|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
1 |
İÇİNDEKİLER TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
TAKDİM |
HAYAT HİKAYESİ |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
corumlu2000@gmail.com |
Mahmut Selim GÜRSEL |
yazarlarımız yaptıkları paylaşımlardan sorumludur.
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TAKDİM
Bu sanal kitapta
bulunan çalışmalar; arkadaşlarımızla birlikte basılı olarak
yayımladığımız 53 sayı “Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve
Edebiyat” dergimiz ve 54’üncü sayıdan sonra da sanal olarak
yayımladığımız dergi ile “Sarı Çiğdem Şiir Defteri” dergimizde
yayımlanmış çalışmalardan derlenmiştir
Tarafımdan arkadaşıma bir ufak armağan olarak hazırladığım bu
sanal çalışmamda onların da çalışmalarını derli toplu olarak
sizlere sunmak amacı taşımaktadır.
Çalışmalarımın bir sanal kitaplık olarak sizlere ulaşması ve
sizlerinde bilgilenmenizi ve ilgileneceğinizi ummaktayım.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
Teoman
ŞAHİN
-
10.10.1961 yılında Çorum'da doğmuşum.
Sırasıyla ; Gazipaşa İlkokulu,Eti Ortaokulu ve Çorum Lisesini bitirdim.
1985 yılında avukatlığı başladım. Aynı yıl evlendim ve
kısa dönem askerlik (8 ay) yaptım. 1986'dan bu yana
kesintisiz olarak avukatlık yapmaktayım .
-
İlkokulda,lise çağlarında fizik yada
kimya eğitimi almak istiyordum. Bilimsel konulara, projelere özel
bir ilgim vardı. " Kömürü elmasa çevirmek " isimli özel bir
proje ile lise son sınıfta Tübitak'ın sergi
davetine çağırıldım ama,çapsız öğretmenim nedeniyle
katılamadım. Daha sonra ailemin de etkisiyle Hukuk Fakültesine
gittim. Bilimsel yayınlara ya da
konulara ilgim halen devam etmektedir. Geleceğin
dünyasına ilişkin bilimsel düşlerim halen sürmektedir.
-
Başka bir meslekte çalışmadım. Söz konu su
mevcut hukuk düzeninde yeni yetişen gençliğe avukat olmalarını
asla tavsiye etmem. Ancak basit düzeyde olsa hukuk bilgisi edinmelerini
tavsiye ederim.
-
Kimsenin yazı yazmam için teşviki
olmadı. İlkokuldan bu yana sürekli yazdım. Okul panolarından başlamak
suretiyle birçok yerde çeşitli konularda yazılarım yayınlandı.
Yazmanın fıtrati yetenek dışında çok okumak
ve düşünmekle ilgili olduğunu düşünüyorum.
-
Herhangi bir ödülüm yoktur. Böyle bir
beklentim yok Allah Rızası için,topluma faydalı olabilmek için
yazıyorum. Hak ve halk için yaşamak ve tavır koymak
gerektiğine inanıyorum. Yazılarım bir tavır olarak
düşünülmelidir.
-
İdealim : Bilim adamı olmaktı.
Fizik yada kimyacı olmak ve bu konuda güzel şeyler üretebilmekti, ancak
bu olmadı. Bende başka ütopya,düş buldum. Şu andaki hayalim güzel
ahlaklı insan olmaya çalışmak ve bu topluma yayarak toplumda
güzel ahlaklı olmasına çalışmaktır. Tarihi süreçte toplumu
bu yönde etkilemek derdindeyim. İnsanlık tarihinin en
güzel ahlaklı insanları olan " Ehli
Beyt"i . On İki İmam'ları örnek almaya
çalışıyorum. İnsan gibi insan
ya da,adam olmaya çalışıyorum. Şu andaki
düşüm,hayalim,ütopyam budur. Yani adam olmak ve bunu çok büyük çabalar
gerektirdiğini yaşayarak öğreniyorum,başarmayı diliyorum.
-
1989 yılında " Alevilere
Söylenen Yalanlar 1 " isimli çalışmam kitap halinde
yayımlandı. Şu an bu kitabın 2. Bölümünü hazırlamaya çalışıyorum.
-
Din,tarih, felsefe,sosyoloji
ağırlıklı yazılar yazıyorum. Özel anlamda Alevilik üzerinde
çalışmalarımı yürütüyorum. Daha önceleri "
Aşura " isimli dergide müstear isimle
yazıyordum,bu dergi kapandıktan sonra,"14 Masum" isimli bültende sürekli
yazılarım çıkıyor.Yayınevimizin basılmış ve sanal yayınlanmış
dergilerinde yazıları bulunmaktadır.
Biralevi@hotmail.com |
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- AYDIN DÜŞÜNCEYE KATKI
SORULARI
- 1- Gerçek demokrasi gerçekten var mı?
- 2- Büyüdüğünde koyun olacağını bilen kuzu ne yapmalı?
- 3- Gözle görmeksizin akılla görmek mümkün mü?
- 4- Paranın global gücü ve savaş teknolojisin deki gelişme
düşünüldüğünde ülkemizin jeopolitik önemi halen devam ediyor mu?
- 5- Kişi âşık olduğunu nasıl anlar?
- 6-Neden değerli insanların çoğu önemsiz ve önemlilerinde
çoğu değersiz?
- 7- Ülkemizdeki kralların kaç tanesi çıplak?
- 8- Türk milliyetçisi olan bir kişi Yunanistan' da Rum bir
anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya gelseydi yine Türk
milliyetçisi olur muydu?
- 9-İdeal bir aydının kaç tane hülyası olmalıdır?
- 10-Resmi tarihin prangalarını kırmak gençken mi, ihtiyarken
mi daha zor?
- 11-Aynada gördüğün gerçekten sen misin?
- 12-Hz. Ali’nin yolunda cem, semah, saz, dede, baba olmadığı
halde bunlar neden ısrarla Alevilik diye sunuluyor?
- 13-Harici ve dâhili düşmanların çokluğu masalıyla bütçeyi
paylaşma sorunu arasında bir bağ var mı?
- 14-Empatinin ne olduğunu bilme sekte olur mu?
- 15 Kalp naklinde sevgilerde nakil olunur mu?
- 16-Bakışlardan zekâ düzeyi anlaşılır mı?
- 17-Hayatında hiç kimseyi beklememiş birisi ;” Bekledim de
gelmedin” şarkısından tad alabilir mi?
- 18-Mehdi gelecek mi?
- 19-Bir başbakanın ayakta ya da oturarak yazılı ya da şifai
demeç vermesi önemli mi?
- 20-Kanatsız uçup, dilsiz konuşup, kulaksız duyup, gözsüz
görebileceğimiz bir yaşam biçimi mümkün mü?
- 21-Beyin nakli gerçekleştiğinde, beynini sattığı halde zarar
görmeyecek kaç kişi tanıyorsunuz?
- 22-ALLAH varsa mı daha çok sevinirsiniz? Yoksa mı?
- 23-Kurt ile kuzunun, aslan ile ceylanın birlik de
otlanacağı; Bir bebeğin yılan deliğinin kenarında oynayabileceği
bir dünya mümkün mü?
- 24-Adalet ve merhametin hâkim olduğu bir dünyayı dua ederek
gerçekleştirebileceğine inanan birisi saf mıdır?
- 25-Trafik kazaları, bebek ölümleri ve fakirliğimiz kaderimiz
mi?
- 26- Bir günde ortalama kaç soru soruyoruz?
- 27- Cennetin en zirvesinde her şey var mı?
- 28- Üç öğün yemek yemeden yasayamayan insanların, bir öğün
bile kitap okumadan yasayabilmeleri nasıl mümkün oluyor?
- 29- On sekiz yasındaki bir genç “nasıl geçti habersiz o
güzelim günlerim” şarkısından duygulanır mı?
- 30- Hawking:”Bir gün her şeyi bileceğiz ve Allah'a gerek
kalmayacak” diyor. Doğrumu?
- 31-Trigonometri yi, cebir I, yerçekimini, kuantum fiziğini
bulanları biliyoruz ama fasulyeyi, karpuzu, domatesi bulanları
neden bilmiyoruz?
- 32-Dört eğilim varsa, beşincisi de mümkün mü dür?
- 33-Sürüden bir koyun kaybolsa yüreğim sızlar diyenler,
binlerce faili meçhul katliam karşısında nasıl yasayabiliyorlar?
- 34-Şu anda dünyamızda ineklerin kutsallığına inanan kaç
bilgisayar mühendisi yaşıyor?
- 35-Bir sorunun en fazla kaç cevabı olur?
- 36-Aydın umudunu hiç kaybetmeyen olduğu halde insanları ölüm
orucuna nasıl ikna edebiliyorlar?
- 37-Partilere oy verme konusunda kararsızlık tabir kere
kararlı olabilsek acaba ne olurdu?
- 38-Soru yanlışsa doğru cevap mümkün mü?
- 39-Ruhunu yüceltmek için çiviler üzerinde yatan Hindu
yanılıyor mu?
- 40-Seçiyor muyuz? Onaylıyor muyuz?
- 41-Ölüm bizler için su içmek kadar gerçeklik olduğu halde
neden hep başkaları ölüyor?
- 42-Bu dergiyi çıkaran arkadaş maddi çıkarı olmadığı ve manen
de çok yorulup yıprandığı halde neden inat edip duruyor?
- 43-Gerçekliğin kaç tane ölçütü vardır?
- 44-Soruyu soranların cevapları bilmesi gerekir mi?
- 45-Ülkemizdeki bir Müslüman, Hindistan da Hindu bir anne ve
babadan dünyaya gelseydi; yine Müslüman olur muydu?
- 46-Ben kimim? Nereden geliyor, nereye gidiyoruz soruları ne
yapmalı sorusundan önce mi sonra mı sorulmalıdır?
- 47-Sorulacak tüm sorular sorulduğunda hayatin amacı ne
olacak?
- 48-On iki konsül, on iki asker, on iki havari ve on iki imam
arasında bağ var mi?
- 49-Bir tek soru sorma hakkiniz olsaydı neyi sorardınız?
- 50-BU SORULARI NEDEN SORDUĞUMU KİM BİLİIYOR?
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ADL-İ İLÂHÎ ÇERÇEVESİNDE
DEPREM
- Adl-i İlâhî konusu sonsuz Lütuf ve Merhamet
sahibi Allah'ın kainatı, alemleri yaratırken, düzenlerken,
tanzim ederken, işleyişine düzen verirken, boşluğa, manasız ve
anlamsızlığa yer vermediği, zulmetmediği her iş ve oluşun
anlamlı felsefesi olduğu konusunda alemler arasındaki bağ ya da
geçişlere göre açıklamaya çalışan bir alandır.
İnsanoğlu; yaradılışı gereği, eğer bazı duygu ve yeteneklerini
gerektiği gibi geliştirmezse aceleci, nankör ve dar görüşlere
sahip olur. Bu da tüm hayatına yansıyan karar ve bakış
yanlışlıklarına neden olur. Bu tür bakış ve görüşe sahip
olanlar aceleci davranarak ön bakışlarını son bakış olarak
değerlendirir ve hemen hüküm verirler, düşünmezler, geniş
bakamazlar ve yanlış yollara yönelirler.
- Örneklersek: Bir deprem olayında
ilk bakışta yıkılmış evler, hayatlarını kaybetmiş insanlar,
yaralananlar, gözyaşları, maddi ve manevi kayıplar görülür. İlk
bakışa göre bütün bunlar kötüdür ve kötü etkileri ve sonuçları
mutlaktır. Bu hüküm elbette ilk bakış olarak doğrudur ancak
kısmen doğrudur, ilk bakışa göre doğrudur. Geniş bakışa göre;
adli ilâhî bakışına göre ise eksik bakıştır, aceleci hükümdür.
Çünkü; ilk bakışta kötü gibi gözüken bir olayın arkasında
yada akabinde geniş bakışa göre, adli ilâhî bakışına göre birçok
faydalar, güzellikler ve hayırlar gizlidir.
- Yaşadığımız son deprem olayını
yorumlayanlar ilk ve dar bakışla olayın ilâhî bir ceza olduğunu
söyleyerek neden ve kimlere ceza olabileceği hakkında fikir
yürütürler. Kimisinde nesnel bakışla olayın normal bir doğal
afet olayı olduğunu ve nesnel tedbirlerle önünün alınabileceği
yolunda sonuçlar çıkarırlar.
- Oysa olay üzerinde genel anlamda
yıllarca düşünmemizi gerektiren bir niteliğe sahiptir. Hemen
söyleyelim ki; son yaşadığımız deprem "mutlak" anlamda ilâhî bir
ceza değil, " nispî " anlamda bir cezaydı. Eğer mutlak anlamda
ilâhî bir ceza olsaydı, deprem bölgelerinde sadece kötüler zarar
görür, iyiler yani Allah'a, Kitaplarına, Peygamberlerine inanıp
takva sahibi olmaya çalışan insanlar zarar görmezlerdi. Bizler
mutlak anlamda ilâhî cezaların nasıl olduğunu, Nuh ve Lut
Peygamberlerin zamanından hatta Ad ve Semud kavimleri
olaylarından hatırlıyoruz.
- Yaşadığımız olaylara
baktığımızda nispî anlam daha belirgin olarak karşımıza çıkıyor.
Çok küçük yaştaki çocuklar hayatlarını kaybetmişler, zarar
görmüşler, Kıble Ehli insanlar, takva sahibi ol maya çalışan
insanlar da birçok şeylerini kaybetmişlerdir. Dahası bazı kötü
negatif tavırlı insanlar zarar geldiği de gözlemlenmiştir. O
halde bu olay nispi anlamda bir cezadır. Yani uyarı niteliği,
ders verme niteliği hâkimdir ve arka planda geniş bakı-şa göre
olayda Merhamet ve Rahmet gizlidir.
- Tahlile girmeden bazı ön noktaları hatırlamak
gerekiyor. Bizler biliyor ve inanıyoruz ki: "Allah'ın izni
olmadan yaprak bile düşmez" Her iş Onun izniyle ve rızasıyla
olur. Sebep-sonuç ilişkisinin ardında mutlaka Allah'ın iradesi
son sözü söyler, kararı ya da izini verir. Hz. Ali'nin
tanımlamasıyla:" Allah eşyanın içerisindedir, içine
karışmak-sızın..." O mutlaka anlamda hâkimdir. Bu anlamda deprem
Allah'ın izni dışında olmuş bir hadise değildir. Allah bu
depremin olmasına ve sonuçlarının doğmasına razı olmuştur. Onun
rızası dışında olduğunun düşünülmesi İslâmi Tevhidi anlayışa,
nitelemeye aykırı yorum olur. Bu olayın olmasına ya da bu
anlamda sonuçlarının olmasına Allah izin vermeyebilirdi de
ancak; izin verdiğine göre bizler bu olay hakkında düşünmek
zorundayız. Zira bizler biliyoruz ve inanıyoruz ki:"Allah
insanlara zulmetmez, fakat insanlar kendi nefislerine
zulmederler "," Allah zerre kadar dahi zulmetmez"," Kim iyi iş
yaparsa kendisine yapmıştır, Rab’in kullarına zulmedecek
değildir.”
- Yani; Allah'ın izni olmadan hiçbir iş
gerçekleşemez ve Allah her türlü zulümden ya da kötülük ten
uzaktır. O halde, depremin arkasındaki felsefe neler olabilir?
Allah depreme izin vermiş ancak bu zulümde değilse nedir? Hangi
boyutlarda bu olayı değerlendirmek gerekir.
- Bizim tahlilimiz elbette kesinliği olan tezler
değil sadece aklımıza gelen, kalbimize doğan ihtimallerdir. Ya
da sesli düşüncelerdir. Ya da sesli düşüncelerdir. Yanılıyor
olabiliriz ancak yanılgımız bu olayı düşünüp ders almamıza engel
olmalıdır. Her türlü yanılgı ve günahımıza karşılık hayata
sıkıca bağlanıp, hayatın her alanını yorumlayıp, dersler alıp
kendinizi, bakışınızı olgunlaştırmaya çalışmak durumdayız.
Öncelikle son deprem olayının nispî anlamda cezai yönüne ya da
ibret ve uyarı içeren yönlerine bakıyoruz.
- Büyüklenmek, ululanmak,
kibirlenmek insanoğlu için kötü olgular ya da ruhsal
hastalıklardır. Bu anlamda mallarıyla, evlatlarıyla, siyasal ege
menliklerine dayalı güçleriyle, güzellikleri ya da fiziksel
güçleriyle, güzellikleriyle yada fiziksel güçleriyle övünenler,
kibirlenenler, ululananlar çok kısa bir anda övündükleri,
ululandıkları şeylerin gerçek olmadıklarını görmüşlerdir.
- Başka bir bakışla da ellerinde
maddi güçleri olmamasına rağmen yoksulları, yetimleri
gözetmeyen, mazlumların yanında yer almayan maddi güçlerini
biriktirip, çoğaltmaktan başka bir düşünceleri olmayanlar boş
olduğunu anlamışlardır. Ya da kötüler, zalimler, her türlü
insani anlayışından yoksun olanlar için karşılık günü bu şekilde
gelmiştir.
- "Halka ihanet yasası" dediğim,
Sosyal Güvenlik Yasasını çılgınlar gibi savunarak halktan yana
değil, egemenlerden yana olduğunu kanıtlayan bir Bakanı seçen ve
Meclise gönderen seçil bölgesine, orada yaşayan insanlara bir
mesaj olabilir mi?
- Yani İlâhî güç, egemen güç bu
tür "Halktan Kopmuş, yabancılaşmış insanları halk adına
yetkilendirmeyin" mesajı vermiş olabilir mi? Zira bu konuda
sağlıklı seçimleri yapamadığımız için başımıza pek çok bela,
musibet ve zararlar sürekli gelmektedir. Bu anlamda tüm Anadolu
insanına "Siz kendi nefislerini değiştirmedikçe biz de sizi
değiştirmeyiz " türünden ilâhî mesaj verilmiş alabilir mi?
- Yine depremde devlet denilen organizma tüm
unsurlarıyla sınıfta kaldığına göre, sistemin tüm unsurlarıyla
birlikte sorgulanma sürecine yönelik mesajlar da olabilir mi?
- Zira egemen güçlerin köleliğini,
kulluğunu yapan odaklar ve temsilcileri hariç sistemin tüm
unsurlarının ne kadar çürümüş ve kokuşmuş olduğunu en cahil
insanlar bile gördü ve hatta bir kısmı bizzat yaşadı.
- Acaba bu depremde "Sisteminizi
ve yönetenlerinizi sorgulayın "ve“ İnsana yakışır biçimde
değiştirin yoksa perişanlıklar ve rezillikler asla bitmeyecek"
mesajı verilmiş olabilir mi?
- Depremdeki kayıpların artmasına
sebep olan negatif durumların doğmasına neden olanlar belki de
deprem sonrasında halk ya da mevcut yasalarca ceza
göreceklerdir. Bu itibar kaybetme, güven ya da makam kaybetme
şeklinde olabileceği gibi, cezaevine düşme, mahkûm olma şeklinde
de olabilir.
- Nispî ceza yönünden
uyarı sadeci deprem bölgesine olmamıştır. Zira Anadolu'nun her
bir yanı bu depremden zarar görmüştür. Kimisi yakınlarını
kaybetmiş, kimisi de depremin getirdiği olumsuz ekonomik
gelişmelerden ve atmosferinden etkilenmiştir.
- Yine bakışımızı başka bir yöne
kaydırırsak bu olaydaki hayırları, Rahmetleri ya da
güzelliklerin neler olabileceğini düşünelim. Çünkü "Allah'ın
izin verdiği her şeyde hayır" mutlaka vardır. Bu tevhidi
tanımlamanın da zorunlu bir sonucudur.
- Dikkat edilirse ülke çapında
yardımlaşma, dayanışma çabaları artmış bölge üzerinde
yoğunlaşmıştır. Yanı; ülke insanı hiç olmadığı oranda
kenetlenmiştir. Birlik ve beraberlik duyguları gelişmiştir.
Sadece ülkemiz için değil tüm dünya ülkelerinin dikkati bu yöne
yoğunlaşmıştır. Bu noktada ülkelerarası siyasi sorun ya da
meseleler arka planda kalmış, barış ve yumuşama havası
gelmiştir. Yanı ilk bakışta kötü gözüken olay insanlar ve
devletlerarasındaki yardımlaşma hisleri zenginleşmiştir. Çok iyi
biliyoruz ki; birçok insanın deprem manzaraları karşısında kalbi
yumuşamış, gözleri yaşarmıştır. Ağlayanların çokluğu da dikkat
çekicidir. Olay o derece dehşetlidir ki; en katı kalpler dahi
hüzünlenmiş, yumuşamıştır. Zaten insan olma bilincinin temelinde
de merhamet duygusu yatmaktadır. Bu anlamda deprem merhamet,
paylaşma ve yardımlaşma süreciyle birlikte insan olma sürecine
olumlu katkıda bulunmuştur. İnsanlık, insanlığını hatırlamış,
insan olma sürecimiz güzelleşmiştir.
- Yine; deprem ve etkileri ülkemizdeki fesadi
yapının bir süre gecikmesine sebep olmuştur. Birçok zalim bu
nedenle zalimlik yapmamış, girdiği şok etkisiyle kötü tavır ve
davranışlar bir sürede olsa dizginlenmiştir. Yani deprem
kötülükleri ve fesatları bir sürede olsa önlemiştir. Eğer ciddi
bir gözlem yapılırsa hırsızlık, cinayet, sarhoşluk gibi bazı
negatif unsurların toplumsal süreçte bu aşamada azaldığı
görülecektir.
- Yine evleri yıkılanlar açısından sosyal
dayanışma ve yardımlaşma sürecinde daha güzel, daha sağlam evler
yapılacağı muhakkaktır. Bu an lamda deprem bölgesi dışındaki
insanlarda daha sağlıklı binalar yapmaya özen gösterecek,
böylece ileride muhtemel benzer olaylarda zarar gören insan
sayısı azalacaktır. Deprem bu dersi mesajı vermişse, verecekse
bu anlamda faydalı olarak, güzel olarak değerlendirilebilir.
- Depremde hayatını kaybeden iyi insanlar için bu
olay belki de Allah katında rahmet vesilesi olacak, günahları bu
nedenle bağışlanacaktır. Kötü insanlar için belki de bu olay
Allah’ın gazabını hafifletici etki yapmış olacaktır. Belki
depremde hayatını kaybeder bazı küçük çocuklar ileride başlarına
gelebilecek negatif durumlardan kurtarılmış olabilirler, ya da
onların sebebiyet verebileceği negatif durumlardan toplum
korunmuş olabilir. Bu acılara sabreden geride kalan insanlar
içinse de sabırları Allah katında karşılıklarını bulabilir. Bu
dayanışma ve yardımlaşmalara Allah çok iyi karşılıklar koymuş
olabilir, böylece iyilik yapma konusunda zorlanan bizler için bu
olay iyiliklere vesile olabilir.
- Hatta bu yardımlaşmalar bazı
insanlar için kalıcı etki yapıp kalan ömürlerinde de devam
edecek mahşerleri de olumlu olarak etkilenebilir. Hatta
kendisini dünyanın merkezi zanneden, kibirli, ululanan, yetimi,
yoksulu gözetmeyen sürekli mal biriktiren zenginler bu
olaylardan ders alarak huylarını olumlu bir şekilde
değerlendirilebilir, kazançlı çıkabilir. Belki makam sahibi
olduğunu zannedenler gerçek makam sahibini tanıyacak ve ilahi
gerçek azaptan kurtulacaklardır. Kalan insanlar hayat ve ölüm
sınırlarının birkaç saniye olduğunu görerek birbirlerine insani
anlamda daha da yakınlaşacaklardır. Hata; birçoğumuz kulluk
görevini ihmal ettiğimizi görecek ve kendimize bu noktada daha
çeki, düzen vereceğiz.
- En önemli noktalardan birisi de
içinde yaşadığımız siyasal sistemin sürecinde çürük sistemin ve
çürük insanların tasfiyesi fikri olumlu yönde gelişecek ve
insanlar kendilerine layık daha insani düzenler. Sistemler
aramaya girişecekler ve belki de bulacaklar ve bir dahaki doğal
felaketler ya hiç olmayacak ya da hayatımıza başka olumlu
anlamlar ve boyutlar katabilecektir. Çünkü hepimiz çok iyi
biliyoruz ki; bizi yöneten insanlar içimizden çıkan ancak ya
yanlış seçimimiz ya da halkına sonradan yabancılaşan, halktan
kopmuş insanlardır. Bu anlamda bizler asıl suçlunun kendimiz
olduğunun farkına varıp, kendimizi düzelterek çevremizin de
düzelmesine bu sayede katkıda bulu-nacağız. Belki de; depremin
en olumlu katkısı bu olacak.
- Ancak eğer; ibret yada mesajı
alamıyorsak, mezar soyguncuları gibi, halen böbürlenmelerine
devam eden, devletin ve milletin ne kadar büyük olduğunu
söyleyip duran tipler gibi burnundan kıl aldırmayan siyasetçiler
gibi, hırsızlık için deprem bölgelerine gidenler gibi ya da,
hiçbir şey olmamış gibi deprem bölgelerine gidenler gibi, yada
hiçbir şey olmamış gibi negatif tavırlarına devam eden insanlar
gibi, fırsattan istifade halka ya-bancı ve zarar verici yasaları
meclisten çıkaranlar gibi egemenliğe ve güce güvenenler gibi
bunların gerçek güç olmadığını anlayamayanlar gibi yani,
kısaca mesajı anlamazsak halen övgüler düzenler gibi korkarım
ki; bu tür olayların felaket tecellisi artarak devam edecek ve
hepimiz zarar göreceğiz, bundan çünkü hepimiz sorumluyuz bu
düzenden.
- Ölen şahıslar için ve kalanlar için ayrı, ayrı
değerlendirmesi gereken bu olayı iyi düşünmek gerekiyor. Zira
inancımıza göre ölüm son olmayıp yeni bir âlemde, yeni bir
yaşama başlangıçtır. Depremde hayatını kaybeden küçük yada büyük
küçük yada büyük olsun ölümden sonraki ilk aşama yada alem olan
“Berzah” aleminde belki de nimetler içinde yaşıyorlardır, kesin
olan herkes yaptığının karşılığını önünde bulmuş yada
bulunacaktır. Allah merhametlerinin en merhametlisidir. Sonsuz
lütuf sahibidir. Aslında tüm insanları bu olayda tek tek ele
alıp kiminin ne masaj alması gerektiğinde düşünülmelidir, bu
anlamda herkes kendi öz eleştirmesini yapmalıdır. Ancak bizim
dış bakışla daha fazla sözler söylememizde zordur, tehlikelidir.
Son söz ilim şehrinin kapısı Hz. Ali’nin olsun. Hz. Ali kader
konusunda "Nehcül Belaga"da şunları söylüyor: " Kapkaranlık bir
yoldur, gitmeyin. O yol pek derin bir denizdir dalmayın o
denize. Allah'ın sırrıdır uğraşmayın onunla..."
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- HİTİT UYGARLIĞI
KONUSUNDA ARKEOLOJİK ÇALIŞMALARDA RESMEDİLMİŞ BULUNAN ON İKİ
ASKER MOTİFLERİ ÜZERİNE BİR TEZ
- Bilindiği kadarıyla Hititlerin dini anlayışları
PUTPERESLİK esasına dayanıyordu. Bu konunun uzmanlarına göre
Hititler tahmini iki bin yıl boyunca kendi yaptıkları putlara
tapıyorlar ve bunları tapınaklarında bulunduruyorlardı.
- Oysa vahiy temeline dayanan dini inançlarda
insanları tek bir Allah'a çağıran Resulün gelmesi zorunluluktur.
- “Biz Peygamber göndermedikçe
hiçbir topluluğu azaplandırmayız” İsra Suresi 15. Ayet.
- “And olsun biz her millet içinde Allah'a kulluk
edin tağuttan kaçın diye elçi gönderdik” Nahl Suresi 36. Ayet.
- “Ey Peygamber gerçekten biz seni bir şahit, bir
müjdeci ve bir uyarıcı, korkutucu olarak gönderdik,”Azhap Suresi
45. Ayet.
- Hz. Ali R.A. Nehcül Belaga'sinde şöyle
diyor;”Allah unutulan nimetleri hatırlasınlar, gizli kabiliyet
ve yetenekleri aşikâr etsinler diye Peygamberleri gönderdi”
Demektedir.
- Tek tanrılı dinlerin ya da vahyin temel
mantığına göre her topluma Resul veya Nebi türünden uyarıcıların
gönderilmesi mantık gereğidir. Bu anlamda Hititlerin iki bin yıl
boyunca sadece putlara veya benzer mantıkla başka cisimlere
tapmış olması mümkün değildir. Allah C.C. hiçbir kavmin
“Konuşmayan, görmeyen, duymayan ve hiç kimseye yarar ya da
zararı olmayan” cisimlere tapması karşısında:
- “Allah'tan başkasına kulluk
etmeyin. Ben size (Gelecek olan) acı bir günün azabından
korkarım ”Hud Suresi 26. Ayet.
- “Ey kavmim, Allah'a kulluk edin,
onun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de korkup
sakınmayacak mısınız?” Müminun Suresi 23. Ayet.
- “Yakup oğullarına: Benden sonra
neye tapacaksınız? Dediği zaman dediler: Senin İlahına ve
babalarının İbrahim, İsmail ve Ishak'ın İlanı olan tek bir İlaha
tapacağız” Bizler ona teslim olanlarız” Bakara Suresi 134. Ayet.
- Şeklinde topluma seslenecek bir
insanı görevlendirilmemiş olması mümkün değildir. Zira birçok
rivayette 124 bin Resul ya da Nebinin gönderildiği de
belirtilmektedir.
- Bu anlamda henüz kimliği tespit
edilmemiş bile olsa Hititler zamanında yaşamış putlara karşı
çıkmış ya da kırmış birisinin varlığı zorunludur.
- Yine biliyoruz ki; gönderilen
Peygamberlerin bazılarının varisleri, velileri ya da
yardımcıları bulunmaktadır. Bu kimi zaman Musa ve Harun ilişkisi
çerçevesinde olduğu gibi kimi zaman Hz. İsa A.S. ve 12 Havari ya
da Hz. Muhammed S.A.V. ve 12 İmam ilişkileri gibi
gözükebilmektedir.
- Bu ön kabullerle yola çıkıldığında ise yazılı
kaya üzerindeki motifler ya da insan şekillerinin anlamlı
olabilecekleri düşünülebilir. Hz. İsa'da Havarileri, Hz.
Muhammed'de imam olarak gözüken 12 kişinin Hitit Peygamberinde
12 asker olarak gözükmesi mümkündür.
- Şüphesiz olayın çok eski çağlara dayanması hüküm
vermemizi engellemektedir. Ancak bazı teorik açıklamalarda
ileriki yıllar açısından yeni bulunacak yazıtların çözümü
açısından faydalı olabilecekleri de ihtimal dâhilindedir.
- Bu anlamda Hititlerin Peygamberinin ya da
Peygamberlerinin olması gerektiği düşüncesiyle söz konusu
Peygamberi kimliğinin araştırılması önemli sorundur. Hitit
Peygamberinin Hitit krallarından birisi veya askerlerinden
birisi olma ihtimali üzerine düşünülmelidir. Muhtemelen Hitit
krallarından en az birisinin aynı zamanda Peygamber de olması
tezimizin ağırlık noktasıdır. Bu anlamda o kralın ve aynı
zamanda Peygamberin yardımcısı olarak 12 askerin varlığı senaryo
olmayabilir.
- Şu anda bilinen 19 Hitit kralının kabirleri
bulunduğunda ya da onlarla ilgili ayrıntılı yazıtlar
bulunduğunda o çağdan gelen anlatımlardan birisinde kralla 12
asker arasında yukarıdaki örneklerde olduğu gibi bir bağın
varlığı tezi kuvvetlenecektir.
- Allah C.C. bazı Peygamberlere devlet başkanı
olmalarını da irade etmiş olduğundan dolayı bu şahsın hem kral
hem de Peygamber olabilmesi mümkündür.
- Yine yazıtlarda söz konusu kralın hayatının
savaşlarla geçmesi ve kendi toplumuyla veya aile bireyleriyle
uzlaşmaz çelişkilerin olması zorunludur. Zira insanların çoğu
her zaman vahye yönelik tebliğlerde ya da davetlere karşı çıkmış
ve söz konusu elçilerle sürekli çatışmış onu toplum dışına
çıkartmaya zorlamıştır. Ve yine onlar için “Mecnun, deli, şair,
hayalci, vehimci” gibi yakıştırmalarda bulunmuştur. Hitit
krallarından birisi hakkında bu tip tavır ve yakıştırmaların
olması bu konuda dikkat çekecek hususlardandır.
- Şüphesiz doğruluğu ya da yanlışlığı hakkında
şüphe götürmez, kesin kanıtlar olması da aşağıdaki tezin ileriki
çalışma yıllarında dikkate alınmasında fayda görüyorum.
- TEZ: Bilinen Hitit krallarından
birisi aynı zamanda Peygamberdir. Söz konusu kral halkın
yerleşik dini inançlarına karşı çıkmış ve bu nedenler çevresiyle
sürekli olarak teorik ve pratik çatışmalara maruz kalmıştır. Söz
konusu Hitit kralının krallığı çevresince meşrutiyetini
kaybetmiştir. Bu kişinin krallığının çevresince tartışmalı
olduğu ya da açıkça reddedileceği, reddedildiği kesindir.
Hitit kralının 12 askeri bu çatışma ve çelişkilerde kendisine
inanmış ve yardımcı olmuştur. Hitit Peygamberinin tebliği söz
konusu bu 12 askerle ifade edilmiştir. Hitit kralının ya da
Peygamberinin inançları çerçevesinde kısa süreli dahi olsa
kazandığı bir an, zaman boyutu vardır. Şüphesiz bu çatışma 12
İmamın zuhuruna kadar sürecektir.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ODUN TOPLAYAN ADAMLARIN
ÖYKÜSÜ
- Zamanın bir yerinde ülkenin birinde bir zalim
kral yaşarmış. O ülkede sivil ve sosyal organize güçler, özgür
akıllar, eleştirel bakışlar yokmuş. Halk; bir sürü tabusu ve
doğmasıyla klasik tebaa biçiminde aydın da kendi çelişkilerini
çözememiş biçimde yaşarmış. Ülkede kral; hiyerarşinin en üstünde
bulunurken ondan beslenen askeri güçler ve kapıkulu zihniyetli
- İdarecileriyle ülkeyi yönetirmiş.
- Günlerden bir gün ülkenin dört
yanına tepeden bir haber ulaşmış. Kral herkesin toplayabildiği
kadar odunu toplayıp ülkenin merkezine getirmesini ve kendisinin
de gelmesini buyurmuş. Ülkenin tüm idarecileri de bu iş için
kolları sıvamışlar. Fermanı duymayan kalmamış ve zaten bu
fermanlara alışık olan halk başlamış odun toplamaya herkesler
harıl harıl odun toplayıp buldukları araçlara yığmışlar ve
ülkenin merkezine doğru yola çıkmışlar. Kimse odunu neden
topladığını da sormamış, çünkü soru sormaya alışık olmayan
aydınlar halkı yönlendiriyormuş......
- Neyse uzatmayalım beklenen gün
gelip çatmış tüm ülke halkı odunları merkeze getirmiş ve ana
meydana yığmışlar. O ülkenin en büyük dağı yüksekliğinde odundan
bir dağ oluşmuş. İkinci bir emirle halkta bu odun dağının
etrafına halka olmuş ve beklemeye başlamışlar. Bazı aydınlar
fısıltı ile çok büyük bir gösterinin olacağını söylerken bir
kısmı da çok önemli bir mesaj verileceği kanaatindeymiş.
- Bir müddet sonra oldukça
debdebeli ve abartılı bir biçimde kral meydana gelmiş ve
kendisine ayrılan yüksekçe bir yere çıkarak tabasını selamlamış.
Halk ta yıllardır olduğu gibi kralına sevgi gösterisinde bulunup
coşkuyla karşılamış. Kral odunların yakılmasını emretmiş. Hemen
emir yerine getirilip odunlar dört bir yandan tutuşturulmuş ama
ne ateş; Kral hemen ardından:
- -Getirin o rejim düşmanı asiyi
diye gürlemiş. Bütün gözler kralın işaret ettiği yana çevrilmiş.
Üstü başı perişan vaziyette, elleri ayakları zincirli yaşlıca
bir adamı çevresinde bir sürü emir kulu asker meydana doğru
yürüyerek getirmişler. Yaşlı adam içinde bulunduğu durumu
umursamazcasına vakarlı bir biçimde meydana doğru yürürken
etrafına da odun toplayanların ve bekleyenlerin haline
acırcasına bakıyormuş. Ve kral son emrini vermiş:
- -Atın o adamı ateşe....Meydanı
bir uğultu kaplamış. Anlaşılan kral kendisine ve otoritesine
karşı gelen bu adamı cezalandırarak ve bunu da büyük bir şölen
şeklinde yaparak aynı zamanda ne kadar güçlü olduğunu ve kendi
otoritesini kabul etmeyenlerin sonunun ne olacağına yönelikte
bir mesaj vermek istiyormuş. Bazıları o anda neden odun
topladıklarını da anlarken, bazıları halen bakalım ne olacak?
Diye merakla beklerlermiş.
- Çok az bir kısmı da: Hay ellerim
kırılsaydı da toplamasaydım... Diyormuş. Yaşlı adamın
etrafındaki adamlar O'nun zincirlerini çözmüşler ve el ve
ayaklarından tutup kaldırarak ateşe doğru koşmaya başlamışlar
ancak ateşin çevreye saçtığı sıcaklık o kadar fazlaymış ki daha
fazla yaklaşamadan uzakta kalakalmışlar. Adamı bu şartlarda
ateşe atmak mümkün değilmiş. Büyük şölen tam fiyaskoyla
sonuçlanacakken kralın kurnaz danışmanlarından birisi:
- -Onu ateşe uzaktan mancınıkla
atalım demiş ve kralda derin bir nefes çekerek mancınık
getirilmesi emrini vermiş.Yaşlıca adamı mancınığa
yerleştirmişler ancak o halen kendisinden emin bir şekilde
beklemedeymiş,yakın olanlar dudaklarının mırıldandığını da
görüyorlarmış.Ve mancınığı gerip bırakmışlar ,yaşlı asi büyük
bir hızla havadan ateş dağının ortasına doğru
gidiyormuş..............öyküyü yaşlı asi havadayken bitiriyorum.
- Gelelim öyküdeki çıkarımlara;
- ...Tarih odun toplayanların
öykülerini yazar...
- ...Tarih havada uçanların
öyküsüdür..
- ...Odun toplayan olmazsa kimseyi
yakamazlar..
- ....Her asi asi değildir...
- ...Soru sormamak kötü bir
huydur...
- ...Kral Nemrud bir kralmış...
- ...Tarihin temel çelişkisi Odun
toplama emrini verenlerin taşıdığı değerlerle,havada uçanların
taşıdıkları değerlerin çelişkisidir.…
- Şahsen ben havada uçanlardan
yanayım...
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BAKMAK VE GÖRMEK ÜZERİNE
BİR DENEME
- Gözümüzün önemli bir organ olduğunu kimse inkar
etmez. Ancak çoğu insan göz’ü görmek ile eşdeğer tutar. Oysa
görmek akılla ilgilidir ve özünde idrak etmeyi barındırır. Göz
ise sadece bakar. Bakmanın tek başına bir anlamı ve önemi
yoktur. Bakmak bu anlamda sadece potansiyel bir pozisyondur.
Aslolan görmektir ki buda akılla daha ötesi idrak yada bilinçle
ilgilidir.
- Bakmak ile görmek farklı şeyler olmakla birlikte
birbirlerinden de bağımsız değildirler. Bunların kendi
aralarındaki ilişkinin çeşitli varyantları vardır.
- Baktığı halde göremeyenler olduğu gibi, bakmadan
görenler de vardır. Çok bakıp çok görenler olduğu kadar az
bakarak çok görenler yada az bakıp az görenlerde vardır.
Bakışımızı güçlendirmek görüşümüzü güçlendirmek anlamına
gelmeyeceği gibi görüşümüzü güçlendirmek içinde bakışımızı
güçlendirmek gereken durumlarda mümkündür.
- Her halükarda bakmakta görmekte sonuçta beyin
ile yakından ilgili olup bakmak göz vasıtasıyla, görmekte bilinç
vasıtasıyla beyinle irtibatlandırılabilir.
- Eğer dünyada yaşayan ilk insan olsaydım ve “Dile
benden ne dilersen” diye bir hitap duysaydım iki dilek hakkı
isterdim ve Bir teleskop birde mikroskop isterdim. Mikroskop ile
önce kendime bakardım. Hücrelerime bakardım. Hani şu metrenin
yüz binde biri, ya da milimetrenin yüzde biri büyüklüğüne sahip
geniş! Âleme göz atardım. Aktarayım; Bu âlem o kadar küçük ki bu
hücrelerden ancak 10.000 tanesi bir araya geldiğinde bir toplu
iğnenin başı kadar bir yeri ancak kaplayabiliyorlar. Ama bu
küçük âlemin içinde ne doğumlar ne yaşamlar ne ölümler oluyor,
cıvıl cıvıl bir hayat bunların içinde barınıyor. İçinde müthiş
iş bölümleri, müthiş bilgiler barındırıyor. Hücrelerdeki
bilgileri kâğıtlara döksek bilmiyorum dünyadaki ağaçlar kağıt
için yeterli olur mu?
- Hoş zaten bunun için bilgisayar çiplerini
keşfettik. Vinzıp’ı keşfettik Dünyanın bilgisini sıkıştırıyoruz
ve gerektiğinde açıyoruz. Açıl susam açıl gibi. Bir atomu dünya
kadar büyütsek içindeki elektron sadece bir elma kadar
olabiliyormuş.
- Mikroskop ile sonsuz küçüğün
keşfine yolculuk yapmak mümkün. Elektronlar, Atomlar,
moleküller, DNA lar, kromozomlar neler var neler.
- Dünyadakilerin hepsini toplasak
belki avucumuza sığacaklar! Zamanımız az ve yerimizde dar
birazda teleskop ile bakalım. Bakalım neler göreceğiz. İlk
gördüklerim güneş ve ay oluyor. Dediklerine göre en yakın
bunlarmış. Işık hızı saniyede 300 bin km olduğuna göre Ay'dan
çıkan ışık bize 1 saniyede, güneşten çıkan ışık ta 8 dakikada
ulaşıyor.
- Dediklerine göre güneş sistemine
en yakın yıldız olan Alfa'nın şimdi yaydığı ışık bize 4 yıl
sonra gelecek. Kutup yıldızı ise bizden sadece 45 ışık yılı
uzaklıkta bulunuyor. Ha unutmadan bize en yakın galaksi olan
Andremodea ise bize 2.5 milyon ışık yılı uzaklıktaymış.
Hatırlatayım ki dünyadan 10 milyar ışık yılı uzaklıkta
kuasarlarda mevcutmuş. Teleskop ile baktığımızda gördüğümüz bir
ışığın ışık hızıyla bize rakamların yetmediği ve idrak etmekte
güçsüz kaldığımız bir uzaklıktan geliyor olması da mümkün. Ve bu
müthiş büyüklük ya da genişliğe bakabiliyoruz ama Görmek ne
mümkün! Hatta henüz baktığımız da söylenemez. Hücreden yola
çıkıp en uzak galaksiye gitmek isteyen bir canlı ışık hızıyla
bile hareket etse sanırım ömrü! Yetmeyecek. Dilediği kadar
yaşasın yinede o hızla hedefe ulaşması mümkün değil gibi
görünüyor.
- Çevresine kuyudan bakan kişi ile deve hızıyla
hareket eden bir insanın görebilmesi mümkün mü? Çevresine en
yüce dağdan bakan bir kişi ses hızını bile aşsa ne kadar
görebilir ki? Belki de görmek nereden baktığımız ve ne kadar
hızla hareket ettiğimizle de ilgilidir. Ve ne ile baktığımız da
önemlidir.Ama şu kesin ki hangi zirveden bakarsak bakalım,hangi
hızla hareket edersek edelim,ya da bakış derinliği için hangi
elemanı kullanırsak kullanalım görebilmemiz belki de nasip
sorunudur. Tabi ne kadar görebileceğimizde; Her neyse özetlemek
zor ama deneyeceğim:
- Mikrokosmos'dan ,makrokosmos'a yani sonsuz
küçükten,sonsuz büyüğe kadar yolculuk yapsak ve her şeye baksak,
her şeyde kelimelere sığmayan bir düzen, ahenk, ihtişam,
işbölümü, koordinasyon, sistem, plan görebiliriz. Ama bu
yolculuğu yapıp hiçbir şey görememekte mümkün! Ve bir şey daha
var; bakılacak şeyin de görülecek şeyin de üst sınırı yok.
Sonsuza sonsuz bakmak ve sonsuz görmekte mümkün! Ve belki de
yaşam denen ve bizim ölüm ile bitmediğine inandığımız
yolculuğumuz; bakılacak ve görülecek hicap perdelerinin yırtıla,
yırtıla ilerlendiği bir yolculuktur.
- Peki yolculuğun ilk ayağında bakıp ta
göremeyenler ileri ki ayaklarda görebilecekler mi? Konu uzun ama
adı üstünde bu bir deneme yazısı ve bir an önce bitirmekte fayda
var. Ama yinede bir son söz olmalı:
- Allah (C C) ile Eşya ilişkisini Hz. Ali (AS)
şöyle ifade ediyor:
- “Allah eşyanın içerisindedir, içine
karışmaksızın, eşyanın dışarısındadır; ayrı kalmaksızın.”
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- AŞURA GÜNÜ
MÜ? AŞURE ÇORBASI MI?
-
Peygamberimizin torunu İmam Hüseyin'in Kerbela'da şehit edildiği
güne rast-layan ve Arapça onuncu gün anlamına gelen Aşura günü
nedeniyle İslam dünyasının her yanında birtakım eylemlerin
yapıldığı herkesçe bilinmektedir. Kimi yerlerde matem
yapılırken, kimi yerlerde kutlamalar yapılmakta, kimisi namaz
kılıp dua ederken ve ağlarken kimileride saz çalıp semah
dönmekte kimileride adına Aşure aşı dedikleri bir tatlı türünü
dağıtmaktadır. Bu konuda ülkemizde de diğer konularda ya da
kavramlarda olduğu gibi bir kafa karışıklığı, kavram kargaşası
yaşanmakta olup, bu sorunu aydınlatma amacıyla yazıyorum:
-
Dikkat
edilirse her yıl Muharrem ayında ve özellikle de Muharrem ayının
10. Gününde halkın birbirlerine adına Aşure çorbası ya da
tatlısı denilen bir yiyeceği ikram ettiği hatta bazen
birbirlerini kutladıkları görülür.
- Sebebi sorulduğunda da
çoğunlukla “Bugün öyle mübarek bir gündür ki! Adem bu gün
yaratılmış, yerler, gökler, melekler bu gün yaratılmış, Hz. Nuh
gemiden tufandan bugün kurtulmuş, Hz. Yusuf zindandan bu gün
çıkmış, Hz.Yakup'un gözleri bugün açılmış, Hz. Yunus bugün balık
karnından kurtulmuş, Hz. Musa bugün firavundan kurtulmuş vs vs
vs “cevabını alıp; temelsiz, uydurma yada saçmalıkları sürekli
olarak duyar yada dinlersiniz.
- Yine 'Güya Hz.Nuh'un kurtulunca
gemideki hububatı karıştırıp dağıtmış ve insanları kutlamış!'
olduğu anlatılır durur. Ve yine dikkat edilirse kendisini alevi
ya da sünni kabul eden herkesin olayı bu şekilde izah edip sanki
güzel bir iş yapıyorlarmış gibi birbirlerine aşure tatlısı
dağıttıklarını da gözlemleriz.
- Ne yazık ki sadece Anadolu'da
değil Anadolu dışında da bu sözlere inananlar bulunmaktadır.
Nitekim konuyu araştıran Aliyy'ul Kaarı bu uydurmaların bir
kısmını 'Mevzuatu Kebir'isimli kitabında toplamıştır. Muharrem
ayı hicri yılın ilk ayının adıdır.
- Bilindiği gibi Aşura kelimesi Arapça 10.gün
anlamına gelmektedir. Ve yine bilindiği gibi Hz. Hüseyin hicri
61.yılda Muharrem ayında Kerbela çölüne ulaşmış ve 10. günde de
şehit olmuştur. Peki nasıl oluyor da İmam Hüseyin gibi Allah ve
Resulü katında övülmüş mübarek, masum bir kişi katlediliyor da
insanlar hele de Müslümanlar! O günü bayram ilan ediyor ve
kutluyorlar?
- Ve dahası o gün insanlık
tarihinin en vahşet görüntüleri sergilenmişken, tüm güzel
şeylerin o güne denk geldiği söylenebiliyor? Burada bir tuhaflık
yok mu? Hayır; çünkü Aşura günü yezidin başını çektiği küfür ve
münafık grubu birçok sahte rivayet! Uydurarak kendi yaptıkları
musibeti bayrama, kutlamaya çevirmek istediler ve tüm insanlara
bu sahte kurtuluş masallarını anlatarak musibetlerini örtmek,
kafa karıştırmak istediler. Ve ne acıdır ki kısmen de olsa
başarılı oldular.
- Dikkat ettiniz mi Muharrem
ayının 10.günü geldiğinde artık sadece tatlı dağıtılmıyor ve
sözüm ona bazı dernekler ya da kuruluşlarca özel törenler
yapılıyor sazlar çalınıp, semahlar dönülüyor. Ve yine dikkat
edilirse bu törenlere üst yetkililer, ilahiyatçılarda
memnuniyetle! Katılıyorlar.Ne acıdır ki İmam Hüseynin şehit
edildiği gün kutlamalarla!,yeme içme ve halaylarla anılıyor.
- Oysa Bir Ehli Beyt dostu yada
Müslüman o gün ne yapmalıdır? Sorusunun cevabı birçok tarihi
nakilde açık açık veriliyor. Ama cahil bırakılmış halk'ın ve
duyarsızlaştırılmış Müslüman aydının bunlardan haberi olmuyor.
- Ehlibeyt Mektebinin büyük
âlimlerinden olan Merhum Şeyh Mufid şöyle diyor:
- “Muharrem ayının onuncu gününde
Hz. Hüseyin (A.S.) şehit edilmiştir. İmam Cafer-i Sadık'tan
gelen rivayetler gereğince bu günde neşeden uzak durmak, yas
merasimleri düzenlemek ve öğle oluncaya kadar bir şey yiyip
içmemek ve öğleden sonra, sadece yaslı insanların yediği içtiği
miktarda bir şeyler yemek gerekir.”(1) Devam edecek
- 1-Vesail-üş Şia c.10, s. 394.
- Ehlibeyt Mektebinin en büyük
hadisçilerinden olan Şeyh Saduk İmam Rıza (a.s)'ın şöyle
buyurduğunu nakleder: “Aşura gününü kendisine hüzün ve musibet
ve ağlama günü yapan kimseye, Allah kıyamet gününü sevinç ve
neşe günü kılar.”(2)
- Şeyh Saduk kendi senediyle İlelu’ş-Şerayi ve Emali
kitaplarında Cibille-i Mekkiye’den şöyle nakleder:
- “Hz. Ali (A.S)’ın sır
dostlarından olan Meysem Temmar’dan şöyle nakleder: Allah’a
yemin olsun ki bu ümmet kendi peygamberlerinin torununu Muharrem
ayının onuncu günü öldürecekler ve Allah’ın düşmanları o günü
bereket günü yapacaklar. Bu iş Allah’ın ilminde geçmiş kesin
kazalardandır. Hz. Ali’nin bana öğrettiği ilim üzere ben bundan
haberdar oldum.
- Hz. Ali bana bildirdi ki tüm yaratıklar hatta çölün yırtıcı
hayvanları, denizdeki balıklar ve gökte uçan kuşlar bile
Peygamber’in torununa ağlayacaktır. Güneş, ay, yıldızlar, gök,
yer, insan ve cinlerin Mümin olanları göklerdeki tüm melekler
Rıdvan meleği (cennetin koruyucusu melek) ve cehennemle görevli
olan Malik, tüm koruyucu melekler, gök ve arşı koruyan
meleklerin hepsi Hüseyin'e ağlayacaklar.
- Sonra Meysem şöyle dedi: Allah’a
ortak koşanlara, Yahudi, Hıristiyan ve Mecusilere Allah’ın
laneti gerekli olduğu gibi Hz. Hüseyin’i öldürenlere de bu lanet
gerekli olmuştur. Cibille diyor ki Meysem’e “Nasıl halk Hz.
Hüseyin’in şahadet gününü bereket günü bileceklerdir?” diye
sordum.
- Meysem bu soruya karşılık
ağlayarak şöyle dedi:
- Kendileri uydurdukları bir hadis
gereğince Aşura gününün Hz. Adem’in tövbesinin kabul olduğu gün
olduğunu söyleyecekler; oysa Hz. Adem’in tövbesi Zilhicce ayında
kabul olunmuştur. Yine onlar Aşura gününde Yüce Allah’ın Hz.
Davud’un tövbesini kabul ettiğini söyleyecekler; oysa Davud’un
tövbesi de Zilhicce ayında kabul olmuştur. Onlar bu günde
Allah’ın Hz. Yunus’u balığın karnından kurtardığını
söyleyecekler; oysa Allah-u Teala Hz. Yunus’u Zilkaade ayında
balığın karnından çıkarmıştır. Onlar Aşura gününde Hz. Nuh’un
gemisinin sahile yanaştığını söyleyecekler; oysa bu Zilhicce
ayının 18. günü vuku bulmuştur. Onlar bu günde Beni İsrail’in
kurtulması için denizin Allah tarafından Hz. Musa (a.s) için
yarıldığını söyleyecekler; oysa bu Rebiulevvel ayında
gerçekleşmiştir....”
- Ehlibeyt mektebinin
kaynaklarında çeşitli senetlerle İmam Muhammed Bakır (a.s)'dan
nakledilen ve Ehlibeyt dostlarınca sürekli okunan Aşura Ziyareti
duasında şu cümleler yer almaktadır: “Allah’ım bu Aşura günü
Ümeyye oğulları ve ciğer yiyen kadının oğlu tarafından kutlu ve
mübarek bir gün olarak bilinir.... Bugün Ziyad oğullarının ve
Mervan oğullarının Hz. Hüseyin’i (Allah’ın selamı ona olsun)
öldürdükleri için sevindiği bir gündür. Allah’ım onlara olan
lanet ve azabını iki kat eyle....”
- Ehl-i Sünnet kaynaklarında bu
konuda değişik nakiller ve rivayetler nakledilmiştir. Mesela
bazısında diyor ki: “Allah Resulü (S.A.V) Medine’ye geldiğinde
ve henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı bir sırada, Yahudilerin
Muharrem’in onu olan Aşura gününü oruç tuttuklarını gördü. Bunun
sebebini sorunca, şöyle dediler: “Bu yüce bir gündür; bu günde
Allah Musa ve kavmini kurtarmış ve Firavun ve kavmini suda
boğarak (helak etmiştir).” Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.)
“Ben Musa’ya siz (Yahudilerden) daha evla ve onun orucunu
tutmaya sizden daha layığım.” diyerek hem kendisi o günün
orucunu tutmaya başladı, hem de (Müslümanlara) o günü oruç
tutmalarını emretti.”(3)
- Yine Aişe’ye dayandırılarak
şöyle nakledilmiştir: “Cahiliyet zamanında Kureyşliler Aşura
gününü oruç tutuyorlardı. Resulullah da onlar gibi o günü oruç
tutuyordu. Medine’ye hicret ettikten sonra da hem kendisi
tutmaya devam etti hem de başkalarına bunu emretti. Fakat
Ramazan orucu farz kılındığında buyurdu ki “Artık isteyen bu
günün orucunu tutar, istemeyen terk eder.”(4)
- Sahih-i Müslim ve diğer bazı
kaynaklarda Resulullah’ın Aşura gününü vefatından bir sene önce
oruç tuttuğu da nakledilmiştir. (5)
- Bu aktarımlar muteber ve
güvenilir değildir. Buna birçok delil zikredebiliriz. Ancak söz
uzamasın diye bazılarına, hem de kısaca değinmekle yetiniyoruz
(Akıllıya işaret yeterlidir):
- 1- Her şeyden önce bu
rivayetlerin senetlerinde problem var; çünkü rical kitaplarına
müracaat edip bu senetlerdeki ravileri araştıran herkes onların
çoğunun şaibeli ve türlü türlü ithamlara maruz kalan kimseler
olduklarını açıkça görür. Kaldı ki ravilerden bazısı hicretten
yıllar sonra Medine’ye gelmiştir. Ebu Musa Eş’ari gibi, bazısı
hicret zamanında daha küçücük bir tıfıldı, İbn-i Zübeyr gibi;
bazısı da hicretten yıllar sonra Müslüman olmuştur, Muaviye
gibi. Böyle ki bir durumda bu ravilerin Resulullah’la ilgili
hicret öncesi, hatta İslam öncesi olayları bizzat görüp
nakletmeleri nasıl düşünülebilir?!
- 2- Bu rivayetler arasında bir
sürü çelişki söz konusudur. Örneğin birisinde Allah Resulü’nün
Medine’de Yahudilere uyarak Aşura gününü oruç tutmaya başladığı
söyleniyor; bir diğerinde, Resulullah’ın da müşrikler gibi ta
cahiliyet zamanından beri Aşura gününü oruç tuttuğunu iddia
ediyor. Yine birisinde Aşura orucunu Ramazan orucu farz
kılındıktan sonra terk ettiğini söylüyor; diğer birisinde ise
şöyle deniyor: “Resulullah (s.a.a) Aşura gününü oruç tuttuğunda,
O’na dendi ki “Bu Yahudilerin değer verdiği bir gündür.” Bunu
duyan Allah Resulü de artık gelecek yıldan itibaren
(Muharrem’in) dokuzuncu gününü oruç tutma sözü verdi; ama
gelecek yıl gelip çatmadan Resulullah vefat etti.”(6) Görüldüğü
gibi bir rivayete göre Yahudilere uyarak oruç tutmaya başlıyor;
diğerine göre ise tam tersine onlara muhalefet olsun diye, artık
onuncu günü değil dokuzuncu günü oruç tutmaya karar veriyor, ama
ecel mühlet vermiyor!
- Bu rivayetleri araştırıp
karşılaştıran her kes, bunlar gibi daha nice çelişkileri tespit
edebilir ki bu kadarı dahi yeterlidir.
- 3- Yukarıda naklettiğim birinci
rivayete bakarsak, bu rivayete göre Resulullah kardeşi Hz.
Musa’nın sünnetini bilmiyordu ve bunu Yahudilerden öğrenmiş ve
onlara taklit etmişti!! Oysa Allah Resulü Geçmiş peygamberlerin
öğreti ve Sünnetlerini herkesten daha iyi biliyordu. Öyle
olmasaydı son Peygamber olmasının, en üstün peygamber olmasının
ne anlamı olurdu?! Bunu maalesef sadece burada söylemiyor ve
“Resulullah kendisine emredilmeyen konularda Kitap Ehli’ne
uymayı seviyordu.” diyerek işi daha ileri boyutlara taşıyorlar.
Halbuki aynı kaynaklar, Allah Resulü’nün özellikle Yahudiler ve
onlara taklit etme hususunda son derece hassas olduğunu da
nakletmektedirler. Örneğin ezandan önce (güya) Yahudilerin
borusu gibi boru çalınmasını veya Hıristiyanların çanından
çalınmasını önerenlere muhalefet ederek kabul etmediğini, Yahudi
ve Hıristiyanlara muhalefet etmek için Müslümanlara saç
sakallarını boyamalarını emrettiğini, haiz kadınla muamele
konusunda Yahudilerin tam tersini uyguladığını ve Kısacası
İslam’da onlara taklit etmekten Müslümanları sakındırdığını
nakleden yine onlardır(7)
- Doğru olan da zaten budur. Zira
kaynakların nakline göre Allah Resulü Yahudilere karşı bu sert
tavrını öyle bir boyuta vardırmıştı ki Onlar “Bu adam bize ait
muhalefet etmediği hiçbir şey bırakmadı kalsın!”(8)
- İbn-ül Hac da kitabında şöyle
yazıyor: “Allah Resulü (s.a.a) hiçbir konuda Kitap Ehli’yle
mutabık kalmayı sevmezdi; öyle ki Yahudiler dediler ki “Muhammed
bizim muhalefet etmediği hiçbir şeyimizi bırakmadı.”(9)
- Ehl-i sünnet kaynaklarında şu
hadis de nakledilmiştir: “Kim bir kavime kendini benzetirse,
onlardan sayılır.”(10) O halde bu aktarımlara nasıl
inanılabilir?
- 4- Aşura kelimesinin Muharrem’in
onuncu gününe denilmesi, Hz. Hüseyin, Ehlibeyt’i ve ashabı
Kerbela’da şehit düşüp, Ehlibeyt İmamları ve taraftarları
tarafından yas ve anma merasimleri düzenlenmeğe başlandıktan
sonra meşhur olmuş ve ondan önce tanınan ve yaygın olan bir isim
değildi. Lügat âlimleri de bunu açıkça zikretmişlerdir. Örneğin
meşhur lügatçi İbn-i Esir şöyle yazıyor: “Aşura İslami bir
isimdir.”(Yani İslam’dan sonra kullanılmıştır.)(11)
- Bir başka lügatçi olan İbn-i Düreyd ise şöyle
kaydetmektedir: “Aşura İslami bir isimdir ve cahiliyet zamanında
tanınmıyordu.”(12)
- 5- Aslında Yahudi kaynaklardan
haberdar olan her münsif insan Yahudi şeraitinde Aşura orucu
diye bir şeyin esastan olmadığını ve Yahudilerin ne eskiden ve
ne de şimdi bu günü oruç tutmadığını görür. Yani bu konuda
hiçbir belge elde bulunmamaktadır.
- Bu konuda üzerinde durulması gereken bir diğer husus, Aşura
gününde vuku bulduğu söylenen önemli tarihi olaylardır. Bazı
Sünni kaynaklar bu konuda o kadar ileri gitmişlerdir ki tarihte
vuku bulan en önemli ve meşhur olayların hemen hepsinin Aşura
gününde vuku bulduğunu söylemektedirler. Hatta Resulullah’ın
hicret ve doğum günlerinin dahi bu günde vuku bulduğunu kaydeden
kaynaklar var!!(13) Oysa bunların Rebiülevvel ayında vuku
bulduğunu, tarihten az buçuk haberi olan her makul düşünceli
insan teslim etmektedir.
- Halbu ki bu olayda da yine Aşura cinayetini ört bas etmek
isteyen Emevilerin parmağı vardır. Bunu, yukarıda Meysem-i
Tammar’dan naklettiğimiz hadis açıkça teyid etmektedir. Yine
Aşura kavramının İslami bir terim olduğunu ve İslam öncesi bu
kelimenin tanınmadığını meşhur lügat alimlerinden size
nakletmiştik. Ayrıca bu rivayetlerin çoğunun uydurma olduğunu
bizzat Ehl-i Sünnet’in bir kısım rical alimleri de kabul
etmektedir. Bu konuda örneğin şu kaynaklara müracaat
edebilirsiniz: El-Lial-il Masnua Fil-Ehadis-il Mevdua, C.1,
S.108 ila 116, Tezkiret-ül Mevduat, S.118, Es-Siret-ül Halebiyye,
C.2, S.134.
- Son olarak Ümeyyeoğulları’nın Aşura günüyle ilgili tutumları
ve uygulamalarıyla ilgili iki tarihi belgeyi de aktarırsak:
- Meşhur filozof ve tarihçi Ebu
Reyhan Beyruni “El-Asar-ül Bakiye” isimli kitabında şöyle
yazıyor: “Ümeyyeoğulları (Hz. Hüseyn’i öldürdükten sonra) Aşura
günlerinde yeni elbiseler giyiyor, süsleniyor, sürmeleniyor ve
bayram yapıyorlardı. Bu günde ziyafetler verip güzel yemekler ve
tatlılar yapıp dağıtıyorlardı. Bu onların saltanatları boyunca
devam edip bir gelenek haline dönüştü ve böylece onlardan sonra
da Ehl-i Sünnet içerisinde devam etti… Ama Şiiler bu günde Hz.
Hüseyn’in şehadeti münasebetiyle ağıtlar yakıp ağlıyorlar…”(14)
- Meşhur Sünni tarihçi Makrizi
“El-Hutat” isimli eserinde şöyle yazıyor: “Mısırdaki Ali
taraftarları (Fatımiler), Aşura günlerini yas ve hüzün günü
olarak bilip o günde pazarları tatil ediyorlardı. Onların
devleti yıkılıp yerine Eyyübi sultanları iş başına
geldiklerinde, onların tam aksine Aşura günlerini sevinç ve neşe
gününe dönüştürerek, bu günde aile ve dostlarına ziyafetler
vermeğe, hamama gitmeğe ve süslenmeğe başladılar. Bu vesileyle
esasında Şamlıların Haccac-ı Zalim zamanından itibaren başlayan
adetlerini, Şia’ya inat devam ettirmeği amaçladılar…
- Sonra şöyle devam ediyor Makrizi:
“Biz kendimiz bizzat Eyyubilerin, Aşura günlerinde yaptıkları
sevinç gösterilerinin kalıntılarını gözlerimizle gördük.”(15)
- Günümüzde sıkça rastlanan ve
ölünün ‘Helvasını yapma’ya da başsağlığına giderken ‘Toz veya
kesme şeker götürme gibi geleneklerin kökeninde de bu cahili
dönemin izleri vardır.
- Yani hem akıl ve hem de tarihi
rivayetler şunu kanıtlıyor ki: Aşure çorbası yada tatlısı
denilen olay cinayetlerini örtbas etmek isteyen ve de o günü
kurtuluş günü! İlan etmek isteyen Ümeyye oğullarının
uydurmasıdır.
- Şimdi biz Müslümanlara ve
özelliklede Müslüman aydınlarına düşen görevde tüm Müslümanlara
bu gerçeği aktarmak ve hakkın açıkça ortaya çıkmasını sağlamak
olmalıdır.
- Unutmayalım ki hakkın açığa çıkması konusunda sessiz
kalırsak bu masallar kuşaktan kuşağa geçecek ve Allah korusun
mahşerde bizde bu yalanın sorumlularından birisi olarak hesap
vereceğiz.
- Bundan sonraki ilk muharrem
ayında ve özelliklede 10.günde yani Aşura gününde halkımızı her
türlü yolla bu konuda uyarmak ve Aşura gününde o musibet gününü
matem yapılan yerlerde anmak bizim öncelikli görevimiz
olmalıdır.
- Yine bazı cahil kişilerin bu
konuda ağlamayı, yas yada matemi islami görmediklerini üzüntüyle
okuyoruz. Bu nedenle Yine Ehli sünnet kaynaklarındaki
nakillerden birkaçını yazma gereği duyuyorum:
- Hz.Muhammed buyuruyor
ki:’Allah-u Teala cenneti, benim Ehli beytime zulüm ve ihanet
edenlere, sövenlere, onlarla savaşanlara ve itretimi inciterek
bana eziyette bulunanlara haram kılmıştır.
- ‘Resulullah bir gün kızının
evinin önünden geçerken Hüseyin’in ağladığını duydu ve
Fatıma’ya ‘Bilmez misin ki Hüseyin’in ağlayışı beni incitir,
diye buyurdu.
- Yine Esma bint-i Ümeys şçyle naklediyor:
- ‘Hz.Hüseyin dünyaya geldiğinde
Resulullah yanıma gelerek’Ey Esma, çocuğumu bana getir diye
buyurdu. Ben Hüseyini beyaz bir kundağa sararak Resulullah’a
verdim. Resul-i Ekrem(S.A.V.)sağ kulağına ezan, sol kulağına
ikamet okuduktan sonra,Hüseyini bana verdi ve AĞLAMAYA
başladı.Esma diyor ki:Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın
Resulü ağlamanızın sebebi nedir? Diye sorduğumda, Âlemlere
Rahmet olarak gönderilen Peygamber ‘BU ÇOCUĞUMA AĞLIYORUM. Diye
cevap verdi. Bu çocuk dünyaya yeni geldi diyen Esma’ya Hz.
Peygamber: EY ESMA, BU YAVRUMU ZALİM VE AZGIN BİR GRUP
ÖLDÜRECEKTİR. ALLAH-U TEALA BENİM ŞEFAATİMİ ONLARA NASİP
ETMESİN. DİYE CEVAP VERDİ.Ey Esma bunu kızım Fatıma’ya
söyleme,yeni doğum yaptı,henüz hazır değildir’ buyurdu.
- Yine Ehli Beyt imamlarından
nakledilen bazı hadisleri aktarırsak;
- İmam Zeynel Abidin
diyor:’Düşmanlarımız tarafından bizlere edilen zulüm ve
eziyetlerden dolayı yanaklarına akacak şekilde ağlayan mümini
Allah cennetteki doğruluk makamına yerleştirir.’
- İmam Sadık(A.S.):’Bize yapılan
zulme üzülen, mahsun olan kimsenin nefesi tesbih, üzüntüsü
ibadettir, bizim için ağlayan her göz,Kevser havuzuna bakmakla
nimetlenir ve susuzluğu giderilir .’
- İmam Rıza(A.S.)’Kimin yanında
musibetimiz anlatılır ve ağlar, diğerlerini de ağlatırsa bütün
gözlerin ağlayacağı günde onun gözü ağlamaz.’
- Yine tüm kaynaklarda Resulü
Ekrem’in torunu Hüseyni her seferinde özellikle boğazından
öptüğü ve onun musibetini aktardığı yazılıdır. Uzatmamak için
yüzlerce kaynağı yazmıyorum hatta sırf bu konuları ört bas etmek
için ‘Kimsenin gaybı bilemeyeceğini,buna Resulü Ekrem’inde
dahil olduğunu’’dahi söyleyebilen kaynaklara değinmiyorum,ve tüm
müslümanlara mutmain bir kalp ile aklı selim diliyorum.
- Saygılarımla
-
-
- Kaynakları yeniden numarala
- [3]-İlelu’ş-Şerayi, S.227.
- [3]- Sahih-i Buhari, C.1, S.244, Sahih-i Müslim, C.3, S.150,
Es-Siret-ül Halebiyye, C2, S.132-133, Tarih-ül Hamis, C.1,
S.360…
- [4]- Aynı kaynaklar…
- [5]- Sahih-i Müslim, C.3, S.151
- [6]- Sahih-i Müslim, C.3, S.151
- [7]- Buhari, 60. kitap, 50.bab, 77. kitap, 67. bab, Sahih-i
Müslim, 3. kitap, 16. hadis, Tirmizi, 44. kitap, 24. hadis,
Nesai, 3. kitap, 48.bab, 83. hadis.
- [8]- Es-Siret-ül Halebiyye, C.2, S.115.
- [9]- El-Medhal (İbn-ül Hac), C.2, S.48.
- [10]- Nihayet-u İbn-il Esir, C.3, S.240.
- [11]- Nihayet-u İbn-il Esir, C.3, S.240.
- [12]- El-Cemheret-u Fi Lugat-il Arap, C.4, S.212.
- [13]- Tarih-ül Hamis, C.1, S.360-361, Es-Siret-ül Halebiyye,
C.2, S.133-134
- [14] El-Kuna Vel-Elkab, C.1, S.431 (Asar-ül Bakiye’den
naklen).
- [15]- El-Hutat (Makrizi), C.1, S.490.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
- PAŞA ÇETEN İÇİN
- İki yıl kadar önce büroma
ziyarete gelmişti, böylece tanıştık ve zamanla aramızda sanki
uzun yıllardır tanışıyormuşuz gibi bir kontak oluştu.
- Günün değişik saatlerinde arayıp
son yazdığı bir şiiri ya da dörtlüğü okurdu. Onunla en son cuma
günü Ehli Beyt cami çıkışında kucaklaşarak ayrıldık.
- Son sarılmamız olduğunun
farkında değildim; öyleymiş.
- Ya Rabbim;
- Paşa Çeten bana doğru yolun Ehli
Beyt olduğunu ve onların yolunda yürümek istediğini söylemişti.
Belki yolun başındaydı ama SEN az amele çok veren, niyetleri
bile değerli kılan lütufkarsın, sevdiklerinin hatırına bu
noktadaki şahitliğimi kabul et ve ondan yüce sınırsız
merhametini ve şefaatçilerin şefaatini esirgeme.
- Amin.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|