Fransa'ya kaçmış ve Paris'te Siyan Politik tahsili yapmıştır.
Buradaki profesör ona derslerinde başarılı olduğu için sürekli yardım ediyor, yakından ilgileniyor ve çeşitli kitaplar salık veriyormuş. Hakkında bildiği tek şey ise "Osmanlı" olduğu imiş ama ne dinini ne de milliyetini bilmiyormuş ve sormamıştır.
Bir gün: "Ne yapıyorsunuz Fransa'da?" diye sorunca, Ferit Tek de Jön Türkler'den olduğunu memleketindeki istibdat idaresini yıkmak için çalıştığını, ülkesine hürriyet ve parlamenter rejim götürmek istediğini heyecanla anlatmış.
Sözleri bittiğinde: "Sen kendini vatansever olarak mı görüyorsun?" deyince "Elbette!" diye cevap vermiş. Bu söz üzerine üzüntülü bir yüzle: "Sen vatansever değil, vatan hainisin!" demiş. Kendisini savunmaya geçen Tek'i dikkatle dinledikten sonra anlatmaya başlamış: " Fransa da bu dönemlerden geçti.
Vatanseverlikle, vatan hainliği bazen birbirine karışır. İyi niyetli olmak, vatansever olmak için yeterli değildir, hareketiyle vatanına yarar sağlamak lazımdır.
Siz ülkeniz için özgürlük ve parlamenter rejim isterken kendinizi düşünüyorsunuz, ülkenizi değil! Sizin ülkeniz, birçok milletten ve dinlerden kurulu bir imparatorluk. Nitekim bu yekpare bir imparatorluktur. Eğer özgürlükçü parlamenter rejimi memleketinizde uygularsanız, başka dinden, başka milletlerden olan milletvekilleri, Türklerden çok daha fazla olur ve bundan Türkler değil öteki milletler yararlanır. (Buraya dikkat ediniz!) Çünkü Parlamenter rejim sizi en sonunda Anadolu'nun bir parçası içine kapatır, bütün öteki milletler sizden ayrılırlar. Eğer hedefiniz bu ise çalışmanız doğrudur. Yok, Osmanlı'nın canlı ve güçlü olmasını istiyorsanız, kendi aleyhinize çalışıyorsunuz, o zaman da size vatan haini dediğim için kızmamanız lazım."
Ferit Tek, Profesörün bu laflarından oldukça gocunmuş, ancak 1908 devrimi başarıya ulaşınca ve imparatorluğun yaprak dökümü başlayınca, onun ne kadar haklı olduğunu çok iyi görmüştür. Ama çok geçtir.
Bunun üzerine şu sözü söyler: "Biz 'Genç Türkler' değil, 'Toy Türkler'mişiz."
Bu söylediklerimden parlamenter rejim karşıtı olduğum anlaşılmasın. Elbette şartlar olgunlaştığında parlamenter rejim gelecekti ve şu günün şartlarında daha iyi bir yönetim şekli yoktur. Ben bu örnek ile bugün Türkiye için çalıştığını düşünerek bu ülkeye zarar veren ve farkında olmadan bazı "çakma vatanperver" akımlara kapılan kardeşlerimizi uyarmak istedim.
Profesörün şu sözüne kulak vermek gerekir.
"Vatanseverlikle, vatan hainliği bazen birbirine karışır. İyi niyetli olmak, vatansever olmak için yeterli değildir, hareketiyle vatanına yarar sağlamak lazımdır.
Gerçek Vatanperver Yassıa'da Yolcuları
İşte bu vatan için canını dişine takıp çalışan kadrodan bir kısmı, bu çalışmalarından dolayı ödüllendirilmeye Yassıada'ya hücum botlarla götürülmektedir. Tek eksik Adnan Menderes'tir. O'nun şehadet şerbetini içtiğinden habersizdirler. Nereye gittiklerinden de...
Ancak niçin götürüldüklerini bilmektedirler. Asılacaklardır.
Celal Bayar içinden "insan bir kere ölür" demektedir ancak insanın bir kere doğduğunu da bilmektedir. Ancak Milli Mücadele yıllarında defalarca ölümden dönmüş biri olduğundan pek zararlı görmemektedir kendini.
Madem Demokrat Parti iktidarının mesulleri olarak ölecekleri, hiç değilse Demokrat Parti'nin insan yapısının ne ölçüde vatansever olduğunu göstermenin de onların vazifesi olduğunu düşünüyordu.
Onun için sessizliği bozup Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu'ya yüksek sesle sorar:
-Ortak Pazara girme teşebbüsümüz, hangi noktada kalmıştı Rüştü Bey?
Yiğit arkadaş Zorlu hiçbir duraksama yapmadan sanki bakanlar kurulunda izahat veriyormuş gibi, ciddi ve sakin bir sesle konuşmaya başlar. Hücum bot mürettebatı taş kesilir, şaşkın gözlerle onları seyretmeye başlarlar.
Düşünün Allah aşkına, Onlar nereye götürülüyorlar, ne konuşuyorlar...
Bu ciddi konuşma Yassıada'ya kadar sürer. Moralleri çökenler de toparlanırlar. Adaya ayak bastıklarında, kaderini şerefle bağrına basmaya hazır bir kafile haline gelirler.
Önce önden kelepçelenmiş elleri arkalarından kelepçelenir. Sonra da teker teker hücrelere tıkılırlar. Ellerin arkadan kelepçelenmesi bağlı kalmanın en güç pozisyonlarından biridir Yaşı ilerlemişler, şişmanlar ve kolları kısa olanlar için bu zulüm daha da meşakkatlidir.
Elleri arkalarından kelepçelenmiş bu güzel insanların her biri, ot yatakların üzerine koyun gibi yıkılmış ve sırası geldikçe tutulup götürülmeyi beklemektedirler.
Kendi içlerinde bir muhasebeye dalarlar. Evet, suçsuzdurlar. Suçsuz yere idam edilmek. Buna şükrederler. Ya millete ihanet etmiş olsalardı. O zaman bu vicdan azabı öldürürdü onları. Vicdanen müsterih, asılacakları anı beklerken -kelepçe, bileklerini kan içerisinde bıraktığı için acıya dayanamayan Emin Kalafat'ın yalvarışı duyulur : "Ne olur, önce beni asın!" Sonrasında hücrelerden gelen bir besmele sesi ürpertir onları.
Agah Erozan, yanık bir sesle Kur'an tilavetine başlar. Bu yanık Kur'an sesi, cehennemî dehşeti yaşayan hücreleri doldurur. Sanki bu ses, hücum botları da, Yassıada Cehennemi'ni de, İmralı Adası'nın çileli hayatını da bastırır, ezer ve hâkim olur.
Hücrelerinden alınıp götürülen F.Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan asılarak şahâdet makamına yürümüşlerdir. Herkesin gözleri kapıda, içeri girecek görevlileri beklerken, bir duraksama olur. Sonra herkesin hücresine hemen hemen aynı anda giren görevliler bilekleri kesen kelepçelerin azabına son verir ve onları bir salonda toplarlar.
Asılmayacaklardır. Ölüm cezaları, sözde müebbede çevrilmiştir.
Celal Bayar'ın tasviri ile Sanki bütün olay-arkasında ahiret olan- bir buzlu camın üstünde yaşanmıştır. Sonra taş gelip camı kırmış, onlar için yaşamak yeniden başlamıştır.
Bu duygular içindeyken Bayar'ın yanına Ada Komutanı yanaşır. Yüzünde yılışık bir ifade ve şımarık bir tebessüm, daha doğrusu sırıtma! Eliyle omzunu tutarak:
-Eee, kefeni yırttın yine, hadi geçmiş olsun!
Hayatında hiç öfkelenmediği kadar öfkelenir. Omzunu silkeleyerek elinin ağırlığından kurtulurken:
“Bakın Kumandan Bey, ben ölümden korkmam ama laubalilikten nefret ederim!”
Hayretten açılmış gözleriyle, çizgileri gevşemiş yüzü görülecek şeydir doğrusu.
Görüldüğü üzere sevgili dostlar, millet için çalışanlar hiçbir zaman unutulmamıştır ve unutulmayacaktır. Ancak milletin değil de kendisinin menfaatini düşünenler değil banknotlara, yeryüzüne bile kendi fotoğraflarını bastırsalar unutulmaya ya da tahkirle anılmaya mahkûm olacaklardır
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 61

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Necati ÇAVDAR

Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ

HAY’DAN GELİP HU’YA GİDERKEN
Neye boşa dert edeyim
Neden hiçe sevineyim
Niçin, kime dövüneyim
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
 
Sizin olsun  tüm mülkler
Sizin olsun saltanatlar
O’na koşar her saatler
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
 
Ne dert  et ne de kasevat,
O’nun  emrinde kainat
Huzur verdiğine kanaat
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
 
Gerçek dosttur  sana Kur’an
Mecnun olup  O’na varan
Her oluşu onda bulan
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
 
İşimiz yok kavga kinde
Dedende ki  bu gün kimde
Gurup var seher vaktinde
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
 
Yer,  gökte ki   hep devranda
Ne paha olsa kervanda
Kimse kalamaz bu handa
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
 
İşini yap, rolünü oyna
Olan olur aklını yorma
Divane gam etmez her anda
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
 
19.1.2000

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 62

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Necati ÇAVDAR

Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ

DİYEMEDİM
 
Gezdim dağı taşı, geçirdim yazı kışı
Akıttım teri yaşı, döktüm saçı ağarttım başı
Yıprandı vücudum, çektim çileyi yorgunum diyemedim
Nasıldır yemek lezzet ne bilmedim
Açlıktan açlığı terk ettim
Aç kaldım kimseye ;
-“Acıktım” diyemedim
Dudaklarım kurudu susuzluktan
Şerha şerha paralandı yangınlardan
Susadım susamayı kaldırdım;
-“Su” diyemedim
Kimine çok küçük, kimine fazla
Kasılır gerinir eller en ufak şeye nazla
Kendimce unvanı yok ettim;
- “Var” diyemedim
Garip sultan idim bazılarınca
Düştüm kör kuyulara ulu yazılarınca
Hakirliği dost bilip;
-“ Düştüm” diyemedim
Çalışır idim belli belirsiz bazı işlerde
Tutunmak için çabalar, dişlerim de
Olmadı,  kaybettim;
-“İşsizim” diyemedim
Yardım edicilerden olmak en büyük arzum
Ağlamak namerde, dert yanmak merde olmadı tarzım
Yıkıldım yardıma muhtaç oldum;
-“ Muhtacım” diyemedim
Bezirgan olup, tezgaha mal alıp serdim
Hiçbir şey satmadım hep para verdim
Dostlara; “buyurun,  gelin”;
-“Alın” diyemedim
Sorunlarım oldu aşılmaz dağlar gibi
Bildirmedim bilenler güldüler belki
Hep var idi, tükenmez cevher sanki
-“... Benim “ diyemedim.
Eser verdim;
-“ Bu benim” diyemedim
Kitap aldılar;
-“ Ederini  verin”  diyemedim
Gezdim çokça  verdim ki bakın
Dükkanınıza bırakın da satın
-“Sonra  aslını  verirsiniz “ diyemedim
Suratıma bakıp; “Nereden,  nereden..?
Geliyorsunuz ..! dediler cevap veremedim
-“Referansınız, dostunuz kim?”  dediler
Bir o yana bir bu yana evirip çevirdiler
-“Meşrebiniz ne? “ dediler bilemedim
Kapağını kenarını kıvırdılar
Gözüme bakıp;
- ” Kim için yazıldılar ..!”
-“Dünya görüşü ne?” dediler bilemedim
İsim aradılar, hafızalarını yokladılar
-“Kim yazdı bunu? dediler
Başımı öne eğip;
-“Ben” diyemedim.
Sorular..Sorular;  cevap  veremedim
12.7.1997 Cumartesi              19.00

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  63

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Necati ÇAVDAR

Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ

ÜZMEZ
Nereye gitsem orda bulduğum Türkmen kocası
Zulme isyanda,  aksiyonerlerin gerçek hocası
Elhamra’dan çığlık, Türkistan’da  otağ gibi
Tacmahal’de sultan,  Kafkasya’da Şamil gibi
İmanı  saf,  Türkçe’si duru.  O, ateşin koru
Kalkandır  hakikate, onun kalesi,  suru
Bazen  Yunus olur Anadolu’dan ses verir
Zaman olur neyzen gibi terse,  ters verir
Millet sevdası yüreğinde,  kavi iman göğsünde
Kanat gerer, bilse savunur sonunda ölse de
Kurşun sıkmış Hak adına  ilk gençlik  anından
Nasiplenmiş, Fazıl bağından,  Serdengeçti çağından
Her an coşkulu,  çağlayanlar gibi deli o sevdalarda
Ağlar bulurum, kuzu gibi uysal mana eri yanında
Mazlumların babası, gariplerin abası, incelerin kabası
Çağın içmeden sarhoş Neyzeni,  nüktedanlar babası
                  II
Olmayı hep aksiyonda arayan
Çile’de hakikat sırrına eren
Günümüzün içmeyen sarhoşu,  Neyzen
Anadolu sevdası ile çağırıp gezen
Batıl adına ne varsa korkmadan ezen
 Muharrir sıfatlı halk dilinde konuşan ozan

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

64

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Necati ÇAVDAR

Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ

YÜREK KAÇ PARA?
Israrla sesliyor...
”Bir çare “der gibi..
Koşuyoruz ama..
Elinde bir deri çanta,
Diğerinde   naylon poşet ..
Biri dışa yönelik, başkası ..
Diğeri içe yönelik, kendisi ..
“Kitap dostundan kitap dostuna “.. 
Hediye  “Sevinç bir uzak düştü”
Çünkü;
Ümitlerin bittiği,
Dostların terk ettiği
Bildik ..”Bir an”
Ümit ..!
Yaşamak için ..
Yaşamak ne için?
Bilinmeyenin kurt gibi kemirdiği
Çınar gibi ümitleri bitirdiği bir an.
Güvende “Çınar altından”
Güven için,
Aranırken bir çatı altı.
Kuş gibi tünerken,
Açlığını gizleyerek
Umuda sarılış gibi
İnsan bu
Ummadığı karşısında ..
Bitirilemeyen servet
“Yüreğim var  ağbi “ diyor
“Bu yeter bana
Otuz yıl didindim,
Ev yok, iş yok
Hiçbir şey yok.
Başarmak, insanca  yaşamak için
Sadece verecek yüreğim var.”
Ve “Sen de yüreğini verdin”.
Ben,  yüreğimi koyuyorum
Paraya tapılan yerde
Sahi .. ”Yürek kaç para?”
ANKARA       04.06.2000/ 17.00

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 65

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Özkan KARACA
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ

YÜREĞİMİN İSTASYONU
 

Cesetler geçiyor yüreğimin istasyonundan
Irak' tan, Filistin' den, Afganistan' dan
Ve nice karanlık örtüde kapanan diyarlardan
Kuyularının acı tadı ayırıyor yarlardan

Kanlı kemedle, terli kefenle boğulan
Şafakların remzi karabulutlara sorulan
Ruhunu sarsan acılarla yorulan
Tarih mirası olan arazileri çalınmış
Fasih özgürlüğü kubbelerinden yıkılmış
Hayatın elleri hüzünle nasırlanmış

Her geçen vagonlarda yüreğim titriyerek
Feryat eden gözlerin yağmurunu izliyerek
Uzaklığın kanlı deresine fırlattığım
Taşların derdini kalemime sordum

Göllerin duruluğundan alarak
Bir avuç su verdim
Çöllerin kuruluğundan alarak
Bir damla gözyaşı serdim
Kuyunun kanlı rengini
Alınlara düşen acı tenini
Yüreğimin istasyonuna kapattım

Kan pıhtısı dudaklarımda tek leke
Acı tanımı duygularımda kaba leke
Kafa kafesimde gördüğüm
Mazlum insanların boyunlarına
Kurşundan zincir çekilmiş
Mahkum günleri ile ayaklarına
Esaret prangaları vurulmuş

Toprak kan kokuyor
Bağrına aldığı cesetlerden
Taşlar yas tutuyor
Yarına saldığı avuçlardan

Mazlum insanlık gidenlerin ardında
Ruhunun izini sorguluyor
Günlerin sislerinde kapanmayacak
Zihin odasından çıkmayacak
Kalp adasından adımları batmayacak
Bir değil, bin insan yüzü...

Tankların ayininde kusulan bombalar
Namluların tayininde tükürülen kurşunlar
Adres sormayan, parmakları yormayan
Hain likler...
Duaları olmuş: Kin ve cinayet

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 66

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Rıza HARDAL
Rıza HARDAL HAYAT HİKAYESİ
TÜRKİYE'M
Güneşi ilk defa seyreden toprak
Doğudan batıya uzanan Bayrak
Göğü pırıl pırıl suları berrak
Şerefim,şiirim ve şanım benim
Kılıçla kalemin kurduğu mabet
Üstünde ruhların bulunduğu mabet
Her taşın cevahir,her köşen cennet
Hasretin içimde sızı Türkiye’m
Çıkıp yaylasına seyran eyledik
İnip ovasında harman eyledik
Bakıp dağlarına destan söyledik
Buğdayım,zeytinim,ipeğim benim
Sevincim,ümidim çiçeğim benim.
İstanbul’um,anlatılmaz söz ile
Güzelleri mektup yazar söz ili
Minareler yükseliyor naz ile
Sevemem ben senden başka Türkiye’m
Söz yetmez sendeki aşka Türkiye’m
Yıkmak için küfrün sultanını
Fatih’im denize sürmüş atını
Nur doldurmuş göğün yedi katını
Başakların deste deste Türkiye’m
 
Türkülerin şafak şafak gülleri
Amasya’da kiraz başmış dalları
Bursa’nın Cennet’e gider yolları
Irmakları köpük,köpük Türkiye’m
Haşmetli Türkiye’m,Büyük Türkiye’m

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 67

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Selma GÜRSEL

Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

PATATES KÖFTESİ (Bulgurlu)
5 adet ortaboy patates
1/2 kg orta düğül
6 sap yeşil soğan
2-3 adet yeşil biber
Bir avuç ayıklanmış maydanoz
1 kaşık domates salçası istenirse biber salçası
Yeterince tuz
İstenildiği kadar Karabiber
İstenildiği kadar pul biber
Bir fincan zeytinyağı
Yarım limon
            Patatesler yemeklik gibi soyulur yıkılır ve yemekli gibi doğranarak üzeri kapatılacak kadar su ile haşlanmaya ocağa konulur.
            Bir kapta ince bulgur ılık su ile ıslanır. 
            Yeşillikler yıkanarak doğranarak hazır bekletilir.
            Haşlanan patates suyunu çekip haşlanınca kaşıkla güzelce ezilir. Üzerine ıslatılmış ince bulgur katılarak iyice yoğrulmaya başlanır.
            Karışımın üzerine tuz, biber, salça, ve yeşillikler de konularak iyice yoğrularak harmanlanır.
            Bu karışım elle sıkılarak köfte haline getirilerek servise sunulur.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 68

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Tülay BİLGİN

Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ

BOMBA
 
Bu ayaklı bomba
Aman sakın yaklaşma
 
Geziyor, hali hazırda
Pimine sakın dokunma
 
Barutla dolmuş içi
Sanki dokunsan patlayacak ruhu
 
Hep uzağında dur
Tehlike var yakınında
 
Patlamaya hazır ayaklı bomba

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 69

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Tülay BİLGİN

Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ

TAKTİR
 
Sevgi ve mutluluk kitli bir hazine
Saklanmış ruhların derinliğine
 
Arayan bulur demiş atalarımız
Hazineler zor bulunur, kıymetli olur
 
Mutluluk olmayınca
Sağlığın paranın anlamı yok
 
Mutsuzluğun adresi, çok açık çok
Her gören dalar, gözü karanlık
 
Hazinen anahtarı çok kolay
Tanrıyla olan diyaloglarımız
 
Mutluluğun sebebi bizde tartışmasız
Sevgi saygı takdir bunları yaparsan gerisi kolay gelir.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 70

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Tülay BİLGİN

Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ

BAŞÖRTÜSÜNDE EVRENSELLİK OLMALI
Başörtüsünde evrensellik olmalı. İslam kötü söze kötü görüntüye izin vermemiştir.
Başörtüsü kaygılarını dile getiren insanlara hak veriyorum. Tam olarak kendilerini ifade edemediklerini düşünüyorum. Bütün kapıları kapatmaları, açık kapı bırakmamaları da durumu ortak bir noktada buluşturmuyor.
Başımdan geçen bir olayı sizlerle paylaşayım:
Bir gün hastaneye gittiğimde gördüğüm manzara içler acısıydı.
Gizlilik esastır ilamda  ama gel gör ki kollar sıvanmış ayakta terlik bir garip görüntü . Bu ki mescitle karıştırmış olacak hastaneyi. Başörtüsü maksadının dışına çıkmış elemanlar. Yazmalı çaycılar. Çok özür diliyorum. Bir işyerinde hizmetli bile olsa kurallara uymak, belli bir renkte düzgün bir şekilde takılmak zorundadır. İslam’da bunu emreder zaten. Durum böyle olunca başörtüsü kaygılarının yersiz olmadığını bende savunuyorum. Bu kaygılarımızın düzgün bir şekilde kanunlaştırıldığında herkesin uyacağına da çok iyi inanıyorum.
Üniversite de baş bağlama tekniğine gelince:
Baş bağlama biçimi çok suiistimale uğrayabilineceğinden tarihte gördüğümüz gibi. Tedbir almak istedi “Birileri” anlamak için, biraz geriye gittiğiniz zaman ne demek istediğini anlayacaksınız. Bundan sekiz sene önce üniversite kapısı herkese açıktı.
Özgür bir şekilde okulunu okuyan gençler, tefrite düştü. Takvayı yaşamaya kalktı, tekrar aynısı olmasın diye “Birileri” bu yasa tasarısı ön tedbirdi radikal kesim ayağa kaldırdı.
Bir düşünün, sağduyuyla hareket etmek gerektiğini savunuyorum. Hak vereceksiniz, kanunun tasarısının neden çıkartıldığını anlayacağız.
Eleştiriler dikkate alınırsa olumlu olacağına inanıyorum. Kanun, kapsamlı elden geçirilir düzeltilir iki tarafın kaygıları göz önünde bulundurulursa, ortaya düzgün bir kanun çıkacaktır.
Uzlaşmak için iki tarafın ortak noktası bulunması için iki kesimin kendini ortak uyum içinde toplumsal refaha katkıda buluna cağını unutmaması gerekiyor. Her iki tarafta aşırılıktan uzak sade ve anlayışlı bir düşünce ufkuna yelken açmamız gerekiyor. Milletimizin refahı için şart olduğunu kabullenmesi ve uygulama da yine kendimizin rahat edeceğini unutmadan evrensel bir hayat çizgisi yakalamamız dileğiyle.
Hoş gören, Hoş görülür !"

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 71

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Tülay BİLGİN

Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ

YÜZYILLAR ARASI SAVAŞ
            Tarihin yeni bir yüzyılla karşılaşması hiçte sıcak olmadı. Asırlar arasında soğuk rüzgârlar esiyor.1930 lar ve 2000 lerin arasında kara kediler girmişe benziyor. Tarihin şimdiki zamanla buluşması en çok 1930 luları etkiliyor. Sıcak samimi, iyi niyetin ön planda olduğu samimi dostlukların kurulduğu zaman dilimi geride kaldı. Şimdiki zamana ayak uydurmakta o kadar kolay değil. Nesil çatışması konmuştu adı.
Sıcak insan ilişkilerinin, soğuk kişisel çıkarlara bırakmakta olduğu asır kendini tarta bilecek miydi? Otuzlu kuşak, yeni nesile hesap soruyor, bu gidiş nereye? Nesil çatışması, yerini nesil savaşına bıraktı.
Bu zaman tünelinde sabrın azaldığı, anlayışın hoşgörünün tükendiği bu dönem insana yeni bir zihin yakıtı icat ediyor. Bu asırda; bu yakıtı hemen hemen kullanmayan yok gibi.(İstisnalar hariç)istesek te istemesek te o tünele girdik bir kere. İkili ilişkilerin resmileştiği, kişisel çıkarların ön plana çıktığı, sosyal statünün yükselmesi, yaşam standartlarının mükemmelleşmesi insanları birbirinden uzaklaştırdı. Zihin yakıtımız ister istemez hep mükemmellik oldu. Maneviyatın buz gibi erimeye devam ettiği bu asır bize tokat gibi çarptı. Psikolojik sorunlar gençlerde çığ gibi büyüdü. Hedef kitlenmesi, mükemmeliyetçilik gibi sorunlar doğdu. Bunlar asrın acı gerçekleri. Bize kültürümüzü kaybettiren ne? Teknolojimi, Yeni bir yüzyıl olması mı? Yoksa kültürümüzü taşıyamadığımız mı?
Bu asırlar arası çatışmada bir birini anlayan ve hoş görünün hâkim olduğu bir asır olması. Her iki neslinde, birbirini anlaması dileğiyle. Nesil çatışması değil de, nesiller arası diyalog olsa daha güzel olmaz mı? Bu savaşın barışla bitmesi müreffeh bir hayat diliyorum.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 72

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

MANTES LA VILLE DENILINCE .


« Mantes la Ville »
Denilince,
Dostluklar
Ve güzellikler gelir
Aklıma...

Unuturum
Yorgunluğumu
Düşlerimin arasında...
Bir başka doğar güneş
Duygularıma...
Eskimez hiç
Bakışlarımda
Manzaralar...
Geleceğim
Aydınlanır sanki
Bir çizgi çekerim
Kuşkularıma...

Bakarım gözlerine
Duygu dolu zamanın
Bir tarih görürüm
Simalarında
Yaslı çocukların...
Hüznü girmez
Açık pencerelerden
Kirli havanın...
Tablolaşır
Yuvalarda berraklık...
Gönüllerde yuvaları
Kuşların...

Mantes La Ville
Denilince,
Dostluklar
Ve güzellikler gelir
Aklıma...
Mantes la Ville, 14.05.2001

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 73

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

DEĞİŞİM
 
Onların
Sararmış sarkıtlarını kırmadan
Dokunmadan uçlarındaki
Kin damlalarına
Ellerinle çeke çeke
Kurumuş duygularını
Bulaştırmadan başkalarına
Girebilirsen içlerine
O zaman sen değişeceksin.
 
Onların
Düşürmeden varlıklarını
Ayak altlarına
Bayır aşağı kaydırmadan
Özlerini
Dimdik tutarak bakışlarınla
Girebilirsen içlerine
O zaman sen değişeceksin.
 
Onların
Hırslarındaki
Karışıklıkları dağıtarak
Sererek önlerine
Utandırıcı kimliklerini
Geçmişlerinde gezinmeden
Ve belirsizliklerinde ezilmeden
Girebilirsen içlerine
O zaman sen değişeceksin.
 
Zamanın üstünde
Senin duyguların.
Hiç endişelenme
Belirsizse yarın.
Kirlenmiş manzaralar karşısında
« Kendilerini görsünler » diye
Silkele yansımalarını
Üzerlerine.
Onların
Girebilirsen içlerine
O zaman sen değişeceksin.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 74

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

ÜZERİMİZE AĞLARI ÖRDÜLER
 
Yüreklerimizde
Acılara yakınlık duygusu
Yığınlaşan bir karışıklık içerinde
Gözlerimizle
Işık özünün boyutlarını küçültürken
Onlar
Üzerimize ağları ördüler.
 
Hayatın çilelerini çekerken
Asık yüzlü insanları göre göre
Yorgun düşüncelerle
Yıllarca
Kırbaç silkintilerini dinledik...
 
Öylesine gizli düşüncelerle
Onlar bizi hiç düşünmediler
Ve... acımadan
Üzerimize ağları ördüler.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

06. SAYI FİKİR DERGİSİ NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/03/2009