SANAL OLMAYAN ;
"FİKRİ HÜR, VİCDANI
HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA
HOŞ GELDİNİZ !
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF
ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
SAYI 2 01-11-2008 |
İÇİNDEKİLER
|
-
Ahmet CANBABA BİLİNÇLİ YİYİN ZAYIFLAYIN
-
Ahmet CANBABA BEN ANLARIM
-
Ahmet CANBABA YASADIŞI
Atilla ALPAY ALBAYRAK İLKÖĞRETİM OKULU
Atilla ALPAY ÇORUM'UN KİRLİLİKLERİ
Atilla ALPAY MEZAR-I ŞE RİF
Atilla ALPAY OKULLARDA ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU KAMBUR FATMA
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU ZAMANSIZ
Galip BARAN HAC SÖZLEŞMESİ
Hüseyin Hüsnü GÜREL “TÜRKİYE PETROLLERİ (TPAO) GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
TARAFINDAN ERZİNCAN OVASI VE CİVARINDA PETROL VE DOĞALGAZ ARAMA
FAALİYETLERİNİN SÜRDÜRÜLMESİ KARARI MEMNUNİYETLE KARŞILANMIŞTIR
İsa
KAYACAN ETKİNLİKLERDE,SANAT MI, SİYASET Mİ?
İsa
KAYACAN ŞEMSETTİN KÜZECİ'NİN “IRAK BASIN TARİHİ” KİTAPLAŞTIRILIYOR
Mahmut Naci ÇUHACI DEĞİŞİM VE YENİDEN YAPILANMA
Mahmut Selim GÜRSEL ON KASIM
Mahmut Selim GÜRSEL BÖYLE İNSANLAR VAR MIYMIŞ?
-
Mahmut Selim GÜRSEL MERHABALAR
Mahmut Selim GÜRSEL ZAMAZİNGO İŞLER
-
Mahmut Selim GÜRSEL İNSANSAK EĞER
Mesut ARTAR AHİLİK HAFTASI
Mesut ARTAR GELECEK NESİLLERE BIRAKACAĞIMIZ MİRAS NE OLACAK?
Mesut ARTAR GERÇEĞİ GÖRMEK ZORDUR, ÖZELLİKLE ONU GÖRMEK
İSTEMEDİĞİMİZDE?.
Mesut ARTAR SENİ SEVİYORUM DİYEMEDİM
Muhsin AKTAŞ BİR BAKIŞTAN SIZANLAR 1
Muhsin AKTAŞ UZANSAM ELİM DEĞECEKTİ
-
Murat HACIOĞLU KALIPLARA LANET ETSEM
Murat HACIOĞLU TEHLİKE’NİN FARKINDA MISINIZ?
Murat HACIOĞLU ZAMANI DURDURMAK
Mustafa Nevruz SINACI ATATÜRK VE GAZETECİLİK
Mustafa Nevruz SINACI ADALET, ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK
Mustafa Nevruz SINACI ANAYASA'DAN ÖNCE YASA !...
Mustafa Nevruz SINACI FATİH TERİM'İN MAAŞI, HÜKÜMET VE SOSYAL
ADALET
Mustafa Nevruz SINACI GELENEK; MENDERES ‘VASİYET-EMANET
Mustafa Nevruz SINACI KUTSAL MİRAS; IŞIK VE AŞK
Mustafa Nevruz SINACI MENDERES 'VASİYET-EMANET' VE DP
Mustafa Nevruz SINACI MÜZMİN KRİZDEN KURTULUŞ
Mustafa Nevruz SINACI ÖTEKİ GAZETECİLİK VE MEDYA TERÖRÜ
Mustafa Nevruz SINACI ŞİMDİ ZAMANI!?..
Necati ÇAVDAR ENDÜLÜS’TEN
Rıza HARDAL BİR GÜN
Rıza HARDALYİNE YERİMDE SAYARIM
Rıza KOÇAK KAYIP OLDU NAZLI YARİM
Özkan KARACA AYNALAR
Özkan KARACATARİHE SELAM
Selma GÜRSEL FIRINDA PALAMUT
Serkan ÖKÇE HESAPTAN DÜŞER
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin
almadan kullanmayınız! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik
haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
BİLİNÇLİ YİYİN
ZAYIFLAYIN
Hemen her gün gazete sütunlarında
zayıflamayla ilgili yazılar okursunuz. Çamur
banyosunun iyi geldiğiyle ilgili bir mankenden
diyet reçetesi alırsınız. Doktoru şunu yeyin,
bunu yemeyin demişte, mankende artık
yiyeceği şeyleri seçmeye başlamış. Alışveriş
yapmak gibi özel hobisinin yanında
yemek yemek gibide özel bir
hobisi vardı. Bilinçli yemek yiyerek
zayıflayabileceğini kendisi biliyordu ama
bilinçli alışveriş yaparak gar dolabını
doldurması işi de oldukça zordu. Medyada artık
kimin ne yiyeceğinin tartışıldığı bir ortamda,
bu zavallı bir türlü zayıflayamayan insanlarımızın
durumunu varın siz düşünün. Manken filancası,
biraz fazla kilolu diye iş alamıyorsa
veya sevgilisine şirin görünemiyorsa, bunun
acısını yaşayan ve en çokta böyle
mankenlerin halinden şikayetçi şişman
zengin sosyetenin TV deki münakaşalarını
evinde zeytin ekmeğe talim eden zümre
yapmıyor mu?.
Kışın mayo defilesi yapılırken podyumlarda
yaza hazırlık diye, yaz ortasında sıcakta
kürklü, kazaklı kalın kumaşlardan yapılmış
giysilerle yapılan defilelerde sergilenen kıyafetleri sade
vatandaş seyrederken bunlar beni ilgilendirmez diye
tepki koyabiliyor mu?. Nüfusumuzun 35 milyonu
açlık sınırındayken, yaz geliyor diye martta
tv’ de ve gazetelerde boy gösteren zayıflama
rejimiyle ilgili öneriler sade
vatandaşın neredeyse baş sorunu olup
çıkıyor. İşkence haline getirdikleri aç yaşamayı rejim diye
anlatmaları toplumu ne yerine koymaktır, ben
bunu söylemeye bir kelime bulamıyorum.
Üstelik birde sade vatandaşlar nasıl kandırılıyor.
Hani aç kalmak işkence ya işte sizi bu işkenceden
aç kalmadan ve açlık çekmeden zayıflamanın
metotları. Önce hangi yiyeceklerin kaç kalori
verdiğini bileceksiniz. Metabolizmanızı tok tutma
eğilimine sokan ve aynı zamanda size enerji
veren yiyecekleri tespit ettiniz mi gerisi
kolay. Hangi yiyecekler yağ ihtiva eder. Bir defa
yiyeceğiniz besinlerin posası ve proteini bol
olacak. İçindeki şeker yükü az olacak. Bu genel
bilgiden yola çıkarak yiyecekteki
favorilerinizi tespit edin. Ama bu arada
damak tadınızı ve ne yapacağınızı uzmanına
sorduğunuzda “canım zayıflayacaksınız ya,
zayıflamada damak tadı düşünülmez” der.
Yağsız salatayla, yağsız bir çorba yapın
bakalım. Önceden öyle iştah açacak acı yok, öyle
sosmuş, mayonezmiş kullanmak yok. Lokmaları
ağzınızda zaman tutarak yiyin. Bir lokmayı bitirmek
en az birkaç dakikanızı almalı. Yiyeceğiniz bütün
nesneleri gözünüzün önüne getirin. Bir tarafta pirzolalar
olsun, bir tarafta baklava, börek. Hindi
dolması ile kuzu şişini de belleğinizden
geçirmeyi sakın ha ihmal etmeyin. Önce beyninizde
tokluk başlasın. Bunları TV den uzman
anlatırken evinde çocuk annesine soruyor.
“Anne hindi dolması diyor, o da ne ki”.
“Sus kızım manken ablanızı işte bu uzman
aha bizim gibi zayıflatacakmış. Gelseler
de zayıflama metodunu bana sorsalar
olmaz sanki” der kadın. Çocuğu annesinin
bu mırıldanmasını duymamıştı bile. Diyelim ki
tokluk sinyali onların beynine ulaşırken garibanında
beynine yokluk sinyali ulaştı. Sofradaki
zeytinini üç kere ısırarak ekmeğine katık etti
ve çocuklarına :
“Bah gızım televizyondaki bu program
yarınki günümüzün bu günden daha iyi
olmayacağının işareti. Ben ne diyorsam siz
öyle yapın” dedi. Sonra tv deki uzman demez mi
ki, “yemek yerken zaman zaman dinlenin.
Sofradan kalkıp ta bir yere yatın demiyorum
sayın seyirciler. Birbirinizle konuşarak
vakit geçirin” der demez stüdyodaki mankenlerde
birbirleri ile dedikodular seyircilerin önüne
seriliverdi. Kim kimin sevgilisini ayartmış,
kimin göğüsleri podyumda iş kazasına
uğrayarak açılmışta seyirciler gördüğü
için nazar değmiş. Mankeninde silikon
göğsü o ‘nazardan’ patlamış. Artık
iş kavgaya dökülüverecekti ki uzman
“sevgili bayanlar, şu anda sofra başında
değilsiniz lütfen kendinize gelin” dedi de
münakaşalar kesildi. Ve uzman “işte kıymetli
seyirciler, manken arkadaşlarımızın bu kırk dakikalık
tatlı sohbetleri kadar, yemek arasında sohbet
etmelisiniz”. “Bir defa diyette hem karnınız
doyacak, hem de en kısa zamanda zayıflayacağım
diyeceksiniz. Bunun ikisi bir arada olmaz. En
az altı ay gibi bir zamana
ihtiyacınız var” dediğinde zeytinini dört
parçaya bölen ve kırk dakikalık manken
münakaşalarının ardından uzmanın arkasından da
olsa evinden uzmanı çekiştirmek zorunda
kalan vatanım kadını, dört parçalık
rejime: “Vallah benim çocuklar
dayanamaz. Tivi deki zayıflama rejimine. Uzman
zayıflama rejimi anlatırken, sanki onun
evindeki normal yaşamından bahsediyordu. Uzmanın
zayıflama rejimini, ekonomik rejime uygulamak
isteyen hükümet, açlık sınırının altında
yaşayan sade vatandaşı isyan ettirmişti.
Bir zeytini dört kerede yiyerek bunun
altı ay devam etmesine çocuklarımı
alıştıramam diye isyan etti ama “hele şu
diyet rejiminin sonunu bir dinleyek
bahak” dedi. Uzman: “Yağsız yiye yiye
damağınız bu lezzete alışacak. Altı ay sonraki
lezzetsizlik, sizde lezzete dönüşecek ve
zorunlu olarak yağ kullanmaya bir
alerjiniz olacak. Gittiğiniz yerlerde yağlı,
lezzetli ve şişmanlatıcı yemekler olduğu için
sizi yemeğe davet edenleri üzmemek için
tadımlık olarak az az alacağınız yemeklerde
zaten sizi şişmanlatmayacaktır. Fazla yiyerek
obozite olmak yerine her şeyi kararında yerseniz
zaten obozite olmaktan da kurtulmuş
olursunuz” . Bu sırada okurlardan alınan
telefonları yanıtlar uzman. Spiker bir
seyircimizden telefon var diyerek uzmanın
sözünü kesip, Uşaktan Hanım çeneli: “Efendim
senin dediğini anlamış değilim. Ben zaten
günde bir öğün yemek yiyordum. Şimdi
ramazan gelecek, mevcut bütçeme göre
bunu artırmam mümkün değil. Ramazanda bir
öğünümü ikiye bölüp yarısını sahurda yiyeceğim.
Benim bütün şikayetim oğluma ekmekten başka
bir şey veremiyoruz. Bütçemiz kafi değil.Günde
belki beş ekmek yiyor. Sekiz yaşında
doksan kiloda nasıl rejim uygulayabiliriz” dediğinde
uzman. Bayana “Siz kilolarınızdan şikayetçi
değimlisiniz?” der. Bayan şikayetçi olmadığını
söyler uzman bayanın yaşını, kilosunu,
boyunu sorar aldığı cevaplar karşısında
“tam normal kilodasınız. Nasıl bir
rejim uyguluyorsunuz bize yazıp
gönderin. Bundan sonraki programımızda
sizin yaptığınız diyeti anlatalım”
dedikten sonra seyircisine çocuğunun sorunu
olarak yaptığı diyet neticesi zayıflayarak
ölümün eşiğine gelmiş bayanlardan
şişmanlamak isteyenlere senin çocuğunun
uyguladığı diyeti uygulatarak
Zayıflıktan kurtulmak isteyen
müşterilerimize tatbik edeceğiz ve bundan dolayı siz
seyircimizin bütçesine katkıda bulunacağız deyip
seyircisinin adresini alır .
“Çocuğunuz bir ay bizim misafirimiz
olacak, bizim havuzumuzda yüzerek, her
gün cim lastik yaparak hekim nezaretinde
kontrollü olarak zayıflatacağız.” Uzman,
dinleyenlerden gelen bir sürü telefonları
yanıtlar. Bu arada kendi kliniğinin
ve tesislerinin reklamını yapmaktan da geri
kalmaz
Uzman kişi rejim yapmak isteyenleri yağ
kullanmaya karşı direnmeye davet
ettikten sonra. Şekerle ilgili tehlikeleri
sıraladı. Kandaki şeker oranınız çok
önemli üstelik halkımız bilinçsizce
yağla şekeri birlikte tüketiyor. Bu
iştahınızı tetikler oburlaşırsınız dediğinde, tivi
deki diyeti dinleyen sade vatandaşımız,
komşusunun çay alamadığı için sıcak
suya şeker konularak çay yerine
içtiği şerbet aklına geldi ve komşusunun
duvarını yumrukladı. İki dakika
sonra gelen komşusuna. “Bak komşu
kahvaltıda kullandığın margarin yağıyla
birlikte şerbet içiyorsunuz ya, o
işte çok zararlıymış bah doktorumuz
ne diyor dinle” diyerek o anda
söylediği sözü tekrar eden doktoru komşusu da
dinler. Bak tüm bunların yerine
kurabiye, çikolata, baklava yerine meyve
yiyeceksin. Komşusu doktora dönerek “hay
ağzına sağlık doktor bizde zaten
öyle yapıyoz”. Kendisini çağıran
komşusuna dönerek “öyle değilmi gı”
dedikten sonra neden öğle olduğunu da televizyondaki
doktorun duymadığına üzülerek anlattı komşusuna. “Komşum
sen de aynı şeyi yapıyon hiç
pazarda satıcıların gofret attığını
duydun mu? Hiç çikolata attığını duydun mu?,
ya baklava attığını? Biz zaten Pazar
artığı olarak sebzemizi meyvemizi topluyoz..
Onun için canımız istediğinde zaten
sebze ve meyvemizi yiyoz. Uzmanın
anlattığı doğru gomşu bahsana
çevrene bizlerden herkes diyette herkes
tığ gibi.” Diyetçi uzman doktor bu
arada sık sık ama az yemekten bahsetmez mi
günlük ancak tek öğün yemek yiyen
komşusunu diğer komşusu uyararak. “bak
gördün mü kaç kere dedim size akşamınızı
sabaha, öğleye, ikindine, yatsıya
paylaştırın diye.” Komşusu: “her öğüne çeyrek dilim
ekmek hemi, öylemi diyon yani sen bana? Kız
kim doy ar çeyrek dilimle allasseen!”. Doktor:
“Ara dilimlerde yüz kalori” der demez
komşu “işte şu kalori hesabından anlamıyom.
Yüz kalori, yani yüz gramı demek istıyo”. “Yoh
anam, bi dinne bakalım sende. Ağız
tadıyla bir program dinletmiyon .
Bu
arada diyet uzmanı sudan bahsettiğinde,
gelen komşu “kalk anam kalk aha bi
sattır işe güce bahmadan
kilitlenip kaldık televizyona. Böyle
havadan sudan şeylerle vakit geçiriyoz”
deyip de kalktı gitti evine. Ama ne
yalan söyleyim benim hala gulağım
televizyonda doktorda. Doktor hala şişmanlar için,
onlar kendilerini fiziksel özürlü olarak
görüyorlar normal kilolarında olanları gören
şişmanların, tanrım beni tekrar yarat
dediklerini duyar gibi oluyorum. O hala
Bol su için diyordu. Şehrin içme
suyu da mikroplu. Ama bilmem ki nasıl
içsek bol sudan. Doktor herhal dışardan
bidonla su alanları kastediyodur. Pazardan
artık toplayarak evin geçimini sağlayan
bizler için değildir bu sözler.Eee
günde sekiz on bardakta su. Diyelim ki
içtik.
İşte bu tivilerdeki sağlık saatleri pek
bi hoşuma gider. Bak bugün ki hekimde
‘Ostropoz’ diyo dur bi gomşuya seslenek
bahak deyip üç dört kez komşusuyla
bitişik olan duvarını gene yumrukladı…
Aradan bir iki dakika geçmeden
komşusu demir rezleli kapının eşiğinden
göründü “gene ne var sabah sabah
daha sofrayı bile kaldırmadım. “Bak anam
bacım bizde hiç bi hayat galmamış ta
bizim habarımız yok. Biz orta
yaşlı sayılıyoruz ama gören zanneder ki
yetmişinde. Doktor düzenli D vitamini
kullanmamız gerekli diyo. Baksana bidefa
sofanızdan balık etini eksik etmeyin”
deyip te ardından televizyondaki doktor ‘somon’
dediğinde …. “eh bizim soframızdan çok
şükür ‘somun’ eksik olmaz” dedi.
Komşusu: “sus hele somunu annadık
canım.” Doktor ‘Ton’ dediğinde “tonmuş”
dedi gelen komşu “ohooo” dedi
“tonnan somunu tedarih ederik eee dohtor.”
Doktor ‘ Levrek’ deyince komşusu hemen ardından
“Bah görüyonmu ekmek te gevrek olacakmış
besbelli” dedi. Doktor devamla
“ardından da sardalye üstüne süt
ürünlerini sayabiliriz dediğinde …evin hanımı “demek
ki sütü de sandalye üstünde içecekmişiz”
dedi. Komşusu “annadıysam arap oluyum.
Osdurapusdan korunacaaz ne demekse” Doktor: “D
vitamini güneş ışığı yardımıyla cildimizde üretilir
bol bol güneşlenin” dediğinde ….ev hanımıyla
gomşusu sözleşmişcesine “aha bi onu
yapıyoh zaten bizde”. Bu arada gene bir
seyirci bağlandı telofona “doktrcuum
günde sekiz, dokuz saat bi güzel
uyku çekiyom. Saat on birde on ikide
kahvaltıdan kalktı mı öğle yemeğine de
hacet kalmıyor. Kahvaltıda ağzınıza
layık bi güzel beyaz peynir. Ardından yumurta,
tereyağı, reçel”, Doktor “duur orda”;
dedikçe bayan “niye duracam, kimse
durduramaz beni kaç gündür sabahları
programı arıyom hep meşgul çıkıyo
kimse durduramaz beni” deyip “ardından
ikindiyi çok hafif geçiştiririm kırmızı
et ve balıkla etin yanında mutlaka
salata vardır. Akşama gene
bunlara benzer bir şey yerim ama
yanında muhakkak pilav ve arkasından tatlı
vardır . Geceleri yoğurt ve sütü ihmal
etmem .Tatlının yerine bazen muzu,
çileği, elmayı meyve olarak tercih
ederim. Bazen rahatlık versin diye
şarapta içtiğim olur. Şu yirmi dört saat
gün olarak o kadar kısa ki doktorcum adam bile
kızıyo bana. Yemek içmekten dolayı kendisiyle
ilgilenmiyormuşum. Doktorcuum günde bir tanede
multivitamin içiyorum çokmuu? Ama
maalesef spor yapamıyorum bu yaptıklarım
sizce doğrumu?”
Doktor sabırla bayanı dinleyip “kaç
kilosunuz, sizde fazlaca obesit olmalısınız
herhalde. Sabahları erken kalkın. Geç
kalkan fazla kalori yakmaz, hareket
edin, kollestrol ve doymuş yağlara dikkat
etmiyorsunuz karbonhidratlı yiyecekleri daha
az tüketin.4000 kalorilik öğle yemeği saydınız
bana.”
Evinde komşusuyla televizyonu izleyen Sakine
hanım Sakinliğini ilk defa bozup
komşusuna dönerek: “Sankim onlar bana
hayal tacirliği yapıyor gibime geliyor.
Zayıf olanlara şişmanlama, şişman
olanlara da zayıflama dersi verenlerin
istediği şey bize göre değil. Kimler neyi
hayal ediyorlarsa işte o hayal
tacirlerine müracaat etsinler. Zayıflamanın
iki yolu var. Kendimize gerekli
günlük enerjiden az alırsak zayıflarız,
fazla alırsak şişmanlarız. Sağlıklı yaşamdan
büyük ikramiye kazanmış gibi yiyip içseler de
şişmanlamayanlardan bahsediyorum.
Tüm böyle rejimi tatbik ederek ölüm
döşeğine düşmüş bir mankenin acı
dramı ve bu arada zaten tatsız, tuzsuz,
yağsız, etsiz sofrası olan vatandaşın
gene öyle zayıf kalarak zaten rejimde
olduğundan, ölmeden açlık sınırında yaşamaya
devam ettiğini, halkını düşünen devlet
adamlarının, zenginler gibi hiç para
harcamadan halkı rejimde tuttuğunu,
milletinde bundan rahatsızlık duymayarak
gene bizleri açlığa mahkum edenleri
seçtiğimizi anlatacağım.
Doğru ve dengeli besleneceez diye bi
kalori listesi tutuşturuverir diyetisyenler
insanların ellerine. İhtiyaç duyduğu
kalorileri herkes kendi bünyesine göre
alırsa, diyetisyene gitmeye hacet kalır mı?.
İnsan ihtiyaç duyduğu kadar kalsiyum
alırsa ve hangi besinlerin ne kadar
kalsiyum ihtiva ettiğini bilirse, kemik
yapısını insan dengede tutamaz mı?.
Artık eskisi gibi devletin himayesi altında
değil vatandaş. Evvelden devlet babalık
yapardı. Fakire fukaraya yetime dula.
Şimdi her şey özelleştirildi. Birey
olarak ailelerde özelleşti. Şimdi
kadınlar kocasının, çocuklar anne ve babasının
sorumluluğunda olmak istemiyorlar. Çünkü
bireysel özgürlükte sevmek ve sevilmenin de
şartları değişti. Her şey gidebildiği
yere kadar gidiyor. Günübirlik mutluluğu
sürekli hale getirmeye çalışıyoruz.
Koca baskısında kalan kadınlara
‘sığınma’ evleri açılması, kadının
çaresizliğinde sokakta kalmaması açısından ne
iyi”. Sakine hanımı hayretler içinde
dinleyen komşusu,:” Ne gadar da çok şey
örenmişin bacım sen” Öğrenmeziyim hiç geçende
bizim adamada biraz bahsettim de adam:
“Peki öyleysem kadın sığınma evi varda,
neden bir erkek sığıma evi yok?”
dedi . “Napacaan” dediydim, “valla hanım senin bu
çok bilmişliğinden başka nasıl gurtulacaam”
demez mi. Komşusu “Valla adam haklı, bahsana
neler biliyon canım. Fazla bilmişlik pek hayır
getirmez insana.”
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- BEN ANLARIM
-
- Susar
- İçince gözlerinden
- Gider susuzluğu
- Pınarın.
-
- Bakışlarıma
- Hoş geldin demek
yokmu
- Göz kırpıp
- Bir tebessümünle.
-
- Sımsıkı kucakla
- Bu yeter
- Ben anlarım
- Senin elveda
deyişini.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- YASADIŞI
-
- Yaşama sevincini
bitirir
- Bir kurşun
- Yasa dışı
-
- Yaşama sevincini
bitirir
- Bir karar
- Yasa dışı
-
- İşgalci gelir
oturur
- Yüreğinin baş köşesine,
- Yasak bir aşk
yaşarsın
- Yasa dışı
-
- İşgalci gelir
oturur
- Memleketinin baş
köşesine,
- Onay görmez
yaptığı
- Yasa dışı
-
- Ve sana
- Bir direniş
göstermek düşer,
- Bir direniş
- Yasadışı
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİLAY'DAN HABERDİR ALBAYRAK
İLKÖĞRETİM OKULU
-
Yeşilay ikinci kez Albayrak'ta…
-
Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi ilimizdeki okulları dolaşmaya
öğrencilere sigara alkol ve bağımlılık yapan maddelerin
zararlarını anlatmaya devam ediyor. Öncelikle sigaradan başlayarak
gençlerimizin ruh ve beden sağlığını tehdit eden tüm
faktörlere savaş açtığını kaydeden Türkiye Yeşilay
Derneği Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay da gönüllü bir
insan olarak okulları dolaştıklarını ve bunu yıllardır
sürdürdüklerini, kimseden de bir şey beklemediklerini
belirterek şunları söyledi :
-
"Geçtiğimiz g ün ikinci kere Albayrak ilköğretim okuluna davet
edildik ve peş peşe iki konferans verdik.Yeşilay genel
merkezinin verdiği yetki ile bilindiği gibi çağırılan
her yere giderek
insanları bilgilendiriyor ve ilköğretim okullarında da sigara ,kola
ve enerji içecekleri ile sağlıklı beslenme konularını da
kapsayan madde bağımlılığı ile mücadele seminerleri veriyoruz.
-
Zararlı maddelerin tüketimindeki artış gençlerimizin ruh ve
beden sağlıklarını da tehlikeye atmaktadır. Öğrencilerimizin olduğu
kadar ebeveynlerinde bilgilenmeye ve konunun takibini yapmaya
şiddetle ihtiyaçları vardır. Eğitimcilere ve velilere çok iş
düşmektedir.
- Bu
okula da ikinci gelişimiz. Okulumuzun gayretli ve çalışkan
Müdürü Sn.Salim Söylemez beyefendi son derece güzel bir salon
hazırlamış.Teknik donanım da muhteşem. Bizi davet ederek
teveccüh gösterdikleri ve bilhassa genç öğrencileri
bilgilendirmemize imkân sağladıkları için kendilerine Türkiye
Yeşilay Derneği adına çok teşekkür ediyor sonsuz
şükranlarımızı sunuyoruz."
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
ÇORUM'UN KİRLİLİKLERİ….
Şehrimizde "çevrecilik" deyince aklımıza ya belirli gün ve
aylarda yapılan çam dikimleri ve hatıra ormanları gelmekte
veya da baca gazları ile ithal kömürlerin fiyatı ile
atmosfer kirliliği
hatırlanmaktadır.
Vilayetin çevre ile ilgili kurumları da sadece hava kirliliği ile
ilgilemekte; basılan dergi ve süreli yayınlarda da sadece
yeşil çevrecilik özlemi dile getirilmekte, yazarların akademik
tezleri
aktarılmakta ve Çorum' un elde kalmış son bir avuç piknik
alanlarının resimleri yayınlanmaktadır.
Yerel
basının ise çağırılan haberlere gitmekten öte
"kendiliğinden akletiği hiçbir önerisi, çözümü veya cesaretle
üzerine gittiği bir tespiti "yoktur.
İki
yıl önce tüp gaz taşıyan lpg'li otomobil sayısı ticari araçlarda iki
bin kadar iken bu gün bu sayının ne olduğunu ve sokaktaki
vatandaşa ne zarar verdiğini kimse araştırmamaktadır. Cadde
kenarında bulunan zehirli gaz ölçüm araçları ise yaz günlerindeki
atmosferdeki egzoz gazının miktarını ölçmemekte; ölçüyorsa da
nasıl tedbirler alındığını kimse bilmemektedir.
Bu
otomobillerin gizli karbon monoksit zehirlenmesine "dur!"
diyebilecek cesarette ne bir hukuk; ne de bir tıp adamı
çıkabilmiştir. Evlerde şofbenlere baca önerenler bu
zehirli atık
için hiçbir şey söylememektedirler. Benzine göre tasarlanmış
motorlar bu gazı tam yakmamakta ve hele kış aylarında bu
şehrin insanlarını yavaş yavaş öldürmektedirler. Her sene yapılan
egzoz ölçümlerinde de
motorlar benzine çevrilerek gidilmekte, kimse bu yürüyen zehirli gaz
bombalarının hatırını sormamaktadır. Ama her köşede bir
gaz dolum tesisi veya arabaları " çevirecek" tamirci bulunmaktadır.
Bu işten çok da iyi para kazanılmaktadır ama halkın sağlığını
düşünen kimse yoktur.
Zehirli gazların içindeki en sinsi olanı kokusuz karbon
monoksittir. Kandaki hemoglobine yapışarak karboksi
hemoglobin denilen müthiş bir zehirlenme yapar. Bunu oksijen
çadırı ve maskesi ile de kimse önleyemez. Yapılacak hareket derhal
kan değiştirilmesidir. Yüz elli bin kişinin kanını kimse
değiştiremeyecektir ama gizli gizli hastalanarak vefat
edenler için ulu mezarda mutlaka bir yer
bulunacaktır.
Bu
kentin baş ucundaki çimento fabrikası birazda
Fransızlar para kazansın diyerek hâlâ kaldırılamamıştır. (
oraya " filtre takılmıştır , zararı olmaz" söylentilerine
inananları her sabah
namazı vakti su deposu çamlığına duman deşarjını seyreylemeye
çağırıyor ve yanlarında da gaz maskelerini de getirmeye davet
ediyoruz.)
Ayakucumuzdaki belediyenin asfalt şantiyesi ile küçük ve
büyük sanayilerin, şeker fabrikasının bacaları da arada bir bu
kirletmeye katılmakta, kentin kanalizasyonu ile et kesim-eski
salyangoz
fabrikasının- tesislerinin, kimyasal maddelerin ve hele hele tıbbi
atıkların nereye gittiğini, 125 tavuk çiftliğinin ayak ve
atıklarının gömülü olduğu arazilerde asit yağmurları ile birleşerek
yeraltı
sularına karışıp karışmadığını da kimse sormamaktadır.
Bölgede köy, ilçe ve illerin atık suları, lağımları ve
kanalizasyonlarının tam olarak kimyasal, fiziksel ve biyolojik
olarak arıtıldığını, tabiata temiz su olarak salındığını kimse
söyleyememektedir. Hele hele denetimsiz su sondajları
yeraltındaki
kil tabakalarını delik deşik etmiş ve kirli ve temiz sular birbirine
karışmış, milletin ortak malı olan yeraltı su şebekeleri
de böylece "halledilmiş" bulunmaktadır.
Bütün
bunların yanında hacmi gittikçe büyüyen ve korkunçlaşan dev bir
canavar niteliğindeki Çorum Çöplüğü de hemen her gün metan gazı
patlamaları ile gelecekteki en büyük çevre felaketini adeta "haber"
vermektedir. Hele bu çöplüğün altında biriken kirli suların
oluşturduğu "çökek gölü" nün kokusu dört km. öteden bile duyulmakta
ve çöplüğün sürekli yanan dumanları uzaydan bile
görünmektedir. En yakın yerleşim birimlerinden Toki
konutlarında oturanlar daha kaldırım ve
pazaryeri şikâyetlerini aşamadıklarından yakında
kendilerini yiyecek olan bu büyük çevre felaketini henüz fark
edememişlerdir. Atmosfer kirliliği, yer altı suları kirliliği,
mikrobik kirlilik ve koku kirliliği gibi birçok
"hasleti" bünyesinde barındıran çöplüğümüz hakkında kimsenin henüz
bir fikri yoktur.
Bu kirliliklerin haricinde birde görünmeyen
kirlilikler vardır. Bizce en tehlikelisi de bu tür
kirliliklerdir.
Cep
telefonlarının baz istasyonu veya röleleri denilen
şiddetli elektromanyetik dalga üreteçleri gittikçe
şehrimizin içlerine yerleştirilmekte,yüksek direk
kullanma mecburiyeti olduğu ve
insanlardan uzakta kurulmaları gerekliliği dururken
ilimizde de evlerin duvarlarına monte edilmekte; insan sağlığı hiçe
sayılmaktadır. Kalp pili veya kapakçığı olan hastaların, metal bacak
veya organ
protezi taşıyan insanların bulunup bulunmadığına bakılmadan,
küçük çocuklar hesaplanmadan yerleştirilen bu rasgele antenler için
TBTAK tebliğ üstüne tebliğ yayınlamakta ama kimse kaale almamakadır.
Telsiz ve linksiz radyo vericileri, sayıları gittikçe artan cep
telefonları ile atmosfer kirlilikleri ile hava su ve ışık kirliliği
Çorumluyu fizyolojik ve tıbbi olarak yaralamakta
tabelalardaki yabancı
kelimelerle meydana getirilen başka kirlilikler ise de konuşma
lisanımızdaki hastalıklara eklenerek bir "kültür
kirliliği " oluşturmaktadır.
İnsanlarımızın okuma merakı gitmiş yerine
televizyon seyretme hastalığı gelmiştir. Geleneksel ve helal kazanç
peşinde koşan Türk insanının hassas yapısının yerini de
duyarsızlaşma, bencillik ve
lüks tüketim ile rantiyecilik hastalıkları aldığı için
bu gizli rehasızlıklarda sinsice ilerlemektedir. Hele hele ülkemizin
önde gelen sektörlerinden fuhuş sektörü de
alabildiğince yükselmiş ve bu aziz
şehir artık " kerhanesi-genelevi- ile meşhur bir kent olup
çıkmıştır. Konuşmaya ve yazmaya utandığımız bu hastalık
ise kazanç sahipleri vergi rekormeni yapacak kadar revaçtadır.
İstanbulun fethine giden sahabe ordularının nal seslerinin
yankılandığı ve Anadoluyu Türkleştiren Alparslan' ın askerlerinin
otağ kurduğu Çorum ovası, böylesine fuhuş yuvalarını
bünyesinde bulundurmakla bir talihsilik yaşamakta ve buranın
müdavimi olan insanlarımız da başka bir boyutta kirlilik
yaşamakta veya taşımaktadırlar.
Bütün
bunlara sebebiyet veren esas kirliliğimiz ise
"ahlak kirliliği" olup ; buna çare bulunmadan
hiçbir kirliliğe çare bulunacağı kanaatinde değiliz.
Saygılarımızla...
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
MEZAR-I ŞERİF
-Sen takımınla indiğimiz yerde kalıp
geriyi kollayacak, uydu bağlantısıyla devamlı hem bizimle hem de
karargahla haberleşeceksin. Bir aksilik olursa yardım kodunu kullan
ve üsse haber ver. Her ihtimale karşı üç helikopter ve Harrierlerin
katılacağı hava desteği hazır bekliyor. Bu şerefi İngilizler de
kendileriyle paylaşmamızı istediler.
-Sende adamlarınla kayalık arazide
sürünerek ve saklanarak köyü kuşatacaksın. Üç manga askerin var.
Her binaya birisi yaklaşacak. Herkesin yaklaşacağı binalar belli.
Gece olduğu için yağ kandili yakıyorlar. Işık gelen pencerelerden
korkmayın, karanlıkta pusu kuracakları çok yer var. Açıkta başka
bina yok, ama esas korkumuz yeraltı girişleri..
-Termal kamera timi önce bölgeyi
tarayacak. Ondan okey gelince binaları kuşatacaksınız.
-Uydudan bugün bu köyde bir hareket
olduğunu gözlemledik. Bu köyde yaşayan insanlar var. Hem savaşıyor
hemde barınıyorlar. Mayın yok, çünki kendileri de burada geziniyor.
Alışılmış bir güzergâh tespit edemedik.
-Toprak evlerde eğer siviller varsa
onları toplayın, mukavemetle karşılaşırsanız ateş açın. Bu tam
bir sıcak çatışma da olabilir. Eğer biz çekilirsek Harrierler ve
Kobralar buranın tozunu atacaklar.
-Benim en korktuğum bu toprak
evlerdeki savaşçılar değil de şu ortadaki büyük taş yapı. İçine
uydudan giremiyoruz. Termal kamera işlemeyecek kadar duvarları
kalın. Tahminimize göre yeraltına açılan kapı burası. Ve buradan
bütün bir kentin altına ulaşacak tünellere bağlanılıyor, bütün
istihbarat ve lojistik destek karargâhları burada. Aylardır
aldığımız telsiz sinyallerinin merkezi de burası zaten,hiç
şüphemiz yok.
-Ben Vietnam’da iken de böyle taş ve
eski harabelerin çok iyi sığınak ve komuta merkezi olduğunu
görmüştüm,onlara ne top işler ne de tankla girebilirsiniz. Belki bir
metre kalınlığında ve nükleer savaş sığınakları standardında
duvarları var.
-Sende adamlarınla bu binayı
kuşatacaksın çavuş, yapının hiç bir penceresi yok,
sadece üst kısmında çok küçük hava delikleri var, oradan içeri de
gaz bombası atamayız. Nasıl gireriz şu anda bilmiyorum. İki adamın
plastiklerle kapıyı uçursun, içeri el bombası atın, birisi spiral
monitör ve termal robotla içeri baksın, sonra girin.
-İşte orası bizi yeraltına götürecek
olan giriş kapısıdır. Bunu unutmayın.
-Albayım Pentagondan arıyorlar.General
Rousse telefonda..
-Buyrun Albay Hawkings..!
-Evet efendim,
-Olur efendim...
-Dikkat ederiz efendim.
-Sağolun efendim..
-Beyler haberler kötü. Uzmanlar o taş
binanın Müslümanlar için çok kutsal bir yer olduğunu bildiriyorlar.
Eğer bir tahribat yaparsak ve bu duyulursa çok kötü olacakmış
Bilhassa İran’ın derhal Afganistan’ın yanında savaşa gireceğini
söylediler.
Zaten Müslüman ülkeleri -Türkiye
hariç- hepsi fırsat kolluyor, Cia nerede ise bütün adamlarını bu
ülkelerde hükümetleri bizden yana olacak manevralarda kullanıyor.
Cezayir deki ayaklanmayı da gericiler tehlikesine karşı cuntayı
kışkırtarak güçlükle başardık. Ama bu durum uzun sürmez.
-Komutanım!
-Evet!
-Orası İran için neden çok
önemli acaba?
-Bilmiyorum, hem İran hem de diğer
İslam ülkeleri için çok önemliymiş. Ama bize vız gelir. Amerikanın
çıkarları hepsinden önemli. Belki orası bir mezar,anıt veya
başka kutsal bir yer olabilir. Ama ne olursa olsun bizim hedefimiz.
-Sen bir şey mi diyeceksin, Nijeryalı
?
-Şeyy, hayır efendim.
-Bu binayı bulup kapısını açınca çok
büyük bir patlayıcı veya ateş desteği ile karşılaşırsak o zaman ne
yapalım?
-Hemen geri çekilin. Sen takımınla
karargâha ve pentagona haber vereceksin. Zaten bir kısmımız o zamana
kadar belki ölecek. Ama destek birlikleri gelince de orayı dümdüz
edecekler. Sulandırılmış uranyum kullanma kararı aldık.
-Ama komutanım.
-Sus çavuş, başka çare yok, yerin on
metre altında tüneller kazmışlar, atom bombası bile atsan işlemez,
Ne ile gireceğini sanıyordun, İşaret fişeği ile mi ?
-Ama efendim,Cenevre konvans..İnsan
hakları...Nato çerçevesi
-Hepsini boş ver yüzbaşı.
-Pentagon bir kılıfına uydurur. İtiraz
edenin ımf ile bağlantısı, dış yardımları ve amerikan kredisi
kesilir,dolarları üçe katlanır, Rambo filmleri bile
seyredemez,bir daha asla hamburger yiyemez,kola da içemezler
görürler seslerini yükseltmeyi..
-Suçsuz yere çok insan öldürdük
efendim. Bunun sorumluluğunu...
-İkiz kulelerde de beş bin yankee
öldü. Kimse sordu mu o zaman.. Bunun sorumluluğunu ben
üstüme alıyorum. Korkuyorsan karının yanına dönüp ,tv da
beyzbol maçı seyredebilirsin.
-Evet, bir sorusu olan?
-Sen bir şey mi diyecektin Nijeryalı..
-Hayır efendim..
-Hareket saatine kadar
herkes hazırlıklarını gözden geçirsin! Hepsi bu kadar
.Hepinize bol şanslar.
-Sağ ol!
-Dikkaaaat !.
-Rahat.
-Emirleri duydunuz, herkesin
malzemeleri hazırmı? Saat 24.00 de bizi almaya gelecekler. Siz bu
ülkenin en seçilmiş otuzbeş adamısınız. Eğer başaramazsanız, rezil
oluruz.
-Peki kapıyı açıp yeraltı girişini
bulursak ne olacak yüzbaşım.
-Bizim görevimiz oraya kadar, arkadan
gelenler halledecek onu.
-Ne yapacaklar.
-Sanırım zehirli gaz kullanılacak.
Belki de napalm!
-Ama efendim.
-Evet,
-O tünellerdeki labirentlere girecek
kadar enayi mi zannettin bizi. Bu çılgınlık olur.Hepimizi fare gibi
avlarlar. İşleri bitince girer teker teker toplarız.
-Sen iyi misin Nijeryalı..
-Evet,komutanım,
-Biraz rahatsızsın herhalde..
-Hayır komutanım.
-Pekala, çocuklar, Sam amca bizden
fedakarlık bekliyor. Hadi göreyim sizleri...
-Şimdi dağılabilirsiniz.
-Termal kamera cevap ver...
-Evet, efendim.
-Köy temiz yüzbaşım, ortadaki
taş bina hariç hiç bir hayat belirtisi yok.
-Ben adamlarımla köye giriyorum
yüzbaşım,hoşça kalın..
-Hadi bol şanslar..
-Bu harekatın zamanlamasını yapanlar
neden ayın safhalarını da hiç hesaba katmaz ki. Şu aydınlığa bak,
gece görüş bile kullanmıyoruz. Eğer burada olsalardı keklik
gibi avlanacaktık.
-Bizde Nijeryalıyı gönderirdik.
-Niye?
-Herif zaten zenci,simsiyah
baksana, bir gözlerinin içi beyaz .Zaten onu görünce korkarlar..
-Kesin konuşmayı,şimdi iş
zamanı,telsizi ver Tom.!
-Alo , alo , gprs cevap ver.
-Seni dinliyoruz yüzbaşım!
-Çavuş, ben binayı
kuşatmaya gidiyorum, köyde hiç bir canlı yok.Etraf temiz.Siz
bulunduğunuz yeri koruyun,eliniz tetikte olsun. Bir tuzak
olabilir.
-Bu kadar kolay olacağını
ummuyordum.
-Evet, komutanım kimseler yok. Köyü
boşaltmışlar, ama yine de dikkatli olmak lazım. Bu kadar
kendileri için önemli bir yeri bu kadar boş bırakmazlar.
Bu işin içine bir iş var çavuş..
-Haydi Logan, ekibini al ve
binayı kuşat.
-Ok. Komutanım.
-Kapıya, patlayıcıları
yerleştirdiniz mi ?
-Evet efendim, bağlantıyı kesmeyin
,etrafta siper alın.
-Şimdi...
-Tamam çavuş içeri giriyoruz,
-Dikkatli olun yüzbaşım. Bol şans.
-Kapıda amma sağlammış, zor kırıldı,
eski bir yapı burası. Kapının levhalarına bak, perçinlemişler
birde..
-Burası bir mezara
benziyor komutanım.
-Evet mezar tabii, pentagon öyle dedi.
Hemde Müslümanlar için çok da önemli bir mezar.
-Ne önemi varmış ki bir taş bina
alt tarafı,
-Bob, termal spiralini getir,
başınızı uzatmayın ve bulunduğunuz yerden kıpırdamayın sakın
-Kimse ayağa kalkmasın.
-İçeride ne var bob, çevir bana
monitörü..
-İçerisi boş komutanım...Bomboş..Aa
dip tarafta merdivenler var .Bir kapı görünüyor ama giriş kapalı,
taşla örülmüş sanki...
-Tamam işte orası, bulduk yeraltı
sığınağının girişini bulduk .
-Ne yapacağız Komutanım.
-Uçuracağız Nijeryalı.
-Ama burası bir türbe. Bir
kutsal mezar,benim inancıma göre buranın...
-Sahi,Sen Müslüman’dın değil mi ?
-Evet, efendim.. Şimdi anlıyorum
tedirginliğini. Seni niye bizimle yolladılar ki ?
-Burası bir İslam ülkesi yüzbaşım,
Nijeryalının bize çok faydası olabilir.
-Kes sesini çavuş.Seninle sonra
konuşacağız Nijeryalı..
-İçeri giriyoruz, gece görüşleri
takın.
-Haydi,ileri.Marş.
-Buraya buraya ..Hiç girmeyecektik
komutanım.
-Emir böyle. Binlercemizi öldüren
adamlar buraya saklanmışlar, yeraltı sığınağına giden yolun ağzı
burası...
-Burada duvarda yazılar var, ne
yazıyor gel de oku Nijeryalı .
-Başüstüne komutanım.
"La seyfe illa zülfikar"..."La
feta illa Ali". Aman Allah’ım, Yarabbi beni Affet..
-Zenciye bak korkudan bembeyaz
oldu . Çok komik.
-Yamyam ağlıyor bak,
-Kes ağlamayı Nijeyalı ne oldu,
niçin,cevap ver. Neredeyiz? Ya bu kapının üstünde ne yazıyor?
-Haza Kabr-ü Ali-yül Murtaza...Bin Ebu
Talib .(RA). Allahu Ekber...
-Buradan çıkalım yüzbaşım, bende
korkmaya başladım.
-Nijeyalı Yere kapandı Yüzbaşım.
Burada önemli birisi olmalı..
-Korkmaktan bahsedeni alnından
vururum. Çocuk musunuz siz.?
-Bu taş duvar çok eski yüzbaşım.
Yeni örmüş olamazlar. Girişin kenarları da örümcek ağları ile örtülü
bunlar bir gecede olmaz.
-Valla hiç anlamam emir emirdir,
patlatacağız ve içeri gireceğiz.
-Kes ağlamayı Nijeryalı.Kalk
ayağa Burayı sen uçuracaksın anlaşıldı mı ?
-Cevap versen...Yokse emre
itaatsizlikten...
-Şeytan diyorki bir çatışma
çıksa da şu pis zenciye bir kurşun ...
-Yüzbaşım, bir gürültü var dışarıda.
-Susun bu da ne?
-Müslümanlar geliyor, nal sesleri var.
-At kişnemeleri duyuluyor, geliyorlar,
atlarla geliyorlar.
-Jiple gelecek değiller ya
sersem, bu ilkel herifler
-Tuzak bu biliyordum. Bizi kıstırdılar
işte.
-Herkes dışarı,çabuk kayaların
arkasına tam siper..Çavuş çavuş gprs ,pusuya düşürüldük.
Karargâha haber ver. Helikopterler, harrierler gelsin,hava
desteği...
-Çabuk makineliyi kurun,.
-Yüzbaşım sizi duyamıyoruz,
neler oluyor orada.
-Alo, alo!
-Ateşş edin ateşşş.!
-Aaahhhh!
" Cnn den şimdi
aldığımız bir haberi veriyoruz sevgili izleyiciler:
Amerikan deniz
piyadelerinin mezar-ı şerif'e yaptıkları baskın başarısızlıkla
sonuçlandı. Kafası kesilmiş durumda bulunan otuz dört amerikan
askerinin katliamını üstlenen olmadı. Taliban'ın Pakistan’da bulunan
sözcüsü ise kenti üç gün önce boşalttıklarını açıklarken Usame bin
ladin in Sudana geçtiği ileri sürülüyor.
İran İslam
Cumhuriyetinin operasyon ile ilgili olarak Abd ' ne nota vermeye
hazırlandığı ve Endonezya ile Pakistan’ın da harekatı
protesto ettikleri bildiriliyor.
Öte yandan Türk hükümeti
yetkilileri de Abd başkanı G.W.Bush' a
gönderdikleri mesajda Amerikan askerlerinin katliamından
büyük üzüntü duyduklarını ve teröre karşı mücadelede Amerikaya her
zaman destek vereceğini açıkladılar.
Bu arada Amerikan
ordusundaki zenci Müslüman askerlerin ordudan firar ederek
Taliban saflarına katılmak üzere Afganistana geçtikleri de
gelen haberler arasında"
La
feta illa Ali :Ali
ra dan başka genç yok
La
feta illa zülfikar :
Zülfikardan başka kılıç yok
Haza kabr-ü Aliyyül murtaza
: burası Hz.Ali ra' nın kabridir.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
OKULLARDA ŞİDDETİN
ÖNLENMESİNE DAİR BİR ARAŞTIRMA
Okullarımızda teknik ve kriminal anlamda bir şiddet
olduğu kanaatinde değiliz. Çok şükür ki ilimiz dahilindeki
okullarda çeteleşme, yaralama, kavga,cinayet vb gibi ağır suçlar
görülmemekte ,öğretmenlerimiz şiddete maruz kalmamakta ve
öğrencilerin mala ve cana yönelik taşkınlıkları
bulunmamaktadır. Bize göre esas tehlike dışarıdadır. Büyük
şehirlerdeki istenmeyen haller de önümüzdeki
-belki-bir on yıl içinde şehrimizde de görülmeye başlanacaktır.
Bunun içinde şimdiden bazı tedbirlerin alınması
gerekmektedir.
Okul
müdürlerimizin ve değerli eğitimcilerimizin çeşitli
vesilelerle basına verdiği bilgiler içerisinde kayda değer disiplin
suçları olmadığını ve okullarımızda asayişin berkemal
bulunduğunu da memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz.
Ancak
Türkiye Yeşilay Derneği ; ülkemiz çapında yaptığımız
araştırmalar ve anketler sonucu okullarımızda şiddet
diye bir kavramın -en az gelişmiş ülkelerdeki
oranlarda-bulunmamasının yeterli olmadığını; eğitimin ve
başarının artması için gençlerimizin ruh ve beden
sağlıklarının da yerinde olması gerektiğini düşünmektedir.
Bu itibarla tespit ettiğimiz tehlikeler şunlardır:
1/
Yurdumuzda 1-17 yaş arası genç nüfus 26 milyondur. Bunun
on beş milyonu öğrencidir.Bu gençlerimiz yedi-on bir yaşları
arasında sigara ve alkole başlamaktadır.Yakın yıllarda enerji
içecekleri de bağımlılık yapan maddeler arasında yerini
almış; sentetik uyuşturucular (extasy' ler ) bilhassa büyük
şehirlerimizde adeta salgın haline gelmiş
bulunmaktadır. Büyük uyuşturucu trafiğinin köprüsü
olan ülkemizde de hemen her gün zararlı maddeler yakalanmakta,
bunlarda büyük miktarlara tekabül etmektedir.
Yurdumuzda seksenli yıllardan beri gittikçe artan yabancı
sigara bağımlılığı tekel idaresinin tümüyle satılması
neticesi çok uluslu şirketlerin eline geçmiş, propaganda,
üretim ve çeşitlilikler gittikçe artarak hızlanmıştır. Sigara ile
mücadele yasası çıkmasına rağmen ülkemizde sigara,
alkolizm ,uyuşturucu ve buna benzer maddelerle mücadele ve eğitimi
adına hemen hiçbir şey yapılmamaktadır.Ülkemizde kanser
salgın halindedir. Kolalı içecekler karaciğer
kanserlerine, içinde kimyasal katı maddeleri bulunan
formülü meçhul sigaralar da akciğer kanserlerine kalp ve damar
hastalıklarına da zemin hazırlamaktadır.
2/İlimiz çevre kirliliği olarak önde gelen vilayetler
arasındadır.
Şehrin
kuzeyindeki taş ocaklarının atmosfere yaydığı kalsit
kristalleri silikozis hastalığına, yanındaki çimento
fabrikası da yüksek atmosfer kirliliğine yol açmaktadır.
Otomobil sayısı fazladır.(üç kişide ikisinin motorlu aracı
bulunmaktadır.)Bu itibarla
kış aylarında atmosferdeki karbon monoksit miktarı öldürücü
seviyelere yükselmekte baca gazları, egzoslar, tavuk ve
büyükbaş hayvan çiftlikleri , baz istasyonları,gürültü gibi
bir çok tehlikeli çevre faktörü ilimizde
yaşayan halkın ruh ve beden sağlığını haddinden fazla tehdit
etmektedir.
3/Her
gün beş-yedi hemşerimiz vefat etmekte ve bunların yarısı
da çok genç yaşlarında ilk ve son kalp krizleri ile ve
yine ilk ve son beyin kanamalarından hayatlarını
kaybetmektedirler.
4/Bütün bunlar yetmezmiş gibi fast-food türü beslenme
rejimi ,popüler kültür kirlilikleri medya, moda,sinema
internet ve televizyon bağımlılığı , kumar, her türlü
fuhuş ve zührevi hastalıklardan da bilhassa gençlerimiz
şiddetle etkilenmekte ; bunun neticesinde de kişilik
kaymalarına uğrayarak, milli ve manevi değerlerine
yabancılaşmış,istediğimiz vasıflardan uzak bir nesil haline gelmek
üzeredir. İşte bugün önemsemediğimiz şiddet o
zaman tam olarak başlayacak ve bunun önünü de kimse
alamayacaktır. Yılda 160 bin insanımızı kanserden kaybederken;
kalp ve damar hastalıklarından ölenlerin envanterini de
kimse tutmamaktadır.
5/Hemen her ilimizde AİDS’ten ölenler vardır, adi suçlar
artmakta ve cinsel suçlar taciz ve tecavüz iddiaları yüzümüzü
kızartmaktadır.
6/Ne
yazık ki eğitimcilerimizin pek çoğunda bunlara dair bir endişe
bulunmamakta ; küresel kriz ve artan çevre sorunlarına ve
bunların fertlere yükleyeceği sorumluluklara dair kimsede de
bir endişe taşımamaktadır.
Bu
saydıklarımız müfredatlara, planlara ve programlara
alınmadıkça ve toplum önderlerinin endişesi ve derdi
olmadıkça önümüzdeki on yılların büyük sıkıntılar
ve acılar getireceği aşikardır.
Bunun
için Türkiye Yeşilay Derneğinin ilgi ve mücadele
alanlarına giren konular açısından okullarımızda acilen
alınması gereken tedbirler aşağıdadır:
1/Bu
güne kadar çalışmayan ve hemen hiçbir faaliyeti
bulunmayan Yeşilay Kulüpleri yeniden canlandırılmalı, çalışır hale
gelmeli, gönüllü öğretmenler ve öğrenciler aracılığı
ile sigara alkol ve her türlü madde bağımlılığı ile mücadele
edilmeli; gençler bilgilendirilmeli, bu gibi maddelerin insan
bünyesine verdiği zararlar iyice öğretilmelidir. Bunlarla
mücadele için yarışmalar tertiplenmeli, kim ne kullanıyorsa
bıraktığı takdirde armağanlar verilmeli ve sağlıklı yaşam
teknikleri ,metotları ve biçimleri özendirilmelidir.
2/Gerek okullardaki şiddet ,gerek madde
bağımlılığı, gerekse de diğer ahlaki mevzuular hakkında
öğrencilerin olduğu kadar ebeveynlerin de bilgilendirilmesine
ve eğitimine yönelik projeler geliştirilmeli; okul yönetimleri
tarafından da öğrencilerin takibine
dair gerekenler mutlaka yapılmalıdır.
3/Dünyamızın besin kaynakları hızla azalmakta ve iklimi
değişmektedir. Bu itibarla ne zaman bir tabii afetle
veya besin kıtlığı ile karşı karşıya kalacağımız bilinmemektedir.
Gençlerimize tasarrufu, nimetlerin kıymetini, bulunmadığı
önceki yılların dramatik hikayelerini anlatmalı ve
"büyük israf furyasının" önlenmesine çalışılmalıdır.
4/Obezite
artık gençlerimizin en önemli hastalığıdır. Sağlıklı
yaşam bilgileri ile donatılmaları ve doğal yaşam prensiplerini
benimsemeleri ve bilmeleri ; spora ve buna benzer faaliyetlere
yönlendirilmeleri gerekmektedir.
5/İlimizde yüzü aşkın internet kafe, iki yüze yakın kahve ve çay
ocağı bulunmaktadır. Pastane, kafeterya vb gibi gençlerin
gidebileceği yerlerin sayısı bilinmemektedir. Bunların hemen
hepsinde sigara içilmekte ve yeterli denetimler yapılamamaktadır.
Ayrıca
gençlerimizin kimlerle arkadaşlık ettikleri, ne zaman evlerine
gelmeleri gerektiği, nasıl beslenmeleri ve paralarını
nerelere harcadıkları ebeveynleri tarafından iyice
denetlenmelidir.
6/Ebeveynleri tarafından gençlerimizin yetenekleri, musiki ve
güzel sanatlara; spora vb meşguliyetlere olan eğilimleri
belirlenmeli; özendirilmeli ve takibi de yapılmalıdır.
Okul dışında dersler aldırılmalı, spor salonlarına ve kültürel
etkinliklere de yönlendirilmelidir.
7/Bütün bunlardan da en önemlisi " Dini ve Milli terbiyenin"
okulların yanı sıra aileler tarafından da
yeterince verilmesi gerekliliği olmaktadır. Bu konuda medyanın
geliştirdiği popüler kültür ve evlilik dışı yaşamların
özendirilmesi, şiddet içeren tv dizileri ve
gayrı ahlaki şekilde yaşayan sanatçı ve sporcu gibi insanların
medyaya yansıyan hayat tarzları maalesef gençlerimizi
içten içe etkilemekte hatta zehirlemektedir.Bunlarla mücadele
için yeni projelerin geliştirilmesine ve acil tedbirlerin alınmasına
çok
ihtiyaç vardır.
Bütün
bu yukarıda saydıklarımız ne yazık ki kimse
önemsememekte, yine kimse bunlarla mücadele konusunda
ciddi bir adım atmaya,plan ve proje üretmeye hatta tedbir almaya
yanaşmamaktadır.
8/Yine
bu saydıklarımız müfredatlara, okullara, ders kitaplarına ve
programlarına yerleşmedikçe, insanlarımızın yaşama ve
düşünce biçimi değişmedikçe ruh ve beden sağlığı yerinde
gençler yetiştirmemiz ,şiddeti ve suçları önlememiz hatta
kalkınmamız ve medeniyet
hamleleri yapmamız asla mümkün olmayacaktır.
Saygılarımızla…
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
KAMBUR FATMA
Güneydoğudaki bir şehrin, küçük ve şirin bir mahallesiydi
burası. İnsanların birbirine yardım ettiği, güzel ilişkilerin
kurulduğu, büyüğün küçüğü sevdiği, küçüğün büyüğü saydığı
güzel bir mahalleydi. Komşuluk ilişkileri öyle güzeldi ki;
sanki bir aile gibiydi mahalle halkı. Herkes birbirinin
derdine koşar, yardımcı olurdu. Bu mahalle de yaşayan,
gerçekte de kambur olan, ve adını sırtındaki kamburundan alan,
kambur Fatma adında yaşlı, hiç evlenmemiş ve
kimsesiz bir hanım yaşardı.
Bu hanımla mahallede ki tüm çocuklar dalga geçer, alay
ederlerdi. Mahallenin bir başından diğer başına kadar taş
atarak kovalar, sonra da Kambur Fatma’nın canını acıtarak onu
hırpalarlardı. Kambur Fatma bu duruma çok üzülse de bir şey
demez, olanları çocukluklarına verirdi. Yalnız mahallede
Hatice adında öyle bir kadın vardı ki; o kambur Fatma’yı hiç
sevmez onu her gördüğünde yüzüne tükürür, kamburuyla dalga
geçer ve alay ederdi. Çocuğunu da bu konuda sıkı sıkıya tembih
eder, onunla dalga geçmesini söylerdi. Oğlu Hasan da annesinin
sözünü dinleyerek arkadaşlarını etkileyip, kambur Fatma ile
aşağılayıcı davranışlarda bulunurlardı.
Mahalleli Hatice’ye her ne kadar kambur Fatma’ya böyle
davranmaması gerektiğini söylese de, o buna aldırış etmez
alaycı tavırlarıyla komşularını hiçe sayıp, yine bildiğini
okurdu. Kambur Fatma’nın ihtiyaçları ise mahalleli tarafından
karşılanır, ona olan sevgilerini gösterirlerdi.
Günler günleri, kovaladı durdu. Aradan epey bir zaman geçti.
Gel zaman git zaman, kambur Fatma ile dalga geçip, yüzüne
tüküren Hatice hastalanıp, yatağa düştü. Çok acılar çekiyordu.
Ağrıları yüzünden nefes bile alamaz hale gelmişti. Hatice’nin
kocası Mahmut, sonunda Hatice’yi şehirdeki hastaneye götürdü.
Röntgen filmleri çekildi, kan ve idrar tahlilleri yapıldı.
Sonuç itibari ile Hatice böbrek yetmezliğinden dolayı son
derece acı içinde kıvranıyordu. Acilen uygun bir böbreğe
ihtiyacı vardı. Yoksa belli bir zaman sonra böbrek
iflas edecekti. Hatice ölümün o soğuk
nefesini hissetmeye başlamıştı bile.
Hatice’nin kocası Mahmut, karısının çektiği acılara
dayanamıyordu. Gün geçtikçe gözlerinin önünde karısı eriyip
bitiyor ve Mahmut hiç bir şey yapamıyordu. Çünkü karısına
böbreğini vermek istemiş fakat doktorlar çıkan tahlil
sonuçlarının uygun olmadığını belirtmişlerdi.
Mahmut mahalledeki komşularına uygun bir böbrek aradıklarını,
bulunmadığı takdirde karısının öleceğini söylemişti. Ne var
ki; kim böbreğini vermek istediyse sonuçlar negatif çıkıyordu.
Mahmut’un ümidi iyice azalmıştı. Hatice ise dinmek bilmeyen
acılar içinde kıvranıp duruyordu. Hatice acılar içinde
inledikçe, Mahmut bir şeyler yapamamanın ezikliği içinde
üzüntüden kahroluyordu. Karısını çok seviyordu, ne de olsa
oğlunun annesiydi. Hatice hasta yatağında yatarken, Sürekli
oğlu Hasan’ı ve kocasını düşünüyordu. “Eğer ölürsem oğluma kim
bakar, kim ona annelik eder. Mahmut’uma kim aş pişirir, kim
onun çamaşırlarını yıkar” diye düşünüp hayıflanıyordu.
Özellikle oğlu Hasan gözünün önünden gitmiyordu bir türlü. O
annesinin bir tanesiydi, kıymetlisiydi, canıydı, ciğeriydi
çünkü.
Mahmut’un ve Hatice’nin ümidi iyice kesilmişti ki; günlerden
bir gün mahallenin ileri gelenlerinden olan, Emine teyze
adındaki yaşlı bir hanımla kambur Fatma, Hatice’nin
hastanedeki odasına girdiler. Onları Hatice’nin kocası Mahmut
“hoş geldiniz” diyerek karşıladı. Hatice’nin konuşacak dermanı
olmadığından hiç seslenmedi, sadece konuşulanları
dinleyebildi.
Emine teyze Mahmut’u dışarı çağırarak konuşmak istediğini
söyledi. Kambur Fatma, Emine teyze ve Mahmut odadan
dışarı çıkıp, kapı önünde konuşmaya başladılar. Emine teyze
Mahmut’a, kambur Fatma’nın böbreğini vermek istediğini
söyledi. Mahmut şaşkınlık içerisinde, sonucun negatif çıkacağı
ümidi ile kabul etti. Doktorla konuşup tahliller için gün
alındı. Emine teyze ile kambur Fatma tahlil
günü hastaneye birlikte gittiler. Tahliller için gerekli
işlemler yapıldı, sonuçlar için beklenmeye başlandı.
Mahalleden bir çok kişi Hatice’ye geçmiş olsun
ziyaretine gelmişlerdi.
Doktor elindeki tahlil sonuçları ile birlikte odaya girdi.
“Eveeet… Hadi bakalım gözünüz aydın. Sonuçlar pozitif çıktı.
Uygun böbreği bulduk. Kurtuldun. Seni yarın ameliyata
alıyoruz.”
Herkes büyük bir şaşkınlık
içinde, mutlulukla birlikte nasıl
olduğunu anlamadan, merak içinde sevinip Hatice’ye moral
verdiler. Emine teyze, kambur Fatma ve Mahmut hiç kimseye bir
şey söylemediler. Çünkü; Fatma böbreği verenin kendisi
olduğunun bilinmesini istemiyordu. Mahmut onları
yolcu ederken Emine teyzenin elini
öpüp, başına koydu.
“Çok teşekkür ederim. Sağ olasın teyzem, var olasın.”
Emine teyze ise gülümseyerek;
“O teşekkürü bana değil, Fatma’ya yap oğlum.”
Mahmut kambur Fatma’ya duygu dolu, ağlamaklı gözlerle bakarak;
“Sağ olasın bacım, Allah senden razı olsun, Allah’ta senin
yüzünü güldürsün, Hatice’m önce Allah’ın sonra da senin
sayende yaşayacak.”
Mahmut’un yüzünde büyük bir sevinç, ve sesinde mutluluğun
ifadesi vardı. Çünkü karısı sağlığına
kavuşacak, eski mutlu günlerine
döneceklerdi.
Nihayet o mutlu gün gelmişti. Hatice ameliyat olacak, o
inanılmaz acılardan kurtulacaktı. Dahası oğlu
annesiz, kocası onsuz kalmayacaktı. Ameliyat
olup bitmişti. Hatice narkozun etkisi ile baygın bir şekilde
yatağında yatıyordu. Kambur Fatma ise böbreğini verdiğinin
bilinmesini istemediğinden, başka bir odaya alınmış, orada
yatıyordu. Emine teyze, kambur Fatma’nın başucunda onun
ayılması için bekliyordu. Hatice kendine gelmişti.
Kocası Hatice’nin ellerini tutarak;
“Kurtuldun Haticem… Çok şükür Allah’ım karım kurtuldu.”
Birkaç gün sonra kambur Fatma taburcu edilip evine
gönderilmişti. Emine teyze kambur Fatma’yı hiç yalnız
bırakmamış, hastane de ona bakmıştı. Ne de olsa onun
hiç kimsesi yoktu.
Aradan biraz zaman geçmiş, Hatice’de iyileşmişti. Doktor
Hatice’yi de taburcu edip evine göndermişti. Hatice gün
geçtikçe daha da iyileşiyor, yaşadığı bu
ikinci hayatın tadını
çıkartmaya çalışıyordu.
Havanın güneşli olduğu, güllerin, kırmızı karanfillerin açtığı
güzel bir gündü. Güneş tüm asaletiyle, gökyüzünde nazlı bir
gelin gibi ışıklarını saçıyordu. Çocuklar sokakta oyunlar
oynuyorlardı. Mahalleden bir kaç
kadın ise, köşe başındaki kaldırım taşına oturmuş koyu bir
sohbet ediyorlardı. Kambur Fatma Emine teyzesinin yanına
gidiyordu. Ona götürmek için, yol kenarında dikili olan
güllerden, kırmızı karanfillerden koparıp, bir demet yapıp
eline aldı. Bu sırada Emine teyze de tam karşıdan
geliyordu. Hatice ise penceresinin camından dışarı uzanarak,
kambur Fatma ile eski günlerdeki gibi dalga geçiyor, alay
ediyor, uzaktan ona tükürükler savuruyordu.
Kambur Fatma bu olan bitene hiç seslenmiyor, bir
Hatice’ye bakıp, bir de elindeki güllere bakıyordu. Bunu gören
Emine teyze daha fazla dayanamayıp Hatice’ye çıkıştı.
“Hiç Allah’tan korkun yok mu
be kızım, ayıp bu yaptığın. Sen ona o kadar hakaret edip, laf
söylüyorsun, yüzüne tükürüyorsun, o sana hiç
sesini bile çıkartmıyor. Ne istiyorsun Allah’ın
garibinden? Eğer bu gün yaşıyorsan, onun sayesinde
yaşıyorsun. O sana böbreğini vermeseydi, şimdiye
kadar çoktan toprak olmuştun kızım. Senin bu yaptığına
nankörlük denir. Onun yaptığını kimse cesaret edip de
yapamazdı. O sana canının yarısını verdi. Sakın bir daha
görmeyeyim ona kötü davrandığını.”
Hatice büyük bir şaşkınlık içindeydi. Davranışından dolayı çok
utanmıştı.
“Bilmiyordum Emine teyze, yemin ederim ki bilmiyordum.”
Emine teyze yumuşak bir ses tonuyla;
“Fatma o kadar onurlu ki, senin istemeyeceğini düşünerek,
böbreği verenin o olduğunun bilinmesini bile istemedi.”
Hatice tarifi edilmez bir duygu içinde, Emine teyze ile kambur
Fatma’nın yanına doğru geldi. Kambur Fatma’nın yüzüne bakıp,
bir zamanlar hiç sevmediği yüzüne tükürükler savurduğu bu
kadının ellerini aldı ve öptü.
“Bundan böyle sen benim kardeşimsin, yaptıklarım için senden
binlerce kez özür diliyorum, lütfen affet. Gerçekten ne
diyeceğimi bilemiyorum, çok şaşkınım. Ama senin sayende
Hasan’ım annesiz kalmayacak bunu bilmeni isterim. Ben sana çok
kötü davrandım, sen bana can verdin. Çok pişmanım.”
Olanlardan dolayı Emine teyze çok mutlu olmuştu. Çünkü o
mahallenin büyüğüydü. Bir kırgınlık, bir dargınlık olması onu
çok üzüyordu. Yüzünü derin bir gülümseme sarmıştı. Bu
tebessüm dolu ifade ile onları izliyordu.
Hatice kambur Fatma’nın boynuna
sarılıp ağladı.
“Beni affettin mi Fatma? Söyle hadi affettin mi
kardeşim?” diye ısrarla sordu.
Kambur Fatma hiç konuşmadı. Bir Emine teyze’ye
baktı, bir de Hatice’ye. Sonra da; elindeki gülleri Hatice’ye
verdi, gözlerinin içine bakıp gülümsedi. Onu çoktan
affetmişti bile. Zaten ona hiç
kırılmamıştı…
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
ZAMANSIZ
Aykırı şiirin ilk satırındayım
henüz
İsmin dilimde titriyor daha
söylenmeden
Bedenimi örseleyen aşk tutmuş
dilimi
Söyletmiyor söylenmesi
gerekeni nedense
Ve sen susuyorsun böyle
zamansız
Yaşanmamış hüzünler ısmarladım
gözlerime
Uzaklardan bir sıla ezgisi
doluyor yüreğime
Yüreğimin üşüdüğü zamanlarda
geliyorsun düşlerime
Aşkın bütün iklimlerinde
sevdim seni delice
Ve sen gülüyorsun böyle
zamansız
Gözlerinden gözlerime taşıyor
zamansızlığım
Uçarı bir kuş tadında
çeviriyorum yönümü rüzgâra
Tatlı bir esinti eşliğinde
yarım yamalak mırıldanıyorum
“Seni seviyorum seni
seviyorum”
Ve sen gidiyorsun böyle
zamansız
Çoban yıldızlarından
yakamozlar yapıyorum senin için
Aynaya her baktığımda kendimle
yüzleşiyorum
Mazimden ne kalmışsa düne dair
bir kez daha anıyorum
Yavaş yavaş siliniyor siluetin
gözlerimden
Ve ben ölüyorum böyle zamansız
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Galip BARAN |
Galip BARAN HAYAT HİKAYESİ |
HAC SÖZLEŞMESİ
KEŞKE, Hac Farizası’nı yerine
getirenler de, bizler gibi,
BUNDAN BÖYLE;
(A)
Çevreyi kirletmeseler, aşırı
tüketmeseler, trafik kurallarını çiğnemeseler, toplum sağlığına
aykırı alışkanlıkları sürdürmeseler, vergi kaçırmasalar, rüşvet
vermeseler/almasalar, iş ahlakının korunması için çaba gösterseler,
milli servete zarar vermeseler, imar yasasına aykırı işler
yapmasalar, her şeyi devletten beklemeseler, diğer deyişle,
KIRMIZIDA DURSALAR,
(B)
Sayılan alanlarda KIRMIZIDA GEÇMEK
isteyenleri, SOSYAL YAPTIRIM olarak bilinen yöntemle UYARSALAR,
(C)
Uyardıklarına, kendilerinin de
başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını ÖNERSELER.
KIRMIZIDA DURMAK: Canlı
varlıkların yaşam ve yasal haklarına saygı göstermeyi, diğer
deyişle, her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı
öngören bir “İLKE” dir.
SOSYAL YAPTIRIM: Kırmızıda geçeni,
anında, yüzüne karşı, utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek
şekilde uyarmaktır.
(*) : Yukarıda sayılan alanlarda
yaptığımız “okul dışı eğitim” çalışmaları nefsimizin esaretinden
kurtulmamızı, özgürleşmemizi sağlamış, bizleri “erdem”e
yönlendirmiş, bu bağlamda bir “kılavuz” işlevi görmüştür.
Galip BARAN : 0535.844 84 76
Mustafa Nevruz SINACI : 0541.336
62 68
İsmet SEYHAN : 0532.584 93 33
Zeki KARAOĞLU : 0543.693 33 99
BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ Ameleleri
Turgutreis- BODRUM
EKLER:
EK: 1, Cevabı alınamamış bir soru:
EKLER:
EK: 1, Cevabı alınamamış bir soru:
DİYANET İŞLERİ BAŞKANI’NA ALTIN
SORU…
17 Aralık 2007
Sayın
Ali Bardakoğlu, Size, haddim olmayarak, hoşgörünüze sığınarak “hac
ibadeti” ile ilgili olarak aşağıdaki soruları yöneltiyorum:
T.C.
Devleti, ekonomik bağımsızlığına gölge düşüren, “emir kulu” olmasına
yol çan dış borç yükü / boyunduruğu altında kıvranırken, neden
olduğu ekonomik kriz yüzünden toplumsal yaşamı altüst olmuşken, din
kardeşlerimizin “hac farizası”nı yerine getirmeleri uygun mudur?
Devlet, ülke, toplum bu şartlar altında adeta bir “yaşam savaşı”
verirken hacca gitmek, deyim yerindeyse, “önce hac” demek
“bencillik” sayılmaz mı??Her yıl yaklaşık 100 bin din kardeşimizin,
“hac görevi”ni yerine getirmek için ödediği 3-4-5 bin EURO‘yu, bu
yıl “Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarmak” için bağışladığını
düşündüğümde bi-hoş oluyorum. Türkiye Cumhuriyeti’ni “İMF
Boyunduruğu”ndan kurtarmak amacıyla “gönüllü vergi” vermek için
yıllardır çırpınan bir insan olarak ne kadar mutlu olabileceğimi
takdirinize bırakıyorum… Böylesi bir davranışın; Türkiye’yi dış borç
yükünden kurtarmanın ötesine sonuçlar doğuracağına; “tek yumruk”,
“tek yürek”, “75 milyonluk dev bir aile” olmamızı sağlayacağına;
yüreklerimize “birlik-beraberlik tohumları” atacağına; tüm
varlığımla inanıyorum. Bu konudaki bir girişimin, başarılı bir
“hareket”e dönüşmesi durumunda, bunun Türk Milleti için bir MİLAT
olacağına, “Muasır medeniyet”i sollayacağımıza kalıbımı basıyorum…
Sayın Bardakoğlu, Siz, Diyanet İşleri Başkanımız olarak “Önce Hac”
deme gereğini duyabilirsiniz. Ama ben Sayın Lütfü Bardakoğlu’nun bu
konudaki kişisel görüşünü öğrenmek istiyorum. Saygılarımla.Galip
BARAN; Bilinçolog
EK: 2, Cevabı alınamamış bir
başvuru:
SKY-Türk Televizyonu Turgutreis:
08.09.2008
“KUR’AN SOHBETLERİ” Program
Yapımcısı’na
Sayın
ilgili ve/veya yapımcı, Dün, (07 Eylül 2008 akşamı) Sayın Prof. Dr.
Süleyman Ateş ile canlı yayında yaptığınız sohbette kendisine
yönelttiğiniz; “Ülke borç ve fakrü zaruret içinde kıvranırken hac
ibadetini yerine getirmek doğru mu” şeklindeki sorunuza kesin bir
yanıt alamadınız.
Sayın
Ateş bu sorunuza, “ben bu soruya dini yönden fetva verebilirim”
kabilinden bir karşılık verdi. Ben, o sorunuza cevap olarak “doğru
değildir” şeklinde bir yanıt beklediğinizi düşünüyorum.
Aynı
soruyu, biz (Siyaset bilimci ve İlâhiyatçı Mustafa Nevruz SINACI ve
ben) de, ekli mektupta görüldüğü üzere, Diyanet İşleri Başkanı Sayın
Dr. Lütfü Bardakoğlu’na 17 Aralık 2007 tarihli bir mektupla sorduk.
Bu
mektubumuza 15 Şubat 2008 tarihinde verilen cevapta, “dini içerikli
sorularınızı web sitemizdeki dini sorular link’inden
öğrenebilirsiniz” şeklinde sıradan ve genel bir yanıt verildi. O
nedenle siteyi açmadık ve bakmadık. Sadece bu konudaki düşüncemizi
Sayın Bardakoğlu’na iletmiş ve kamuoyuna açıklamış olmakla yetindik.
Konuyla ilgili 17 Aralık 2007 günü DİB’na gönderilen ve aynı gün
kamuoyuna açıklanan mektup metni aşağıdadır.
Mezkür
program bağlamında değerlendirileceği ümidiyle, selâm ve saygılar.
Galip BARAN; Bilinç Üniversitesi
Rektörü
e.mail: galipbaran@ttmail.com,
web: www.galipbaran.blogspot.com
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com/,
http://www.turkcelil.com/, www.internethaber.eu, Gönderen "BİLİNÇ
ÜNİVERSİTESİ" TÜRKİYE
FARZ'LAR.... 18 EKİM 2008
Sayın
Prof. Dr. Süleyman Ateş,
Bodrum’un Turgutreis beldesinde yaşayan bir adam tanıyorum.
Bu
adam:
Çevreyi kirletmiyor, aşırı tüketmiyor, trafik kurallarını
çiğnemiyor, sağlığa aykırı alışkanlıkları önlemeğe çalışıyor, vergi
kaçırmıyor, rüşvet vermiyor-almıyor, iş ahlakının korunması için
çaba gösteriyor, milli serveti koruyor, imar yasasına aykırı işler
yapmıyor, her şeyi devletten beklemiyor, eşdeyişle, KIRMIZIDA
DURUYOR.
Sayılan alanlarda KIRMIZIDA GEÇMEK isteyenleri, SOSYAL YAPTIRIM
olarak nitelediği bir yöntemle UYARIYOR.
Uyardıklarına, kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle
uyarmalarını ÖNERİYOR.
Ülkeyi
yönetenlerin canını sıkan bu etkinlikleri “Okul dışı eğitim” olarak
TANIMLIYOR.
Bireyi
erdeme yönlendirdiğini savunduğu bu çalışmaları ülkeyi yönetenlerin
engellemelerine karşın, yıllardır, inatla SÜRDÜRÜYOR.
“KIRMIZIDA DURMAK”, “Her türlü yanlış, iş, davranış ve haksızlıktan,
kaçınmayı, öngören bir ilke”dir DİYOR,
SOSYAL
YAPTIRIM’I, “Kırmızıda geçmeğe kalkışanı, anında, yüzüne karşı,
utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak” olarak
NİTELİYOR,
Sayın Ateş,
Ülkeyi
yönetenlere rağmen, çalışmalarına, “ölmek var dönmek yok” diyerek
devam eden bu adamı izleyen vatandaşların bazıları, ona; “herkes
senin gibi olsa”, “senin gibilerin sayısı çoğalmalı”, “senin hakkın
ödenmez”, “sen ibadet ediyorsun”, “sen insanlık için çalışıyorsun”,
“Allah senden razı olsun”, “babana rahmet” benzeri övgüler
yağdırıyorlar. “Bir gün heykelini dikecekler”, “en azından bir
sokağa adını verecekler” diyenler, türlü ikramlarda bulunanlar
oluyor. Diğer taraftan, seyrek de olsa, anasına küfredenler hatta
yumruklayanlar olduğunu da biliyorum…
Yeri
geldiğinde, “yaşamım dinimdir” diyen bu adamın çabasını
değerlendirmeğe çalışırken, aklıma farz-ı ayn ve farz-ı kifaye
olarak bilinen dinsel kavramlar geldi…
Gerçekten “insanlık için”
çalıştığı dikkate alındığında, bu adamın yaptıklarını farz-ı kifaye
şeklinde değerlendirmek mümkün müdür?
Aydınlatırsanız sevinirim.
Galip BARAN
Rektör: Bilinç Üniversitesi,
Turgutreis-BODRUM
TEL:0252) 382 34 77 / (0535) 844
84 76
E-posta: galipbaran@ttmail.com
WEB:www.turkcelil.com, http://www.galipbaran.blogspot.com,/www.
bilinc-universitesi.blogspot.com, http://www.internethaber.eu/
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL HAYAT HİKAYESİ |
“TÜRKİYE PETROLLERİ (TPAO) GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ TARAFINDAN ERZİNCAN OVASI VE CİVARINDA PETROL VE
DOĞALGAZ ARAMA FAALİYETLERİNİN SÜRDÜRÜLMESİ KARARI MEMNUNİYETLE
KARŞILANMIŞTIR
17 Kasım 2008
Pazartesi
DEĞERLİ BASINIMIZ VE KAMUOYUNA AÇIKLAMA “TÜRKİYE PETROLLERİ (TPAO)
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TARAFINDAN ERZİNCAN OVASI VE CİVARINDA PETROL VE
DOĞALGAZ ARAMA FAALİYETLERİNİN SÜRDÜRÜLMESİ KARARI MEMNUNİYETLE
KARŞILANMIŞTIR.”İnternette yayınlanan TPAO Genel Müdürlüğü’nün
24.10.2008/019229-3690 sayılı cevabi yazıları ile bu Genel
Müdürlükçe Erzincan ovası ve civarında petrol ve doğalgaz arama
çalışmalarının sürdürüldüğü konusunda verilen bilgi; çok büyük
memnuniyetle karşılanmış ve yayınlanan 10.10.2008 tarihli rapor
Türk ve Dünya kamuoyunda büyük bir ilgi görmüştür. .TPOA Genel
Müdürlüğünce bu tarihe kadar Erzincan ovasında hiçbir ciddi petrol
ve doğalgaz araması yapılmamış olduğundan Erzincan ovasında petrol
ve doğalgaz aramalarına bu tarihten sonra sürdürüleceği
anlaşılmaktadır. Esasen, Erzincan ovasında zengin doğalgaz
yatağının varlığı kesin olarak belirlenmiş olduğundan; TPAO
tarafından bu doğalgaz yatağının hangi derinlikte bulunduğu ve
nerelere kadar devam ettiği konusunda araştırma yapılacaktır.Son
zamanlarda doğalgaz fiyatlarının anormal ölçüde artması sebebi ile
Erzincan ovasında varlığı belirlenmiş doğalgaz yatağından bir an
önce üretim yapılması fevkalade önem kazanmıştır; Yetkili
Makamlarca ve TPOA Genel Müdürlünce gerekli çabanın gösterilmesi
ile Ülkemiz çok bol ve çok ucuz doğalgaza kavuşmuş
olacaktır.TAMAMLAYICI BİLGİLER VE YENİ GELİŞMELER: Dünyada yalnız
Marmara bölgesi ile Erzincan şehri ve ovasında yeraltı kil
tabakaları arasında düdüklü tencerelere benzer ortamlarda deprem
hareketleri başlamadan kısa bir süre önce doğalgaz patlamaları
meydana gelmektedir.Bu patlamalar ile suya doygun zeminlerde
meydana gelen canavarlar kudretindeki sıvılaşma olayları ile
zeminler aşağı doğru itilmektedir. Zeminlerin itilmesiyle yüzey
arazi deniz gibi dalgalanarak kıyametler koparcasına korkunç
afetler meydana gelmektedir.Deprem hareketleri başlamadan önce
yeraltı doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu korkunç afetlerin
deprem olaylarıyla hiçbir ilgisi yoktur.Depremleri önlemek mümkün
olmadığı halde; yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu
korkunç afetlerin çeşitli teknik tedbirlerle önlemek mümkündür.
Bugüne kadar yalnız Osmanlı Padişahı II. BEYAZIT’ın 499 sene önce
meydana gelen 1509 depreminde; İstanbul’un çeşitli yerlerine 400
kuyu kazdırmış, bu kuyular ile; yer altı düdüklü tenceresine 400
delik açılmış; bu kuyular denge bacası görevi yapmış ve Osmanlı
Padişahı bu kuyular ile yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri
gelen sarsıntılardan İstanbul’u kolayca kurtarmıştır.Erzincan
ovasında depremler esnasında gökte doğalgazın alev ile yanması ile
gökyüzünün saatlerce ve günlerce kızıl renge büründüğü; deprem
geceleri gökte yanan doğalgazın ısısıyla trilyonlarca m3 çok soğuk
hava ısınması ile ve ovadaki karların erimesiyle; bu ovada zengin
doğalgaz yatak varlığı kesin şekilde belirlenmiştir.Erzincan
ovasında her depremde Ülkemizin yıllık doğalgaz ihtiyacından çok
fazla gökte doğalgazın yandığını; bu doğalgaz yatağı ortaya
çıkarıldığı takdirde; Ülkemizin bütün doğalgaz ihtiyacı
karşılandıktan sonra fazla doğalgazın harice ihraç edileceği; bu
çok zengin doğalgaz yatağı ile Ülkemizin ve Erzincan’ın kaderi
değişeceği; Ülkemizin doğalgaz bakımından dışa bağımlılıktan
kurtulacağı; yüz binlerce iş imkânı sağlanacağı; etrafı dağlar ile
çevrili Erzincan ovasındaki bu doğalgaz yatağının erozyon
aşınmasına karşın çok mükemmel şekilde korunduğu; masa başında
oturarak bu konudaki gerçekleri anlamak mümkün olmadığı;
mahallinde yapılacak bilimsel araştırma, soruşturma ve görgü
tanıkları ile görüşme ve bu konudaki yazılı belgelerin incelenmesi
ile bu konulardaki gerçeklerin öğrenileceği; bu konularda
tarafımdan düzenlenen 10.10.2008 tarihli rapor Yetkili Makamlarına
ve ilgili devlet kurumlarına ve kuruluşlarına sunularak; bu
konulara ilgi gösterilmesi ve bu konularda yardımcı olunması
dileğinde bulunulmuştur.Bu rapor http://www.milliservet.blogspot.com/
internet (WEB) adresinde açıklanıp yayınlanarak Kamu oyuna
duyurulmuş ve kamuoyu bilgilendirilmiştir. .Bugüne kadar; Erzincan
ovasından geçen faylar sebebiyle bu ovada petrol ve doğalgaz
yatağının bulunmadığı ileri sürülmüştür. Tarafımdan düzenlenen
10.10.2008 tarihli raporda açıklandığı gibi; Arabistan platosu
Anadolu’yu ve Erzincan ovasını muazzam kuvvetler ile itmektedir.
Bu itme ile Anadolu her yıl Yunanistan’a doğru 2,5 cm. kadar
yaklaşmakta ve her yıl Erzincan ovası 1-2 cm. kadar daralmakta ve
Munzur Dağlarıyla Spikor dağları her yıl birbirine 1, 2 cm kadar
yaklaşmaktadır. Arabistan platosunun Erzincan ovasını muazzam
kuvvetlerle itmesiyle Erzincan ovasındaki fay yüzeyleri çatlıyarak
kırılmakta ve fayların kırılmasıyla depremler meydana gelmektedir.
Depremler esnasında çatlayan faylardan kaçan doğalgaz kaçakları
deprem olayı olup bittikten sonra bu fay çatlakları kısa sürede
vana gibi kapandığından doğalgazın dışarı çıkmasına izin
verilmemektedir. Bu nedenle Erzincan da yeniden bir depremin
meydana geleceği tarihe kadar 40-50 sene gibi çok uzun müddet
faylardan doğalgaz çıkmadığından bu ovadaki doğalgaz yatağının
zenginliği çok mükemmel şekilde korunmaktadır.Erzincan ovasındaki
faylar depo görevi yapmakta ve bu fayların içi Endonezya da ve
Malezya da olduğu gibi tıka basa petrol ve doğalgaz ile dolu
bulunmaktadır.Erzincan ovasında açılacak petrol kuyuları ile
petrol ve doğalgaz artezyen şeklinde fışkıracak ve çok ekonomik
üretim yapılacaktır.AÇIK TEŞEKKÜR Maden Mühendisleri Odası
Başkanlığının internette yayınlanan 27.10.2008/1807 sayılı
yazıları ile Marmara Bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında
yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen kıyametler
koparcasına çok korkunç afetlerin önlenmesi ve Erzincan ovasındaki
doğalgaz yatağının ortaya çıkarılması konularında tarafımdan
düzenlenmiş olan 10.10.2008 tarihli bu raporun incelendiğini; bu
konulara her türlü yardım ve desteğin verileceği bildirilmiştir.
Maden Mühendisleri Odası Başkanlığı Ülkemize ekonomik katkı
sağlamak için gerekli ilgi, vatanseverlik ve yüceliğini
göstermiştir. Maden Mühendisleri Odası Başkanlığının gösterdiği bu
çok büyük ilgi ve gösterilen bu tutum daima şükranla
anılacaktır.İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ’NE BU KONUDA
BİLGİSUNULDU Ankara’da Yüksek Mühendisler Birliği İTÜ Evinde;
İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü Sayın Muhammed ŞAHİN; Teknik
Üniversitenin hedefleri konusunda 8.11.2008 tarihli verdiği
konferansta; İstanbul Teknik Üniversitesinin Araştırma
Üniversitesi haline getirileceğini; insan ile ilgili yatırımlar
yapılacağını; 20 yılda İstanbul’un yeniden inşaa edileceğini ve
Ülkemizin kalkınması için TÜBİTAK ile işbirlikleri yapılarak;
Ülkemiz için çok büyük projeler üretileceği konusunda fevkalade
önemli bilgiler vermiştir.Sayın Rektör Muhammed ŞAHİN‘e; Marmara
bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz
patlamaları ile kıyametler koparcasına çok korkunç afetlerin
meydana geldiği; deprem hareketleri başlamadan kısa bir süre önce
yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu afetlerin
deprem olayları ile ilgisi olmadığı ve Erzincan ovasında Ülkemizin
bütün doğalgaz ihtiyacını karşılayacak ölçüde çok zengin doğalgaz
yatağı varlığı konusunda kısa bilgiler arz edilmiş ve bu konuda
tarafımdan düzenlenen 10.10.2008 tarihli rapor verilerek; bu
konuya ilgi gösterilmesi ve yardımcı olunması istenilmiştir.Mezun
olmakla iftihar ettiğim İstanbul Teknik Üniversitesine; bu
Üniversitenin Sayın Rektörüne; dünyada yalnız Marmara bölgesi ile
Erzincan şehrinde ve ovasında yer altı düdüklü tencerelerine
benzer kapalı ortamlarda doğalgaz patlamaları ile kıyametler
koparcasına çok korkunç afetlerin meydana geldiği; depremleri
önlemek mümkün olmadığı halde; alınacak teknik önlemler ile bu
korkunç afetlerin önleneceği ve Erzincan ovasında çok zengin
doğalgaz yatağı varlığı konusunda fevkalade çok önemli ve çok
büyük bir proje sunulmaktadır.Marmara Bölgesiyle Erzincan şehrinde
ve ovasında deprem hareketleri başlamadan kısa bir süre önce
yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen kıyametler
koparcasına çok korkunç afetlerin önlenmesi ve Erzincan ovasında
çok zengin doğalgaz yatağı varlığı konularında; bütün
vatandaşlarımızın yakın ilgi göstermesi ve bu konulara yardımcı
olunması; yurttaşlığın kutsal görevi olarak kabul
edilmelidir.Hüseyin Hüsnü GÜRELYük.İnş.Müh. (İTÜ-1953)
Gönderen Yüksek İnşaat Mühendisi, İTÜ-1953 zaman: 05:47 0 yorum
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ETKİNLİKLERDE,SANAT MI,
SİYASET Mİ?
Hemen
ifade etmeliyim ki, ülkemizde siyaset, her şeyin içinde vardır, her
şeyin önünde gitmektedir. Kabul etsek de, etmesek de, gerçek budur,
bu yöndedir.
Mart 2008’in sonlarında;
“Anadolu’daki etkinlik ve şölenlere sıklıkla katılmayacağım” ve
“Anadolu’daki etkinlik ve şölenlerin olmazsa olmazları”
başlıklarıyla yazdığım iki yazımı, merkezi Ankara’da bulunan Belde
gazetesinin 28 ve 29 Mart 2008 tarihli sayılarında yayınladım. Sonra
bu yazılar, Anadolu’daki pek çok gazetede yer aldı.
Bu
yazıların yayınlanmasından sonra, Anadolu’dan ve yakın çevremden pek
çok telefon aldım: “Bu yazıların altına biz de imza koyalım, bir
deklarasyon-bildiri olarak yayınlayalım” dendi. Bunun doğru
olmayacağını, ben kişisel tespitlerimi yaptığımı ve kamuoyuna
açıkladığımı, bu yazılarımı da yayınlayacağım “Zor ve Kolay
Yazdıklarım” adlı kitabımda yer vereceğimi söyledim.. Aradan günler
geçti.
DİKİLİ EKİN DERGİSİ’NDE BAŞYAZI
Dikili
ilçemizde, A.Ziya Öğütçen tarafından yayınlanan “Dikili Ekin”
Dergisinin Temmuz-Ağustos 2008 aylarına ait 53 ncü sayısının
başyazısında,” Bekilli’de sanatmı siyaset mi?”başlıklı bir
değerlendirmenin yer aldığını görüp hemen okudum. Bazı satırların
altını çizdim. Şimdi bu başyazıdan, daha doğrusu 22-24 Ağustos 2008
tarihlerinde Bekilli Belediyesi Kültür Sanat ve Şarap Festivali’nde
A.Ziya Öğütçen ve Gürkan Ovalıoğlu’nun yaşadıklarından bazı kesitler
verelim. Bakalım neler yaşanmış Bekilli’de:
1-Belediyeye giderek, Halkla İlişkiler Müdürüne toplantı için
geldiğimizi söylediğimizde bize verilen cevap ilginçti: “Ne
toplantısı benim haberim yok!”.
2-Burası Bekilli değil mi?. Belediye Kültür-Sanat ve Şarap Festivali
tertip etmiş ve biz davet aldığımız için geldik;
-Benim
haberim yok. Belki T. M. bilir, ona telefon edelim...
3-Kredi yurtlar kurumunun öğrenci yurduna vardık. Çok yataklı bir
oda gösterilerek, “burada kalacaksınız” denildi. Daha öncede benzeri
yerlerde kaldığımızdan, hoş karşıladık.
-”Hanım arkadaşlarımızın yeri
nerede?” dediğimizde, “beraber kalacaksınız” sözü şaka gibi gelse
de, arkadaşımla biz arabada yatarız sorun değil, hanım arkadaşlar
kalır düşüncesiyle kabul ettik.
Kapı
anahtarlarını istediğimizde, koruma görevlisinin” geceleri kontrol
yapıldığını” söyleyerek anahtar bulunmadığını söylemesi üzerine otel
aramak üzere oradan ayrıldık.
4-İlgilenen arkadaş Bekilli’de otel bulunmadığını, Ecem adlı bir
pansiyonun bulunduğunu söylemesi üzerine, pansiyona gittik
yöneticinin “yer olmadığı için dört kişilik odalarda ücretini
ödeyerek kalabileceğimizi” söylemesi üzerine, İzmir’e dönmek
istedik. Ameliyatlı ve tek araba kullanan ben olduğum için o gece
istirahat etmemizin doğru olacağı kararına varıldı. Bekilli
Pansiyonda ikişer kişilik odalar bulundu. İki saat sonra
odalarımızdan çıktığımızda, loş salonda bir bayan, arkadaşlara:
-Hoş
geldiniz, işe mi çıkıyorsunuz? Diye sorduğunda orada bulunan bir
delikanlı, “Onlar yazarmış.. Yazı yazıyorlarmış. Sizden değil” diye
cevap verdi. Bir bayan arkadaşımız:
- Ne
işi ben anlamadım. Dediğinde oradan acele uzaklaşıyorduk.
5-Öğle
sonu festival açılışında, bir milletvekili tarafından seçim
mitinglerinden bir konuşma yapılarak % 47’lik oylarından
bahsederken, karşı görüşlü bir kaç genç de alçak sesle de olsa kendi
protestosu olan siyasi sloganlarını atıyorlardı.
SONRASI: Evet, Bekilli Belediyesi Kültür Sanat ve Şarap Festivalinde
ondan sonra neler konuşulmuş, neler olmuş?. Bunlar önemli değil
artık. Bir kültür ve sanat festivalinden kısa kısa kesitler sunduk
efendim..
GÜNÜN
KİTAP İSTEK HABERİ:
Şırnak
İl’imiz İsmetpaşa İlk Öğretim Okulu sekizinci sınıf öğrencisi ve
Kütüphane sorumlularından Nujin Zeynep Osal, kütüphaneleri için
kitap, dergi ve benzeri yayınlardan beklediklerini yazıyor. “Lütfen,
bize yardımcı olun” diye sesleniyor.
BAK: http://isakayacan.blogspot.com
/
NOT: FOTOĞRAF VE BÜTÜN YAZILAR BU
SİTEDE.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ŞEMSETTİN KÜZECİ'NİN “IRAK
BASIN TARİHİ” KİTAPLAŞTIRILIYOR
Araştırma ve değerlendirmeler yayın haline gelince anlam
kazanıyor.
Kerküklü gazeteci araştırmacı yazar Şemsettin Küzeci’nin, Gazi
Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV ve Sinema bölümünde
yapmış olduğu “Irak’ta Kitle İletişimi ve Basın Özgürlüğü” konulu
Yüksek lisans tezini Fakülte yönetimince kitaplaştırılması
kararlaştırıldı. İletişim Fakültesinin 40. Yıl kitaplığı
kapsamında basılacak olan Yüksel Lisans Tezi, “ Irak Basın Tarihi”
adıyla yeniden gözden geçirilerek fakülte bünyesinde yayınlanacak.
Söz konusu yayına Başbakanlık Basın yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü tarafından da destek verildi.
“Irak Basın Tarihi” kitabının önsözünün bir yerinde Gazi
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Korkmaz Alemdar;
“Şemsettin Küzeci’nin Irak Basın Tarihi başlıklı çalışmasının Gazi
Üniversitesi İletişim Fakültesi 40. Yıl Kitaplığı içinde
yayınlanmasına tanıklık etmek mutluluk verici bir olaydır. Bir
kere Kerküklü olarak Irak’ta pek çok sorunla baş etmeye çalışırken
bir tez çalışmasını tamamlayabilmesi ve bu tezden bir kitap
üretebilmesinin coşkusunu paylaşmak başlı başına takdir konusudur.
Şemsettin Küzeci pek çok öğrenci ve akademisyene örnek olacak bir
çalışma disiplini içinde olmuştur” diyor.
Şemsettin Küzeci, ise kitabın
teşekkür bölümünde hocalarına vefa borcunu yerine getirirken;
“Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki çalışmalarımda beni
teşvik eden, yol haritamı çizen, iletişim tarihi araştırmalarına
değer veren, şahsımı, Türkmen toplumunu ve ülkemi önemseyen, ilgi
gösteren, tez danışmanım İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Korkmaz Alemdar’a ve mesleğimin dönüm noktasında bana fikir
öğretmenliği yapan Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a ayrıca teşekkür
ederim” şeklindeki görüşleriyle vefakârlığını gösteriyor.
Yakında bizlerle merhabalaşacak
“Irak Basın Tarihi” adlı kitapta yer alanlardan: Irak’ta ilk
gazete1869 yılında dönemin Bağdat Valisi Mithat Paşa’nın Osmanlı
Devleti tarafından Irak’a Vali atanmasıyla çıkarılmıştır. Reformcu
Vali Mithat Paşa tayininden iki ay sonra Paris’ten Irak’a ilk
matbaayı getirmiş; Vilayet Matbaası adı altında faaliyete başlayan
matbaa Irak’ta Zevra adı altında ilk gazete’yi Arapça ve Türkçe
olarak 15 Haziran 1869 tarihinde yayınlanmaya başladı. Ancak, bazı
kaynaklara göre Irak’ta yayınlanan ilk gazete Zevra değil, Jurnal
Irak gazetesidir.
Irak’ta görsel basın 1952 yıllarına dayanır, O tarihlerde
İngilizler tarafından Kerkük’te düzenlenen İlk Sanayi Fuarında bir
televizyon istasyonu olduğu gibi Irak’a hediye edilmiştir.
Dolayısıyla da 1953–1956 yıllarında Irak Televizyonu kurulmuş olup
siyah beyaz olarak 1956 yılında yayına başladı. İktidarın
kontrolünde yayın yapan Irak TV Kerkük-Musul ve Basra’da irtibat
büroları açtı. Oralardan da bazı programlar ve belli zamanlarda
yayın yapılmaya başladı. Irak televizyonu Kerkük Bürosu günde 8
saat bölgesel yayın yapıyordu. Bu yayınlar Kerkük ili sınırları
dışında Irak’ın Kuzeyi Erbil, Süleymaniye ve Dohok illerinde de
izleniyordu. 6 Saat Kürtçe, 75 dakika, Arapça, 15 dakika Süryanice
ve 30 dakika Türkmence yayın yapan Kerkük TV Irak’ın Kuzey
bölgesini kapsamaktaydı.
Yine
kitap’ta yer alacak önemli bilgilerden: Saddam sonrası bir takım
gazete, dergi, TV kanalları, radyo ve iletişim organları devletten
izin almadan, serbestçe yayın yaptılar ve hala da yayınlarını
sürdürüyorlar. Bunların yanında devlete ait TV kanalları, radyo
istasyonları Irak İletişim Ağı’na bağlı olarak faaliyet
göstermektedir. Ancak, Irak’ta yayın organları Planlama
Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplum Dairesi’nden ticari iş yaptıkları
için çalışma müsaadesi ve izin belgesi almak zorundadırlar.
Devletin dışında özel sektörce yayımlanan gazetelerin tek
sıkıntıları güvenlik ve ekonomidir. Güvenlik ve basım giderleri
temin edilirse yayınlar sürekli olarak devam eder. Bugün birçok
gazete ve yayın organı iflas etmiştir. Birçok yayın organı da
çalışanlarının can güvenlikleri tehlikede olduğu için
kapatılmıştır.
Irak’ta 2003–2007 tarihleri arasında yaklaşık 2000 civarında
gazete, dergi, bülten vs. yayınlar günlük, haftalık, 15 günde bir,
aylık olarak, siyasi parti ve hareketler, sivil toplum kuruluşları
tarafından ülkenin etnik guruplarının konuştukları muhtelif
dillerde çıkarılmaktadır. Bu gazetelerin sayısı kadar gazete ve
dergi de çeşitli nedenlerden dolayı birkaç ay yayınlanarak
kapanmak zorunda kalmıştır. Ancak 2003–2007 tarihleri arasında
Irak Gazeteciler Cemiyeti yayın yapmak için resmi izin
başvurusunda bulunan gazete, dergi, haber ajansı, TV, radyo ve
İletişim şirketlerinin sayısı 367 olarak tespit edilmiştir.
Irak Türkmenleri’nin Türkiye de
ki fahri temsilcisi dostum gazeteci-yazar Şemsettin Küzeci’nin
imzasıyla Günyüzü görecek bu kitapla, Türk ve Türk dünyasındaki
Irak Basın tarihi ile ilgili kütüphanelerdeki boşluğun
dolduracağına inanıyor, Gazi İletişim Fakültesi ile Başbakanlık
Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüne de böyle bilimsel
eserlerin yayınlanmasında katkıda bulunmalarının onur verici bir
yayın çalışması olduğu kanaatimi belirtmek istiyorum… Efendim.
GÜNÜN SÖZ VE HABERİ:
1.
Eğer bir insan; hem çalışkan, hem akıllı ise, takdir et; Çalışkan,
fakat akılsız ise, dikkat et; Akıllı, fakat tembel ise, ikaz et.
Hem
akılsız, hem de tembel ise, imha et. (Rahmetli Vali Recep
Yazıcıoğlu)
2.
TRT Kurumunca, yeniden yapılanma adıyla yürütülen çalışmalar
kapsamında, bölgesel yayın yapan Antalya Radyosu’nun teşkilat
şemasından çıkarıldığı ve kapatılacağı haberi tamamen gerçek
dışıdır. (İbrahim Şahin, TRT Genel Müdürü, Yenigün Gazetesi,
Burdur, 22.11.2008)
BAK,
WEB: http://www.isakayacan.blogspot.com,
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Dr. Mahmut Naci ÇUHACI |
- Yönetim Danışmanı ve Eğitmen
- ARGEstar Danışmanlık Ltd.Şti.
- DEĞİŞİM VE YENİDEN YAPILANMA
-
Günümüzde hızlı bir değişim yaşanmaktadır. Bireylerin mutluluğu ve
şirketlerin başarısı kendilerini bu değişime adapte etmeleriyle
doğru orantılı olarak görülmektedir. Çünkü, değişim hızlı veya yavaş
devam ediyor ve insanların işlerini en iyi yapma arayışları da bu
bağlamda sürüyor. Hem değişim hem de işi en iyi yapma arayışları
kurumları yenileşmeye taşımaktadır. Geçmişte, “Sanayi Devrimi’nin
baronları, çelik üreticileri iken, asrın ortalarında bankerlerin
yükselişini görüyoruz. Günümüzde ise, en zengin adam, akli
sermayesiyle parlayan Bill Gates’tir. Bu gelişme bize, çağımızın
yükselen değerinin bilgi olduğunu göstermektedir. Bu gelişmeye ister
devrim, isterse değişim ya da dönüşüm deyin, bu süreçleri şimdiden
algılayıp ona göre yeniden yapılanma zorunlu hale gelmiştir. Öyle mi
acaba?
- Kamu
tarafından bazı sözler duyar gibiyim… “Biz Devletiz… Tekeliz… Ne
gerek var ki?” Haklısınız! Vergiyi toplayan bir kurumda, kurum tekel
durumundaysa, vatandaşın bu hizmeti alması için gideceği başka kurum
olmadığından, kurumda yönetişim uygun ve iyi işlemiyorsa bile o
kurum yaşamını sürdürür. Ama böyle bir durum, doğrudan ve dolaylı
pek çok soruna yol açar. Kurumun hizmet sürecinde, hizmeti üretecek
olan kurumla, bu hizmetten yararlanacak vatandaşlar arasında
uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, tartışmalar oluşur. Hizmeti alacak
olan vatandaşlar, kurumun sorunlu işleyişi nedeniyle sıkıntıya
düşerler. Bu sıkıntılar kurum çalışanlarına da çeşitli şekillerde
yansır, hem hizmeti üretenler, hem de alanlar mutsuz olurlar.
-
Hizmetin geç, güç ve işlememesi, yasalara göre, kurumları suçlu
yapar. Elbette gerçek suçlular, o hizmeti geç, güç, hiç işleten
insan gücüdür. Bu hizmet kusurları, hem o kurumun, hem de o kurumdan
hizmet alacak olanların işlerini aksatır. Bu aksama, bir zincir
şeklinde ülkenin pek çok işine yayılarak, çok yönlü, zamanlı,
zararlı sonuçlar üretir. Örneğin, bir vergi dairesindeki kurumsal
iletişim bozukluğu, hizmetlerde bozukluklar oluşturur. Bu bozukluk,
o hizmetten yararlanacak olan kişi ve kurumların hizmetlerinde
bozukluğa yol açar Bu kişi ve kurumların mal ve hizmetlerindeki
bozukluk, onlarla ilişkili kişi ve kurumların mal ve hizmet
üretiminde de sorunlara yol açar. İletişim yanlışları nedeniyle
vatandaşın işini zora sokan bir kamu dairesi, onun yapacağı katkıyı
az, geç, hiç yapmamasına neden olabilir. Bunun diğer vatandaşlara da
yansıması, toplanan verginin azalmasına, bu da diğer vatandaşların
devlet hizmetlerinden alacağı yararın azalmasına neden olur.
Devletten alacağı hizmet azalıp aksayan kişi ve kurumların
işleyişinde de sorunlar oluşur. Bu zincir böylece sonsuza kadar
uzar. “Yanlışlar yalnız gezmez”. Her yanlış, geometrik bir artışla,
yeni yanlışlar oluşturmayı sürdürür. Bir kurumda bir kişinin
iletişim yanlışı bile, sonsuza uzayan bir sıkıntılar zinciri
oluşturur. Bu zincirin yalnızca kendisi ile ilgili kısmını gören bu
bir kişi, çoğu kez ne yaptığının ve bunun sonuçlarının bilincine
varmadan, olayın orada sonuçlandığını sanır. Onun bu yanlışını amiri
de düzeltmeyince, bu yanlışlar alışkanlık haline dönüşür,
kanıksanır, akılsızlar ülkesini anlatan özdeyişlere dönüşür : “Böyle
gelmiş böyle gider”.
- Diğer
yandan; bilgisayar kullanıcılarındaki artış ve internetin hızla
yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte, insanlar masalarından
kalkmadan, dünyanın her yerinde üretilen ürün ve hizmetlere artık
kolaylıkla ulaşabiliyorlar. İçinde bulunduğumuz dönemde,
fabrikalarda, laboratuarlarda ve sadece belli işlemlerde
yararlanılan robotlar, ABD İleri Savunma Araştırma Projeleri
Dairesi’nde Program Yönetici olarak görev yapan Hendler’a göre, 15
yıl sonra, laboratuarların dışına çıkmaya başlayacak. Hatta, evlerde
kullanılan elektronik araçlar, bazı yeteneklere de sahip olacaklar.
Başka bir deyişle, mikrodalga fırınlar daha akıllı olacak, bulaşık
makineleri işini daha iyi yapacak, buzdolapları sakladıkları yiyecek
ve içeceklerin listesini tutacak. Enformasyon Bilimleri Yöneticisi
Eduard Hovy’e göre, bilgisayarlar artık dilimizi de anlayacak ve
hatta bizimle konuşabilecekler. Örneğin, mikrodalga fırınınız ne
pişirdiğinizi izleyecek, çamaşır makineniz gerektiğinde daha fazla
deterjan isteyecek. ABD’deki Hastalık Kontrol Merkezi yöneticisi
Doktor Jeffrey P. Koplan’a göre, bilim adamları ömrümüzü uzatmak ve
yaşamımızı daha aktif ve sağlıklı geçirmemiz için de yollar
arıyorlar ve önümüzdeki 10 – 20 yıl içinde yaşam süresinin belirgin
bir şekilde uzadığını göreceğiz. İnsan yaşamı teorik olarak 120 yıl,
hatta bazı kişilerce 150 yıl olarak tasarlanıyor, ancak çoğunlukla
aşırı yemek yeme, spor yapmama, sigara v.b. kötü alışkanlıklar
yüzünden ömrümüz kısalıyor. Son birkaç yıllık çalışmalarda bu tür
alışkanlıkların, gen terapisi teknikleriyle düzeltilmesiyle, kalp
krizi, kanser, şeker gibi hastalıkların riskinin de azaltıldığı
görülüyor.
- Sonuç
olarak, Dünyanın bilimsel, teknolojik, ekonomik ve kültürel açıdan
gelişmiş ülkelerinde, sözünü ettiğimiz ve burada sayamadığımız daha
pek çok gelişmenin yakın zamanda hayata geçeceği yönünde beklentiler
var. Peki, biz bu gelişmeleri ne kadar izleyebiliyor, ne kadarını
yaşayabiliyoruz?
- Bu
soruya Bir Amerikalı Uzman’ın, bir iş teklifiyle geldiği Türkiye’de
yaşadığı deneyimlerle ilgili sözleriyle cevap vermeye çalışalım:
-
“Teknoloji bölümüne yönetici olarak geldiğim şirkette ilginç şeyler
görüyorum. Örneğin, ‘Zaman Yönetimi’ ile ilgili bir seminer
düzenledik, ama herkes zamansızlıktan şikâyet ederek seminere
gelmedi. Şirketteki tek ilginç şey bu değil tabii. İlk geldiğim gün,
çok şaşırmıştım. Uçaktan inince, şirketin görevlileri beni direkt
olarak şirkete götürdüler. Beni yönetim kuruluyla tanıştırdılar.
Toplantı sürerken sayın başkan birden söz aldı ve konuşmaya başladı
ve benim işimi nasıl yapmam gerektiğiyle ilgili uzun bir konuşma
yaptı. Açıkçası şok olmuştum. Şirketin başkanı benim uzmanlık
alanımda madem bu kadar bilgili ve uzmandı, niçin beni taa
Amerika’lardan getirtmişti? Takım çalışması da çok garip. Herkes o
kadar kendine odaklı ki. Her şeyi kendi istedikleri tarafa
çekiyorlar. Ortak inandıkları şeyleri, ortak hedefleri yok.
Gelecekle de pek ilgilenmiyorlar. İstedikleri tek şey bugünü olduğu
gibi sürdürmek.
- Bir
dil kursuna giderken, bütün dünyanın ‘Orta (Med) Deniz – Mediterane’
dediği yere, Türklerin neden ‘Akdeniz’ dediklerini anlayamamıştım.
Belki de kuzeylerindeki denize Kara – Deniz dediklerinden... Onlar
için bir şey ‘kara’ ise diğeri de ‘ak’ tır, ara renkler ve ince
ayrımlar pek olmuyor Türklerde... Belki de Mediterane (Akdeniz)
havasındandır diyorlar. Akdeniz’e kıyısı olan bütün ülkelere bir
rehavet hâkimdir. İtalya, Yunanistan, Fransa, Tunus ve Cezayir ya da
Türkiye’nin insanları nedense davranış olarak birbirine benziyor:
Genelde az çalışıp çok tüketiyorlar ya da uyuyorlar. İşler, pek
onları ilgilendirmiyor. Metot, teknik ya da disiplin, onlara yabancı
kavramlar. Oysa bir işi başarmak için metot ve bilgi gerekir. Sadece
bu ikisi de yetmez, çok çalışmak gerekir. Türklerde ben bunu pek
göremiyorum, ama yine de bir şeyler üretmeye çalışıyorlar. Son
dönemde, deneme ve hatalardan öğrenmeye çok önem veriyorlar. Belki
de Türkler, sürekli bunu kullanarak hayatta kalmayı başarıyorlar,
ama pek de öğrenmiş görünmüyorlar. Herkes sürekli konuşuyor. Hatta
son dönemde bir slogan çıktı: ‘Konuşan Türkiye’. Şirkette de
başımıza geldi. Örneğin, benim işimle ilgili olarak herkes
konuşuyor. Ben susuyorum. Herkes konuşurken uzman da konuşursa,
herkes kendini uzman sanır çünkü. Deprem sonrasında da buradaydım.
Herkes konuştu, ama hiç kimse bir şey yapmadı. Dünyada ise kamuoyuna
getirilen, konuşulan konular çözümlenir. Ama nedense bu Türklerde
böyle olmuyor. Çok konuşulan konulardan birisi de değişim. Herkes
birileri değişsin istiyor, ama kendini değiştirmek isteyeni henüz
görmedim. Öyle ilginç şeyler oluyor ki... Örneğin yine bizim
şirkette ‘Müşteri Odaklılık’ programları geliştiriyorlar, ama bütün
çalışmaların odak noktası, yine bizim şirket. Örneğin, tanıtım
broşürümüze bakıyorum, ilk sayfada patronun ve diğer üst
yöneticilerin resimleri. Eğer müşteri odaklı olsaydık, broşürün baş
sayfasına müşteri resimleri koyardık. Şirkette müşterilerin
beklemesine ayrılan yer 6 metrekare, patronun odası 150
metrekare. İşte size Türk usulü bir müşteri odaklılık...”
- İşte,
yukarıda yer alan Amerikanı’nın görüşleri ve şahsen benim de buna
benzer yaşadığım örnekler….Türkiye, bu gelişmelerden ne yazık ki
habersiz ya da “adam sendeci!”. Halbuki, dünyada olup bitenleri
izleyecek ufuk ötesini görecek beyinlere ihtiyacımız var. Salt beyin
mi, hayır! Beyin herkeste var. Yüreği olanlara ihtiyacımız var.
Beynini ve yüreğini işe koşacak politikacılara, yöneticilere
ihtiyacımız var.
-
Gelişmiş ülkelerdeki vizyoner, ufuk ötesini görebilen bu ufuk
ötesinde oluşabilecek gelişmeleri önceden tahmin eden ve kurumunu
ileriye taşımanın gayreti içerisinde olan “Lider Yönetici”ler ve
“Öğrenen İnsan”lar; kendi kurumlarını/şirketlerini “Öğrenen
Organizasyon” haline dönüştürmek için yoğun emek, para ve zaman
harcamaktadırlar. Çünkü ayakta kalabilmek için ve ayakta daha iyi
kalabilmek için uğraş veriyor onlar. Bu nedenle, yaşamımızın bu
anlamda değişmesini istiyorsak, yaşamımızda değişiklikler
yapmalıyız. Yaşamımızın değişmesi için beklersek yaşam da bekler!
Kimse gelip de bize kaliteli ve coşkulu bir yaşam sunmaz. Kendimize
mazeretlerle dolu bir yaşam sunarız.
- Eğer,
kişi öğrenemezse, sürekli kendini tekrar eden bir makine gibi
yaşayan insanlar durumuna düşer. İşten atılan biri, genel müdüre,
“Niçin beni işten atıyorsunuz, beş yıllık iş deneyimim var, neden
daha deneyimsiz birini atmıyorsunuz?” diye sormuş. Genel müdür,
“Evet, sen beş yıl bu şirkette çalıştın, ama beş yıllık iş deneyimin
yok. Bir yıllık iş deneyimini beş yıldır tekrar ediyorsun!” demiş.
-
Yukarıda örneklemeye çalıştığımız olayımızda işten atılan kişi,
öğrenememe hastalığına yakalandığından beş yıldır yaptığı işlere bir
artı değer katamamıştır. Dolayısıyla değişim rüzgârını da
yakalayamadığından şirketine (kendine) belki de, kardan çok zarar
getirmektedir. İşimizi, işyerimizi yukarıdaki örnek olay
çerçevesinde değerlendirdiğimizde, bazen yeni bir çalışanın, hem
çalışanları/iç müşteriyi hem de dış müşteriyi memnun edebildiklerini
gözlemlemekteyiz, öyle değil mi?
- Birçok
seminerimde ya da bir toplantıda katılımcılara her zaman sorduğum
bir soru var; “2015 yılındaki özgeçmişinizin bugünden farklı
olmasını ister misiniz?” Bu soruya, katılımcıların hemen hemen tümü
coşkuyla “Evet” diye cevap verirler. Ardından, “Peki, bu
farklılaşmanın hangi konularda gerçekleşmesini tercih edersiniz?”
şeklindeki soruma ise çok az sayıda olsa değişik cevaplar gelmesine
rağmen genel olarak herkes, “daha kaliteli bir yaşam”, “daha iyi bir
yerde olmak” gibi sürekli gelişimi ifade ederler… Bunun üzerine
tahmin edeceğiniz gibi, “Bunun için şimdiden ne yapıyorsunuz?”
sorusu gelir ve hemen hemen hiç kimseden bir cevap alamam! Derin bir
sessizlik kaplar salonu… Acaba, bunun adı Öğrenememe Hastalığımıdır?
Ne dersiniz?
-
Gerçekten onlar bilmiyorlar mı, düşünmüyorlar mı ki; “bir yandan,
kendimizle barışık olmak ve bunu sürekli kılmak... Diğer taraftan
da, kendimizle yetinmemek ve bu ‘yapıcı doyumsuzluğu’ sürdürmek”
anlayışının bizleri mükemmelliğe götüreceğini?..
-
Elbette, bu noktada söylenecek söz, kendimizin “bir alışkanlık
edinmemiz gerektiğidir”. Bu, “alışkanlıklarımızı gözden geçirme
(sorgulama) alışkanlığı”dır. Sizlere de bir kez daha hatırlatıyorum;
“En son ne zaman gözden geçirdiniz alışkanlıklarınızı?”…En azından,
insan ilişkileri ile ilgili ve iş yapış biçiminiz ile ilgili
alışkanlıklarınızı…
- Diğer
yandan, küreselleşmenin doğal bir sonucu olarak küresel sermaye,
küresel işgücü ve küresel hizmet/mal serbestçe dolaşmakta ve ortaya
çıkan uluslar arası acımasız rekabet ve müşteri, bizi değişmeye
zorlamaktadır. Günümüzde rekabetin bir tek odağı vardır, o da
müşteridir. Müşteriye istediğinin kaliteli ve hızlı bir şekilde
sunulması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, kalite ancak ve ancak,
kaliteli malzemeyle, kalite çalışanlarla ve kalite ilişkilerle
birlikte üretilebilir. Başka bir deyişle; sürdürülebilir rekabet
üstünlüğü becerisi sergileyemeyen şirketler, zaman içinde yok olmaya
mahkûmdur. Rekabet üstünlüğü sağlamak ve sürdürmek, birikimli bilgi
(know-how, ustalık bilgisi) gerektirir. Kamu ve özel sektör, bu
acımasız rekabet ortamında ayakta kalabilmek için Sürekli Gelişme (Kaizen)
felsefesine sahip olarak “Müşteri ya da Vatandaş Odaklı Süreç
Yönetimi” ni sağlamak zorundadırlar. Organizasyon ve yönetim
yapılarını buna göre yeniden tasarlamak durumundadırlar, benden
söylemesi…
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
10 KASIM
Türkiye’mizin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN bu
gün ebediyete gidişinin 70. yılında bulunmaktayız.
Türkiye için kendi özverilerini ve dehasını kullanarak, ülkesi için
çarpışmak ve ülkesindeki insanları birleştirerek Kurtuluş Savaşına
hazırlamak gözüktüğü kadar kolay olmazsa gerek.
Bir yokluk ve uzun yıllar çeşitli cephelerde savaşmış, yorgun ve
fakir bir milleti özgürlüğe kavuşturmak için verilen çabaları takdir
etmeyenler ATATÜRK’Ü kıskanlardan başkası olmayacağını burada
söylememde bir beis görmüyorum.
Bizlerin kuşağında 10 Kasım’lar bir yas ve anma günü olarak
kutlanmakta iken, bu günün kuşaklarında ise başka türlü anılmaya
başlamıştır.
10 Kasım’da bir başka hatıralarımın da burada anlatmakta bir beis
görmüyorum. Askerliğimin son bölümünü Çavuş olarak İstanbul Dolma
Bahçe Sarayında yapmış olmam da ayrı bir 10 Kasım anısı olarak bende
bulunmaktadır.
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum? Bizlerin hayatlarında da bazı önemli
zaman dilimlerini biz yaşadığımız o zaman ve anda anlayamamakta ve
sonradan da bu anıların kıymetini düşünmeden edememekteyiz.
Bizler ATATÜRK’ÜN emanetini korumak ve yüceltmekten başka; ülkemizin
Dünya ülkeleri içerisinde ön sıralara başkalarının yardımı ile
değil, kendi güç ve bilgilerimiz ile birikimlerimizle ileriye
gitmemizin gerekliğini bu vesile ile de sizlere teklif etmekteyim.
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene”
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
BÖYLE İNSANLAR VAR MIYMIŞ?
-
Birkaç gün önce saat 19,30 haberlerini izliyordum. Kapı çalındı.
Herhalde komşulardan birisi olsa gerek diye düşünürken mutfakta
bulunan eşim kapıyı açtı. Karşısındaki bayan:
-
-Selma Abla! Beni tanıdın mı? Diye sorduğunu bende oturduğum odadan
duydum. Eşim de:
-
-Evet tanıdım. Sen bizim apartmanda oturan filancanın kızısın.
Duydum. Herhalde bizi ziyarete geldiler diye düşünürken, bayanla
gelen beyi eşime:
-
-Selma Abla Selim ağabeyin arabanın kapısına bir araç vurup kaçtı.
Biz de plakasını aldık. Selim Ağabey yok mu? Diyince eşim bana
seslendi. Oturduğum odadan kapıya doğru gittim. Gelenlere:
- -Hoş
geldiniz dedim. Erkek misafir doğrudan konuya girdi:
- -Selim
Ağabey; senin arabaya şu plakalı araç çarptı ve durmadan gitti. Ön
kapıyı çökertmiş. Plakası bu. Dedi. Bende:
- -Sağ
olun fakat bu plaka ile o aracın vurduğunu ben ispat edemem. Şayet
siz görgü şahitliği yaparsanız o zaman o aracın sahibinden şikâyetçi
olabilirim. Dedim. Birlikte aşağıya indik. Cidden aracımın ön kapısı
epey çökmüş vaziyette idi. Kapıyı açmak için uğraştım açılmamıştı.
Yeni trafik kazaları yaptırımına göre taraflardan birisinin olmadığı
için polisi aradım. Beş dakika sonra mahalli karakoldun bir ekip
geldi. Gelenler aracın konumuna baktılar ve şikâyetçi iseniz
karakola gelin dediler.
- Bize
bilgi veren arkadaşa baktım.
-
-Giderim ağabey diyince. Aracımın öbür kapısından araca binerek
karakola gittik. Aracıma vuran plakayı araştırdılar, sahibinin cep
telefonunun buldular, benim telefonumdan araç sahibini aradılar,
karakola gelip uzlaşmamızı söylediler. Bir saat sonra aracıma vuran
şahıs ile babası geldiler. Anlaştığımız için tutanak tuttular,
karakoldan ayrıldık.
-
Olmuşla yitmişe çare yoktu. Araca vuranda yakın komşu idi. Ertesi
gün komşuya telefon ettim, kapıyı yaptıralım mı diye sordum. Olur
dedi ve sanayiye gittik. Oto boyacısından fiyat istedik, pazarlık
yapıldı ve aracıma vuranın babası parayı ödedi. Birlikte benim
araçla çarşıya geldik, arkadaşı bıraktım. Ben eve geldim.
- Aracım
kaporta ve boya olunca baktık ki; minderlerin kılıfları yağ ve kara
olmuş. Bunlar üzerimize çıkar diye eşimle beraber kılıfları söktük
ve eşim kılıfları yıkadı. İki gün sonra kılıfları evin önünde
takarken benden yaşlı olan karşı komşum bana kolay gelsin ne var ne
yok? Diyince, bende yukarıdaki olayı anlattım. Beni dinledi ve
ekledi:
- -Böyle
insanlar halen var mıymış? Dedi ve yoluna devam etti.
- Evet
böyle insanlar halen var. Bu insanların yüzü suyu hürmetine Ülkemiz
halen ayakta. Allah rızası için gördüğünü söyleyen, bu dünyada da,
öbür dünyada da şahit olacağımı bilen kişidir. Benden büyük olan
komşunun şaşması gayet normal. Dünya korkanların, susanların
dünyası. Yalan yere yemin edenlerin, yapılanları ve duyulanları
görmedim, duymadım diyenlerin dünyası.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
-
MERHABALAR!
-
Bu gün; 01 Kasım 2008 Yer İskilip Çorum yolu. Eşimle birlikte bu yol
üzerinde bulunan kaynak pınarlarından birisinden su doldurarak
Çorum’a doğru geliyoruz. Eşim:
-
- Hacı! İki yıldır pancar (şeker pancarı) yemiyoruz. Gelirken bir
kişi tarlada pancar söküyordu. Parası ile birkaç tane aslanda bu yıl
hiç olmazsa yesek. Dedi. Bende:
-
- Oraya gelince haber ver isteyelim. İsteyenin bir yüzü kara
vermeyenin iki yüzü kürü dedim. Biraz sonra hacı hanım:
-Hacı burası şu karşı tarla. Dedi. Bende arabayı durdurdum. İndim
yalnız çalışan kişiye doğru yöneldim. Aramız 150 metre kadar vardı.
Yaklaştım:
-
-Merhaba! Kolay gelsin. Dedim. Tarlada çalışan yüzüme bakarak:
-
-Merhaba Mahmut Amca! Satalı tıraş ettirmişsin tanıyamadım. Hoş
geldin! Diyince şaşırdım ve sordum:
-
-Sağ ol yeğenim fakat ben sizi hatırlayamadım. Dedim. Güldü.
-
-Tabii hatırlayamazsın. Ben lisede okurken Kütüphaneye gelirdim.
Herkese bilgi verdiğin gibi benim ödevlerim içinde kaynak
gösterirdin. Çorumlu 2000 Dergisini çıkardın, birkaç tane de kitabın
bende var. Diyince. Hay Allah! Ben şimdi bu adamdan nasıl pancar
isterim ki. İçinden tanışlık gösterdik pancar istedi der diye
düşündüm. Ve başka konu açtım:
-
-Yeğenim neden yalnız çalışıyorsun?
-
-Hocam! Pancar eskisi gibi getiri getirmiyor. Ben adam tutarsam bana
para kalmaz. Kendim sürdüm, ektim, kendim de pancarı söküyorum,
yeşilini kesiyorum. Bunları ben yalnız yapmazsam ekmek parası bana
kalmaz. Diye cevap verdi. Ne diyebilirdim ki. Bir zamanlar sulak
yerlerde tarlası olan köylü dört yılı iple çeker birkaç kuruş
menfaatimiz olsun diye çabalardı. Ben bir şey diyemedim. Tarım öldü
diyenler doğru söylüyorlar diye içimden düşündüm ve:
-
-Yeğenim; bana müsaade. Arabada Hacı yengen var. Yolcu yolunda
gerek. Saha kolay gelsin. Dedim. Döndüm arkamdan seslendi.
-
-Hocam ! Tarlanın sonundan pancar al. Tadına bak dedi.
-
-Teşekkür ettim. Üç tane alarak arabaya bindim. Hacı hanım:
-
-Niçin az aldın diyince sadece güldüm.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
ZAMA ZİNGO İŞLER
“Zama Zingo” bizim buralarda bir zamanlar anlaşılmayan işler için
kullanılan bir anlamsız sözdü. Sorsan kimse ne manaya
geldiğini bilmez fakat; bilmediği anlamadığı, aklının yetmediği
işler için bu deyimi kullanarak konuyu geçiştirmeye çalışırlardı.
Nereden çıktı bu söz dersen; Bizim buralarda insanlar artık ticari
faaliyetlerde bulunmak yerine “Zama Zingo” işlerle meşgul oluyorlar.
Akşama kadar dükkânlarının, iş yerlerinin işsiz ve boş oturduktan
sonra evlerine giderken günün zararından çok bu gün yaptık diye kara
kara düşünmektedirler.
Cidden bu son yıllar içerisinde Türkiye ekonomisinin gerilemesindeki
sebeplerin başında dışarıdaki ekonomik krizlerin Türkiye’ye de
yansıması mı? Yoksa o konu haricinde Zama Zingo bazı işlerden dolayı
mı Türkiye’de ekonomik kriz var diye gözükmekte.
Ülkemiz bir zamanlar kendi ürettiği ile geçinebilen bir ticari
yapıya sahip iken yanlış kararlar yüzünden nerede ise yediği somunu
(ekmek) bile ithal eder duruma düşmüştür. Bu yanlışlık halen
büyüyerek devam etmektedir. Neden kendi iç piyasamıza bazı
kolaylıklar getirerek küçük iş yerlerinin devamını sağlayacak
önlemler almıyoruz buna çok şaşıyorum.
Küçük esnafı ayakta tutan memur, memur emeklisi ve işçi emeklileri
ile kendi çalışma alanından sonra emekli olmuş şahısların gelir
düzeylerinin kısılarak alış veriş çarkının canlanmasının sağlanması
her nedense yapılmamaktadır. Asgari geçim gelirinin çok düşük
tutulması Türkiye içinde esnaf ve sanatkârları da zor duruma
düşürmekten başka bir uygulama olmadığı gözükmektedir.
Gelir seviyesinin emekli maaşları ile çalışanların maaşlarında
Avrupa standartları ölçüsüne getirilmesinin zamanının geldiği
gözükmektedir. Maaşların iyileşmesi ile Türkiye içerisinde para
dönüşümünün çoğalması enflasyonu getirir korkusu da bana göre
yanlıştır. Sabit gelirli yani maaşlı insanların refahının artması
esnafında refahının artması olarak gözükmekte, esnafın refahının
artması ise iç malların üretimine hız verilerek iş istihdamının
artmasına ön ayak olacağın kaçınılmaz olduğu gözükmektedir.
Bence artık büyük marketlerin de hükmünün kalktığı bir ortam
zamanının gözüktüğünü söylemek kâhinlik olarak görülmemektedir.
Sabit ücretliler ellerinde bulunan kredi kartlarını 2009’un
ortalarına kadar kullanmış sadece bu kartların borçlarını ödeme
çabası ile robotlaşmış durumda olmaları düşündürücüdür.
Ülkemizin kaynaklarının artık dış mihraklara peşkeş çekenlerin
ayıklanmasının zamanı gelmişte geçmektedir. Satan kişiler için büyük
gözüken bu paralar Türkiye’nin zenginliklerinin çalıştırılmaması ile
Türkiye’nin sırtından paralar kazanmaya devam edecekleri ve ülkemizi
bir sülük gibi emdikleri artık görülmesinin zamanı geldi de
geçmektedir.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- İNSANSAK EĞER
- Biz insansak eğer;
- Kaybetmeyi de
- Kazanmayı da
- Kovulmayı da
- Sevmeyi de
- Sevilmeyi de
- Sevilmemeyi de
- Yazmayı da
- Okumayı da
- Okutmayı da
- Yaşamayı da
- Yaşatmayı da
- Yaşamı sevmeyi de
- Hayatı da
- Ömrü de
- Zamanı da
- Uyumayı da
- Ölmeyi de
- Kabullenmeliyiz.
- 02/11/2008 14,31 ÇORUM
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
AHİLİK HAFTASI
Türkiye Cumhuriyeti 85 yıl önce Osmanlı'dan devir aldığı yönetimi,
Osmanlı da 700 yıl önce Anadolu Selçuklu devletinden almıştı.
Anadolu Selçuklu devleti de Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun bir
parçası olarak bu topraklarda yaklaşık bin yıl önce kurulmuştu.
Görüldüğü üzere 1000 yıldır Türkler Anadolu toprakları üzerinde
yaşamaktadır.
Türklerin tarihi aslında bin yıl ile sınırlı değildir. Bilinen en
eski insanlık tarihine kadar uzanır. Oğuz Hanlığı, Uygur devleti,
Göktürk devleti, Hun devleti M.Ö. 4000 yıldan beri, devletini ve
kültürünü yaşatmaktadır. Dünyamızda bu süre içerisinde birçok
devletler kurulmuş, kültürler yaşamış, bunlardan birçoğu yıkılmış ve
kaybolmuşlardır. Türklerin altı binyıldır tarih sahnesinde oluşunun
önemli bir sebebi kültür değerlerini korumalarından ileri gelir. Bu
kültür değerlerinin özü Ahilik Kültürü biçimine dönüştüğü XI.
yüzyıldan sonra yeni bir anlayışla devam eder.
Tarih
boyunca Türkler daima iyiyi güzeli aramışlar ve bulduklarında da
tereddüt etmeden almışlardır. Türkler bu değerler ile mücehhez
olarak çağın en yüksek medeniyetini kurmuşlardır. Dünyada pek çok
dinler, inançlar ile karşılaşan Türkler bazılarını denemişler fakat
kendilerine en uygun gelen İslam dinini kabul etmişlerdir. Bu dini
seçerken hiçbir zorlama, hiçbir baskı yapılmamış kendi istekleri ile
bu yüce dine geçmişlerdir.
Ahilik tüm bu değerleri kaynaştıran ve hayata geçirilmesini sağlayan
bir yeniliktir. Türklerin "Rönesans”ıdır.
Ahilik
anlayışı, toplumda yaşayan fertleri birbirine yaklaştırmak ve
aralarında dayanışma kurulmasını sağlamaktır.
Bir
toplumda birlik ve dayanışmayı sağlayan en önemli unsur müşterek
değerlerin korunması ile mümkündür. Türklerin Anadolu'da bin yıldan
beri varlığını sürdürmelerindeki sır Ahilik anlayışı içerisinde bu
değerlere saygı göstermeleridir.
Bu anlayışa göre din, dil, ırk farkı gözetmeksizin herkese eşit
muamele yapılmıştır. Bir toplumda sosyal tabakalaşma olabilir. Kimi
zengin, kimi fakir olabilir; fakat ikisi arasındaki fark fazla
olmamalıdır. Ahilik zenginliğe karşı değildir. Çalışmak ve üretmek,
alın teri ile kazanmak Ahilikte bir ahlak kuralıdır. Bunun için
herkesin mutlaka bir mesleği ve işi olmalıdır. Ahilik, halkın
sırtından geçinenlere, bir köşeye çekilip miskin miskin oturanlara
karşıdır.
Ahilikte iş ve meslek ahlakı, kabul edilmesi mecburi kurallar haline
gelmiştir. Kendinden önce başkalarını düşünmek ve kollamak, hak
ettiğinden fazlasını istememek, kanaat ve tevazu ölçüleri içerisinde
"hırs" ve "tamah”tan uzaklaşmak, kendi yeteneğine uygun bir işle
meşgul olmak, sanatını mutlaka bir 3 üst addan öğrenmek ve birliğin,
beraberliğin korunması için dayanışma içerisinde bulunmak ahiliğin
mutlaka uyulması şart olan ahlak kaideleridir. Bu kaideler, Ahileri
tekke ve türbelerde çöreklenerek, el açıp halkın kutsal duygularını
sömürerek onların sırtından bedava geçinen asalak zümrelerden ayıran
farklardır. Ahiler yeniliğe açık insanlar olup, halka sanat, meslek
ve genel bilgiler öğretmek için var güçleriyle çalışırlar. Bu
bakımdan Ahiliğin eğitimcilere ışık tutacak önemli özellikleri
vardır.
Ahilik
sisteminde, işyerinde çalışanlar ile çalıştıranlar arasında pek fark
olmadığı gibi aralarında baba-oğul ilişkileri vardır. İşyeri aynı
zamanda sanatın ve ahlakın öğretildiği bir okuldur. Burada üretilen
mal, belli bir ihtiyacı karşılayacak şekilde kusursuz ve tam olarak
üretilir. Emeğin karşılığı çalışanının alın teri kurumadan ödenir.
İşyerlerinde çalışan ve çalıştıranlar dayanışma içerisindedir. Bu
uygulama emek ve sermaye'nin barışık olduğu bir model oluşturur.
Ahilik
düşüncesinin kurduğu Ahi Birlikleri'ni batıdaki ve doğudaki benzer
teşkilatlardan ayıran özellik, din adamlarının da devlet adamlarının
da Ahiler üzerinde herhangi bir etkisinin olmayışıdır. Bunun sonucu
olarak Ahilik sivil toplum kuruluşlarının en eski bir modelidir.
Ahiler, daima toplum yararına hizmet yapmışlardır. 2000'li yılları
yaşadığımız şu günlerde, Ahiliğin ahlak ve çalışmaya ait prensipleri
kısaca Ahilik felsefesi, dünyamızda ilerleyen toplumların modeli
olacaktır. Bu görüş bir kehanet değildir.
Bugün
nasıl ki kalkınmış birçok ülkede Ahilik prensiplerinin izlerini
görüyorsak, yarın da ilerlemiş toplumların yükselmesinde Ahilik
ilkelerinin, önemli rol oynadığı görülecektir.
Ama artık hepimiz anlıyoruz ki,
Kral çıplak Kral Çıplak' günümüze kadar ulaşmış eski bir masalın
adı. Buna göre, çevresi yardakçılarla dolu bir kral, güya sadece
akıllıların görebildiği, akıllı olmayanların asla fark edemedikleri
bir elbise giyerek törene katılır.
Herkes kralın üstündeki hayali elbisenin ne kadar güzel desenleri,
renkleri, dikişleri olduğunu konuşurken bir çocuk gerçeği haykırır:
"Kral çıplak!"
Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri her seçim zamanı milletvekili
adayları binbir seçim vaadinde bulunur en aleni haksızlığı,
adaletsizliği karşısında bile onlara toz kondurulamaz bu vaatler hep
Ankara’ya gidene kadardır,
Sonra
vatandaşın gözünün içine baka baka sizlere bu kadar şunları şunları
yaptık derler acaba biz vatandaş olarak kralın terzilerinin gözüyle
bakamadığımızı ima ederler.
Şehrimizin tüm yolları yeniden asfaltlandı, çeviz büyüklüğünde dahi
bir çukur bulmak mümkün değilken, en ücra ara sokaklarımızın,
kaldırımları, tratuvarları, parklarımız tertemiz, parklarda bulunan
oyun grupları pırıl pırıl, çevre yolunda yapılan kavşaklar 100 m
koşucusu hızıyla yapılıyor da acaba biz mi göremiyoruz. Şehrimizde
oto park sorunu, sokak ve caddelerimizin keşmekeş olmadığını,
parklarımızın, mesire yerlerimizin en ücra köşedeki parklarımızın
keneyle mücadele edildiğini, Obruk Barajının faaliyete geçtiğini mi
göremiyoruz.
Yok
ama gördüklerimizde var yıllardır Arap saçına dönen Çorum -Samsun
-Çorum-Ankara yol yapımı, Merzifon Hava alanının sivil trafiğe
açılma çalışmaları, Hitit Üniversitemiz ne hikmetse bunları
görebiliyoruz.
Değerli Vekiller, Sizden beklenenler aslında çok bir şey değil...
1)
Onurlu dürüst ve saygılı(yani burnunuz büyümesin başınızı öne eğecek
işler yapmayın adil olun şahsi menfaatiniz peşinde koşmayın)
2)Ülkemizin yöremizin ve insanımızın menfaatleri için proje üretin
çalışın ve gerçekleştirin
3)Kimseyi satmayın Değişmeyin ve Parti değiştirmeyin Ta ki atılana
kadar..Unutma ki seni seçen benim...(Değiştim diyen soldan sağa
sağdan sola gidiyor.Biz değiştiysek zaten oyumuzu ona göre bir
partiye veriyoruz.
4)Trafik kazalarını minimuma indirecek ve ticareti geliştirecek en
önemli etken olan çift şeritli yolları Çorum`un tüm ilçelerinde
görmek istiyoruz
5)Çorum`a yatırım yapabilecek insanları bir araya getirerek bir güç
bir sinerji yaratın.Öncelik hangi işlerde olmalı fizibilite yapın
yaptırın.Yol gösterin ışık tutun. Ve uzatmaya gerek yok Bağımsızlık
özgürlük demokrasi Atatürk ilke ve İnkılapları sana ışık tutsun.
Bunları yaparsan yapmaya çalışırsan çabalarsan Allah yolunu açık
etsin...
Sadece
daha iyi koşullarda insanca ve kardeşçe şehrimizde yaşamaktan söz
ediyoruz.
Evet, doğrulara yaklaşımınızda ne teslimiyetçi ne de boş slogancı
olmanıza gerek yok. Ama artık hepimiz anlıyoruz ki, Kral çıplak!
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
- GELECEK NESİLLERE
BIRAKACAĞIMIZ MİRAS NE OLACAK?
- Yıkık
bir dünya, tükenen doğal kaynaklar, yüzyıllardır gelişme göstermeyen
bir sosyal yapı falan? Geçmişin mirasını koruma ve geleceğe aktarma
paniği? Acaba bize geçmişten kalan birikim nedir ki biz bu mirası
geleceğe eksiksiz devretmeyi istiyoruz? Geçmişte neler yitirildiğini
biliyor muyuz? Görülmeyen veya gözden kaçan fırsatlar var mıydı?
Bunları hiçbir zaman tam olarak bilemeyiz. Elimizdekileri sağlıklı
bir şekilde gelecek nesillere devretmek amacında olduğumuz
söylenebilir. Ama bu amacın amacı nedir? İnsan uygarlığının sonsuza
dek devamı mı veya evrene ve zamana hâkim olma düşü mü? Yoksa
ölümsüzlük mü? İnsanlar iz bırakmaya, gelecek nesillere kendilerini
tanıtmaya çalışır. Üretmeye çalışır. Bu doğrultuda ortaya fikirler
atılır, eserler sunulur, çalışmalar yapılır. Üretme tatmininin
tükenmeye başladığı noktada üreme fikri akla gelir ve üreme
gerçekleşir. İnsanlar hatırlanmaya, hiç değilse öldükleri zaman
geride yaşayan bir şey bırakmaya çalışırlar. Üretmek ve üremek
düşüncesinin altında ölüm korkusunu bulmak hiç de şaşırtıcı olmaz.
Yok olmak, hatırlanmamak nedense insanlara korkunç gelir. Çoğu zaman
bellek hatırlanmak için hatırlar. Her hatırlayışta kendinden bir
şeyler katıp hatırlanmak isteği vardır. Elindekilere kendinden bir
şeyler katıp yeni bir şey yaratmak?
-
Yaratıcılık! Benzer noktalarda bazı kişiler ellerindekileri
değerlendirip başarılı olmuş ve üst düzey eserlerin ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Bu eserler tarihe mal olmuştur. Tarih bir çeşit ortak
bellek olmuş ve onu herkes kendine göre yorumlamıştır. Bu eserler,
artık yaratanlarına ait değildir ve yaratıcılarını kaçınılmaz sondan
kurtaramamışlardır. Toplum ise bu eserlere sahip olduğunu zanneder.
Bu eserlerin algılanması ve yargılanması, zaman ve bakış açılarıyla
farklılıklar gösterir. Toplumun tek bir belleği veya algılama şekli
olamaz Her şey evrensel bir belleğe ait olacaktır. Ancak bence bu
bellek tanrısal bir kusursuzluğa sahip değildir. Bu bellek belki
toplumun, belki de dilin olacaktır. Yaşamın değişken dengesi içinde
oluşmaktadır ve asla adaletli değildir ve de olmayacaktır. Amaca
göre değişken olaylar ve eserler yer alacaktır bu bellekte. Kopuk
kopuk ve anlamsız, sadece yüzeysel bir bellek kalacaktır ileriye?
Unutuş ve unutuluş günden güne daha çok kemirecektir. Üretmek veya
ilerleyen bir insanlık fikri bana her zaman şaibeli gelmiştir. Öyle
ya da böyle kendi egolarını tatmin etmeye çalışan insanların
ortadaki birtakım kombinasyonları deneyerek bunlardan bazı mantık
düzeneklerine göre sonuçlar çıkarıp bu sonuçları, yaratıcılık ya da
üretim olarak adlandırmaları ve bunlardan tatmin olmaları acıklıdır.
Gelecek nesiller bizim ne kaybettiğimizle ilgilenecek mi yoksa gene
bizimkine benzer bir düzenek içinde elindekilerle mi yetinecek?
Belki onlar da geçmişten kalanı düşünmek yerine ileriye sağlıklı bir
miras bırakmayı düşünürler. İnsanlar bu güne kadar birçok denge
içinde yaşamayı öğrendiler. Bundan sonra ağaçlar yok olsa da
insanlık ağaçsız yaşamayı öğrenecektir. Öğrenemeyen yok olur. Biz
doğayı egemenliğimiz altına alamadık. Doğanın değişimine bakıp onu
öldürdüğümüzü sanıyoruz ve doğa bizi de kapsayarak yoluna devam
ediyor. Ağaçsız belki de insansız yeni dengelere doğru.
-
Geleceği düşünmek ve ona sahip olmak, onu yönlendirebilmek. Var
olmak, yaşamak, insanlık, uygarlık ve sahip olduğumuzu sandığımız
her şey. Kavramlarımız, tanımlarımız ve de geleceğimiz. İlerleme
diye adlandırdığımız değişim. Biz eninde sonunda bir dinozor soyuyuz
ve sonumuz, amaçlarımızın, hayallerimizin, ümitlerimizin çok dışında
komik ve trajik olacak. Bundan eminim.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
- GERÇEĞİ GÖRMEK ZORDUR,
ÖZELLİKLE ONU GÖRMEK İSTEMEDİĞİMİZDE?.
-
Olaylara her zaman objektif olarak bakabiliyor muyuz? Peki, bizim
için çok önemli olan olaylara ne kadar objektif yaklaşa biliyoruz?
-
Maalesef genelde, yaşamımızda alacağımız karar ne kadar önemli ise,
bizim objektif olarak kalabilmemizde o kadar güçtür. Arkadaşınızın
yanlış biri ile çıkmasında onun objektif olarak olaylara bakamadığı,
yani kör noktasının olduğu yerde, sizin bu olaylara daha objektif
yaklaşıyor olmanız kolaydır. Bu beraber çalıştığınız biri ise daha
zor, patronunuz ise biraz daha zor hele sizseniz çok, çok daha zor
olacaktır.
- Yaşam
boyu bazı kararlar vermek zorundayızdır. Bunlar bazen bize acı
verirler, bazen de sevindirirler. Genelde acı çekmek
istemediğimizden, kaybetmekten korktuğumuz için ve duygularımız bizi
uzun süreli realiteye körleştirdiğinden, en kolay, acısız ve
çatışmasız çözümleri yeğleriz. Sayın Vekilim seçtiği bu yoldur.
Sayın ÇESOB Başkanı ; sitemi bundandır ama unuttuğu veya görmek
istemediği taraf daha öncesi eski ÇESOB başkanı bu yolla kendi
partilerinde saf tuttuğudur. Bunu bir aile ortamında düşünerek
örneklersek Bir kadının eşi sürekli olarak başka kadınlar ile flört
ediyorsa, kadın bunun büyük olasılıkla farkına varacaktır. Ama ona
âşıksa veya maddi olarak bağımlıysa ya da ilişki alışkanlık
boyutunda ise, onun flört ettiğini görmek istemeyecektir, eşi de
kendisine yakın davranıyorsa masum olduğunu düşünecektir. Buradaki
kör noktalardan biri, eğer adamın hayatında başka biri olmasa eşine
bu denli müşfik davranmayacağıdır.
- Evet,
bizler ne zaman gerçek bir tehlike ile karşı karşıya kaldığımızı
hissedersek at gözlükleri takma eğilimine gireriz. Tatsız ve
rahatsız edici şeyler karşısında, gözlerini kapamak ve aklını
çalıştırmamak insanın doğasındadır. Gerçeği görmek zordur, özellikle
onu görmek istemediğimizde.
- Ancak
bu eğilimlerimizi aşabiliriz, önce, bizi en çok üzecek şeyin,
gerçekleri görmemezlikten gelmek ve kabul edeceğimiz yerde gerçeği
çarpıtmak olduğunu anlamamız gerekir.
-
Duygusal olarak bağımlı olduğumuzda tam olarak objektif olamayız ya
da bunu sürdüremeyebiliriz, bağımlılığımız ne denli güçlü ise akıl
dışı davranma eğilimi o denli güçlü olur. Tutkumuz normale inene
kadar, ilişkideki temel çatlakları bile gözden kaçırma eğilimine
gireriz. Bu yüzden eğer duygusal olarak bağlı olduğumuz birini
değerlendiriyorsak, en azından objektifliğimizi sürdüremeyeceğimiz
konusunda temkinli olmalı, bunun bilincine varmalıyız. Daha objektif
olabilecek bir dostumuza, arkadaşımıza danışmalıyız ve geriye
bakmalıyız.
-
Zamanınız kısıtlı ise, kendimizi farklı tepkiler veriyor olarak
bulabiliriz, ihtiyaç hali ile hareket ediyoruzdur ve olayları açık
bir şekilde değerlendiremeyiz. Bu durumda başlangıç için geçici bir
çözüm bulmalı, sonra esas çözüme odaklanmalıdır. Geçici çözümler
kısa vadede daha uygunsuzdur, ancak uzun vadede iyi bir seçim için
bize ihtiyacımız olan zamanı sağlar.
- Aynı
şekilde korkuda objektifliği etkileyen etkenlerden biridir. Aslında
çokta iyi gitmeyen bir evliliği sonlandırmaktan korkarız, çünkü daha
iyisini bulamamaktan çekiniriz. Bakış açımız acıdan kaçmak isteği
ile bir miktar çarpılır. Ancak korkularımızın da üstesinden gelmek
mümkündür.
-
Yukarıdaki örneğe dönersek, birkaç yıl sonra, günlerinizin sayılı
olduğunu biliyor ve ayrılmayı düşünüyorsak, sizi rahatsız eden
duygular içine girmiş olursunuz. Sizden ayrılmak için karşı tarafın
bir fırsat arayıp aramadığını anlamaya çalışırsınız. Ne kadar
objektif olursanız olun korkularınızı yenmek elinizden gelmez. Bu
durumda korkularınızı yenmek ve daha nötr hale gelmek için iki liste
yapmalısınız. Biri eğer evli kalırsanız yaşayacağınız mutsuz ve
heyecansız hayata dair acı tecrübeleri, diğeri ise eğer ayrılırsanız
yaşayacağınız tecrübeleri içermelidir.
- Bu listeleri yaparak korkularınızı
kontrol altına almaya başlayabilirsiniz. Bu listelerden biri açık
şekilde daha kötü ise daha az acı verecek olanı seçebilirsiniz.
Ancak ikisi de kıyaslanabilir riskler taşıyorsa o zaman korkularınız
genel olmaktan çıkacak ve gerçek korkunuz hakkında objektif
olabilmek için odaklanacaksınızdır. Liste yaparak kendiniz hakkında
bilgiler elde edinirsiniz bundan sonra yakın bir arkadaş, dost bu
insanlarla konuşarak daha objektif kararlar alabilirsiniz.
Unutmayalım korkuya karşı en iyi silah bilgidir. Ancak topladığınız
bilgiye dayanarak hareket edemiyorsanız birkaç çözüm varmış gibi
davranın ve kendinize sorun, eğer yalnız olsaydım ve şu anda evli
olduğum insana benzeyen biri ile tanışsa idim, bu insanla beraber
olur muydum, yoksa başkasını mı arardım diye. .Şimdi elinizdeki
bilgiyi objektif olarak değerlendirin, eğer kendinizi şu sıra başka
bir ilişkiye meyleder bulursanız, bir değişimin zamanı gelmiş
olabilir.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
- SENİ SEVİYORUM DİYEMEDİM
- Gidemezdim yanına
Gitsemde de diyemezdim seni
SEVİYORUM……..
Gözlerine bakamazdım
Baksam da diyemezdim seni
- SEVİYORUM…….
Adını söyleyemezdim
Söylesem de
Ben seni seviyorum diyemedim .
Tutamazdım ellerinden
Kokunu içime çekip
Sıcaklığını hissedemezdim
Diyemedim
Seni Seviyorum,
Öpemezdim dudaklarından
Sarılamazdım ona doyasıya
Seni Seviyorum diyemedim
Senin orucunu tuttum
Acıktım sana diyemedim
Susuzluktan kavrulurcasına
Sana susardım
Kana kana içemedim
- Ölüyorum diyemedim
Mahkum oldum acılara
Son gidişinde
Ben sana
Seni Seviyorum diyemedim
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ HAYAT HİKAYESİ |
|
BİR
BAKIŞTAN SIZILAR !
İlk baharla yazın kucaklaştığı bir Cuma akşamı idi.İçim
bomboş,bir davetle koyulmuştum yola.Yol kenarlarında rengarenk ahenkle
sallanan kır çiçekleri üzgün, hüzün kokuyordu.Akşam güneşi üzerlerine
düştükçe hüzünleri yüzlerinden okunuyordu.Ben ise hem arkadaşlarla
sohbet ediyor hem de içimdeki tarifsiz acılarla onlara bakıyor ve yol
alıyordum.Çünkü onları oradan alıp eline tutuşturacağım bir sevgilim
bile yoktu artık.Bu yüzden onlara bakınca kokusunu alınca, içimdeki
mağara yalnızlığı saz çalmaya başlıyordu.
Her yolun bir sonu olduğu gibi, bu yolculukta kısa sürmüş ve güzelim
bir ilçeye düşmüştü yolum.Bir kaç dakika hoş peş çay sohbeti derken
bir şeyler atıştırmak için dışarıya çıkmıştık.İşte ne olduysa ondan
sonra oluverdi birden.Arkadaş bir yemek yiyelim sonra geliriz
dediler.Bunda
garipsenecek bir şey yoktu tabi.Rutin bir yemekti işte.Dönüp biraz
bekleyelim bir arkadaş daha gelecek onu da alalım dedi.
Hiçbir şeyden habersiz,canhıraş önümüzden bir biri arkasına geçen
araçlara bakarken bir güneş doğuyordu yavaş yavaş ahenk
içinde.Yaklaştıkça yüzümü yüreğimi,gönlümü aydınlatıyordu olanca gücü
ile.Elini uzattığında ellerim ellerinin içinden kalbine doğru yavaşça
ilerliyordu.Bütün vücudumu ateş basmış buram buram terler
döküyordu.Ellerinin sıcaklı yetim ve öksüz ellerimi üşümekten
kurtarıyordu.Ben ise kayboluyordum gözlerinin içinde.Çoktan uçup
gitmiştim arkadaşların arasından.Hayal aleminde çoktan volta
atmaya başlamıştım.Yudum yudum kalbime iniyordu bakışların.Gergef
gergef,nakış gibi işliyordu yüreğimi.Artık ben bende
değildim.Sana kilitlenmiştim. Bakışlarım boşluğa düşmüş iç aleminde
yitiğimi arıyordum.Gözlerinden, kaşlarından,kirpiklerinden,
gülüşlerinden, en ufak bir işaret bekliyordum. Kafamda bin bir çeşit
düşüncelerle saatler ilerliyor ben bakışlarımı senden alamıyordum.
Oysa sadece bir merhaba deyip el sıkışmaktan öte seni tanımıyordum.
Evli misin, bekâr mı? Hayatında başka biri var mı? bunların hiç birini
bilmiyordum.Bu sorular beynimi bir hafriyat makinesi gibi
kazıyordu.Gönlüme teselli vermeye çalışıyorum dinlemiyordu.Kalbim bu
iş olmaz,gönlüm ve altıncı hissim olur diye çarpışıp
duruyordu.Damarlarımda kanım harekete geçmiş bir sağa bir sola hızla
dolaşıyordu.Kalbim,Kör oğlu gibi atını mahmuzlamış dağlara dehlemişti
çoktan. Program başlamış ben hala kendime gelememiştim.Şiir mi okudum
senimi anlamadım.Gece ilerliyor nefesim boğazıma geliyordu.Saatler
dursun yanında biraz daha kalayım diye Allah'a dua ediyordum.
Hep seni izliyor konuşmalarını dinliyordum. İçimde sam yeli gibi
sıcacık esintiler dolaşıyordu.Ne demeliydim, nasıl konuşmalıydım her
şeyi bir anda unutmuş,hafızam sıfırlanmış gibi
hissediyordum.İnsanların varlığından sana söyleyeceklerim boğazıma
kadar hücum ediyor ben ise zorla yutkunarak bastırmaya çalışıyordum.
Artık saatler epeyce ilerlemiş tatlılar yenmiş kahveler
içilmişti.Zamanı durdurmak elimde olsa çoktan ipini çeker olduğu yere
mıhlardım.Bu şansımın olmadığını bilen yüreğim acı biber yemiş gibi
yanıyordu.Ah bir yalnız kala bilseydim sana neler söylemezdim ki diye
içimden geçiriyordum.
Belli ki senin de içinde fırtınalar kopmuş,gözlerinde aradığını yıllar
yılı bulamamışlığın izleri duruyordu sanki.Bakışların bunu ele
veriyor,ayrılık ve acılardan izler taşıyordu.Belki yanılıyor,belki de
söz dinlemez gönlümün rüzgarına kapılmış gidiyordum.İşte bu duygularla
gecenin nihayetine doğru yol alıyorduk.Ayrılık saati gelip çatmaya yüz
tuttuğunda soğuk sular başımdan aşağı boca edilmişçesine içim
titriyor,ellerim buz kesiyordu.Siz konuşurken ben yüreğinizde sere
serpe geziniyordum.Gözlerinizden gönlünüze çıkan bir yol bulmuştum
nedense. İzin istemeden bir hırsız misali yürek duvarlarınıza yapışıp
tutunmaya çalışıyordum. Belki bunun farkında değildiniz, belki de
kararsızda olsanız ses çıkarmıyordunuz.
Ayrılık saati gelmiş vedalaşıp ayrılmıştık. Daha ayrılalı birkaç
dakika olmuştu, gayri ihtiyari sol yanımı yokladığımda kalbimi sende
bıraktığımı anladım.Sende kalmıştı.Belki öyle olmasını istediğim için
ses çıkarmamış,emin ellerde olduğu için unutmuş gibi yapmıştım.
Artık kalpsiz bir ölü gibi yaşıyordum. Gece boyu bir sağa bir sola
dönüp durdum.Her nereye baksam resmini görüyordum.Ben daha ulaşmadan
ünlü bir ressam odalarımın bütün duvarlarını senin resimlerinle
donatmıştı.Bana da doyasıya onları seyretmek düşmüştü.
Sabaha karşı yorgunluğa daha fazla dayanamayan vücudum gülen
resimlerini seyrederek hayallere dalıp gitmişti.
İşte o gün bu gündür ben kendimde değilim.Her an her saniye senin
hayalin var yanımda. Sonu ne olur bilmeden bir girdabın içinde dolaşıp
duruyorum.Bir dahaki buluşma için sabırsızlıkla bekliyor,kalbimin arta
kalanını,sakinleştirmeye çalışıyorum.Bu bir rüyada olsa,belki hiç
başlamayacak bir hayalde olsa, sonu kısa bir hikayede olsa beynime söz
geçiremiyordum.Beni hiç dinlemiyordu.İlk görüşte aşk derlerdi işte
öyle bir şeydi galiba yaşadıklarım.Senden habersiz senden izinsiz
bunları düşündüğüm için umarım bu garibi affedersin.
Birde işin bu tarafı var ben kendi kitabım gibi almışım önüme hiçbir
satırını atlamadan seni okuyorum.Belki senin bundan haberin bile
yok.Bu yüzden umarım beni affedersin.
Şimdi ise bu yazıyı sana ulaştırmak gerekli ama nasıl.Bu duygularımı
nasıl karşılayacağını düşündükçe beynim zonkluyor,acılar içinde
kıvranıyorum.Bu nedenden dolayı bu yazımı sana nasıl vereceğimi bir
türlü kestiremiyorum.Umarım okuduğunda memnun olursun.Olmazsan da
açıkça bana
gerekçeni söylemeni beklerim.İşte harika bir gün daha bu düşüncelerle
nihayete erdi.Şimdi durup senin tepkini beklemek düştü bana da.
Bütün bu duygu ve düşüncelerle kal sağlıcakla.Kendine dikkat
et.Görüşmek,konuşmak, birlikte Ummanlara yelken açmak dilek ve
temennisi ile gözlerinden gülücükler,yüreğinizden sevgi eksik
olmasın.Sağlıcakla mutlu kalın.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ HAYAT HİKAYESİ |
UZANSAM ELİM DEĞECEKTİ
Tüm denizleri
gökyüzüne taşıdım bu akşam,
Dalgalar hırçınlaştı, ayı dövdü durmadan,
Ay küstü ben kızdım, yıldızları sürüp attık semadan,
Tek tek kaybolup gittiler, hiçbir sebep sormadan.
Dağları iğne
deliğinden geçirdim bu akşam,
İçlerinde bir kırıntı aradım, kiraz dudaklarından,
Olmadı, güneşe kardelen çiçekleri diktim aldırmadan,
Hiç bıkmadım, gözyaşlarımla diplerini sulamaktan.
Gölgenin
peşinden koşup yakaladım bu akşam,
Sığmadı avuçlarıma, korktum kaçırmaktan,
Ter bastı, adın dilimde, kumları saydım sıkılmadan,
İflas etti tüm sayılar, çıkamadım bunalımdan.
Yüzünü okşayan
rüzgârları topladım bu akşam,
Bir koku arayıp durdum, narin yanaklarından,
Bulamadım, dünyayı yuvarladım ayağımın altından,
Sana ulaşmak için bir yol arayıp durdum, sonra uzaydan.
Gözlerime kazık
çaktım kirpiklerinden bu akşam,
Dilim kurudu, uyuma diye gözlerime yalvarmaktan,
Saatler durdu, bülbüller sustu, gözlerime bakmadan,
Kora döndüm, ayazlı gecelerde sana yanmaktan.
Arşın kadar yakın, fersah fersah uzaktın bu akşam,
Sadece gözlerine bakabildim, ellerini sıkmadan,
Oysa uzansam ellerim değecekti saçlarına her an,
Yapamadım, sadece hayalinle avundum hiç bıkmadan.
04.06.2007
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
KALIPLARA LANET ETSEM
Birçok
kişiden itirazlar gelecektir, biliyorum. Bismillah daha bir şey
okumadık, neye itiraz edeceğiz ki diyenleriniz de olacaktır. Yazıyı
okuyunca, hatta daha bitirmeden içinizdeki itiraz meşaleleri
tutuşacak, buram buram sitem dolu dumanlar yükselte yükselte
yanacaktır. Bildiğimi söylemekten şaşacak değilim elbette. Bir nevi
testi meselesi benim ki. Hani ben testi kırılmadan önlemimi alayım
da, sonra benden bulmayın.
Hayatımızda ne çok kalıp var, dikkat ettiniz mi? Günlük koşuşturmaca
içinde belki dikkat etmeye fırsat bile bulamamışsınızdır. Öyle ya,
sabah erkenden başlayan teknoloji koşusu, akşamın geç saatlerine dek
devam ediyor. Dijital saatin dıt dıt sesleriyle uyanıyor, elektrikli
su ısıtıcınızda ısıttığınız su ile hazırladığınız hazır kahve ile
uyanmaya çalışıyorsunuz. Ardından cep telefonunuzu açıyorsunuz.
Belki kiminiz gece boyunca cep telefonunuzu açık tutuyor da
olabilirsiniz. Kiminiz evden çıkmadan televizyonu açarak günün
önemli olayları hakkında fikir sahibi olmaya çalıyorsunuz. Kiminiz
de benim gibi sevdiğiniz radyoyu açarak güne başlıyorsunuz. Sonra iş
yerine yolculuk, iş yerinde sizi bekleyen dosyalar, işler,
yapılacaklar vesaire. Bir de bakmışsınız öğle olmuş. Şanslı olanlar
öğle yemeğini yedikten sonra işe devam ediyor, iş temposu hızlı
olanlarımız belki yemeğini bile yiyemiyor. Aynı koşuşturmaca akşama
dek devam ediyor…
Ülkenin gündemindeki meseleler, terör olayları, üzücü ve can sıkıcı
trafik keşmekeşliği, tatsız üçüncü sayfa haberleri ve daha neler
neler var ki bunlara değinmiyorum bile. Akşam huzur içinde yemeğini
yiyebilenlere ne mutlu…
Hani demiştim ya, hayatımızda ne çok kalıp var, dikkat ettiniz mi?
diye. Bu hengâmede dikkat edip bir de üstüne fikir yürüttüyseniz
tebrik etmek gerek. Naçizane ben de o tebrik edilecekler tayfasından
olduğumu düşünüyorum. En azından bu saydığım pür telaş hayat çemberi
içerisinde bu meseleye kafa yordum. Yormak zorunda kaldım. Belki
tembellikten, belki cimrilikten, bilemiyorum
Kalıp dedik, orda kaldık hep. Nedir bu kalıp? En mühim olan bir
kalıp bu aralarda herkesi telaşa veren, özel olduğu kabul edilen bir
gün işte. Sevgililer günü. Bilmeyenlere global söylenişiyle; St.Valentine’s
day. Yüzyıllar önce evlenmenin yasak olduğu dönemde gizlice
sevgilileri evlendiren bir papaz varmış. İsmi Valentine olan bu
papaz bir gün yakayı ele verince öldürülmüş. Tam da 14 şubat
gününde. Aradan geçen onca yıldan sonra günümüzde kutsal sayılan
günün hikayesi kısaca bu. İşin ekonomik boyutunun böyle bir gün
yaratılmasında etkisi nedir, onu da size bıraktım.
Rahmetli anneannem hayatta olsaydı ona kesinlikle sorardım. Cevabını
da biliyorum amma, yine de sorardım işte. Nur içinde yatsın,
rahmetli bir zamanlar (bir zamanlar dediysem ta 1980 li yılları
kastediyorum) televizyona sırtını dönerdi, “şeytan işi bu” derdi.
İşte şimdi olsa da ona sorsam, yine aynı cevabı alırdım kesinlikle.
Tabi ben o kadar radikal düşünmüyorum, “şeytan işi” deyip kestirip
atacak değilim amma, içimde bir yerlerden yükselen feryat, kalıplara
da lanet olsun diyor işte.
Yanlış anlaşılmasın, sevgililer gününe bir gıcıklığım söz konusu
değil. St.Valentine’ne de hasımlığım yok. Hatta keşke yılda bir gün
değil de 361 gün sevgililer günü olsa. (kalan 4 gün de kişiye özel
kalsın artık) Benim kıllığım kalıplaşmış şeylere. Kalıplara
bayılıyoruz. Kalıplar içerisine saklanıyor ve gerçekleri göz ardı
ediyoruz. Kalıplarla yaşıyor, kalıplarla düşünüyoruz. Bir yılda
sevgiliyi hatırlatacak, ona güzel bir hediye almayı sağlayacak, baş
başa özel bir yemek planlatacak sadece bir gün mü var Allah aşkına.
Alışveriş çılgınlığından başka bir işe yaramayan böylesi günlere
neden her şeyimizle ve her yerimizle bağlanıp kalıyoruz ki. Yılın
364 günü sevgiline hediye alma, “seni seviyorum” deme, eee gelsin 14
Şubat, çiçekler böcekler lay lay lom…
Oldum olası özel günlere ısınamadım. Hadi evlilik yıldönümü, doğum
günü filan yine özel şeyler. En azından bizi direk ilgilendiren bir
anlamı var. Doğduğumuz ya da evlendiğimiz günün özel yanı olabilir.
Kişisel anlamda özel bir durumdur. Ya 14 şubat. Bütün dünya hep
birlikte sevgililerimizin gününü kutlayacağız. Diğer yanda açlıktan
ölenler, savaşlarda helak olanlar umurumuzda değil. Koca dünya madem
ortak bir noktada hemfikir olabiliyor da neden insanlığı
ilgilendiren diğer konularda hemfikir olamıyor. Ha bir de sevgilisi
olmayanlar var. Onlar ne yapacak? Belki 15 Şubat’ta bir sevgilileri
olacak ama kutlamayı kaçırmış olacaklar. Yazık değil mi onlara?
Benim tuzum kuru demeyin. Tamam! Madem adettendir özel günleri de
kutlayın. Ama diğer günleri, kafalarına çuval geçirip de dipsiz
kuyulara atmayın. Sevgi özel günde verilecek bir değer değildir. Bir
güne indirgenen sevgi özel değildir. Özel olmayan sevgi de sevgi
değildir zaten.
Sevgilinizi sadece 14 Şubat’ta hatırlayamayacağınız, yıl boyunca
sevginin ve sevgilinin kıymetini bileceğiniz nice yıllar diliyorum.
Sevgiyle kalın…
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
- TEHLİKE’NİN FARKINDA MISINIZ?
- Kan
kusup kızılcık şerbeti içtim dercesine bir gizlilik içerisindeymişiz
gibime geliyor. Veya “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cılıkla
meşguliyeti seviyor gibiyiz…
- Ve
fark etmediğimiz, bizi de yakından ilgilendiren ve hatta bizzat
içerisinde bile bulunabileceğimiz kaotik bir dönemin figüranlığını
yaparak, dönen çarklara katkıda bulunduğumuzun farkında da değiliz
sanki…
- Hızlı
yaşa genç öl, cesedine yakışıklı desinler “çakma atasözü”nden
hareketle hızlı yaşamayı ve hızlı yaşam içerisinde yavaşlıkların
farkına varamamayı dert edinmiş halimiz de yok…
- Zamanı
da tıpkı her değerli varlığımız gibi, hızlıca tüketmekten
çekinmiyor; bilakis daha da hızlı akışına yardım etmeye de gayret
ediyor izlenimindeyim…
-
Siyasetin gündemine düşen bombaların yarattığı pür telaş
tellallarının dem vurdukları noktalardan nazarımızı alamayıp,
kulaklarımızın dibinde çalan borazanlardan bihaber yaşamanın
hafifliğindeyiz olsa gerek…
-
Futbolun artistliklerinden hareketle kurduğumuz pembe hayal
dünyasında gerçeğe gözümüzü kapatarak, gündelik hayatımızın
çalımları arasında kıvrıla kıvrıla belimizin bükülmekte olduğunu
anladığımızda, yana yakıla doktor arayacağımızın ayırdında da
değilmişiz…
- Bel
çevremizde biriken yağlarla birlikte, basenlerimizde zuhur eden
selülit dedikleri portakal kabuğumsulaşmış cildimizin görüntüsüne
kafayı taktığımız kadar, ruhumuzun köşelerinde yağ bağlamış,
hantallaşmış fikir çarklarımıza alaka gösterebilsek…
-
Uykularımızı bölen karın ağrılarından mustarip olduğumuz gecelerin
hıncını çıkarttığımız tatil gece yarılarındaki gibi, eğlencelik
halimizin en saf çocuksuluğundaki tavrımızı, kalbimizin paslanmış
damarlarındaki sevgi tomurcuklarını canlandırmak için de
takınabilsek…
-
Musikinin icrasında gösterdiğimiz itinayı, içeriğindeki değerlerde
de gösterebilsek ve nağmelerin bizi götürdüğü yerlerden sevgi adına
yanmışlıklarla birlikte geri dönebilsek…
-
Gündemin işgalinden yüreğimi kurtarabildiğim bir saflık anımda
soruyorum; çok hızlı gittiğimizin farkında mısınız? Farkında mısınız
içinde bulunduğumuz acımasız cenderenin?
-
Farkında mısınız; etrafımızda cereyan eden bir çok olayın, bizi biz
eden değerlerimizden, öyle yavaş yavaş da değil, hızlıca
uzaklaştırdığının?…
-
Farkında mısınız; teknolojik yaşamanın duygularımızı körelttiğinin,
hassasiyetlerimizi değiştirdiğinin?...
-
Farkında mısınız; insani değerlerimize gereken önemi vermezken, asla
bizim olmayacak değerlere sahip çıkmaya çalıştığımızın?...
- Ve
farkında mısınız; bütün bunların bizi yavaş yavaş bitirdiğinin…
-
Tehlikenin farkında mısınız?
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
ZAMANI DURDURMAK
Elimizde sihirli bir değnek olsa keşke. Sihirli değnekle zamanı
durdurabilsek. Durdurabilsek süratli akan zaman nehrini…
Yaş 35
yolun yarısı diyebilsek, ve keşke yaş 35 olmadan durdurabilsek…
Akıp
giden zamanla birlikte akıp giden aşklarımızı durdurabilsek…
Sabahın ilk ışıklarını dondurabilsek, dondurabilsek seher yelinin
gönlümüze huzur veren serinliğini…
Bahar
yağmurunun ardından, burnumuzu kaplayan o toprak kokusunun
ferahlığını saklayabilsek… Saklayabilsek düşen damlaların çatılarda
çıkardığı tıkırtıları…
Kış
ortasında bembeyaz kar örtüsünün üzerinde yürürken çıkan seslerin
kaydını tutabilsek…
Akşamüstü serinliğini fotoğraflayabilsek albümlerimizde…
Gecenin bir yarısında sokaktan gelen köpek seslerini dinlerken
aklımıza gelen anıları çizebilsek uçsuz bucaksız tuvallere…
Durdurabilsek zamanı, zamanı durdurabilsek…
Geçen
her günün tatlı anılarını paketleyebilsek, en güzel ambalajlarla…
Tatlı
bir su sesi eşliğinde, bir derenin kenarında, sabitleyebilsek
ömrümüzün yelkovanını…
Yüzümüzde beliren izlerin varlığını düşünmeden, gönlümüzü
gençleştirebilsek hicaz melodilerin eşliğinde…
Taze
tutsak yaşama sevincini, yüreğimizin erişilmez derinliklerinde ve
tutsak kılsak gönlümüzün neşesini kırılmayan cam fanuslarımızda…
İnleyen nağmelerin anlattıklarını yaşatabilsek anılarımızda zamanı
umursamadan ve zamanı fark etmeden geçirebilsek dakikaların
dakikalarla dansını, ritimlere kaptırıp kendimizi…
Işıldayan gözlerde yakalayabilsek yaşama sevincini ve kaybetmesek
bir anlık hevesimize kurban ederek…
Sevgilerimize dayanabilsek, aşklarımıza katlanabilsek, iliğimizi
sömüren acılara aldırmaksızın ve katlanabilsek mantığın
kaprislerinden uzaklaşarak hayatın kabullenilmiş gerçeklerine…
İnançlarımıza yüz çevirmeden özümseyebilsek tutkuların altında yatan
gerçeğimizi ve bir değer biçmesek yaşanmışlıkların terazisinde
duygularımıza…
Zamanı
durdurabilsek; en güzel yerinde hayatımızın, ve durdurabilsek
durdurmak istediğimiz bir anda coşkularımızın sarhoşluğunu…
Zamanı
durdurabilsek, olmayacak bir anda, mucizelerle boy ölçüşecekmiş
gibi…
Zamanı
durdurabilsek, sevdiklerimizle geçirilen en güzel saatlerde…
Ve
zamanı durdurabilsek; ömrümüzün en güzel anı dediğimiz bir anda…
Keşke…
Ve Yazının özeti;
Akıp giden zamanı, ah bir
durdurabilsem
Döküversem yoluna, topladığım
taşları
Azgın nehrin, bent gibi; önünde
durabilsem
Sabitlesem takvimde akıp giden
yaşları…
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
ATATÜRK VE GAZETECİLİK
Cumhuriyetin temelleri ve temayüz ilkeleri konusunda 'kurucu irade'
adına Atatürk'ün gazetecililik hakkında irşadları ve Türk
gazetecilerine emanet ve vasiyetidir:
"Ben, manevi miras olarak hiçbir
ayet, hiçbir doğma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.
Manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak
zorunda olduğumuz çetin, köklü zorluklar karşısında, belki gayelere
tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi
rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benden sonra, beni
benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin
rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar." (1)
"İnsanlar daima yüksek, soylu ve
kutsal amaçlara yürümelidirler. Bu davranış biçimi, insan olanın
vicdanını, aklını ve tüm insanlık kavramlarını doyurur. Bu şekilde
yürüyenler ne kadar büyük esirgemezlikler gösterirlerse o kadar
yükselirler ve bu hareket biçimi mutlaka alnı açık olur. Çünkü, alnı
açık, aklı açık, kalp ve vicdanı açık (vicdanı hür, irfanı hür)
insanlar tarafından yönetilebilen toplumlar, ancak bu anlamda
hareketlerin takipçisi olabilirler., Güneşsiz kalmış bir dünya;
İçinde "düşünce özgürlüğü olmayan" bir ülkeden daha iyidir." (2)
"Biz, cahil dediğimiz zaman
mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim,
hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan "en büyük cahiller"
çıktığı gibi, klâsik tahsil görmemiş olanlardan da 'hakikati gören
âlimler' çıkabilir." (3)
"Memlekette basın hürriyetinin de;
(namuslu) demokrat (ve dürüst) bir idareye lâyık olgunlukla
kullanılmasında daha dikkatli bulunulacağını ümit ederim. Hürriyeti
kötüye kullanmanın doğurduğu birçok felâketleri çekmiş olan bu
memlekette, bu dikkate özellikle gerek olduğu kanaatindeyim. (4)
"Basın Hürriyetinin sakıncalarının
giderilmesinin, yine basın hürriyeti ile mümkün olduğuna dair, bu
büyük meclisin yol gösterme ve düzenleme sahasında tespit ettiği
saygı duyulan esaslar, eğer Cumhuriyetin ruhu olan "faziletten"
yoksun kendini bilmezlere, basında eşkiyalık fırsatı verirse, eğer
halkı aldatan ve doğru yoldan çıkanların fikir sahasındaki kötü ve
uğursuz etkileri, tarlasında çalışan masum vatandaşların kanlarını
akıtmasına, yuvalarının dağılmasına sebep olursa ve en sonunda
bozgunculuğun en zararlısını göze alan bu gibi doğru yoldan
sapanlar, kanunlarda mevcut aksaklık ve açıklıklardan yararlanma
imkânını bulurlarsa, BMM'nin yola getirici ve ezici kudretinin
müdahale ve uyarması elbette görevi olur.(5)
"Bununla birlikte, basın
serbestisinden meydana gelecek kötülükleri ortadan kaldıracak etkili
vasıta, asla geçmişte zannedildiği gibi, basın hürriyetini
kısıtlayan hususlar değildir. Aksine, basın hürriyetinden doğacak
sakıncaların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetinin
kendisidir." (6)
"Gazeteler, kanunun ve toplum
çıkarlarının aksine bir olaya şahit ve bir bilgiye sahip oldukları
taktirde gerekli yayında bulunmalıdırlar.,
Memlekette kalem hürriyetinin de,
demokrat bir idareye lâyık olgunlukla kullanılmasında daha dikkatli
olunacağını ümit ederim. Şuradan ve/veya buradan gelecek günlük
fikirlere, sahte ve yanıltıcı sözlere asla önem vermeyecek bir
olgunluk esastır. (7)
"Vatandaşı; Millete karşı milletin
büyüyüp yaşaması için alınan tedbirlere karşı harekete geçirmek en
büyük ihanettir.(8) "Demokrasi müesseselerinin başında basın
hürriyeti olduğuna inananlar asil bir davanın takipçisidir. Basının
üç işlevi vardır. 1.si: Basın, halkı ülke sorunlarından ve siyasi
partilerin bu sorunlarla ilgili önerilerinden halkı haberdar etme ve
eğitme yükümlülüğü., 2.si: Basın, vatandaş şikâyetinin serbest bir
kürsüsü' dür., 3.sü: Basın hükümetlere yön vermelidir. Çünkü, "Bugün
memlekette vazifesini bilen, güçlüklerle uğraşabilen siyasilere
rağmen, siyaset adamlarına akıl verebilecek dirayette ve basirette
gazetecilerimiz vardır. (9) İşte, TC'nin Gazetecilik ve Basın
(medya) ilkeleri budur.
Bu ruh, anlam ve bağlamda
Cumhuriyetin temel hedef ve ilkeleri korunarak çıkartılan 5680 S.
Basın Kanunu, 1960'dan bu güne paçavraya dönen mevzuat ve 5846 S.
K.'la kaim telif hakları kavramına dair hukuki prosedür ile 5187
S.K; Atatürk'ün koyduğu ilkeler, milli standart ve normlar
muvacehesinde derhal TBMM'de ele alınmak; Gazetecilik mesleği te'dip
ve terbiye edilmek ve "Medya Terörü" ne ivedilikle son verilmek
zorundadır.
(Ek ve ayrıntılar için BAK: www.mustafanevruzsinaci.blogspot.com,)
KAYNAKLAR:
1. Kemalist Devrim ve İdeolojisi,
İsmet Giritli – 1980
2. S.D. Cilt: 3, TDTE Yayını-1989,
Sayfa: 119
3. 24 Ekim 1919 – Atatürk'ün
Söylev ve Demeçleri Cilt: 3, Sayfa: 14, TDTE yayını, 1989
4. 1930-Atatürk'ün Söylev ve
Demeçleri, Cilt: 1–TİTE, 1945
5. 1924-Atatürk, S.D., Cilt:
1-1945 /TİTEY-296
6. 1930-Medeni Bilgiler ve Mustafa
Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Prof. Afet İnan, 1969-Türk Tarih
Kurumu Yayını
7. 1923-30 Atatürk, S.D., Cilt:
1-2, 1945 - 1952 / 296
8. 1931-Atatürk'ün Adana Seyahati,
Taha Toros-1981
9. Muhalefette İ. İnönü,
1956-1959, s. 95-113 / F. Otyam, Şu Bizim İ. Paşa, 1984 s. 107
ÖNEMLİ NOT: Bu makaleler mümkün olduğu kadar yayınlanması, okunması,
yorumlanması ve değerlendirilmesi için gönderilmekte olup; Telif
Hakları kapsamı dışında tutulmuştur. MNSÖZEL YAZIŞMALAR İÇİN MAİL:
gercek.demokrat@hotmail.comWEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
ADALET, ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK
- İflas
ve tefessüh etmiş (erimiş, çürümüş, yozlaşmış) bir uygarlık
(medeniyet değil) olmasına rağmen bütün Avrupa müktesebatında
özgürlük ve güvenlik 'adalet' ile birlikte mütalâa olunur. Gerçekten
de birlikte yaşamanın (toplumsal hayat ve sosyalitenin) olmazsa
olmaz şartı: Adalet, (bu çerçevede) özgürlük-hürriyet ve
güvenliktir.
- Eğer
bir kişi ortaya çıkar da sadece 'özgürlük ve güvenlik' ten
bahsederse o, ya saf bir aptal-primitif varlık, bilinç kaybına
uğramış beyin özürlü veya çok büyük ihtimalle anarşist, terör ve
tedhiş örgütü yanlısı ajan provokatördür. Tıpkı 'Türkiye'de Kürt
sorunu vardır' diyen satılık beyinler, oligark ve kripto sözcüsü
kozalar gibi…
- Önce
hayati önemi haiz bu konunun birleşik kavramlarına bir bakalım:
-
ADALET: Halka zulüm etmemek; Hak sahibine hakkını vermek; Haksızlığı
önlemek ve haksızları, asi ve zalimleri terbiye etmek.. Adaletin
takip, tahakkuk, hüküm ve icra cihazı olan 'hukuk ahlâkına uygun"
yaşam biçimini hâkim kılmak. Yüce İslâm dininin emrettiği gibi
insanları her türlü kötülükten men ve iyiliği-insanlığı emrederek
uygulamayı sağlamak...
-
ÖZGÜRLÜK / HÜRRİYET: Asla-kesinlikle başkasının hak, hukuk ve
tasarruf alanına halel getirmemek kaydı-şartıyla 'doğru-dürüst,
ilkeli-onurlu ve sorumlu' insan hakları, mal-can güvenliği,
beslenme-barınma, inanma ve inandığı gibi yaşama biçimine
karışmamak.
-
GÜVENLİK: Toplumsal hayatın temel objesi 'en değerli varlığımız'
insan unsurunun yukarda açıklanan ve tanımlanan sınırlar içinde
serbestçe, hiçbir baskı altında kalmadan, her hangi bir çekince ve
korku duymadan 'onurlu yaşam ortamının' sağlanmış halidir.
- BUNA
GÖRE: Halk tarafından kurulu devlet de hükümferma yönetimlerin
hikmeti adalettir. Adaletsiz bir hükümet faziletsizdir. Faziletsiz
olanlar meşruiyet iktisap edemez ve halkı idare edemezler. Hukuki
meşruiyetin göstergesi adaletle hüküm, hürriyetin teminatı ve
güvenliğin 'her ne pahasına olursa olsun' sağlanması ve sürekli
kılınmasıdır.
- Adalet
ve hukukun hâkim olduğu rejimler Cumhuriyet, Cumhuriyet ise
fazilettir.
- Hakiki
'gerçek ve samimi, kurumsal' cumhuriyetlerin hâkim unsuru
Demokrasidir.
-
Demokrasi, kadim Türk siyaset hayatında 'medeni siyaset' biçiminde
tarif olunur.
- MEDENİ
SİYASET: Tam bir eşitlikle tüm yurttaşların hakkaniyet, adalet,
özgürlük ve güvenlikle yaşadığı rejimin adıdır. Bu adla anılan
rejimde haksızlık, yolsuzluk, anarşi, terör, tedhiş, gasp, irtikap,
suiistimal ve yolsuzluk olmaz. Olamaz. Olursa hükümet cihazı suç
üzere, mücrimle işbirliği halinde ve harici bedhahların güdümünde
demektir. Bu takdirde: Adalet çöker; Hukuk hükmünü yitirir, emniyet
suiistimal edilir, polis icra ve temsil gücünü kaybeder; Asker
tartışılır. Hak, özgürlük, güvenlik ve hukuk kavramları
anlamsızlaşır. Bu zaafın zuhuru halinde: Eğer iyi niyetli,
samimi-dürüst, devlet bekasına sahip ve umur sahibi ise hükümetler,
yasama ve yargı işbirliği ederek çok acil önlemler almaya mecburdur.
- İşte
şimdi Türkiye'de bu mecburiyet hali 'bilumum şartlarıyla' hâsıl
olmuştur.
-
Yapılması gereken ilk şey, AB'nin şerefsizce, soysuzca, art niyet ve
menfur amaçlarla hükümete dayattığı müktesebat direktiflerini (AB
emirleri) çöpe atmak; Çok acil kaydıyla eşit ortaklık katılım tarihi
istemek; AB'yi içişlerimiz, uluslar arası ilişkilerimiz ve
maddi-manevi işlerimize karışmaktan 'ADALET, ÖZGÜRLÜK ve GÜVENLİK'
nedeniyle derhal ve kesinlikle men etmektir. Buna TC hükümetinin
hakkı vardır. Aksi takdirde hükümet derhal istifa etmek zorunda ve
durumundadır. Zira AB-D karşısında etkisizleşmiş ve hükümranlık
haklarını kullanamaz hale gelmek suretiyle meşruiyetini yitirmiş
olacaktır.
-
VE
HEMEN: Her ne şekil ve surette olursa olsun; Türk Polisini taşlamak,
kamu malını tahrip, insan hakları, özgürlük ve güvenlik haklarına
tecavüz, gasp-irtikap, yolsuzluk-hırsızlık, soygun-vurgun,
tasallut-tecavüz, anarşi-terör-tedhiş erbabına 'TÜRK ADALETİ' ni
uygulamak; Meşru bir hak, mutlak görev ve sorumluluktur. İlk önce ve
derhal; Polisin görev ve yetkileri 1960 öncesine çekilmek, CMUK
iptal edilmek ve ülkemiz şu ana kadar yürürlüğe konulmuş AB
müktesebatından arındırılmak zorundadır. Aksini düşünenler için başa
dön!...
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- ANAYASA'DAN ÖNCE YASA !...
-
Gelinen nokta itibarıyla Türkiye'de siyaset tıkanmış, mutat eşhas ve
siyaset kurumları Cumhuriyet tarihi'nin en kaotik bunalımına
sürüklenmiş bulunmaktadır. Burada sorun sadece iktidar veya
muhalefet değil, bütünüyle siyaset hukuku ve politik kurumlardır.
Zira sıkıntı, milli (medeni) siyaset geleneğinin bilinçsizce terk
edilerek evrensel insanlık davası, hak-hukuk, adalet ahlâkı ve
"insana hizmet" felsefesiyle bağdaşmayan çıkar odaklı ve batı
eğilimli karanlık mecralara girilmesinden kaynaklanmaktadır.
-
Yaşanan kronik sorun: 'Zulümle abâd' ve "demokrasinin dışlanması"
meselesidir.
- Güncel
politika, devlet idaresinde millet iradesini hâkim kılmaktan uzak,;
demokratik hak-özgürlük ve güvenlik kavramlarında çelişkili, GSMH-refah
payının hak kavramı ve adalet ahlakı yönünde tabana yayılmasında
etkisiz; Batıcı bir zihniyetle 'artı değerin' belirli ellerde
toplanmasına taraftar olmakla bu; Evrensel hukuk, milli hars, insani
boyut, bilinç toplumu, siyaset felsefesi ve yönetim biliminin temel
(insani, hukuki ve sosyal) ilkelerine aykırıdır.
-
Dolayısıyla halka hizmet, adalet ve hukuk normlarında zaafa düşen
siyaset sisteminin ivedilikle restore-rehabilite edilmesi; "Türk
İnkılâbı" ile vazedilen objektif ve orijinal ilkelere dönülmesi
gerekir. (Atatürk ilke ve inkılâpları) Aksi takdirde 48 yıldır sürüp
giden yozlaşma, çürüme, maruz kalınan dezinformasyon, psikolojik
savaş, anarşi-terör ve tedhiş, telâfisi kabil olamayacak kadar büyük
toplumsal travma, zarar ve hasara neden olabilecektir.
-
Bu nedenle, sürekli gündeme taşınan sivil Anayasa yerine, bunu
sağlıklı, kalıcı-akılcı ve sürdürülebilir kılacak; Namuslu, dürüst
ve demokrat millet temsilcilerinin seçim şartlarını oluşturmak çok
daha önemli, acil-gerekli ve 'sistemin rehabilite edilmesi'
zorunludur.
-
Bu amaçla: AB süreç ve müktesebatının da (siyasi kriterler) gereği
2820 sayılı "SPK" ve seçim mevzuatı köklü bir değişikliğe tabii
tutulmak, Siyasi Partilerde kesinlikle Genel Başkan sultası
önlenmek; Genel Başkanlık süresi iki dönemle sınırlanmak; Siyaset
ahlakına aykırı ittifaka teşebbüs, oy kaybı yahut seçimlerden
kaçınmada görev hitamı; Mutlak üyelik aidatı; imtina halinde seçme
ve seçilme hakkının kaybı; Halkın rıza ve muvafakatine aykırı;
Haksız, yolsuz, keyfi, tek taraflı ve antidemokratik bir tasarruf;
İnsan hakları, adalet-hukuk nizamının tahakkuk, demokrasinin tesis
ve tedavülü (kurumlaşabilmesi) bakımından 'hazine yardımının' derhal
ve bütünüyle kaldırılması gerekli ve zorunlu olup;
-
Marjinal, statükocu, yalancı-talancı, şirket görüntülü
"antidemokratik vesayet-emanet, sahip-sulta partileri"
(diktatörlükler) yerine "halka-millete ait, (milli irade kaynaklı)
atılımcı, açılımcı, katılımcı, adalet ve hukuka saygılı, ilmi
zihniyete dayalı, ilkeli, namuslu, dürüst ve demokrat" kitle
partilerinin yolu açılmalıdır. Zira siyasi partiler; halka dayalı
olmak, milletten kuvvet almak, gündemi tabandan belirlenmek,
üyelerce denetlenmek, parti içi demokrasiyi tam yaşamak, yaşatmak ve
milletin nabzını ve iradesini mutlaka yansıtmak zorundadır.
- Bu
bağlamda, Parti içi demokrasi kesin ilke ve kurallara bağlanmalı,
mevcut zorunlu organlara ilâveten "Denetleme Kurulları" kurulmalı,
her tür kongre organ seçimi hür irade ve genel seçimlerde uygulanan
tercihli-çarşaf liste ile yapılmalı, kulis yapanlar ve anahtar liste
çıkaranların ihracına ilişkin hüküm konulmalı ve tüzükler buna göre
tahkim edilmelidir.
- Siyasi
Partiler vaat, taahhüt ve projelerini YSK ve YCBS'na beyanla tescil
ettirmeli, zamanaşımı olmaksızın vaatlerinden sorumlu tutularak
siyasete onur, ilke, saydamlık ve sorumluluk kazandırılmalı, böylece
toplumsal bilinç, ilim, yetenek ve kalite desteklenerek, gerçek
hukuk devleti ve kavi demokrasilerde olduğu gibi, insan hakları ve
adalet sisteminin gelişmesine katkı sağlanmalıdır.
- Ayrıca
iktidar, uygulamadığı proje, yerine getirmediği vaat ve taahhütten
dolayı aleyhlerine dava ikame, tazminat, icra-i takip ve kapatma
dâhil her türlü yasal hükümle SPK tahkim edilmeli. Açılacak davalar
ücretsiz olmalı, adaylar ve Partilerince açıklanan hususlar Seçim
Kurulları, Cumhuriyet Savcıları, mülki idare ve mahalli güvenlik
kurumları tarafından belgelenip, tescil edilerek takibe
konulmalıdır.
- KİTLE PARTİLERİ NİZAMI
- Siyasi partiler içinde vaki
olaylar, hak gaspı, ihlal ve ihtilâflar ile bunlara karşı ikame
edilebilecek davalar fevkalade mahdut, muğlâk ve merci-i muhataptan
yoksundur. Oysa vuku-u halinde bu itiraz, şikâyet-takip ve davalara
süre kaydı olmaksızın derhal bakmaya yetkili özel ihtisas
mahkemeleri kurulmak zorundadır. Bu, üyeler yönünden bir hak ve acil
ihtiyaçtır.
-
298 Sayılı seçimlerin temel hükümleri ve seçmen kütükleri hakkındaki
kanunla 2839 Sayılı milletvekili seçimi kanunu da sorunludur. Bu
kanunlar bütün usul, esas, ruh ve ilkeleri ile bütünüyle
değiştirilerek "temsilde adalet, yönetimde ilmi, insani ve
demokratik istikrar" ilkesi esas alınmalıdır. Değişiklikte iki turlu
dar bölge sistemi esas alınarak her bölge bir vekil çıkaracak
şekilde düzenlenmeli, bakanlık sayısı zaten de'facto varit (örtülü
olarak mevcut) başkanlık sistemine geçiş doğrultusunda yeniden
düzenlenmelidir.
-
Sistemin yapılanmasında mutlaka "yedek vekillik" ihdas edilerek;
Ölüm, yüz kızartıcı suç (cürüm), istifa (istifa müessesesi hukuken
tek taraflıdır) ve parti değiştirme halinde derhal ilişik kesme ve
yedekten çağrı esası uygulanarak, mevcut kokuşmuşluk,
yozlaşma-çürüme ve dejenerasyona karşı radikal önlemler alınmalı,
suiistimalci, din tüccarı, siyaset simsarı ve ihanet şebekelerince
oluşturulan "ahlâksız vekil pazarları" dönemi ebediyen
kapatılmalıdır.
-
Böylece, ara ve erken seçim sorunu ortadan kalkacak, büyük ölçüde
maddi tasarruf sağlanacak;.Ülke gerçek istikrar, barış-huzur, ve
devlet umuruna kavuşacaktır. Kemali basiret, adalet-hukuk ve
insaniyet bu şekilde hâkim olur. Aşamalarla başkanlık sistemine
geçilmesi halinde; Milletvekillerinin Yasama ve
Denetleme-Araştırma-Soruşturma görevi hariç olmak üzere, bakanlık
görevi dâhil yürütme de yer almaları mümkün olamaz. Bakanlık
isteyenin ve bakan olanın milletvekilliği sona erer. Böylece
Partiler, kitle ve halk iradesine rücu eder.
- Kürsü
masuniyeti hariç tüm ayrıcalık dokunulmazlık ve imtiyazların
tamamına son verilmesiyle "namuslu-dürüst-ilkeli-kaliteli,
onurlu-sorumlu demokrat" rejim imkân ve ortamı yakalanabilir.
Dahası, TBMM kadrosu beher 10 vekile bir sekreter düşecek tarzda
yeniden düzenlenmeli, meclisin bütün çalışan ve görevli sayısı azami
vekil sayısı ile sınırlanmalıdır.
-
Ayrıca, Milletvekili maaşı asgari ücrete endekslenmeli
"milletvekilleri asgari ücretin katlarına endekslenmeli,
emeklilik ve özlük hakları SGK'ya tabii vatandaştan farklı olamaz"
hükmü "değiştirilemez bir kural" olarak ilgili yasa, tüzük ve
Anayasaya konulmalıdır. Sosyal adaletin temini ve ücretler arasında
denge bu kriterin konulması ve uygulanmasına bağlıdır.
- Buna
paralel yapılacak bir ekleme ve düzenleme ile de; Milletvekillerinin
kamu kurum ve kuruluşları üzerinde cari tasallut, takip ve
tahakkümlerine son verilmeli, vekillerin rüşvet yahut iltimasa
teşebbüsleri suç sayılmalıdır. Zira asiller için suç teşkil eden
fiil, faili olmaları halinde vekillere "ağırlaştırılarak" kapsama
alınmazsa adaletin sağlanması, hukuk devletinin sağlıklı-kalıcı
kılınması kabil değildir. Siyasette ve siyaset kurumlarında üretim,
kalite, onur, ilke ve erdemi yakalamanın başkaca bir yolu yoktur.
-
Bu bağlamda il genel meclisi ve belediye meclisi üyeliği de
"mahalle muhtarlığı" ile birleştirilerek belediyeler siyasetten
soyutlanmalıdır. Uygulanacak iki turlu seçinin 1. turunda
köy-mahalle muhtarları ile bağımsız belediye başkanları seçilmeli,
ikinci turda (seçilememesi halinde) en fazla oy alan 2 başkan adayı
yarışmalı, aynı zamanda birinci turda seçilmiş olan muhtarlar
arasından belediye meclisi ve il genel meclisi üye seçimleri
yapılmadır. Hedef: Yerel yönetimlerde katılımcı demokrasi, uzlaşma
kültürü ve etkin hizmet yolunun açılmasıdır. Bütün mevzuat bu
doğrultuda yeniden ve yerinden yönetim ilkesi ile bireysel
sorumluluk ve hukukun üstünlüğü "adalet ve demokrasi" ilkeleri esas
alınarak yapılandırılmalıdır.
-
Bu taktirde kalite yönetime taşınacak, yönetim kalitesi artacak,
yerel imkân, kaynak ve potansiyel maksimize edilecek ve bu güne
değin belediyelerce yapılan haksızlık, yolsuzluk ve suiistimaller
önlenecektir. Sistemle katılımcı demokrasi, adaletli karar, sorumlu
uygulama ve etkin denetim süreci başlatılabilecektir. Şu kadar ki,
Vekiller için geçerli ilişik kesme-yedek yöntemi bu düzeyde de
geçerli olmalıdır. İşte 'irade-i milliye ve kitle partisi' nizamı
budur.
-
Seçim Kanunlarında hedef, evrensel demokrasinin norm ilke, standart
ve kriterlerine ulaşıp, kurumlaştırmak suretiyle bir daha kesinlikle
değiştirilmesini önleyecek tedbirler almak ve uygulamayı insan
onuruna yakışır biçimde ve en adaletli şekilde (kalıcı ve sürekli
olarak) sağlamaktır. Sanırım acele etmeye gerek yok !...
- Önce
hak, adalet ahlâkı, hukuk ve demokrasi yolu açılmak zorundadır.
- Sonra!
Temiz toplum ve temiz siyaset için "TEMİZELLER OPERASYONU"
-
Namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu, sorumlu; gerçek demokratlar
yönetime gelmeli ve eğer yapılacaksa "sivil anayasa" (sonra) dürüst
bir kadro tarafından yapılmalıdır.
- Olağan
ve doğal olarak bu jest Türk hükümetinden umulur ve beklenirdi.
- Zira
bizde zenginler ve fakirler, memurlar, işçiler ve emekliler,
üreticilerle tüketiciler, çalışanlarla yan gelip yatanlar,
aracı-tefeci-komisyoncu, kayıt içi ve kayıt dışılar arasındaki
uçurum akıllara ziyan. Buna yukarda örneklediğimiz taban ve tavan
ücretleri, kategorik olarak çalışan ve emeklilerin kendi
aralarındaki ayrıcalık, imtiyaz, akıl-mantık, hukuk ve ahlak dışı
farklılıkları da eklediğimizde iş çığırından çıkıyor.
- Sanki
ülkemizde, İnsan haklarını gözeten bir tek kurum veya kuruluş,
Cumhuriyet Savcıları, Yargı, Yasama, Devlet Denetleme Kurulu ve
devletin olmazsa olmaz şartı, her hangi bir "denetim" organı yok
gibi…
-
Hollanda'ya nazaran çok ayıp, utanç ve hicap verici bir durum!..
- Bir
tarafta 8-9 bir YTL arası aylık maaş alan (sözde) millet-vekilleri;
Diğer tarafta bu miktarın günlük olarak verildiği bir federasyon
görevlisi. Öteki Türkler ise, açlık ve yoksulluk sınırı altında
eziliyor. İnsanca falan değil, sadece 'hayatta kalabilme' mücadelesi
veriyor.
-
- DEVLET İDARESİ VE MİLLET İRADESİ
-
Devletin vücut nedeni halk ve hak'tır. Hükümetlerin mutlak felsefesi
de: "Milleti yaşat ki devlet yaşasın" şiarı (ilkesi) olmak
zorundadır. Zira hükümetler halk için vardır. Halk'a hizmet HAK'a
hizmet değil midir?
- Şu
hale nazaran; Her fırsatta, millet iradesinin demokratik tecelli-i
sonucu iktidar olduğunu haykıran Recep Tayip Erdoğan, partisi ve
hükümetinin bu ve buna benzer antidemokratik, haksız-bilinçsiz,
hukuk ve ahlak dışı tasarruflarının tasvip edilmesi, onaylanması ve
uygun görülmesi mümkün değildir.
-
- BAŞBAKANLIK BLOKAJI
- Üstüne
üstlük, Tansu Çiller ve Ana-Sol hükümetleri zamanında cadde
başlarına nizamiye (güvenlik kontrol noktası) konulduğunda,
Başbakanlık halka kapatıldı, milletten soyutlandı diye kıyametler
kopartılmış, yer yerinden oynamıştı. Şimdi Başbakanlığın güvenliği
veya Başbakan'ın geliş güzergâhıdır bahanesiyle yollar kesilmekte ve
Adalet Bakanlığı'nın duvar dibinde yer alan ODTÜ, 100.Yıl dolmuş
durakları dahi kapatılarak (28, 29 ve 31 Ekim) vatandaş haksız ve
gereksiz yere yollarda süründürülüp perişan edilmektedir. Buna
kimsenin hakkı yoktur. Müteddit defalar tekrarlanan durak kapatma
olayı, başta Ankara Valisi ve belediye başkanı olmak üzere, bütün
yetkili ve sorumluların ayıbıdır.
- Zira
hükümetin, bakanların ve millet memurlarının görevi her hususta
adaletli olmak, hukuk ve ahlâk kurallarına uymak, uymayanları tedip
ve terbiye etmek, ekmek parası peşinde koşan, ıstırap ve çile içinde
yaşam mücadelesi veren halkımıza hayatı kolaylaştırmaktır. Kaldı ki
o halkın kahir ekseriyeti açlık ve yoksulluk sınırında hayat
sürmekte, kronikleşen pahalılık, ulaşım ve doğalgaz zamlarından akıl
almaz derece olumsuz etkilenmekte ve günden güne daha da fakirleşip
yoksulluk girdabında üzülüp-ezilmektedir.
- Bu,
sözde siyaset kurumları, yönetici kesim, adalet cihazı, yargı-yasama
ve kayıt dışı edinim erbabı için çok utanç verici bir durum değil
midir?
- Zira
şu geldiğimiz nokta itibarıyla ülkemizde refah içinde, varlık ve
bollukla yaşayan, dünya standartlarında zengin sayılan insan/aile
sayısı genel nüfusun % 5'ini geçmemektedir. Sonra gelen mutlu
azınlıkta fazla değildir. Çeşitli verilere göre, artık orta sınıf
bağlamında telakki edilen halkın yüzdesi de en fazla ancak bunların
toplamı kadardır.
-
- YA GERİSİ !...
- İş
bununla da kalmamakta, yönetim adeta halkı fakirleştirmek için
seferber olmuş gibi bir görüntü vermektedir. Hele şu derin çelişkiye
bir bakın! Hükümet, Diyanet İşleri Başkanlığının dört kişilik bir
aile için Ramazan ayında belirlediği fitre rakamlarına 6 YTL X 4 =
24 X 30 = 720 YTL'ye mukabil; Yine (yetkili) bir kamu kurumu olan
DİE marifetiyle açlık sınırını aynı kategori için 225 YTL olarak
tespit ve ilan edebilmekte; İlgili Genel Müdür'se bir TV kanalında
"bizden istenen bu" diyebilmektedir…
-
Açıkçası: Bu hükümete göre Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin açlık
sınırı 225 YTL'dir.
-
Sendikalar ve STK'lara göreyse bu rakam: Açlık Sınırı'nda en az üç
kat, 675 YTL, Yoksulluk Sınırı'nda da 6 kat. Yani: 1.350 YTL'dir. Şu
hale nazaran mevcut hükümet ve Başbakan nasıl olur da Fatih
Terim'e 260 milyar lira aylık, 8 milyar dolayında günlük ücret
verebilir? Kendileri her türlü insan hakkı, demokrasi, adalet, hukuk
ve ahlak norm, ilke, standart ve kriterlerine aykırı olarak 9.000
YTL (9 milyar ve asgari ücretin yaklaşık 18 katı civarında) aylık
maaş alırken; Niçin? Aylık maaşları miktarınca Fatih Terim'e günlük
ücret öder; Fakir-fukara ve garip-guraba vatandaşı neden süründürür
ve Terim'e niye bu kadar maaş verirler? İlgilinin diğer Türk
vatandaşlarına kıyasen artı değeri ve milli ekonomiye reel katkısı
nedir? Eğer ülkemizde insan hakları, adalet, hukuk, sosyal
sorumluluk, demokrasi ve Yargı varsa bu durum sorgulanmalı ve
mutlaka yargı konusu yapılmalıdır.
-
- NEDEN?
- Çünkü!
Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenler "yurdu ve milleti" öz'lerinden çok
değil; Hiç olmazsa "ÖZ'LERİ KADAR" sevsinler, Anayasa gereği eşitlik
ilkesine uysunlar ve en değerli unsurumuz olan insanlarımızı bir
bütün olarak "adaletle" kalkındırsınlar-geliştirsinler, memnun ve
mutlu edebilsinler diye!... Aksi takdirde ülkemizde ne adalet, ne de
hukuk ve ne de 'insan hakları' yok demektir.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
FATİH TERİM'İN MAAŞI, HÜKÜMET
VE SOSYAL ADALET
Türkiye Futbol Federasyonu Milli Takımlar Sorumlusu Fatih Terim'in
hizmet sözleşmesi 23 Ekim 2008 tarihinde; Yıllık 3 Milyon 120 bin
YTL (3 trilyon 120 milyar TL) bedel/ücretle 2012'ye kadar uzatıldı.
(24 Ekim 2008 tarihli gazeteler) Bu miktar aylık olarak
hesaplandığında 260 bin YTL/TL bazında 260 milyar ve günlük 8 milyar
670 milyon lira etmektedir. Yani bir bakan veya milletvekili maaşı
kadar günlük ücret!...
Federasyonun dayanağı ise devlettir.
Federasyon, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve halkı adına iş görür.
Benzerlik yönünden bir karşılaştırma yapacak olursak, Türkiye'nin
iki yıllığına BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği'ne seçilmesi
olayını gösterebiliriz. Milletçe sevinerek ve büyük ümitler
beklentisiyle taktirle karşılanan bu teşebbüs sürecinde aracılar ve
lobicilere 50 milyon dolar (50x1.66=83 trilyon TL) dağıtıldığı
bizzat Sayın Dışişleri Bakanı tarafından açıklanmıştır. Ki bu,
bütçede hiçbir karşılığı olmayan ve halkın rızası hilâfına tasarruf
edilen bir rüşvettir. Tasarruf sahibi ise hükümet;
Başka
bir deyişle bu hükümet, salt aynı gayeye matuf mezkür maaş bağlamaya
göz yumarak müsamaha etmiş olsa da, bu tasarruf bilinç yoksulu
fakir-fukara ve garip-guraba Türk halkı nazarında büyük haksızlık,
sosyal adalet ve eşitlik ilkelerine alenen aykırılık, apaçık bir
yolsuzluk ve hovardalıktır.
Buna
mukabil şu, (600'lü yılların İran hükümdarı) ateşperest Nü-şi'revan
misal gâvur (!) dediğimiz Hollandalının yaptığına bir bakın:
"Hollanda hükümeti, kamu kurum ve kuruluşlarıyla devletin ortak
(taraf-muhatap) olduğu yarı resmi büyük şirketlerde çalışan üst
düzey yöneticilerin yıllık gelirlerine 'toplumsal tepkiler
nedeniyle' sınır getirdi" (Anayurt Gazetesi, 27 Ekim 2008-Pazartesi)
HAYRET Kİ, NE HAYRET!..
Olağan
ve doğal olarak bu jest Türk hükümetinden umulur ve beklenirdi.
Zira
bizde zenginler ve fakirler, memurlar, işçiler ve emekliler,
üreticilerle tüketiciler, çalışanlarla yan gelip yatanlar,
aracı-tefeci-komisyoncu, kayıt içi ve kayıt dışılar arasındaki
uçurum akıllara ziyan. Buna yukarda örneklediğimiz taban ve tavan
ücretleri, kategorik olarak çalışan ve emeklilerin kendi
aralarındaki ayrıcalık, imtiyaz, akıl-mantık, hukuk ve ahlak dışı
farklılıkları da eklediğimizde iş çığırından çıkıyor.
Sanki
ülkemizde, İnsan haklarını gözeten bir tek kurum veya kuruluş,
Cumhuriyet Savcıları, Yargı, Yasama, Devlet Denetleme Kurulu ve
devletin olmazsa olmaz şartı, her hangi bir "denetim" organı yok
gibi…
Hollanda'ya nazaran çok ayıp, utanç ve hicap verici bir durum!..
Bir
tarafta 8-9 bir YTL arası aylık maaş alan (sözde) millet-vekilleri;
Diğer tarafta bu miktarın günlük olarak verildiği bir federasyon
görevlisi. Öteki Türkler ise, açlık ve yoksulluk sınırı altında
eziliyor. İnsanca falan değil, sadece 'hayatta kalabilme' mücadelesi
veriyor.
DEVLET İDARESİ VE MİLLET İRADESİ
Devletin vücut nedeni halk ve hak'tır. Hükümetlerin mutlak felsefesi
de: "Milleti yaşat ki devlet yaşasın" şiarı (ilkesi) olmak
zorundadır. Zira hükümetler halk için vardır. Halk'a hizmet HAK'a
hizmet değil midir?
Şu
hale nazaran; Her fırsatta, millet iradesinin demokratik tecelli-i
sonucu iktidar olduğunu haykıran Recep Tayip Erdoğan, partisi ve
hükümetinin bu ve buna benzer antidemokratik, haksız-bilinçsiz,
hukuk ve ahlak dışı tasarruflarının tasvip edilmesi, onaylanması ve
uygun görülmesi mümkün değildir.
BAŞBAKANLIK BLOKAJI
Üstüne
üstlük, Tansu Çiller ve Ana-Sol hükümetleri zamanında cadde
başlarına nizamiye (güvenlik kontrol noktası) konulduğunda,
Başbakanlık halka kapatıldı, milletten soyutlandı diye kıyametler
kopartılmış, yer yerinden oynamıştı. Şimdi Başbakanlığın güvenliği
veya Başbakan'ın geliş güzergâhıdır bahanesiyle yollar kesilmekte ve
Adalet Bakanlığı'nın duvar dibinde yer alan ODTÜ, 100.Yıl dolmuş
durakları dahi kapatılarak (28, 29 ve 31 Ekim) vatandaş haksız ve
gereksiz yere yollarda süründürülüp perişan edilmektedir. Buna
kimsenin hakkı yoktur. Müteddit defalar tekrarlanan durak kapatma
olayı, başta Ankara Valisi ve belediye başkanı olmak üzere, bütün
yetkili ve sorumluların ayıbıdır.
Zira
hükümetin, bakanların ve millet memurlarının görevi her hususta
adaletli olmak, hukuk ve ahlâk kurallarına uymak, uymayanları tedip
ve terbiye etmek, ekmek parası peşinde koşan, ıstırap ve çile içinde
yaşam mücadelesi veren halkımıza hayatı kolaylaştırmaktır. Kaldı ki
o halkın kahir ekseriyeti açlık ve yoksulluk sınırında hayat
sürmekte, kronikleşen pahalılık, ulaşım ve doğalgaz zamlarından akıl
almaz derece olumsuz etkilenmekte ve günden güne daha da fakirleşip
yoksulluk girdabında üzülüp-ezilmektedir.
Bu,
sözde siyaset kurumları, yönetici kesim, adalet cihazı, yargı-yasama
ve kayıt dışı edinim erbabı için çok utanç verici bir durum değil
midir?
Zira
şu geldiğimiz nokta itibarıyla ülkemizde refah içinde, varlık ve
bollukla yaşayan, dünya standartlarında zengin sayılan insan/aile
sayısı genel nüfusun % 5'ini geçmemektedir. Sonra gelen mutlu
azınlıkta fazla değildir. Çeşitli verilere göre, artık orta sınıf
bağlamında telakki edilen halkın yüzdesi de en fazla ancak bunların
toplamı kadardır.
YA GERİSİ !...
İş
bununla da kalmamakta, yönetim adeta halkı fakirleştirmek için
seferber olmuş gibi bir görüntü vermektedir. Hele şu derin çelişkiye
bir bakın! Hükümet, Diyanet İşleri Başkanlığının dört kişilik bir
aile için Ramazan ayında belirlediği fitre rakamlarına 6 YTL X 4 =
24 X 30 = 720 YTL'ye mukabil; Yine (yetkili) bir kamu kurumu olan
DİE marifetiyle açlık sınırını aynı kategori için 225 YTL olarak
tespit ve ilan edebilmekte; İlgili Genel Müdür'se bir TV kanalında
"bizden istenen bu" diyebilmektedir…
Açıkçası: Bu hükümete göre Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin açlık
sınırı 225 YTL'dir.
Sendikalar ve STK'lara göreyse bu rakam: Açlık Sınırı'nda en az üç
kat, 675 YTL, Yoksulluk Sınırı'nda da 6 kat. Yani: 1.350 YTL'dir. Şu
hale nazaran mevcut hükümet ve Başbakan nasıl olur da Fatih
Terim'e 260 milyar lira aylık, 8 milyar dolayında günlük ücret
verebilir? Kendileri her türlü insan hakkı, demokrasi, adalet, hukuk
ve ahlak norm, ilke, standart ve kriterlerine aykırı olarak 9.000
YTL (9 milyar ve asgari ücretin yaklaşık 18 katı civarında) aylık
maaş alırken; Niçin? Aylık maaşları miktarınca Fatih Terim'e günlük
ücret öder; Fakir-fukara ve garip-guraba vatandaşı neden süründürür
ve Terim'e niye bu kadar maaş verirler? İlgilinin diğer Türk
vatandaşlarına kıyasen artı değeri ve milli ekonomiye reel katkısı
nedir? Eğer ülkemizde insan hakları, adalet, hukuk, sosyal
sorumluluk, demokrasi ve Yargı varsa bu durum sorgulanmalı ve
mutlaka yargı konusu yapılmalıdır.
NEDEN?
Çünkü!
Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenler "yurdu ve milleti" öz'lerinden çok
değil; Hiç olmazsa "ÖZ'LERİ KADAR" sevsinler, Anayasa gereği eşitlik
ilkesine uysunlar ve en değerli unsurumuz olan insanlarımızı bir
bütün olarak "adaletle" kalkındırsınlar-geliştirsinler, memnun ve
mutlu edebilsinler diye!... Aksi takdirde ülkemizde ne adalet, ne de
hukuk ve ne de 'insan hakları' yok demektir.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
GELENEK;
MENDERES
‘VASİYET-EMANET’
VE
DEMOKRAT PARTİ
Süleyman Soylu
Başkanlığında ‘Beyaz Yürüyüş’ ünü tamamlayan Demokrat Parti, 15- 16
Kasım 2008 Cumartesi-Pazar günü 9. Olağan Büyük Kongresini yapacağını
açıkladı.
(26 Ekim 2008 tarihli gazeteler)
|
Haberi
duyunca, 5.05.2007 günü Doğru Yol Partisi (DYP, Mehmet Ağar) ile
Anavatan Partisi (ANAP, Erkan Mumcu) arasında yaşanan
tatsız-tuzsuz, seviyesiz tartışmalar, basına yansıyan
demagoji-polemik ve iğrenç atışmalar geldi aklıma. (01 Nisan 2007
- 14 Mayıs 2007 tarihleri arası)
Doğrusu olayın en önemli
aktörlerinden biri de bendim. En azından öyle sanıyordum.
Derdim siyasi gelenek,
kanun-ahlâk ve hukuk bakımından dört başı mamur bir birleşme ve
bütünleşme olsun idi.
Fakat sonradan öğrendim
ki, mesele ne logo, ne tüzük ve ne de program değil; Sadece ve
yalnızca para imiş.
Sonraki hezimet
malum, buna ‘DP’nin lâneti denir.
Amma lâkin en iyisini Murat
Uzman’la Aydın Menderes bilir.
Hani şu: “Çarşıya kadar
değil, pazara kadar değil, mezara kadar meselesi..”
O’da, BDP’yi ‘para
meselesinden’ DP’ye katmıştı.
Şık olmadı, iyi
gelmedi.
Bilen bilir.
|
|
|
Başta
Cemal Külâhlı, Rasim Cinisli ve muazzam bir teşkilât olmak üzere,
çok değerli bir kadro harcandı gitti!..
Buna asla hakları yoktu.
Netice itibarıyla:
2007’de DYP’nin adı
“Demokrat Parti” olarak değişti.
AP’nin ilk logosu (kutsal)
kitap’ı tekmeleyip hışımla savuran at, sırtını halka dönüp AB’ye
karşı oturdu.
Oysa DP’nin başvurduğu
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) idi, sonra AT oldu… Şimdi de AB!..
|
|
-
Ne Atatürk’ün vasiyet ettiği buydu ve ne de
-
Başvekil Menderes’in.
Ama CHP ve MHP’nin bile
zerresinden taviz vermediği logo’ya, tüzüğe ve programa DYP
samimiyet ve sadakatle sahip çıkamadı.
Çıkmadı.
AP’ye sahip çıkabildi mi
sanki?
Olay bu kadar basit
değil.
Örneğin:
|
|
DP son
10. Olağan Büyük Kongresini 02 Mayıs 2004’de yaptı.
Şu hale nazaran silsile
takip edilerek, tarihe, mana ve misyona saygı duyularak bu
kongrenin 11. Olağan Büyük Kongre olarak ilânı gerekti.
Yine bu kongrede, (halâ
umulur ve beklenir ki) büyük bir samimiyet-sadakat, geleneğe
saygı, ahde vefa ve tazimle revize edilip YCBS tarafından
onaylanan 2002 DP tüzüğü hayata geçsin, kongre no’su 11. olsun,
“Yeter
!.. Söz Milletindir”...
anlamına gelen logo
onaylansın ve zımmi iktidarı süren DP;
Beyaz Yürüyüşten sonra
“İktidar Yürüyüşüne” başlasın. |
Bakınız!
Şehit Başvekil, Merhum Adnan Menderes’in apaçık bir ‘emanet,
vasiyet ve dava sahiplerine işaret’ anlamına gelen son sözlerine:
“Size dargın değilim.
(Biz) Sizin ve diğer zavallıların iplerinin hangi efendiler
tarafından idare edildiğini biliyoruz. |
|
Onlara da dargın değilim.
Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki:
“-Hürriyet uğruna ortaya koyduğu başını on yedi sene evvel
alamadığınız için size müteşekkirdir.”
İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok.
Ölüme bu kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan
kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?
|
Şunu da söyleyeyim ki;
Milletçe, bir gün kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve
efendilerinizi yine ben, 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim.
Dirimden çekinip korkmayacaktınız!
Ancak, milletçe el ele vererek ölüm (masumiyetim-eserlerim ve
naaşım);
Ölünceye kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip
süpürecektir.
Buna rağmen, merhametim, yine de sizinle beraberdir.”
…dedikten sonra yüksek
sesle şahadet getirerek ruhunu teslim ederek Rahmet-i Rahman’a
yürümüştür.
(Prof. Dr. İsa Kayacan, Mezarlık Kültürümüzden Örnekler, s: 366) |
İ ş t e !.....
Ülkeyi içinde bulunduğu
kaos, bunalım ve buhrandan kurtaracak;
Dikta, despot ve
mütegallibeye;
“Yeter!..
Söz Milletindir”
diyecek;
48 yıl sonra tekrar millet
iradesini devlet idaresine taşıyacak;
Cumhuriyet’i Demokrasiyle
buluşturup adalet ahlâkı,
hak ve hukuk’u hakim
kılacak dava-misyon,
gelenek ve gerçek mefküre
budur.
Şimdi, ‘isim değiştirdiği
zehabıyla’ omuzlarına aldığı yükün ve yükümlülüğün farkında
olmayan kadim DYP’li kardeşlerime soruyorum:
“Gerçek:
'DEMOKRAT PARTİ'
olmaya var mısınız?”
|
|
gercek.demokrat@hotmail.com
P.K. 118 [06442] Yenişehir-ANKARA
DP., 7. ve
9. dönem Genel Başkan Yardımcısı, son Tüzük Kom. Bşk.,
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
KUTSAL MİRAS; IŞIK VE AŞK
Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen anlatıyor: Bir
gün Gazi Orman Çiftliğinde dolaşıp hava alırken, oldukça yaşlı bir
kadına rastladık. Atatürk attan inerek sessizce bu ihtiyar kadının
yanına sokuldu.
-Merhaba Nine,
Kadın
Ata'nın yüzüne bakarak hafif, ürkek, mütereddit ve titrek bir sesle;
-Merhaba dedi,
-Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp,
-Neden
sordun ki, dedi. Sen buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
Paşa
gülümsedi.
-Ne
sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin
malıdır. Buraların sahibi de, bekçisi de Türk milletinin bizatihi
kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın
başını salladı.
-Tabii
söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği,
atın geç yetiştiği kurak, kavruk köylerinden birindenim. Bizim
mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, çıktım doğru Angara'ya
geldim.
-Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
-Gazi
Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum
gâvur harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan kurtaran kişiyi bir
kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi
Gazi Paşa… Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet
alıverip saldı Angara’ya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de
bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi oradan oraya vurup
duruyom bey.
-Senin
Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı?
Kadının birden yüzü sertleşti.
-Tövbe
de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı
gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını
onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? O’nun sayesinde şimdi
istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gâvur dölünün köpeği
olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa
yüzünü görmek, O’na sağol paşam! demek için düştüm yollara. O’nu
görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama
benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri
deyiver.
Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden
belliydi. Bana dönerek:
-Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm,
benim vefalı Türk anamdır bu…
Attan
indim. Yaşlı kadının elini tuttum :
-‘Anacığım’ dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını
süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte
karşında, yanı başında duruyor.
Köylü
kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere
fırlatıp, Atatürk' ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.
İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan,
ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa
öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden
küçük bir paket çıkarttı. İçinde beze sarılmış bir köy peyniri
vardı. Bunu Atatürk'e uzattı:
-Tek
ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye
getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen oracıkta bezi
açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke
kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi; "Bu Anamızı alın burada iki
gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek
verin, benim armağanım olsun.
KISSA’DAN HİSSE: İşte! Krizler, bunalımlar ve kaotik buhranlar
karşısında dimdik duracak, Türk olmanın onur ve erdemiyle, yurdunu
ve milletini öz’ünden çok severek çözüm üretecek sır (basiret, beka,
deha, kudret ve kuvvet) bu anı’da gizlidir. Gözyaşlarınız dinince,
siz de düşünün biraz…
Yüreğiniz, Türk İnkılâbının ışık ve aşk’ına, idrakine açıksa
EĞER!...
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
35 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
MENDERES 'VASİYET-EMANET' VE DP
Süleyman Soylu Başkanlığında 'Beyaz Yürüyüş' ünü tamamlayan Demokrat
Parti, 15- 16 Kasım 2008 Cumartesi-Pazar günü 9. Olağan Büyük
Kongresini yapacağını açıkladı.
Haberi duyunca, 5.05.2007 günü Doğru Yol Partisi (Mehmet Ağar) ile
Anavatan Partisi (Erkan Mumcu) arasında yaşanan tatsız-tuzsuz,
seviyesiz tartışmalar, basına yansıyan demagoji-polemik ve iğrenç
atışmalar geldi aklıma. Doğrusu olayın en önemli aktörlerinden biri
de bendim. En azından öyle sanıyordum. Derdim siyasi gelenek,
kanun-ahlâk ve hukuk bakımından dört başı mamur bir birleşme ve
bütünleşme olsun idi. Fakat sonradan öğrendim ki, mesele ne logo, ne
tüzük ve ne de program değil; Sadece ve yalnızca para imiş.
Sonraki hezimet malum,
buna 'DP'nin denir. Bilen bilir. Amma lâkin en iyisini Murat
Uzman'la Aydın Menderes bilir. Hani şu: "Çarşıya kadar değil, pazara
kadar değil, mezara kadar meselesi.." O'da, BDP'yi 'para
meselesinden' DP'ye katmıştı. Şık olmadı, iyi gelmedi. Başta Cemal
Külâhlı, Rasim Cinisli ve muazzam bir teşkilât olmak üzere, çok
değerli bir kadro harcandı gitti!.. Buna hakları yoktu. Amma onlar
aşağıdaki gerçekleri bilmiyorlardı.
ÖZETLE: "1950-1960
Dönemi: Bilindiği gibi DP,1950' de oyların %53.3 ünü, 1954'de
%56.6'sını ve 1957 'de %47.3' ünü almış, 1960 ta da bir erken seçim
sözü verilmiş iken (26 Mayıs 1960, A.Menderes Eskişehir Mitingi)
dünya tarihinde eşi-emsali görülmemiş ve doğrudan tek partiye karşı
yapılmış antidemokratik ve yasadışı kara bir darbe yapılarak, cebren
ve hile ile gerici, çıkarcı, yobaz, çağdışı ve halk düşmanı bir
kesimce iktidardan uzaklaştırılmıştır. Bu cihetle DP, hukuken ve
fiilen iktidarı devam eden ve bu durumunun resmen kabulü lazım gelen
"masum ve mazlum bir misyon" mesabesindedir.
DP 10 yıllık iktidar
dönemi; Türk halkının açlık, kıtlık, yokluk, cehalet, sefalet,
fakirlik, kriz bunalım ve buhran, yoksulluk, işsizlik ve kıtlığın
hüküm sürdüğü ve Cumhuriyet tarihinde "az gelişmişlik ve geri
kalmışlığın" en kritik noktaya dayandığı yerden başlar. Aynı dönemde
siyaset yozlaşmış, rüşvet, yolsuzluk, ayırma-kayırma ve suiistimal
almış yürümüş, çok katı, karanlık ve despot, bir dikta rejimi halkı
canından bezdirmiştir.
Türkiye tıpkı bugünkü
gibi yaşanamaz ve tahammül edilemez bir haldedir. Dahası milli
değerler ve manevi mukaddeslere karşı oluşturulan düşmanca tavır ve
politikalar, prototip insan yaratma eğilimi, yok edilen köylü, esnaf
ve malını çalmaya zorlanan çiftçi ile "yol vergisi + milli koruma
kanunu" adı ardında sürüp giden halk partisi güdümlü jandarma
zulmü.. Bunun yanında Halk Partisi saflarında yerleşen,
belirginleşen ve giderek devleti bütünüyle ele geçiren, sömürgen bir
"mutlu azınlık" buna mukabil ezilen, üzülen ve ıstırap çeken bir
"çarıklı çoğunluk". İşte DP bütün bunlara son verdi. İktidar olduğu
gün Cumhuriyeti demokrasi ile buluşturdu, halkı devleti ile
barıştırdı. Büyük Atatürk' ün en büyük hasret, emel, hayal ve
idealini gerçekleştirdi. Millet idaresini, devlet idaresine taşımak
suretiyle 1946 dan beri ilk kez "Egemenlik Kayıtsız Şartsız
Milletindir." ilke ve vecizesini hayata geçirdi.14 Mayıs 1950, O
güne kadar eşi benzeri görülmeyen bir büyük coşkuyla kutlandı ve
"DEMOKRASİ BAYRAMI" ilan edildi. Ayrıca; Atatürk' ün programını
bütünüyle uygulamak suretiyle, Cumhuriyet tarihinin en büyük
değişim-dönüşüm, kalkınma-gelişme, bütün alan ve sektörleri içine
alan (çok yönlü) yeniden yapılanma, çağdaşlaşma ve modernleşme
hareketini gerçekleştirdi. İşsizlik kısa sürede sıfırlandı. Bütün
ekonomik göstergeler en yüksek düzeye çıkarıldı. Milletimiz yok olan
milli, ilmi, maddi-manevi, sosyal, bilimsel ve kültürel değerlerine
kavuşturuldu. Halk devletle, devlet halkla barıştı. İnsan Hakları,
anlayış, barış, adalet, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve
demokrasi bütün kurum ve kuralları ile evrensel norm, standart ve
kriterleri ile hayata geçirildi. Alevi ve Roman (Çingene)
vatandaşlarımıza ilk kez Nüfus hüviyet cüzdanı verilerek kimlik ve
kişilik kazandırdı. Tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi, TL'nin
kıymeti arttı. Doların değeri değişmedi. NATO normlarına göre 10
yılda 100 yıl karşılığı (dünya tarihinde eşi–emsali görülmemiş) bir
kalkınma ve iktisadi-siyasi-manevi-sosyal-bilimsel ve kültürel
gelişme ve büyüme hareketini hayata geçirdi. Sosyal devlet,
Cumhuriyet ve laiklik ilkesini çağdaş modern ve muasır düzeyde,
norm-standart, kriter ve ilkelere kavuşturdu. Toplumsal barış,
karşılıklı anlayış huzur, varlık, bolluk zenginlik ve refah ortamı
sağladı. Ülkemizi geri, çağdışı, ilkel bir durumdan kurtarıp dönemin
birinci sınıf dünya devletleri düzeyine ulaştırdı. Milli, moral ve
manevi değerleri geliştirdi. İnsan Hakları, Adalet ve Hukuk hayata
geçti.
DP mefküresi; 46
ruh-dava ve misyonu olarak, TC' nin, geleneksel ve evrensel bir
devlet olma sürecini tamamladı. İçeride ve dışarıda onurlu, itibarlı
ve muteber devlet trendini yakaladı. Dış politikada barış itimat ve
istikrar dönemini başlattı Türkiye lehine en kalıcı, geleceğe
yönelik anlaşma ve ittifakları oluşturdu. (BM-NATO-AET) Kıbrıs
konusunu çözümledi. Lozan'a rağmen tekrar "Milli Dava" düzeyine
taşıdı. Fakirlik, yoksulluk, yolsuzluk ve cehaleti yendi. İşsizliği
sıfırladı. Sendikacılık, sosyal güvenlik sigorta ve emeklilik, iş
güvenliği ve iş barışını getirdi. Endüstriyel, ekonomik ve
teknolojik kalkınma ve gelişme yanında iyi insan, onurlu ve sorumlu
vatandaşlık bilincini geliştirdi. Eğitim kalitesini yükseltti. ODTÜ
dâhil yeni üniversite ve eğitim kuruluşları oluşturdu. Tarım-Ticaret
ve Sanayi Odaları ile Meslek birliklerini kurdu. Dış ticareti ve
turizmi geliştirdi. Özelleştirme, yabancı kredi, dış finansman gibi
sözcükleri ilk defa iktisat ve ticaret hayatına ve devlet
literatürüne kattı. Tarımdan enerjiye akıllara durgunluk veren ve
1949 a göre %500' lere varan ve %26' ları bulan bir kalkınma,
yatırım üretim ve sanayileşme atılımını hayata geçirdi"
Netice itibarıyla
2007'de DYP'nin adı "Demokrat Parti" olarak değişti. AP'nin ilk
logosu (kutsal) kitap'ı tekmeleyip hışımla savuran at, sırtını halka
dönüp AB'ye karşı oturdu. Oysa DP'nin başvurduğu Avrupa Ekonomik
Topluluğu (AET) idi, sonra AT oldu… Şimdi de AB!.. Ne Atatürk'ün
vasiyet ettiği buydu ve ne de Başvekil Menderes'in.
Ama CHP ve MHP'nin bile
zerresinden taviz vermediği logo'ya, tüzüğe ve programa DYP
samimiyet ve sadakatle sahip çıkamadı. Çıkmadı. AP'ye sahip
çıkabildi mi sanki? Olay bu kadar basit değil. Örneğin: DP son 10.
Olağan Büyük Kongresini 02 Mayıs 2004'de yaptı. Şu hale nazaran
silsile takip edilerek, tarihe, mana ve misyona saygı duyularak bu
kongrenin 11. Olağan Büyük Kongre olarak ilânı gerekti. Yine bu
kongrede, (halâ umulur ve beklenir ki) büyük bir samimiyet-sadakat,
geleneğe saygı, ahde vefa ve tazimle revize edilip YCBS tarafından
onaylanan 2002 DP tüzüğü hayata geçsin, kongre no'su 11. olsun,
"Yeter !.. Söz Milletindir" anlamına gelen logo onaylansın ve
zımmi iktidarı süren DP; Beyaz Yürüyüşten sonra "İktidar Yürüyüşüne"
başlasın. Bakınız! Şehit Başvekil, Merhum Adnan Menderes'in apaçık
bir 'emanet, vasiyet ve dava sahiplerine işaret' anlamına gelen son
sözlerine:
"Size dargın değilim.
(Biz) Sizin ve diğer zavallıların iplerinin hangi efendiler
tarafından idare edildiğini biliyoruz. Onlara da dargın değilim.
Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki: "-Hürriyet uğruna ortaya
koyduğu başını on yedi sene evvel alamadığınız için size
müteşekkirdir." İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme bu
kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman
efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki;
Milletçe, bir gün kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve
efendilerinizi yine ben, 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim.
Dirimden çekinip korkmayacaktınız! Ancak, milletçe el ele vererek
ölüm (masumiyetim-eserlerim ve naaşım); Ölünceye kadar sizi takip
edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen, merhametim,
yine de sizinle beraberdir." dedikten sonra yüksek sesle şahadet
getirerek ruhunu teslim ederek Rahmet-i Rahman'a yürümüştür.(*)
İşte! Ülkeyi içinde
bulunduğu kaos, bunalım ve buhrandan kurtaracak; Dikta, despot ve
mütegallibeye "Yeter!.. Söz Milletindir" diyecek; 48 yıl sonra
tekrar millet iradesini devlet idaresine taşıyacak; Cumhuriyet'i
Demokrasiyle buluşturup adalet ahlâkı, hak ve hukuk'u hakim kılacak
dava-misyon, gelenek ve gerçek mefküre budur. Şimdi, 'isim
değiştirdiği zehabıyla' omuzlarına aldığı yükün ve yükümlülüğün
farkında olmayan kadim DYP'li kardeşlerime soruyorum: "Gerçek DP
olmaya var mısınız?" * Prof. Dr. İsa Kayacan, Mezarlık Kültürümüzden
Örnekler, s: 366
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
36 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
MÜZMİN KRİZDEN KURTULUŞ
Dünkü
makalemi okumuş olmalısınız. Sonucu bağladığım “Gözyaşlarınız
dinince, siz de düşünün biraz. Yüreğiniz, Türk İnkılâbının ışık ve
aşk’ına, idrakine açıksa EĞER!” sözü ne kadar anlamlı, özgün, önemli
ve değerlidir bilir misiniz?
Tıpkı
Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Hayatta, en hakiki mürşit (yol gösterici)
ilimdir” ve “Türk demek: Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe
yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene” tanımlamasını içeren vecize
gibi..
Bu
kavramlar, vecizeler, emir, tanım, hedef ve talimatların içi boş
değil!
Hepsi
bir değer. Milli devletin ‘değişmez-değiştirilemez’ umdeleri.
Mürşidin irşadı açık, anlamaya ve yaşamaya çalışmak gerek!..
Hele
dünya çapında bir krizin devasa dalgaları üstümüze yönelmiş iken;
Daha derin düşünmek, kalıcı ve sürdürülebilir çözümler üretmek ve
bunları adaletle, toplumun her kesimini kapsayacak biçimde uygulamak
Lozan
Antlaşması ile TC Müslüman bir devlet olarak kurulmuş, esas kurucu
halk (günün terminolojisi uyarı) Müslüman, Müslüman olmayanlar ise
tali unsur, yani gayrimüslim biçiminde tanımlanmıştır. Millet
iradesinin devlet idaresinde, tereddütsüz (mutlak) tecelligâhı
“egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” emrinin muhatabı
TBMM’dir. İdare cihazı vekiller, milletin; ‘illimde kadim, ehli
vukuf, fazilet ve liyakatte yüksek, seçkin, madden mutmain (maddi
hırs, egoizm-bencillik ve ihtiraslarından arınmış) manen Müslüman ve
dindar” insanlar (!) arasından seçilmek zorundadır. Bu, Cumhuriyet
geleneğinin esasını teşkil eder.
Bahse
konu dindar sözcüğü illâ Muhammedi olmak zaruretini mucip değildir.
Elbette dininde samimi İseviler ve Museviler de idarede ‘vekil’
sıfatını haiz olarak seçilebilir ve yer alabilirler. Mesele dinsiz
güruhun devlete sızmasını önlemektir.
Zira,
Türk idare sisteminin öznesi “İNSAN” dır. İnsan, “sadece ve yalnızca
iyi, namuslu, dürüst, onurlu-sorumlu ve hukuka saygılı kişiler”
olarak tanımlanır. TC, insanlık onuru, adalet ahlakı ve hukuk temeli
üzerine inşa edilmiş bir devlettir. Bunu idrak edemeyen gafil, cahil
yahut da bedhahtır. Bunlar ‘derhal’ uygulanması lâzım gelen
ilkelerdir.
Aksi
takdirde enflasyon minimize edilemez. Pahalılık, yoksulluk,
yalan-talan, hırsızlık ve yolsuzluk önlenemez. Kronik krizlerin önü
alınamaz. Kaotik buhran ve bunalımlara “dur” denilemez. Ta ki, ‘dip
dalga’ ayağa kalkar ve yeni bir milli mücadele başlayıncaya kadar.
Bilmeyenlere bildirelim. Öncelikli ve ACİL, krizden kurtulma
çareleri şunlardır:
1.
Halen müstahsil tarafından üretilen bir mal veya hizmet, tüketiciye
fiyatı katlanarak intikal etmekte, aracı-tefeci-komisyon ve
spekülatör % 300’den 3 binlere kadar haksız çıkar sağlamakta dolaylı
vergiler (kdv-ötv) nihai fiyat üzerinden tahakkuk ve tahsil
edilmekte; % 67’lere varan kayıt dışı nedeniyle vatandaş soyulmakta,
devlet büyük oranda istismar ve suiistimal edilmektedir. Önce bunun
önlenmesi, üretici-tüketici arasında vaki bütün hukuk ve ahlak dışı
unsurlar derhal ‘sosyal devlet’ mucibi temizlenerek diskalifiye
edilmelidir.
2. Her
ne pahasına olursa olsun, milletin kanını-devletin canını emen nüfuz
ticareti, yolsuzluk-görevi kötüye kullanma biçimi ‘yandaş-yoldaş’
ekonomisi nizama sokulmak; Başta fahiş fiyatlandırma, sabit ücret,
rızaya muhalif mücbir kesinti gibi zoraki gasp ve irtikaplara
‘teşmil kararlarıyla’ son verilmek; Fakir-fukara yardımları, kaynak
ve sarf cetvelleri itibarıyla şeffaflaştırılmak; Kişi ve kurum
borçları ülkenin her tarafında mutlaka tahsil edilmek; Makam ve
memuriyet saltanatına son verilmek; Özelleştirilmeler durdurulmak ve
her derece-düzeyde teyakkuz derecesinde tasarruf tedbirleri alınarak
adaletle uygulanmak zorundadır.
3.
Ayrıca, yukarıdaki ilkeler dâhilinde gelir adaletsizliği önlenmeli..
3000 YTL üstü maaşlar ile fiyatlar dondurulmalı. Haksız zamlar geri
alınmalı. Bütün sektörlere ücret ve kâr haddi sınırı getirilmeli;
İşten atmalar durdurulmalı, servete dayalı acil vergi reformu ile
haksız edinim ve saadet zincirleri kırılmalı, kamu hastaneleri
ücretsiz olmalı ve asgari ücret derhal vergi dışı bırakılarak,
yürürlükte olan tüm ayrıcalık, muafiyet ve imtiyazlara son
verilmelidir.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
37 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- ÖTEKİ GAZETECİLİK VE MEDYA
TERÖRÜ
-
Günümüzde sübjektif bir sektör haline gelen gazetecilik, giderek
haber tüccarlığına dönüşmüş, objektivitesini yitirmiş, meslek
ilkeleri tabana vurmuş, çürüme ve yozlaşma zirve yapmış
bulunmaktadır. Daha açık, net, reel ve güncel tabiriyle bu,
'gazetecilik = habercilik / medya alanı' varlık sebebi, kaynak,
dayanak ve "asli unsurundan" uzaklaşmış, amaçlarından sapmış,
ilkesizlik, onursuzluk ve değersizlik hâkim unsur haline gelmiştir.
-
Buna mukabil; 'öteki medya' dediğimiz ilkeli-onurlu ve sorumlu
gazetecilik mağdur ve perişan edilmekte; Rüştünü İstiklâl savaşıyla
ispat etmiş Anadolu Basını ile bir avuç Milli medya iflasın eşiğine
sürüklenmeye, daha açık bir deyimle kendi öz vatanında boğulmaya ve
bu şekilde er meydanı, bedhahlarca (iç ve dış düşman) işgale
çalışılmaktadır.
- Gerçek
şu ki: Ticari medya alanı, ekserisi insanlık aleyhine faaliyet
gösteren, edinim hırsıyla gözü dönmüş, kanun-kural tanımayan, hırs,
inat ve ihtirasla tek belirleyici olmaya ve dünyayı yönetmeye
kalkışan 'sorunlu sektör'e, gerçek anlamıyla "medya terörü" ne
dönüşmüş bulunmaktadır. Üstelik bu sorumlu sektörün içyapısı da
olabildiğince sorunludur. Zira medya patronları ilkeli-onurlu
objektif-tarafsız gazeteciliğe tahammülsüz; Etik ve hukuk
standartları dâhilinde bile ulusal-milli, insani ve medeni bilinç
toplumuna karşıdırlar.
-
Özellikle, Karen Foog ve Soros ürünü Açık Toplum Örgütleri ile
bunlara paralel siyasi -ticari medya yoluyla emperyalizmin yeni
kölelik adlı küresel sermaye ve yoğun sömürü hareketine öncülük
etmekte, aysberg'in su üstünde kalan/görünen yüzüyle bu menfur
hareket, yer yüzünde 4. kuvvet olarak dünya barışına hizmet etmek
yerine, bütün erklerin önüne geçip 'tek güç-tek kuvvet' olma yolunu
seçmiş bulunmaktadırlar. Bu insanlık için çok tehlikelidir.
-
Gerçekte sorun, olağan ve doğal hayatın bütün usul, unsur, uzantı ve
kapsamı üzerinde etkilidir. Bilhassa, özgürlük ve güvenlik,
hürriyet-hâkimiyet, bağımsızlık, demokrasi, insan hakları, hak,
adalet-hukuk kavramları üzerinde erozyon, kronik çürüme,
kavga-kargaşa ve yozlaşma nedenidir. Dolayısıyla eski Yugoslavya'nın
bölünmesinden, SSCB'nin zevaline, son Gürcistan olayları ve
Türkiye'de yıllardır mevcut anarşi, terör-tedhiş örgütüne kadar;
Dünya barışını sözde 'adalet-hukuk, barış ve demokrasi' adına
tehdit/tarumar eden bir oluşmadır.
-
Şimdi hemen bu medya terörünün masaya yatırılarak tüm boyutlarıyla
irdelenmesi, değerlendirilmesi ve doğal-yasal sınırlarına çekilmesi
gerekir. Zira günümüzde 'gazetecilik' öyle garip, gerçek dışı, sanal
ve sahteleşmiştir ki; Varlık nedeni, halkı aydınlatmak, eğitmek,
"objektif habercilik ve tarafsız yorumculuk" ilkesi çerçevesinde
"yönetimin denetlemesine, siyasetin kontrol ve koordine edilmesine"
katkıda bulunmak olan medya, süreçte çok aykırı ve farklı misyon
edinerek halkın karşısına dikilip, yönetenler ve sermaye safında yer
almıştır.
-
Oysa medya, hükümet yanlısı yahut karşıtı değil; Tıpkı STK (enciyo)
kavramında olduğu gibi "hükümet dışı" kamu-millet iradesi adına her
derece ve düzeyde özgürce halkı temsil, iletişim-bilişim görevini
özgürce yerine getirmek zorunda ve durumundadır. Genelde matbuatın
tarihi seyri ve tabii görevi budur. Basına Yasama, Yürütme ve
Yargı'dan sonra 4. kuvvet denilmesinin nedeni de… Mezkür kuvvetin
görevi halkı bilgilendirme, yol gösterme, 'halk adına' yönetimi
takip, kontrol-koordine, doğrusal yönde motive ve denetlemedir.
-
Konuya özellikle çok tartışılan "Özgürlük ve Güvenlik" bağlamında
bakılırsa, soruna çözüm üretme sorumluluğu bakımından bütün alan,
kapsam, uzantı ve unsurlarıyla medyanın hayati önemi haiz olduğu
görülür. Bu önem, ağırlık, değer ve sosyal sorumluluk, insani ve
ahlaki yükümlülük, medyayı bir ticaret alanı olmaktan çıkartır,
demokratik hayatın vazgeçilmez bir unsuru haline getirir. Kamusal
alanın istikrarı ile yükümlü kılar.
-
Çok açık bir ifadeyle; İnsan hakları, adalet ahlakı, hukuk, özgürlük
ve güvenliğin teminatı: Bağımsız, tarafsız habercilik ve objektif
yorumculuktur. Bu anlamda gazetecilik, veya güncel deyimi ile medya,
Siyasi partiler için Anayasa da yapılan tanıma paralel bir fonksiyon
icra etmekle memur ve mükelleftir. Yani: Demokrasinin vazgeçilmez
unsurları, millet iradesinin olağan ve doğal yansıması basım-yayın
organları olan medya'dır.
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
38 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
ŞİMDİ ZAMANI!?..
Geçtiğimiz hafta sonu 2007 yılı Mayıs ayında adını DP olarak
değiştiren DYP'nin 9. Büyük Kongresi vardı. 993 oyun 922'sini alan
Soylu genel başkanlığını korudu. Böylece bir dönemi daha garanti
eden Soylu, kongreden sonra televizyonlara çıkarak yeni vizyonunu ve
yaklaşan yerel seçimlerdeki stratejisiyle güncel olaylara ilişkin
görüşlerini açıkladı.
KISACA ÖZETLERSEK
"Bizim
pozisyonumuz net, sapma, oynama yok. Yerimiz AKP ile milletin
arasıdır. Bir tarafta AKP ve millet var. Öteki tarafta CHP.. Bugünkü
sistemde temel problem ve siyasetteki tıkanıklığın temel nedeni
CHP''nin pozisyonudur. AKP ile DP arasında bir benzeşme kurmak Türk
siyaseti ve demokrasi tarihine haksızlık olur. AKP kurgulanmış bir
partidir. Milletin kendi talebiyle oluşturulmuş değildir.
Biz,
korku üzerinden siyaset üreterek geldik buraya. Politikada
etkisizleştirildik. Merkez Sağ toplumun tamamını görmedi, Ankara
Partileri haline geldi. Bundan Medya sorumludur. Medya AKP ile CHP
arasındaki kutuplaşma siyasetinin esiri olarak, kamu bilinci
eksikliğiyle beraber soruna alet edilmiş ve kutuplaşma siyasetinin
tam odağına oturmuştur.
Meselâ
20 bin kişilik bir kongre yapıyor ve büyük heyecan yaşıyoruz...
Medyanın tamamı orada.. Özgürlükler, anayasa, ekonomi
konusunda bütün söylediklerimizi yok sayıyor, ondan sonra kalkıp
haksız bir şekilde 'alternatif yok' diyorlar. Kamuoyu şirketlerinin
tamamı başarısız, DP'yi sıfır göstersinler bana göre hiç önemi yok.
Kesinlikle inandırıcı değiller. AKP'nin 10-12 tane böyle şirketi var
Amaçları kamuoyunu yönlendirmek. Biz 3 araştırma yaptırdık. 22
Temmuz seçimlerinden ilerdeyiz. Çeyrek asrın en önemli seçimlerine
geliyoruz. Önümüzdeki 6 ay AKP'ye de CHP'ye de bu meydanı boş
bırakmayacağız. Tekirdağ, Yalova ve Çerkezköy'ü kazanacağız.
Türkiye'de AKP'yi yere serebilecek bir tek parti var o da biziz.
MERKEZ SAĞDA (!) BİRLEŞME
Mumcu
ile 20-25 kere bir araya geldik. Risk aldım. Haziran ayı sonunda
olağanüstü kongreye gidelim, başkanlığım dâhil, her şeyin
tartışılabildiği bir kongre yapalım dedim. Ama millet koltuğunun
yarısını bile vermiyor. Karşılıklı güven kaybı oluşmuş, travma
yaşanmış. Tamir edilmesi kolay değil. Ben kendi adıma bunu tamir
edebilmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Merkez sağa bir
konsensüs ve danışma anlayışı getirmek gerekir.
Merkez
sağ dürüst olmaya mecburdur. Başka bir gücü yok."
ŞİMDİ ZAMANI !?..
Bunlar
kongreden sonra söylenenler. Kongrede söylenenler bu kadar bile
değil!..
Samimi, içten ve gerçek demokratların hayal kırıklığı, ümit kaybı ve
derin hüsranı ile sonuçlanan; Bir kez daha hançerlenip, nahak yere
rencide, istismar ve suiistimal edildikleri, yürekten yaralandıkları
sıradan bir AP-DYP toplantısı. "Yeter!.. Söz Milletindir" ikaz ve
ihtarı yerine, metrolar, meydanlar ve salon duvarlarına asılan
anlamsız bir spot: "Şimdi zamanı" Adama sorarlar: Bu anlamsız ve
derinliksiz ifade neyin nesi. Bunun neresinde azim, irade, milli
uyanış, gelenek, manâ-misyon, zulme başkaldırı, insan hakları,
adalet ahlâkı ve hukuk adına diriliş-şahlanış ve kararlılık var?
Konuşmalar neden baştan sona spekülâtif, pasif, hamasi ve palyatif?
Niçin halkın yaşadığı kriz, bunalım, buhran ve kaos, bütün fail,
fiil ve ayrıntılarıyla gözler önüne serilmedi? Yoksa yukarda
dillendirilen korku, etkisizleştirme ve çekingenliğin sonucu mu bu?
Hani 1946-50'nin ve 14 Mayıs'ın fazilet mücadelesi nerede?
Ya o
Tüzük rezaleti!. Bütün ihsas-ısrar, talep ve hukuki-ahlâki
zorunluluğa rağmen vukuatlı-şaibeli, dönek AT taassubu… En azından,
ikame DYP ile aynı amblemin seçimlerde yol açacağı fiili ve hukuki
tenakuzu görecek kadar akıl ve basiret sahibi bir partili yok mu
idi?
Hasılı
bu kongrede DYP, DP olamadı. DP'yi at tepti. Mâşeri vicdanın miyarı,
ülke ve halkın de'facto iktidarı aslına rücu edemedi. Olamadı değil!
olmadı. Bilerek ve isteyerek oldurulmadı. Yine hile-desise ve çok
ucuz bir yol olan misyon tacirliği tercih edildi ne yazık! Ne
diyelim? Kudret elini tutamayanlar Truva atı ile nereye kadar
gidebilecek göreceğiz!..
WEB: http://www.mustafanevruzsinaci.blogspot.com,
Sadece Özel Yazışmalar İçin Adres:
gercek.demokrat@hotmail.com
Yayın, Gönderi-Mektup: P.K. 118
[06 442] Yenişehir/ANKARA
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
39 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
-
ENDÜLÜS’TEN ....
- Mercan kaseler
dolu su
- Yürekler soğutan
-
Elhamra’dan akan su
- Dan...
dan... dan... dan...
- Delerken çeliği,
mermeri
- Duyulmaz ki
engel var
-
Aşılmaz sesler Prene’den
- Ah...Prene geçit
ver
- Fatih’in nal
sesleri; inletirken cihanı,
- Süleyman’ın
krallar titreten fermanı;
- Taçlı Haçları
“tarken”,
-
Ahmer’e götüremediler.
- Tutuşsaydı aynı
eller,
- İki koldan
koşarken devler,
- Al yeleli atlar
saçarken alevler
-
Umranlar mı, ümranlar mı,
- Kesti yolları?..
Geçirmediler..
- Raks sesini
Mehter vuruşuna,
- Hangi
güç..?
- Yetiremediler.
- Yetiremediler.
-
MERCAN’ın “Çınarı”,
-
Elhamra’dan granitler delen,
- Gönüller
serinleten suya,
- Doğudaki tanı
batıda aya,
- Balkanda ki
kolu,
- Endülüs’teki
ayağa yetiremediler
- Hayali, düşe
götüremediler.
- Kınalı ellerin,
dualı dillerin
- -“İmdat”diyen
son nefesleri
- Duyulmaz ki ;
- Alplerden ..
- Haç, Hilal’e
örmüş çelik kafesleri
- Bir bülbül ötse,
- Rakkase sesi
duysam
- Onu görürüm
rüyalarımda
- Yedi yüz yıllık
parlak medeniyetin
- Canı çekilirken
beşeriyetin
- Bir nahif sanata
denk gelsem
- Bilirim
Elhamra’dan...
- Hoş bir
ses duysam,
- Ne güzellik
görsem,
- Bilirim
Endülüs’ten
- Bir ah işitsem
- Hatırlarım
Endülüs’ü
-
- Yine bir
gündönümü
- Yedi yüz yıl
sonra
- Balkanlar kustu
-
Endülüs’te ki... Tanıdık ahı
-
- Gemileri yakıp
dönmemek için,
- İddialı
medeniyet için gidenler,
- Medeniyet(!)e
gidenler,
- Gel- gitlerle
frenler Preneler...
- Yedi yüz yıl
sonra iddiasız gidenler,
- Sığınak oldu
şimdi o Preneler...
- Yeni bin yılda
bin medeniyet için
- Çürümüş
insanlığa biraz merhem için
- Geliyor,
- Alp erenlerin
hayat veren sesi;
- Gürüldüyor artık
- Alplerden
tertemiz kar suyu
- Yeni bir “tan
ağartısı” ...
- 5.6.2000/ Ankara
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
40 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Rıza HARDAL |
Rıza HARDAL HAYAT HİKAYESİ |
- BİR GÜN
-
- Can iğini ten yününden
- Sarar kirmen,ular bir gün.
- Sulu yalçınlar önünden
- Açılar gül solar bir gün.
-
- Gül dalna bülbül konar
- Diken güle vermez zarar
- Suna saçın baştan tarar
- Saçlarını yolar bir gün.
-
- Dünya oyur bir gün harap
- Ne gül kalır,ne de turap
- RIZA sebep olan harap
- Gözlerine iner bir gün.
-
- Kutret kazanı kaynama
- Katılmış seyreder ona
- Ecel kolunu boynuma
- Habersizce dolar bir gün.
-
- Acı tatlı yenmez olur
- Yalan gerçek denmez olur
- Hep kesilir sular bir gün
-
- RIZA sözlerini bitirir
- Bülbül gülünü yitirir
- Dört mişi alıp götürür
- Gelmediğe döner bir gün
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
41 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Rıza HARDAL |
Rıza HARDAL HAYAT HİKAYESİ |
- YİNE YERİMDE SAYARIM
-
- Dokuz aylık yoldan geldim,
- Hem ağladım hem güldüm.
- İnsan olduğumu bildim,
- Yine yerimde sayarım.
-
- Doğuş yaştan altmışa denk
- Güller açar benek benek
- Taa uzaklar yakına denk
- Yine yerimde sayarım.
-
- İnsanlara baktım gitmiş,
- Meyvelerim dalda yetmiş,
- Yaşım elli altmışı bulmuş,
- Yine yerimde sayarım.
-
- Aşka sevdaya doymadım
- Azları çoğa koyamadım
- Hızlı gittiğimi sandım
- Yine yerimde sayarım.
-
- Ömrüm geçti Ah çekmekle,
- Gözlerimden yaş dökmekle,
- Felek belimi bükmekle,
- Yine yerimde sayarım.
-
- Ben bu hallerime şaştım
- Hayalden hayale düştüm
- Eşe dosta kavuşmadım
- Yine yerimde sayarım.
-
- Çok çalışıp fazla koştum
- Boranlı dağları aştım.
- Taa üst kattan yere düştüm,
- Yine yerimde sayarım.
-
- HARDAL'ım der acep nettim
- Nice kervanları güttüm
- Şu dünyada nöbet tuttum
- Yine yerimde sayarım.
- 25.05.1989
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
42 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Rıza KOÇAK |
Rıza KOÇAK HAYAT HİKAYESİ |
- KAYIP OLDU NAZLI YARİM
- Beş yıl oldu yardan haber
gelmedi
- Ne selamı geldi ne kendi geldi
- Yoksa hasta olup orada mı
kaldı
- Nazlı yardan alamadım bir
haberi
-
- Yerim yurdum ateş oldu duramam
- Ölse gitse böyle karı bulamam
- Ciğerlerim acıyor bende
gülemem
- Nazlı yardan alamadım bir
haberi
-
- Ne kara günlerde doğurmuş anam
- Bu merak yüzünden geçmiyor
zaman
- İki ineğim aç kaldı meleyor
danam
- Nazlı yardan alamadım bir
haberi
-
- Bu talihsiz günler beni ayırdı
- Geçti günler kaderime sayıldı
- Evimizde parça parça dağıldı
- Nazlı yardan alamadım bir
haberi
-
- Gördüğüm dağların ormanı yandı
- Çocuklar evimde ağladı kaldı
- Sevgililerim bir birine uyardı
- Nazlı yardan alamadım bir
haberi
-
- Çocuklar anasız durmaz oldu
- Ağlayı ağlayı benzi de soldu
- Bu yankılar benim bedenimi
yordu
- Nazlı yardan alamadım bir
haberi
-
- RIZA KOÇAK der ki; nedip
neyleyim
- Kaderime uğrun uğrun ağlayım
- Dertlerimi komşulara söyleyim
- Nazlı yardan alamadım bir
haberi
- 17 Ağustos 2008
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
43 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
AYNALAR
Her sabah yüzümü okuyan aynalar
Bu sabah şaşırdı, kömür saçlar beyazlara karıştı
Alnımı dokuyan kırışıklar
Hayatımın esaretinde enseme vuran kırbaçlar
Adımlarımla sürüldüğüm taşlı meşaleler
Dertleşir benimle, birde ruhuma sarılan hakikatler
Sen beni tanırsın, yoksa bunlar düşmü
Yalanlar küstü, hakikatlerin külü ellerime düştü
Daha dün çocuktuk, oynardık topaç
Mutluluğun remzine uzanan kaçak
Saklanırdık halimizden, yarınları umursamadan
Zaman nasılda eridi habersiz
Yarınlar gerçek oldu,
Geleceğin toprağı önüme doldu
Senelik imzadan sonra, hayata serilen kilim
Saatlerin kuyusunda damlayan dilim
Bilinmez yarınların yokuşunda halim
Kaçınılmaz vuslata uzanacağımız mı sağ salim
Anılar yüreğimde ısıttığım yakacaktır
Aynalar yüzümde ısırdığım yaralardır
Hayatın yokuşuna çöken ruhum geçmişe küstü
Kırılan aynaların çığlığı beynimin arazisine düştü
Geçmişin safyasında ikram olan alnım
Nasılda habersiz çizgilere karışmış
Hatıralar aklın odasında tozlara yapışmış
Duygularım aşkın adresinde buzlanarak yatışmış
Yarınlar avuçlara kurulmayacak
Saatlerin akrebi kusmayacak
Yalnızca kuyuların karanlığına kapanacak
Aynaların şahitliğinde yüz ve güzler
Aynalar söylermisin ben kimim
Bir hakikatın kitabına konu olmuş izzetmi
Yoksa oyalanan düşlerin ızdırab ibretimi
Anladım ki aynaların içinde haykırılan sır var
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
44 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
- TARİHE SELAM
-
Selam Sana! Bin bir çile ve zahmetlerle yoğrulmuş, al kana
bulanmış, gözyaşı ile sulanmış, toprağının her bir karışı- bin
tarağı şehitlerin kemikleri ve sulbünden geldiğimiz atalarımızın
ten(r) i ile süslenmiş eşsiz güzellikte, zarif özellikte ülke:
Türkiye’m
-
Anadolu’nun kapısını Malazgirt’te (Ağustos 1071) ’ de yıldırım
yumruğuyla aralayarak giren: Veli duruşlu muzaffer komutan
Alparslan ve akıncıları… Hilal etli bedenlerini, çelik
bileklerini, azim dolu başlarını feda ederek on beş yıl içinde
Anadolu’nun tapusu bütünü ile kıyamete kadar; çağların
mirasında, dağların mevkisinde, bağların meyvesinde, şehirlerin
menzilinde ikamet eden nesillerine geçti.
-
Bozkır kültüründen, İslam medeniyeti dairesine giren atalarımız
yerleşik mekânlarda toplanarak, şehirler kurup geliştirerek;
kültür, sanat ve sosyal müessesler tesis ederek bulundukları
yerleri izanların derinliğinde; bileklerini yorarak, dileklerini
geleceğe sorarak imar seferberliğinde geliştirmeye başladılar.
Böylece çağların alnında parlayan, zamanların yelkovanını
güzelliklerle yakalayan, gönüllerin duvarını paklayan ve
günümüze de ışık tutan: Kıymetli mimari eserleri ile Anadolu’yu
ve fethettikleri üç kıtanın; yer in bakırını, gök’ün bakışını!
İnci gerdanla, yakut endamla, altın cevherle süslediler. Bilek
terinde, beyin zerinde, kalbin yerinde hayırla yâd edilen
ecdadımızın pak ruhlarına, hak sürurlarına selam…
-
Osmanlı Ordusu önce insanların; dil, din, ırk ne olursa olsun
kucaklarını açarak, toprak fethinden önce kalpleri fethederek
topraklarını: Avrupa’nın Viyana kapısına, Orta Doğu’nun ve Orta
Asya’nın yapısına ve Afrika’nın çöl ortasına kadar
geliştirdiler.
-
Edirne başkenttir. Devasa Osmanlı Devletinin bağrında duran
fitne ocağı, fesat kucağı Bizans Devletine son verilmelidir.
Altın asrın kutlu peygamberimizce Muhammet Mustafa (S.A.V) ’in
mutlu sahabelerine dile getirdiği “Kostantiniyye (İstanbul) ,
elbette fetih olunacaktır. O’nu fetheden komutan ne güzel
komutan, O’nun askeri ne güzel askerdir.” Müjdeye mazhar
olabilmek toplandılar. Tarih boyunca yıkılmaz ve aşılmaz denilen
İstanbul surlarına nemli gözlerini sürdüler. Şanlı Komutan 2.
Mehmet ve neferleri, Bizanslıların; Rum ateşine, ok adedine,
kılıç aletine karşılık… Canları yere yıkılarak, kanları sur’lar
da yıkanarak: Ulubatlı Hasan’ın burçların üzerine çıkardığı ve
göklerin işaretinde al kanlı bayrağımız kıyamete kadar
dalgalanmak üzere göndere çekilmiştir. Bu büyük gelişmeyle de
Avrupa oldukça sarsılarak reform hareketi başlattılar. Zaferle
(Mayıs 1454) Bizans Devleti bir daha dirilmemek üzere tarihin
kaçınılmaz boşluğuna yuvarlanmıştır. O zamana kadar Osmanlı
‘Devlet ‘ olarak isimlendiriliyordu. İstanbul’un Fethi ile
Osmanlı ‘ İmparator ‘ olarak Cihan hâkimiyetini pekiştirerek
anılmaya başlayacaktır. Bir çağı kapatıp, yeni bir çağ açan
Fatih in fatih yürekli torunları olan sizler… Selam.
-
Fatih Sultan Mehmet’ten birkaç yıl sonra tahta oturacak olan,
Yavuz Sultan Selimle gelen Mısır’ın fethi bereketi ile Abbasi
devletinden hilafeti alarak, bundan sonra da Osmanlı padişahları
İslam Halifesi olarak tarihin sayfalarına kayıt düşülecektir.
Yavuz Selimin hemen ardından: Kanun yapan, adaleti gözeten
olarak ta zikredilen oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ la; sosyal,
siyasal, kültürel seferberlikle iman ve izan inşası seferberliği
hızlanacaktır. Kanuni ile Osmanlı İmparatorluğu zirveye
oturacaktır. Osmanlı ordusu öncü kuvvette kalplerin fethini
kazanarak, dünyanın nizamını hak- hukuk sesinde açarak: Arş, arş
üç kıtaya kadar ayak ritmini açarak gelişleşmişti. Ne var ki
tarih tekerrürü aynalardan yansıyarak; çağların ağlayan beyin
kürekli, bilek yürekli banileri zamanın bulutlarını yürek
yangınlarına emerek güzden güne Osmanlının devasa toprağının
eridiğini gösterecektir.
-
Osmanlının kaynakları ve dayanakları tarumar edilerek beli
bükük, yorgun düşmüştü. Öyle yorgun ki Avrupa’nın ellerini
ovuşturarak, dilleri coşturarak adlandırdığı “ Can çekişen hasta
adam.” Ve hasta adamın! Göz kamaştıran zenginliğini harita
üzerinde, mücrim ellerle paylaşılan pasta. Bir millet mozaiği;
Türk, Kürt, Laz, Çerkez ve daha sayamayacağımız irili ufaklı
ırktan mensuplarla, var oluş istikbali kaybetmemek için istiklal
mücadelesine girmiştir. Acı savaşın mücadelesinin sonucu olarak;
düşmanın sırıtkan süngüsü, gürültülü topu ve hedefli namlusuna
karşı iman dolu göğüslerini siper ederek: Dini sağlam örgüsü,
geleceğin beyaz örtüsü ve neslin özgürlüğü için şehit yada gazi
olan nice isimsiz kahramanların evlatları olan sizler. Selam…
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
45 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
FIRINDA PALAMUT
-
1 adet palamut Flatosu,3 adet büyük soğan,3 adet büyük
patates,Tuz,Sıvı yağ,Limon
-
3 adet soğan soyulur,kangal olarak doğranır. Patatesler de
soyulur kangallanır.
-
Balıkçıdan alınan palamut temizletilir ve ortadan ikiye fileto
olarak böldürülür. Eve gelince balık güzelce yıkanır ve
süzgece konarak suyu süzdürülür.
-
Fırın içi sıvı yağla yağlanır. Kangal olarak doğranmış soğan
en alta,onun üzerine kangallanmış patatesler dizilir.
-
İstenildiği kadar tuz ekilir. Soğan ve patateslerin üzerine
palamut filetosu konularak üzerine az miktar yağ ekilerek
fırına konuk. Kızgın fırında kızarana kadar kızartılır.
-
Sıcak,sıcak servis yapılır.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
46 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
|
Serkan ÖKÇE |
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ |
HESAPTAN DÜŞER
Ay düşer
Hayal düşer
Hasret düşer
Dalgalar çarpar
Suratımdan gurbet düşer
Bakma gözlerim ıslak
Gamdan değil…
Felek hesaptan düşer
Yıllar düşer
An düşer
Yürekten sevda düşer
Soğur yatağım,
Yalnızlık payıma
Bir çember olur
Dolanır, dolanır
Sensiz düşer
Hayat alnıma çizer
Makbuzunu
Felek hesaptan düşer
Yağmur düşer
Gün düşer
Çizgi çizgi yol
Bir han düşer
Her gelen kalır ve göçer
İmam paklar
Kara toprak aklar
Felek hesaptan düşer…
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
03. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/12/2008 |