|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
|
İÇİNDEKİLER TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
TAKDİM |
HAYAT HİKAYESİ |
|
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
corumlu2000@gmail.com |
Mahmut Selim GÜRSEL |
yazarlarımız yaptıkları paylaşımlardan sorumludur.
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
İsmet ÇENESİZ
-
06. 06. 1936 günü
Albayrak 2. Sokakta 9 nolu evde dünyaya gelmişim. Her nedense nüfus
kağıdımda 1938 doğumluyum. Babamın ismi İsmail annem Münevver
Çenesiz. Ailenin en büyük çocuğu ablam Caviden Çenesiz (Amanvermez) 74
yaşında ve İzmir'de oturuyor. Ağabeyim İlhan Çenesiz 66 yaşında halen
İstanbul'da oturuyor, Turhal ve Sivas Gemerek'te tuğla fabrikaları
var,oğlu ile birlikte çalışıyor.
-
Babam dülgerdi;
Küçük İsmail lakabıyla anılırdı,çalışkan bir insandı Küçük yaşta anne ve
Babasını Kaybetmiş Şehirden köye göçmek mecburiyetinde kalmış 5- 6
sene sonra yeniden babasının arkadaşı olan meşhur Muttalip Gürsel
ustadan sanatını iyice öğrenmiş, ustasıyla aralarında baba - evlat
saygısı doğmuştur.Babamı 1976 yılında kaybettik.Annem ise 1900
doğumlu tam bir eski zaman kadını idi. Sabahları ezandan önce kalkardı.
Güçsüzlere karşı çok duygulu, merhametli ve cömertti. Çorum
Güçsüzler Evinin yeri annemindi,orayı hayır işine tahsis etti. 1993
yılında Allah'ın Rahmetine kavuştu . Güçsüzler Evini biz üstlendik.
Doğduğum evden ayrılışımızı hatırlıyorum, büyüdüğüm evde, doğduğum
eve yakın Alaybey Çıkmazı No 1 de, köşe başında evdi.
-
1945 yılında
Albayrak İlkokuluna gittim, 3. sınıfta kendi isteğimle Tanyeri
İlkokuluna gittim. Kendimi övmek gibi olmasın,her bakımdan çok iyi bir
talebeydim. 1950 de Erkek Sanat Enstitüsüne kayıt oldum. 1955 yılında
bu okulu bitirdim orada da iyi bir talebelik hayatım oldu,her
bakımdan iyi bir talebe idim. 6.6.1958 de evlendim.4 çocuğum var. İkisi
erkek,ikisi kız. Hepsi evli, 7 torun sahibi etti yüce Allah. 1959
Temmuzunda Yedek Subay Okulunda askerliğim başladı.Tank bölümüne
ayrılmıştım. Türkiye'nin ilk Yedek Subay olarak Tank Asteğmenleri biz
idik. Kıta görevimi Urfa'nın Bilecik Kazasında yaptım. 1960 İhtilalinde
1 ay bu kazada Belediye Başkanlığı yaptım. Bilecik'te ve Belediyede
kendimi sevdirdi,herkese ben saygı gösterdim,karşılığını da gördüm. 20
sene Bilecik Belediyesinden bayramlarda tebrikleştiğim arkadaşlarım
oldu.
-
İlkokul sıralarında
hangi mesleğe ilgi duyduğumum anımsamıyorum. Ama sanat enstitüsünün
sonlarına doğru inşaat mühendisi olmayı arzu ediyordum. Babamda bunu
çok istiyordu, onun da tesiri oluyordu. Fakat son sınıfta okumayıp
ağabeyimle birlikte kurulu olan tezgahımız olan babamın
mesleğini,marangozluk ve biçkicilik yapmaya karar verdik. Okulu
bitirince 1955 yılının Temmuz ayında Hamit Camiinin oradaki
dükkanımızda işe başladık. Başlayış o başlayış,askere gidinceye kadar
orada, askerden gelince de Hıdırlık civarındaki bize ait olan yerde
1964 yılı sonlarına kadar çalıştık .Sonra 1965 yılı baharında Halit
Hamoğlu ve Mehmet Balaban ile Güneş Kiremiti kurduk,bu ara Turhal'daki
Baldudak Kiremit Fabrikasını aynı şahıslarla ortak aldık. 1965 sonunda
ortaklığımızı bizim gördüğümüz lüzum üzerine ayırdık. Ağabeyimle ben
Turhal'daki fabrikayı,Halit Hamoğlu Güneş Kiremiti aldı. Mehmet
Balaban mesleği bıraktı.
-
1975 de ben
Turhal'dan ayrılıp Samsun'a göçtüm. 1987 Mayıs ayında Başaran Kiremiti
aldım. Çorum'a taşındık, 1994 de Çenesiz Seramik "ECE" yi organize
sanayinde kurduk. Sanayicilik her zaman zor olmuştur ama,1998-1999 yılı
başka bir zor.
-
Şu anda yazı yazdığımdan dolayı bir ödül almadım,okulda yazdığım
kompozisyonlar beğeni lirdi. Şimdi her Pazartesi Çorum'da mahalli
gazetelerin üçünde,Çorumlu 2000 Dergisine yazı yazıyorum.
corumlu2000@gmail.com
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ZAMANIN AYNASI;
- Zamanın aynası derken nereden nereye geldik.
Neden böyle olduk diye de geriye doğru bakmamızda fayda var
sanıyorum. Tabi ki çok şey yapıldı. Güzel şeyler yapıldı. Ama
DÜNYA VE İNSANLAR kirlendi.
- Ana sebep eğitim ve okuma alışkanlığının
olmayışı. Kitabı hor görmemiz. Allah'ın Kur'anda ki ilk emri
oku, Muhammet'in ilk emri oku, Atatürk'ün emri oku ve tatbik et.
- Nerede çokluk orda pislik. Dünya oldu bir
çöplük. Çok kısa bir zamanda dünya nüfusu iki milyardan yedi
milyara yaklaştı. Türkiye'nin nüfusu 14 milyondan 72 milyona
yaklaştı. Dünya sinyallerini çoktan verdi bu yükü taşıyamıyorum
diye.
- Sadece Amerika'da bir günde bilgisayarlardan ve
onun cinsinden aletlerden bir milyon adet atık çıkıyormuş.
Adamlar dünyada kiraladıkları çöplüklerin haricinde uzayda da
yer arıyorlarmış. Türkiye daha kötü. Havası kirlendi. Suyu
kirlendi. En önemlisi ahlakı kirlendi. Halbuki. Yaş günlerinde,
anneler gününde, babalar gününde. Özel ve güzel günlerde cicili
bicili pahalı hediyelerin yerine kitap hediye etmeyi öğrense
idik. O kitapları okumayı öğrense ve tatbik etse idik böyle mi
olurduk ?
- Ya nasıl olurduk? Nüfusumuz bu gün 50-55 milyon
olurdu. Bütün pislikler temizlenir. Okul kapılarında yığılma
olmazdı. Ayrıca çift tedrisatlı okullar olmaz, işsizlik denen ve
dünyanın bir çok ülkesinde ki yara Türkiye'de hiç olmazdı. Çünkü
iyi yöneticiler yetişirdi. Böylece şimdiye kadar ki Meclislerin
tümü de kaliteli, bilgili, ahlaklı ve çalışkan insanlardan
oluşurdu. Okumuş olurdu okumuş!
- Madem zamanın aynası dedik ben eski insanların
cömertliğinden bahsedeyim. Önce şunu bilmeli ve inanmalıyız ki,
CENNETİN KAPISINI CÖMERTLER AÇACAK. Altmış yıl önceki insanlar
ve o zamanki zengin sayılan insanlarda dahil olmak üzere bu
günkü insanlara, bu günkü yaşama göre fakirlerdi. Bir günlük
yiyeceği olmaz neredeyse aç kalırlardı. Ama vakarlı, gururlu
insanlardı. İstemeyi ar sayarlardı. Şehir küçüktü, herkes
birbirini tanırdı. Komşu komşunun derdinin dermanıydı.
Mahallelerde Ağalar vardı. Anaların anası vardı. Hemen
yetişirlerdi imdada. Onların istemesine de lüzum kalmadan
yiyecek giderdi. Yakacak giderdi. Merhamet, sevgi, saygı
giderdi. Huzur gelirdi, verene de, alana da. Kıtlık olup ta
Ambarlarındaki buğdayları sonuna kadar dağıtan ağalar ve rabbine
duaları ulaşan yoksullar vardı.
- O insanlarda ahde vefa vardı. Hani bir zamanlar
meşhur yol vergisi vardı: Beş lira veremeyenleri jandarma
götürür, ya yolda ya da devlete ait bir yerde çalıştırırdı.
Arkadaşım, Ufuk Berberi Tahsin Gedik anlatıyor:
- - Babam yol vergisini
yatıramamış. Jandarmalar kapıya dayandı. Babamı götürecekler.
Babam az çok eve ekmeğimizi getiriyor. Perişan olacağız. Anam
döşemeyi kaptığı gibi, ( Döşeme: Uzun baş örtüsü) “kardeşler
azıcık bekleyin. Ben ağama gideyim belki bir çaresini bulur”
dedi, gitti ve geldi. Jandarmalara, “Oturun hele, ağam giyinip
gelecek” dedi. Divan haneye oturacak bir şeyler verdi. Biraz
sonra İsmet Mat emmim geldi. Tahsildara makbuzu kestirdi ve
gönderdi. Bunca yıl geçti, anamın, babamın sevinç göz yaşlarını
hala unutamam. Bazen de ekmeğimiz olmazdı. Değirmende unumuzun
öğünmesi uzardı. Ekmek isterdik Meryem Anadan. 15-20 ekmeği
sular bize verirdi. Bana da Ak pekmez dürerdi. Cevizde kordu
içine. Dürümün tadı hala damağımda.” diyordu.
- Ağanın birisi cömertliğiyle meşhurmuş. Bir gün
arkadaşlarıyla ava gitmiş. Bir kar, bir fırtına yolu
kaybetmişler. Tamda akşam vakti. Ölecekler neredeyse . Bir ışık
görmüşler. Varıp baktıklarında ufak bir ev ve ihtiyar bir karı
koca görmüşler. İhtiyarların ikide koyunu varmış. Evde yiyecek
olarak birazcık ekmek var başka bir şey yokmuş. Adam hürmet
etmiş, tanrı misafiri diye. Ama yiyecek yok, adamlar kalabalık.
Bunun üzerine koyununu kesmiş. Ağa adamın hürmetine,
cömertliğine bayılmış. Adama,” Koyun ciğeri çok güzeldi yine
isterim” demiş. Bunun üzerine adam ikinci koyununu da kesmiş
pişirip ciğerini getirmiş.
- Ağa, “ Benim adım cömerte çıkmış. Ama sen
kimsin, biz kimiz. Biz çoktan az veriyoruz. Sen hepsini verdin.
Ne yiyeceğiz, ne içeceğiz demedin. Sana yarın 50 koyun
gönderiyorum.” demiş. Adam, “ İstemem, ben bakamam yazık olur”
demiş. Sonunda 10 koyunda anlaşmışlar.
- Televizyon sosyal yaşantıyı bitirdi. Komşunun
komşudan, akrabanın akrabadan haberi yok. Kimsenin gelecek nesli
düşündüğü de yok. Kirletiyoruz her şeyiyle dünyayı. Biz tabiatın
dengesini bozdukça o intikamını çok çetin olarak alıyor
insanlardan. Kalın sağlıcakla. Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BAYRAĞA SAYGI
- Bayrak bir milletin, belli bir
topluluğun veya kuruluşun simgesi olarak kullanılan, renk ve
biçimle özelleştirilmiş, genelinde dikdörtgen biçiminde kumaş
diye tarif ediyor sözlüklerimizde.
- Eğer bir yerde bayrak
dalgalanıyorsa orası vatandır. Bayrağınızın dalgalanmadığı yerde
iş olmaz, aş olmaz, ibadet olmaz. En mühimi namus olmaz. O
kutsal şeylerin hepsi düşman çizmesi altında ezilmiştir. Türk
Bayrağı ilk şeklini Osmanlıların ilk yıllarında almıştır.
Bayrağımızın oluşmasında şöyle bir rivayet vardır: “Büyük bir
meydan savaşı kazanılmış, cenk meydanında padişah gece dolaşmaya
çıkmıştır Şehitlere Fatiha okumaya. Savaşta yüksek rütbelilerde
dahil olmak üzere o kadar çok şehit verilmiştir ki, savaş
meydanı yer yer kan gölcükleri ile doludur. Bu kan gölcüklerinin
üzerine gökteki ayın ve yıldızın şevki (Yansıması) vurmaktadır.
Padişah bu manzarayı görünce vezirini çağırır ve der ki. Lala!
İşte bizim bundan sonra bayrağımızın rengi kan rengi ve üzerinde
ay ile yıldız olacak diyerek ferman buyurur.”
- Böylece atalarımız gökten yere
ay ve yıldızı indirmişlerdir. Türkiye'miz bunun sıkıntısını
1900' lü yılların başlarında yaşamaya yavaş yavaş başlamış,1923
yılında düşman Yurdumuzdan atılıncaya kadar bu Millet neler
çekmiştir neler?
- Bir memleketi düşmanın basması
yılanların istilasından binlerce defa daha kötüdür. Düşman bir
yere girdiğinde ilk önce o memleketin bayrağını indirir. Kendi
bayrağını direğe çeker. Bayrağı bir yere dikmek için, onu
dalgalandırmak için nice insanlar Şehit olmuştur. Genç
Osman'lar, Ulubatlı Hasan'lar, Şehit olanların en meşhurlarıdır.
Adlarına destanlar yazılmış, türküler söylenmiştir. Bu
topraklar, göndere çekilen Şanlı Bayraklarımızı ne yazık ki
Milli Bayramlarımız da bazı kendini bilmezlerce gereken saygıyı
görememektedir. O nun Vatan, Şeref, Şan, Namus olduğunu bu
kimseler bilmediğinden bu saygısızlığı yapmaktadırlar.
- Her şeyde olduğu gibi çocuğa
bayrak sevgisi ilkokulda, hatta okula gitmeden aşılanmalıdır.
Cefakar, emektar öğretmenlerimize bu konuda çok görev
düşmektedir. Bu bilgileri yeteri kadar verdiklerine ben
inanıyorum. Ama yine de üzerinde önem le durulmalıdır bayrak
konusunun.
-
- Arif Nihat ASYA bir şiirinde:
- “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
- Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü” diyor.
-
- M.C.KUNTAY'da bir şiirinde:
- “Bayrakları bayrak yapan kandır.
- Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.“ diyor.
-
- Ağzınıza sağlık sayın
şairlerimiz. Vatan, Bayrak üzerine yazılmış binlerce şiir daha
vardır. Daha da bayrak için şiirler yazılacaktır. Onlar bizin.
Allah C.C. bizleri vatansız etmesin, Bayrağımız hep dalgalansın,
kulaklarımızdan ezan sesi eksik olmasın.
- Sevgi ve saygılarımla!
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- GÜRSEL YAYINEVİ;
- ÇORUMLU 2000 Aylık Kültür, Tarih, Sanat ve
Edebiyat Dergisinin 61.ci sayısı önümde. Yine Gürsel
Yayınlarından çıkan dört kitap da yanımda. Kitabın ilki, “
Kaynak Eserler Dizisi 1” 306 sayfa ve 1991 tarihinde basımı
yapılmış. “ Kaynak Eserler 2” ise 1995 tarihinde basımı yapılmış
ve 493 sayfa. “ Kaynak Eserler Dizisi 3” ise 135 sayfa. “Kaynak
Eserler Dizisi 4” 501 sayfa. Bu kadar çok sayfalı eserleri
basmak, mali külfetine katlanmak ve buna cesaret etmek, bunca
emeği harcamak kolay olmasa gerek.
- Şu anda elimde bulunan Çorumlu 2000 derginin ilk
sayısı ise Temmuz 1998 tarihinde yayınlanmıştı. O
sayının sonrasında yayınlanan dergiler kuşe kağıt ve dört renkli
olarak yayınlanmakta idi. 12 sayı bu şekilde basıldı. Sonra
değinin birinci hamur siyah beyaz basılmaya başladı ve 28.
sayıya kadar birinci hamur olarak basılmaya devam etti. 29.
sayıdan bu güne kadarda ÇORUMLU 2000 dergisi üçüncü hamur olanak
basılmaya devam etti. Ben o günden bu güne kadar bu derginin
abonesiyim. Bu derginin doğduğundan bu güne kadar da en iyi
takip eden birisiyim. Çoğu sayılarında da yazım veya şiirlerim
çıktı. Çorumlu her nedense dergiye pek sıcak bakmadı. Yazar
kadrosuna bakıyorsun; Çorumluların kalem tutarların tamamı bu
dergide. Ayrımcılık, mezhepçilik, partizanlık, taraftarlıktan
eser yok. En son önümde duran dergiye ise 13 tane yazar var.
Dergiye bu güne kadar en az üç yazı vermiş 72 de yazar var. Bir
yazısı, iki yazısı ve öğrencilerin şiir ve yazıları olanların bu
kadroda yani 72 kişinin içinde olmaması da çabası. Yazarlardan
başka karikatürleri ve desenleri ile katkıda bulunanların 72
kişinin hayat hikayeleri http://www.corumlu. com Internet
adresinde yayınlanmaktadır. Ayrıca derginin dağıtımı bittikten
sonra yine aynı sitede 5 yıldır yeni sayıları yayınlanmaktadır.
Derginin Avrupa, Amerika, Avustralya olmak üzere dünyanın
çeşitli bölgelerinde 1.300'ün üzerinde e-mail adresleri yeni
sayının Internet sitesine yüklendiğini bildirdiği okuru
bulunmaktadır.
- Bu dergiyi yaşatmak için Gürsel Yayın Evi sahibi
Sayın Mahmut Selim Gürsel'in çok emek verdiğini ve maddi manevi
çok fedakarlık ettiğini de biliyorum. Mesela dergiyi abonelerine
arabasıyla götürmek için derginin bedelinden daha çok benzin
yaktığını da bilenlerdenim.
- Bunca zorluğa rağmen hayırlısıyla yeni sayısı
çıkarsa, inşallah devam edeceğini ümit ediyorum. Tabi derginin
yeni sayılarının çıkması biraz da biz Çorumlulara, maddi durumu
iyi olanlara ve bilhassa da yazar çizer takımının abone olmasına
bağlı. Bazı arkadaşlarımız abone ücretini 3 aylık taksitler
halinde de ödeyebilirler diye düşünüyorum. Derginin 62. sayısı
abone sayısının artmasına bağlı olarak çıkacak. Öğrendiğime göre
bu 62. sayı Çorum'da çıkan dergile-rin içinde en çok çıkan dergi
unvanını da alacak. Ayrıca aylık olarak bu güne kadar süresi çok
az gecikmiş Çorum'un tek dergisi unvanını da korumaktadır.
- Elimde bulunan derginin en son baskısı
diğerlerine nazaran daha güzel ve daha kaliteli bir kağıda
basılmış. Bundan sonrada daha güzel, daha kaliteli olması ve
devam edebilmesi yukarda da bahsettiğim gibi biz Çorumluların
elbirliği ve katkılarıyla olacaktır. Yazanların, çizenlerin,
okuyanların, ömrüne bereket mutluluklar dileğimle.
- Bundan daha önce Çorum'da en çok çıkan Çorumlu
Halk Evi Dil, Tarih ve Edebiyat Komitesi çıkarır diye bir
dergimiz var ki, bunun ilk sayısı Nisan 1938 tarihinde. Bu
sayıların tamamını inceleyemedim. Önümde 2. sayısı ile beraber
11 nüsha bulunmaktadır. En son sayı kapakta 61 yazmakta ve bu
son sayısı da Ağustos 1946 tarihinde basılmış olup en son 61
sayı olarak yayınlanmış. 15/03/2003
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM'DAKİ ESKİ ESERLER
- Bugünlerde Çorum’da gündemde olan bir konuda
kütüphanelerimizde olan Eski Eserlerin "El Yazması Kitapları"n
yeterli koruma sistemi olmadığından Bursa'ya veya Konya'ya belki
de Ankara'ya götürülmesi konusu gündeme getirilmektedir.
- Çorumlu gayet tabi ki bu "ata yadigarı" eserlere
sahip çıkmalıdır,çıkacaktır da. İşin başında yine fakirlik
edebiyatları,para yokluğu,halktan para toplamayı tavsiyeler
var.
- Tabi ki böyle bir iş için işin
önünde güvenilir adamlar,işe candan sarılanlar,bu işi bilen
birileri olursa gerekli yardımı herkes karınca kararınca yapar.
- Ama hükümet nerede? Yapılan israflara bakıyoruz
da buraya harcanacak "devede kulak kalır" MHP gibi geçmişimize
eski kültüre ehemmiyet veren ve iktidarda olan bu par-ti neden
sahip çıkmıyor ? bir bakanımız,iki millet vekilimiz bu işe
eğilirlerse "kına gibi un ederler". Fakat ne hikmetse bakanımız
bu işe sahip çıkmadığı hakkında basında yazı çıktı.
Kendilerinden rica ediyoruz. Bu işin arkasını bırakmasınlar.
- ŞİMDİ BİZ DE ÇORUMLU OLARAK BU İŞE KATKIDA
BULUNMALIYIZ.
- Çorum nice büyük uygarlıkların yaşadığı bir tarihi
topraktır. Hititlere başşehirlik yapan yer bu topraklarda
kurulmuştur yani beşiklik etmiştir.
- Borsa Başkanımız, Mahmut Özdemir, TSO Başkanı
Kenan Malatyalı, ESO Başkanı Arif Erdal maddi ve manevi
desteklerini vereceklerini gazetede beyan ettiler.
- Sayın Valimiz birine veya
birilerine görev vereceğini söylediğini gazeteler yazdı. Çorum
kütüphanelerinde inceleme yapan araştırmacılardan Doc. Dr. Ayşe
Üstün :"Umduklarından zengin eski eser olduğunu, gelecek
kuşaklar için büyük önem taşıdığını" gazetede vurguluyor. Yine
aynı ekipten Prof. Dr. Ali Yardım :"Çorumluların bu kütüphaneye
sahip çıkılması gerektiğini, ÇORUM'A AİT BİR DEĞERİN yerinde
muhafaza edilmesinin önemine " işeret etmekte,ayrıca "buradaki
kitapların da ilmi araştırma yapılabilecek temel kaynaklar var"
sözleriyle Hasan Paşa Halk Kütüphanesinin değerini ortaya
koymaktadır. Bu kitapların Çorum ve Çorumlu tarafından Çorum'da
muhafaza edileceğine inanıyorum.
- Diğer bir yönüyle;"el yazması kitapların" başka bir vilayete
gittiğini düşünelim. Kitapların yarısı yolda heba olur,kalan
yarısı da çalınır, çırpılır. Tarihi değeri olan kıymetli
kitaplar kaybolabilir sanıyorum.Böyle bir hataya Kültür
Bakanlığının düşmeyeceğini ümit eder. Şimdiden çorbada
tuzu olanlara saygılarımı sunuyorum.
- Hoşça Kalın.
-
-
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- YAYLALAR VE ULUSAL PARKLAR
GEZİ MESİRE YERLERİ
- İLİMİZDEKİ PARKLAR: Hürriyet Parkı ,Piri Baba
Çamlığı, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Parkıdır. Şehir merkezinde
dinlenmek için gidilen bu parklar dışında halkın çeşitli çay
bahçeleri ve kendi bağlarına giderek dinlenmeleri mümkündür.
İlçelerimizde en önemli yaylalar Şunlardır:
- KARGI YAYLASI (EĞİNÖNÜ): İlimiz Kargı ilçesinin
kuzeyindeki yüksek dağlık bölgede yer almaktadır. Çorum'a 140
km. uzaklıktadır. Bu bölgede birbirine bağlantılı Eğinönü -
Aksu, Karandu, Göl, Örencik, Karaboya, Gökçedoğan yaylaları
mevcuttur. Bu yaylalar yöresel yayla mimarisine uygun yayla
evleri geleneği halen devam etmektedir. Üzerlerine sonradan
yapılan Aksu ve Gökçedoğan göletlerinde yetiştirilen
alabalıkları, yöreye uygun bitki örtüsü ve bol su kaynakları
ile bir doğa harikası görünümündedir.
- ABDULLAH YAYLASI: İlimize bağlı Kargı ilçesi
sınırları içerisinde bulunan Kösdağı (2050 m.) Abdullah Yaylası
üzerindedir. Abdullah yaylasının Çorum'a uzaklığı 114km. ilçe
merkezine ise 26 km.dir. İstanbul'u Samsun'a bağlayan ve
Osmancık ilçemizden geçen karayoluna da 12 km. Kadardır.
- Temiz ve bol suyu, bozulmamış doğası yanında
sarıçam, karaçam gibi diğer kendine özgü bitki örtüsü ile
görülüp konaklamaya değer yaylalarımızdandır.Bünyesinde 22
yataklı konak-lama ünitesi 120 kişilik restaurant ve 1000
kişilik piknik alanı bulunmaktadır.
- BAYAT KUNDUZLU VE KUŞÇAÇİME Nİ
YAYLALARI: Çorum ili Bayat ilçesi sınırları içerisinde ve
ilçenin kuzeyinde dağlık Karatepe mevkiinde yer almaktadır. İl
merkezine 100 km. ilçe merkezine 25 km. uzaklıktadır. Yöre
halkı yayla geleneğini bu yaylalarda sürdürmektedir.
Özellikle Kuşçaçimeni Yaylasında yaz aylarında kamp amaçlı
çadırlar çekmektedir. Bol su kaynakları ve bozulmamış doğal
yapısı ile yayla turizmine elverişli alanların başında gelir.
İçerisinde ve ilçenin kuzeyinde dağlık Karatepe mevkiinde yer
almaktadır. Ulaşım özel araçlar yanı sıra yaz aylarında
Cumartesi ve Pazar günleri Belediye otobüsleri ile
sağlanmaktadır.
- İSKİLİP YAYLALARI: İlimiz
İskilip ilçe-sinin kuzeyinde yer alan ve sarıçam, karaçam,
Köknar, meşe gibi yöreye özgü bitki örtüsü ile kaplı yüksek
dağ silsilesi üzerinde birbiri ile irtibatlı doğal güzellikleri
ile dikkati çeken bir çok yayla yer almaktadır.
- Bunlardan, İskilip-Tosya
karayolu üze-rinde bulunan Elmabeli, Beşoluk ve Çiçekli
yaylaları,aynı güzergahın 8’nci km.sinden sola 17 km.
Gidilebildiğinden Demirbükü ve Yalak yaylaları günü birlik
piknik ve mesire alanlarından iç turizmde yoğun bir Şekilde
yararlanılmaktadır.
- Elmabeli yaylasının alt yapısı
büyük ölçüde tamamlanmış alt katı restaurant, üst katı otel
olarak kullanılan bir bina ile futbol ve voleybol oyun sahaları
mevcuttur. Ulaşım; özel araçlar yanı sıra İskilip - Tosya
arasında çalışan ticari minibüsler yaz aylarında Cumartesi ve
Pazar günleri ise Belediye otobüsleri ile sağlanmaktadır.
- ÇAYBAŞI / DODURGA : Dodurga-Oğuzlar karayolu
üzerinde bulunur. Sarıçam - Karaçam ormanlarıyla kaplı mesire
yeri günübirlik piknik alanı olarak kullanılmaktadır.
- ÇAMPINAR YAYLASI : Osmancık
ilçesi Çampınar köyü sınırları içerisinde yer alan
yayla;günübirlik piknik alanı olarak kullanılmaktadır.
- KALEDERE GÖLETİ : Sungurlu
ilçemize bağlı Kaledere Beldesi yakınında bulunan gölet etrafı
ormanlık alanda piknik masaları,çeşme mevcut olup, halkımızca
günübirlik mesire yeri olarak yararlanılmaktadır.
- MESİRE YERLERİ:
- ÇATAK TABİAT PARKI :İl
merkezinin en cazip günübirliğine en çok gidilip gelinen
mesire yeridir. Orman İşletmesinin koruması altında bulunan
mesire yerinin alt yapısı büyük ölçüde tamamlanmıştır. Çatak
tabiat parkı il merkezine 22km. uzaklıkta, yolu asfalt olup,
iç turizme hizmet vermektedir.
- Ayrıca mesire yerinin 3 km.
yakınında 1991 yılında açılan bir kayak tesisi bulunmak-tadır.
- KIRKDİLİM MESİRE YERİ: Osmancık
yolu üzerinde bulunan bu mesire yerinin Çorum'a uzaklığı 25
km.dir.
- SIKLIK MESİRE YERİ :
Çorum-Sam-sun karayolu üzerinde günübirlik gidilen ilimiz
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM MERKEZ CAMİLERİ VE
ADRESLERİ
- Kıymetli okuyucularım sizlere
Çorum İli merkez camileri ve adreslerini yazmayı uygun gördüm.
Aslında bu listenin Ramazanı Şerif'in başında yayınlanması uygun
olurdu. Çünkü bazı arkadaşlarımız her gün değişik bir camide
teravih namazı kılmayı severler.
- Hem o bakımdan hem de kaç cami var ve nerelerde olduğunu
merak edersiniz düşüncesiyle İl Müftülüğünden temin ettiğim
listeyi bilgilerinize sunuyorum. Sevgi ve Saygılarımla.
- 1- Abdi bey Camii Ulukavak Mah. Osmancık Cad.
No:106 ÇORUM
- 2- Aladdin Camii Gülabibey Mah. Küçük Abdullah
Cad. ÇORUM
- 3- Azapahmet Camii Karakeçili Mah. Azap Sok. No:37
ÇORUM
- 4- Bahçelievler Camii Bahçelievler Mah.2 Cad. ÇORUM
- 5- Baltalı Camii Eski Mecitözü Cad. Baltalı
Sok. ÇORUM
- 6- Beytepe Camii Gülabibey Mah. Beytepe 1.Cad.
ÇORUM
- 7- Bilal'i Habeşi Camii Gülabibey Mah. Yörükevler Semti
ÇORUM
- 8- Valide Sultan Camii Üçtutlar Mah. Binevler Semti
ÇORUM
- 9- Binevler Camii Üçtutlar Mah. Binevler Semti
ÇORUM
- 10- Buhara Tevhid Camii Ulukavak Mah. Buhara Semti ÇORUM
- 11- Çakır Camii 1 Kubbeli Sok. ÇORUM
- 12- Çatalhavuz Camii Ulukavak Mah. Çatalhavuz 3 Sok.
ÇORUM
- 13- Ceritoğlu Camii Ulukavak Mah. Tekceviz Mevkii
ÇORUM
- 14- Çimento Camii Çimento Fabrikası Karşısı ÇORUM
- 15- Devane Camii Kunduzhan Mah.Devane Meydanı
No:27 ÇORUM
- 16- Dumlupınar Camii Bahçelievlr Mh. Dumlupınar 2.Sok.No.1
ÇORUM
- 17- Emirahmet Camii Üçtutlar Mah. Emirahmet Sok. ÇORUM
- 18- Emre Camii Üçtutlar Mah. Albayrak 3.Sok
ÇORUM
- 19- Esnafevleri Camii Cengiztopel Cad. ÇORUM
- 20- Fatih Mescidi Karakeçili Mh. Fatih Cd.İlsa
Apt. C. Blk ÇRM
- 21- Fatih S. Mehmet Camii Mimarsinan Mah.7.Cad. ÇORUM
- 22- Garantievler Camii Ulukavak Mah.Garantievler
Semti ÇORUM
- 23- Hamit Camii Sandıkçılar Arastası ÇORUM
- 24- Han Camii Gülabibey Mah. Harmanlar
Sok. ÇORUM
- 25- Hastane Camii Devlet Hastanesi ÇORUM
- 26- Hıdırlık Camii Çepni Mah. Sanayi Yanı
ÇORUM
- 27- Hıdırlık K.K. Camii Çepni Mah. İskilip Cad. ÇORUM
- 28- Huzur Camii Gülabibey Mah. Sigorta Hast.
Karşısı ÇORM
- 29- İ.H.L. Camii Üçtutlar Mah.İ.H.L.Bahçesi ÇORUM
- 30- İnayetullah Camii Karakeçili Mah.1 Albayrak Sok.
ÇORUM
- 31- İsahalife Camii Çöplü Mah. Uç Sok. ÇORUM
- 32- İtfaiye Mescidi Samsn Yolu Çimento Fb. Yanı İtfaiye
Müd. ÇRM
- 33- Kafkasevler Camii Gülabibey Mah. Ata Cad. ÇORUM
- 34- Kale Camii Kale Mah. Kale içi No.1 ÇORUM
- 35- Karakeçili Camii Karakeçili Mah. Karakeçili Sok.No.2
ÇORM
- 36- Kellegöz Camii Kale Mah. Müftü Tevfik Sok.No.18
ÇORUM
- 37- Kevser Camii Ulukavak mah. Mahmutevler Semti
ÇORUM
- 38- Kışla Camii Gülabibey Mah. Yenidoğan Sok.No.18
ÇORUM
- 39- Köroğlu Camii Ulukavak Mah. Osmancık Cad. ÇORUM
- 40- Köyhizmetleri Camii Ankara Yolu Köy. Hiz. Yanı ÇORUM
- 41- Kubbeli Camii Eski Ankara Cad. ÇORUM
- 42- Küçük San.Sit. Camii Mimarsinan Mah. Küçük Sanayi. Sit.
ÇORUM
- 43- Kulaksız Camii Yavruturna Mah. Kulaksız Cad.
ÇORUM
- 44- Kümeevler Camii Gülabibey Mah. Kapaklıevler Semti
ÇORUM
- 45- Kunduzhan Camii Çöplü Mah. Tabak Sok. ÇORUM
- 46- Leblebiciler Sit.Mescidi Çorum Otobüs Terminali Karşısı
ÇORUM
- 47- Melikgazi Camii Bahçelievler Mah.M. Akif Ersoy
Cad. ÇORUM
- 48- Mevlana Camii Gülabibey Mah.Küçükabdullah Sok.
ÇORUM
- 49- Mimarsinan Camii Mimarsinan Mah.1.Cad. ÇORUM
- 50- Ölçek Camii Ulukavak Mah. Ölçek Sok. ÇORUM
- 51- Özkahraman Camii Ulukavak Mah. Atalay 2.Cad.No:55
ÇORUM
- 52- Ş.Altınevler Camii Bahçelievler Mh. Şenyurt 1.Cad.No.8
ÇORM
- 53- Sanayi Mescidi Gülabibey Mah.Yukarı Sanayi.Sit.
ÇORUM
- 54- Sancaktar Camii Eski Ankara Cad. ÇORUM
- 55- Şeker Fab.Camii Ankara Yolu Şeker Fab. ÇORUM
- 56- Selimiye Camii Ulukavak Mah. Osmancık Cad. ÇORUM
- 57- Tepecik Camii Gülabibey Mah. Tepecik Sok. ÇORUM
- 58- Terminal Mescidi Çorum Otobüs Terminali ÇORUM
- 59- Tevhid 1 Camii Çöplü Mah.1. Uç Sok. ÇORUM
- 60- Ulu Camii Osmancık Cad. ÇORUM
- 61- Ümithalife Camii Çepni Mah. Ümithalife Sok. ÇORUM
- 62- Velipaşa Camii Şeyheyüp Cad. ÇORUM
- 63- Veysel Karani Camii Lozanevler 4.Zafer Sok. ÇORUM
- 64- Yenisarılık Camii Osmancık Devlet Yolu ÇORUM
- 65- Yörükevler Camii Gülabibey Mah.Cemilbey Cad. ÇORUM
- 66- Zafer ÇarŞısı Mescidi Büyük Zafer Çarşısı İş Hanı
4.Kat.ÇORUM
- 67- Zikrullah Camii Üçtutlar Mah.Binevler Semti ÇORUM
- 68- Buhara Camii Ulukavak Mah. Buhara Semti ÇORUM
- 69- Bedir Camii Ulukavak Mah. Binevler Yolu ÇORUM
- 70- Hicret Camii Gülabibey Mah. Ata Cad. ÇORUM
- 71- Organize Sanayi Camii Organize Sanayi Bölgesi ÇORUM
- 72- Güldane Hatun Camii Osmancık Yolu. Toprak San.
İlkokulu Arkası Çorum.
- 73- Mrk.Bedir Camii Binevler Yolu Sol Tarafı
Çorum.(Anadolu Lisesini Geçince)
- 74- Mrk. Ali Kocabıyık Camii Bahçelievler Mh. M. Akif
Ersoy 17 Sok. No.23 ÇORUM
- 75- Mrk. İlim Yayma Cemiyeti Camii PTT Başmüdürlüğü Yanı
Çevre Yolu Üzeri ÇORUM.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BİR ZAMANLAR TEMCİT
VERİLİRDİ
- Bir dostumla Ramazan üzerine
sohbet ediyoruz. Arkadaşım Çorum’da Ramazanların bilhassa son
zamanlarda,hele hele de son yıllarda çok sönük geçtiğinden
bahsetti. Kendisinin 1980’li yıllarda 8 sene Elazığ’da
kaldığını,oralarda da Ramazanların başka türlü coşkunluğu
olduğunu,insanların birbirlerine toplu iftarlar
verildiğini,ayrıca fakir,fukaranın fazlasıyla memnun edildiğini
söyledi. İmkanı olanların hatta ekseriyetinin Teravih Namazında
camiye giderken,özel,sadece Teravih ve Ramazana mahsus elbise
giydiğini anlattı. Eski örf ve adetleri devam ettirmeye özen
gösterdiklerini söyledi.
- Bizde de eskiden camii
minarelerinden sahur da,orucun başlamasına 1-1,5 saat kala
Temcit verilirdi deyince;ben de bu güzel adeti ömrümüz olursa
gelecek yıl yeniden canlandırmayı ve bu namelerin kaybolup
gitmemesi için mahalli gazetelerimizde yayınlamayı uygun gördüm.
- Kimde buluruz bu nameleri;kimde
? Kimde olacak. Kıymetli Hocamız Recep Camcı Beyde tabii ki.
Kendisine çok teşekkür ediyoruz.
- Çorum TSO Korosu Şefi Enver
Leblebicioğlu Beyle de konuştum. Korosundan ve müezzinlerden
oluşan 4-5 kişiyi çalıştırıp önümüzdeki Ramazanda camilerimizden
birinde bu güzel geleneğimizi canlandıracağız. Enver beye de
şimdiden teşekkürler. Kıymetli okuyucularımdan da bu name ve
ilahileri saklamalarını rica ediyorum.
- TEMCİT NAMELERİ:
- Makam:Bestenigar
- Söz: Eşref Rumi Hz.
-
- Solo : Mevlâ’m ...
- Koro: Ya Rahim Allah
- Solo: Kamu aylar,kamu yıldız
- Ah ederim gece gündüz
- Mevlâ’m...
- Senin sözünden özke söz
- Hatadır ya Resulallah.
- Mevlâ’m...
- Koro: Ya Rahim Allah
- Solo: Ağaçlarda biten yaprak
- Kefenim tenimden yıprak
- Yatacağımız kara toprak
- Mevlâ’m...
- Solo: Ya Rahim Allah
- Solo: Bu Eşrefoğlu Rumi’nin
- Günahı çok durur gayet
- Şefaat ya Resulallah
- Koro: Ya Rahim Allah.
-
- İLAHİ
- Makam: Acem aşiran
- Söz : Mahalli
- “Koro Halinde”
- Not: Bu ilahi Ramazanın birinci gününden on beşinci gecesine
kadar okunur.
- Şükür yine geldi mâhı mübarek Allah
- Kamu dostlar ile olsun tebarek
- Eriştirdi bizi Hakk’a mübarek
- Merhaba merhaba ya Şehre Ramazan
-
- Sen gelince açılır sekiz Cennet
- Gökten yere iner her gece rahmet
- Sana hürmet edenler bulur Cennet
- Merhaba merhaba ya Şehre Ramazan
-
- Gökten yere iner saf saf melekler Allah
- Safasında döner çarkı felekler
- İş bu ayda kabul olur dilekler
- Merhaba merhaba ya Şehre Ramazan
-
-
- İLAHİ
-
- Makam:Acem aşiran
- Söz: Mahalli
- “Koro halinde”
- Not: Ramazanın on altısından sonra okunur.
-
- Yöneldi gitmeye yoktur kararı Allah
- Gelin ağlaşalım biz zaru zaru
- Eriştirsin bizi Cenab-ı Bari Allah
- Elveda el veda ya Şehre Ramazan
-
- Sende vardır nurlu Kadir Gecesi Allah
- Gündüze benziyor anın gecesi
- Bu aya ermedi gitti nicesi Allah
- Elveda el veda ya Şehre Ramazan
-
- Huzur-u manada eyleme şevka Allah
- İsyanımız çoktur kusura bakma
- Yarın Mahşer Günü bizi unutma Allah
- Elveda elveda ya Şehre Ramazan
- El firak el firak ya Şehre Sultan.
-
- Not: 15’ine kadar , Şükür yine...” ile başlayan Acem aşiran
ilahi okunur. 15’inden sonra yine aynı makamda “Yöneldi gitmeye
yoktur kararı...” mısraları ile başlayan bölüm okunur.
- Tembih: Temcidde;1. bölüm katiyen değişmez. Ancak bunlar
okunduktan sonra,bunlara başka ilahiler ve naatlar ilave
edilerek temcit uzatılır.
-
- NAAT (Tethi sena)
- Merhaba ey sevgili mahı mübarek merhaba
- Merhaba ey alemin feyzi neşaatı merhaba
-
- Sensin ol alemi nurunla münevver eyleyen
- Merhaba ey baisi fahru mübahat merhaba
-
- Merhaba ey mahı enver çok özledik biz seni
- Cümle dertlere devasın merhaba ya merhaba
-
- Geldiğin gün cümle müminler olurlar pürnesat
- Hatmederler zikrederler merhaba ya merhaba.
-
- RAMAZANIN VEDA NAATI (Methi sena)
-
- Yine firkat narına yandı cihan
- Elveda gidiyor mübarek ramazan
- Ruhuyla bulmuştu cihan yeni can
- El firak gidiyor Mübarek Ramazan
-
- Kahı tesbihu sena zikrile
- Kahı temcidi dua şükrüle
- Şad olurdu hep gönüller nur ile
- Elveda gidiyor mübarek ramazan
-
- Bu ay icre bağlanır dedi Resul
- Cinnu Şeytan asla bulmaya yol
- Hep dualar olur sende kabul
- Elveda gidiyor mübarek ramazan
-
- Cem olup Hakk’a dualar edelim
- Nur-u Kur’an ile doğru gidelim
- Bilmedik kadrini biz asiler nidelim
- Elveda gidiyor mübarek ramazan
-
- İndi sende Kur’an ey nuru güzel
- Leyle’i Kadrinde ey kadri güzel
- Gitti ey temcidü tesbihi
- Elveda gidiyor mübarek ramazan
-
- Sağlıklı ve huzurlu bir Ramazan
Bayramı diliyorum. Sevgi ve Saygılarımla.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM'UN SORUNLARI
ÇÖZÜMLENMELİ
- Çorum'un sorunları aynı
zamanda Türkiye'nin sorunları. Bu,buna benzer toplantılar
yapılıyor bence sorunları herkes biliyor, bunları sağır sultan
bile duydu. Çözümlerini bir plan dahilinde tarihlerini
belirleyerek, hedef çizerek çözümler bulmalıyız.
- Emekli Sandığı-Bağ kur-İşçi
Sigortaları primleri tek hesapta toplanacakmış en doğrusu
bu. Emeklinin güvencesi olan maaşını aldığı yerler iflasın
eşiğine getirildi. 38 yaşında insanları emekli ettik,böyle bir
saçmalık dünyanın hiç bir yerinde yok,olamaz da. Buna maaş mı
yeter ? Adam üç günlük prim ödeyecek senelerce maaş alacak.
Emeklilik yaşını 62 yapalım deyince mezarda emeklilik deniyor
da,buna tepki gösteriliyor da 38 yaşında emekli olmaya tepkiyi
yetkililer gösteremedi.
- O gün gazetelerde
yazdılar,çizdiler. Bu güvence merkezlerinin iflas edeceğini,
ama oy uğruna bu hale getirildiğini söylediler.
- Emeklilik konusunda en
mağduru da Bağ kur emeklileri. Adam 12.ci basamaktan emekli
olmuş,aldığı maaş 55 milyon Tl. Yanından emekli ettiği yüzlerce
işçisi olduğu halde,bunların hepsine işveren hissesi primi
ödemiş. Onlar 70 milyon asgari maaş alıyorlar. 80-90 milyon
alanları da var. Devlete adamın ödediği vergi ise;başladığı
günden, emekli olduğu güne kadar 200-300 milyar Tl. Vergi
ödeyen bu insanların içinde iflas edip de emekli olanları var
ve herkesten fazla paraya ihtiyacı olan bu kişiler
görmüş,geçirmiş insanlar çünkü. Emeklinin asgari emekli maaşı
alanı ile Milletvekilinin emekli maaşı en az 10-15 katı olduğu
ülkemizden başka ülke var mı bilmem ? Bu memlekette bir
zamanlar kitlerde, resmi dairelerde işçi statüsündeki şoförler
amiri olan mühendislerden, işçi statüsündeki odacılar
Müdürlerinden çok maaş almadı mı ? Bu yanlışlıkları yapanların
çoğu hala Mecliste değiller mi ? Bunun gibi tarım destekleme
fiyatları gibi yanlışlıklar yapa yapa,30-40 senedir de devamlı
alınıp ta yaktığımız tütün ve çay için trilyonlar ödenmedi mi ?
- İMF uyarır reçeteler veriyor, iktidarlar ise bu reçeteleri
oy kaybederim endişesi ile uygulayamıyor. İşte bu yılda İMF'nin
acı reçetesi geldi. Deniz olan bu memleketi el birliği ile
tembelliğimiz yüzünden bitirmek üzereyiz.
- Kitler ; politikacıların
yandaşları ile dolduruldu, sendikalar ise hep işçiye üç kuruş
fazla zam almaktan başka bir şey düşünemedi. İşçiye bu parayı
alıyorsunuz ama karşılığını vermeniz lazım, 8 saat bir dakika
bile durmadan demedi. İşçi kaytarmayı beceri saydı ve kitler bu
duruma geldi. Halbuki bu alınan zamların % 10'u veya 15'i de
fabrikaların yenilenmesine ve yeni teknolojinin getirilmesine
harcansa idi,bu gün Kitler zarar etmez kar ederek senelerdir
bütçeyi sömürmezdi. Bugün belki de satılsa da para ederdi.
İşçisi de baş tacı olurdu. Bugün alıcının korkulu rüyası 2-3
katı fazla işçi sayısı ve kıdem tazminatı endişesi olmazdı. İlk
bakışta bu 2-3 katı işçi sayısı vatandaşa işsize iş gibi
görünse de tamamen işsizliği körükleyen bir unsurdur. Bu iş
yerlerinde kar edilseydi yenileri kurulur,Devlette bunların
açığına verdiği paralarla yeni iş yerleri açar işsizlik azalır
belki de hiç kalmazdı.
- Ama bizim politikacılarımız, başta kendileri olmak üzere
milletimizi kandırmayı,yalan söylemeyi marifet saydılar. Biri
çıktı ekmeği yarı fiyatına indireceğim dedi, öbürü elindeki
anahtarı göstermedi mi?
- Ayrı din, ayrı ırkın
adamlarının topluluğu olan devletlerden bize fayda gelmez. Bu
isteme daha doğrusu dilenme alışkanlığından kurtulmanın yolunu
bulmalıyız hedefimiz bu olmalı. Elin verdiği öğün olmaz, o da
vaktinde bulunmazmış.
- Türk Devlet ve Toplulukları(TÜDEV)
Genel Başkanı; Bakanımız Sayın Abdulhaluk Çay, yaptığı konuşmada
toplantının yaralı olacağından, birlik ve beraberlikten,
birlikten kuvvet doğacağından bahsettiler. Sayın Valimiz ve M.H.P
Çorum İl Başkanı Orhan Polat'ta bu toplantıya misafir olarak
katıldılar. Hayırlı uğurlu olsun. Bu toplantının başta toplanan
Türk Devletlerine hatta dünyadaki devletlerin hepsine faydalı
olacağına inanıyorum. Birlik kuvvettir,kuvvet güvendir,bu da
dünya barışı demektir. Yalnız bir ara ;TV de Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Reisicumhuru Sayın Rauf Denktaş'ı dinlerken
gözlerim yaşardı,çok üzüldüm. "Bizi Anavatandan başka
destekleyen yok, alınmış haklarımızı elimizden yeniden almaya
uğraşıyorlar. Buna Türk Devletleri,İslâm Alemi göz yumuyor. Bizi
hala tanımak istemiyorlar" ve hatta imalı olarak Rumları
destekleyenler var demek istiyordu. Bunlar çok acı şeyler,işte
bu toplantıda bunların çözümü bulunmuştur inşallah diye
düşünüyorum.
- Birlik ve beraberliğimizi mutlaka pekiştirmeli ve
sağlamalıyız. Devlet Adamlarımızı Allah milletimizin hakkında
hayırlı işler görmeye muvaffak eylesin.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM TRAFİĞİ;
- İlk defa bu kadar kısa, az ve öz
bir yazıyla karşınızdayım sayın okuyucularım.
- Çorum Trafiği her geçen gün
biraz daha çıkmaza giriyor. Köşesinin adını “Isırgan” koyan
Sayın köşe yazarımız bizim Tugay Afat bu konuyla hiç
ilgilenmiyor. Bana yardımcı da olmuyor!
- Eskiden Tercüman Gazetesinde
pehlivan tefrikaları yazılırdı. Döndürür, dolaştırır aynı şeyi
aylarca yazarlardı. Ama yinede zevkle okunurdu. Benim son
günlerde Çorum trafiği hakkında yazdıklarımda o tefrikalara
döndü. Bu konuda yazdık olmadı, postaladık olmadı. Ama bir parti
yetkilisine telefon ettik. Bizim telefondan bir saat sonra
trafik lambalarının hemen yanındaki arabalar sır oldu! Kayboldu!
Arabalar sağlı sollu iki koldan akıp gitti. Trafik rahatladı,
kuyruklar kalktı. Bizde telefon ettiğimiz beye teşekkür ettik
tabii.
- Ben telefonu kapattıktan sonra
telefonum çaldı. “Yazı tesirini gösterdi, teşekkür ederiz Çorum
Halkı adına” dedi birisi. “Kimsiniz?” dedim. “ Boş ver kim
olduğumu. Yazında bahsettiğin ve her şeyin üstünde dediğin
VATANDAŞIM” dedi ve telefonu kapattı.
- Kardeşim arabaları oradan
kaldıran ne benim yazım, ne de vatandaş! O arabaları kaldıran,
SESİ BİLE GÜLLE GİBİ DÜŞEN PARTİLİ İDİ. Ama netice aldık ya,
hedefi vurduk ya, trafik rahatladı ya olsun dedik. Dedik de ne
oldu biliyor musunuz?
- Ben böyle olacağını biliyordum.
Sadece dört gün sürdü. DÖRT GÜN SONRA İSE ESKİDEN ARABALAR
TRAFİK LAMBALARINA 5-10 METRE MESAFEDE PARK EDİYORLARDI ŞİMDİ
NEREDEYSE TAMPONLARI DİEREĞE DEĞİYOR. İşte Çorum’da trafik bu!
Ben derdimi anlatamadım!
- Bende bir alemim! Sanki
devletten maaş alıyorum. Ama inanmak var ya, eğitim var ya,
Çorum sevgisi var ya, bırakmıyor yakamı. Yine netice alamazsam
yine yazacağım. Yine yazacağım. Ama herhalde sonunda Vatan
Gazetesinden Sayın Ahmet Vardar’ Beye bu yazıların hepsini
gönderip yardım isteyeceğim.
- LAFLA, seviyorum, demekle olmaz.
Çorum’u hakiki sevenler lütfen bize ve Çorum’a canı gönülden
sahip çıkınız.
- HERKESE EYVALLAH.
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM'DA OTOPARK SORUNU
- Çorum'da oto park konusunun
önemi bir türlü anlaşılamadı. Belediye başkanları Devletin
belediyelere verdiği yetkiye dayanarak binalar için oto park
yerini ya kendi binalarında yapmaları ya da bunun için belli
bir parayı mal sahibine ödeme sorumluluğu getirilmiştir,bu
paralar alınmıştır ama işin ciddiyeti anlatılmadığından ne
evlerin altındaki garajlar (teknik hatalardan dolayı) nede
toplanan bu paralarla oto park yapılmıştır. Sokaklar park yeri
olarak kullanılmakta yollarda ne arabalar ne de insanlar
yürüyebilmektedir. Bu konu gazetelerde sık sık yazılmakta,
yetkililerin kılı kıpırdamamaktadır. Bir yetkili veya sorumlu
şunları yapıyoruz diye cevap yazmak lütfünde dahi
bulunmamaktadır. Bu Çorum'da böyle de diğer il ve ilçelerde
iyi mi ? Her geçen gün bir önceki günü aratmasına rağmen
virdim duymazlık niye anlamıyorum.
- Eski buğday pazarının arkasında
Belediyece büyük bir inşaat yaptırılıyor inşaatın levhasında
"İşin Adı: 1.Etap İnönü çok katlı oto park ve çarşı inşaatı"
yazılı. Soruşturdum oto park falan yapılmıyor, çarşı yapılıp
satılacakmış,ikinci kısım varmış, orada otopark varmış. İnsaf
kardeşim insanlar araba koyacak yer bulamazken burada 80 küsur
işyeri açılacak,işte yer yok. Trafik ceza yazıyor,araba sahibi
nereye koyayım plaka tahdidi getirin bari diyordu dün. Artık
ara sokaklarda dahi araba koyacak yer yok,uyuyan yetkililer
bugün uyanmazsa bu inşaatlar 2 sene sürer,bu millete eziyet
etmeyiniz lütfen. Katlı oto parklardan iniş çıkış yolları
olmalı, çift asansör yapılmalı ve jeneratör konmalıdır.
Seninki de laf mı. Katlı oto park yapacak kafayı buldukta
asansörlüsü kaldı demeyin;böylece bir oto park yerine iki
otopark yapılmış olur. İnşaat işçiliği de çok kolaylaşır.
Bu mevzuda eski evlerden boş arsalardan faydalanılmalıdır.
- Çorum'da bu işin ciddiyetini
anlatmak için size bazı rakamlar vereyim. Çorum Türkiye'de
nüfus oranına göre en çok binek arabası olan il (İstanbul ve
Ankara'nın önünde) bu kısmı aldığım gazeteden aynen
aktaracaktım ama,yazı çok uzadı. İstanbul'da kişiye 1 araba
düşüyormuş,Ankara'da bu rakam kişiye,Antalya'da 8 kişi,
Çorum'da ise 4 kişiden azdır. İşin vahametini anladınız mı
bilmiyorum efendim.
- Sevgi ve saygılarımla.
- NOT: önümüzdeki seçimlerde
adaylardan en az 5 tane otopark yapılacağına dair söz istiyoruz.
-
-
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM'DA TOPRAK SANAYİ
- Topraktan yapılan mamuller, (Çanak, Çömlek, Su
kapları) insanlığın tarihi kadar eskidir sanıyorum.
- Çorum' da da bu işlerin çok eskilere
dayandığını, Hititlerin Boğazköy kalıntıların-da görüyoruz.
- Kiremitçilerin piri ; bir gazeteden
öğrendiğime göre Abdullah Mek-i Hazretleridir. Eskiden
Kâlhane yani çok kazandıran iş yeri manasına gelen bu
meslek bilgisizliğimiz, birlik ve beraberliğimizin olmayışından
dolayı altı yıldır sefilleri oynuyor.
- Bu sanayi 3 kısım olarak ele alalım diyorum:
- A) Geçmişi,
- B) Mevcut durumu,
- C) Geleceği.
- Çorum Toprak Sanayinin geçmişi ile ilgili
kesin delil olmamasına rağmen, geçmişteki tarihi yapılardan
pişmiş topraktan yapılan malzemeler kullanıldığını görüyoruz.
- Bunlar daha çok,tabanda
kullanılan döşeme tuğlaları, harman tuğlası, literatürde Osmanlı
Kiremidi olarak geçen çatı kiremidi ve yiyeceklerin saklandığı
küp ve çömlek vb. Bunlar önceleri seyyar ocaklarda samanla
pişirilerek , daha sonraları saman ve kömürle pişirilerek
kullanıma sunulmuşlardır.
- 1960'lı yıllara kadar, elde
yapılan ve seyyar fırınlarda pişirilen mamuller, bu yıllar-dan
itibaren HOFFMAN fırınlarında pişirilme ye başlanmıştır.
Ayrıca, 1970'li yıllara kadar sayıları 8 - 10'u geçmeyen
kiremit ve tuğla fabrikaları,1980'e gelindiğinde Osmancık
ilçe si ile birlikte 50'yi bulmuştur. Bu günlerde 60' a yakın
kiremit ve tuğla fabrikamız vardır.
- Yaklaşık Türkiye'de üretilen
tuğlanın %16'sı,kire- mitin %40'ı Çorum'da üretilmektedir.
- Emek yoğun bir sektör olması,
fazla yüksek teknolojiyi gerektirmediği sanılıyor ise de,
aslında öyle değildir. Sabit yatırım miktarının fazla
olmaması,Türkiye'nin konut açığının faz la olması ve ataerkil
aile yapısının değişme-ye başlamasıyla çekirdek aile
yapısına olan ilgi nedeniyle konut açığı birden patlamış,
- neticede 80'li yıllara kadar toprak sanayinin yükseliş devri
yerini yıllar itibariyle duraklama ya bırakmıştır. Duraklamanın
sebepleri şunlardır.
- 2-Sektörün alternatif ürünlere
yakalanması,
- 3-Sektördekilerin kendilerini
yenileyememeleri,
- 4-Teknolojik ürün
yatırımlarının çok pahalı olması,
- 5-Sektörün,ani olarak uluslar
arası firmalara yakalanması.(Güm.Birliği Çerçevesinde)
- 6-Güdük kazançlarını para sanıp
teknolojiye yatırım yapacak imkanları sağlamamalıyız.
- Toprak Sanayi sektörünün kendisini
yenileyebilmesi, atağa geçmesi için en kısa zamanda şartların
gerektirdiği önlemleri alması gerekmektedir.
- Su anda görünen önlemler:
- 1-Acil olarak standart hammadde
hazırlayan bir üretim tesisinin hayata geçirilmesi,
- 2-Piyasanın benimsediği yeni
ürünler yapımı
- 3-Kaliteli,standart ürünler
üretimi,
- 4-Kapasite artışı katiyetle
yapılmamalı,kalite üzerinde durup ihracatın yolları araştırılıp
temin edilmelidir.
- 5-Arz ve talep dengesi Toprak
Sanayi Kooperatifi tarafından temin edilmeli,böylece
- fiyat istikrarı sağlanmalıdır. Yoksa son yıllarda olduğu kar
edilmez bir durum ortaya çıkar ki, bu da bu sanayinin ileriki
yıllarda ölmesi demektir.
- Bünyesinde 7 -8 bin insanı barındıran dolayalı
yolları da hesap edersek Çorum için- de yaşayan her 12 kişiden
birinin karnı bu sanayiden doymaktadır.Lüzumsuz üretilen %20'
lik bir fazlalık ,arz ve talebi altüst etmekte bu fazla miktar
yüzünden bütün imalatımızı%20-30 eksiğine satmaktayız. Bu da
bize, işçimi-ze,Çorumluya hatta Türkiye'ye pahalıya mal
olmaktadır.
- Birliğimiz olsa, hakkımızın ve
emeğimizin karşılığını alsak neler olmaz ki? Bu sanayinin
kuracağı bir anonim şirket Çorum'a en az bir çimento
fabrikasına eşit yatırımlar ya-par. En son teknoloji ürünlerini
getirir.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- FESTİVALİN ARDINDAN
SÖYLEDİKLERİMİZ
- Bundan tam olarak bir yıl önce;”Pazartesi
Yazıları” başlığı altında Çorum mahalli gazetelerinde çıkan
yazılarımı bu yıl da festivalden önce tekrar Çorumlu 2000
Dergisinde yayınlamakla,nelerin bu güne kadar düzeldiğini ve ya
düzelmediğini sizlere duyurmak istedim. Aşağıda,02.07.2001 ve
03.07.2001 tarihli yazımı sunuyor ve tekrar yetkililerin
dikkatine sunuyorum. Bu yazı yayınlandığında festival ve fuar
etkinlikleri başlamak üzere olacak.
- Bizler yazar çizer olarak bu yıl
tekrar tenkitlerimizi yazacağız,sadece yazmakla mı kalacağız (!)
Biz takip edebilecek miyiz ? Bakalım önerilerimiz ve
tenkitlerimiz ne kadar ne kadar dikkate alındı. Yaşadıkça hep
birlikte göreceğiz.
- Geçen yıl yazdıklarımız ve
önerdiklerimizin acaba kaç tanesi bu yıl yapıldı,kaçı kulak ardı
edildi yaşayarak göreceğiz. Yine aynı hamam,yine aynı tas mı
olduğunu göreceğiz.
- Aşağıdaki satırlarımı okuduğunuzu hatırlarsınız. Bunları
tekrar okuyun ve bu yılki festival ile karşılaştırınız.
- “21.Çorun Hitit Fuar ve Festivali: Bir festival
daha geçti. Önce çoğu kimsenin bu işin önemini kavrayamamış
olduğundan bahsedeceğim. Bu çorum için önemli. Çünkü maalesef
insanlarımızın çoğunun gezip eğleneceği pek fazla bir yerimiz
yok. 22.06.2001 tarihinde açılış gününün akşamında insanlarımız
akın akın yollarda,fuarın 300-500 metre ilerisinde ve gerisinde
bile araba park edecek yer yok. Her yer tıklım tıklım dolu.
Demek ki;Çorumluların böyle bir etkinliğe ihtiyacı var.
- Festival ve fuarlar memleketin tanıtımı için çok
önemli. Ama pek çok insanımız görevli olduğu halde bu işin
farkında değil. Etkinlikler 5-6 kişinin kahramanlığıyla yürüyüp
gidiyor. Tabii böyle olunca da yapılan etkinlik istenildiği gibi
olmuyor. Herkes ama herkes karınca kararınca etkinliklere
katkıda bulunmalı.
- Sayın valimiz Atıl ÜZELGÜN,Sayın Belediye
Başkanımız Prof. Dr. Arif ERSOY,Vali Yardımcımız Ahmet SOLEY,Kültür
Müdürümüz Mümtaz İDİL ve Güreş Ağası Hanafi ÖZDEMİR beyler
festivale hakikaten emeği geçenlerdir. Çorumlular adına onları
tebrik ediyor,şükranlarımı sunuyor ve diğer yetkililere de
soruyorum:
- 1-Sayın Millet Vekillerimizin hiç bir
etkinliğini ve iştiraklerini göremedik maalesef . neredeler,ne
yapıyorlar ? Neden böyle şeylere omuz vermiyorlar anlamak mümkün
değil. Bu olaydan sonra benim bir şey daha dikkatimi
çekti,sizler farkında mısınız bilmiyorum ? Millet
Vekillerimizin hiç biri Çorum Merkez’den değil ! Altı millet
Vekilinden ikisi de Çorumlu değil. Bravo Çorum halkına ! Bravo
bu seçim sistemine ! Ben 65 yaşına girdim. İyi kötü
çocukluğumdan beri okurum. Ajansları dikkatle dinlerim. Altı
tane gazete alıyorum,onların köşe yazarlarını okurum. Kendi
kuşağımıza göre tahsilim de var sayılabilir. Ama benim
kafasızlığıma bakın ki ben Millet Vekillerinin ne iş
yaptıklarını bir türlü öğrenemedim,anlayamadım da (!)
- 2- Ticaret ve Sanayi Odası ilk önce bu isim
değiştirilmesini yetkililerden önemle rica ediyorum. (Sanayi ve
Ticaret Odası olarak) Bizim Ticaret Odası yöneticileri bu şehrin
çocukları. Bu muhterem kardeşlerimizde festivalde yok gibiler.
Fuar alanını gezdiğimde hayretler içinde kaldım. Ufacık bir
çadır girişte “Çorum Sanayi Sergisi; kapının sağ girişinde. Bu
çadır Çorum Belediyesi tarafından yaptırılmıştır “ yazılı.
- Sayın Kenan MALATYALI! Çorum’daki sanayi o
çadırdakiler mi? Maddi imkanınız iyi olmalı. Çorum sanayii doğru
dürüst orada temsil edilmeli. Ayıp denen bir şey var . Dışarıdan
gelenler ne demiştir bilemiyorum. Bu muydu Çorum’da fabrikalar
kuran fabrikalar sloganı ile Türkiye’ye tanıtılmak istenen Çorum
Sanayisi? Yürekler acısı bir durum. Bakalım gelecek yıl aynı
eksiklikleri görmek istemiyoruz. Belediyenin kurduğu çadırla T S
Odasının ne ilgisi var? Kendisi en az 1500-2000 metre karelik
bir çadır yaptırmalı. Nerede Organize sanayi Müdürlüğü ? Nerede
esnaf ve Sanatkarlar Odası,Nerede TOPSAS,Nerede Şeker
Fabrikası,Nerede Hakkı Bilal Müessesesi,nerede Yetsan, nerede
Alapala Makine,Nerede Çopikas,Nerede Arsan Makine,Nerede Çorum
İplik Fabrikası,nerede Hayat Şırınga,nerede Çorum Yumurta,nerede
otomobil bayileri, uncular,yemciler,mermerciler, ve daha
niceleri ve nerede bizim ECE SERAMİK ? Hepinizin yöneticilerine
kırıldım. Sizleri kınıyorum ! Gelecek yıl böyle olmamalı.
Şubatta,martta hazırlık programları yapılmalı. Millet Vekilleri
ilgilenmeli. Maddi kaynaklar sağlanmalı,herkes görevini yapmalı.
- 3- Gençlerimiz için yapılması en gerekli ve
kolay organize olan spor dalı programda yoktu. Bana gelen
telefonlar üzerine gereken yerlere mürecet etim son anda
programa kondu. Tabii bundan önceki yıllara göre yarışmaya
katılım azdı. Dışarıdan gelen katılımcı da yoktu. Bu büyük bir
hata ve ihtimaldi. Gelecek yıl bunun civar vilayetlerin Milli
Eğitim Müdürlüklerine Şubat ayında bildirilip iştirak edecek
vilayetler belirlenmelidir. Hep yaptığımız gibi “Hep islim
arkadan gelir”
- 4- Bağ,bahçe,balkon ve gül yarışması;bu tamamen
fiyaskoydu. Tamamen programsızdı. Bazılarının ısrarına rağmen
bahçesine gidilmemişti. Çünkü müracaatlarla ilgilenen,doğru
dürüst alan,bir iki saat arayla hangi gün ve saatte görülmeye
gelineceği bildirilmiyordu. Büyük bir ciddiyetsizlik vardı.
Güllerin konu komşu,eş dosttan toplanarak demetlerin
tamamlandığı,derecelerin de senelerdir belirli kişilere
verildiği söyleniyor.
- Gülde seçme yapılınca ilk üçe giren bahçeye
gidilip hangi gül fidanından alındığına bakılmalı diye
düşünüyorum. Jüri üyeleri de bu işe biraz daha tarafsız ve ciddi
olarak bakmalı,yoksa işin her sene biraz daha cılkı çıkmakta.
Eskiden 15-20 ye varan iştirakler bu yılki gibi 3-4’e
düşmektedir. Bu işler program ve ciddiyet ister.
- Bağ yarışmasında ve diğer yarışmalarda puanlama
yapılırken nelerin göz önüne alındığı,yine Şubat ayında
bağcılara,Koruma Reisliğince ve bağ bekçilerince bildirilmeli.
Puanlama da bu sene bakım öndeymiş. Halbuki bu arada eski
ananelerde yaşatılıyor mu ? Bağ’da işaretler var mı ? Bağ
oluğu,küre,banma,pekmez kaynatılan bağ leğeni,pekmez
toprağı,teneke semaver,bağdaki ağaçlarda Ürgüp elması,Sinop
elması,Çiğit armudu,Bey armudu,Kızılca olup olmadığı
sorulmalıydı.
- Amasgene,Söbe sarı,Toprak sarı eriği,Zuval var
mı bakılmalıydı. Bağa gelineceği gün ve saat 2-3 saat toleransla
bitirilmeliydi. Zaten üç tane bağcı iştirak etmişti,önceden de
belli olduğu söylendiği (1) gibi biri birinci,biri ikinci,tabii
ki biri de üçüncü oldu. Yarış programsız ve de uyduruktu. Hava
sıcaktı. Yarışmayı düzenleyenler uykudaydı her halde ? iyi
uykular ! Gelecek yılki yarışmalar için iyi uyumalar.
- Bu işler 3-5 kişinin üzerinde ve onların
özverisiyle çok önceden belirlenen bir ekipçe yapılmalı. Görev
alanlara işin ciddiyeti öğretilmelidir. Bir şeyin şuyuu
(söylentisi) vukuundan (olmasından) beterdir.
- Saygılarımla.
- Not: Bu yazı 01/07/2001 tarihinde yazılmıştır.”
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- V. ULUSLARARASI HİTİTOLOJİ
KONGRESİ
- Kıymetli okuyucularım ! Bir tarih hazinesi olan
Çorum'umuzun topraklarına su veren baraj Hitit'ler tarafından
kurulmuş. Geçen yıl ve bu yıl yapılan kazılarla bu baraj eski
işlevine döndürülerek turizme açılacaktır. Bu seneki Alacahöyük
çalışmaları 27.08.2002 Salı günü tamamlanıyor. Bu kazılarla
birlikte Alacahöyük'ü gün ışığına çıkaran kazıların çoğu da
tamamlanmış oluyor.
- 2 Eylül- 8 Eylül 2002 tarihleri arasında
Çorum'da V.Uluslararası Hititoloji Kongresi toplanacaktır.
Komite başkanı Sayın Valimiz atıl ÜZELGÜN ve IP Komite alt
çalışma arkadaşlarına teşekkürlerimi sunuyorum. Bu konferans da
M.Ö. 2000'de Anadolu'da devlet kuran Hititler her yönüyle pek
çok devletin bilim adamı tarafından tartışılacaktır. Bu da
Türkiye ve Çorum'un dünya da tanıtılmasında katkı da
bulunacaktır.
- Bu kongreler üç yılda bir toplanmaktadır. 1990
yılında dünyada ilk defa Çorum kenti bu toplantılara ev
sahipliği yaparak ve büyük bir özveriyle bu işi başarmıştır.
İkincisi 1993 yılında İtalya'nın Pavia şehrinde
yapılmıştır.Üçüncüsü 1996 yılında yine Çorum'da yapılmıştır.
Dördüncü toplantı Almanya'nın Würzburg şehrinde yapılmıştır. 2-6
Eylül arasında ise beşincisi yine Çorum'da yapılmaktadır.
- Çorum yine bu işe en güzel ev sahipliği yapacak.
Almanya, Hollanda, İngiltre,Belçika,Amerika,Avustralya,İsrail,İtalya,Slovenya,Gürcistan
gibi ülkelerin bilim adamları gelerek yeni ve çok mühim bilgiler
sunacaklardır.
- Çorum Hitit Uygarlığının beşiğidir. Şöyle bir
sıralayacak olursak: Boğazköy, Şapinuva, Alacahöyük,Yörüklü gibi
merkezler bulunmaktadır. Boğazköy'le Şapinuva Hititlerin baş
kenti olmuştur. Boğazköy dünya mirasına girmiştir. Bu kazılara
maddi,manevi desteği olanlara,emeği geçen herkese,tarihi
aydınlatanlara,Çorum'u dünyaya tanıtanlara,ileride pek çok
turistin gelmesine sebep olanlara ben içtenlikle ve candan
teşekkür ediyorum.Bu kongrede yapılacak kültürel etkinliklerin
programı ise :
-
- AKŞAM PROĞRAMLARI:
- 02 Eylül 2002 Pazartesi saat 21,00 Atatürk Kapalı Spor
Salonu Ankara Davlet Klasik Türk Müziği Korosu Müzik
Konseri.Solistler Zekai TUNCA ve Zerrin NAYCI
- 03 Eylül 2002 Salı saat 21,00 Atatürk Kapalı Spor Salonu
Kültür Bakanlığı Konya Türk Tasavvuf Müziği ve Sema Gösterisi
- 04 Eylül 2002 Çarşamba saat 21,00Devlet Tiyatro Salonu
Ankara Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar konseri
- 05 Eylül 2002 Perşembe saat 21,00 Devlet Tiyatro Salonu
İstanbul Modern Folk Müzik Topluluğu Genel Yönetmen Ferhat
LİVANELİOĞLU;Solistler Sevingül GÜLER,Julide KARAN,Cihat OKAN
- 06 Eylül 2002 Cuma saat 21,00 Devlet Tiyatro Salonu Ankara
Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar Konseri
- 07 Eylül 2002 Cumartesi Devlet Tiyatro Salonu Mersin Opera
Balesi Müdürlüğü Sanatçılar Konseri
- Çorum bir hafta boyunca çeşitli topluluklara,bir çok
devletin bilim adamlarına en güzel hizmeti verecek. Biz
Türklerin ve Çorum halkının içten,candan ve sıcak
misafirperverliğini gösterecektir3
- Emeği geçenlere tekrar
teşekkürler.
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
- 24. ÇORUM HİTİT FUAR VE
FESTİVALİ
- Ben bu yazıyı ilgilileri uyarmak için bir ay
önce yazmayı uygun gördüm yoksa Temmuz ayında yapılacak
Festivalle ilgili bir yazıyı bu günden yazmanın bir anlamı
olmasa gerek.
- Çorum Hitit Fuar ve Festivali Çorum'a yakışır
şekilde yapılmalıdır. Daha önceki yıllarda yapılan festivallerin
bir kaçı hariç çoğu sönük geçti. Biz hazırlıkları planlı
programlı ve çok önceden yapmayız, sonrada son 15 güne
sıkıştırır böylece de bir şeye benzetmeyiz.
- Bu yıl bazı değişiklikler yapmalıyız diye
düşünüyorum. Eğer aynı tas aynı hamam yapacaksak yapmasak daha
iyi olur.
- ÖNERİLERİMİZ:
- 1-) Ticaret ve Sanayi Odası'nın yaptırmakta
olduğu fuar alnındaki kompleksin Festivalden bir ay önce gece
gündüz çalışılıp bitirilmesi lazım. Bu kompleksi önceki günlerde
gezdim gördüm. Bu bina şahane oluyor. Bina hakkında Sayın Sami
Göktepe'den bazı bilgiler aldım. Bina Ticaret ve Sanayi Odası
tarafından emanet usulüyle yapılıyormuş. Ticaret Odası
Meclisindeki mühendisler bu işi yürütüyorlarmış. Ama Sami Bey bu
binayı sırtlamış götürüyor. Kendisine teşekkürler.
- Bina 4.200 metre kare. Şu anda 620 milyar
harcanmış. Bana göre az parayla çok iş yapılmış. Ben bu binanın
küçük olduğunu söyledim. İkincisinin de yeri hazır. İleride
yapılabilir. Ayrıca bu planın komplesi yapılınca şahane bir
şeyin ortaya çıkacağı ve buranın Çorumlunun eğlence ve mesire
yeri olacağı söylendi. Millet vekillerimiz bu projeyi
tamamlamak için gerekli girişimleri lütfen yapınız.
- Bina çok amaçlı. Salonda yemek verilebilecek ve
konferanslar yapılacak. Bina konserlere bile açık olacakmış.
Fuarın bölgeye hitap edeceği ve burada bölge toplantılarının
yapılacağı söylendi. Ayrıca
- Fuarın organizasyon işi de profesyonel bir firmaya verilmiş.
Bence bu da çok güzel bir düşünce.
- 2-) Çorum'daki sanayicilerle Festivali
düzenleyen yetkililer şimdiden irtibat kurmalı ve onları Fuara
iştirak etmeleri konusunda ikna etmelidir. Bunun memleket
meselesi ve de kendi meseleleri aynı zamanda da çok büyük bir
reklam olduğu anlatılmalıdırlar.
- 3-) Civar vilayetler hatta Denizli valisi
hemşerimiz Sayın Gazi Şimşek Bey'le irtibat kurulup oradan da
bir kaç firmanın gelmesi temin edilmeli. Balıkesir valisi Sayın
Atıl Uzelgün'ünde görüşleri alınmalı. Oradan da fuarda stant
açacak firmalar bulunmalı.
- 4-) Çorum Siad'ın teklifi Kadeş savaşı ve diğer
önerileri hemen bu günden değerlendirilip bir programa
bağlanmalıdır.
- 5-) Çocukların eğleneceği eğlence merkezlerinin
en güzelini belediyemiz yapmalı sonrada onları bir parkta
kullanmalı veya gelecek yıllarda da kullanmak üzere bir yerde
muhafaza etmelidir. ( Çünkü insanlar böyle yerlere çocuklarının
ısrarı üzerine gidiyorlar.) Fuar alanında meslek liseleri de
çeşitli etkinlikler düzenlemeli. Mesela Anadolu Güzel Sanatlar
Lisesi bir resim sergisi veya buna benzer diğer başka
etkinlikler düzenleyebilir.
- 6-) Organize Sanayi Müdürlüğü ve T.S.E bu işe
ciddi olarak eğilmeli ve üzerlerine vazife almalıdırlar.
- 7-) Belediyenin bu işi organize eden ekibi
şimdiden gece gündüz çalışmalıdır. Geçen yıllardaki
başarısızlığa bir yenisi eklenmemelidir.
- 8-) Masa tenisi maçları mutlaka yapılmalı, başka
vilayetlerden de takımların getirilmesi sağlanmalıdır. 4-5 sene
önce Antalya'dan Ankara'dan maçlara iştirak edenler olmuştur.
- 9-) Bağ, Bahçe, balkon ve gül yarışması
yapılmalı. Nerelere hangi gün ve saatte gidileceği planlıca
bildirilmeli. Geçen
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- KONSER FUAR FESTİVAL-LEBLEBİ
- Konser hakkında yazdığım yazılar, kulakları çınlasın,
Allah şifalar versin Dr. Sedat Terlemez Beyin vaktindekileri de
sayarsak 10 olmuştur sanıyorum.
- Tenkit edecek bir şey bulamadığımızdan çoğu zaman
olduğu gibi bu kendilerine defada met hu senalar edeceğiz. Konser her
şeyiyle dört dörtlük ve şahaneydi. Başta sayın şef olmak üzere herkese
teşekkürler. Zaten konser ve ona benzer etkinliklerde olmasa fuar ve
festivalin de çekileceği yok.
- Her sene bir önceki seneyi aratıyor. Hele Lunaparkın
olduğu kısım cehennem azabı. Gürültüden başka bir şeyi yok. Mevsim bir
türlü seçilemedi. Millet donuyor. Çorum'un akşamları soğuğu belli. Bu
da düşünülerek artık makul bir tarih seçilmeli.
- Ticaret ve Sanayi Odası inşaatı gelecek fuara
yetiştirilmeli. Sanayicilerin iştiraki sağlanmalı. Yoksa bu haliyle
oradaki etkinlikler Çorum'a hiç yakışmıyor.
- MASA TENİSİ: Bu spora her festivalde üvey evlat
muamelesi yapılıyor. Okul tatillerinde 3-4 masa konulup gençlerin spor
yapmaları sağlanmıyor. Bundan elli sene önce bu yapılıyordu. Maalesef
bu gün bu görev yerine getirilmiyor. Bu sporla uğraşanlar yine
teşebbüs etmişler. Ödenek olursa Temmuzda Cumhuriyetin etkinlikleri
yapılacak. “ O zaman yapacağız veya sponsor arıyoruz “ denmiş.
- ÇEKİN ELİNİZİ MİLLETİN CEBİNDEN! Devleti, hükümeti bu
kadar muhtaç bir durumda göstermeye kimsenin hakkı yoktur. Hadi bu
para mevzu; ya, sabahları koşu ve yürüyüş yapanlara stadın kapısı
açılmadığından yapılan eziyete ne demeli?
- İkide bir müstahdemin evine gidilip anahtar
getirtmelerde mi ödeneksizlikten kaynaklanıyor? Masa tenisi konusunu
sayın bölge müdürlüğü mutlaka halletmeli. Ödenek yok kelimesi çok ayıp
ve yanlış. Bu sadece idari bir hatadır. Hemen de düzeltilmelidir.
- Bu Festivale halk iştirak etmiyor. Bize göre muhtelif
yerlerde tam çalgı (bando) çaldırılmalıdır. Önceki festivallerden
birinde halka döner dağıtılmıştı. Böyle dikkat çekecek şeyler ön plana
çıkarılmalıdır.
- Zamah geceleri yapılmalı, halkın koşarak festivale
gelmesi sağlanmalıdır. Bu konuda halkın içine giren, sevilen
insanlardan bilgi alınmalı ve program ona göre yapılmalıdır.
- LEBLEBİDE BİRİNCİ SEÇİMİ: Çorum'da leblebicilik
maalesef kalmamıştır. utanarak ve üzülerek söylüyorum, biz daha çok
Tavşanlı'nın taşeronluğunu, onların bayiliğini
- yapıyoruz. Bunun bir çaresine bakılmalıdır. Oralarda yapılmış
leblebinin son kızartmasını bakkallarda yapıyor. Bunun imalatı
mutlaka Çorum'da yapılmalıdır.
- LEBLEBİ;
- Leblebi üzerine şiirler yazılmış, maniler
söylenmiştir. Leblebi mide dostu, rejim yapanların en iyi yardımcısı
ve tok tutucusudur. Biz çocukken 5 kuruşa aldığımız sürmeli kırık
leblebiyi ceketimizin iç cebine doldurur, arkadaşlarımızla ye, ye
bitiremezdik.
- Ekmek hamurdan, kiremit çamurdan, LEBLEBİ NOHUTTAN
OLUR. Çorum'u dışarıda tanıtan ve simgesi olan LEBLEBİDİR. Çorum
deyince akla saat kulesi gelir, Hititler gelir ama hepsinden önce
LEBLEBİ gelir. Leblebi deyince Çorum, Çorum deyince leblebi gelir
akla.
- Bu ün kolay kazanılmamıştır. Bunda bir kaç yüz yılın
emeği vardır. O ustalar, bu unvanı bu hale getiren o fedakar insanlar
bu günkü leblebici esnafından şikayetçidir!!! Bu bir ahde vefa
borcudur. Ve Çorum leblebiciliği Tavşanlı'nın taşeronluğundan
kurtarılmalıdır.
- İyi leblebi için önce iyi NOHUT
- yetiştirilmelidir. Bu görev Tarım İl Müdürlüğünün görevi
olmalıdır. Onları bunu yapmaya, örnek tohum yetiştirmeye kim teşvik
veya mecbur eder bilemiyorum? Önce NOHUT diyorum. Sonrada Nohutu
leblebi yapacak USTA. Bu insanlar antika oldu antika haberiniz olsun.
Bunların kıymetini bilelim lütfen.
- Bence leblebi yarışmasının şekli değişmeli. Leblebi
yapan ustalar yarıştırılmalı. Hediyeler dört köşesinde 4 tane
cumhuriyet lirası olan plaketler Tavşanlı'nın bayilerine değil,
Tavşanlının taşeronlarına değil, leblebiyi hakkıyla yapan o mübarek
ellere verilmelidir.
- Leblebinin beşinci ve son kavurmasını bakkalların önündeki sözde
leblebi kavurma makineleri de yapıyor. Bunun yapılmasındaki görev
kime düşüyor? Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Sayın ARİF ERDAL
Bey'e ve Esnaf Kefalet Başkanı Sayın Vedat Canbek Bey'e.
- Bu son kavurmayı yapıp ta kendini leblebici esnafı
sayan, bunu mesleği gibi gösterenlere söyleyecek bir söz bulamıyorum.
Ama bu sene ki yarışmada birinci olan, elinin emeği, alnının teriyle
birinci olan Lider leblebici ustası YAŞAR BODUR Bey'i kutluyorum.
- Sağlıklı uzun ömürler diliyor, nice yıllar bu işi yapmasını ve
çıraklar, kalfalar yetiştirmesini yüce Allah'tan niyaz ediyorum. Sana,
senin gibi usta olanlara sevgi ve saygılarımı sunuyorum
- . İsim sahibi olan Ayvalı ve Gülşen leblebicilerine de eğer
leblebilerini kendileri yapmıyorlarsa imalatçı olmalarını, iyi esnaf
olmalarını tavsiye ediyorum. Leblebici esnaflarının başkanının dini
bayramlarda dua yapmasını ve kalfa çıkanları dualamasını öneriyorum.
- Milli bayramlarda leblebiciler eskiden Traktör römorku
üzerinde leblebi kavurarak resmi geçit yaparlardı. Caddelerden bayram
geçişi bitince leblebinin mis gibi kokusunu evlerin içine bile
sindirirler, yollarda çocuklara leblebi dağıtırlardı. Esnaf
zenginleştikçe gönlüde fakirleşti demeye de dilim varmıyor ama bazı
gerçekleri de görmemiz lazım. Birazda ölü toprağı saçıldı milletin
üstüne. Kolay olsun, parası bol olsun istiyor insanlarımız. Sanatıyla
övünen sanatkar pek az kaldı. Bu konuda çıraklık okulu da bir şeyler
yapabilir sanıyorum. Ayrıca da eğer leblebi Çorum'un simgesi ise
Belediyemizde bu konuda üzerine düşen görevi yapmalıdır!!!
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÖZLEDİKLERİM;
- Küp çökeleğinin içine bir baş soğanı ince ince
doğrayıp, yufka ekmeğe dürerek, bağda dalından yeni kopmuş Ahmet bey
üzümüyle yemenin tadını özledim.
- Bağ bozumunu, Kağnı üzerinde ki oluklara örüklemesine
(kemer şeklinde) doldurulmuş ak ve kara üzümleri, onu çeken sarı
öküzü, kağnının mazısından çıkan dertli gıcırtıyı, öküzlerin boynuna
takılan, iğdeli boncuk karışımı nazardan koruyan nazarlığı ve o
nazarlıkların altında sallanan çıngırağın sesini özledim.
- Haftalarca kaynatılan pekmezleri, bir ay boyunca
mahallelerden eksik olmayan o mis gibi kokuyu, çarpılan pekmezlerin,
“gak gıbak, gak gıbak” seslerini özledim.
- Evlerin bahçesinde yapılan düğünleri özledim. Gelin
güveyin Hamama götürülüşünü, en önde fener, arkada güveyin kolunda iki
arkadaşı, daha arkada ise bir sürü genç, güveye, “maşallah” diye,
bağıran davudi sesli komşuları özledim.
- Haftanın 6 günü yufka yeyip, Pazar günleri çıkan çarşı
ekmeğini, sıcak francalalı günleri özledim.
- Tel tel’i, hamur böreğini, fırınlı sobayı onun
üzerinde cızırdayan çay demliğini, sobanın arkasında yatan Tekir’i
özledim.
- Akşam yemeklerini erken yediğimizden, gece geç
vakitlerde yenen, kış kıymasını, turşuyu, kara pekmezi, sobada
ısıttığımız yufka ekmeği, o gecelerde rahmetlik anamın elleriyle
yaptığı her şeyi özledim.
- Yarı aydınlık sokaklarda, “Ay Göründü” oynamayı,
kapıların tokmaklarını çalıp kaçtığımız günleri özledim.
- Her arkadaşın evinden bir malzemesini getirerek
birlikte, bağda odun ateşinde pişirdiğimiz güveci bağdaki üzümle
birlikte yemeyi özledim.
- Neleri özlemedim ki! Yaz geldi kışı, kış geldi baharı
özledim. Canı gönülden, “ölüm sevdamdır” diyen, halk âşıklarını,
imanın son mertebesine erenler ile sohbeti özledim.
- Geçmişe duyduğum bu büyük özlemle birlikte günümüzdeki
zor şartları da şöyle bir düşündüm de; mesela artık yavaş yavaş kış
gelirken doğalgaza üs üste yapılan zamları, bu zamlar dolayısıyla
kısılacak vanaları, odsuz ocaksızları, yine bu kış sokakta yatacak
vatandaşları düşündükçe de üzüldüm.
- Bunları düşünürken bir hafta önce
gazetede okuduğum bir haberi hatırlayarak tekrar sevindim. Okuduğum
bu haber Türkiye’nin maddi olarak birçok sıkıntısını giderecek bir
müjdeyi veriyordu. Haberde, “Zorlu Grubu Çerkezköy’de doğalgaz buldu”
diye, yazıyordu. Doğalgaz bulunan bu kuyudan 130–150 metre küp
doğalgaz üretilmesi planlanıyormuş. 2005 yılında Türkiye’de 761
milyon metre küp doğalgaz üretilmiş. Yeni bulunan bu kuyu ile üretim
%7 daha artacakmış. Zorlu Grubu Başkanı Sayın Ahmet Zarif Zorlu, “daha
müjdeli bir haber için gece gündüz çalışıyoruz” diyor.
- İnşallah böyle kuruluşların ve devletimizin yaptığı
aramalarla Türkiye’ye yetecek kadar doğalgazı bularak Allah’ın izniyle
dışa bağımlılıktan kurtulacağız.
- Böylece Türk milletinin, her konuda
dışa bağımlılıktan kurtulma özlemi gerçekleşmiş olacak inşallah.
- Sevgi ve saygılarımla.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ŞU BİZİM KUŞAK;
- Bizim kuşak ve bizim mahalle bir başkaydı. Benden bir
iki yaş büyük,küçük ve akran olan erkek çocuklarının sayısı 10-15
kadar vardı. Ben 1936 doğumluyum. İkinci dünya harbinin birazda
Mubalagalı tedbirleri yüzünden ekmek karneyle verilse de çok güzel
yıllardı o yıllar. Millet pekte aç kalmadı. Herkesin saklayabildiği
kadarıyla az çok buğdayı,arpası bulguru ve yarması olurdu.
- Bağlar,bahçeler,sebzeler,ağaçlar çok verimliydi. Her
şey kurutulur,kurular pişirilir yenirdi. Gece pencerelere koyu
renkli,bazı evlerde de siyah renkli perdeler çekilir, dışarıya ışık
sızdırılmazdı. Geceleri şayet az bir ışık sızsa bekçiler vardı
mahallede geceleri.Resmi kalın elbiseli,renkleri kahverengi. Herhalde
el tezgahlarında dokunmuştu. Bellerinde Palaska, yine ona takılmış
kocaman,”çakar almaz” unvanlı neredeyse 1 kg gelecek tabancalar,
ellerinde birde ucu çomaklı kürek sapı kalınlığında değnekler
(Sopaları) ve düdükleri vardı. Onları öttürürler,diğer mahallenin
bekçileriyle kendi aralarındaki parolalarla haberleşirler, kötü
bir şey olursa düdükler acı,acı öttürülerek diğer mahalle bekçileri
yardıma çağırılırdı.
- Bu fedakar insanlara bekçi baba denirdi. Evlerin dış
kapısını tek,tek akşam ezanından sonra yoklarlar,dükkanların
kilitlerini çekerler,açık kilit varsa ya kilitler yada dükkan
sahibinin evine haber salarlardı gelen gidenden. Bazen de hamal
gönderirlerdi. (O zamanlar sırtında kocaman ipli hamallar vardı.)
- Bu bekçi babalara her şey emanet edilir. Evler onlar
vasıtasıyla hırsızdan korunur, evlerin bekçileri oldukları gibi
mahallenin namusu da onlardan sorulurdu. Evlerin pencerelerini tek,tek
kontrol ederler ışık sızan pencere varsa kapının tokmağını çalıp haber
verirlerdi. Işık sızdırılmamasını, düşman uçakları gelirse,şehirleri
ve evlerin yerlerini bilmesinler,bomba atmasınlar diye o perdelerin
iyice kapanmasının gerekli olduğu söylenirdi bizlere. Zaten doğru
dürüstte evlerde aydınlatma yoktu ya koca mahallede. 15-20 kadar bir
evde ancak elektrik vardı.
- Gaz yağı ve şeker,çay da zor bulunuyor-du. Bulunsa da
çok pahalıydı ve kimse alamıyordu. Almanlar dünyayı yakıyor
yıkıyor,milletleri çığ gibi tepeliyorlardı. Kış kışlığını, yaz
yazlığını bildirirdi. O yılarda kar yağınca 15-20 gün kalkmaz,30-40
santim kar olur, çatılardan kar kürünürdü. (Sıyırgı veya kürekle aşağı
atılırdı).
- Kışın kar topu oynar,kızakla kayar, yumuşacık karlarda
akranlarımızla boğuşurduk. Hepimizin elinde ellik,(eldiven) kafamızda
bere dediğimiz sadece gözlerimizin önü açık, boynumuzu, boğazımızı
örten,yünden örülmüş başlıklar vardı. Ceviz kabuğuyla boyanmış,
anamızın ördüğü ellikleri bazen yitirirdik de 1-2 gün sonra komşu
çocukları getirirdi evimize.
- Oysa elliklerin hepsi birbirinin aynı idi. İstese
kullanabilirlerdi. Ama o günün insanların da haram ve günah korkusu
vardı. Babamın tabiri ile”Ok gibi doğru insanlar” vardı.Komşumuzun
bağındaki ağaçtan kendi sınırımızın içine meyve düşse onu bile
yiyemezdik. Bu haram ve günah korkusun dan idi. Bunun yanında birde
ana baba korkusu vardı ve arkasından yapılan bir suç tekrarlanırsa
sopa korkusu vardı.
- Biz talihli çocuklar olarak oyunlarımızı sokakta
oynar,birbirimizin kapısının tokmağını çalar ve gelmeyenleri oyuna
çağırırdık. O kadar çok oynar ve yorulurduk ki,akşam yer sofrasında
yemeği yerken uyuyup yanımıza devrildiğimiz olurdu. Anamız önce
Makat'a (sedir) yatırır, son rada yere yaptığı döşeğe (yatağa)
yatırırdı. Ayaklarımız kirli ise işte fecaat o zaman başlardı. O kan
uykunun arasında çamaşır yıkadıkları taş teknede ayaklarımız
yıkanırken canımızdan can giderdi.
- Mahallede sonradan soyadlarını
öğrendiğim İsmet Tandoğan,(Diğer adı Satılmış)
- Necdet Çulha,Tahsin Gedik, Çün Aydın Çetiner,Yüksel Daldal,Nihat
Bayşu,Telkarılerin Cevat,Caydalakların Bekir Ağanın oğlu Cavit,Rüştü
Kadife, ilkokuldan sonra tanıştığım ve sonradan en yakın arkadaşım
olan Selçuk Çöplü,Ayhan Çöplü,İbrahim Kocabıyık.
- Bunlarla Aşık oynar,Deşenek (bilya) oynardık. Aşık,deşenek
(bilya) oynarken ütünce zevki başka,ütülünce de üzüntüsü başka
türlüydü. Sonraları da biraz daha büyüyünce ayaktopu,(futbol) el topu
(Voleybol) oynamaya başladık. Mahallemizde duvardan duvara ip Çeker
oynayabilirdik. Ne taksi vardı,nede kamyon. Belki 2 saatte bir,bir at
arabası geçerdi. O da ipin altından geçerdi. Arabayı süren amca
arabanın bir tarafına eğilir,oyunumuzu bozmazdı. Fayton gelince ipi
çözer geçiş verirdik.
- Gündüzleri oynadığımız yetmezmiş gibi birde yazın
geceleri evdeki büyüklerden izin alır ve sokakta yine birdirbir,ay
göründü oynar, gece geç vakit eve gelirdik. İş biraz daha uzarsa
analarımız kapıyı açar ve seslenirdi: ”Kanmadınız,doymadınız. Haydi
çabuk eve.” diye. İşte o zaman biraz zor olurdu ama oyunda bozulurdu.
- Bir akşam “ay göründü” oynamaya başladığımızda
gündüzün planladığım üzere sokak kapısını kıyık,(Az aralık) açık
bıraktım. Herkes dağılınca ebe arkası dönük,gözleri kapalı sayı
sayıyordu.(100-150 ye kadar sayılırdı.) Bu sayı sayılan zamanda da
diğerleri saklanırdı. Gözünü açmadan” sağım, solum, önüm, arkam,sobe
derdi. Gözünü açar ve aramaya başlar,birini “söbe............göründü”
derdi. Söbelediği ebe olur yeniden saklanılırdı.
- Ben kapımızı açık bırakmıştım ya;bizim eve gelip
yatağıma yattım. Beni gecenin yarılarına kadar aramışlar. Ertesi gün
beni gören arkadaşlar “Sen neredeydin?” diye çıkıştılar. Tabii çok
bozuldular anlatınca. İsmet çok kızınca meşhur sözünü patlattı:”Eşşoğlu
Eşşeeeekk......! Gülüştük, sarılıp öpüştük. Hey gidi günler heeey!
- Birde kapıların tokmağını çalar, koşarak uzaklaşırdık.
Başka mahallelerin evleri de dahil. Ramazan geceleri de Teravihe
gider,namazda güler,büyüklerin hışmına uğrar camiden kovulurduk. Çoğu
esnaf namazdan sonra dükkanını açardı. Kahvelerden çaylar içilirdi.
Kahvenin kapısından,levhasından adını öğrendiğimiz, mesela,”bakkal
Ahmet'e 7 çay” der uzaklaşırdık. Aslında çay falan isteyen yok.
- Mahalle baskınlarına gidilirdi. Başımızda 3-4 yaş
büyüklerle. İyisinden dövüşürdük. Bazen burnu kanayanlar,kafası
yarılanlar olurdu. Top oynardık dedim de;topta el topu (Voleybol) için
ince deriden elde dikilmiş,içine eski bez parçaları veya yün basılmış
muhtelif büyüklükte toplar. Ayak topu içinse kasaplardan istediğimiz
ve kovuk dediğimiz büyük baş hayvanların idrar torbaları. Onu bisiklet
pompasıyla şişirir oynardık. Tabii mikrop yuvası. Analarımız kızar ama
biz onu saklayacak yer bulurduk. Onlardan gizli,gizli birbirimizin
ayak bileklerine vura,vura saatlerce oynardık.
- Bununla mahallede pek oynayamazdık. Kirli olduğundan
evlerin bitimindeki tarlalarda veya oralardaki sokak aralarında
oynardık. Bağlara giderdik bazen de, Eskiekin' de Ayhan Çöplü'lerin
un değirmenine. Onun önündeki boşlukta oyna da,oyna. Güreş mi
tutmazdık, güveç mi pişirmezdik. Yede,ye. Güreşte ben hepsini
yenerdim. kilom hepsinden az olmasına rağmen. Köy çocuklarıyla da
güreştiğimiz olurdu ben onları da yenerdim. Çünkü ben okul takımında
güreşiyordum.
- Ayhan Çöplü ile İsmet, ”eşeğe torba takalım”diye
giderler,yarım saat gelmezlerdi. Bir gün bunları takip ettim meğer
sigara içerlermiş. E o zaman biz melek gibi delikanlılarız. Hep
kızdık,”ulan sigara içilir mi “ diye. O zamanlar sigara içen kız veya
kadın Türkiye'de çok az Çorum'da ise hiç yoktu. Sonra hemen,hemen
hepimiz alıştık ya merete. Bu gün çoğumuz bıraktık ama Ayhan'la İsmet
hala içiyorlar. İsmete bırak deyince,”böyle yavru bırakılır mı?”
Diyor.
- Birde Ayhan guruba yeni katılanlar olursa değirmenin
içine götürür,yeni öğütülmüş unun kokusu başka diye kürekle alır ve
arkadaşa,”kokla bak” diye burnuna yaklaştırır,o koklarken de unu
kürekle yüzüne gözüne çarpardı. Kimi arkadaş kızar kimisi de bunu
senin yanına bırakmam derdi. Biz hep gülerdik,mutluyduk çünkü. Hepimiz
şairdik,hepimiz şiir yazıyoruz. Herkes bir kıza sevdalı. Mektuplar
yazılıyor;Selçuk aşk mektuplarını daha ağdalı yazıyor. Mesela biri
hala aklımda,mektup şöyle başlayordu; ”Benim esrar dolu,küçük,nazlı
sevgilim.”
- Aslında bu hususta bende usta sayılırdım. Bir
mektubumda bende şöyle başlıyordum:”Benim sana sevdam Mecnun'dan da
büyük. Benim aşkımın yanında Mecnun'un aşkı ancak zekatı kalır.(Yani
benim sevdam onunkinden 40 kat daha büyük demek.) Senin Leyla
olacağın günü sabırla bekliyorum.”
- Her çeşit oyun,güreş,top,sonra evden her çeşit
malzemelerini getirdiğimiz güvecin başına oturunca doyur
doyurabilirsen bizimkileri. Bende başta olmak üzere. O zaman
pideler,francalalar,somunlarda büyüktü. Bahsettiğim 1951-1955 yılları
arası. Neredeyse 300-400 gr. Ayhan 3 tane yer,3 tabak yemeğe de bana
mısın demezdi. 4 ekmek yediği de olurdu. Ayhan'a gözü bozuk olmadığı
halde ”Kör” derdik. Kızmazdı. Bazen de bozulurdu. Yiğit lakabıyla
anılır ya.
- Bu bağ sefası okul tatili veya hafta sonu
- tatilinde ise sonu rahattı. Ama eğer ertesi gün okul varsa ve o
geceye de ders kalmışsa vay haline. Arada dersleri de astığımız olurdu
ama hepimiz iyi talebelerdik.
- Bir gün hoy hoy'da ki bizim bağa gitmiştik;akşam
yaklaşmıştı,eşeği arabaya koşarken ben eşeği bilerek mi saldım yoksa
muzurnaslık olsun diye mi,yada elimden mi kaçtı şimdi hatırlamıyorum
ama hayvan kaçtı ve şehre doğru yolu tuttu. Bağın yolu hep iniş
yokuş,4-5 kişi arabaya koşuldu. Kimi önden,kimi arkadan it,çek,kan ter
içinde kaldılar. Ben eşeği tutma havalarındayım. yokuş,4-5 kişi
arabaya koşuldu. Kimi önden,kimi arkadan it,çek,kan ter içinde
kaldılar. Ben eşeği tutma havalarındayım. Hayvan çevik ve
akıllı,kendine 5-10 adım kalınca ot yemeyi bırakıyor ve koşup 100-150
metre kadar ileride yine otlamaya başlıyor.
- Böyle,böyle şehrin girişine kadar vardık. Hayvan
kayboldu. Ben eve gideceğinden emindim. Ama bizimkiler kan ter içinde
arabayı çekmekte ama yorgunluğu düşünen yok.”Ya eşek eve gitmediyse”
korkusundalar. Hayvanın ahırı İnayetullah caminin orda ki çıkmazda
camiye bakan kocaman çift kanatlı kapının arkasındaydı. (Şimdi
buraları yıktık açık otopark yaptık.) Hayvan kaybolursa,(Babam için)
”İsmail Emmi bizi öldürür” diyorlar,bir taraftan da çömelip terlerini
siliyorlardı. Eski doğum evinin oradan caminin araya döndük. Eşek
ortalıkta yok. Hepimizde şafak attı. Şok olduk. O zaman bende,”hapı
yuttuk” diye düşündüm.
- Bizimkiler arabayı kapının önüne koydular ve pıır.
Meğer hayvan 10 dakika kadar önce gelmiş. Tesadüfen o gün babam da
erken gelmiş. Komşulardan biride kapıyı çalıp, ”İsmail Ağa,eşek kapıda
kalmış içeri al” diye haber vermiş. Mecburen dizlerim titreyerek bende
kapıyı çaldım. O zaman tuvaletler hep sokak kapısının arkasında
yapılırdı. Tuvaletten öksürdü. Kapıyı, tokmağı çalmamın ve açacağının
işaretini veriyordu. Babam kapıyı açınca temelli dizlerimin bağı
çözüldü. Babam işi fark etti. Beni daha fazla korkmasın diye,”eşeği
kaçırdın herhalde? Geldi ” dedi. Sonrada bana,”bu arabayı yalnızca mı
getirdin? Hiçte terin yok” falan diye sordu. Bende, ”arkadaşlar
korktular,kaçtılar” dedim.
- Güldü, ”ben onlara ne zaman kızmışım ki benden
korkuyorlarmış?” dedi. Hakikaten babamda,anamda benim arkadaşlarıma
çok iyi muamele ederlerdi. Ben gidip bağa benimle gelen arkadaşlara
haber vereyim dedim. Ama sonra vazgeçtim korksunlar, uyumasınlar
deyyuslar diye. Şimdiki gençler telefon etseydin ya diye düşünürler.
Telefon en erken bizim eve geldi.Manyatolu, postanede memur araya
girip verdiğin numarayı bağlardı.(Şehirler arası konuşmak için bazen
8-10 saat beklerdik) 1963 yılıydı sanıyorum bizim eve telefonun
alınışı.
- 1955 yılından sonra bu oyunlar o güzelim eğlenceler
bitti. Çocukluğumuz bir kaç yıl önce bitmişti. Gençliğimizde desem
yeridir. Herkes bir meslek seçti. Sokaklarda bitti o günden itibaren
otomobiller çoğaldı. Mertlik bozuldu. Sokakta her gecen gün oynanmaz
oldu.Şimdiki insanlar yürüyecek yol bulamıyorlar. Gürültü,egsoz
kokusu da cabası. Hani çocuklara oyun sahası?
- Bizim çocukluğumuz,bizim kuşak,bizim uşaklar başkaydı.
Mutluydu o dönemin çocukları,o çocuklar şimdi ihtiyar oldu.
Arkadaşlarımın yarısı Allah'ın rahmetine kavuştu. Her biri bir yerde.
Çorum'da olanlarla sık,sık olmasa da birbirimizi ziyaret ediyoruz.
- Ölenlere Allah'tan rahmet,kalanlara hayırlı,sıhhatli
uzun ömür diliyorum. Hepimiz biliyoruz ki yolun sonu göründü.
Herkese,size,bize hepimize mutluluklar diliyorum. Dünün çocukları,bu
günün dedeleri sizi seviyorum,özlüyorum sizi sevgili arkadaşlarım,
- Dostlarım.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUMLU VE ŞU BİZİM KUŞAK
- Çorum Atatürk Lisesinde 09 Haziran 2001 günü “1.
Geleneksel Pilav Günü” ve müzikli akşam yemeği yapıldı. İlk defa
yapılmasına rağmen her şey çok muntazamdı. Organize şahaneydi. Bunu
düşünceden hakikate geçirenlere teşekkürler. Bizim kuşağı da bir araya
getirenler,sağ olsunlar. Zor da bir işti. Zoru yiğitler başarırlar.
- Çorum ve şu bizim kuşak diyorum da;ben 1930-1940 arası
doğumlulardan bahsedeceğim. Önceki ve sonraki doğumlular alınmasınlar.
Ben bu 10 senelik arada doğanları daha iyi tanıyorum ve onlarla haşır
neşir oldum. (1936 doğumluyum) Şöyle bir düşünüyorum. O zamanki
insanların mutluluğunu,dostluğunu,birbirine saygı ve
sevgisini,komşuluk ilişkilerini,genç kızların
güzelliğini,hanımlığını,delikanlıların yiğitliğini,mertliğini...
- Sene 1956-1960 yılları. Pehlivanlar çıkıyor mindere en
az 2-3 tanesi Çorumlu, (Ben Hamamözü'nü Çorum'un olarak kabul
ediyorum. Onlarda kendilerini Çorumlu sayıyorlar zaten) minderi dar
ediyorlar Dünyadaki rakiplerine. Aynı anda minderde 3 tane Türk
güreşçi olduğu bir gecede radyodan spiker anlatıyor,o nasıl anlatış,o
ne biçim güreş,hâlâ heyecanı içimde. İşte... güreşende bizim
kuşaktan,anlatanda. Güreş başlayalı iki dakika olmuş. Celal Atik
hasmını tuşlamış. Arkasından bir dakika geçmeden Gazanfer Bilge,ondan
hemen sonra baba Yaşar Doğu tuşlamış rakiplerini. Sevinçten göz
yaşlarını tutamıyor millet. Spikerin bile ağladığı belli. Radyodan
güreşçilerle röportajlar veriliyor,hepsi mütevazı. Allah'a
şükrediyorlar. Millete,Vatana,Bayrağa saygı ve minnetlerini defalarca
söylüyorlar.
- 1930 dan önceki doğumlular çok ezilmişler.
Yokluğun,savaşın yükünü çok ağır çekmişler. Bizlerde İkinci Dünya
Savaşının sıkıntılarını çektik,ama savaşa girmedik. Kötü idare Atatürk
öldükten hemen sonra başlamış,o gün bu gündür doğru dürüst idare yüzü
görmedik. En büyük talihsizliğimiz meclistekiler o günü düşünürler.
Oy düşünür- ler. Onca emekle kurulmuş KİT'leri oy uğruna talan
ettiler. Yandaşlarına pay pay ettirdiler. Bin kişiyle çalışılacak
yerlere 8-10 katı insan soktular. Hem de bu imtiyazlar sayesinde
üretimi düşürdüler. Üretimin ne olduğunu,imalatın ne olduğunu,eğitimin
ne olduğunu bilen hükümetler başımızda. Onlarında yerlerini 5-10 ay
içerisinde yozlaşmışlar,palavracılara bırakmışlar.
- Devletin paraları,devletin bankaları eşe
dosta,akrabaya,oy verene,yandaşlara peşkeş çekildi. İşin kötüsü
kocaman Türkiye,o güzelim büyük göl bitinceye kadar
idarecilerin,bürokratların haberi olmadı. Yine bizim kuşak zamanında
Türkiye yükseldi,hızla gelişti.
- Türkiye bu kadar büyük borç batağına,böyle yüksek
faizlere, rüşvetlere,yolsuzluklara,1970'li yıllarda bulaştı ve alıştı.
Her ay bu yıkım büyüdü. Şöyle Çorumlu bizim kuşak diye bahsettiğim
insanlara bakıyorum,eleğinin karşılığından başka bir şey alamayan,çok
mühim yerlerde bulunup deveyi hamutuyla yutabilecek durumda iken,az ve
temiz kazançlarıyla yetinmiş olduklarını görüyorum.
- Nerede bizim kuşağın karayolları,su işleri,KİT'lerde
çalışan eli nasırlı,alnı terleyen insanlar ? Artık insanların alnı
açık,yüzü ak,sözü ile özü bir olan insanlara hasret kaldık. Allah
sonumuzu hayırlı eder inşallah. Allah ağzı dualı kulları yüzü gözü
hürmetine hayır dualarımızı kabul eder inşallah.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ŞU BİZİM MAHALLE'DEN KİMLER
GELDİ KİMLER GEÇTİ
- Sizlere bu yazı dizisinde kısa ,kısa bizim mahallede
ki bazı insanları,daha doğrusu dikkatimi çeken bazı Şahısları
tanıtacağım: Bizim ev hem Albayrak mahallesi hem de Karakeçili
mahallesi Alaybey sokağının ortasın da olduğundan, burada ki bu
insanları kendi münhasır halleriyle anlatacağım. Bu diziyi, gelecek
nesile ileri ki yıllarda okudukları zaman bir bilgi ve hatıra olur
diye yazmayı düşündüm efendim.
- Hekim Ömer Efendi: Tahminime göre
bu adamcağız babamla akran olduğu, yani 1902 doğumlu olduğunu
sanıyorum. Ben bu Şahsın 50 yaşlarında ki halini hatırlıyorum. Kısa
boylu pek evden çıkmayan birisi idi. Belinde yün kuşağı eksik
olmayan halim selim bir amca idi. Evi,Şimdi Albayrak oto parkının
hemen bitişiğinde ki yeni yapılan çok katlı binanın olduğu yerdi
sanıyorum. Bu adamın her hangi bir yerden diploması neyi de
olduğunu sanmıyorum. Babadan oğula kalan bir sanat,bir öğreti olsa
gerek.(Böyle kırık çıkıkçılarda vardı.) Bu Ömer efendi sadece
yaralara bakardı.
- O zaman bazı tozlar kullanır,bir de
siyah ve beyaz bir merhemi yaralara sarardı. Ne derece faydalı
olduğunu da bilemiyorum. Tahminime göre günde üç beş kişi gelir
giderdi. O da bunlardan aldığı paralarla geçimini temin ederdi. Öyle
ahım Şahım bir geçimi de yoktu. Fakat Şehrimizde yeteri kadar doktor
olmadığından yine de günün Şartlarına göre bir ihtiyacı gideriyordu.
- Bu gün pek kalmamıştır ama bazı
yerlerde hala çok azda olsa bu gibi konularda diplomasız hekimler
işe devam ediyorlar. Bilhassa bel fıtığı konusunda çalışan insanlar
mevcuttur. Ben doğru bulmuyorum. Zaten hekim Ömer efendiden sonra
(1958) ailesi ora da varlığını sürdüremedi. Evi sattılar, nereye
taşındılar bilemiyorum. Allah rahmet eylesin iyi komşu idiler.
Neslinden Çorum'da varsa konuşmayı tanışmayı isterim.
- FERİZİN OSMAN
- Aslı Feriz'li Osman olması lazım
gibi geliyor bana. Çorum'un Feriz
- köyünden gelse gerek. Veya ora da yakınları da olabilir. Bu
Şahıs da yine 1900'lü doğumlulardan idi. Uzun boylu, yakışıklı
birisiydi. Biz küçükken annesiyle beraber yaşardı. Geç yaşta
evlendi. Çocuğu olmadı.8-10 sene sonra,hanımı kayboldu diye bir
şeyler söylendi. Tahminime göre kadın evi terk etmiş ve nereye
gittiğini bildirmemişti.
- Bu adam hiç çalışmazdı. Elini soğuk sudan sıcak suya sokmaz diye
tabir edilen insanlardan idi. Pek ahım Şahım bir yaşantısı olmasa
da,zamanına göre orta halli geçimi olan bir insandı. Bu değirmen
dönüyordu da suyu nereden geliyor diye benim gibi merak eden
komşular vardı sanıyorum.
- Osman Ağa öleli 20 seneden fazla
oldu. Ben değirmenin suyunun nereden geldiğini 2 sene önce tesadüfen
öğrendim. Enver Leblebicioğlu'nun bağında ki kavakları
kestirecektik. Ağaçlara zarar vermemesi için usta bir kesici
lazımdı,(bu ustalara,kestiği tomruğu dibine düşüren kesici denirdi.)
Yörük Mehmet diye bu işi yapan bir usta varmış onu bulduk. Adam
hakikaten işi biliyordu.
- Adamla arkadaş olduk. Bir gün
konuşurken, 11 kardeş olduklarını, hepsinin erkek olduğunu,babasının
emriyle 15 yaşında iken bir adam vurduğunu, hapis yattığını ve
babasının kendisini Ferizin Osman'a gönderip,iyisinden tabanca ve
mermi vermesi için selam götürdüğünü,silahı ve mermileri de ondan
aldıklarını anlattı.
- Bende böylece Ferizin Osman'ın
geçimini böyle sağladığını öğrenmiş oldum. Merak edenlerin merakı
gitsin diye yazıyorum. Allah rahmet eylesin Gelecek sayıya mühim
bir yazı konusu çıkmazsa başka komşularımızı anlatacağım.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SAYIN MİLLETVEKİLLERİMİZ;
- Çorumlu arıcıların istekleri
doğrultusundan yola çıkarak bu yazıyı yazıyorum. Çorumlu arıcılar
devletin çıplak arazilerine akasya fidanı dikilmesini böylece arı
kovanlarından kaliteli ve bol miktarda bal alınacağı uyarısını
yapıyorlar. Benden de bu konuyu “Pazartesi Yazıları” isimli köşemde
yazmamı istediler
- Bu köşede 10 senedir, “Yeter ki biz
fidan yetiştirelim onu bir diken mutlaka bulunur” diye defalarca
yazdım.
- Bu Akasya dikme konusunu Ağaçlandırma
ve Doğayı Koruma Derneği Başkanı Rüstem Eren’e anlattım. Rüstem Eren,
“Bırak Akasya fidanını, fidan yok fidan!” dedi. Şimdi yetkililer fidan
yok dedim diye bana bozulacaklar.
- Öncelikle şunu Çorumlu olarak
öğrenmemiz lazım! Bir memleketin gelişmesi için Devlet adamlarının,
devlet memurlarının, iş adamlarının ve o memleketin halkının UFKU
GENİŞ VE HEDEFLERİ BÜYÜK OLMALIDIR!
- “Fidan var” diyenlere şimdi soruyorum!
Bu gün itibariyle Çorum’da dikilebilecek 1 milyon fidan var mı? Varsa
kaç liraya satıyorsunuz? Sizin satmış olduğunuz o fiyatlara ne fidan
alabilir nede fidan dikebilir insanlar.
- Fidanların köylere bedava verilmesi
lazım. Halka da en fazla 100 bin liraya verilmelidir. Bu amme
hizmetidir. Oysa devlet nice paraları nice yerlere israf edip duruyor
bunu hepimiz biliyoruz.
- 27.05.2005 Cuma günü Çorum Haber’de
küçücük puntolarla “Kent Orman Oluşturuluyor” diye bir haber vardı.
(Bu konuda yerel basın da yeteri kadar duyarlı değil.)
- Orman İşletme Müdürlüğünce, Sıklık mevkiinde piknik alanları, oyun
alanları, otopark, yürüyüş parkuru, kültür fizik alanları ve seyir
tepesinin olacağı belirtildi, deniyordu. Çevre ve Orman Bakanlığının
oluşturacağı bu Kent Ormanına ilk etap da 20 milyar çıkartılarak
çalışmalara başlanmış. Aynı haberde ormandaki zararlılara karşı
karınca kullanılacağı yazılıyordu.
- Bu işler için 100 milyar liraya
ihtiyaç var diyordu sayın Orman Müdürümüz Süreyya Doğan Bey. Başta
Orman İşletme Müdürümüz olmak üzere bu işte emeği geçen herkese
binlerce kez teşekkürler.
- Gelelim bizim ufkumuz geniş olacak
konusuna:
- 1-) 20 milyar 3 milletvekili maaşı.
(Rakamlara bakınız sanki oyuncak!)
- 2-) 100 milyara büyük şehirlerde 2
odalı ev vermiyorlar. Çorumda da 100 milyarın üzerinde daireler alınıp
satılıyor.
- Bizim basın mensupları sormamış ya,
ben soruyorum. Bu alan kaç yüz bin dönüm? Ballandıra ballandıra
anlattıkları yer 100 bin dönüm bile değildir. Bir yetkili çıkıp
bildirirse yine bu köşe de yazarım.
- Sayın AKP İl Başkanı Av. Mehmet
Karadağ bu konuyla ilgilenmeli diye düşünüyorum.
- Konu güdükte olsa güzel!
- Şimdi size bir çalışmanın neticesini
ve bu neticeyle birlikte KAHRAMANMARAŞ’TAKİ ağaçlandırma ve arıcılıkla
ilgili yapılan çalışmaları ve bu çalışmaları yapan insanların
hedeflerini kısaca anlatayım. (Durup dururken bir memleketin adı
Kahraman çıkmıyor biliyor musunuz?)
- Arcılar Derneği Başkanıyla telefonda
4-5 defa konuştum. Milletvekili Mehmet Ali Bulut Beyde lütfedip beni
aradılar.
- Şimdi Kahramanmaraş’ta olanları
yazıyorum. İşte insanların ufku böyle olmalı. (Yoksa bizim gibi 3-5
adım ötesini göremeyenlerden olursunuz.)
- Şu anda Maraş yaylalarında,
kazalarında ve köylerinde 250 bin arı kovanı var. Bunun 150 bini
Maraşlıların. 100 bini de Türkiye’nin muhtelif yerlerinden geliyormuş.
- Vaktiyle dikilmiş ve şu anda yetişmiş olan, 60-70 bin dönüm parça
parça akasya ağaçları var. Bu akasya ağaçları 3 çeşit ve 10 ar gün
arayla çiçek açıyorlar.
- Bizde bu düşünceden yola çıkarak
yaylaları ağaçlandıralım diyorum. Orman Müdürlüğünce (önümüzdeki sene)
yeni ağaçlandırılacak 70-75 bin dönüm araziye Akasya dikilmesini
öneriyoruz.
- Kahraman Maraş Arıcılar Derneği
Başkanı Sayın Mahir Katılmış, “Millet vekillerimiz bu konuyla ciddi
şekilde alakadar oluyor. Sadece bu sahada ilave 30-35 bin arı olacak.
Arılar çalışacak biz bakımını yapacağız. Şu anda dünya ya zaten
satıyoruz. Bal satacağız bal” diyordu.
- Size başarılar diliyorum Sayın Mahir
Bey. Bize de uyanın Çorumlular! Hedef büyültün, ufkunuz geniş olsun
diyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM'DA BELEDİYECİLİK
- Elimde, “ Çorum'da Cumhuriyetten Günümüze
Belediyecilik” diye bir kitap var. Bu kitap da önceki dönem Belediye
başkanımız sayın Arif Ersoy 27 Mart 1994 18 Nisan 1999 yıllarının
muhasebesini vermiş. Güzelde olmuş. Kendisine teşekkür ederiz. Bu
memlekete hizmet eden herkesten Allah razı olsun.
- İlk Başkan ( 1875-1893) Hacı Halil efendi. Son
başkanla birlikte, Ömer Abuhanoğlu ile birlikte 24 Belediye Başkanımız
olmuş. Bunlardan Baha Çorbacıoğlu ve Hamit Duran Bey o günün zor
şartlarında yüz binlerce hatta milyonlarca ağaç dikmiş ve yaşatmış
kıymetli büyüklerimizdir.
- Bu gün Çorum'da fidanlıklar bunca imkana rağmen
kurutulmakta ve özenle yok edilmektedir. Çorum'da Belediye 1876'da
kurulmuş olsa da esaslı ıslahat çalışmaları 1930'da yapılmıştır. Bu
tarihte Çorum 10 büyük mahalleden ibaretmiş. 5056 hane varmış.
Belediyemiz 1938 yılında fidan yetiştirmeye başlamış. Çevreyi sadece
yeşillendirmekle kalmayıp meyve fidanları da üretmiştir.
- Bu kitap da sayın Arif Ersoy, “... Çevre ve hava
kirliliği Çorum'un sorunu olmaktan çıkarılacaktır...”(Sayfa 44)
diyor. Bu söz 1999 da verilmiş. Sene 2003 sonu ve hava kirliliğinden
nefes alamıyoruz. Çorum'un hava kirliliğinden kurtuluşunun doğal gaz
olduğunu herkes bilir senelerdir de söyler ama doğal gaz Çorum'a
geleli 6.ay olduğu halde konutlarda yakılabilmesi için hiç bir
faaliyet yok. Laf çok ama icraat yok.
- Doğal gaz gelmeden 2-3 yıl önce şehir içi şebekeleri
NEDEN DÖŞENMEDİ? Şimdiki hükümet de 14 ayını doldurdu. Neden millet
vekillerimiz 2004 yılının kışından önce Çorum'daki evlerin %30-40'na
doğal gaz bağlanmasını sağlamadı? İnsanlar her gün yavaş yavaş ölüyor.
Topluca ölümleri bekliyoruz. Bu vurdumduymazlık niye? Ne zaman islimin
arkadan değil de önden gitmesi lazım geldiğini öğreneceğiz acaba ?
- AĞIT YAKMADA ÜSTÜMÜZE YOK: Çorumluların sesi çıkmaz
vur başına ekmeğini elinden al. Yetkililer, yerel gazeteler kış geldi
ya güzel ağıt yakıyorlar maşallah. Kış boyu konu bu olur. Bahar gelir
her şey unutulur. Bize sorarsanız bir gün bile geçirmeden meskenlere
doğal gaz verilmesi için ihale hemen yapılmalı. İnanın becerikli
insanlarımız olsa, “ Çorum bir Kayseri, bir Gaziantep olsa” baharın
serin günlerinde ve bu soğuk kış günlerinde doğal gazla ısınırdık. Biz
ise bu işi gelecek kışa bile beceremeyiz. Uyuyun beyler iyi uyuyun!
Sonra ağıt yakarsınız ağıt!
- BU GÜN BİLE YABILABİLECEĞİNE İNANDIĞIM ŞEHİR PLANI
YAPILIRKEN
- (Bunu 1934-1941 yılları arasında) Belediye Başkanı Dr. Pertev
Kalelioğlu düşünmüş ve o tarihte bir Macar mühendise şehir planı
yaptırmış. Sonra bu planı 1942 de ikinci defa Belediye Reisliğine
gelen Baha Çorbacıoğlu iptal ettirmiş. Güzel işler yapmasına karşın bu
planı iptal ettirerek Çorum'a en büyük kötülüğü yapmıştır. Çünkü bu
yaptığıyla bu gün bile bizi bu eski şehirle uğraşma çıkmazına
sokmuştur. Tabii eskiye yamalarla bir yere varılmaz. Halbuki Pertev
Bey'in yaptırdığı planda bu gün müze olan binanın oradan kandılkayaya
doğru yeni bir Çorum kurulması öneriliyormuş. Bu hala yapılabilir ve
şarttır.
- Saat kulesinden 3-4 km' lik bir dairenin içine oturma, yeni
mesken ruhsatı ve ev yapımı yasaklanmalı. Bu dairenin içi işletme ve
alış veriş merkezi olmalı. Bu daire dışında kalan yeni yerleşim
yerinin caddeleri 40-50 metre, ara sokakları 25-30 metre olmalı ve
ayrıca yanında bisiklet yolları da olmalıdır. Bu alana bina, kat
yüksekliği en fazla 3-4 kat olan binalar yapılmalı. Böylece her türlü
temizliğe Çorum kavuşur. Bu Avrupa'da böyle yapılmış halada böyle
yapılmaktadır. Böyle yapıldığı zaman trafik, kirlilik, tarihi binalar
v.s sorunu da çözülmüş olur. Bunu yapabilecek YİĞİTİ ve onun MECLİSİNİ
ARIYORUZ!
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- NEDEN BÖYLE OLDU (DERT BİR
DEĞİL ELVAN,ELVAN)
- Hükümetler başa dert yanmak için, şikayet üretmek için
gelmezler. Dertlere çözüm getirmek için gelirler. Halka refah ve
mutluluk sağlamaktır vazifeleri. Bu hükümette bunları vaat ederek
geldi iktidara. Evet üçlü koalisyon ama;üçü de bu vaatleri seçim
meydanlarında verdiler. Şimdilik azıcık zora gelince; ”Bunları
kökü,10-15 sene öncesine dayanıyor” demeyi kurtuluş sanıyorlar.
- Öyle aldatmaca yok,bir kere bu hükümette bulunan bu
partilerin kuruluşları veya zihniyetini devir aldıkları insanlar 25-30
senelik. Çoğu da sorunların o başlangıç günlerinde de var olan
insanlar. Sonra sizler bu memleketin dertlerini biliyorsunuz. Çözüm
biziz diye iktidar olmadınız mı?
- Neden böyle oldu ,neden böyle oldu dersiniz?
Milletvekillerinin ekonomiyi bilmediğinden,30 yıldır “kit”leri oy
toplamak için arpalık olarak kullanmalarından ve bunu başarı
saymalarındandır. Kit”lerde bunun üçte birinden az insan
çalışırken,bu adamlar iş görüyor,yol yapıyor,su kanalları,barajlar
yapıyor,sondaj vuruyordu,hasılı;kuruluşları ile ilgili her türlü
hizmeti yapıyorlardı. Fakat politikacılar buralara
yandaşlarını,imtiyazlı insanları,iş bilmeyen,işe yaramayan insanları
doldura doldura oraları işe yaramaz hale getirdiler. Bugün buralarda
480 bin insan çalışıyor. (Bu sayıyı bile doğru bildirdiklerini
sanmıyorum) Ortalama burada çalışan bir kişinin eline geçen aylık şu
son toplu sözleşme hariç net bir milyar olacakmış (!) (Bir memur
maaşının 3-4 katı) bugün buralarda ekonomiye hemen hemen hiç katkı yok
gibi. Üretimin yerini,ayrıca israf,tüketim almış.
- Tasarruf edilecek diyoruz bu günlerde fakat halâ aynı
eski zihniyet var. (Her ne kadar önüne geçilmeye çalışılsa da.)
Geçenlerde gazetede okudum. Petrol Ofisindeki 7 tercümanın hiç birisi
yabancı dil bilmiyormuş. Genel Müdürün 70 danışmanı kuruma hiç
uğramıyormuş. Halâ da politikacılar adam alınsın diye baskı
yapıyorlarmış. (Politika ile ekonomiyi ayırmak şart. Bizde ki krizler
ekonomiden çok siyasi zaaftır !)
- Politikacılar buralara işçi soktukça bunu başarı
saydılar. Bu adama iş (!) Bulmanın ona verilen paranın büyük günah
olduğunu bile bilemediler. Halâ da bilmiyorlar. Halbuki bu insanlar
işe alınmasa,bu para ile gelir getiren yatırımlar yapılsa,bugünkü
istihdamın iki katı insan çalışarak,üreterek para alırlardı.
Emeklerinin karşılığını yerlerdi. Ama politikacılarımız başta olmak
üzere,çoğumuz Devleti yolunacak kaz sandık.
- Denizi tükettik beyler, denizi tükettik! Son 25-30
yıldır Devleti yemek beceri,her türlü ahlaksızlık ziynet sayıldı.
Üreticiler değil,faizciler desteklendi. Onlara vergi kolaylığı
sağlandı,üreten aptal yerine kondu, cezalandırıldı. İthalatta
kolaylık,ihracatta zorluklar getirildi. Tüketim teşvik edildi. Az
üretildi,çok gösterildi.Herkes ama herkes layık olduğundan daha lüks
yaşadı. İsraf moda oldu. Yabancı mal tüketimi sevdasına kapıldık. 150
m2 evlerde tek başına veya iki kişi yaşama lüksü icat edildi.
- Devletin yatırımları politik oldu. % 70' ini
tamamlayamadan yeni temeller atıldı. Unutmayalım ki israfın en büyüğü
bu idi. Unutmayalım ki bin tane tamamlanmamış yatırımdan bir tane
tamamlanmış yatırım daha iyidir. Hukukun işlemesi ve de eğitimde bugün
20-25 sene öncesinden çok daha kötüdür. Eğitimsiz hiçbir şey olmaz.
- Özelleştirmeyi hedef alıp köstekledi-ler. Halbuki
özelleştirmeden başka çare yoktur. Bu bütün dünyada böyle yapıldı.
Bizimkiler yalandan Vatan,Millet,işçi dediler. Asıl dertleri ise
sadece kahraman olmaktı. Eğer özelleştir-me hızla o günlerde
yapılsa,alınan bu parayla hakiki işveren desteklense,nükleer enerji
santralleri kurulsa,elektrik o günlerde ve bu günlerde yarı fiyatına
satılsa idi,sadece bu bile büyük yatırımlara sebep olur,ortaya hakiki
iş ve aş çıkar,işsizlerin toplamı bu günün yarısı olurdu. Türkiye'ye
bir sürü döviz geldi. Bu dövizler Türkiye'de çar çur edildi. Dünyanın
bir çok ülkesinde istihdam yaratanlara adam başı 15-20 DM teşvik
veriliyor,vergi kolaylığı sağlanıyor. Ya bizde ne oluyor ?
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SAYIN BAŞKAN İŞ EHLİNE VERİLMELİ
- Yaşanan bunca kötü olayların arkasındaki asıl sebep
görevin hakkı verilerek yapılmaması ve o işin ehil ellere
verilmemesidir. Vaktiyle o işe adam alırken taraf tutulması,
yandaşların kayrılmasıdır. Birde testiyi kıranla suyu getirenlerin
terazinin aynı kefesinde yer alması ve terfi sisteminin başarıdan
ziyade otomatiğe bağlanmasındandır. Ayrıca prensipsiz, emeksiz ve
plansız bir çalışma düzenimiz var. (Bu umumi bir açıklama)
- Şimdi bunlara örnekler verecek olursak:
- 1-) 10-15 gün kadar önce İnayetullah camine doğal gaz
alınmaya karar verildi. Bunun için kazı çalışmaları yapılırken su
borusu patladı. Patlayan su minarenin boyunca yükseldi. Hatta bir
arkadaş tazyikli suyun kendisine çarpmasından son anda kurtuldu ve
bayağı bir tehlike atlattı. Tabii, bu arada birkaç saatlik işte birkaç
gün sürdü. Kazılan yeri bir görseniz; neler vardı neler. Telefon
kabloları, elektrik kabloları, kanalizasyon boruları v.s…
- Halbuki bunlar vaktinde, bir plan dahilinde ve beton
bir tünel içinde yapılsa yaşanan bunca aksaklığın olmayacağı gibi
bunca masrafta olmazdı. İkide bir her önüne gelende sokakları
köstebek çukurlarına döndürmezdi.
- Bana göre yinede vakit daha da fazla geçirilmeden bu
işe yiğit ve becerikli yetkililer bir el atsalar da, zararın
neresinden dönülürse kardır hesabı bu keşmekeş bir düzelse.
- 2-) Yollarda Su Birikintileri: Azıcık bir yağmur
yağınca asfaltlardaki su birikintilerinden sürücülerde yayalarda çok
müşkül durumda kalıyorlar. Yayalar nerde ve nasıl yürüyeceğini
şaşırıyor, sürücülerde ne yapacağını bilemez duruma geliyorlar. Çünkü
su gölcükleri bir değil beş değil ki insanlar kendi kendilerine tedbir
alsınlar.
- Bu su birikintileri yüzünden trafik tıkanıyor.
Talebelerin, yayaların kısaca insanların üzerlerine kirli sular
sıçrıyor. Tabii bu durumda hem yayaları hem de sürücüleri çok zor
durumlara düşürüyor.
- Oysa o asfaltlar dökülürken öyle bir tantana yapılır
ki göreceksiniz. Asfalt döken işçiler, onun başında elinde telefonla
bir çavuş, onunda üstünde birisi veya birileri ellerinde telefonlarla…
bir tantana bir tantana.
- Ama neticede hiç kimse işin hakkını vererek, mesuliyet duygusunu
bilerek o işi yapmadığından hemen bir yıl sonra yeniden bozulan
yollar ve o bozulan yollarda oluşan su birikintileri. Vatandaşa
yapılan bunca eziyet, boşa giden ve boşa harcanan bunca paralarda
cabası.
- Belediyede bu bölüme bakan sayın müdürümüzü baharla
birlikte halk adına göreve davet ediyorum. Sayın Başkan ile Yardımcısı
Beyi de yağmurlu bir günde Albayrak sokaktan İmamhatip’e doğru
yürümeye davet ediyorum.
- 3-) Yunus Emre İş Merkezinin (Pazaristanın) yanındaki
paralı otoparka bir gidin de görün; çukurlardan neredeyse arabalar
çıkamayacak. Çamur çaylak, parayla rezil olma buna denir. Belediye mi
yapacak yoksa kiraya verdikleri kuruluş mu yapacak kim yapacaksa bir
an önce bu çamur deryasından, su göletlerinden vatandaşı kurtarsınlar
lütfen.
- 4-) Elektrik kesintileri: Asansörde kalan bir ihtiyar
kurtulunca can havliyle beni arıyor ve, “Ben kalp hastasıyım.
Neredeyse canım çıkacaktı, etme yaz!” Diyor. Yaz da, bu kaçıncı
yazma!? Aklına esen elektrik kesiyor. Sonra sorunca da bir sürü
safsata. Bir sürü mazeret…
- Vatandaşa hikaye anlatıncaya kadar artık laçka olmuş bu müessese
kendine bir çekin düzen verse! Bu müessese milletten aldığı parayı
helal ettirsin. Çoluk çocuğuna helal ekmek yedirsin.
- Helal haram bilen adam da kaldı da
sanki ! ONLAR ANTİKA OLDU ANTİKA!
- Hangisini saysam,hangisini söylesem? Neleri söylesem
neleri yazsam? Bunlara denizler mürekkep, ormanlar da kalem olsa yine
yetmez.
- Önce insan olursak ve hemen de eğitim dersek. HELALI
HARAMI BİLİRSEK bir yelere geliriz. “Vakit geç, köy ırak” der bir
dostum.
- İşimiz zor ama bir yerlerden başlamalıyız. Gelecek
kuşaklara daha rahat, daha müreffeh bir Türkiye bırakmalıyız.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- 6. BAHAR KONSERİ
- Yine bir Bahar Konser’ini daha geride bıraktık. TSO
TSM korosu Türk sanat müziğinin bir birinden güzel eserlerini
seslendirdi. Şahane sesler, şahane müzik, güzide insanlar ve şahane
bir Şef. Şef, Çorumun yetiştirdiği ender müzik adamlarından, büyük
sanatçı Enver Leblebicioğlu.
- 06.05.2006 gecesi konserde söylediğim bir sözü burada
tekrarlamak istiyorum, Şef Enver Leblebicioğlu bu müzik topluğunu
yönetmekle kalmıyor aynı zamanda müziğin şiirini yazıyor.
- Şehir dışında olmam ve İstanbul’dan Antalya’ya gidecek
olmama rağmen sırf bu konseri izlemek için özel olarak Çorum’a
geldim..
- TSO TSM topluğunun Cumartesi günkü konserini izleme olanağı
buldum. Ne iyi etmişimde gelmişim. Bu güzide topluluk bizlere şahane
bir müzik ziyafeti sundu. Şahane bir geceydi. İcra ettikleri müziğin
güzellikleriyle bizleri dertlerden, yorgunluklardan uzaklaştırdılar.
Bizlere enerji verdiler. Konseri izleyenleri o eşsiz nağmelerle kah
duygulandırdılar kah neşelendirdiler. Bizlere 8 aylık bir emeğin
mahsulünü sundular. Kusursuz denilebilecek bir konserdi, mükemmeldi
doğrusu. Kendilerine sonsuz teşekkürler.
- Davetiye verilenlere, eğer gelemeyeceklerse
bildirilmeleri rica edilmesine ve bunun için de ayrıca mailler
gönderilmiş olmasına rağmen gelmeyen, böylece de, davetiye bulamayıp
gelemeyenlerin hakkını yiyenlere söyleyecek söz bulamıyorum artık.
Bundan sonra böyle durumları önlemek için biletlerin makul bir ücret
karşılığı satılmasını öneriyorum.
- Bu yılki konserde dikkatimizi çeken bir konuda daha
önceki konserlerde görmeye alıştığımız ama bu konserde katılamayan,
kemanda Ali Çağlar ve söylediği gazellerle koroya renk katan İlyas
Karamanlı hafız idi. Bu güne kadarki katkılarından dolayı kendilerine
kalbi teşekkürlerimizi sunuyor sonraki konserlerde kendilerini tekrar
aramızda görmek istiyoruz.
- Koroda ki herkes şahaneydi. Darbukada 42 yılını
dolduran Bahri Tokyay kardeşimiz darbukanın döşüne hem vurup dövüyor
hem de işin tadını çıkartıyordu. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu.
- Sunucu Ruziye Hamında görevini güzel
ve eksiksiz yaptı. O ne güzel ses, o ne güzel sunuştu. Kendisine
buradan teşekkürler ediyoruz. Türkiye’de emsalinin çok az olduğuna
inandığım bu güzide koromuz bu güne kadar Çorum’a kazandırdıklarıyla
bir bakıma Çorum’un konservatuarı niteliğindedir. Bize göre bu koro
Çorum’un bir incisi, bir altını ise gereken değer verilmeli ve sahip
çıkılmalıdır. (Altının kıymetini sarraf bilir.) TSO TSM Korosu Çorum
TSO’nun dolayısıyla da Çorum’undur. Bu koro Çorum’un yüz akıdır.
Gerek TRT’de gerekse de diğer illerde Çorum’u en güzel şekilde
tanıtmakta ve en güzel şekilde reklamını yapmaktadır.
- Bu güzide topluluğa verdikleri bu güzel konserden
dolayı sonsuz teşekkürler ediyor daha nice konserlerde beraber olmak
dileğiyle saygı ve sevgilerimi sunuyorum efendim.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BAĞDA YAZ;
- 09.05.2005 tarihinde yazdığım bir yazımda İlkbaharda
Bağdaki güzelliklerden ve çiçek açmış ağaçlardan bahsetmiştim. Şimdi
de yaz mevsimi geldi. Bereketli meyveleriyle sıcaklardan kurtuluşa
sebep olan ve bundan 50 sene önceki tek piknik yapılan yerlerimiz
diyebileceğimiz Bağlarımızdan bahsedeceğim.
- Günümüzde artık ne yazık ki şehrin büyümesi Bağların
yarısından çoğunun kökünün kurumasına, kalan diğer yarısının da
alanlarının yarıya düşmesine sebep oldu. Birde Bağlara 1 dönüme kadar
bölünme kolaylığı getirilince Bağlar tamamıyla Bağlıktan çıktı ve
büyük bahçeli evler haline geldi. (Bize göre 1.5 veya 2 dönümden küçük
alanların Bağ yapılma imkanı olmamalı ki bu yerler iyi kötü Bağ
vasfını taşısın)
- Ben yaklaşık olarak 68 senedir Bağlarla ilgileniyorum.
Bundan 60 sene öncesini de gayet iyi hatırlıyorum. Taa o günlerden
beri benim Bağ tutkum vardır. Bu tutkum bu günde eksilmedi ve aynen
devam ediyor.
- 1950 seçimlerinden sonra devletin biriktirilmiş
paraları piyasaya birden sürülünce bir bolluk, bir şaşa oldu. Bu
rahatlığı en çokta insanlarımız Bağ, At arabası ve Fayton (Yaylı
araba) sefasıyla yaşamaya çalıştı. Rengarenk boyanmış arabalar, iyi
beslenmiş atlar ve üzerlerinde güzel at takımlarıyla, süslü boncuklar
ve ses çıkaran kozalaklar bu dönemin modası olmuştu.
- O zamanlar bu günkü gibi mangal yakılmaz bunun yerine
saç kapanır ve burada mayalı, yanıç ve katmerler yapılırdı. Bazen de
güveç pişirilirdi. Teneke semaverlerde bağ çubuklarıyla keklik kanı
çaylar demlenirdi. Bağa misafirler çağırılır, haremlik selamlık
şeklinde kadınlar ve erkekler ayrı olarak otururlardı.
- Çoğu Bağda su yoktu. Bağında suyu olmayanlar su
ihtiyaçlarını suyu olan Bağ komşularından veya yakınlarında ki
kuyulardan su taşıyarak karşılarlardı.
- Yağmur yağdığı zamanlarda bağların az bir kısmında
bulunan Bağ evlerine veya bunların biraz daha küçüğü olan ve Kelik
denilen küçük evlere konu komşu sığınılırdı.
- 60 senedir bilhassa da meyvelerde hiç bu kadar bolluk
görülmemişti sanırım. Baharda ağaçlarda açan çiçeklerin hepsi meyve
oldu. Dallar kırılıyor. Eski yıllarda da bolluk olurdu ama elma
olursa kaysı olmaz, kayısı olursa ceviz olmaz, ceviz olursa üzüm
olmazdı. Bu sene Maşallah; Allah’a şükürler olsun bütün meyve
ağaçlarının dalları kırılıyor. İnşallah her sene böyle olur. (Üzüm de
var ama artık pek Bağ kalmadığından o biraz az sayılır. )
- Bütün bu bolluğa rağmen şaşılacak şey yağmurlarda iyi
yağdığı halde arılarda bal yok. Rahmetlik Osman Bölükbaşı’nın o meşhur
lafı var ya; “Başak çok da dene yok” diye, aynen öyle. Rahmetlik
meydanlarda saatlerce çok güzel konuşur kendisine dinlemeye de çok
insan gelirdi ama yine de sandıktan az oy çıkardı. O da bunun üzerine
halka böyle sitem ederdi.
- Hani şairin dediği gibi, Alı al, moru mor/ Nefes
nefese bir yaz geçiyor.
- Nice bolluk ve bereketli yıllar dileğiyle.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
- NOT: Bendeniz arı sepetleri ve kovanlarıyla 55 yıldır
ilgilenir ve yine aşağı yukarı 55 yıldır da arı beslerim. Hikmeit’i
ilah’i eğer sene çift rakamlı ise bal bol olur, yok eğer tek rakamlı
ise az olur. Allah hayırlı ömür verirse gelecek sene ne olacak hep
beraber göreceğiz inşallah
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM’DA BAĞCILIK
- Aşık Veysel’in bir şiiri var ya
“ağaçlar çiçek açar, Veysel dert açar” diye. Biz bağcılarda da bahar
gelip çiçekler açmaya başlayınca durum aynen öyle, “çiçekler erken
açtı, don oldu, kırağı vurdu, vurmadı” diye, bizde de çiçeklerle
birlikte dert açıyor.
- Geçen yıl 24.04.2006 tarihinde
sıcaklık -7 olmuş ve bütün meyveleri soğuk vurmuştu.
- Bu yüzden de hiçbir meyve olmamıştı.
Bu yılda 23-24 ve 25 Nisanda geçen yılki kadar olmasa da bayağı bir
soğuk oldu. Kırağıda vardı. Hani bir deyim vardır ya, yarısı dolu bir
bardağa, iyimserler, dolu, kötümserler de, boş olarak bakarlar” diye.
Bizim bağcı arkadaşlarda o hesap kimisi bağlarda bir şey kalmadı,
kimisi de alt dalları vurdu ama üst dallarda bir şey yok, bir kısmı
da, hiçbir şey olmadı, çiçekler sağlam diyorlar. Benim görüşüm alt
dallarda biraz hasar var üstler iyi gibi. Rabbim bizlere yiyecek kadar
ihsanda bulundu galiba. Bundan sonra hayırlısıyla Mayıs yedisi’ni de
atlatırsak bağlarımız meyve verecek demektir.
- Bu soğuk vurma ve don olayında
Meteoroloji Müdürlüğünün internet sayfası bayağı faydalı oldu. Ama
Tarım İl Müdürlüklerinde ses seda yok. Masa başından işleri takip
ediyorlar. Ne toprak tahlili, ne başka yardımları nede bağcılarla
temasları var.
- Halk kendi aklınca ve kulaktan dolma
bilgilerle bir şeyler yapmaya çalışıyor.
- Gelelim bu yıl bizim, meyveleri
soğuktan korumak için neler yaptığımıza. (Bunların ne zaman yapılacağı
bile halka duyurulmuyor) Mart ayı sonunda Göztaşı yaptık. Soğuk, don
olacak günleri Meteoroloji Müdürlüğünün internet sayfasından takip
edip büyük bidonlarda saman balyalarını bir miktar yanık yağ
tutuşturarak yaktık. (Pürmüz olursa iş biraz daha kolay oluyor.) Yağlı
karışım alev alınca bir müddet yanıyor. Sonra ağzı kapanıyor ve ateşin
hafif sönmesi bekleniyor, sönünce bidonların üzerindeki kapak yarı
açılıyor veya tam olarak alınıyor. Tabiki bidonlardaki dumanı devam
ediyor. Zaten işi de bu duman görüyor. Gece saat 24:00 ten sonra sabah
06:00 -07:00 ye kadar duman devam ettiriliyor. Tabii bu işi yapmak
için gece bağda kalmak icap ediyor. Zor iş. Ama heves mi tutku mu
bizim bağda ve Ecz. Enver Leblebicioğlu’nun bağında biz bu ateşleri
yaktık. Enver Bey’de bizzat kalarak, bizim bağın bakımını yapan Mehmet
Ağa ile birlikte bu yakım işine nezaret etti. . Ben Mehmet Ağ ile
sabah evden telefonlaşıp gece ne yaptıklarını soruyor ve bilgileri
alıyorum. Telefon açtığımda, Mehmet Ağ büyük bir sevinçle, “kurtardık
İsmet Bey kurtardık” diyor. Aynı sevinç bende ve Enver beyde de var
tabiki. Muvaffakiyet, başarı, emeğin karşılığında üretmek ne güzel.
Ağaçlar, sizin yavrularınız meyvelerinizin her biri bir altın parçası.
Hatta daha da üstün. Altın yenmiyor ama sizin meyveleriniz yeniyor.
Ağaçta süs, vücutta güç oluyor.
- Ben, bu olayda babalarımız, Tarım İl Müdürlükleri ve Belediyeler
sorumlu diye düşünüyorum. Bende bu düşüncenin oluşma sebebini kısaca
anlatayım; önceki yazılarımda da sık sık bahsettiğim gibi 1950 yılında
Demokrat Parti iktidara tek başına ve büyük çoğunlukla gelince
Devlette, Belediyelerde ve halkta anormal harcamalar başladı. Mutlaka
iyi şeylerde yapıldı ama yanlışlar da yapıldı.
- Mesela bağcılıkla ilgili yapılan
yanlışlarda Tarım İl Müdürlükleri halkı uyarmadı. (Toprakla ilgili bir
birim masa başından idare edilirse böyle olur) Belediyeler imar
planlarını yaparken bağları göz ardı ettiler ve buralara çok katlı
apartmanlar yapılmasına göz yumdular. Hatta teşvik ettiler. İki dönüm
bağlara bile bir dönümlük bahçeli evler yapıldı. Bu çılgın harcamayla
birlikte halk başka eğlencesi ve mesire yerleri olmadığından bağcılığa
sarıldı ve kendince, kendi kafasına göre bir şeyler yapmaya çalıştı.
- Yabancı ülkeler, Avrupa ve Amerika
sevdası bu işte de moda oldu. Bağ depmesi zor diye çapa makineleri
devreye girdi. Bağ karıkları düzlendi. Çorum’da yetişen, Ahmet Bey
Üzümü yerine Amerikan üzümü ve bir çok cins üzüm fidesi dikildi.
Hâlbuki dedelerimiz Çorumda Ahmet Bey Üzümü’nden başka üzüm olmadığını
deneme yanılma yöntemiyle bulmuşlardı.
- Çorum’da hava sıcaklığı üzümü zor
pişirdiğinden ve zor olgunlaştırdığından karıkların bozulması
üzümlerin olgunlaşmasını engelledi. Karıkların çukurunda sıcaklık
fazla olduğundan üzümler bu sıcaklıkta pişiyor ve olgunlaşıyordu.
Ayrıca Karık sisteminde sulama kolaydı. Karık çukurunda kalan üzüm
Yalangı’ dan da (ters rüzgar) korunuyordu. Karıklar kuzeyden güneye
doğru yapılıyor böylece daha uzun süre sıcaklık alınması temin
ediliyordu. İhtiyarlamış Devekler Golüme usulüyle gençleştiriliyordu.
- Ben bir Devekten 8-10 kg üzüm
kestiğimizi biliyorum. Tabii üzüm çok oluyor ve aylarca pekmez
kaynatılıyordu.
- Meyve ağaçlarında da aynı yöntem
izlenildi ve o güzelim meyve ağaçlarına yabancı cins meyveler
aşılanarak hatta ağaçlar bile sökülerek, Çorum’un havasına, toprağına
uymayan meyve fidanları dikildi. Bizim 80-10 yıl yaşayan yerli kayısı
ağaçlarımız yok oldu. Onların yerine tadı ve gösterişi daha başka olan
güzel kaysı ağaçları dikildi. Güzelde yapıldı ama eski tür kayısı
ağaçları da yok edilmemeliydi. Çünkü o eski kayısıların kurusundan
yapılan hoşaflar daha bir başka oluyordu.
- Amesgene eriği, Sobe sarı ve Topak
sarıyı şimdi ara da bul. Kiraz, Sarı kiraz yok oldu. Çiğit Armudu,
Kızılca Bey Armudu nerede? Bizim elmalarımız, Müsket, Ürgüm, Sinop
ekşi papaz elması bulunmaz oldu. Halbuki bu türler çiçeğini daha geç
açıyor bu yüzden kırağı ve don daha az zarar veriyordu. Diz boyu
karlar yağıyor, aylarca duruyor, bahar geç geliyordu. (Şimdi Şubatta
kayısılar, erikler, çiçek açıyor sonrada yok olup gidiyorlar.)
- Bu işe meraklı ve iyi bağcılar artık
eskiye dönüyor. İyisinden aşılar aranıyor. Ama şimdi karığa dönmek
zor. Artık bağ depecek, ot yolacak adam bulunamıyor. Üzümleri tele
asıp makine ile çapalıyorlar.
- Çiçekçiden çiçek alırken, şöyle
bakılır, şöyle sulanır, diyorlar. Tarım İl Müdürlükleri halkı ne üzüm
ne de meyve konusunda aydınlatıyor mu? Onlara çok iş düşüyor ve bize
göre büyük vebal altındalar. Bu konuda mahalli gazetelerimizde yazıp
bizi aydınlatmalılar ve ellerine makası alıp budama yapmayı halka
öğretmeliler diye düşünüyorum. Sürçü lisan etti isek af ola.
- (Tabi bütün bu olumsuzlukların
oluşmasında Tarım ilaçlarının payı da azımsanamayacak kadar büyüktür.
Zaten dünyanın doğal dengesine en büyük zararı zirai ilaçlar veriyor.
Son günlerde meydana gelen Arı’ların yok olmasında da bu zirai
ilaçların büyük etkisi olduğu kanaatindeyim. Bilim adamları arıların
yok olmasına bağlı olarak yakın bir gelecekte bir sürü meyve ve sebze
çeşidinin yok olacağını belirtiyor.)
- “Çorum’da Bağcılık” isimli yazımızı
kıymetli ağabeyim, üstadımız Abdullah Ercan’ın,
- “Çorum Bağları İçin Maniler” isimli çalışmasıyla bitirmek
istiyorum. Artık bu bağların bir çoğu kayboldu, sadece isimleri kaldı
bize yadigar.
-
- ÇORUM BAĞLARI İÇİN MANİLER
- AHÇILAR BAĞI yakın
- Nazar değmesin sakın
- Muska diye beni o
- Yarın boynuna takın
-
- Bol üzümlü AYARIK
- Olukları dayarık
- Koynundan bir elma ver
- Zekatına sayarık
-
- ÇOMAR yolu Sarıbayır
- Tanrım bizi sen kayır
- Ne o güzeli benden
- Ne beni ondan ayır
-
- ÇORAKLIK’tan nar gelir
- KÖSEDAĞ’dan kar gelir
- Kız senin aşıkların
- Eve barka zor gelir
-
- ÇUKURAVLAĞI bükte
- İki güzel bir yükte
- Küçüğü elin olsun
- Benim gözüm büyükte
-
- ELEMIN bağı verep
- Derdinle oldum harap
- Adam sarhoş olur mu
- İçtiğin bir tas şarap
-
- ESKİEKİN bağları
- Mor sümbüllü dağları
- Yel gibi geldi geçti
- O muhabbet çağları
-
- FITNE BAĞI düzdedir
- Püskürme ben yüzdedir
- Şu derdimin çaresi
- O Kaşta o gözdedir
-
- GÜVEYÖNÜ buradır
- Gelin saçı turadır
- Alla girip salla çıkmak
- Bu ellerde töredir
-
- Yol üstünde HACIKERIM
- Dertten kurtulmaz serim
- Yazı bile geçirdik
- Kışaysa Allah kerim
-
- MÜRSELİN üstü HOY HOY
- Kadehlere bade koy
- Meze diye sevdiğim
- Koynundaki narı koy
-
- İBRAHİM ÇAYIRINA
- Gün vurmuş bayırına
- Eğil bir yol öpeyim
- Babanın hayırına
-
- Cevizliktir İÇERİDERE
- Kız saçını kim öre
- Bırak bu garip örsün
- Ay karanlık kim göre
-
- İğde kokar ILICA
- Suyu akar ılıca
- Çakır gözlü o kızı
- Sevmişik pek delice
-
- KAPAKLI dan çay geçer
- Kara günler say geçer
- Seni görenler sanır
- On dördünde ay geçer
-
- KAZAN BAĞI uzaktır
- Sevda yaman tuzaktır
- Kara deme bana ak kız
- Biber kara tuz aktır
-
- KÖPEKLIK in çağlası
- Ak gerdan bal tası
- Kolum kanadım kırdı
- Şu feleğin baltası
-
- MURSAL ın suyu serin
- Ok vurdu kirpiklerin
- Tabip çare bulamaz
- Yaralarım çok derin
-
- SÜLÜKLÜ nün suyu az
- Kız etme bu kadar naz
- Ahirinden ölüm var
- İkimizi de komaz
-
- Deli akar ZIMBALI
- Yarın boyu gül dalı
- Kokusu lale sümbül
- Tadıysa oğul balı
-
- Abdullah ERCANın Şiirler adlı şiir kitabından.
- Saygı ve sevgilerimle.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ANAMIZIN YEMEKLERİ;
- Geçen gün bolu dağındaki lokantalardan birinde bir
aile dostumuzla birlikte yemek yiyoruz. Lokantada ki yoğurt şahane,
köfte ve balda öyle. Ya balın yanındaki yağa ne demeli. Lokantadaki
yiyeceklerin lezzetini görünce şöyle bir düşünüp gerilere, bundan
40-50 yıl öncesine gidiyorum.
- O zamanlar Çorumda ki yiyeceklerde böyle tatlı,
katkısız ve de kazıksız idi. Ya şimdi? Ekmekte bile 40 çeşit katkı
var. Hayvanların yeminde kemik unu, balık unu, hormon ve binbir çeşit
ilaçlar var. Sebzelerde de yine öyle ölçüsüz suni gübreler. Gıda
maddelerine ağza hoş gelsin diye katılan katkı ve boya maddeleri de
işin cabası.
- Lokantanın sahibine, yiyeceklerin böyle leziz
oluşlarının sebebini soruyoruz, o da, “ Bunlar yayla malı. Suni katkı
maddesi yok. Yem bile yemez bizim kestiğimiz hayvanlar. Yayla da
çayırda ne bulurlarsa onu yerler. Suda klor, havada mazot yok. Ot
gübre yüzü görmez. Gökten ne yağarsa onu alır, onu kabullenir. İşin,
sözün özü bu” diyerek, durumu özetliyor.
- Bu gün tüm orta yaşlı erkekler, ”anamın yemekleri”
derde başka bir şey demezler. Rahmetlik anam bir patlıcan oturtma
yapardı parmaklarını yerdin. Birde bağdan Ahmet Bey üzümü gelmişse
değmeyin gitsin. Şöyle pilav sade yağda pişip, üzerine de yine az
yanmış sade yağ dökülmüşse ister karıştır ye, ister karıştırmadan ye.
Mis gibi kokusunu koklaya koklaya, ye babam ye!
- Tabi yiyeceklerin böyle güzel ve lezzetli olmasında o
zamanlar her şeyin katkısız saf ve temiz oluşunun da büyük etkisi
vardı. Başka sebeplerin yanında bir başka en önemli sebepte “ana
yemeği” oluşuydu.
- Ana yemeği başkadır. Ana yüreği gibi.
O yemeklere anamız emeğini, ana yüreğini, ana sevgisini de katardı. O
cennet kapısını açasıca elleriyle yoğurduğu hamuru, açtığı yufkaları,
yaptığı böreklerin yerini tutar mı şimdi katkı maddeleriyle çarşıda
yapılanlar. Odun ateşinde aheste pişen yemekle, harlı alevde, tüplü
ocakta pişen yemek bir olur mu? Olmaz! Tandır da pişen keşkeği şimdi
arada bul. O yarma nerdedir ki? Kaldı mı ki bu günde?
- Tabiki eşlerimizde çok güzel yemekler yapıyorlar ama
biz, o yemekleri, anamızın yemeğini yediğimiz ağzı kaybettik. Dil
paslandı, damak yaşlandı. İnci diş gitti yerine takma diş girdi.
- Nasıl ki kulak duymadığı, göz görmediği için onun
yerine koyduğun takma kulaklıkla ne kadar işitiyorsan, takma gözlükle
ne kadar görebiliyorsan tat alma duygunda öyle yarım oldu. Bir
şeylerin bir yerlerden fire verdi.
- Yukarda o ağızdan, o ağızda kaybedilenlerden
bahsettikte, evliyanın birisi dergahında müritlerine yemekler
verirmiş. Yemek olmadığı zamanlarda da dua eder, yüce Allah’ta bu
kulunun duasına karşılık güzel yemekler ihsan edermiş. Müritler de bu
yemeklerle karınlarını bir güzel doyurur, ibadetleriyle de şükürler
ederlermiş. Şeyhlerinin olmadığı bir gün yemek vakti gelince
müritlerden birisi, “nasıl olsa duasını biliyoruz, bu günde biz dua
edelimde yemekler gelsin” demiş. Bunun üzerine başlamışlar duaya ama
ne gelen var ne giden. O sırada yanlarına gelen yaşlı bir dervişe
olayı anlatırlar. Dervişte, “oğul oğul! Dua aynı duada, ağız aynı ağız
değil!” der.
- O hesap, bizim ağızda aynı ağız ama anamızın yaptığı
yemeği yiyen ağız değil. Dil paslanmış, damak yaşlanmış. İnci gibi diş
gitmiş yerine takma diş gelmiş. Yama gibi.
- İYİ TAKMA DİŞLER!
- Sıhhat, afiyet, huzur dolu İkinci
Baharlar dilerim efendim.
- Sevgi ve saygılarımla
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SU VE SUSUZLUK TEDBİRİ;
- Şu anda gündemin en önemli konusu su sıkıntısı ve su
israfı. Bu gün nasıl su sıkıntısı varsa, 40-50 yıl öncede bu
sıkıntılar varmış. Ve bu gün çok duyarlı insanlar olduğu gibi o
günlerde de bu konulara duyarlı insanlar varmış.
- Bu önemli gündem konusuyla ilgili
olarak Enver Leblebicioğlu ile eczanesinde konuşurken halasının beyi
olan rahmetlik Noter İhsan (Sabuncu) amcadan bahsetti. Rahmetlik Noter
İhsan amca merdivenleri kovayla suyu dökerek yıkatmaz, bezle
sildirtmekte ısrar edermiş ve sürekli böyle yaptırırmış. Rahmetlik,
“Bu suyu torunlarımız içmeye zor bulacak ama biz israf ediyoruz” diye
de, ikaz edermiş. Ve yine rahmetlik olan kıymetli hocam, Enver Bey’in
babası Sadi Leblebicioğlu ve İhsan amca 40 sene önce Çomar Barajının
yapımında öncül olmuşlar.
- Çomar Barajı o günlerde tarımsal
sulama amacıyla yapılmış ama Çorum susuz kalınca senelerce Çorum’un
içme suyu ihtiyacını karşılamıştır.
- Bu gün itibariyle Çorum’da susuzluk
yoktur ama Türkiye’de susuzluğa namzet illerden en önde gelen
şehirlerden biri yine Çorum’dur. Hemen bu günden bu konuda neler
yapıldığı ve ne hızla yapıldığı belediyenin en yetkili ağızlarınca
izah edilmelidirler. 2-3 gün önce yerel gazetelerimizde bu konuyla
alakalı olarak yapılan açıklamalar yeterli değildir.
- Çorum’daki su temin şekli sağlam ve
güven verici değildir. Çorum suyunun yarısını kuyulardan temin ediyor.
Bu hem çok pahalı bir yöntem hemde ilerde elektrik kesintileri
başlayınca ve yer altı suları her gün metrelerce daha aşağı çekildikçe
daha da artan maliyetler karşısında ne olacağı şimdiden düşünülmeli ve
ona göre gereken tedbirler alınmalıdır. (Geçmiş yıllarda da
kuraklıklar olur ve yağmur dualarına çıkılırdı. Ama bu son
kuraklıklarda dikkat çeken konu son 2-3 yılda yer altı sularının 40-50
metre daha aşağılara çekilmesi ve yağan yağmurlarında bu yüzden içme
sularına daha az etki etmesidir.)
- Mesela Ankara’nın bu gün susuz
kalışının sebebi vaktinde gereken tedbirlerin alınmamasındandır.
Türkiye’nin, dünyanın susuz kalacağı sadece bu günün konusu değildir.
Bu yüzden Kızılırmak’tan Ankara’ya su alınması fikri neden en az bir
yıl önceden hayata geçirilmedi?
- Biz Çorum için Çorum’un suyu için 20
senedir yazarız. Karınca kararınca faydalı da olmuşuzdur. ŞİMDİ YİNE
UYARIYORUM Çorum susuzluğa namzettir! Bu sorun 1 yıla kalmadan sayın
milletvekillerimiz ve belediyemizce çözülmelidir. Yoksa Ankara gibi su
bittikten sonra paçaların sıvanması durumunda kalırız.
- TÜRKİYE’DE VE ÇORUM’DA NELER YAPILMALI?
- 1-) Öncelikle eğitim diyoruz. Her
şeyde olduğu gibi önce eğitim. Çocuklarımıza ilkokulda çok iyi eğitim
vermeliyiz. Çünkü artık okula gitmeyen çocuk yok. Ama yüksek tahsil
yapamayanlar pek çok. Ne yapıp yapıp İlkokullar tek tedrisatlı hale
getirilmeli. Böyle konular ilkokullarda çocukların beynine kazınmalı.
- 2-) Barajların ve göletlerin kendi kaçakları
önlenmeli.
- 3-) Yer altı tesisatlarında harcanan suyun % 25’i
kadar kaçaklar olduğu söyleniyor. Bu önlenmeli. (Bu genelleme Türkiye
içindir.)
- 4-) Atık sular arıtılmalı ve yine hiç olmazsa sulama
alanında kullanılmalıdır.
- 5-) Halk televizyonlarda ciddi olarak ve en duyarsız
insanlara dahi tesir edecek şekilde uyarılmalı ve bu yönde programlar
yapılmalıdır.
- 6-) Su kesintileri çare değil. Sadece cezalarla ve
kaçakların tamirleriyle suyun az harcanması temin edilmelidir.
- Tabii su kesintisi demek bakteri ve mikrop demek olup,
hastalıkların da ana kaynağıdır. Bizim hastalıklara değil, suya ana
kaynaklar bulup onları kullanılır hale getirmemiz gerekiyor.
Yetkililerin yapacağı ana iş budur ve ben onların bunu yaptıklarına
inanıyorum. YALNIZ BİZ TÜRKLER işleri topal karınca hızıyla yapmaya
alışığız. Bu iş ihmale gelmez. BİLİNÇLİ VE HIZLI OLARAK yapılmalıdır.
SU NİMETTİR, BEREKETTİR, BOLLUKTUR, DAMLASI DAHİ İSRAF EDİLMEMELİDİR!.
İsraf edenler Rabbimin cezasına istese de istemese de razı
olacaklardır ve kurunun yanında yaşta yanacaktır.
- NOT: Sayın Emniyet Müdürümüz, sıcaklar
dolayısıyla halk bağ, bahçe, park ve balkon gibi yerlere geceleri
çıkıp buralarda nefes almaya çalışmaktadır. Eskiden düğünlerde
tabancalar atılmaktaydı. Şimdinin modası ise havai fişeklerdir. Ama bu
havai fişekler öyle şiddetli gürültü çıkarıyor ve öyle çok atılıyor ki
bu yüzden, insanlar bilhassa da kadın ve çocuklar bu sıcaklarda
evlerinde hapsolmak durumunda kalıyorlar. Bilgilerinize sunar
gereğinin yapılmasını saygıyla istirham ederiz.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ALLAH DOSTLARI
- Bunlar Allah'ın sevdiği kullarıdır. Allah sevgisi o
kadar büyüktür ki onların kalplerine başka sevgi girmez. Çünkü
kalplerinde Allah sevgisinden başka boş yer kalmamıştır ki girsin.
- Bunlar işlerinin başında,ölçüde ve tartıdadırlar. Ama
kalpleri Allah diye çarpar. Dilleri Allah'ı zikreder. Seninle
konuşurlar ama onların sadece dili konuşur seninle. Ya kalpleri,yada
beyinleri hep sevdiğiyle yani Rabb'i iledir.
- O sevgi hiçbir sevgiye benzemez. Ondan alınan lezzet
dünya nimetlerinin hiç birinde yoktur. Onlar her an namaz gibi
yaşarlar. Çünkü kulun Allah'a en yakın olduğu an namaz ve secde
anındır. Böyleleri gece uzun uzadıya uyumazlar. Gecenin ortasında
kalkar,sevdiğiyle yani Yaratanı ile beraber olur. Namaza durduklarında
hiçbir şey düşünmezler. Kendilerinden geçer, helle hamur olurlar.
Onların en sevdiği şey Ezan sesidir. Çünkü Ezanla namaz vakti
bildirilir. Camiye davet edilir. Namazda ise Farz vardır,secde vardır.
Olabilenler için Allah'la bir olma anı vardır.
- O Namaz ki;dinin direği,insanlığın kurtuluşu,kulun
Rabb'i ile bir oluşudur. O kullar ki;zaten hep Namazda gibi yaşarlar.
Ne yaparlarsa Allah için yaparlar. Allah'ın rızasını almak için
uğraşırlar. Onlar “Gösteriş ve desinler”için yapmazlar. Çünkü onlar
nefislerini öldürüp toprağa gömdüklerinden, hep Allah'la bir oldukları
için Rab'leriyle dost olmuşlardır. Onlar her şeyi bütün mahlukatı
severler. Herkese,her şeye iyilik yapar,iyi davranırlar. Onlarda
kibir,gurur,büyüklenme yoktur. Bilirler ki,bir tane büyük yaratıcı
vardır. O da Allah'tır.
- Kainatın yaratıcısı O' dur. O alemlerin Rabb'idir.
Kainatta ne varsa onundur. Kainat denilen o koca alem,alemlerin Rabb'i
Allah'ındır. Dünya,o koca dünya kainatta denizdeki damla gibidir.
- Bu insanlar ki dünyayı da ihmal etmezler. Dünyası da
mamurdur onların.
- İnsanlara hizmet etmek,çalışmak, çabalamak,rızkı veren Allah'ın
kullarına iş ve aş vermektir arzuları. Allah'a ait olan mallarını
Allah yolunda harcamaktır en büyük sevdaları.
- Bunca güzel yaşamalarına,Allah'ı sonsuz
sevmelerine,onsuz yaşamamalarına rağmen Allah'tan en çok korkan
onlardır. Ahret için de endişelidirler. “Hep Allah'la bir olan
kalbim,Allah korusun ya son nefeste Şeytanı Lâine fırsat
vermesin,Şeytan imanımı zedelerse” diye düşünürler. (Onlara kolay
kolay şeytan da pek yaklaşamaz) Allah'a “Son nefeste iman ve Kur'an
ile emanetini al Rabb' im” diye dua ederler. Bizde aynı duayı
ediyoruz. Rabb'im kabrimizi geniş eyle. Bizi de defetrini sağ yanından
verilen kullarından eyle.
- Allah dostları dünya yüzünde her zaman,her devirde
mevcuttur. Onları kendileri ni belli etmezler. Bir sır gibi
saklanırlar. Yine de onları tanıyanlar tanır. O başka bir alemdir.
Tanıyanların onlar için tabiri “kalp gözü açık” sözüdür. Onlar hiç
övünmeyi bilmezler. Yine de onları belli eden emareler (işaretler)
vardır. Onların yanında olmaktan büyük haz alınır. Onların yüzüne
baktıkça rahatlarsınız, içiniz ferahlar. Onun mutluluğu ,onun Allah
sevgisi size de yansır. Böylece kullarınla bizleri de
tanışmayı,beraber olmayı nasip et Ya Rabb'i !
- Onlar için bir tane büyük vardır. O da Allah'tır.
Onlar için en yüce sevgili Allah ve onun Resulü Allah'ın en çok
sevdiği kulu Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa S.A.V. dir.
Rabb'imiz,biz aciz kullarına “kulum” demeyi,Peygamber Efendimizin de
“ümmetimdir” demesini nasip eder İnşallah.
- Verdiği emanetini havanın hoşluğunda,günün
kuşluğunda,üç gün yatırıp,dördüncü gün iman ve Kur'an la alınan
kullarından eyler İnşallah.Bizlere, hepimize hayırlı ve bereketli bir
ömür. Allah ve Resulü-nün sevgisiyle dolu bir kalp vermesini ve bu
dualarımızın kabulü için dua edip yalvarıyorum.
- Sevgi ve saygılarımı sunuyor,nice yeni yıllara ağız
tadıyla,sıhhat ve afiyetle erişmenizi diliyorum.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- RAMAZAN VE AÇLIK
- Bizler;bir grup arkadaş bir araya gelerek
Ramazan Ayı boyunca 6 senedir 400 kişiye Osmancık Caddesi
civarındaki Hacı Galip Kuşçu Vakfında iftar ve sahur yemeği
veriyoruz. Tabii ki halkımızın yardımlarıyla bu işleri
yapıyoruz. Sizlerin de bu yardıma davet ediyoruz. Bu yıl üst
üste gelen krizler,kuraklık ve işsizlik dolayısıyla bütün yurtta
olduğu gibi Çorum'da da fakir çoğaldı. Buna karşılık yukarıda
bahsettiğim olaylardan dolayı zenginlerimizde azalma gözlendi.
- Milletimizin zengin,fakir,fukaraya bakma
alışkanlığı da azaldı herhalde. Eskiden zenginlerin sofrasında
hizmet edenleri ve fakir fukara yemek yerdi. Ustalar kalfalarını
hemen hemen her akşam iftara davet ederdi. Temcitlerde
minarelerden temcit verilir, yani; selatu selam
getirilir,ilahiler edilirdi. Millet birbirine iftarlık
alır,komşular birbirlerine yemek gönderir,birbirlerini davet
ederlerdi. Tabii ki hısım ve akraba arasında daha sık olurdu.
Bazı evlerde erkekler de,kadınlar da cemaatle teravih
kılarlardı. Tatlı sohbetlerle insanlar arasında muhabbetler
artardı. Kışta ise teltel çekilirdi. Velhasıl Ramazan Ayının bir
ağırlığı vardı.
- İnsanlar,birbirine bir iyilik yapınca veya
isteyip de yapamayınca hocalarımız vaazlarında “Yetimi doyurup
giydirdin ? Yolda kalana yardım ettin ? Yol üstündeki taşı
kaldırıp birine zarar vermesini önledin ? Aç mı doyurdun
?”derler ya...
- Bence bu günlerde çok ihtiyaç sahibi var. Bunu
sizlerde biliyorsunuz. Bunları gözetelim,yardım elimizi uzatalım
diyorum. İlle de zengin olmak şart değil. Az olan az,çok olan
çok yardım yapmalı ki insanlar arasında sevgi ve dostluk
pekişmeli diye düşünüyorum.
- Şimdi size iki tane manevi olay anlatacağım.
Yapılan yardımlar bilhassa yerini bulursa boşa gitmez ve bu
dünyada bile insanlara kendini hissettirir.
- Binici olay:
- Bir adam ikinci defa Hacca gitmeye niyet eder. O
memleketten birkaç kişide onunla hacca gitmeye hazırlanırlar. O
zamanlar hacca gitmek zor,bu günkü imkanlar yok. Hacca
hazırlananlardan birisinin tavuğu ölür, çöpe atar. Adam sabah
camiye giderken bir kadının çöpünden bir şey aldığını görür.
Merak ederek,hayır mı şer mi? diye düşünür. Kadına yetişerek
“Kızım o döşemenin (uzun baş örtüsü) altında ki ne ? Göster
bakıyım “ Der. Kadın göstermek istemez. Adam ısrar eder. Sonunda
kadın dayanamaz çöpten aldığı tavuğu adama gösterir. Adam “onu
ne yapacaksın ? Bu mundar,kokmak üzere olan tavuktan ne
yapacaksın ?” Dediğinde. Kadıncağız ağlayarak “Benim yetimlerim
var. İki gündür açız. Ben kimseden bir şey isteyemedim. Çöplerin
içinde bir şey bulursam diye dolaşırken bu tavuk ölüsünü buldum.
Kimse görmeden götürüyüm,çocuklarıma hissettirmeden pişirip
yiyelim diye düşünürken beni siz gördünüz. Ne olur kimseye
söylemeyin,beni komşularıma ayıplatma amca “ Diyen kadın
yalvarmaya başladı. Adam hemen cevap verdi. “Kızım bak o leşi şu
çöp kutusuna at. Bana evinin adresini ver. Camiden çıkına kadar
ancak dükkanlar açılır. Ben size bir şeyler alır getirir” Der.
- Kadıncağızdan evin adresini
alır. Namazı kılınca bir şeyler satın alarak tarif edilen eve
gelir. Evin perişan halini,yiyecekleri gören çocukların
sevincini görünce üzülür. Doğru dükkanına giderek hac için
ayırdığı paranın tamamını alarak götürüp kadıncağıza verir ve
tembih eder. “Kızım bunu kimse bilmesin. Benim dükkanım şurada.
Bu para bitince utanma doğru bana gel. Eksiklerini ben temin
ederim” Diyerek kadıncağızı tembih eder.
- Hac zamanı geldiğinde beraber hacca gidecekleri
arkadaşlarına ve hanımına kendisini iyi hissetmediğini sene hece
gidemeyeceğini bildirir. Hakikaten de hacca gitmez,işine gücüne
devam eder. Hacda arkadaşlarından birisi onu tavaf ederken
görür. Omu diye iyice bakar odur. Yetişip konuşmak isterse de
yetişemez. Birkaç gün sonra Arafat'a çıkılır. Başka bir arkadaşı
onu Arafat'ta görür. Kendi kendisine bizimle gelmedi diyerek
gönül koyar. Hac dönüşü adamcağızın dükkanına gelen arkadaşları
sitem ederler. “Neden bizimle gelmedin ? Tek başına Hacca
gittin” Derler. Adam:”Ben hacca gitmedim” dese de inanmazlar.
Etraftan soruştururlar, adamın oradan hiç ayrılmadığını,her gün
dükkanını açtığını öğrenirler. Sonra adamı sıkıştırınca adam:”
Aramızda kalsın. Ben ha için biriktirdiğim parayı böyle böyle
yaptım” Der. Durumu arkadaşlarına anlatır. Arkadaşları ne iyi
etmişsin,ne mutlu sana derler.
- İkinci anlatacağım ibret almamız gereken olayı
bir hafta önce bir arkadaşım anlattı:
- Aynı arastada iki mobilyacı varmış. Bunlardan
birisi Müslüman,diğeri ise Yahudi imiş. Bir gün Müslüman
mobilyacıya bir dul kadın gelmiş. “Çocuklarım aç, biz çok müşkül
durumdayız, bize yardım et hacı amca “ Demiş. Hacı “Olmaz !
Bıktım böyle gelip gidenlerden” Diyerek kadını geri çevirmiş.
Kadın dükkandan çıkıp, malul, mahzun
- düşünerek Yahudi'nin dükkanının önünden geçerken Yahudi
mobilyacı kadına seslenerek çağırmış. “Evladım nedir bu
halin,neden bu kadar üzgünsün ?” Diye sorar. Kadın Yahudi
mobilyacıya da “Çocuklarım aç,biz çok müşkül durumdayız,bize
yardım et” Der. Yahudi “Kızım al şu parayı,bana her ay gel,ben
sana yardımda bulunurum “ der.
- Akşam olur,herkes evine
gider,yerler,içerler,yatarlar. Mobilyacı hacı rüyasında
kaçırdığı fırsatın neler olduğunu görmüş ter içinde uyanmış.
Kaçırdığı fırsatı anlamış. Cami vaktinden önce kalkarak giderken
hanımı :”Hayırdır der ?” Hacı “Dükkana gidiyorum işim var,gitmem
lazım” Der. Sabah namazını kılar,gelir. Gelip dükkanı açar.
Yahudi komşusunu bekler. Biraz sonra komşusu gelir,dükkanını
açar. Hacı bey komşusunun dükkanına gider. Çaylarını içerken
hacı bey komşusuna :”Dün o kadına ne verdiysen onu vermeye
geldim der” Komşusu: “Olmaz” Der. Hacı bey,iki katını,beş
katını,on katını,elli katını teklif eder komşusu olmaz der. Hacı
bütün dükkanın tamamını teklif eder,komşusu güler ve derki”Hacı
boşuna yorulma. Cennette senin olan köşkü kaybettin. Sadece sen
mi rüya görürsün. Senin olan köşkün bana verildiğini gördün .
şimdi bana dünyayı versen olmaz demem ondandır” der. Sen
kaybettin,ben kazandım. Şimdi diyeceksin ki. Sen Yahudi'sin
Cennete nasıl gireceksin diyeceksin ve yine yanılacaksın. Ben
çoktan Müslüman oldum. Riya olmasın diye kimseye söylemedim.
Dünkü imtihanı sen kaybettin,ben kazandım. Der.
- Kıssadan hisse çıkartırsak. Sana yardım için
gelenleri boş çevirme. “Az veren candan,çok veren maldan
diyerek” Ramazan ayında ve sonrasında aç ve açıkları gözetelim.
- Ramazanınız kutlu olsun.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- TURİZMİN ÖNEMİ
- Yazıya herkesin söylediği,yazdığı gibi çok
söylenen bir sözle başlıyorum. Turizm bacasız fabrika.
Fabrikalar yaptıklarını yurt dışına sattıkları halde,sattığı
malı kimin kullandığını bilmezler. Onlarla karşılaşmazlar bile.
Turizmde ise;döviz sizin ayağınıza gelir. Sizinle konuşur,sizden
bir şeyler öğrenir,size pek çok şeyi de öğretir. Gelen canlıdır
ve insandır. (İnsan gibisi var mıdır ? Tabii insan gibi insansa
!)
- Bir çok milletler turizmden büyük döviz geliri
elde etmektedir. Bizdeki döviz gelirinin yüzdesi,döviz
gelirimizin büyük bir kısmını turizm teşkil ediyor. Fakat bu
yeterli değil,bunu 4-5 katına çıkartabiliriz. Bu konuda
kendimizi dış ülkelere ve hatta kendi yurttaşlarımıza bile
tanıtamıyoruz. Artık yurt dışına çıkacak insanlar gideceği yeri
seçmek için İnternet kullanıyor. Sanıyorum burada yeteri kadar
tanıtılıyor mu bilmiyorum. Bu konuyu turizmle uğraşanlar,bu
konuyu meslek edinenler mutlaka incelemeli ve gerekeni
yapmalıdır.
- Milletin canı çok yandı ise de,paranın % 40
varan devalüe edilmesi de ayrıca turist gelmesine etkili
olacaktır. Bunu da iyi değerlendirmeliyiz. Gelen insanlara
değişik yerler göstermeli,diğer yıllarda da oralara gelmelerini
sağlamalıdır. Turizmin başlıca 3 çeşidi vardır. 1-Deniz
turizmi,2-Kış turizmi,3-Kaplıca turizmi.
- Ben size en zayıf olduğumuz kaplıca turizminden
bahsedeceğim: Bu aynı zamanda bir yerleri görmenin
dışında,insanların hastalıklarına,bilhassa ihtiyarların ağrı ve
sızılarına iyi geldiğinden (Bazı tedavi usullerinde doktor
kontrolünde) yapılınca bayağı faydalı oluyor. Yaşlı insanların
da yüzme sporunu yapmasını temin edilmiş oluyor. Bu yönüyle hem
önemli bir kazanç,hem de önemli bir insanlık görevini yerine
getiriyor. Türkiye'de yer altı sıcak termal suları çok
fazla,bunların çoğu da ormana yakın yerlerde. Ben zannetmiyorum
ki,bu suların 4 te biri hakkıyla kullanılsın. Halbuki jeotermal
enerji ile yabancı ülkeler şehirlerinde bazı bölümlerini
ısıtıyor,elektrik üretimi yapıyor. Seralarında toprak altını ve
üstünü ısıtıyor,kışın bile bol mahsul alıyor. Biz ise
kullandıklarımızı da berbat ediyoruz. Örnek mi ? Havza
kaplıcaları. Bu güzelim yerleri küçük küçük oteller yapılmış.
Birbirlerinin sıklığından hava alınmayacak hale gelmiş. Velhasıl
beton yığını olmuştur. Halbuki her yönüyle mükemmel 2-3 tane
otel olsa,küçük işletmeler yerine insanı anonim Anonim Şirket
kursa,buralar ne güzel yerler olurdu. Bir örnekte Çorum
yakınlarında,her ne hikmetse Amasya'ya bağlı Hamamözün'de güzel
bir işletme kurulmuş. 2 defa gittim. Müdürü ile sayın Belediye
Başkanı ile görüştüm. İkisi de pırıl pırıl insanlar AMMA
İŞLETMECİLİK çok zayıf.
- Aşağıda bahsedeceğim Çorum'daki Anadolu Turizm
ve Otelcilik Meslek Lisesi yöneticileri ile irtibat kurmalarını
tavsiye ediyorum. İkinci tavsiyem kriz'in halkın maddi gücüne
verdiği zararı düşünerek,ayrıca tanıtım amacı ile fiyatları
%30-35 eksiltilmeli diye düşünüyorum. Bunlardan sonra gereken
reklamlar yapılmalı,bu işletme iyice tanıtılmalıdır. Çorum
Hamamözü yoluna hiç olmazsa iyice bir bakım yapılması temin
edilmelidir.
- Çorum Turizm Müdürümüzden de bazı ricalarımız
olacak. Nisan başlarında Rüstem Eren'le Yeni Hayat Barajına
gittik. Baraja gelinceye kadar 4-5 kişiye sorduk,öyle
varabildik. Gerektiği kadar yolu gösteren levha yok. Baraja su
tutulalı 1 yıl oldu. Burası bir yıldır insanların mesire yeri
oldu. Halâ yola levhalar konmamış çok yadırgadım. Barajın
etrafında da göze çarpan bir düzenleme yok. Halbuki Çorum'un su
kadar mesire yerlerine de ihtiyacı olduğu düşünülmeli ve orası
cennet gibi olması lazımdı şimdiye kadar.
- Çorum Anadolu Turizm ve Otelcilik Meslek Lisesi
Müdürü Sayın Abdullah Durmuş'un yerel gazetelerimizden birisinde
10.04.2001 Sayı günü bir yazısı çıktı. Çok memnun oldum. Ben
öteden beri Türkiye'nin meslek okullarına ihtiyacının
olduğunu,ama bu okulların talebelerinin okul tatillerinde
mutlaka,meslekleriyle ilgili yerlerde çalışıp,pratik yapmalarını
öneririm. Çünkü; ben de 1955'de Erkek Sanat Enstitüsünü
bitirdim. Bilgim vardı ama pratiğim olmadığından 6 ay çok
sıkıntı çektim ama azimle mesleğimi iyi yapan biri oldum.
Gençleri üniversiteye doldurup,gereken bilgiyi vermeyerek kapı
kapı iş aratmanın manası yok bence. Sayın müdürün yazısını çok
beğendim. Teşekkür eder,başarılarını dilerim.
Mehmet'ten Turist Kıza yazılan bir şiirle yazımı bitiriyorum.
- MEHMET'TEN TURİST KIZA
- (Evliliklerinin Yıldönümünde)
- Kara bulutum,yağmurum,
- Tunuslu güzelim. Karım.
- Bereketim,kara toprağım.
- Seherde öten bülbülüm,
- Yediveren gülüm,baharım.
- Mavi gökyüzüm,güneşim,
- Geceleri doğan ayım.
- Kutup yıldızım.
- Ben sana vurulmuşum.
- Umudum,çorbam,ekmeğim.
- Billur bardaktaki suyum.
- Şiirim,türküm,sazım.
- Bir türkü tutturmuşum uzun hava,
- İçinde hasret var,mutluluk var.
- Bu uzun hikaye,bu benim alın yazım.
- Alın yazımda neler yok ki,
- Çile,hasret diz boyu çamur.
- Ama ben mutluluktan yoğrulmuşum.
- Bir türkü tutturmuşum sevda üstüne,
- Zaten bir türkü bilirim,
- Bunu bilir,bunu söylerim.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- YURT DIŞINDA ÇALIŞAN
İŞÇİLER
- Bir hafta önce arabamı servise götürmüştüm.
Oradaki bekleme salonunda beklerken,Almanya'da çalışmış ve
emekli olmuş çocukları halen Almanya'da çalışan bir hemşerimizle
tanıştım. O gün benim mahalli gazetelerde yazım çıkmıştı. Bu
vatandaş yazımı okudu ve “Ben sizin yazılarınızdan tanıyorum
İsmet ağabey” diye konuşmaya başladı.
- İş güç,hal hatır sormanın ardından sıra kriz ve
dövize geldi. Bu arkadaşın anlattığını teyit eden bir yazıyı
konuşmamızdan üç gün sonra Sabah Gazetesinde hemşerimiz Şükrü
Kızılot yazmış olup,Almanya'daki bu arkadaşın söyledikleri
başından geçen biri olarak tamamen doğrudur.
- Sayın Şükrü Kızılok yazısında: ”Hükümet gereken
tedbirleri almazsa Merkez Bankasındaki dış ülkelerde çalışanlara
ait iki milyar mark bir yıla kalmadan işçiler tarafından
çekilerek” diyerek bu konuyu anlatıyordu.
- Ben yazıdan ziyade Almanya'dan gelmiş olan
hemşehrimizin söylediklerinden anladıklarımı yazacağım. Söze
şöyle başladık. Ben:
- - Sayın Başbakan yurt dışından yatırım yapmak
isteyenlere tek imza ile yatırım yapma imkânı sağlayacak” diyor.
Dedim. Adam güldü.
- - Biz öyle ne gazete başlıkları gördük,okuduk.
İnanma ! Benim gibi gül geç.” Dedi. Ve devam etti
- Merkez Bankasındaki paralarımıza çifte vergi
uygulandı. Halbuki bize bu paralar hakkında kimseye bilgi
verilmeyecek denmişti. Söylediklerinden başka kesinti olmayacak
denmişti. Şimdi çifte vergi kesildiği gibi Almanya'da 5 sene
geriye soruşturma ve cezalar gelmeye başladı. Günü dolanlar
paraları geri çekmeye başladı. Hep böyle kandırıldık. Türk
Hükümetine güven kalmadı.İşçiler Türkiye'de şirketler kurdu,
yetkililerden ne ilgi gördü ne de en ufak bir destek. Sonra
bunlarda bir bir iflas etmelerinden zevk alındı. Sonra da
yurt dışındaki insanlar Türkiye'de yatırım yapmıyorlar diye
şikayet ediliyor. Neden yapılmıyor,yapılması için neler
yapılması lazım diye ciddi,samimi ve gerçekçi bir çalışma da
yapılmadı. Hâlâda yapılmıyor.
- Biz Türkiye'de her şeyimizi seve seve aktarırız.
Bunları yetkililer araştırmalı,gelip Almanya'da bizimle irtibat
kurmalı ve asıl mühimi sözünde durmalılar.
- Çifte vatandaşlık çıktı. Şimdi buda şimdi
oradaki insanların çoğu Alman vatandaşı oluyor. Hükümet buna da
göz yumuyor. Köklü girişimlerde yapmıyor. Türkiye'deki
seçimlerde çoğumuz oy kullanamıyor. Türkiye'ye oy kullanmak için
gelmek hem maddi,hem de manevi bakımdan çok zor. Almanya'da
belli şehirlere seçim sandığı konmasını istedik,yapmadılar. Daha
açık konuşursak paramız için olunca vatandaşız,yoksa bizi
vatandaş bile saymıyorlar.
- Türkiye'ye artık kimse yatırım yapmıyor. Çünkü
Alman hükümeti paranın orada kalması ve bizim insanlarımızın
alman vatandaşı olması için büyük kolaylıklar sağlıyorlar.
Örneğin: çok ucuz kira ile oturduğu halde,20 sene sonra o
dairenin tapusunu oturan kiracıya veriyor. Üçüncü nesil
dediğimiz son kuşakta onlara uyum sağlamış durumda. Bunlar köklü
çözümler istiyor,yetkililere ilanen duyurulur. Dedi.
- Ben birçok yazımda bu insanlara çok saygı
duyduğumu,başta hükümetler olmak üzere herkesin saygı duyması
gerektiğini yazmışımdır. Kötü günlerde onların dövizleri ile
ayakta kaldık. Onların her biri bence bir fabrika. Birçok
fabrika Türkiye'de bir DM döviz getirmediği halde,onlar
gönderiyorlar,gelip harcıyorlar. Onlar gelince Türkiye'de
piyasanın değiştiğini herkes biliyor. Hükümet bu döviz
birikimine sahip çıkmalı. Asıl da bu kardeşlerimize sahip
çıkılmalıdır.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
35 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- 48 YIL ÖNCEKİ MEKTUP (ÇOK
ESKİ BİR HATIRA)
- Sizin eviniz en güzeldi evlerin. Sizin
pencereleriniz en güzeliydi pencerelerin. O pencereleri örten
perdelerin en güzeliyle örülmüştü dantellerin.
- O sene senelerin en güzeliydi. Sense güzellerin
güzeliydin. Çünkü ben seni sevdim. Sen bana 2 yıl koşturmaca dan
sonra akşamın yeni karanlığında pencereye geldin. Ben kendi
bahçemizde gözlerim pencerede seni bekliyordum “Merhaba ! Sen
buraya gelmeye korkuyor musun ?” Derdin.
- Sene 1955,mevsim ilkbahar. O gün 19 Mayıs
Gençlik ve Spor Bayramıydı. Okulun adına şiiri ben okumuştum.
Alkışlar,trampet sesleri yeri göğü inletmişti. Bu benim için
tabi ki mutluluktu. Ama ben buna alışıktım. Hemen her bayramda
okulum adına 3 senedir şiiri ben okur ve hep böyle coşkuyla
alkışlanırdım.
- O merhabada beni tebrik etmek içinde herhalde. 2
yıl arkandan koşturmadan sonda ilk defa sesini duyuyordum.
Tok,canlı,bir o kadar da güzeldi. Sokakta bile göz göze gelmeye
korkardık. Sanki bu kutsal aşka ihanet ettiğimizi,onu
kirlettiğimizi sanardık. O tarihte ben 19 yaşıma yeni girmiştim.
Her halde sende 15'ine yeni basmıştın. Nereye bastığını,nasıl
yürüyeceğini bilmiyordun. Ben seni takip ederken evinizin
kapısına yaklaştığımızda kapıya 10-15 metre kalarak birden
heyecanlanır,yürümeyle,koşma arasında bir sekişin vardı
ki;görmeye değerdi.
- Sonra zile basardın heyecanla. Hırsla,hızla ara
bile vermeden. Hizmetçiniz kapıyı açardı. Sonra beni görmeye
çalışır,görürse gülerdi hınzırca. O benden 1-2 yaş büyüktü. O bu
günleri,bu kalp atışlarını,o heyecanı yaşamış mıydı duygularını.
Dünya bu belli olmaz,belki de gizli kapaklı en tatlısını
yaşamıştır. Belki de bizim gibi sadece bakışmakla
geçiştirmiştir,o yaşlardaki sevdiğiyle tatmıştır,yaşamıştır
aşkların en güzelini. Yaşamın mevsimlerinden ilkbaharını.
- Çarşıya giderdin defter,kalem almak için. Bazen
de sinemaya. Bir gün gittiğin filimin adı “REBAKA” idi. (Ben
onun romanını yeni okumuştum. Sen gündüz kadınlar matinesine
gitmiştin bir kız arkadaşınla. Ben akşam gittim 4-5 erkek
arkadaşımla. O ne güzel filimdi hatırlayabiliyor musun ? Ben
gittiğim filmlere not verirdim o yıllarda. On üzerinden 10
vermiştim ona.
- Herhalde bu notun ona verilmesinde o filimi
benden 6-7 saat önce senin seyretmenin rolü vardı. O ne temiz,o
ne heyecanlı,o ana sütü gibi aşk bile diyemeyeceğimiz tertemiz
bir duyguydu,sevgiydi.
- Sonra okul tatil oldu. Bizim ev sizin eve
bitişik,bahçemizi bir duvar bölüyordu. 2 katlıydı evlerimiz.
Arada bir çatı vardı sizin haymalığın,4-5 metre kadar.
Yüksekliği ise penceremize denk geliyordu. Evin içini,senin çok
merak ediyordum. Eve sizin olmadığınızda girmeye karar verdim.
Bunu gündüz yapacaktım. En yakın kafa dengi sır
ortağım,arkadaşıma anlatım olmaz dedi. “Çok tehlikeli,üstüne
biri gelir,seni hırsız diye karakola gönderirler” Diyerek beni
vaz geçirdi.
- İçimdeki o heyecan bunu yapmalısın,korku sana
yakışmaz,yakalansan da sana kimse hırsız diyemez. Aslın
belli,neslin belli. Sen sanat okulunu bitirmişsin,en ufak kötü
bir hadiseye adın karışmamış,okul da,mahallede dürüstlüğüyle ama
biraz yaramazlığıyla tanınan birisin diye kendimi
cesaretlendiriyor bu arzumun önüne geçemiyordum.
- Çarşıdan;sergiciden sesi çok çıkan cin düdük
aldım. Bu ara arkadaşımı da sokakta beni bekleyip,eve onlardan
bir gelen olursa düdüğü öttürmeye ikna edip evi takibe aldık.
Evden herkesin çıktığı,beraberce gezmeye gittikleri bir gün ben
eve girecektim. 4-5 gün içinde böyle bir fırsat doğdu. Önce
kapının zilini uzun uzun,ara ara çaldık. Açan olmadı. Sonra ben
bizim evden çatının üzerinden pencerelerine yaklaştım. Pencere
sıyırma (yukarı kaldırma) pencere idi. Yukarı sıyırdım,kelebeği
altına çevirdim içeri girdim. Evi şöyle bir kolaçan ettim.
Normal,güzel,bakımlı,temiz bir ev. İşte
gençlik,merak,delikanlılık ya bunun adı.
- Sonra benim esrar dolu küçük nazlı sevgilim diye
başlayan mektuplarımı duvar arasında,su geçmesi için konan
pövreğe kibrit kutusunda koyduğum mektupları almıyor
havalarındaydınız. Fakat alıp okuyor,sonra yine oraya
koyuyordunuz. Ben oraya mektup koyduğumu sokakta söylüyor,siz de
hiç duymazcılıktan geliyordunuz.
- Ama ben bizden taraftan 20 santim ötesine bir
işaret koymuştum. Kutunun başını o işarete getiriyordum. Tabii o
bu işareti bilmiyor,göremiyordunuz. Kutu alınınca,mektup okunup
geri yerine konurken 3-5 santim ya ileri ya geriye konuyordu.
- Cevap istiyordum. Neredee? O hep ben senin
bildiğin kızlardan değilim havalarında idiniz. Aslında da öyle
idiniz de.
- Evi güzelce gezdikten sonra (tabii kulağım hep
düdük sesinde. Nöbetçi sağlam. Düdük cin gibi ötüyor. Ben
heyecanlı da olsam bu işten müthiş zevk alıyorum) nazlı küçük
sevgilimin odasına girdim. Sadece yorganı,yastığını ellerimle
sıvazlayarak sevdim. Sonra ders çalıştığı masanın üzerindeki
kitapları,defterleri karıştırdım. Günlük hatıralarını yazdığı
defteri okudum. Hayret ! Defterin bir sayfasında en sevdiğim
şarkı “Unutturamaz seni hiçbir şey,unutulsam da ben” ve
altında............. ye yazıyordu. Yani bu sayfa bana
yazılmıştı. Evde yarım saatten fazla kaldım. Hiçbir şeyi
karıştırmadım. Hiçbir şeye el sürmedim. Sadece o sayfaya üç tane
nokta koydum. Çıktım,pencereyi indirdim. Kendi evimizin
penceresinden bizim eve geçtim. Sokağa çıktığımda arkadaşım bana
okkalı bir küfür savurdu “Ne .... yedin bu zamana kadar ! Beni
heyecandan öldürecektin” diye. Kendisine sarılıp öptüm.
- Birkaç ay sonra bir defa daha bu olayı
tekrarladık. Üçüncüsünde “Olmaz,yalandan düdük öttürürüm” diye
yemin etti. Giremedim tabii. O şimdi uzak bir vilayette. Çorum'a
gelince gençlik,talebelikten konuşuruz. O benim aynı zamanda ilk
okuldan,sanat okulu son sınıfa kadar arkadaşım,hâlâ de sevdiğim
insan. Bunu hatırlatır,gülüşürüz.
- Şöyle bir düşünüyorum da nerede o heyecan,nerede
o kalbimin dışarı çıkarcasına çarpışı ? İhtiyarlayınca hepsi
hikaye olsa da bunlar en güzel hatıralar. Yine de içinde saklı.
- Bizim mahallenin kızlarının hepsi güzeldi. Hani
o yaşlarda insan darıya baksa buğday görür ya ! Hepsi sanki
içinde bal ve kaymak olan dürülmüş yufka ekmek sanırdım ! Ama
birisi var ki sanki MELEK.
- Şimdi var mı böyle güzel,masum,temiz sevgi ?
Olsa nadir. Sokakta öpüyor kızlar oğlanları. Kim kime
yazabiliyor o güzelim mektupları ? Onu vermek için günlerce
koşuşturuyor ? Kim duyuyor o heyecanı ? Bilgisayar da e-mail miş,
o suni. Nerede bir köşesinde kalp resmi,diğer köşesi de sigara
ile yakılmış el emeği,göz nuruyla yazılan
sıcacık,samimiyet,sevgi,saygı dolu mektuplar. Heyhat !
- Her şeyin bir sonu varmış. Ateş yanar kül
olurmuş. Şimdi o ateşten eser kalmamış. Ama tatlı,güzel bir
hatıra,kubbede kalmış hoş bir seda gibi.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
36 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
- ÇOCUK EĞİTİMİNDE ANNE
BABAYA ÖNERİLER –1
- Son günlerde okuduğum bir
kitabın bazı bölümlerinden beğendiğim yerleri sizlere aktarmak
istiyorum. Kitabın adını da vereyim ki isteyenler alıp
okusunlar. (Kitabın adı, ”ÇOCUK EĞİTİMİNDE ANNE BABAYA ÖNERİLER”
Yazarı Canten KAYA. Zambak
- Yayınları.)
- Gençlere nasihat yerine onları
dinlemeli,idealleri sorularak anlamalı,kendilerine sevil Dikleri
ve ehemmiyet verildiği gösterilmelidir. Kabiliyetleri
doğrultusunda yönlendirilmeli. Kabiliyetinin olmadığı alanlara
ilgi duyması için zorlanmamalıdır.
- Arkadaşlık ihtiyacı göz önünde
tutulmalı,onları tenkit etmekten çekinilmelidir. Sorumluluk
bağlantılı bir özgürlük alanı verilmelidir. Gencin kimliğinin
gelişmesinde kişisel mekan çok önemlidir. Ona ait bir oda
verilmelidir. Odasına kapısı çalınmadan girilmemeli,bu onun
odasına duyulan saygının göstergesi olduğundan onun çok mutlu
olmasını ve güvenli olduğunu hissetmesini sağlayacaktır.
- Çocuklar başkalarıyla
kıyaslanmamalıdır. Doğum öncesi bebeğin sağlıklı gelişmesi anne
babanın doğum öncesi bilinçli davranışlarına bağlıdır. İrsi bir
takım hastalıkların kalıtım yoluyla bebeğe geçeceği
bilinmelidir. Akraba evliliklerinden kesinlikle kaçınılmalıdır.
- Çocuğun Psiko- Sosyal
gelişmesinde hamilelikle birlikte kadın huzurlu
olmalı,beslenmesini uzmanlar nezaretinde yapmalıdır. Kilosu
hamilelikten doğuma kadar 10 kg’ dan fazla artırmamalıdır.
- Çocuğa nasihat ve mantıklı
sözler yerine ona dokunulmalı gözlerinin içine bakılmalıdır Bu
dokunuşlar çocukta ehemmiyet ve kabul edildiği hissini
oluşturur. Çocuklara dokunma ve onlarla konuşmaya 1-2 aylıkken
başlanmalıdır. En tehlikeli davranış ise fiziksel tehdit ve
Korkutmadır. Bu davranışlar çocuğun içine kapanmasına,korku
duymasına,pısırık olmasına yol açar. Bu yukarda saydıklarım 0-8
yaş dönemi içindir.
- Şimdi ise 9-12 yaş döneminden
bahsedeceğim: Çocuklarımıza bu dönemde ekip ve takım ruhu
verilmeli ve başarının ortak akılla elde edileceği
öğretilmelidir. Bu yaşlarda örnek
- modellere ve davranışlara ihtiyaç vardır. Onun dediğim dedik
biri olmaması için duygularına
- anlayış gösterilmeli ama DAVRANIŞLARINDA DA GEREKLİ
KISITLAMAYA gidilmelidir. Bu dönemde kesinlikle mükemmellik
anlayışı içinde olunmamalıdır. Hatalardan ders almayı öğren,hata
yaparak hatasızlığı zamanla yakala anlayışında olunmalıdır.
Örnek model arayan ve örnek olan insanın “benim söylediğimi
yap,yaptığımı yapma anlayışı çocukta öldürücü zehirdir.
- 13-18 yaş arası : Benlik ve
özgürlük,iradenin kendini ortaya koyduğu dönemdir. Kendini
ispatlamaya ben tek başıma ayakta durabilirim anlayışının olduğu
dönemdir. Aldığı
- kararlarda bağımsız ve özgür olmak ister. Kendine
başkalarının karışmasını istemez. Bu yaşlarda onun da bir birey
olduğu göz önüne alınmalı ve sözü kesilmemeli,söylediklerine
önem verilmelidir.
- Bu yaşlarda evde oturmak ona
işkence gibi gelir. Arkadaşlarıyla ve grupla kendilerini
- Özdeş tutarlar. Onlara karşı çok fedakardırlar. Bu dönemde
onlara çocuk gibi davranılmamalı, anne ve babadan ayrı bir birey
olduğu kabul edilmelidir. Aynı zamanda söz ve davranış bütünlüğü
gence mutlaka verilmelidir. Nasihat etme değil çok soru
sormak,onunla iletişim kurmayı sağlar. Gence gösterilen saygı
kimliğini kolayca bulmasını sağlar. Gence başarılı olacağı
alanlarda fırsat verilmeli kabiliyetleri dışında bir alana
zorlanmamalıdırlar.
- Sorumlulukla bağlantılı bir
özgürlük alanı sağlanmalıdır. Rencide etmek,küçük düşürmek,
mahcup etmek gibi hatalar yapılmamalıdır. Çocuğu olduğu gibi
kabul etmeliyiz. Hiç kimse bir diğerini yeniden biçimlendirme
kudretine sahip değildir.
- Onu olduğu gibi kabul edersek şu
mesajı almış olur; 1-) Ben varım. 2-) Ben doğalım. 3-) Ben
seviliyorum. 4-) Değerliyim. 5-) Güvenebilirim .
- Çocuğu başkalarıyla kıyaslamak
çok yanlış. “Senin kafan Ali kadar çalışmıyor” gibi
- sözler kendinin sevilmediği izlenimini bırakır. Çocuğunuzu
onaylayınız. O başka onaylarda
- almak için davranışlarını değiştirmeye başlayacaktır. Değer
verdiğinizi mutlaka belli ediniz.
- Başarılı çocukların en önemli ortak özelliği dikkatli
,uyanık ve çocuklarına önem veren anne ve babalara sahip
olmaları,yeteneklerinin erken keşfedilerek desteklenmiş
olmalarıdır. Zor zamanlarında onlara yardımcı olup
başarabileceklerini belirtmek onun zorluğu yenmesinde büyük
fayda sağlar. Kendine özgüven verir. Onlara güler yüzlü olmak
size daha fazla yaklaşmalarını sağlar.
- Her yeni güne gülerek başlamak
dileğiyle size sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
37 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇOCUK EĞİTİMİNDE ANNE
BABAYA ÖNERİLER –2
- Etkilemek istediğiniz insanların
ilgilendikleri şeylere ilgi göstermekle onların saygınlığını
kazanırsınız. İlgilendiği konularla ilgili sorular sorun.
Mesleklerini, zevklerini, meraklarını tanıyın ve o konulardan
bahsedin. Onlara söz verdiğinizde bekletmeyiniz.
- İnsanları bekletmek kendilerine
değer verilmediği duygusunu uyandırır. Çocuklara isimleriyle
hitap ediniz. Eşimizi,çocuklarımızı isimleriyle çağırmalıyız.
İnsanları isimleriyle çağırmak onları çok mutlu eder. (Güzel
kızım Zeynep gibi) Çocukları dinlemeliyiz.
- Problemleriyle ciddi olarak
ilgilenmeliyiz. Sorularını cevaplandırmalı,onları
susturmamalıyız. Çocuklarınızdan iltifatı esirgemeyiniz. İltifat
bir fincan kahve gibidir gönülleri alır insanları birbirine
kaynaştırır. Onlara cesaret ve umut veriniz. Onlara inanınız.
İnanılan insan zor olanları daima başarmıştır.
- İnsanların hatalarını yüzüne
vurmayın. Çocuklar,gençler bunu asla hazmedemezler. Bütünüyle
doğru da olsa sert söz insanı yaralar. Hatalar yumuşak,tatlı ve
sevecen söylenerek düzeltilebilir. Herkesin içinde öv,tenkitleri
baş başa iken yap. Tenkitte kıyaslama çocuğu yaralar.
- İnsanlar mutlu ve üzüntülü
günlerinde birilerinin yanında olmasını isterler. Böyle günlerde
canı gönül- den yanında olduğunuzu belli ediniz. Hediye alınız.
Küçük hediyeler dostluklar kurar. Hz. Peygamberimiz,”Hediyeleşin
çünkü hediye sevgiyi artırır,kalpteki kötü hisleri giderir”
buyurmuşlardır.
- Çocuklarınız okuluna gidip
ziyaret edin. Onu okul ortamında ziyaret etmeniz okul için çok
önemlidir. Okula veli her zaman gitmelidir. Halbuki veliler
çocukta sorun çıkmadıkça okula gitmezler.
- Çocukların yardım etmelerine
olanak sağlanmalıdır. Yaşına göre onlara işler verilmeli- dir.
Yemek pişirmeye yardım etme,sofrayı kurma kaldırma,ekmek,su alma
gibi. Bu çocukta güven sağlar. Ben işe yarıyorum duygusu verir.
Çocukların eksiklikleriyle,beceriksizlikleriyle dalga
geçmeyiniz. Hele de başkalarının yanında.
- Çocuk eğitimin temeli sevgidir.
Çocuğa bu bilhassa okşayarak hissettirilmelidir. “Sevgi gelince
tüm eksiklikler biter.” Yunus Emre .“Sevgi alanı da,vereni de
besleyen sihirli bir güçtür.” Doç.Dr. Belma Tuğrul.
“Çocuklarınızı çokça öpün,her öpücük karşılığında cennette bir
derece alacaksınız.” Hz. Muhammet.Çocuklarda aile içinde ki uyum
çok önemlidir. Çekişmeler,sert konuşmalar çocuğu çok etkiler.
Bir babanın çocukları için yapabileceği en önemli şey annelerini
sevmektir. Annenin çocukları için yapabileceği en önemli şey
babalarını sevmektir. Bizde çok ailede ayıp sanılan,halbuki
yapılması lazım olan anne babaların birbirine duyduğu sevgiyi
çocukların önünde göstermeleri çok önemlidir.
- Çocuklarda oyun çok önemlidir. Oyun çocuğa kişilik
kazandırır. Oyun onun ruhsal be-
- sinidir. Prof.Dr. Atalay Yörükoğlu ”çocuk ruh sağlığı
sevilmek ve oynamaktır.” diyor.
- Çocukları kimseyle kıyaslamayınız. Kardeşler arasında
geçimsizlik olduğunda taraflı davranılmamalıdır.
- KARDEŞ KISKANÇLIĞI: Çocuklarda
ilk kıskançlık üzerlerine gelen çocukla başlar. Bunun ana sebebi
yeni gelen bebeğe ilginin fazla,diğerlerine az ilgidir.
Belirtiler yeni gelen
- çocuğa saldırganlık veya tam tersi aşırı ilgi şeklinde
olabilir. Çocuğa zarar verebilir düşüncesiyle kardeşini
sevmesine izin vermemek çok hatalıdır. Yeni doğacak bebeğe büyük
kardeşin sevgi dolu hislerle hazırlanması sağlanmalıdır. Büyüğe
alınan hediyeleri “bunu sana yeni doğan kardeşin aldı” gibi
uygun sözler faydalı olacağı gibi,çocukların birbirine hediye
almasını temin etmelidir. Küçük kardeş kıskançlığı 5 yaşından
büyüklerde daha fazla görülür.
- Çocuğa harçlık tek elden verilmelidir. Bu
düzenli,dengeli,aynı miktarda olmalıdır. Harçlık kardeşler
arasında dengeli olmalı. Her istediğinde verilmemelidir.
Harçlıklar yaşa göre ayarlanmalıdır.
- Çocuğun Güzel Konuşması: Bunun
ilk şartı çocukla doğduğu günden itibaren konuşulmaya
başlanmalıdır. Ona ninniler söylemeli,şarkılar söylemeli,onunla
mutlaka meşgul olunmalıdır. Çocuğun soruları sabırla,güzel bir
lisanla cevaplandırılmalıdır.
- Okul başarısı: Tabi ki dış
başarı,okul başarısı da önemli ama asıl başarı iç başarı.
Öğrencilerin karnelerinde ders notlarının yanında birde okulda
ki durumu,arkadaşlarıyla geçinmesi,ders ve defter düzeni gibi
notlar var. Ben ders notlarından çok, o, sosyal davranış ve
insanlarla ilişkiyi değerlendiren notlara önem verilmeli diye
düşünürüm.
- Bütün notları on fakat arkadaşı
yok,kendine parası varken bir gömlek alamayan,kendi
- Başına sinemaya gidemeyen,bir lokanta da kendine döner
ısmarlayıp,oturup yiyemeyen 16-17
- yaşındaki gölge adamı ne yapayım? Hem not hem de insanlarla
ilişki önemli.
- Çocuklara oyun hakkı tanınmalı
ve kendileri yeteri kadar oynamıyorsa teşvik edilmeli- dir.
Çocuklarınızı her yaşta seviniz. Onları okşayarak,öperek bu
sevgiyi belli ediniz. Öğret- menleriyle ilişkinizi kesmeyiniz.
- Çocuğunuzun öğretmenine şunları
sorunuz:
- - Çocuğun davranışları ve
seviyesi sınıf içinde nasıl?
- - Ev ödevlerinde başarılı mı?
- - Dikkat bozukluğu çekiyor mu?
- - Sınıf arkadaşlarıyla uyumu?
- - Yeteri kadar arkadaşı var mı?
- - Mutlu ve neşeli mi?
- - Okulda işlediğiniz konuları
pekiştirmek için neler yapabilirim?
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
38 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇOCUK EĞİTİMİNDE ANNE
BABAYA ÖNERİLER-3
- Anne baba çocuğa farklı davranmamalı:
Birbirleriyle anlaşmış,kaynaşmış,duygu ve düşünce ortaklığı
kurabilmiş ailelerde çocuklar güven içinde yaşarlar. Biz ne
çekiyorsak hep yanlış ve eksik eğitimden çekiyoruz derim ben.
Eğitim ailede başlar. Hele çocukların öğrendiklerinin %70'ini 3
yaşına kadar olduğunu okuduktan sonra.
- Bunu daha da ciddi olarak bilhassa anne olmak
üzere aile yerine getirmeli ve bununla ilgili kitapları
okumalıdır.
- Çocuğa farklı davranmayı 2 şekilde ele almak
isterim: Birisi diğer kardeşleriyle ayrım
- yapmak,diğeri anne ve babanın çocuklara farklı davranmaları
diye. Çocuklar arasında sevgi,ilgi farkı olursa veya çocuk böyle
bir şeyler algılarsa bunun telafisi yapılmalı ve böyle bir şeyin
mümkün olmadığı özellikle belirtilmelidir.
- Anne babanın farklı davranmasında ise;bilhassa
şimdiki genç ailelerde baba biraz otorite kurmaya kalkarsa,daha
açıkçası azcık dövse bazı anneler,”Sen benim çocuğumu hem de
çocuğun yanında dövemezsin” diyormuş. Bu çok yanlış.
- Evde bir otorite olmalı ama bu hiç bir zaman
baskı şeklini almamalıdır. Sevgiyle disiplin bir olmalıdır.
İnsanlar sevgilerini birbirlerine,eşlerine ,bilhassa çocuklarına
net ve açıkça sarılarak,öperek göstermelidirler.
- ÇOCUKLARDA ÖDÜLLEN-DİRME: Bence bütün
insanlarda testiyi kıranla suyu getiren bir fark olmalı,ölçülü
cezalandırılmalı veya ödüllendirilmelidir. Çocuklarda pozitif
ödüllendirme sisteminde ana fikir,istenen davranışlar daima
ödüllendirilmeli. Ama istenme yen davranışlar
ödüllendirilmemelidir. Ödüllendirilen davranışlar ise genellikle
tekrarlanmalıdır. (Yoksa bu günkü insanlarımız gibi ekseriyeti
görevini yapmayan,yaptığını sanan,insanlara eziyeti meziyet
bilen,hak etmediği parayı alan,aldığı parayı az gören,gözü
saatte,üretmeyen, tüketen bir toplum oluruz)
- ÇOCUKLARIMIZI SİGARADAN NASIL KORURUYACAĞIZ?
- Önce anne baba sigara içmeyerek güzel örnek olmalıdır.
Çocuklara sigarayı önce biz
- tanıtalım. Sigaranın zararlarını 3-4 yaşından itibaren
çocuğun kulağına duyurmaya başlanmalıdır. (Eğer 14-15 yaşına
gelmesini beklersek çok geç kalmış oluruz.)
- Çocuk 6-7 yaşında iken 20-30 sigara izmaritini
toplayarak bunları bir kaç gün bir kavanozda ağzı kapalı olarak
bekletiniz. Sonra çocuğa bunu koklamasını söyleyiniz ve bu
havayı ciğerlerinde tutmasını öneriniz. Kendisini iyi hissedip
hissetmediğini sorunuz.
- Birisi çocuğa sigara ikram ettiğinde,”Hayır!
Sigara benim kötü kokmamı sağlar ve kendimi kötü hissetmeme
sebep olur” gibi hazırlanmış cevaplar öğretilmelidir.
- a-) Sigara içenlerin elbisesi,nefesi kokar. b-)
Dişleri tırnakları sararır. c-) Sigaraya verilen haftalık para
ile süt,çikolata,kitap alınabilir. Bunlar tatlı dille baskı
yapılmadan anlatıl
- malıdır.
- ÇOCUĞA EĞİTİM VERMEK: Bunun için önce kendimizi
eğitmeliyiz. Bu konu da
- yardımcı olacak bazı kitapların ismini vereyim. “Gerçekten
Beni Duyuyor musun” Leyla Mavara. Sistem yayınları,“Yeniden
İnsan” Doğan Cücenoğlu. Sistem yayınları,“Okul Çağı Çocuğu”
Remzi yayınları,“E.A.E Etkili Anne Baba Eğitimi” Thomas Gordan.Sistem
yayınları,“Çocuk Ruh Sağlığı” Atalay Yörükoğlu. Özgür
yayınları“Olumsuz Dünyada Olumlu Çocuklar Yetiştirmek” Ziğzıplar.
Beyaz yayınları.
- Psikiyatrik durumlar. Çocuklarda ve gençlerde
bazı bozukluklar ve problemler sezildiğinde psikiyatrikte
götürülmeli. Aile ile doktor arasında bağlantı sağlanmalıdır.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
39 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BİTMEYEN OYUN;
- Kıymetli okuyucularım,Metin Aydoğan'ın “Bitmeyen
Oyun” isimli kitabıyla ilgili olarak Cumhuriyet Gazetesi yazarı
Atilla İlhan'ın , 22.01.199 tarihli yazısını,Atatürk zamanında
onca imkansızlığa rağmen neler yapmış sizde okuyasınız diye
aynen aktarıyorum:
- HANİ MÜDAFAA VE MUHAFAZA EDECEKTİK Atilla İlhan
- Gazi'nin “Cumhuriyeti”, o yılları yaşamış
olanları,siyasi tercihleri ne olursa olsun,bas bayağı heyecana
sürükler. Neden? Bu “Neden” in cevabı,şiir olarak destan,nesir
olarak dizi/ roman;müzik olarak opera yada senfoni şeklinde
verilebilir. Ne var ki,hiç ummadığımız bir an da,hiç
beklemediğimiz bir kitap da,karşınıza çıkıveren bir tek
sayfa;öteki saydıklarımın hepsinden kısa fakat özlü olarak,o
'nedenin 'tarihi' gerekçesini açıklar.
- Doğrusunu isterseniz Metin Aydoğan' ın “Bitmeyen
Oyun”unu okuduğum sırada, tadına doyamadığım şu 'özet',hem beni
tekrar o ürpertici heyecana sürükledi,hem de Türki-ye'yi,yıllardır
yönettiklerini zanneden politikacı kısmının zavallılığını bir
kere daha düşündürdü;Dikkatle okuyup,devlet nasıl
yönetilirmiş,bir daha düşünsünler!
- Yoktan var etmek ne demektir?
- “....1929 Dünya bunalımın olumsuz etkilerinden
sakınmak için,'devletçilik' politikaları yoğunlaştırıldı. Bütün
dünyada büyük boyutlu bir kriz yaşanırken,Türkiye'de ekonomik
büyüme sağlanıyordu. 1923 yılında 3.700 ton olan pamuklu dokuma,
1927'de 9.055 tona;597 bin ton olan maden kömürü ise 1 milyon
593 tona çıkarıldı. 1923'te hiç üretilmeyen şeker,1927' de 5.184
bin ton;1932'de 27.549 ton üretildi....”
- “...1927-1932 arasında,çimento 24 bin tondan 129
bin tona,kösele 1.974 tondan 4.105 tona,yünlü mensucat 400
tondan 1.695 tona çıkarıldı. Elde edilen yerli üretimle,1923'te
ithal edilen kösele ve un,1932'de hiç ithal edilmedi. Şeker
ithalatı %37, deri ithalatı %90,çimento ithalatı %96.5, sabun
ithalatı %96.5 oranında azaldı...”
- “... Türkiye 1923 yılında 36 milyon dolar dış
ticaret açığı verirken,bu açık 1931 yılında 300 bin dolara
düşürüldü. 1936 yılında Türkiye 20.1 milyon dolar dış ticaret
fazlası veriyordu. 1937 yılında Devlet Hazinesi'nde 26.107 ton
altın,1938 yılında 28.3 milyon dolar döviz stoku vardı....
- “...Kamu yatırımlarını esas alan 'devletçilik'
politikaları ve bu politikaların ekonomik dayanakları olan
KİT'ler, Türkiye'de çok başarılı olmuştu. Elde edilen sonuçlar
bunu açıkça gösteriyordu ve bu başarı tamamen yerel kaynaklara
dayanılarak elde edilmişti;üstelik, bağımlılık yaratacak dış
borç alınmamış,karşılıksız para basılmamış ve 15 yıl boyunca
denk bütçe gerçekleştirilmişti....”
- “...Enflasyon 1922-1925 yılları arısın da yıllık
3.2.1925-1-27 arasında yüzde 1'di. Türk parası yabancı paralar
karşısında değer kaybetmedi. 1927 yılında 9.5 kuruş olan Fransız
Frangı,1929'da 7.7 kuruşa; 187 kuruş olan Amerikan doları,127
kuruşa düştü. Bunlar dünyanın en güçlü paralarıydı. Sınırlı
miktarda alınan dış borç,ağıllıklı olarak demiryollarının
devletleştirilmesinde ve devlet kibrit tekelinin yaratılmasında
kullanıldı ve bu borçlar,Osmanlı'dan devr alınan Düyun-u
Umumiye borçlarıyla birlikte ödendi...” (Bitmeyen oyun, Metin
Aydoğan ,s.83/84,İzmir)
- Sizi bilemem ama ben hayatım boyunca şu
okuduğunuzdan daha güzel bir şiir
okumadım;heyecanlanırsam,haksız mıyım ? Bende kitap dan
dikkatimi çeken bir kaç cümle aktarmak istyorum: Atatürk'ten
sonra batının ne mal olduğu unutuldu. 1924 yılı devlet bütçesi
118.5 milyondu. 1938'de sivil havacılık 8 kişilik uçaklar
yapılıyor.,Avrupa'nın göbeğinde ki Danimarka'ya satılıyordu.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
40 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- DOĞUM GÜNÜ;
- Bu gün 06.06.2003.
- Bu Gün dünyanın en güzel günü diyebilirim.
Tabiatta yeşil yılın son koyuluğuna eriştiğinden artık yeşil
örtü yavaş, yavaş mavileşmeye başlamış. Güller ağaçlarının
dallarındaki yaprakların güzelliğini yere indirmiş. Yeşil
arasında o güller ki, bülbülü çileden çıkartan, her sabah figan
ettiren rengarenk güller. Sarılar, beyazlar, pembeler. Kırmızı
vişne çürüğü renkte olanları bile var. Menekşeler toprağın
üzerinde rengarenk, basma elbise giymiş güzel bir kadına
benziyor.
- Anam kadın yine böylesine güzel bir yaz gününde,
9 aydır çektiği benim yüküm-den kurtulmuş. Çok ağrıda çekse
sonunda muradına ermiş ve beni kucağına almış. O gün 06.06. 1936
Çarşamba günüymüş.
- Alı al, moru mor bir gün. Hanım ellerinin
kokusu, dallarda kuşların sesleri insanın içini gıcıklıyor.
Kendinizi daha genç daha dinç hissediyorsunuz. Tarlaların
kıyısın-daki gelinciklerin kırmızısı bütün çiçeklere kafa
tutuyor. Göbeğindeki siyah, güzel kırmızı bir elbisenin
üzerindeki düğme gibi.
- Arılar çiçeklerin en yakın dostu. Biri gidiyor
biri geliyor. Arılar bal alacak çiçeği bilir.
- İnsanların iyimserleri, akıllısı da bu günlerin
kıymetini bilir tadını doya, doya çıkartır.
- Çimlerin üstüne serilmiş kilimler, çaput
minderler ve yanı başınızda düdüğü öten teneke semaverin
üstündeki çay demliğindeki çayın kendine has o güzel kokusunu
burnunda hissetmek ne güzel. Doldur çayları keklik kanı gibi.
Domatesler, biberler tabakta uyum içinde.
- Yeşil biber, kırmızı domates tabaktaki çiçekli
desenle ne güzel uyum sağlamış. Peynirin yanında fırından yeni
çıkmış çörek...
- Anam geldi aklıma, yanı başımda sanki; saç
kapamış mayalı yapıyor. Hava sıcak. Ter çenesinden damlıyor.
Ama aldırdığı yok. Onun derdi kocası İsmail Çenesiz'e yaptığı
mayalıyı sıcak, sıcak sade yağla yağlayıp yedirmek.
- Kendimi 7-8 yaşındaymış gibi hissettim.
Ağabeyimin yemeğe, çöreğe, mayalıya meyli yok. Elinde çekiç bana
oyuncak araba yapıyor. Babam onu seyrediyor keyifle. Araba
bitmek üzere çokta güzel olmuş. Son olarak zadov kapağının
menteşelerini çakarken, bağın çiçeklerinin, güllerinin rengi
gibi rengarenk bir şekilde arabayı boyamak için babamdan boya
parası istiyor. Ağabeyimde yeni girmiş 10-11 yaşına. Babam,
“Boyraz Ahmet'ten al. Beni söyle. Ben oraya öderim.” diyor.
- Zaten babam ağabeyimin bir dediğini iki etmez.
Eli marifetli, hep böyle uğraşılarla uğraştığı için ona
iltimaslı bir sevgisi var. Anamın da ona öyle bir sevgisi var.
Ben yaramazım. Sokakta oyun oynamaktan böyle şeylere pek elim
değmiyor. Beni de seviyorlar ama İlhan'ın yeri başka.
- Dayım heybetli, bağ bile olsa güzel giyinmiş
haliyle köşe minderinde. Onun minderi hem büyük hem de yün Eeee...
O İsmet ağa. Karısı Lütfiye Hatunun en büyük zevki ona hizmet
etmek. “Çay olmuş mudur İsmet? Çayları dökeyim mi? “ Dayım az
konuşan güzel konuşan bir adam. Benim tanrıdan sonra taptığım
adam. Tek kelime; tok ve güzel sesiyle,
- “ doldur ! ”
- Dayımın sade sesi mi güzel? Her şeyi güzel
yapan, herkesin derdine koşan, mahallenin Çarşının Ağası.
Özelliğini, becerisini, cesaretini öleli elli sene olduğu halde
hala anlatır dururlar.
- Çaylar, çörekler, mayalılar iştahla yenmeye
başlanıyor. Bu gün başka bir gün. Bu gün 06.06.2003 Pazar. Ben
böyle şiir gibi tarihleri çok severim!
- Çünkü ben 06.06.1936 tarihinde
doğmuşum!
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
41 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- İNSANLAR OBEZ OLURKEN;
- Hanımların iki dirhem bir çekirdek olduğu, bize
de kızların dudu göründüğü 1950'li yılların başlarından
bahsedeceğim:
- O zamanlar şimdiki gibi böyle israf, fuzuli
masraf yoktu. “Onda varda bende niye yok” kavgası da yapılmazdı.
İnsanlar o zamanlar daha yoksuldu ama önce beyinlerinde
mutluluğu oluşturuyor, sevginin tohumunu ekiyorlardı önce
evlerine sonra da etraflarına.
- O zamanlar obez insanlar hemen hemen yok
gibiydi. Bırak obezi, şişman kadın bile yoktu. Nerden olacaktı
ki...? Kadınlar sanki biçer döver, hem ekiyor, hem biçiyor, hem
de yıkıyordu her şeyi.
- Çamaşır dışarıdaki taş teknede tokaçla, küllü
suyla yıkanırdı. Yemeği odun ateşinde pişirmeye uğraş, bulaşık
yıka, pekmez yap hem de yardımcısız. Kadınlar gün doğmadan
kalkar herkes yatınca da eskileri yamarlardı. Bilhassa çorap
eskilerini. Hele bağ kaynatma vardı ki, (Küre başı. 1 hafta 15
gün uğraşılırdı) hayvanların sağılması, yoğurt yap, yayıkta yağ
yap, tezek yap, her gece yatak yap sabahleyin kaldır. Hele bir
ekmek yapılışı vardı ki, ayda bir... O gün etrafı mis gibi
ekmek kokusu sarardı. Ama ev sahibinin de başının ağrısı tutar,
mevsimlerden yazsa başına salatalık sarılır kışsa patates
sarılırdı.
- Bu ekmek yapmaya para ile adam gelmez komşular
birbirlerine ödünç giderdi. O tarihlerde çarşı ekmeği almak
neredeyse ayıptı. Hatta bazılarınca zenginlik göstergesi
bazılarınca da,” Yazık, ekmeği bile çarşıdan alıyor. Herhalde
evde unu, buğdayı yok” gibi söylentilere sebep olurdu.
- Çarşı ekmeğinin ve un fabrikalarının 1952-1953
yıllarında makineleri yenilendi herhalde. Bembeyaz francalalar
yapılmaya başlandı. Adı da has ekmekti. Francalaların üstüne
serçe parmak kalınlığında ayrıca bir hamur yapıştırılırdı. Onun
adı da francala imidi idi. Evin çocukları onu bölüşemez bu simit
yüzünden kavga çıkardı. Ben gözümle görmedim ama o zamanlar
duyardık. Bazı fakir aileler bu francalaları yufka ekmeğe dürüp
yerlermiş denirdi.
- Hanım ebe vardı o tarihlerde. 90 yaşında
derlerdi. O yaşında Eskiekine bastonuyla yürüyerek gün doğmadan
gider kuşluk vakti hava tam kızmadan dönerdi. Ayhan ve rahmetlik
Orhan Çöplü' nün anneanneleri ve yanılmıyorsam
Boyvatlıoğullarından dı.
- O ebemiz domatesle patatesi yemezdi. “ O
sonradan çıktı” derdi. Domates içinse,” O ilk çıktığında, onu
yeşilken yerdik. Kırmızı olancada çürüdü” diye döktüklerinden
bahsederdi.
- Şimdi bunları durup dururken niye anlattım? O
günkü insanların çalışkanlığını, tutumluluğunu, bu günkü
insanlarımızın ise müsrifliğini, israfçılığını vurgulamak için.
Bir lokma ekmek, yemek israf edilmez atılmazdı. Bu günkü gibi 4
ekmekten biri çöpe atılmaz, parçası yer düşse onu üç defa öpüp
başımıza kor sonrada yerdik. ( Ekmeğin yerinin ağzımız olduğunu
öğretirler, bizde öğrenirdik. Ekmeğin yeri ağzımızdır.)
Okullarda yerli malı haftası yapılırdı. Herkes evde anasının
yaptığı bir şeyi sınıflarına getirir orada yerdi. Pestil,
pekmez, ceviz, peynir, aklınıza ne gelirse. Öğretmenler hep
vurgular, öğretir, “ yerli malı çoğalmalı, alan satan çok
olmalı” derlerdi. Şimdilerde yeme çoğaldı, çeşit çoğaldı.
Enerji harcayarak çalışma ise azaldı.
- Şimdi size ithalat, ihracat ve marka
hastalığımızdan bahsedeceğim. İhracatın artışından söz ediliyor
ama ithalattın durumunu söyleyen yok. Tüketim malı ithalatındaki
artış ürkütücü boyutlarda. Geçen günlerde bir gazetemizde bu
konuda çıkan bazı rakamları vereceğim.
- Türkiye'nin Haziran ayı ihracatı %35.4 artarken
ithalat %43.4 yükseldi. İthalattaki en büyük artış ise tüketim
Mallarında yaşandı. Geçen yıl Ocak Haziran döneminde 2 milyar
171.6 milyon dolar iken bu yıl aynı dönemde 3 milyar 70.9 milyon
dolara çıktı. Haziran ayında 5 milyar 632.1 milyon dolarlıkta
ithalat yapılırken 3 milyar 745.3 milyon dolarlıkta ihracat
gerçekleştirildi. Dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine
göre %62.6 artarak, 1 milyar 160 milyon 123 bin dolardan 1
milyar 886 milyon 842 bin dolara çıktı.
- İhracatı böyle artırmak için çaba harcarken
ithalatı da azaltmanın çareleri mutlaka aranmalı. Çünkü bu
malların çoğu Türkiye'de gayet güzel yapılmakta. Şayet
yapılanların eksiği varsa TSE kalite kontrolünü ciddi olarak
yapmalıdır. Çocuklarımızı, gençlerimizi bu marka hastalığından
güzelce ikna ederek, bunun yüzünden halkın fakir, işsiz hatta aç
olduğu anlatılarak vazgeçirmeliyiz. Örnekler verilmeli. Büyükler
bilhassa öğretmenler güzel örnek olmalıdır.
- YERLİ MALI ÇOĞALMALI ALAN SATAN ÇOĞALMALI.
yediden yetmişe herkes üretmeli. En azından ihracatımız
ithalatımızı karşılamalı. Açık olmamalı. Yetkililer bu yönde
kafa yormalı. Milletin ufkunu açmalı, ihracat artırılmalı,
ithalatta azaltılmalıdır.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
42 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ANADOLU SOHBETLERİ
- 19.09.2003 Cuma günü saat 15.00 de Çorum Anitta
Otelde çok önemli bir toplantı yapıldı. Toplantının adı: “
Garanti Anadolu Sohbetleri” idi. Toplantıyı düzenleyen Çorum
Ticaret ve Sanayi Odasına, Dünya Gazetesine ve Garanti Bankasına
çok teşekkürler.
- Salonu hınca hınç dolduran, 4-5 saat süren
toplantı boyunca salondaki bu doluluğu devam ettiren Çorum
halkına ayrıca teşekkürler.
- Konuşmacılar kendi konularında hakiki ustalardı.
Zaten hepsi Türkiye'nin ayrı bir değeri. Tabi ki Garanti
Bankasının bu toplantılarının 11.nin Çorum'da yapılabilmesi çok
kıymetli fahri hemşerimiz Dr. Mahfi Eğilmez Beyefendinin
sayelerinde olmuştur. Bize bu fırsatı sağladığı için kendisine
ayrıca teşekkür ediyoruz.
- Mahfi Bey, Hitit tarihi mirasına ve Çorum'a
sahip çıkılmalı diye üzerine basa basa bizleri uyardı.
Yetkililere, Türkiye'yi yönetenlere, eski yönetmiş olanlara
mesajlar verdi. Şu cümle çok acı ve çarpıcıydı; “ Japon
prensinin bile her yıl ziyaret ettiği HATTUŞA' ya Türkiye'nin
cumhurbaşkanı, başbakanı gelmiyor! Ama Atatürk sağlığı el
vermediği halde Alacahöyük'e gelip kazıları görmek istemişti.”
- Bizlerdeki bu son neslin insanları, babasının,
anasının mezarını ziyaret etmeyen bu insanlar buraları ziyaret
eder mi? etmez! Çünkü oralarda onlara oy verecek ve alkış
tutacak, yağ yakacak topluluklar olmayacak. Mahfi Bey gibi bir
insan Hitit ve Çorum için paha biçilmez çok kıymetli bir fahri
hemşeridir. Biz Çorumlular onun kıymetini bilmeliyiz!
(Biliyoruz)
- Dostlar acı söyledi ama benimde senelerdir
söylediğimi, gerçekleri söylediler. 20 senedir durakladı,
yerinde saydı gibi bir şey işte. Organize sanayinin şu andaki
hâli, hepsini toplasan bir İstikbal Mobilya etmez. Suç
Çorumlunun mu? Hayır! Çorum politikacılarının bir ve beraber
olmayışı, Içinde ekonomist ve ticari kafa yapısı olan insanların
bulunmayışı. Rehber olamadılar halada olamıyorlar. Biz balık
istemiyoruz, bize balık tutmayı öğretin. Balık tutanları da yok
etmeyin lütfen.
- Bu yazıyı yazdığım gün Amerikan doları 1.355 bin
TL idi. İhracatçı 1.600 TL iken bağlantı yapmış. Hükümet dolar
düşecek diye uyarmamış. Sattığı mal o bağlantıya göre %25
ucuzlamış. Denizli, Bursa, Antep gibi Anadolu kaplanları kedi
olmuş. Kimseye sesini duyuramıyor. Hükümet acil tedbir almazsa
bunun sonu felakettir. Fabrikalar kapısına kilidi mecburen
vurur. Yüz binlerce insan işsiz, aşsız kalır.
- Hükümetlerin görevi yaptık demek değil
sıkıntılara çözüm getirmektir. Ne mi yapılabilir? Çok acil
olarak hükümet tarafından,” ihracat yapan firmalar için dolar
kuru 1.500
- TL olarak kabul edilecek ve bu fiyatın altında ihracat yapan
firmalara aradaki fark ihracatın yapıldığı günden itibaren 1 ay
içinde ödenecektir” denmelidir.
- Bunda Hükümetin, hazinenin gideri olmayacak
ihracattan gelen döviz ve vergi ile artı gelir oluşacaktır.
İşten insanlar çıkarılmayacak yeni iş imkanları sağlanacaktır.
- Kıymetli konuşmacılardan birisi, “ 1 kg Silisyumun ( Kum)
dünya fiyatı 0.0070 sent halbuki bunu cama çevirirseniz bir
dolar. Yine bu kumu chip'e çevirirseniz 17 dolar oluyor”
diyordu.
- Bu benim çok dikkatimi çekti. Bir şeyi ham
haliyle değil işleyip en değerli haliyle satmamız lazım.
Türkiye'de gayet bol olan Taryum ve Bor cevherleri ham olarak
satılıyor. Bizden alan devletlerde işleyip 100-150 katına
satıyorlar.
- Konuşmacılardan Selman Bilal güzel mesajlar
verdi. Erdem Çenesiz'in konuşmasındaki, “AİLE ANAYASASI
YAPMALIYIZ” mesajı orijinaldi. Bunu hazırlamalı
- ve Çorum gazetelerinde yayınlamalı diye düşünüyorum.
- Nice böyle güzel, verimli toplantılara diyor
hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
43 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- NİCE BAYRAMLARA
- Bayramlar milletçe sevinç ve mutluluk
günlerimizdir. Milli bayramlarımız olmasaydı dini
bayramlarımızda olmazdı. İşgal altındaki milletleri görüyoruz.
Çektikleri eziyet, zulüm, açlık, sefalet ve ölüm kusan
silahlar. Böyle bir durumda ibadet mi olur? Dini vecibeler
yerine mi getirilebilir?
- Allah başımızdan cumhuriyeti, demokrasiyi,
gönderlerimizden bayrağımızı ve minarelerimizden ezanımızı eksik
etmesin. Bu yüce millet ilelebet payidar olur inşallah. Ben
İslam, Türk ve Çorumlu olmakla övünüyor gurur duyuyorum. Bütün
hemşerilerimin de aynı düşüncede olduğuna inanıyorum.
- Bütün vatandaşlarımızı ve hemşerilerimizi
seviyor sayıyor onları canı gönülden kucaklıyorum. 25- Kasım
2003 Salı günü başlayacak olan Ramazan bayramınızı kutluyor ve
hayırlara vesile olmasını diliyorum.
- Duyduğuma göre yine uzatmalarla tatil 9 gün
olacakmış. Bu kafayla bu memleket bu duruma yinede iyi
gelebilmiş. Lafta üretim ihracat diyoruz ... Soruyorum; üretim
yatarak ta oluyor mu? Bu tembelliği kim pompalıyor ve muvaffak
oluyor anlamak mümkün değil? Nereye gitti tatiller çok uzun
diyen hükümetimiz?
- Bu yazı 13-11-2003 Perşembe Akşamı yazılmıştı.
Yazımda Temcit verilmesini ihmal etti diye de Sayın Müftümüze
bir sürü sitemde bulunmuştum. O gece STV'de ki “ Sahur Bereketi”
isimli programda Çorum'daki Beyler Beyi Konağında yapılan “
Çorum'da Ramazan “ bölümünde kıymetli Çorum ekibi ve başında da
Sayın Hocamız Recep Hamcı
- Bey vardı.
- Sabah kendisini tebrik ve teşekkür etmek için
telefonla aradım. Kendisi o geceki programda, Ramazan ayında
Türkiye'de sadece Çorumda verilen temcitten bahsetti. Telefonda
bu konuyu konuştuk. Ben kendisine, “ Müftü Beye bu konuya
eğilmedi diye sitem ettiğimi, Pazartesi yayınlanacak yazımda da
bunu yazdığımı” söyledim. “ Aman ne yapıyorsun? Sayın Müftü
beni taa Oylat kaplıcasında telefonla arayıp buldu Sidiye alalım
diye. Bende, bu Ramazana yetişmez. Gelecek Ramazan yapalım
dedim” deyince Sayın Hocamdan Ramazandan sonra bu Sidiyi
hazırlamasını rica ettim. ”Olur yapalım” dedi.
- Sayın Müftümüze ve Sayın Hocama teşekkür ediyorum. Bana da o
Sididen bir adet lütfederlerse memnun olurum. Allah cümlesine ve
bizlere hayırlı, sıhhatli ömür verirse, verir inşallah gelecek
sene ki Ramazanda ayında Sahurda Temcit verilecek Çorum halkı da
dinleyecek. Bu güzel adette kaybolmamış olacak Rabbim kolaylık
verir inşallah.
- Sayın Belediye Başkanımızdan da bir ricamız
olacak. Gelecek yıl Ramazanda çadırda verilen bu yemeklerin
çoğunu Osmancık caddesinde bulunan Hacı Galip Kuşçuoğlu vakfında
yapıldığı gibi sefer taslarında veriniz. Böylece vatandaş
verilen aşını kendi evinde çoluk çocuğuyla yerse daha iyi hizmet
yapılmış olur diye düşünüyorum. Baba çadırda karnını doyuruyor
ama çocukları evde ne yiyor bilmiyoruz!!! Sayın Başkan konuyu
Incelemenizi istirham ediyorum. Bu güzel hizmetlerinizden dolayı
sizi kutluyorum.
- Bayramları dolu dolu yaşayan, samimi, içten,
heyecanla, yürekten tertemiz kutlayan hiç şüphe yok ki
ÇOCUKLARDIR. Bayram asıl onların diye düşünüyorum. Yaşı 50- 60
üzerinde olanlar şöyle bir anımsasınlar zemheride orucun tadını,
Sahurda komşudan komşuya giden tava mayalısını, Ağustosta Cula (
Karga) gibi ağzımızın açıldığını, dilimizin pas tuttuğunu yinede
top oynadığımızı, kuyulara sallayıp yarı soğumuş karpuzun
tadını, Ramazanlarda Küre Başı iftar ve sahur keyfini. Ne
güzeldi o günler. Ağzımızın tadı yerindeydi ve bir başkaydı
midemiz. Taşı yesek eritiyordu. 9-10 mayalı yiyen adamlar vardı.
Gece Analarımızın, “ Yavrum sabah yesin” diye fazla kızartıp biz
çocuklara ikram edilen yumurtaya batırılıp kızartılan pideleri,
“ Beni Sahura niye kaldırmadınız?” diye ağladığımızı, tekne
orucu tuttuğumuzu, göğsü madalyalarla dolu özel giyimli davulcu
ve zurnacıları, çıtır çıtır simitleri, kırmızı beyaz çubuk, top
top elma şekerlerini, sırada bekleyip suda tab edilen su
fotoğraflarını, minarelerden inim inim verilen temcit
manilerini, küçük yaşta ilk orucun zorlu gününü ve Ninelerin
oruç tutan çocukları sırtında gezdirdiğini, dedenin veya
babanın, “Orucunu bana sat” diye para verdiğini, sigara
tiryakilerinin sertlik havalarını, anaların odun ateşinde iftara
yemek yetiştirme telaşını, dayımın elini öptüğüm zaman verdiği
gümüş bir lirayı, Şeme Nenengilin, “ Işığı yok, kapılarının
tokmağını bir vuruver” diye komşuya yolladığımı unutur
muyum?
- Mahfeyi, kaydıraç telini, faytona binip
gezdiğimizi, fakirlerin, çırakların, kalfaların bayram yemeğine
gelişlerini, Helle'nin fişek ve kaleden attığı topu, mahallenin
çocuklarının babalarımızın elini öptüğünü, bazı ailelerin ev
hasreti çekmesinler diye askerleri evlerine bayram yemeğine
çağırışlarını, mezar ziyaretlerini anımsasınlar ben yaşta
olanlar. Ne güzel adetlerdi onlar hepsi hatıralarda kaldı.
Bayramlarda el öptükten sonra en yeni ve en güzel
ayakkabılarını giyip bayram yerine koşan çocukların çokluğundan
mahşeri bir kalabalık oluşur ve kalabalıktan o meydanda zor
yürünürdü. O zamanlardaki çoğu çocuğun yaptığı gibi yeni
ayakkabısını bir beze sarıpta koynuna alıp yatan ve bu gün 50-60
yaşın üzerinde olan o günlerin çocuklarına bu günün
ihtiyarlarına selam olsun. Biz antika olduk haberiniz ola.
- Başta çocukların herkesin bayramını canı
gönülden kutluyor bayramda evini terk edip geziye gidenleri hoş
görüyle karşılamıyorum. Evde ailenin bayramı Birlikte
kutlamasının tadı, zevki, keyfi başka oluyor. Nice bayramlara
sıhhat afiyet huzur dolu olarak girmek dileğiyle diyor saygı ve
sevgilerimi sunuyorum.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
44 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- RÜYA NEDİR?
- Yaşam varsa rüya vardır. Herkes rüya görür.
Halbuki bazı insanlar, “ Ben rüya görmem derler.” Bunlarda rüya
görür ama bana göre net göremezler. Böyle olunca da
hafızalarında tutamazlar. Rüya gören insan uyanır uyanmaz onu
hafızasına yerleştirmelidir.
- RÜYA: Düş; uykuda görülen hayaller diye tarif
edilse de böyle basitçe anlatılması mümkün değildir. Ben elinde
Rüya Tabirleri kitabıyla dolaşanlardan değilim ama rüyaya
inananlardanım. Rüya insanoğlunun var oluşuyla başlamıştır. O
bir muammadır. Rüya bir ilim olarak kabul edilmiş bütün
peygamberlerde rüya ilmine değer vermişler ve onunla da amel
etmişlerdir. Rüya insanları devamlı meşgul etmiş olup çokta
önemlidir. Rüya batıda, doğuda daha doğrusu bütün dünyanın ilgi
kaynağı olmuş, insanları meşgul etmiş ve onun hakkında pek çok
eser yazılmıştır. Modern ilimde bu muammayı çözememiştir.
- Rüya gaipten işaretlerdir. Hazreti
peygamberimiz, “ Salih imanlı bir kimsenin gördüğü güzel rüya
peygamberliğin kırk altı cüzinden biridir. Mümin insanların
gördüğü rüya sanki Rabbiyle uykuda konuştuğu bir çeşit
müjdedir.” buyurmuşlardır.
- Rüyalar iki kısma ayrılır. 1-) Doğru, gerçek
rüyalar. 2-) Yalan ve karmaşık rüyalar. Doğru rüyalar
Allah'tandır. Kötü rüyalar şeytandandır. Bunlar karmakarışık
rüyalardır. İyi rüyalar görmek bir lütuf ve saadettir.
- İnsanlar rüyada ileride başına gelecekleri bazen
ayan beyan görebilirler. Bazen de bir takım işaretler sunulur.
İşte bu hallerde bu işin erbabı olan iyi ve dürüst birine rüyayı
tabir ettirmek lazımdır. Bazı insanlar görmediği halde şöyle
böyle rüya gördüm diyorlarsa büyük vebalde kalırlar. Çünkü doğru
rüya, Rüya Tabir Kitaplarında peygamberlikten bir parça
denilmekte ve salih kullarına Allah'ın sevindirici bir
müjdesidir denmektedir.
- Kur'an'ı Kerimde bunun örnekleri
vardır. Camilerde hutbelerde anlatıldığı gibi Hazreti İbrahim
(A.S) oğlu İsmail'i kurban etme rüyası ve Hazreti Allah'ın onun
rüyasına sadık kalması hürmetine gökten koç göndermesi. Hazreti
Yusuf'un gördüğü rüya ve babasının tabir ettiği bir şekilde
hayatı geçmesi gibi.
- İnsanlar rüya görme yönünden de
üçe ayrılırlar. 1-) Peygamberler. 2-) Salihler, Veliler.
- 3-) Halk tabakası denen insanlar.
- 1-) Peygamber efendimizin gördüğü rüyalar
tümüyle doğru ve gerçektir. Çünkü bu rüyalar ilahi vahyin bir
koludur.
- 2-) Salih ve Velilerin gördüğü rüyalarda genelde
doğru ve gerçek rüyalardır.
- 3-) Halk tabakası denenlerin gördüğü diğer
rüyalar: bu rüyalar gerçek olabileceği gibi karışık ve yalan
rüyalarda olabilir. Salih ve dindar kimselerin gördüğü rüyalar
Allah'ın bir lütfü müjdesi olacağına dair ölçüleri vardır. Bu
rüyalarda üçe ayrılır.
- 1-) Rahmani rüyalar.
- 2-) Şeytani rüyalar.
- 3-) Kişinin kendisi tarafından
meydana gelen rüyalar.
- 1-) Rahmani rüyalar kula bir müjde olarak
düşünülmelidir. Salih ve doğru rüyadır. 2-) Şeytani rüyalar
şeytan tarafından bir kişiyi korkutmak için gelen rüyalardır.
3-) Kişinin kendisinin meydana getirdiği rüyalardır ki, bunlar
yalan olup kişinin kendi kafasında kurduğu kuruntulardır.
- a-) Güzel rüya gören kimse bunu müjde kabul
etmeli ve Allah'a şükretmelidir. Gördüğü bu rüyayı sevdiği
kimselere anlatmalıdır. Sevmediklerine anlatmamalıdır. Rüya her
önüne gelene de anlatılmamalıdır.
- b-) Kötü rüya gören kimsede bunun hayra
yönelmesi için Allah'a sığınmalı ve dua edip yalvarmalıdır.
Rabbim, gördüğüm bu rüyanın ve şeytanın şerrinden sana sığınırım
demelidir. Fazla etkilenmemeli Rabbine sığınmalıdır. Böyle
rüyalar hiç kimseye anlatılmamalıdır. Bunları tabir ettirmekte
çok yanlış olur. Zaten insan kendisi istese de rüya göremez.
Rüyalar insanoğlunu başka alemle haberleşmeye götürür. Bu ilahi
bir lütuftur. Bir kimse doğru rüya görmek istiyorsa sözünde ve
özünde doğru olmalıdır. Bir işin hakkımızda hayırlı olduğunu
görebilmek için 2 rekat namaz kılıp (Buna istihare namazı
denir.) dua edilir. Abdestli olarak yatılır. Gönülden rabbine
sığınarak yapılan bu duaların hürmetine Allah'ın izniyle
kendisine bazı işaretler verilir. Peygamber efendimizi rüyada
görmek çok güzeldir ve rahmanidir. Her kim peygamberimizi
rüyasında görürse gerçekte onu görmüş gibidir Peygamber
efendimiz kendileri böyle buyurmuşlardır. Güzel rüyalar görmek
dileğiyle sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
- Kaynak: Büyük Rüya Tabirleri
Yusuf Tavaslı
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
45 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
- İNSANA YATIRIM YAPMAK
- Bu gün dünyaya hükmeden daha doğrusu zulmeden
kapısında üç kuruş ödünç parayı hem de faiziyle almak için
aylarca beklediğimiz Amerika...
- Maneviyat hariç dünyada borsaların
düştüğü,öksürüğe borsaların tavan yaptığı Amerika...
- Dünyada milyonlarca insanın açlıktan ölmesine
göz yuman Amerika.
- Irak’ta senelerdir koyduğu ambargo yüzünden
milyonlara varan,başta çocuklar olmak üzere ilaçsızlıktan
insanların ölmesine sebep olan,kendi çıkarları ve üç kuruşluk
menfaati uğruna dünyada ölüm ve kan kusan Amerika...
- Bundan 217 yıl önce Osmanlı Devleti ile ticaret
antlaşması imzalamak için 45 sene uğraşmış Amerika...
- Nereden,nereye ? Düşmedik,kalkmadık bir Allah.
Demek ki;insanlar gibi devletlerde düşüp kalkıyorlar.
- Sultan 2. Mahmut Han Hazretleri Amerika ile
ticaret antlaşmasına Amerika’nın savaş gemilerinin
teknolojisinin Osmanlı Devletine aktarılması şartıyla razı
olunmuştur. Ama yazılı metinde bu maddenin olmadığını görünce
Amerika Elçisini huzurundan kovulmuştur.
- Şimdi de biz AB’ye girmek için uğraşıyor ve iki
de bir Avrupa kapılarında kibarca kovuluyoruz . güzelce de
soyuluyoruz. Yalandan efelenmelerin hem para isteyip,hem ağlayıp
sonra kafa tutup efelenmeyeceksin. “Veren el,alan elden daima
üstündür” Bunu unutmayacaksın.
- Amerika ile Türkiye’nin ilk ticari ilişkileri
1785’de başlamış bu ülkeye o zamanki senelik ihtiyacımız 400 bin
dolarmış. O yıllarda dünyada doğru dürüst ihracat yok. Yol
yok,uçak yok sadece denizden gidiliyor uzak ülkelere. O dönemde
bu fevkalade bir rakam.
- 102 yılında Amerika İzmir’e bir Konsolos tayin
etmiş. Konsolos iki yıl görevde kalmış. Daha sonra Osmanlı
Devletinin Konsolosluğunu taktik etmediğinden geri dönmüştür.
1808’de yeniden Konsolosluk için teşebbüs etmiş ama yine kabul
edilmemiştir. 1811’de Ticari Ateşelik izni verilmiştir.
- Bunlar hep güç ve kendine güvenden ileri
gelen,ona dayanarak yapılan işler. 1828’da Amerika Birleşik
Devletleri ile 400 bin dolarlık mal satmış,70 bin dolarlık mal
almıştır. Yani senelerce ihracatımız ithalimizden fazla
olmuştur.
- 1830 yılında Türk Amerikan Dostluk Ticaret ve
Seyr’i Sefa’ın Antlaşması imzalanmıştır. Amerika’nın dünyada
kendini kabul ettirmiş harp gemilerinin teknolojisinin Osmanlı
Devletine aktarılması şartıyla bu antlaşmaya imza atılmıştır.
- 1831-1839 tarihleri arasında Osmanlı Devleti
Amerikalılara Türkiye’de buharlı gemi yaptırmıştır. 2. Mahmut’un
ani ölümü sonrası Amerikalı mühendisler Türkiye’yi terk etme
mecburiyetinde kalmışlardır. Halbuki bu işe devam edilse ide
belkide 1850 yıllarında kendi gemimizi yapabilirdik.
- Ben bu yazı ile şunu anlatmaya uğraştım. İnsana
yatırım yapmaya,günün eğitimine,teknolojisine ayak
uyduramayanlar ister firma olsun,ister Devlet olsun adım adım
geri kalıyorlar. Bu gün 65 senedir bir tane dahi Devlet Adamı
yetiştiremememizi buna bağlıyorum.
- Sevgi ve saygılarımla.
- Not:Bu yazı yazılırken 06.10.2002 tarihli
Türkiye Gazetesinden faydalanılmıştır.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
46 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- DOĞAYI KATLEDİYORUZ
- Televizyonlarımız neden güzel haberler vermez ?
Yok mu sanki hiç iç açıcı güzel şeyler ? Neden bunlar haber
yapılmaz ? Örneğin: “İstanbul-Ankara Kara Yolunda dün Ankara’dan
İstanbul’a giden 15.000 vasıtadan hiç biri kaza yapmamıştır”
gibi. Olur mu efendim böyle haber ! Haber dediğin “İstanbul
–Ankara Karayolunda iki otobüs çarpışmış ve zincirleme kazaya
sebep olmuş,tam on üç araç birbirine girmiştir. 18 ölü,44 yaralı
var. 15 yaralının durumu çok ağır” denince haber olur sanılıyor.
- Bıktık bu içimizi karartan kara haberlerden.
Borçtan,yoksulluktan,işsizlikten. Lütfen biraz da iyi şeyleri
arayın bulun; bunları anlatın insanlara. “40 gün ne dersen o
olurmuş” diye bir atasözümüz vardır. İyilikler söyleyin iyi
olsun her şeyimiz.
- Geçenlerde de Rize’de 20 insanımız sel
felaketinde öldü. Bunun bile insanlara ders verecek güzel güzel
anlatıp gönlünde yer etmesini temin etmek lazım. Ağaçları
kesilip,bitki örtüsü yok edilip,oralara gereğinden gazla çay
bahçesi yapıldığı,dere ağızlarına evler
yapıldığı,politikacıların 300-500 oy uğruna bunlara göz
yumduğunu ve asıl cezalandırılması gerekenin onlar olduğunu
güzel güzel anlatılsa insanlara daha duyarlı olur sanıyorum.
Doğayı katlediyoruz. Katledilen her şey gibi o da intikamını
alıyor. Yok ediyoruz. Kirletiyoruz. Bu ne vurdum duymazlık ?
- Çorumlu 2000 Dergisi’nin bundan önceki sayısında
ve gazetelerimizdeki köşemde “Fidan Dikimi Ve Yetiştirme” diye
bir yazı yazdım. Bu yazıyı Çorum Belediye Başkanı başta olmak
üzere 13 ilçemiz Belediye Başkanlarına;bana parasıyla fidan
yetiştirmede katkıda bulununuz ama buna sizde imkanlarınızla
katkıda bulunun demek istedim,kimsede çıt yok. Bu kafayla daha
çok “Rize Sel Felaketleri” görür ömrü olanlar TÜRKİYE’DE ! Geçen
gün takvim yaprağında okumuştum.”Ağaç hayırlı evlattan bile
hayırlıdır” diye. Lütfen bu cümleye dikkat edelim.
- Sayın Belediye Başkanımızın Çorum Festivali
biter bitmez benim ve arkadaşlarımın “1 Milyon Fidan
Kampanyası”nı hemen gerçekleştireceğini hatta;1 milyon da
kendisinden olmak üzere bu yıl iki milyon fidan
yetiştirileceğini söylemesine rağmen aylar geçti bir haber
alamadık. Yıllar geçse de bu işin ben takipçisiyim. Ya 2000
Dergisi...? Ya yerel basın nerede ...? Uyku da kardeşim uykuda !
Yazdıklarınızı neden takip etmiyorsunuz ? Neden bana da,Arif
Ersoy’a da sormuyorsunuz ? Neden bu kadar önemli,hatta çok
önemli bir konuya parmak basmıyorsunuz... ?
- “Bilmem kim 100 tane fidan dikti” bu defalarca
haber olur. Ama 10 tanesi tuttu 90’ı kurudu bu yazılmıyor. Gidin
ertesi sene dikilen fidanın yüzde kaçı tutmuş,bu gün baharda
dikilen fidanlar ne halde lütfen ama lütfen bir inceleyin. Fidan
katliamını gelecek yıl önlemenin tedbirlerini alalım. İleriki
yıllar için fidan yetiştirelim. Vilayet fidanlığı 1.500.000
fidan yetiştiriyormuş kendilerini canı gönülden tebrik ediyorum.
Yetişmiş ağaçları da elimizle kurutuyoruz. Eski Ekin Bağlarının
ve köyünün suyu bu gün lüzumsuz yere gasp edilmiş olup
milyonlarca ağaç kurumuştur. İnsanlar o gün susuzluktan
ölüyordu,bu gün iki senedir böyle bir durum yok. Oranın halkı
hakkını mahkemede aramalıdır!
- Üç gün önce Mardin’de görev yapan bir subayla bu
ağaç mevzuunu konuştuk. Oralarda adamlarımızın cahilliğine bak
ki;”ağaç toprağı yer” diye bir düşünce,bir zihniyet varmış. Bunu
hâlâ Milletimize öğretemediysek,ağacın toprağı çoğaltılacağını o
olmayınca da toprakların derelere,çaylar vasıtasıyla denizlere
gidemeyeceğini öğretmediysek buna Milli Eğitim denmez ! Bunu
hocalar Cuma hutbelerinde öğretmedi ise o hocalar vaaz ve
nasihat yaptı denmez ! Bu hepimizin duyarsızlığı. Lafla peynir
gemisi yürümüyor vesselam. “Ayinesi iştir kişinin;lafına
bakılmaz”
- Not: Ben bu yazıyı yazarken Osmancık
Belediyesinden Serdar Bey telefon etti ve Sayın Başkanla konuyu
incelediklerini bildirdi. Sonsuz Teşekkürler.
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
47 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- HATIRA FETVA YOK
- İnsanlar yaptıkları iyilikleri ve yardımları Allah
Rızası için değil de;o şahıslardan bunun karşılığında bir şeyler
bekleyerek,en azından kendilerine hürmet ve saygı duyulmasını
isteyerek ve düşünerek yapansa,karşılığını da görmezse isyan ediyor.
Halbuki;bu bir rızai bari içinde yapılırsa o zaman bu isyanı duyup
günaha girmez. Tabi ki bunu yapabilmek için belli bir olgunluğa,belli
bir kültüre erişmek lazım. Yani bir ilahi de söz var:”Kırk yıl kazan
da kaynattılar,yine de çiğsin dediler” Diye. Pişmek,olgun olmak,nefis
denen canavarı yenmek öyle zor ki...
- Ahde vefasız insanlara bende kızarım. Ama hiç bir şey
söylemem. Acırım,gülerim onlara o kadar. Olgun buğday başaklarının
boynu bükük,içi boş başakların başları hep diktir. Önce bu yazıyı
Çorumlu olan bir ağabeyimizin Çorumlular hakkında onlara kızdığı ve
ahde vefasız olduklarını söylediği için yazdığımı belirtmek isterim.
Tabi ki;tamamen yanlış düşünüyor. Ben hemen şunu da belirteyim ki;ben
ne Çorum’a,ne de Çorumluya laf söyletmem. Çünkü;her ikisine de aşığım,
bu ve buna benzer şeyleri söylediğim,yazdığım zaman politikaya yatırım
yapıyor diyenler varmış. Politika benim yapabileceğim en son iş. Ve de
zurnanın son deliği. Yapıma,karakterime hiç uymayan bir iş. Onun için
böyle şeyi akıllardan geçirenler tamamen yanılıyorlar.
- Çorumlu dürüsttür. Çorumlu ekmek bilir. Çorumlu ahde
vefalıdır. Bunu ben babamdan dolayı çok iyi biliyorum. Elhamdülillah
ben de yaşıyorum. Tabi ki: bazı yanlışlıklar olacak. Sen bunun
yüzdesine bakacaksın. Bu;bu günde olacak,daha önceleri de olmuştu. Hz.
Ali R.A. Efendimize bir gün:”Falanca seni öldürecek” demişler. Hz. Ali
R.A. Efendimiz:”O beni öldüremez,ben ona iyilik yapmadım ki beni
öldürsün” Demiş diye söylenir. Doğruluğunu da bilmiyorum. Bazen
silahın geri teptiği gibi böyle şeyler olur. Ben bununda bir imtihan
olduğunu,yaptıklarınızı kul için mi,Allah için mi yaptığımızı ölçmek
için mi olduğunu düşünüyorum.
- Ey insan oğlu ! Sen verdiğin 5-10 liranın,verdiğin
5-10 kişiden karşılık görmedim diye isyan ederken,Allah’ın sana
verdiklerini neden düşünmezsin ? Önce sıhhatin,nefes alıp vermenin ne
olduğunu bilmez misin ? Evler,evlatlar,arabalar türlü türlü nimetleri
için neden şükretmeyiz ? Verenin o olduğuna,mülkün sahibinin Allah
C.C. olduğuna canı gönülden neden inanmayız ? Biz verilen bu mülkün
başında nöbetçiyiz. Neden veren el olduğumuza ayrıca binlerce
şükretmeliyiz. Alan el de edebilirdi Allah C.C. Allah. C.C. öyle büyük
ki;öyle sabırlı ki,bizlerin isyanına,yaşayış tarzına,bunca rezilliğe
rağmen insanlara bol bol rızk veriyor.
- Müslüman isyan etmez ! Şikayet etmez ! Beddua hiç
etmez ! Çünkü beddua döner,dolaşır sahibini bulur. Müslüman ya ne
yapar ? Allah C.C. ıslah etsin der,şükreder,insanlara faydalı olmaya
uğraşır. İki cihan için de eşit çayışır. Dünya Ahretin
tarlasıdır,herkes Cehenneme kendi ateşini kendi eliyle götürür.
Dışarıda oturan Çorumlulardan bazılarına söylüyorum bunları. Size
Çorumlu koyun verdi,kuzu verdi,ekmek verdi,mevki verdi. Çoğunuzu
zengin etti. Siz Çorum’a ne verdiniz ? 5-10 kişiye verdiğiniz Zekat
için hava atma ve Çorumlu hakkında konuşmaya hakkınız olmasa gerek.
Ben ne idim,ne oldum ? Rabb’im bana neler verdi demek gerek.
KAZAN;KAFANA TERSİNE BİR GEÇERSE NEFESİNİ BİLE ZOR ALIRSIN. Akıllı
olalım,akıllı ! “Tosbağa (Kablumbağa) kabuğundan çıkmış da kabuğunu
beğenmemiş”
- Ben doğruları yazdığıma inanıyorum. HATIRA FETVA YOK
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
48 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- EKONOMİ KÜL YUTMAZ
- İstesek de,istemesek de
ekonominin girmediği kapı kalmaz. Onun gücü her kapıyı açar.
Sayın Kemal Derviş “Türkiye'de ekonomi ile siyaset fazla iç içe
girmiş”diyor. Bizim gibi;ekonomi ve siyasi bilgisi yarım olanlar
tarafından idare edilince ve adama iş için her türlü
ahlaksızlıkların yapıldığı ülkelerde ekonomi felç oluyor.
Netice: bizim halimiz.
- Mayıs ayının sürprizi Milleti
sevindiren olay,Avrupa grokoremen şampiyonasında Türkiye'nin
birinci olması. Hem de epeyce puan farkı ile. Türkiye 64 puanla
birinci,Rusya 54 puanla ikinci,Gürcistan ise 35 puanla üçüncü
oldu. Türkiye'yi ilk defa grokoremen Avrupa şampiyonu yapan ve
altın madalya alan,2 olimpiyat,1 dünya ve 5 Avrupa şampiyonu
olan Hamza YERLİKAYA'yı,2 altın madalyayı getiren Şeref
EROĞLU'nu ve ilimiz sporcusu, sıkletinde üçüncü olarak bronz
madalya alan Nazmi AVLUCA'yı tebrik ediyor,teşekkür ediyoruz.
- Rusla'nın bizden 10 puan gibi
açık bir farkla ikinci oluşunun sebebi ekonomiktir. Bulgarların
dereceye giremeyişiyle ekonomiktir. Bu mucize şey yani
ekonomi,güreş minderinin kapısını çalar. Düğün kapısını da
çalar. Cenazesi olanın kapısını da çalar. İşte Türkiye'deki
ekonomik krizin de 2-3 aydır çalmadığı kapı kalmadı. “Hangi
kapıyı çalsanız karşınızda buruk acı” olarak Azrail gibi
karşınıza dikiliyor.
- Şu günlerde İMF'den çıktı
çıkacak denilen kredi Derviş'in tahmin ettiği gibi,daha doğrusu
umduğu gibi 15 milyar dolara çok yakın. Bunun iyi kullanılması
lazım. Bize göre bu para kullanılırken yatırım
yapanlara,işsizlere iş açanlara,aynı zamanda ihracat yapan,döviz
getirenlere öncelik tanınmalı.
- İMF pekte makbul sayılmayan
milletler arası bir kuruluş. Biz buraya 18 defa baş vurduk.
Bundan önceki 17 başvurumuzdaki sözleşmelere ve imzalarımıza
uymadığımız ortada. Onun içinde bu son anlaşmada sayın
Derviş'ten başka hükümeti teşkil eden üç liderinde imzasını
ayrıca aldılar.
- Kötü idare edilişimizden dolayı
son 15 yılda Türkiye'nin 1 trilyon civarında parasını kaybettik.
Bu yüzden de ekonomi çöktü. Bu alınan para çok iyi
kullanılmalıdır. Halka moral verilmeli,yatırımcılara güven ve
kolaylıklar getirilmesi sağlanmalıdır. Bunun için ayrıca siyasi
istikrar sağlanmalıdır. Siyasette ve ekonomide reformlar
yapılırsa ve isabetli kararlar alınırsa,iki yıla kadar yaralar
sarılır. Seçimde de bu hükümetteki partiler ve onların
liderleri,Sayın Ecevit,Sayın Bahçeli ve Sayın Yılmaz meclise
girebilirler. Yoksa seçim barajını bile aşamazlar. Bunun birinci
şartı “Partiler Kanunu,Dokunulmazlık denen canavar ve Seçim
Kanunu” bu yıl çıkmalı ki;halk bunlara inanmalı ve güvenmelidir.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
49 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- TURİZM
- Yazıya herkesin
söylediği,yazdığı gibi çok söylenen bir sözle başlıyorum. Turizm
bacasız fabrika. Fabrikalar yaptıklarını yurt dışına sattıkları
halde,sattığı malı kimin kullandığını bilmezler. Onlarla
karşılaşmazlar bile. Turizmde ise;döviz sizin ayağınıza gelir.
Sizinle konuşur,sizden bir şeyler öğrenir,size pek çok şeyi de
öğretir. Gelen canlıdır ve insandır. (İnsan gibisi var mıdır ?
Tabii insan gibi insansa !)
- Bir çok milletler turizmden
büyük döviz geliri elde etmektedir. Bizdeki döviz gelirinin
yüzdesi,döviz gelirimizin büyük bir kısmını turizm teşkil
ediyor. Fakat bu yeterli değil,bunu 4-5 katına çıkartabiliriz.
Bu konuda kendimizi dış ülkelere ve hatta kendi yurttaşlarımıza
bile tanıtamıyoruz. Artık yurt dışına çıkacak insanlar gideceği
yeri seçmek için İnternet kullanıyor. Sanıyorum burada yeteri
kadar tanıtılıyor mu bilmiyorum. Bu konuyu turizmle
uğraşanlar,bu konuyu meslek edinenler mutlaka incelemeli ve
gerekeni yapmalıdır.
- Milletin canı çok yandı ise
de,paranın % 40 varan devalüe edilmesi de ayrıca turist
gelmesine etkili olacaktır. Bunu da iyi değerlendirmeliyiz.
Gelen insanlara değişik yerler göstermeli,diğer yıllarda da
oralara gelmelerini sağlamalıdır. Turizmin başlıca 3 çeşidi
vardır. 1-Deniz turizmi,2-Kış turizmi,3-Kaplıca turizmi.
- Ben size en zayıf olduğumuz
kaplıca turizminden bahsedeceğim: Bu aynı zamanda bir yerleri
görmenin dışında,insanların hastalıklarına,bilhassa ihtiyarların
ağrı ve sızılarına iyi geldiğinden (Bazı tedavi usullerinde
doktor kontrolünde) yapılınca bayağı faydalı oluyor. Yaşlı
insanların da yüzme sporunu yapmasını temin edilmiş oluyor. Bu
yönüyle hem önemli bir kazanç,hem de önemli bir insanlık
görevini yerine getiriyor. Türkiye'de yer altı sıcak termal
suları çok fazla,bunların çoğu da ormana yakın yerlerde. Ben
zannetmiyorum ki,bu suların 4 te biri hakkıyla kullanılsın.
Halbuki jeotermal enerji ile yabancı ülkeler şehirlerinde bazı
bölümlerini ısıtıyor,elektrik üretimi yapıyor. Seralarında
toprak altını ve üstünü ısıtıyor,kışın bile bol mahsül alıyor.
Biz ise kullandıklarımızı da berbat ediyoruz. Örnek mi ? Havza
kaplıcaları. Bu güzelim yerleri küçük küçük oteller yapılmış.
Birbirlerinin sıklığından hava alınmayacak hale gelmiş. Velhasıl
beton yığını olmuştur. Halbuki her yönüyle mükemmel 2-3 tane
otel olsa,küçük işletmeler yerine insanı anonim Anonim Şirket
kursa,buralar ne güzel yerler olurdu. Bir örnekte Çorum
yakınlarında,her ne hikmetse Amasya'ya bağlı Hamamözün'de güzel
bir işletme kurulmuş. 2 defa gittim. Müdürü ile sayın Belediye
Başkanı ile görüştüm. İkisi de pırıl pırıl insanlar AMMA
İŞLETMECİLİK çok zayıf.
- Aşağıda bahsedeceğim Çorum'daki
Anadolu Turizm ve Otelcilik Meslek Lisesi yöneticileri ile
irtibat kurmalarını tavsiye ediyorum. İkinci tavsiyem kriz'in
halkın maddi gücüne verdiği zararı düşünerek,ayrıca tanıtım
amacı ile fiyatları %30-35 eksiltilmeli diye düşünüyorum.
Bunlardan sonra gereken reklamlar yapılmalı,bu işletme iyice
tanıtılmalıdır. Çorum Hamamözü yoluna hiç olmazsa iyice bir
bakım yapılması temin edilmelidir.
- Çorum Turizm Müdürümüzden de bazı ricalarımız olacak. Nisan
başlarında Rüstem Eren'le Yeni Hayat Barajına gittik. Baraja
gelinceye kadar 4-5 kişiye sorduk,öyle varabildik. Gerektiği
kadar yolu gösteren levha yok. Baraja su tutulalı 1 yıl oldu.
Burası bir yıldır insanların mesire yeri oldu. Halâ yola
levhalar konmamış çok yadırgadım. Barajın etrafında da göze
çarpan bir düzenleme yok. Halbuki Çorum'un su kadar mesire
yerlerine de ihtiyacı olduğu düşünülmeli ve orası cennet gibi
olması lazımdı şimdiye kadar.
- Çorum Anadolu Turizm ve
Otelcilik Meslek Lisesi Müdürü Sayın Abdullah Durmuş'un yerel
gazetelerimizden birisinde 10.04.2001 Sayı günü bir yazısı
çıktı. Çok memnun oldum. Ben öteden beri Türkiye'nin meslek
okullarına ihtiyacının olduğunu,ama bu okulların talebelerinin
okul tatillerinde mutlaka,meslekleriyle ilgili yerlerde
çalışıp,pratik yapmalarını öneririm. Çünkü; ben de 1955'de Erkek
Sanat Enstitüsünü bitirdim. Bilgim vardı ama pratiğim
olmadığından 6 ay çok sıkıntı çektim ama azimle mesleğimi iyi
yapan biri oldum. Gençleri üniversiteye doldurup,gereken bilgiyi
vermeyerek kapı kapı iş aratmanın manası yok bence. Sayın
müdürün yazısını çok beğendim. Teşekkür eder,başarılarını
dilerim. Mehmet'ten Turist Kıza yazılan bir şiirle yazımı
bitiriyorum.
-
- MEHMET'TEN TURİST KIZA
- (Evliliklerinin Yıldönümünde)
- Kara bulutum,yağmurum,
- Tunuslu güzelim. Karım.
- Bereketim,kara toprağım.
- Seherde öten bülbülüm,
- Yediveren gülüm,baharım.
- Mavi gökyüzüm,güneşim,
- Geceleri doğan ayım.
- Kutup yıldızım.
- Ben sana vurulmuşum.
- Umudum,çorbam,ekmeğim.
- Billur bardaktaki suyum.
- Şiirim,türküm,sazım.
- Bir türkü tutturmuşum uzun hava,
- İçinde hasret var,mutluluk var.
- Bu uzun hikaye,bu benim alın yazım.
- Alın yazımda neler yok ki,
- Çile,hasret diz boyu çamur.
- Ama ben mutluluktan yoğrulmuşum.
- Bir türkü tutturmuşum sevda üstüne,
- Zaten bir türkü bilirim,
- Bunu bilir,bunu söylerim.
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
50 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
- TEK PENCEREDEN BAKANLAR
(SEVGİ YUMAĞI)
- Tek pencereden bakanlar diye
düşündüğüm insanlar bana göre; ufku dar insanlardır.
- Tek tutkusu olanlar, hobisi
olmayanlar, insanları hatta; kendini sevmeyenlerdir. Kendisiyle
bile barışık olmayanlardır. Bu çeşit insanlar kötümser ve
karamsardırlar. Şükretmeyi bilmeyip,hep kendilerinden yüksek
seviyelerde olanlara bakıp haset ederler. Halbuki; insanlar
haset değil, gıpta etmelidir yani; kendinden ilerideki insanlara
yetişmek için çalışmak ve didinmelidirler.
- Sevmek; daha ileriye gidip kök
salınca aş olur. Mevlâna Hazretlerine aşk nedir? Diye sorarlar.
"Ben olda bil" diyorlar.
- Adamın tutkusu sadece para ise o
kesilince tek penceresi olan oda gibi karanlıkta kalır. Dünyaya
çok yönlü bakıyorsa; kapanan o pencere kapanır. Ama diğer
pencerelerin aydınlığı ona yeter. Sevgisiz insan kuru ağaç
gibidir. Hiçbir şey vermez. Tabi ki; alamazda. Seven sevilir,
kusursuz dost arayan dostsuz kalır. Korkularak meydana gelen
saygıdan hayır gelmez.
- Biz Allah'tan korktuğumuzdan
ziyade, Onu sevdiğimizden, Onun da bizi sevdiğine inandığımızdan
emir ve yasaklarını yerine getiriyoruz ve ona ibadet ediyoruz.
Haki- ki seven, ciddi olmayan kusurları görmez. Zaten
hoşgörülüdür. Ama ona olan hoşgörüsü bambaşkadır. Sevgi,
muvaffakiyet, gönle girme, tatlı dil, güler yüzle olur. Bakımlı
olmak, güzel giyinmek, güzel konuşmak,insanın kendi-sine ve
karşısındakine güven verir. Ufak şeylerden mutlu olmayı
öğrenmeliyiz. Tıraş olduğunuzda, okumaya bir kitap aldığınızda,
sevin meyi, mutlu olmayı öğrenmeliyiz. Kolay kolay moralimiz
bozulmamalı,sabırlı, dayanıklı olduğumuza kendimizi
inandırmalıyız. Şartlar size uymayabilir. Bulunduğunuz şartlarda
mutlu olmayı bilmeliyiz. İnsanın moralini yükselten en iyi ilaç,
güzel söz ve sevgidir. İnsanın kötü anında candan söylenen
birkaç cümle, gülen bir yüz, candan bir el sıkışı ömür boyu
unutulamaz.
- Büyük ve yeni bir iş yapacağı
vakit o işi bilen en az üç kişiye danışmalıdır.(Zaten Sünnettir)
Çabuk olmalıyız ama,acele etmemeliyiz. Acele şeytandandır.
- Bir arkadaşım;100 yaşını geçmiş
hâlâ dinç olan, köyde yaşayan akrabasının bayramda elini öpmeye
gitmiş. Elini öpünce Allah uzun ömür versin demiş. İhtiyar
beddua etme oğlum demiş. Bazen ölüm kurtuluştur. Sevgi yumağında
yuvarlanırsanız ölümü bile seversiniz. Bu sevgi size mutluluk
verecektir. Mevtalar görürsünüz. Gülerek canını veren, tahtada
tıkanırken tatlı bir tebessüm vardır yüzlerinde. Bunların güzel,
kolay ruhlarını teslim ettiklerini düşünürüm. Onlara imrenirim.
Bende böyle ruhumu teslim etmek isterim. Öyle olur İnşallah.
- Kısacık ömrümüzde kalp kırmadan
seven ve sevilen insan olabilirsek ne mutlu bize. Her ne kadar
yazımın sonunda söylediklerim doğru ve gerçek ise de biraz
hüzünlü oldu galiba. Size bir fıkra anlatayım da gülünüz.
Gönlünüz şen, yüzünüzden tebessümünüz eksik olmasın.
- Adamın birisi bir köye gider. O
köyde de gelen yabancıya İslâm'ın şartı kaç? Diye sorarlarmış.
Bu yeni gelen yabancıya da sor muşlar. Adam elli demiş. Soranlar
yıkmışlar adamı falakaya 5-10 sopa vurunca sormuşlar yine
İslâm'ın şartı kaç? adam yüz demiş, fa lakada daha hızlı
vurmuşlar, yüz elli demiş. O sırada başka bir yabancı gelmiş
köye. Ona dönmüşler İslâm'ın şartı kaç? Diye ona da sormuşlar.
Yeni gelen beş demiş. İlk adam yattığı yerden bağırıyormuş ben
yüz elli dedim dayaktan kurtulamadım,sen hapı yuttun arkadaş
demiş.
- Hoşça kalın. Sevgi ve
saygılarımla.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
51 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
- HER VİLAYETE BİR MAHALLE
KURMALI
- Bu büyük felakete sadece doğa
olayı ve kader diye bakamayız hatta; Allah'ın kullarına bir
uyarısı sözcüğüyle de geçiştiremeyiz. Yukarıdakine benzeyen
sözler ve yazılar da doğruluk payı vardır. Ama insan oğlu da
kendisine çeki düzen vermeli. Günde bir,iki defa hissedilir
edilmez "deprem" olan bir ülkede ise ve yılda bir şiddetli
depreme maruz kalan bir yurtta yaşanıyorsa memleketin çoğu 1.
Derecede deprem bölgesinde ise; binalarını ona göre yapmalıdır.
Ona göre kanunları olmalı en mühimi bu kanunlar eksiksiz
işletilmelidir. Bu iş devletin kontrolü ile de takip edilmeli
daha inşaatın temeli atılmadan bina sigorta ettirilmeli, bu
sigortaya da sorumlulukları kanun çerçevesinde açık ve net
bildirilmelidir. İmar yerleri belirlenirken doğanın dengesi
bozulmamalıdır. Bir asır sonra bir dönüm verimli arazinin sonsuz
kıymete erişebileceği bu dünyada verimli araziler heba
edilmemelidir. Benim çok hoşuma giden meşhur bir söz var.
”İnsanlar tabiatın dengesini bozdukları müddetçe, tabiat
onlardan intikamını çok çetin alır”
- Ruhsatsız binalar ve ikide bir
çıkartılan imar affı kalitesiz bina yapımını adeta teşvik
etmektedir. Bu memlekette 60 bin mühendis var. Fransa'da bu
rakam 6 bin. Bu devletlerde de bina yapılıyor, orada da deprem
oluyor. Japonya ise dünyada depremi en çok yaşayan bir ülke.
Onlarda 7 şiddetinde depremde bina yıkılmıyor. Bizde binlerce ev
yıkılıyor, 20 bin insan ölüyor. Televizyonda Ulusoyların
birisiyle bir spikerin konuşması vardı. Orda 7 şiddetinden
sonra, her onda bir için zararın bir katı büyüdüğünü söylediler.
Yani;7 yerine 7 onda bir olunca zarar bir kat büyüyormuş. Ulusoy
kendi adına bir mahalle yapacakmış. Bunu Sabancı, Koç,
Eczacıbaşı daha doğrusu Türkiye'nin 500 büyük şirketi yapmalı.
İzmit'te, Adapazarı'nda, İstanbul-Bağcılar'da vb. örnek
mahalleler kurulmalı, sokakta bir tane park eden araba kalma
malı, geniş caddeleri,parkları olmalı. Evler kullanışlı ve 75 m2
civarında yapılmalı diye düşünüyorum. Türkiye'de 99 m2 den büyük
evlerden her m2 si için ruhsat verilirken ve yıllık emlak
vergisi alınırken caydırıcı vergiler konulmalıdır. Senede 12
defa bile kullanılmayan, döşenmesine milyarlar harcanan misafir
salonlarının israf ve lüksünün önüne geçilmelidir. Yazlıklarda
bu konuda nasibini almalıdır.
- Bina yapımında eksik demir,
eksik çimento kullanılması tabi ki; çok önemli. Asıl önemlisi
ise temiz kum ile çakıl oranı tam orantılı beton dökülmesi. Bu
da bize hazır betonun önemini ve oranlarının TSE belgeli
olmasının yanında,bu işlemlerde sorumlu bir mühendisin
bulundurulmasıdır. Bunların hepsini yaptınız,eğer dökülen betonu
10-12 gün kandım deyinceye kadar sabah akşam sulanmalıdır.
- Ayrıca; bütün
vilayetlerde,deprem bölgelerinde nüfus oranına göre mahalleler
kurulmalı, bu mahallelerin kontrolünü o vilayetin
belediyelerinin göndereceği ekip yapmalıdır. İnşaat,hatta
bunların öncülüğünde temelden binaya sigorta işleminde
başlatılmalıdır.
- Binalar yapılırken dikkat
edeceğimiz hususlardan biri de kolon ve kirişlerin elektrik boru
ve kutularını yerleştirirken anormal zedelenmesi. Bunun önüne
nasıl geçilir,yüzlerce tesis yapılmasının dışında bir teknoloji
var mı bilmiyorum ama, bizim yaptığımız şeklin binaya çok zarar
verdiğine inanıyorum.
- Bir de halkımızın vurdum
duymazlığı çok kötü bir alışkanlıktır. Depremde yıkılan
binaların sahipleri tv de söylüyor. Binanın altında galerici
varmış,onlar kirişleri kesmişler. O bina ve bunun gibi kirişleri
kesilen binaların hepsi yıkılmış. A güzel kardeşim! Bunların
kesildiğini seninle birlikte binlerce insan gördüğü halde neden
gereken yerlere başvurup hakkınızı aramadınız ,mani olmadınız?
Bununla ilgili anlatılacak güzel bir fıkra var da yeri ve zamanı
değil. Bu bizlere her bakımdan bir uyarıdır. Bununla birlikte
ben acaba; bu bize bir cezamı duygusundan da kendimi arındıramı-yorum.
Çünkü; Cenab-ı Hakk azgın kavimleri geçmişte cezalandırdığını
Kur'an-ı Kerim'de bildirmekte. Her türlü ahlaksızlığın
sanat,başarı ve beceri sayıldığı bu devirde kadının çocuğu
tarafından bu benim anam denecek şeklinin kalmadığı şu zamanda
tv yayınlarının durumu ortada. Bu yönden şapkamızı önümüze koyup
düşünmeliyiz diye düşünüyorum. Kurunun yanında yaşta yanıyor,
Allah C.C. yardımcımız olsun.
- Sevgi ve saygılarımızla.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
52 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- TİCARET AHLAKI
- Efendiler!
- Fert ye toplum hayatında
başarılı olmanın yolu çalışmaktır. Çünkü külfet ve nimet dengesi
daima birbiriyle orantılıdır. Yüce Allah gayret gösteren,alın
teri döken , helal ve haram çizgisine riayet ederek geçimini
sağlamak isteyenlere bir rızık kapısı açar.
- Nitekim mealen Kur’an da
çalışanların emeklerinin zayi olmadan karşılığının mutlaka
verileceğini bildirmektedir. O halde eli ayağı tutan, aklı ve
iradesi sağlam herkes başkasına yük olmamak için bir meslek ye
sanat dalını tercih etmek zorundadır. Biz bu günkü yazımızda
ticaret ehlinde bulunması gereken ahlak prensiplerini anlatmaya
çalışacağız.
- Efendiler!
- Bilindiği üzere İslâm, faiz,
kumar, rüşvet, hırsızlık, zulüm ve hıyanet gibi haksiz yollardan
kazanç elde etmeyi yasaklamıştır. Bu tür yanlış hileli yolla
elde edilecek servetin ne kazanana nede içinde yaşadığı topluma
faydası vardır. Cenab-ı Hak bunlara karşılık ticareti helâl
kılmış hatta teşvik etmiştir. Kur’an bu hususu mealen şöyle
açıklamaktadır:
- “Allah alışverişi helâl, faizi
haram kılmıştır” , “Mallarınızı aranızda doğru olmayan
yollarla,haksız bir şekilde yemeyiniz. Ancak karşılıklı rıza ile
yaptığınız ticaretle yiyebilirsiniz.”
- Görüldüğü gibi tedbir ve çalışma
sonucu karşılıklı rızaya dayalı her türlü ticaret helaldir. Fert
ve toplum için vazgeçilmez bir unsur olan mal ve servetin
hareketliliğini sağlamak için daima ticaretin desteklenmesi
gerekir. Ticaretin en güzeli,hür serbest rekabete uygun
temiz,helal ve itimat esasına dayalı olanıdır.
- Bunların elde edilmesinde ancak
insan unsuru ile mümkün olmaktadır. Bu nedenle ticaretle uğraşan
her Müslüman güvenilir,doğru çalışkan ve samimi olmalıdır.
Ticaret esnasında hile yapmamalı,yalan söylememeli,yeminle
başkasını iknaya çalışmalıdır.
- Nitekim Hz. Peygamber S.A.V.
çarşıda bir yiyecek yığınının yanından geçerken elini kümenin
altına uzatarak, altının ıslak olduğunu görünce ; neden böyle
olduğunu sormuş,satıcı;
- “Yağmur isabet etti” şeklinde
cevap verince , Allah’ın Resulü;
- “O halde ne diye yaş kısmını
koymalı ki herkes görsün ? Bizi aldatan bizden değildir.”
Sözünü üç defa söy1emiştir.
- Değer1i kardeş1erim!
- Rızkımızı güzel ve helâl yoldan
arayalım. Başkasının sattığına engel olmayalım. Hiçbir ticari
amaçlı ihaleye aracı ve komisyon koymayalım. Fiyat artışı için
stok yapmayalım. Müşteri aldatmayalım,zira doğru; güvenilir
tüccar Cennette Peygamberler,Sıddıklar ve Şehitlerle beraberdir.
Ayrıca Sevgili Peygamberimiz S.A.V. ticareti meslek olarak
seçenlerin şu dört özelliğe riayet etmesi halinde kazançlarının
bereketli ve helâl olacağını müjdelemiştir.
- “Mali satın aldığınızda kötülemez. Sattığınızda onu övmez.
Müşteriden kazancını gizlemez. Alış veriş esnasında yemin
etmez.” İnsanı yük olmaktan kurtaran ticaret,nafile ibadet ve
cihat etmekten daha üstün sayılmıştır.
- Bu hususu teyit eden Hz. Ömer
R.A.’in şu sözüyle yazımızı bitirelim :“ Allah’ın Fazlından rızk
aramak için sefere çıktığımda yükümün iki dengi arasında
ölmem,Allah yolunda mücahit olarak savaşırken ölmem kadar
şereflidir.
- Sevgilerimle.
-
-
-
|
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
53 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- JAPONYADA CAMİ YAPIMI
- Ramazanın Son Cumasında toplanan
yardım beni sevindirdi . Japonya'nın Baş şehri Tokyo' da bir cami
yaptırılıyormuş. Dünyanın öbür ucunda İslâm'ın simgesi (Allah'ın evi
denilen) cami orada bulunan Müslümanlara hizmet edecek belki de
birçok insanın İslâm’ı incelemesine belki de Müslüman olmasına
sebep olacaktır.
- Rahmetli Barış Manço; Kore'de
bulunduğu "Daewoo" marka arabaları ithal eden firma adına gittiğinde
bir yanlışlık, yüzünden karakola düşmüş derdini bir türlü
anlatamıyormuş çok müşkül durumda kalmış, bu sırada gayet güzel
giyinmiş çok güzel İngilizce bilen iki tane genç adam gelir
kendisine Türkçe geçmiş olsun derler, dünyalar Barış beyin olur.
Zaten suçlu değildir ama derdini iyi yabancı dili olmasın rağmen
anlatamaz devreye giren bu arkadaşlar Fethullah Hoca Efendinin
orada açtığı okulda öğretmendirler, oranın en güzel eğitimini
yaptırmaktadırlar ve çok saygındırlar. O vilayetin yetkilileriyle
hemen görüşüp yanlışlığı ve Barış Beyin saygın bir kişi ve sanatkar
olduğunu anlatır serbest kalmasını temin ederler. Barış bey okulu
gezer,her sabah İstiklal Marşımızın okunması temin eden pırıl pırıl
bu insanlar diye kendilerine teşekkür etmiştir. Bunlu TV'de
seyretmiştim bu okullarda, yurt dışındaki okullarda bana göre güzel
Fethullah Hoca Efendiyi yeteri kadar bilgisi hatta ilgisi,
incelemesi olmayan insanlar konuşuyor yazıyor suçluyor. "Hoca
Efendinin sentezleşmiş Doğu - Batı Bilgisi ve onun yüksek kişilidir."
Rejim endişesiyle (evhamıyla) Devletin vatandaşlarına bakması
yanlıştır .
- Bencileyin ağzı olan
konuşuyor,kalemi eline alan yazıyor. Hem de emek vermeden
incelemeden. (Ter çıkmayan etten dert çıkmaz çıkmazmış)
- Emeksiz yemek olmaz.Kendimde
eksikliğini hissettiğim için namaz surelerini yeni öğrenenlere ve
öğretenlere tavsiyem Türkçe Mealini de öğretmeleri. Namazda ne
okuduğunu bilmek bence çok güzel. Yazımı iki hadis-i Şerif ve iki
kıta ile bitirmek istiyorum. (Kaynak Mürşit)
- 4645 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anhan latıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet gününde
kendi gölgesinde gölgeler:
- -Adil imam,
- -Allah'a ibadet içinde yetişen genç,
- -Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse,
- -Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için bir araya
gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi,
- -Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde
; " Ben Allah'tan korkarım" de(yip icabet etmey)en kimse,
- -Allah'ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse."
- Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikâk 24, Hudûd 19; Müslim 91, (1031);
Muvatta 14, (952, 953); Tirmizi, Zühd 53, (2392); Nesâi, Kudât 2, (8,
222, 223).
- 7170 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: " (Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu vesselam yanımıza
gelip şöyle buyurdular: "Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla
imtihan olacağınız zaman (artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır.
Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah'a sığınırım. (Bu beş şey
şunlardır:)
- 1) Zina : Bir millette zina ortaya çıkar ve alenî işlenecek bir
hale gelirse,mutlaka o millette tâun hastalığı yaygınlaşır ve onlardan
önce gelip geçmiş milletlerde görülmeyen hastalıklar yayılır
- 2) Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet
mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar.
- 3) Zekat vermemek: Hangi millet mallarının zekatını vermezse
mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla
yağmur düşmezdi.
- 4) Ahdin bozulması: Hangi millet Allah ve Resülünün ahdini
(yani düşmanla yaptığı anlaşmayı) bozarsa, Allah Teâla hazretleri o
millete, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve
ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır.
- 5) Kitabullahla hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları
Kitabullahla ameli terkederek Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine
gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır."
- 5856 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
- "Yiyiniz, tasadduk ediniz, giyiniz. Fakat bunları yaparken israfa
ve tekebbüre kaçmayınız." Nesâi, Zekat 66, (5, 79). Hadisi Buhari, bab
başlığında kaydetmiştir (Libas 1).
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
54 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- 3 MADDELİK HADİSI ŞERİFLER
- Ramazan Ayının son haftasına
ermiş bulunmaktayız. Nice Ramazan Aylarına Rabbimiz bizi ağız
tadıyla kavuşturmasını niyaz ediyorum.•
- İnsan Ramazan Ayında daha ziyade
dini kitaplar okuma ihtiyacı duyuyor. Okumakta olduğum Hadis
kitaplarından üç maddeli Hadis-i Şerifleri sizlerle paylaşmak
istedim.
- Allah C.C. güldüğü üç şey:
- Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu
anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatı vessellam bu yurdular
ki: “Allah üç şeye güler (rahmetiyle yönelir): Namaz için teşkil
edilen saf, geceleyin namaz kılan adam ve orduda cihad eden
adam.”
- Allah’ın Himayesi
- Hz.Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vessellam buyurdular ki:
- “Uç şey vardır, bunlar kimde bulunursa, Allah onun üzerine
himayesini açar ve onu cennete koyar: “Zayıflara rıfk, anne-bebaya
şefkat, kölelere ihsan.” Tirmizi, Kıy 49, (2496).
- İmanın tadı
- Abdullah ibnu Muaviye el-Gaziri
(radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vessellam şöyle buyurdu: “Üç şey vardır. Kim onları yaparsa
imanın tadını alır:
- Sadece Allah’a kulluk eden, Allah’tan başka il olmadığını
bilen, her yıl gönül hoşluğuyla zekatını veren Zekatını da
yaşlı, uyuzlu, hasta, değersiz. küçük hayvanlardan vermez,
aksine mallarının orta hallilerini verir. Zira Cenab-ı Hakk ne
en iyisinden vermenizi emretmiştir,ne de en adisinden olana razı
olmuştur.” Ebu Davud, Zek (1582).
- Geride bırakacağı
- Ebu Kat babasından naklediyor:
“Resülullah aleyhissallatu vessellam buyurdular ki: “Kişinin
(öldükten sonra) geride bıraktıklarının en hayırlısı şu üç
şeydir: “Kendisine dua eden salih bir evlat, ecri kendisine
ulaşan bir sadaka-i cariye, kendinden sonra amel edilen bir
ilim.”
- Uğur ve Uğursuzluk
- Mıhmar İbnu Mu’aviye radıyallahu
anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam’ ın şöyle
söylediğini işittim: “Uğursuzluk yoktur. Ancak üç şeyde uğur
olabilir: Kadında, atta, evde.”
- Bereket
- Salih İbnu Süheyb, babası Süheyb
(İbnu Sinan)’dan naklediyor: “Resülullah aleyhissalatu vessellam
buyurdular ki: “Üç şey vardır ki onlarda bereket vardır: “Belli
bir vade ile olan satış, Mukaraza (denilen ortaklık çeşidi),
satmak için değil, ev için buğday-arpa karışımı
- Müslüman’ın ortak oldukları üç
şey
- Hz. İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissallatu vessellam
buyurdular ki: “Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, otta,
ateşte. Bunlardan alınacak bedel de haramdır.” Ebu Said dedi ki:
“Sudan maksad) akarsudur..”
- Üç Kişinin duası
- Yine Ebü Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: “ Resülullah (aleyhissallatu vessellam
anlatıyor: “(Allah’ın kabul ettiği) üç müstecab dua vardır,
bunların icabette mazhariyetleri hususunda hiç bir şekk yoktur.
Mazlumun duası, misafirin duası, babanın evladına duası.”
Tirmizi, Birr7, (1906); Cennet 2, (2528), Daavat 139, (3592):
Ebü Davut Salat 364, (1536); İbnu Mace Dua 11, (3862).
- Üç şeyden uzak olmak
- Hz. Sevb radıyallahu anh
anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vessellam buyurdular ki:
“Kim şu üç şeyden beri olarak ölürse cennete girer: - Kibir, -
Gulül, - Borç.” Tirmizi, Siyer21, (1572, 1573).
- Üç şeyle şaka yapılmaz
- Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: “Resülullah aleyhissallatu vessellem buyurdular ki:
“Üç şey vardır ki onların ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir:
Nikah, talak, ric’at.” Ebu Davud, Talak 9, (2194): Tirmizi,
Talak 9,
- Üç şeyde şifa vardır:
- İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatı yor: “Resülullah aleyhissallatu vessellem buyurdular ki:
“Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti. Kan aldırma. Ateşle dağlama.
Ancak ümmetimi dağlamaktan men ediyorum.” Bir rivayette: “Balda,
hacamat olmada şifa vardır.” denmiştir.”
- Üç şey geciktirilmez
- Hz. Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu
anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vessellam bana şu
tembihte bulundu: “Ey Ali, üç şey var dır,sakın onları
geciktirme:Vakti girince namaz (hemen kıl!),Hazır olunca
cenaze,(hemen def net!) Kendisine denk birini bulduğun bekar
kadın, (hemen evlendir!)” Tirmizi, Sal 127,
- Üç şey ret edilmez
- İbnu Ömer (radıyallahu anhüma
anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatü vessellam buyurdular ki:
“Üç şey reddedilmez: Minder, yağ ve koku.” Tirmizi, Edeb 37,
(2791).
- Yukarıya yazılan Hadis-i Şerifle uymak ve ona uygun yaşamayı
nasip eyle Rabbim.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
55 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- DÜNYADA AÇLIK SİNYALLERİ
ÇALARKEN
- Dünya nüfusu son yüzyılda dört katına
çıktı. 2050 yılında bu nüfusta %50 artacak diye tahmin ediliyor. Buna
karşılık ekilebilen topraklar başta erozyon olmak üzere yanlış
yapılaşma, yollar,büyüyen şehirler,sanayi kuruluşları, hava alanları
vb. hızla azalıyor. Atmosferde biriken tozlar ozon tabakasındaki her
yıl büyüyen delikler, nükleer denemeler, denizlerin kirlenmesi gibi
olaylar yiyecek sıkıntısını her gün artırmaktadır.
- Dünya dengesini bozan insan
oğlundan intikamını almaya başladı ve çetin olarak da almaya devam
edecektir. İsraf hat safhaya gelmiştir .(Allah C.C. israf edenleri
sevmez ve cezalandırır) Bir tarafta akıl almaz lüks, kutlama adı
altında yapılan eğlencelerde akıl almaz masraflar yapılmakta,bir
tarafta açlıktan ölen insanlar ve buna göz yuman,gülüp geçen
insanları, devletleri yüce Allah C.C. mutlaka cezalandıracaktır.
Zaten her gün fırtınalar, sel baskınları,yangınlar ve daha başka
doğal afetler karşısında süper devletler bile aciz kalmak tadır.
- 10-15 sene öncesine kadar ikinci
büyük güç olan Rusya zulmünün karşılığını çok pahalı şekilde
ödemektedir. Çok yakında bu tutumu ile giderse, Amerika'da aynı
duruma düşecektir. Zencilerin ambargodan ilaçsızlıktan açlıktan
ölen çocukların ahı elbette ki yerde kalmayacaktır. (Alma mazlumun
ahını çıkar aheste aheste ) Gelelim Türkiye'ye. Biz sandığımız
gibi ne toprak ne de su zenginiyiz. Dünya sıralamasında orta
yerlerdeyiz. Zannederim 50 - 60 yıl sonra bir iki ton buğdaya bir
traktör alınabilecek ve tahıllar çok ama çok kıymetlenecektir.
Topraklarımızı, ormanlarımızı yangınlarla yok etmeyelim. Gelecek
kuşakların lanetini almayalım diyorum. Her yıl nüfusumuzun 10-15 katı
ağaç dikersek, mevcutlarını da korursak Türkiye çöl olmaktan
kurtulur. Bu düşüncelerin olması için son çare ormanları
askeriyeye devretmeliyiz. Yüz binlerce genç insandan
faydalanmalıyız.
- Ormanları kaybetmek savaşı
kaybetmekten daha korkunç bence.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
56 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- KATKISIZ DOĞAL EKMEK;
- Senelerdir üzerinde durduğum, yine
senelerdir yazıp çizdiğim ve daha önceki hükümetlerin bakanlarına da
bu konuda ki yazılarımı gönderdiğim KATKISIZ DOĞAL EKMEK yapımını 1951
doğumlu Şükrü Kaya isimli hemşerimizin başardığını ve bu işte muvaffak
olduğunu öğrendim. Kendisini tebrik ediyor ve teşekkürlerimi
sunuyorum.
- Sözünü ettiğim katkısız doğal ekmek
Albayrak ekmek fırınında yapılıyormuş. Ben bir haftadır bu ekmekten
yiyorum. Dostlarıma söylüyorum, bu ekmekten alan Herkes memnun. Ekmeğe
hiç bir yabancı madde katılmıyormuş. Buğday tamamen tabii şekliyle
öğütülüyor, elenmiyor ve olduğu gibi ekmek yapılıyormuş. Yani bundan
50 sene öncesi yediğimiz somun ekmeği gibi lezzetli. Kepek de
katılmadığından mübalağalı, siyah ve zor yenilen bir ekmek değil. Yani
bu ekmekte televizyonlarda ve gazetelerde yazıldığı, söylendiği
gibi kanserojen madde içeren her hangi bir katkı maddesi
kullanılmadığın an kanser yapma durumu da ortadan kalkmış oluyor.
- Şimdi Çorum millet vekillerimiz bu
cins, katkısız ekmekle ilgili bilgileri bakanlık kararıyla bütün
Türkiye’ye yaymalı. Ekmek hem vücudumuza yarayışlı olmalı hem de
fiyatı ucuzlamalı. Katkı maddeleriyle oluşan kanser endişesini de
ortadan kaldırmalılar. Bu görevi mutlaka yapmalılar. Böylece Türk
halkına da büyük hizmet olacaklardır.
- Bu işi gerçekleştiren hemşerimiz ekmekçiliğe 16 yaşında Çorumda
başlamış. 1980 yılından itibaren de İsviçre de çalışıyormuş. Halen de
bu ülkede çalışmaya devam ediyor ve bu işlerle uğraşıyormuş.
- İmalathaneyi gördüm. Görgü başka
oluyor! 40 çeşit unlu mamul yapıyorlarmış. Ürünlerini herkes
beğeniyormuş.
- Bende buradan kendilerine Gazi caddesi
üzerinde bir satış yeri açmalarını tavsiye ediyor ve başarılarının
devamını diliyorum. ( Un Samsundan geliyormuş fabrikalarımızın
dikkatini çekerim!)
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
57 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ
- Gürültü kirliliği hava kirliliğinden bin kat daha
beter bir durum. Sayın yetkililer milletin çektiği yeter. Önce,”
kanunlar niçin yapılır?” sonra da, “tatbik edilmeyen kanunlar ne işe
yarar?” diye düşünelim.
- Bizde kanunlar çıkartılır ama çıkan kanunların
%50’sine kanunu çıkartanlar bile uymadığından, “dosyalansın belki bir
gün, bir uygulayan olur” denip bir tarafa konur. Yürekler acısıdır ki,
o kanunları uygulayanlar, bu defa yine o kanunları çıkartanlar
tarafından cezalandırılır ve tayinleri hani cezalı il ve ilçeler
vardır ya, oralara yapılır!
- Biz burada, Çorum halkı adına artık sağırları bile
rahatsız eden Çorum’un gürültü kirliliğinden bahsedeceğiz ve
yetkililerden halkımızın bu rahatsızlığına bir çare bulmasını
isteyeceğiz.
- Trafik polisimiz motosiklet üzerinden anons yapıyor,
“2. sıra park eden arabaları lütfen kaldırınız.” Yani diyor ki; “1.
sıradakiler durabilir!” Buralarda park yasağı levhaları yok mu? Var!
Bu ne demek? Kanun var ama uygulayan yok! O zaman halk diyor ki;
“Hükümet nerede? DEVLET nerede?”
- Ben Belediye seçimlerinden önce iki defa yazdım. Hangi
başkan adayı, “her yıl 2-3 tane katlı otopark yapacağım” diyorsa ona
oy veriniz diye. Kaç tane otoparkın yapılmasını bırakın kaç tanesinin
temeli atıldı? Sokaklar otopark olarak daha ne zamana kadar
kullanılacak?
- Çorum trafiğine her gün 250 civarında araç çıkıyor
sanıyorum. Ama yollar aynı, otoparklar aynı. Artık bu durum çekilmez
oldu.
- Trafik ve Onun Yarattığı Gürültü
Kirliliğiyle Birlikte Diğer Çarpıklıklar:
- 1- Plakasız, eksozu özel olarak
sökülmüş motosikletler.
- 2- Yolda giderken araçların beşte
birinde yapılan telefon görüşmeleri.
- 3- Trafik lambalarının
ayarsızlığından dolayı her lamba da “dur, kalk” yapmak.
Halbuki Samsunda, İzmir’de 10-15 km. gidiyorsunuz ama yine de kırmızı
ışığa yakalanmıyorsunuz. ( Yolda kaç km. hızla gideceğiniz yazılı
tabii.) Bunun Türkiye çapında ne kadar yakıt tasarrufu sağlayacağını
bir düşünseler sayın Hükümet ve Belediye başkanlarımız.
- 4- Trafik lambalarının 10-15 metre
yakınına park eden arabalar.
- 5- Yaya yolları sanki dükkanların
sergi yerleri. Bunları seyreden, bakıp geçen görevliler.
- 6- Standartlara uygun olmayan
kasisler yüzünden her gün yüzlerce arabanın elden çıkan ön takımları.
İşin aslına uygun yapılmadığından israf edilen yüzlerce, milyarlarca
liralık milli servet . Hatta hastanelik olan insanlar.
- 7- Belediye hudutları içinde bile
yakılan anızlar. Yol boyundaki otları yakanlar ve bu yüzden yanan,
kuruyan yüz binlerce fidan.
- 8- Keyfince, istediği gibi korna
çalanlar. Hasta, ihtiyar, çocuk düşünmeden keyfince ambulansların
sirenlerini kullanan ambulans şoförleri.
- Çiğnenen ve neden yapıldığını bir türlü anlayamadığımız yüzlerce,
binlerce kanunlar.
- KANUNLAR NEDEN YAPILIR?
- DOSYA VE KANUN KİTAPLARINDA DURSUN DİYE Mİ KIYMETLİ
YETKİLİLER?
- Yine de ümitliyiz. Bir gün bunları adil olarak
uygulayacak genç neslin kuracağı hükümetler başımız da olacak diye.
- Hoşça kalın. Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
58 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- NEDEN GÖREV DEVAMLI
YAPILMIYOR?
- Türkiye’de her konuda olduğu gibi bürokraside de
bulundukları ili abât eden veya berbat eden görevliler var. Ne
yazık ki testiyi kıranla suyu getirenler terazinin aynı kefesine
konduğu müddetçe bu böyle olmaya devam edecektir.
- Amasya, Turhal ve Tokat’ın dağları, tepeleri,
ormanları her geçen gün biraz daha yeşilleniyor. 1. ana sebep
buralar iyi korunuyormuş. 2. sebep tüplü ocaklar. 3. sebep
hayvanlar ormana katiyen sokulmuyormuş.
- Birde Samsun’a girerken yeni açılarak tarla
yapılan ve 10 sene öncesinde yemyeşil olan, şimdi ise tarla
olan veya çevresinde ki tarlaların genişletilerek her gün yok
edilen, azaltılan ormanlara bir bakınız.
- Hele Çorum! Benim talihsiz memleketim! (orman yönünden)
Sungurlu, Çorum arası ve Hamamözü taraflarının hali yürekler
acısı. Bakan yok, gören yok. Ankara yolundan her hafta gelip
geçen milletvekillerinin bu durum nasıl dikkatlerini çekmiyor
hayret ediyorum!?
- Eğer birde TEMA olmasa, ağaç, yeşil sevdası
olanlar olmasa ne olur bu Çorum’un hali…?
- Asıl yazacağım, beni ve çevredeki yeşili seven
insanları rahatsız eden konuya dönersek: 14.07.2003 tarihinde
bir yazı yazmışım. Bu yazımın başlığı, “Kes Kesebildiğin Kadar-
Yak Yakabildiğin Kadar” O yazımdan sonra aşağıda yine
bahsedeceğim yerlerde bir takım faaliyetler olmuştu. Etrafı
çevreleyen direkler düzeltilmiş, teller onarılmıştı. Daha sonra
ise bu işe 4-5 ay daha sahip çıkıldı. Sonrasında ise yine eski
tas eski hamam oldu.
- O ormanlıktan istifade edenler ağaçta
kesiyorlarmış. Bunu Çorum Orman Dairesi idaresi duymuyor amma
sağır sultan duyuyor!
- Yeniden yazıyorum; burası Çorum’a 4.km kadar
mesafede ve kireç ocaklarının civarındaki Melikgazi yakınlarında
yetişmiş kocaman bir ormanlık alan. Burasının etrafı telle
çevrili ama yine de hayvanlar! içinde. Karaçalı ve kızamık
çalıları kökten sökülüyor. Sökülenler yakmak veya ağıl yapmak
için kullanılıyor. Yetişmiş meşe dalları kazma kürek sapı
yapılıyor. Ayrıca bu bölge tenha olduğundan ve yeterli
denetimler yapılmadığından fuhuş yuvasına dönmüş durumda.
- Hikmetinden sual olmaz da, Sayın Valimiz bunu
bir soruştursanız? Neler döndüğünü bir öğrenseniz? Hatta bir
zahmet gidip bir görseniz büyük sevap kazanırsınız. Ama devamlı
da kontrolü yapılması gerekiyor.
- Ben bu yazıyla birlikte bu konuyu 6. defa yazıyorum. O
çevrenin halkı bu konuda çok duyarlı. Orman Dairesini de
arıyorlarmış ama “olur, bulurlarla” geçiştiriliyorlarmış.
Oradaki görevliler değiştirilmedikçe bunun önüne geçilmez
diyorlar.
- Biz kuruluşlara bin tane fidan diktireceğiz diye
binbir dil döküp rica ederken orada her hafta binlerce fidan ve
yetişmiş ağaç yok ediliyor.
- Sayın ve muhterem Valimiz bu konuya lütfen el
atınız. Bu konuyu halledeceğinize inanıyor saygılarımı sunuyorum
efendim.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
59
|
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- NÜFUS ARTIŞIMIZ
- Geçen haftaki yazımızda geri
kalmışlılığımızın ana sebeplerinden birinin de nüfus artışı
olduğunu yazmış ve bu konuda bu hafta karınca kararınca bir
şeyler yazacağımızı belirtmiştik.
- Genç nüfusun çok olması güzel
bir şey. Bir çok dünya ülkesi genç bir nüfusa sahip olamamanın
sıkıntısını yaşıyor. Ortalama insan ömrü de artık gittikçe
uzuyor. Bu kocayan, ihtiyarlayan dünyamız bu kadar çoğalmış ve
bu güne 6.5 milyara dayanmış insan yükünü artık çekemiyor. Bu
kalabalık nüfusun kirlettiği ve gün geçtikçe yok ettiği tabiat
ana ise inim inim inliyor.
- Dünyada durum böyle iken
Türkiye’de ise nüfus artışı daha hızlı. Onun için ne okul
yetiyor ne hastane. Ne de yollar yetiyor. Son yıllarda bir kısım
yiyecek maddeleri bile artık insanlara yetmemeye başladı.
Yıllar önce sayın Korkut Özal Tarım ve Hayvancılık bakanı iken
bir konuşmasında af edersiniz, “İnek, Süt, ve Et hakkında.
Konuşurken, “Yerli 4 tane inek besleyinceye kadar 1 tane
besleyin ama bu beslediğiniz hayvan Montofon veya şu cins olsun
diyordu. Yine aynı konuşmasında, “Bu bir tane hayvan yerli
ırkın iki katı yem yer ama 8 katı da süt verir. Yavrusu ise
diğerinin yavrusundan 4 kat fazlasına satılır. Kesildiği zaman
ise 4 kat fazla et alırsınız diyordu. Tabii bu birazda bakımla
olacaktı. Mesela insanlarımızda 4 çocuk yapana kadar 1 çocukla
yetinse, ona adam gibi baksa, iyi tahsil yaptırsa, onun
istikbalini hazırlasa ve böylece de iş sahibi etse daha iyi
olmaz mıydı?
- 1960’lı yılların başlarında
rahmetlik Vehbi Koç nüfus artışı üzerinde çok durmuş ve bunun
tedbirleri alınmalı demişti. Bizde aynı fikirde idik. Ama o
tarihte bu günkü gibi korunma imkanları yoktu. (Bu güde yeteri
kadar yok. Sağlık ocakları bu konu da çok yetersiz) 1960’lı
yıllarda doğum kontrol hapları eğer bedava dağıtılsa ve
eczaneler de bu hapların dağıtımını yapmaya mecbur edilse idi bu
gün Türkiye’nin nüfusu 50-55 milyon olacağı gibi nüfus
artışının azlığı 1960 ‘lı yılların sonunda bile bir orantı
dahilinde kendini gösterecekti. (Bu gün Türkiye’nin nüfusu 72-73
milyon)
- Bunlar o zaman yapılsa idi bu
gün sağlıklı, iyi eğitim almış; iş, aş derdi olmayan. Milli
geliri kişi başına 10-15 bin dolar olan. Yiyeceğini ve
tüketimini dışa satan, yolları ve konutları kendine yeten bir
Türkiye olacaktı. Ama pasta borç eden yiyenler çoğalınca ve
mevcut pasta da bu fazla sayıya yetmeyince gelsin dış borç
Sonrasında ise onların faizleri ve netice iflas etmiş bir
Türkiye!
- Toplanan vergilerin %75’i
faizlere gidiyor. 2004 yılında faize 66 katrilyon verilirken
yatırımlara ise sadece 6 katrilyon kalacağını bir açık oturumda
uzmanlar anlatıyordu. Yine aynı uzmanlar, “Borçlar yeniden
yapılandırılmalı. Nüfus artışı durdurulmalı diyordu.
- Doğum kontrol ilaçlarını devlet
eczaneler vasıtasıyla bedava dağıtmalı. Halka televizyonlarda
yeteri kadar bilgi verilmeli. Bir tane çocuk yapan ailenin bu
çocuğunun üniversite masraflarının bir kısmını devlet
karşılamalı. 2 çocuklu aileye ne yardım yapılmalı ne de vergi
alınmalı. 3 çocuklu aileden her ay 50-60 milyon vergi alınmalı.
Bu sayı 4-5- 6’ya çıktığı zaman ise 80 ila 100 milyon arası
vergi alınmalı. Bu vergi her çocuk artışında daha da artırılarak
devam etmeli. 20-30 çocuk yapıp onları yarı aç yarı tok
çalıştırıp sırtından geçinen sözde babaların da böylece canına
okunmalı ! Zararın neresinden dönülse kârdır. Hemen bu yıl bu
kanun çıkarılmalı ki böylece Avrupa Birliğine girişimiz biraz
daha kolaylaştırılmalı.
- Yoksa insanları aç,sefil ve her an iş bulmak amacıyla yurt
dışına kaçak yollardan gitmek için uğraşan 300-500 bin insanı
olan. Okullarında 12’li tedrisat yapılan. Bir sınıfta 60 kişinin
ders gördüğü okullar ve bu okullara gitmek için her gün 4-5 km
yol yürüyen çocuklarıyla. Okulu bitirince Türkiye’yi bile
tanımayan. Kırmızı ışıkta durmayan, tembelliği, haksızlığı,
çalmayı, rüşveti mubah gören bu ülkenin insanlarını, bu
topluluğu siz olsanız Avrupa Birliği’ne alır mısınız?
- Önce eğitim ve sağlık diyoruz. O
zaman Türkiye’de devlet ve onun temsilcileri bir kampanya
başlatmalı ve maddi durumu iyi olanlara “okul yap ve hastane
yaptır yerine, “OKULLARDA SINIF YAPTIR! HASTANELERDE BİR ODA
YAPTIR demelidir. . Mesela 20 derslikli bir okulu 20-40 kişi bir
araya gelip 2 sene de yaptırmayı taahhüt etmeli. Hastane için
de, bu uygulama oda düzenlemesi şeklinde yapılabilir. Yaptırılan
odanın girişine bu oda filanca şahıs tarafından yaptırılmıştır
diye yazılmalı.
- Zararın neresinden dönülse
kardır. Önerilerimiz vatan ve millet içindir yetkililere
saygıyla duyurulur.
- Sevgi ve saygılarımla!
- NOT: Kıymetli şehitlerimizin aileleri ikna
edilmeli ve şehitlerimiz şehitliğe gömmelidir. Böylece aziz
ruhlarına daha çok dua okunur. Daha çok rahmetle, muhabbetle
anılırlar diye düşünüyorum.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
60 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR
(NEREDE O ESKİ ADAM GİBİ ADAMLAR)
- Herkesin söylediği ve bazı arkadaşların da
yazdığı üzere bizde “ Nerede o eski ramazanlar” diyerek yazıya
başlayalım ve sizleri bundan 55 sene geriye götürelim.
- Aklımızda kaldığınca şimdi harmanı savrulmuş
samana dönen ben, 10-15 yaşımın arasında yaramazlığın kitabını
yazacak durumda idim. Ama 15 yaşlarımda iken komşu mahallenin
benden 2 yaş büyük oğlunun kafamı yarması ile bu öç alma ve
yaramazlığın sonunun olmadığına görüp kimseyle kavga etmemeye
karar verdim. Bu kararımda başarılı da oldum. Şu anda küsülü
olduğum, konuşmadığım tek bir kimse bile yok Allah’a şükür.
- Ben orucu 2 defa en sıcak günlerde 2 defa da en
soğuk günlerde tuttum. İlk oruca başladığımda 1948 yılıydı ve
yaz aylarına gelmişti. Katipler Konağından Albayrak ilkokuluna
doğru giderken 70-80 metre ilerleyince sağda bir çıkmaz aralık
var onun köşesinde ki bahçeli ve iki katlı ev bizimdi. Kapısı
aralığa girince soldaki ilk kapı idi. Aralığın tam karşısındaki
Alaybey sokakta ağaçtan bir elektrik direği vardı. Ana hat o
sokaktaki direklerden geçiyordu. Yazın oruçlu vakitlerde top
atılmasına neredeyse 1 saat kala mahallenin erkekleri o direğin
başında toplanırlar ve herkes yaş gurubuna göre guruplara
ayrılırdı. Çoğunun kulağının arkasında sigarası ateşlemeye hazır
beklerdi ve bu insanların çoğu oruçlarını bu sigarayla
bozarlardı. Biz, 12-15 yaş gurubu ise gündüz oynadığımız
yetmezmiş gibi onca yorgunluk ve susuzluğa rağmen yine ayak üstü
oyunlar icat ederdik. Pek yorulmayalım diye de az hareket
gerektiren oyunlar oynardık.
- 20 kişilik o toplulukta ancak bir iki kişide
saat vardı. O saatlere ve onlara da kimse güvenmez herkes
kaleden atılan Helle’nin topunu beklerdi. (Helle topu atan
adamın lâkabı idi) Top atılınca herkes sigarasını yakar ve koşar
adım evinin yolunu tutardı.
- Bu insanların çoğu gündüz bedenen çalışmış
olurlardı. Günler sıcak ve uzundu. İftar vaktine yakın kuyuya
sallanmış su testileri, karpuzlar, üzümler çıkartılır nasıl
keyifle yenirdi bir bilseniz. Yemekler büyük bir tepsiye dizilir
ve karınca girmesin diye de bu tepsinin içine bir iki parmak su
konurdu.
- En iyi yiyecek saklama aracı tel
dolaplardı. Arkası tahta, yanları ve kapakları ince tel olan bu
dolaplar hava akımıyla yiyecekleri oldukça korurdu. Zaten başka
da çare yoktu. Buzdolabı olsa bile olması mümkün değil ya
anormal pahalıydı. Ayrıca elektrik yoktu ki. Akşam 3-4 saat
elektrik verilirdi. Evlerde 25-40 watlık ampullerden ancak bir
tane yakılırdı. Her şey az, kısıtlı ama mutluluk kocamandı.
Herkes güler, herkes birbirini severdi. Konu komşu birbirine
saygıda, sevgide, oturmaya gitmede iyi ve kötü günlerinde
yanında olmada kusur etmezdi. Erkeklerin işi zor olsa da
kadınların işi de çok zordu. (Her şey elde ve bedenen
yapılıyordu) Böyle fırınlar, ocaklar nerde? Kışın sobanın
üstünde, yazın ise bahçede ya sobada yada maltız denilen içinde
odun kömürü yanan aparatta pişerdi. Ellerinde 40-50 cm’lik bir
ince su borusu üfle babam üfle. Yemekler yer sofrasında yenirdi.
Bilhassa Ramazanda yemek ne sıcak ne de soğuk olacak. Yemek
sıcak yada soğuk geldi diye hanımına sitem eden erkekler
erkekliğini böylece ispat ederlerdi!
- Kadınların işi zor dedik de; şimdi 25-30
yaşındakilerin hiç görmediği bazı işleri sıralayalım da durum
anlaşılsın. Yemek yapma, bulaşık yıkama. Ev, bahçe süpürme.
Hayvanlara bakma, tezek yapma, buğday yıkama, ekmek yapma,
çamaşır yıkama, çorap ve elbise yamama ve iç çamaşırı dikme.
Bunca işin altında, “ hastayım” lafı gelinlerce ağza alınmazdı.
“Falancanın gelini de pek çürük çıktı!” dedirtmezdi. Hele birde
2-3 sene çocuğu olmadıysa dertlere düşülürdü. ( Daha 20 yaşını
yeni geçmiş bu hanımlara koca karı ilaçları yapılırdı)
“Falancanın gelini pek tembel çıktı” denilirdi. (Tembellikte
çocuk yapamaması. Hamile kaldı kız doğurduysa hele 2. ve3.
çocukta kız olursa vay o kızcağızın başına gelenlere) Hakikaten
bazı aileler bunu çok büyük problem yaparlardı.
- Yazın başkaydı ramazan kışın ise daha başka.
Kışın daha keyifli olurdu. Bilhassa erkeklerin işi olmazdı.
Günler kısa, yiyecek boldu. Kahve veya dükkanlarda pineklenir
akşam iftar edilirdi. Sahur da bir başka olurdu. Sahura geçmeden
camiye teravih kılmaya giderdik. Biz çocukları arka sıraya
atarlardı. Bizde bunu canımıza minnet bilir namazda birbirimizin
sırtına bile bindiğimiz olurdu. Cami çıkışı ise sıraya dizilir
kapıların tokmaklarını çalarak kaçardık. Kahveye varır mesela,
“Dikici Ömer’e 10 çay” der bırakır kaçardık. Çaylar gider
garsonla dükkan sahibi ağız telaşına girerdi. “çay istedin”
“istemedim” gibi.
- Sahurda temcit verilirdi minarelerden..Birbirinden güzel
ilahinin bir başka çeşidi idi. (Bu geleneği devam ettirmeyi çok
arzu ediyorum. Sayın Recep Camcı Hocadan kasetini alıp gelecek
yıl inşallah yapacağız.) Hey gidi günler hey, ne kadar şen ve
mutluydu insanlar. Ya şimdi ? Herkesin suratı bir karış!
Çatmaya adam arıyorlar.
- Şimdi gelin kaynana aynı evde oturan pek yok
gibi. Ben bu yazıyı ramazanın 15. gecesi yazıyorum. (Yarın
saatler bir saat geri alınacak) Sahura kalktım. Sağ olsun
gelinim saçta yapılmasa da (yanmaz tava da) mayalı yapıp
göndermiş. Atasına rahmet.
- Eskiden temcidin baş yiyeceği saç ve tava
mayalısı idi. Ayrıca pide kızartması ve yufka ekmek içine kıyma
konur yağlı suyla ıslatılarak kızartmalar yapılırdı. Bunlardan
gece çok yaparlar biz çocuklara da sabah yemeleri için
bırakırlardı ki bu kızartmaların tadına da doyum olmazdı.
- Geceleri sokakta olurduk Teravih bahanesiyle.
Sonra en çok oynadığımız oyun ise “Aygöründü “ idi. Bir akşam
ben evden çıkınca kapıyı örtmedim. O meşhur elektrik direği sobe
kalemizdi. Daha ilk sobe tutan arkadaşta ben herkes saklanınca
ve ebe’de “önüm, arkam, sağım, solum” demeye başlayınca açık
bıraktığım kapımızdan yavaşça içeri girdim ve evin bahçeye bakan
penceresini yukarı sıyırıp oturdum. Ebe hemen herkesi sobe
etti. Arkadaşlar “İsmet yok” diyor. Saatler geçti ama bir
türlü bulamıyorlar. “artık evlere gidiceğiz çık” diye
bağırıyorlar. Ben katılasıya gülüyorum. Sonunda beni bulamadılar
ve dağıldılar. Herkes evine gitti. Ertesi gün bana nereye
saklandığımı sordular. Ama cevap vermedim. Aynı numarayı bir
daha da yapmadım
- Aşağıda yine eski ramazanlardan ve eski
insanların güzelliklerinden örnekler vereceğim. Ramazan ayı
bereket ve bolluk ayı olup aç ve muhtaç inanların doyurulup
giydirildiği aydır. Aslında bu iş ramazandan sonrada azalarak
da olsa senenin 365 günü devam etmelidir.
- İnsanlar eskiden sabah namazından sonra
dükkanlarını açarlardı. Bir müşteri gelince eğer siftah etti ise
müşteriye “komşudan al” derlerdi. Eğer o komşusu da siftah etti
ise öbür komşularına gönderirlerdi. Ya şimdi? Millet birbirinin
cebindeki parayı nasıl bir hile yapıp ta gammazlarım diye
düşünüyor. Tabii bu hırs Allah korkusu ve haram helal mefhumu
olmayışından kaynaklanıyor. “Rabbena hep bana” Hep sana da
nereye kadar? Sonra bu hırsın verdiği yorgunluk ve stres bu
günkü mutsuzluğumuzun ana sebebi.
- İnsanlar daha çocukluğundan paylaşmayı
öğrenememişse ve birilerinin elinden tutmayı bilmiyorsa, “Bir
sana, on iki bana” diyorsa bu günkü akıl almaz ahlaksızlıklar ve
huzursuzluklar da kaçınılmaz olur.
- İnsanlar birbirlerini iftara çağırıyorlardı.
Ayrıca bu günkü gibi hısım akraba ile birlikte konu komşu
evlerde kazan kaynatanlar vardı. Bu ailelere o havalideki fakir
fukara gelir yemek yerlerdi. Giderken bu fakirlerin cebine para
konur buna da “diş kirası” denirdi. Şimdi bu yemek verme işi
aşevlerinde yapılıyor ya, eskisi gibi evlerde verilen yemeğin
yerini tutması mümkün mü?
- 2 ay kadar önce Ankara Başkent Üniversitesi
Hastanesinde bir olaya şahit oldum. Yürekler acısı ve
ahlaksızlığın da ta kendisi bir durumdu. Zonguldaklı ihtiyar bir
kadın, 12 tane çocuğu varmış. Kadın, “tarlam tapanımda var ama
beni buraya attılar aylardır gelmiyorlar. ” diyor. İç çamaşırı
bile kalmamış kadının. Beş kuruşu yok. Bizim çocuklar yiyecek
giyecek alıp getirdiler. Harçlık verdiler. Çanakkale valisi
kızımla aynı apartmanda oturuyor. Onlar Zonguldak valisine
telefon ettirdiler. Kadının ve çocuklarının adını soyadını
verdiler. Bende Zonguldak valisine bu konuyu mektupla bildirdim.
Şimdi bu hale gelen konu komşunu bırak anasını bile bu halde
bırakan deyyuslara ne demeli ne etmeli bilmem ki?
- Benim canımı sıkan bir başka olayda ramazandan
birkaç gün önce başlayan yiyeceklerdeki anormal fiyat artışları.
Ne oldu? Zengin bir şeyler alıp fakire verirken diğer taraftan
bu kazık atmanın manası ne? Bana göre bu en büyük ahlaksızlık!
Buna bir tedbir alınması lazım. Bu her sene böyle oluyor. Bir
ülkede dürüstlük meziyet sayılmaya başlanmışsa o ülke için için
çürümüş demektir. Dürüstlük bir insanın ana yapısının
anayasasıdır.
- Kötüden örnek olmaz diyor eski ramazanları ve eski günleri
yaşayan babalarımızın, amcalarımızın güzelliklerinden bir kaç
örnek daha veriyorum.
- Bayram yemeğine çıraklar kalfalar çağrıldığı
gibi mahallenin yoksulları da özenle davet edilirdi. Bazı
aileler ise yurtlardan talebe çağırırdı. Ayrıca kışlalardan daha
önce izinler alınarak askerlerde yemeğe getirilirdi ve hepsinin
ceplerine harçlık konurdu.. Yemekten sonra mahallenin çocukları
üçer beşer guruplar halinde gelirlerdi. Çocuklara da şeker ve
para verilirdi. Parayı alan çocuk bayram yerinde soluğu alırdı.
Senede bir elbise alınan çocuklar talihli sayılırdı. Çoğunun kış
gününde ceketi yoktu.ama bu günkü çocuklardan çok daha huzurlu
ve mutluydular.
- Zengin aileler bilhassa öksüz kız çocuklarını
kendi evlatları gibi büyütürdü. Bu mutluluğu tadan 3-5 aile
biliyorum.
- Biliyorsunuz bir senede iki tane dini bayramımız
var. Kurban telaşlı oluyor. Çocuklar bakımından da hayvanların
kesilişi biraz hüzünlü oluyor. Ramazan bayramı öyle değil rahat.
Sonra günahlardan kurtuluşun verdiği ayrı bir mutluluk var.
- Bayram herkese bayramda, bayram çocuklar da daha
bir başka. Bayram yerlerinde iğne atsan yere düşmezdi. Kızlı
erkekli çocuklar kaynaşırdı. Bayram yerinde neler yoktu ki? Elma
şekeri, pamuk şekeri, salıncak, mâfe, döner dolap ve kaymaca.
Telde çocuklar kayardı. Bu kayma işlemi birazda tehlikeli bir
şeydi. Bunu rahmetlik babam kurardı. Akrabamız olan delikanlılar
(Ahmet çenesiz, Dülger Deli Hakkı) bayram boyunca
çalıştırırlardı. Ben böyle eski günleri çok özlüyorum ve bu
güzel adetler kaybolmasın istiyorum. Bunun bizim kuşakta ki adı
eskiye özlem. Şimdiki adı ise nostalji oluyor. Özlemin yerini
tutar mı!???
- Size aşağıda bir dosttan bana hediye edilmiş bir
güzel söz dizesini sunuyorum:
- Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE
SAYMA !
- Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen, ama KENDİNİ
BEĞENME !
- Emek ver, kulak ver, bilgi ver, ama hiçbir zaman BOŞ VERME
!
- Hedefe koş, cihada koş, yardıma koş, ama ORTAK KOŞMA !
- Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle, ama KİN BESLEME !
- Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol, ama BÖLÜCÜ OLMA
!
- Paranı ver, selam ver, canını ver, ama SIRRINI VERME !
- Davet et, hayret et, af et, tevbe et, ama İHANET ETME !
- Okumaktan zarar gelmez, oku, ama LANET OKUMA!
- Elini aç, gözünü aç, kapını aç, ama AĞZINI AÇMA!
- Rakibini geç, sınıfını geç, ama GÜLÜP GEÇME!
- Ev al, araba al, abdest al, ama BEDDUA ALMA!
- Zulmü devir, nefsi devir, ama ÇAM DEVİRME!
- Yaklaş, konuş, tanış, ama UŞAKLAŞMA!
- Seslen, uslan, ama YASLANMA!
- Doğrul, devril, ama EĞRİLME!
- İtil, atıl, ama SATILMA!
-
- Uzun bir şiirimden iki kıta.
- Kanadı kırılmış kuşa döndüm
- Ötüyorum ama uçamıyorum
- Sarı başaklı güzel tarladan
- Harmanda savrulan samana döndüm.
-
- Bir ayda karış kurtarış olduk
- Elhamdülillah demekten başka çaremiz yok
- İnsanoğlu zavallı, çaresiz,.elinde bir şey yok
- Dalında kurumuş güle döndüm.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
61 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ORGAN NAKLİ
- Organ nakli ile ilgili ilk kanun 25 Mayıs 1979
yılında çıkmış. O günden bu güne tıbbi imkanlar bakımından olsun
doktorlarımızın bilgi ve becerileri bakımından olsun çok iyi
durumda olmamıza rağmen hala organ bağışı konusunda maalesef pek
mesafe aldığımız söylenemez.
- Ülkemizde kan bağışı da bu gün
aynı durumdadır. Kan bağışı için yaşı ve sıhhat durumu müsait
olan insanlarımızın doğum günlerinde veya belirli bir gün veya
haftada kan vermelerini temin etmek için bir kanun çıkartılmalı.
Ama kan vermeye gelen insanlara güzel muamele yapılmalı.
Bekletmeden ve hemen kanı alınmalıdır. Kan veren insanlara
yiyecekler ikram edilmelidir. (Sanıyorum kanı ithal ediyoruz. Bu
sayede ihraç bile edebiliriz.) Böyle bir kanunla insanlarımızın
kan vermeleri sağlanarak aslında daha sıhhatli olmaları
sağlanmış olacaktır.
- Hangi yetkili çıkıp konuşmaya
başlasa, çok iş yapacaklarını ama bürokrasinin önlerinde engel
olduğunu söyler durur. Devleti idare eden hükümetlerden
yıllardır bu hikayeleri dinler dururuz. Oysaki eğer
hükümetseniz buna bir çözüm bulmak ve bu kanayan yarayı sarmakta
sizin görevinizdir.
- Hep biliyoruz ki en mühim
evraklar bu beylerin keyfi ve vurdumduymazlığından masalarındaki
sümen aralarında beklemektedir. Oysa hepsi hepsi 15 dakikalık
bir çalışma ve bir imza gerektirmektedir. Bu kadarcık bir iş
3-5 ay bu beylerin keyfini beklemektedir. Laf açıldığında
dürüstlüğü kimseye veremeyen bu insanlar bundan rahatsız
olmuyorlarsa hükümet bu insanları rahatsız etmeli ve bunların
hesabını onlardan sormalıdır. Ve bu insanlara bu yaptıklarının
hesabını soracak kanunlar hemen çıkartılmalıdır.
- Geçen gün, söz de bir şeyh
çıkıyor ve TV’de, “Organ vermek günahtır. Vermeyiniz” gibi saçma
sapan laflar ediyor. ( “ölüden her hangi bir parça almak
haramdır” diyen oysa haram olan alkolün de şartlar gerektirdiği
zaman insanların tedavisinde kullanıldığını bilmeyen.Bilip te
hala böyle konuşan..“…ey insanlar tedavi olunuz...” Hadisi
Şerifini ve “…bir canı kurtaran bütün insanlığı kurtarmış
gibidir…” ayetlerini bildiği halde hala böyle konuşabilen, bir
adım ötesini bile göremeyen, bu sığ düşünceli, bu bağnaz
insanların vatandaşın kafasını karıştırması
önlenmelidir) Memleketin Diyanet işleri başkanı organlarını
bağışlasa ve daha önceki başkanlar da bağışlamış olsalar, bunlar
da televizyonlarda gösterilip insanlar bu işe teşvik edilse hem
böyle densiz konuşmalar olmaz hemde organ veren insanlar
artardı.
- Demek istiyorum ki, birisine
“şunu yap” diyebilmek için önce kendin bu konuda bir şeyler
yapman gerekir. Yani önce kendin güzel örnek olarak bir şeyler
yapmalısın.
- Kaç Reisi Cumhurumuz, kaç
Başbakanımız, kaç milletvekilimiz, kaç köşe yazarımız
organlarını bağışlamıştır? Hatta kaç Prof, bu görevi yapmıştır?
Bir şey yapacaksak lütfen inanarak, dürüstçe ve adabına uygun
olarak yapalım.
- Şimdi benim önerim, eğer
vatandaşın yazılı bir beyanı yoksa, yetkililer, o kişinin
organlarını vermek istediği kanaatinden yola çıkarak bir kanun
çıkartmalı.ve ölen insanlar organ bağışı yapmış kabul edilerek
organları alınmalıdır. Böylelikle ızdırab içinde ve her gün
büyük acılar çekerek sırada, organ bekleyen yüz binlerce insan
kurtarılmalıdır.
- FAZLA KULLANILAN ZİRAİ İLAÇLAR: Geçenlerde
televizyonda bir Prof. konuşuyor; yiyeceklere hormon verilmesini
ve zararlarını anlatıyordu. Ve bu arada asıl üzerinde durulması
gereken konuyu atlıyoruz diyordu. Sayın Prof.. konuşmasında,”
Asıl zararlıyı konuşmuyoruz. Bu fazla gübre ve fazla zirai
ilaçtır. Maalesef bu ülkemizde sanıldığından çok daha fazla
yapılmakta ve halkın sağlığıyla oynanmaktadır. Bu ilaçlar
sanıldığı gibi öyle yıkayınca da çıkmamaktadır. Ancak suda bir
süre bekletilirse zarar vermeleri önlenebilir” diyordu.
- Soruyorum bunların önüne hükümetler geçmeyecek
te kim geçecek? Bu konuda kanunlar varsa işletilmelidir. Eğer
yoksa da hemen çıkartılıp işler hale getirilmelidir. Bunların
kontrolü ciddi olarak birileri tarafından yapılmadır.
- Geçen gün Bir Gazetede okuduğuma
göre,” Antakya’nın Samandağı kasabasındaki Vakıflı köyünde bir
kooperatif kurulmuş. Bu kooperatifte tamamen tabi bir ortamda
sebze ve meyve yetiştiriliyormuş. Bu yetiştirilen meyve
sebzelerin çoğu da yurt dışına olmak üzere o bölgede yetişen
ürünlerin 4-5 katı bir fiyata satılıyormuş. “Alıcısı o kadar çok
ki, yetiştiremiyoruz” diyorlar. Bu köy 38 hane ve sadece 150
nüfusu olan Türkiye’ deki tek Ermeni köyü imiş. Düşündürücü ve
de Tarım İl Müdürlüklerince incelenip halka bilgi verilmesi
gereken bir konu sanıyorum..
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
62 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- HAYÂ;
- Sizlere, bu günkü kuşaklarda pek
kalmayan ama eski insanların kendilerinde bulunmasıyla övündüğü,
insan gibi her insanda bulunması gereken oysa artık çoklarının
unuttuğu, toplum yaşamı ve insanlar için çok önemli olan bazı
özelliklerden bahsedeceğim.
- AİLE TERBİYESİ: Aile en küçük
şekliyle Anne, baba ve çocuklardan oluşur. Aile terbiyesi anne
ve babadan alınsa da asıl mihenk taşı Anadır. Doğduğumuz günden
itibaren gerekli terbiyeyi asıl Anadan öğreniriz. Aile, aşağıda
sayacağımız ve insanlarda bulunması icap eden vasıflarında
başlangıcı ve mayasıdır. ( “Anasına bak kızını al” atasözü bunu
pek güzel ifade etmektedir.)
- ADAP: Görgü demektir. Yine ilk
önce ne görürsek ne öğrenirsek ailemizden öğreniriz. En çok yan
yana bulunduğumuz ve en çok sevdiğimiz anamızdır. Karşılıklı bu
sevgi ve ailemizde gördüklerimiz bizim okul çağına kadar ki tek
eğitimimiz ve eğitim yerimizdir. Ailemizde öğrendiklerimiz
Okulla birlikte öğrendiklerimizin anasını teşkil eder.
- EDEP: Söz ve davranışta uyulması
gerekli genel kural. Topluluklarda, insan yaşamında çok
önemlidir. Edebin olmadığı yerde toplumun düzeni bozulur.
Edepsiz insan insanlar tarafından sevilmez ve sayılmaz. Toplumun
kurallarına uymayanlara halk arasında edepsiz denilir ki, bu
söze maruz kalmak çok kötüdür. İyi insanlara nezih insanlara ne
kadar terbiyeli, edepli demez miyiz?
- HAYÂ: Utanma duygusu. Utanç.
Utanma sıkılma. Ar veya haya perdesi. Atalarımız utanacak bir iş
yapana ve bunda ısrar edene Hâya damarı yırtılmış derler. Bu
günkü gençlikten bazılarının orta yaşlı ve de yaşlı insanları
rahatsız edici hareketleri ayıp ve utandırıcı boyutlardadır. El
ele, kol kola sokaklarda dolaşmayı hoş karşılayabiliriz. Ama
sokak ortasında, insanların içinde ve de dedesi, annesi, babası
yaşındaki insanların önünde onları hiçe sayarak öpüşmeleri,
saatlerce sevişmeleri Hayasızlıktan başka bir şey değildir.
Pastaneye veya umumi bir yere bir Üniversite öğrencisi karşı
cinsten bir arkadaşıyla gidebilir.
- Bu çok ölçülü olmak kaydıyla hoş
görülebilir. Ama bağlarda, parklarda sanki yatak odasındaymış
gibi hareketler, davranışlar yapmak ve bunu da genç erkeklerden
çok genç kızların yaptığını görmek, duymak insanlarda oluşan
ahlak çöküntüsünden olsa gerek.
- Yüksek tahsil yapmış hatta lisede okuyan kızların erkek
arkadaşı yoksa eskiden evde kalmış kızlara yapıldığı gibi
küçümsendiğini görüyoruz. Bu gençlere bu duyguyu aşılayan aile,
okul ve onun terbiye edenleri değil mi? Çocuk ve genç fotoğraf
makinesi gibidir. Ne görürse onu çeker.
- Çocuklarını gurbete gönderen
anne ve babalar dişlerinden artırıp çocuğum okusun diye bunca
fedakarlığa katlanırken, azda olsa bunları yapan gençlerden
bazılarının başına ne felaketler geliyor. Bu yapılanlardan
sonrada evlenmesi icap eden bu gençlerin çoğu yaşadıkları bu
maceralardan sonra başkasıyla evlenemiyor. Bunun sonucunda da
gizli saklı çevrilen oyunlarla ve bazı dolapların arkasında
kurulan bu evliklerden tabi ki mutluluk gelmiyor. Sonunda da
boşanmalar ve kavgalar geliyor. Görücü usulü ile yapılan
evlilikler (Sözlü ve nişanlı iken ölçülü, adaba uygun görüşerek)
daha saygı ve sevgi dolu olarak yürüyor.
- Sizlere geçenlerde bir dostumun
anlattığı ve benimde bu yazıyı yazmama vesile olan bir konuşmayı
aktarıyorum:
- Harun Reşit’in Hanımı Zübeyde
Hâtun dünyanın bütün güzelliklerini taşıyan bir Hanımdır. Bu
Hanım. Bağdat’tan Medine’ye su getirtiyor. Kanallar oldukça
derin ve geniş. Hesabını yapıyor, 1 Deve yükü defter tutuyor.
Tahmini 2 bin Km. Rüyasında bundan bir suale, ahiret hayatında
bir muameleye tabi tutulmadığını belirtiyor. Tabi ki su gibi
aziz bir şey olamaz. Hele ki bunun çöle getirilmesi. Yalnız,
“bir gece çadırımda yatıyordum üzerimin açık olduğunu zannederek
hâyıf içersinde Allah korkusuyla sıçradım. Ne olduysa o gece
oldu. Cenabı hak beni mükafatlandırdı” diyordu. İşte Hâya bu
olsa gerek.
- Sevgi ve saygılarımla
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
63 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- MARKA GÜÇTÜR
- (Anadolu Avrupa Toplantıları 2005 Çorum Buluşması)
- Bu Toplantı Türkiye’de onuncu, 2005
yılının ise ikinci toplantısı. Türkiye’de markalaşmanın çok büyük
ihtiyaç olduğu ve markalaşmayan her şeyin çok ucuz satılacağı gerçeği
anlatıldı.
- Doğan Yayın Holding’in bu büyük
hizmetinden dolayı müteşekkiriz. Bunca işinin arasında AYDIN DOĞAN
Beyefendi’nin Toplantı’ya iştiraki; samimi, içten ve güzel konuşması
Çorum halkını mutlu etmiştir! Teşekkürler.
- Bu toplantının yapılmasın da büyük
uğraşı ve emeği geçen herkese başta da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski
Bakanı Sn. Ateş Amiklioğlu’na teşekkür ediyorum.
- 500 kişilik salon Çorum halkı
tarafından tamamen doldurulmuştu. Toplantının Türkiye’ye daha da
ziyade ÇORUM’A çok yararlı olduğu ve olacağı kanısındayım Keşke bu
toplantılar 20-25 sene öncelerinden yapılsa ve Türk İşadamları da bu
bilgilere yıllarda sahip olsalardı. Belki bugün Türkiye’de hatta
Çorum’da birçok marka oluşabilirdi. Hatta ve hatta Çorum’un kendisi
marka olurdu.
- Sayın Aydın Doğan Bey konuşmasında
“Gelin Çorum’u şehir markası olarak tanıtalım “ dedi ve yanımızda
olacağını belirtti.
- Memleketi Gümüşhane’ye aşık biri
olarak düşündüğüm sayın Aydın Bey’ de mutlaka bilir ya insan iki şeyi
unutmazmış: Biri doğduğu şehir birisi de Anasının yüzü. Ben de her
zaman Çorum ve Anam derim.
- Sayın Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı
M. Hilmi GÜLER pek çok müjde verdi. Bir an önce gerçekleşir inşallah.
Yılan hikayesine dönen Obruk Barajında elektrik üretilemediğinden 5
milyar m³ suyu boşa denize akıttığımızı kendileri söyledi. NEDEN
anlamıyoruz ve bunu kabullenemiyoruz Çorum halkı olarak?
- Reklamcılar Derneği Başkanı Ayşegül
Molu “ Aslanlar gece avlanır, tarla farelerine bakmaz, büyük avların
peşindedir. Siz de artık büyük düşününüz ve karanlıktan şikayet
edeceğinize bir mum yakın” diyordu.
- Markayı , bir dairenin yarısı gibi
düşünürsek a) Marka b) Kaliteli üretim.
- Marka olmak için 4 koşul, 1-) Kalite
2-) Hizmet 3-) İlk olmak 4-) Farklı olmak.
- Türkiye’de Mavi Jeans ve Arçelik’in
iyi bir örnek olduğu belirtildi.
- Ethem Sancak; Çorum’da markalaşma
yolunda, 1-) Hititler 2-) Leblebi 3-) Bil’s gömlekleri 4-) Ece
Banyo’da bunu başarmak üzere dedi. Sayın Ethem Sancak başarılarını ve
nasıl marka oldukları anlattı. Kendisi, “Hedef Alliance” ismiyle ilaç
dağıtımı işiyle ilgileniyor. “Boğulursan büyük denizde boğul- Marka
Ölümsüzlüğü Aramak – Küreselleşmek – Bir şeyi büyük yapmak” gibi
sloganlarla sözlerini bitirdi.
- Ertuğrul Özkök, “Ucuz emek pazarı
olmaktan kurtulmak lazım – Marka yaratmalı – Müteşebbislik ayrı bir
yetenek – Müteşebbis insanlar marka yaratmaya namzet olurlar” diyordu.
- Merzifon Havaalanının sivil hava
trafiği için çok önemli olduğunu ve bölgeye açılıra büyük yarar
sağlayacağını bir daha gördük. Hava kuvvetlerinin onayı alındığını
artık işin siyasilerde olduğunu duyuyoruz. Umarız ki bu yıl içerisinde
havaalanımız açılır. Mehmet Ali Birand hazırlayıp sunduğu,
“Anadolu’daki Avrupa Toplantıları Özel” CNN Türk’ten 13.05.2005
tarihinde sat 17:00 de yayınlanmıştır. Usta ve Üstat Televizyon
Yapımcısı Sayın Birand ufkumuzu açtı.
- Katipler Konağı’nda, keyifle Çorum’a
ait özel yemekler yendi. Çorum Organize Sanayi Bölgesi’ne oradan da
Ece Banyo’ya gidildi. Konuklara Ece Banyo gezdirildi. Sonra Sayın
Aydın DOĞAN ve ekibi Merzifon Havaalanından saat 17:30’da
uğurlandılar.
- Toplantıyı organize edenlere ve
toplantıya iştirak edenlere en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Çorum’un tanıtımına ve Marka olma hızına hız katacak olan bu toplantı
herkese hayırlı uğurlu olsun efendim.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
64 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- HUZURA VARMAK;
- Bir topluluğa yada bir büyüğün huzuruna
çıkacağımız zaman banyo yaparız, şöyle misler gibi insana mahsus
ten kokumuzla huzura çıkalım diye. İşte rabbimizin huzuruna
(Namaza) durmak için de önce cemi vücudumuzun temizlenmesi lazım
ki onunla birlikte gönlümüzü, yüreğimizi ve beynimizi de
temizleyebilelim. İnsanın vücut temizliği için boy abdesti
mecburiyetinden başka 2-3 günde bir yıkanması sağlık bakımından
da gereklidir.
- Huzura durabilmek, namaz kılabilmek için gerekli olan boy
abdestinin haricinde birde abdestli olmak şartı vardır.
- Namaz vakitleri ezanla bize müjdelenir. Ne diyor büyük milli
şair Mehmet Akif, “Bu ezanlar ki dinin temeli/ Ebedi yurdumun
üstünde inlemeli…” Yüce Allah’ımız ezanları minarelerimizden
bayrağımızı da göklerde dalgalanmaktan mahrum etmez inşallah.
- Günde 5 defa belli organların yıkanıp
temizlenmesiyle birlikte gönül temizliği de beraberinde gelir.
Namaz ihtiyarlar için de güzel bir spordur. Ama biz namazı spor
için değil yüce Rabbimiz bize emrettiği için kılarız. Rabbimizin
bize buyurduğu emirlerin hepsinin bizim için, bizim sağlımız
için olduğunu biliriz.
- Ya yasaklar? Biliriz ki tüm yasaklar bizim sağlımız ve
hayattaki muvaffakiyetlerimiz için konulmuştur bunu da böyle
bilir böyle inanırız. En büyük yasakta Yüce Kur-an’ın Türkçe
mealinde okuduğumuz gibi içkiye konulmuştur.
- Hazreti peygamberimiz, “İçki bütün kötülüklerin
anasıdır” diye buyuruyorlar. Hayata, geçmişe baktığımızda da
bundan daha büyük bir gerçek olmadığını görürüz.
- Ve yine geçmişteki çok büyük harplere
baktığımızda çok daha kalabalık ve kuvvetli orduların çok daha
az ve kuvvetsiz ordulara karşı içki yüzünden ve içkinin
verdiği sarhoşluklar yüzünden yenildiklerini görürüz..
- Kurtuluş savaşında bize en büyük yardımı
Pakistan, Rusya ve içki içen düşmanların sarhoşlukları
yapmıştır.
- Namaz dinin direğidir, diye, Hoca efendiler de
sık sık vaazlarında söylerler. Namaz huzura durmak, rabbimize
bize verdiği nimetler karşısında şükretmek ve bir emri yerine
getirmek suretiyle huzura durmak, huzur bulmaktır.
- İçtenlikle, anlayarak, günde 5 defa kılınan
namaz yani günde 5 defa huzura durmak, defalarca secdeye varmak,
insanı bütün kötülüklerden korur ve iyiliklelere koşturur
efendim.
- Geçen gün TV’deki bir söyleşide namazdan,
Kur-an’dan ve Kur-an okunmasından bahsedilirken, “Kur-an okumak
Allah’la konuşmaktır” deniyordu. Namazda sureler okuyoruz.
Demek ki her namaza durduğumuzda aynı zamanda Rabbimizle de
konuşuyoruz.. Ne mutlu bunu içtenlikle ve sırf Allah’ın
rızasını kazanmak için yapanlara.
- Namaz, oruç, ve zekat insan nefsine zor
gelebilir. Ama bütün bunların faydaları bizler ve cemiyetlerimiz
için çok fazladır. Namaz bize Allah’ın birliğini ve ondan başka
tapacak kimse olmadığını, onun her şeyin sahibi olduğunu, dünya
ve ahiret için çalışmayı, helal kazanmayı ve bulunduğumuz
şartlarda mutlu olmayı öğretir ve öğütler.
- Rabbimizin bize vermiş olduğu bütün emir ve ibadetlerde çok
ince hikmetler bulunmaktadır. Şimdi bu hikmetleri saymaya
kalksak ne aklımız nede bilgimiz buna müsait değildir.
- Rabbim hayırlı ve sağlıklı ömür verirde bende
bir şeyler öğrenme nasibine erişirsem bunları uzun uzun yazmaya
ve siz kıymetli okuyucularımla paylaşmaya çalışırım efendim.
- Okumayı, yazmayı, çalışmayı ve insanları seviyorum. Dünya ve
ahiretin bütün güzellikleri hepimizin olsun diyor ve sevgi
saygılarımı sunuyorum efendim.
- NOT: 21.10.2005 Cuma günü Cuma namazından önce
vaaz eden Sayın Hocamız kimse, zekata tabii olmayan malları
sayarlarken kiraya verilen mülklerin kendilerinin zekata tabii
olmayıp bunların gelirlerinden zekat verileceğini ( oda birikim
oldu ise) bildirmediler. Bu husus çok önemlidir.
- Birde, Cuma namazından önce yapılan konuşmaları
güzel Türkçe konuşan hatipler yapsalar, diyor halkımız. Örneğin
İlahiyat Fakültesi Öğretim üyeleri ve son sınıf talebelerinden
Türkçesi güzel olanlara neden bu fırsat verilmez acaba?
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
65 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BAYILIYORUM;
- Bayılıyorum; iyimser insanlara. Bayılıyorum ahde
vefalılara. Bayılıyorum Allah’ını bilerek günü gün edenlere.
Bayılıyorum “ben” demeyen ve dilini kullanmasını bilenlere.
Bayılıyorum, “bunda benimde suçum var” diyebilenlere ve suçun
tek taraflı olmayacağını bilenlere. Bayılıyorum özür dilemesini
bilenlere.
- Sevenlere, sayanlara, erken yatıp erken
kalkanlara. Uyuyup, huzur bulanlara, mutluluğu kafasına
yazanlara, mutluluğu beynine kazıyanlara bayılıyorum. Huzurlu
insanlara, karşısındaki insanlara huzur ve güven veren
insanlara bayılıyorum.
- Sıhhatli, kendini genç, dinç hisseden insanlara
bayılıyorum. Yaşı ne olursa olsun çalışanlara. İşini, eşini,
aşını sevenlere. Dinlenmesini bilenlere, hobisi olanlara.
Okuyanlara, her türlü kitabı okuyup ders alanlara bayılıyorum.
- “Sıkıldım” lafını ağzından düşürmeyenlere üzülüyor, “hayat
ne güzel” diyenlere bayılıyorum. Her türlü hayat şartlarının
kendine uymayacağını bilip bulunduğu şartlarda mutlu olan,
yüzünden gülücükler eksik olmayan insanlara bayılıyorum.
- Yalnız kalmayanlara, yalnızlığın ilacının kitap
olduğunu bilenlere. Namazda huzur bulup onu adam gibi kılanlara
bayılıyorum. Yeşile hayran olanlara, yeşili çoğaltanlara. Ağaç
diyenlere, onu dikenlere bayılıyorum.
- Sözü, özü doğru olanlara,
sözünün arkasında duranlara bayılıyorum. “Nasıl yaşarsanız öyle
öleceksiniz” sözünü tutanlara. Ekmeği ağzına yiyenlere. Tabağını
temiz tutanlara, helal kazanıp, helal yolda harcayanlara. Parayı
hazmedenlere, tevazu içinde olanlara bayılıyorum. İnsanlar
ölünce ağıt yakmak yerine sağken kıymetini bilenlere
bayılıyorum.
- Anasının yüzünü ve doğduğu şehri
unutamayanlara bayılıyorum. İnsan kokusunu sevenlere, onu
koklayanca mest olanlara. İyiliğini başa kakmayanlara, Allah
razı olsun diyenlere bayılıyorum.
- İslam’ın 5 şartını yerine
getirenlere, aşırıya kaçmayıp orta yolu bulanlara bayılıyorum.
Postu post, dostu dost bilenlere. Dünya ile Ahireti eşit
götürenlere. Sabrı sabır bilenlere, hakikaten şükredenlere
bayılıyorum.
- Oruç tuttuğuyla bayram eden, kendine kötü söyleyenlere
gülebilen insanlara bayılıyorum.
- Parayı amaç değil araç olarak bilenlere, parayı
hazmedenlere. Mülkün Allah’ın olduğunu ve bu malın başında bir
müddet nöbetçi olduğunu bilenlere bayılıyorum. Harama el
sürmeyen, çamura yatmayanlara. Yalanı ağzına sokmayanlara,
ölümün ikinci bir yaşam olduğuna inananlara ve ona göre
yaşayanlara bayılıyorum.
- Fakir fukaraya sahip çıkanlara, hayır bayrağını
kaleye dikmeye çaba gösterenlere. Malıyla işsizlere iş açmaya
uğraşanlara, kalbi memleket aşkıyla çarpan, ciğeri Allah aşkıyla
yananlara bayılıyorum.
- Sözün özü adam gibi adam olanlara bayılıyorum.
- Adam gibi adam olabilmemiz dileğiyle sevgi ve saygılarımı
sunuyorum.
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
66 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BAYILAN BAYILANA
- Mahallenin delikanlılığa yeni yeni adım atmaya
başlayan yaramaz çocuğu mahallelerinde birisinin öldüğünü öğrenince
yaramazlıklarına bir yenisini daha katmak için bir plan yapar. Nasıl
olsa sabah camiden tabutu almaya gelecekler, sabah onlardan önce
erkenden gelip tabutun içine girer yatarım der. Planladığı gibi sabah
olunca erkenden gelip tabutun içine girer. Evden getirdiği beyaz bir
çarşafı da üzerine örter. Hesap doğru çıkar, o tabuta yattıktan yarım
saat sonra iki adam tabutu bulunduğu yerden almak için gelirler.
Bizimki hem hava alsın, hem de biraz ışık alsın diye tabutun bir
kenarını hafif aralık bırakmış. Adamlar kapağı yerleştirmeye
uğraşırken de, “Allahuekber” diyerek bulunduğu yerden doğruluvermiş.
Tabi tabutu almaya gelen adamlar anında bayılmış. Cenaze çin toplanan
kalabalık, nerede kaldılar, diye, bakmaya geldiklerinde tabutun
başında baygın yatan adamları bulmuşlar. Ne olduğunu anlamaya
çalışırken, baygın yatanlardan biri hala “ölü nerde” diye, sayıklayıp
duruyormuş….
- Yazın o uzun günlerinden birinde, camideki ihtiyar
yatsıyı ön safın solunda kılıp, duasını da bitirince oturduğu yerde
uyuyup kalır. Bu esnada camide boşalmaya başlar. Caminin imamıyla
müezzini de imam odasında biraz sohbet ettikten sonra, önce müezzin,
15 dakika sonrada imam efendi kapının arkasındaki düğmeden caminin
ışıklarını söndürerek evinin yolunu tutar.
- Beyaz sakallı ihtiyarın oturduğu köşe
kapıdan tam olarak görünmediğinden ihtiyar imamın güzünden kaçar.
Piri fani dede de oturduğu yerde ince ince horlayarak, düş görerek
uyuyarak sabahı eder.
- Sabah ezanıyla birlikte imam efendi de camiye
tekrardan gelir. Odasından cüppesini ve fesini giydikten sonra caminin
içine doğru ilerleyip minbere doğru yaklaşınca önüne eğilmiş, yarı
secde vaziyetinde ihtiyarı görür. Aksilik buya o gün de o mahallede,
aynı o ihtiyara benzeyen birisi vefat etmiş ve imam efendi onun
cenazesini yıkamış, mezarda talkınına oturmuş. İhtiyarı böyle yarı
secde halinde görünce de bayılıp boylu boyunca yere uzanmış. Biraz
sonra caminin müezzini gelince ne görsün, bir ihtiyar uyuyor, imam
efendi de boylu boyunca yerde yatıyor. Bu esnada bir kaç cemaatte
gelmiş. Bakmışlar imamda ses seda yok. Tabi hemen hastanede almışlar
soluğu. İmam efendi 3 gün kendisine gelememiş.
- Kendisini ziyarete gelenlere 1-2 gün
boyunca, “cenazesini yıkadığım adamı gördüm, inanın oydu” deyip
durmuş.
- Uzun boylu, orta yaşlı bir adam gün
gelmiş hakkın rahmetine kavuşmuş. Adamın evi altı katmış, cenaze de
tam altıncı.kattaymış. Evin merdivenleri de çok dar ve dönemeçli
olduğundan cenaze için toplanan kalabalık, cenazeyi merdivenlerden
battaniye ile indirelim diye düşünmüşler. İçlerinden birisi, “dönmez
ki bu merdivenlerden” demiş. Bunun üzerine bir başkası da, “öyleyse
asansöre sağ gibi ayakları üzerine dikelim, yanına da birisi binsin
onu tutsun” demiş. Bu fikir hoşlarına gitmiş ve en yakın
arkadaşlarından birisini de asansöre cenazenin yanı bindirmişler. Biz
sizi aşağıdan alırız, diyerek, cenazeyle kalan iki kişiyi asansöre
bindirmişler ve kendileri aşağıya inmişler. Aşağı inip asansörün
kapısını açınca ne görsünler, cenazenin yanına binen adamların ikisi
de baygın yatıyor. Önce baygınları sonra da rahmetlik olan şahsı
almışlar asansörden, ayılmaya başlayan iki adama , “ne oldu yahu,
neden bayıldınız?” diye, sormuşlar. Meğer birisi, “yahu biz ne yaptık?
Şimdi bu canlanırsa biz ne yaparız?” deyince, ölüyü tutan
bayılıvermiş. Bunun üzerine yanında ki de, “helalde ölü canlandı”
diye, bayılıp düşmüş.
- İşte böyle kıymetli okuyucular ölmeden 10 dakika önce
canımız, ciğerimiz ama ölünce ondan neden korkulur bilinmez? Hani
meşhur bir söz vardır, “ölünün yüzü soğuk olur” diye. Allah bütün
geçmişlerimize rahmet eylesin. Amin!
- Saygı ve sevgilerimle.
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
67 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- DOĞAL GAZ VE DİĞER ENERJİ
KAYNAKLARI;
- DOĞAL GAZ: “Elin verdiği öğün olmaz, o da
vaktinde bulunmaz” demiş, atalarımız. Doğal gaz konusunda şu
anda başımıza gelenlerde aynen öyle.
- Bu konuda birazcık araştırma yapan tüm eli kalem tutan
insanların yaptığı gibi bizde 7-8 senedir bu konudaki
uyarılarımızı karınca kararınca halkımıza ve Çorum
milletvekillerine defalarca yaptık. (Hatta gazetelerde
okuyamadılarsa diye kendilerine her hafta bu yazılarımızı
postaladık. Halada göndermekteyiz.)
- Ülkemizde 100-150 senelik enerji üretimine
yetecek kadar kömürümüz mevcutmuş. Durum böyleyken (bu kömürü
yer altından çıkartırken insanımıza istihdam sağlamak varken)
sen işin kolayına kaç, ver dövizi, al doğal gazı. Sonrada elin
adamı dönsün, sana parayla verdiği doğal gazı, senin ekonomini
perişan etmek ve seni hizaya getirmek için şu soğuk günlerde
silah olarak kullansın.
- Avrupa’nın göbeğinde Avrupa’ya doğal gaz
satmasına rağmen Rusya’nın kömürle elektrik üreten santralleri
varmış. Son 3-5 yılda yapılan filtre ve benzeri çalışmalarla
buralardaki hava kirliliği sorununu yok denecek seviyeye inmiş.
- JEOTERMAL ENERJİ: Yurdumuz sıcak su
kaynaklarıyla dolu olmasına rağmen biz bunlardan bırak enerji
üretmeyi, ısınmada hatta kaplıca turizminde bile yeteri kadar
faydalanamıyoruz. (Doğal gaz almak, ona bağlı kalmak marifetmiş
gibi.)
- İşte sana bedava denecek kadar ucuz ve sıcak su
kaynakları. Hükümet bu konuda neler yapar bilmiyorum? Ama onlar
kısır çekişmeler varken, “sen bana şunu dedin, ben sana bunu
dedim” diyerek televizyonlarda ve mecliste boşa vakit
geçirmekten böyle mühim konularla ilgilenemiyorlar.
- HALBUKİ BU KONULAR ÇOK ÖNEMLİ. Bu konularda
araştırmalar yapmak üzere üniversiteler görevlendirilse.
Ayrıca bu işi araştıran, çözümleyen ve hayata en kısa zamanda
geçiren Enerji Bakanlığının bir heyeti olsa ne kadar güzel olur.
- RÜZGAR ENERJİSİ: (Rüzgardan Elektrik Üretme)
Bununda senlerdir lafı yapılır ama sıfıra sıfır, elde var
sıfırdır. Bu hükümet bu konularda neler yaptı, elle tutulan ve
gözle görülen? Bildiğimiz kadarıyla hiçbir şey. Ver dövizi, al,
gazı, tuzu. Yiyeceği bile dışardan al. Sonrada ihracat arttı
diye övün dur ama yinede ithalat ihracatın iki katına çıksın.
Türkiye’nin rüzgar enerjisinden yararlanmaya çok müsait olduğunu
senelerdir duyarız. Yel Allah’ın, kaval Allah’ın ama iş bitirici
yetenekli adam yok.
- SU KAYNAKLARI: Türkiye’de belki daha yüzlerce
elektrik üretecek barajlar yapılabilecek yerler var. Ama biz
burnumuzun dibindeki Obruk Barajı bittiği halde 2-3 senedir
tribünleri ihale etmeyi beceremediğimizden elektrik
üretemiyoruz. Ama lafı üretmeyi çok iyi beceriyoruz..
- Doğal gaz yakarak elektrik
üretmek yerine kuruluşundaki maliyetinden başka neredeyse yok
denecek kadar masrafsız yapılabilecek bu ve buna benzer enerji
kaynaklarımızı neden ihmal eder dururuz anlaşılmaz.
- NÜKLER ENERJİ SANTRALLERİ: Şimdiye kadar en az
2-3 tane Nükleer Enerji Santrali kurulmuş olmalıydı. Bu tür
santrallerin yeni teknolojiler sayesinde artık hiçbir
tehlikesinin olmadığını sağır sultan bile duydu. Buraları hemen
şimdi bu gün kurmaya kalksanız 2-3 sene sürer deniyor. Bunu
yapmaya para mı? Dünyada bu işi yapacak ve yaparken vadeyi uzun
tutacak o kadar çok firma varki.
- Hem doğal gaza vereceğimiz paralarla buraların ödemesi
pekala yapılabilir.
- Bu santrallerin temeli hemen atılmalıdır.
Elektrik üretimi iyice çoğalmalı ve doğal gaza bağımlılık her
gün biraz daha azalmalıdır. Yazının başında da dediğimiz gibi,
elin verdiği öğün olmaz oda vaktinde bulunmaz.
- Yoksa elin oğlu böyle kışın ortasında vanaları kısar ve
boğazına ham armut gibi durur.
- Bu işin çözümü, öz enerjiye süratle sarılmaktır.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
68 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- MUTLULUK VE HORMONLAR;
- İnsanoğlu beğenilmek ister. Bu onun doğasında
vardır. Erkekler yakışıklı, kadınlar da güzel olmayı isterler.
Yalnız kadınlar bu işe biraz daha fazla önem verirler. Hemen
her gün makyaj yaparak ve giyimleriyle beğenilme içgüdülerine
hizmet ederler. Tabi kadınlar bunu yaparken türlü çeşit çileler
de çekerler. (Yüksek topuklu ayakkabı giymek, ağda yapmak vb.)
- Kadın ve erkekler de bu durum bilhassa 17-18
yaşlarında iken başlar. Eğer bu yaşlarda karşı cinsle alakadar
olunmuyor, karşı cinse karşı bir şeyler hissedilmiyorsa ve de
gönülde birileri yoksa bunda bir aksaklık var demektir.
- Bu durum aldığı terbiyeden olur, kafa yapısından
olur veya en önemlisi vücutta her türlü hükmü veren, duygularını
yönlendiren, insanı bitkin,yorgun, hissettiren yada coşturan,
koşturan, adına hormon denilen maddelerin eksikliğinden olur.
(Mesela insanda ki mutluluk hormonu hayata renk katar.)
- Hormonlar insan vücudunda çok çeşitli olaylara yön
verirler. İnsan vücudunda üzüntülere sebep olan, hayatı zehir
eden hormonlar da vardır.
- Aslında cehennem ve cennet dünyada var. Şöyle bir
çevremize bakarsak,kimileri ömrünü azap içinde geçirirken
kimileri de huzur ve mutluluk içinde geçiriyorlar.Ahrette ki
cennet ve cehennem insanların yanması,ruhlarının azap veya
mutluluklar yaşayacakları yer olsa gerektir.
- Mesela evli bir insan eşine vakit ayırmıyor, ona
sevgi ve saygı beslemiyorsa, hayatını kendi isteklerine göre
düzenlerken, eşinin istek ve arzularına zaman ayırmıyor,
istese de bir türlü bu alışkanlığı edinemiyorsa, yani ona bunu
yaptırmaya iten güç içinden gelmiyorsa bunun en büyük
sebeplerinden biri yine hormonlardır.
- Hormon deyip geçmemek lazım. Hormon 1 cm’lik biberi
bir gecede 15 cm yapıyorsa. Biraz ölçüsü kaçırıldığı zamanda bir
gün önce buzdolabına normal ölçülerde koyduğunuz bir patlıcanı
bir gün sonra kapağı açınca 3-4 misline çıkmış olarak
buluyorsanız ve evin hanımı bu durum karşısında düşüp
bayılıyorsa, hala hormonunun gücünü küçümsemek insanların
kendisini aldatması olur.
- İnsan vücudu hiçbir zaman sırrı çözülemeyen, hiçbir
zamanda çözülemeyecek olan mükemmel bir mekanizmadır. Bu
mükemmel mekanizma Allah’ın azametinin bir göstergesi olarak
ebediyen kalacaktır.
- Milyarlarca insanın aynı uzuvlara sahip olduğu halde
birbirlerine benzememeleri, ve yine bu kadar insanın parmak
izlerinin birbirine benzememesi bu mükemmel mekanizmanın
örneklerindendir.
- Teknoloji geliştikçe insanlarda yeni yeni şeyler
icat etmeye devam edeceklerdir. (Aslında onlar bize yaratıcının
çok önceden bahşettiği ama bizim daha yeni yeni görebildiğimiz
şeylerdir.) Bu yeni icatlar işlerin bir kısmını
kolaylaştırırken bir çok sıkıntı ve hastalığı da beraberinde
getirmektedir. Her 10 kişiden birinde bel fıtığı, her 15 kişiden
birinde de guatr hastalığı olması gibi.
- Guatr hastalığı bazılarını kürdan gibi inceltirken
bazılarının da ensesiyle boynunu bir yapıyor. Ama her ikisine de
dünyayı zehir ediyor. Yüksek kolesterol bile Guarttan
olabiliyor.Yine müthiş bir sinir, sıkıntı, ter, ağlama nöbetleri
ve hayata küskünlük de bunlardan bazıları.
- Katkısız ve hormonsuz yiyecekler. Temiz hava, sessiz
yerler, çiçek, orman,ve doğayla baş başa olunca vücut gençlik
hormonlarını daha fazla salgılıyormuş. O zaman da insanlar 100
yaşında bile genç ve dinç olabiliyorlarmış.
- Şimdi çoğu insanımızın, bilhassa da
sosyetenin,“sıkılıyorum, çok bunaldım,hastalığımı ” desem, yoksa
tutkusu mu desem, yine bu durumda hormonların yüzündendir.
(Birde artık evlerde yapacak iş kalmadı ondan oluyor sanırım.)
- Unutmayalım ki bu günün ihtiyarları da bir zamanlar
gençti. Ve şunu gençler
- hiçbir zaman unutmasınlar ki onlarda inşallah bir gün
ihtiyar olacaklar Rabbim herkese hayırlı, sıhhatli ve huzurlu
ömürler versin.
- Yaşlı insanların en büyük sorunlarından biri olan ve
kadınlarda menopoz sonrası, erkeklerde ise 55 yaş sonrası
oluşmaya başlayan ve halk arasında kemik erimesi olarak bilinen
hastalıkta yine hormonların sebep olduğu bir durumdur.
Yaşlılığın doğal süreci olarak vücuttaki hormonların
azalmasıyla ortaya çıkan bu hastalığa vaktinde müdahale
edilmese ve gerekli tedbirler alınmasa şiddetli ağrılar,
kemiklerde sertleşme ve kırılmalar başlıyor. Bu durum bilhassa
hanımlarda daha çok görülüyor. Zamanında gerekli hormonların
takviyesiyle vücudun daha fazla yıpranması engellenerek bu
hastalığın önüne geçilebiliyor
- Hormonlar dışardan vücuda çok verilse de az verilse
de hasta edebiliyor. Hormon ihtiyacını karşılamanın en iyi şekli
tabi ki doğal yollardan almak ama gerekli olduğu özel durumlarda
da uzmanlar bu konuda vaktinde müdahalelerle iyi sonuçlar
alıyorlar ve yaptıkları gerekli tedavilerle insanlara yardımcı
oluyorlar.
- İhtiyarlamadan geçliğin kıymetini bilen akıllı
insanlardan olunuz !
- İnsanları para uğruna hormonlarla zehirleyen sözde
insanları da Allah ıslah etsin, ıslah olmayanlara da hükümetler
gerekli en sert cezaları versinler diyorum. Ne demiş
atalarımız, “Nush ile uslanmayanı etmeli tektir,tekdir ile
uslanmayanın hakkı kötektir!”
- Mutlu olun, mutlu kalın efendim!
- Sevgi ve saygılarımla.
- SEVDİGİM SÖZLER: “Akıllı ile tartışma, akıllı bir
şey söyler altta kalırsın, akılsız ile tartışma, akılsız bir
şey söyler kaldıramazsın.” (N.K)
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
69 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- DOĞA KATİLLERİNE DUR DENİLMELİ
- Anız yakanlara, doğayı katledenlere, kanun nizam
dinlemeyenlere, Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayanlara dur diyecek
birileri çıkmalı. Suçun açık delilleriyle ortada (Elbetteki yangın
hangi tarladan başlamışsa o tarlanın sahibi yakıyor. Bunu herkes
biliyor ama bilmemezlikten geliyor. O yüzden tarla sahibine gerekli
ceza hemen verilmeli) olduğu bir durumda artık bu vahşete ‘dur”
denilmeli. Ne amaçla yakıldığını bir türlü anlayamadığımız bu
yangınlar yararından çok o tarlanın veriminin düşmesine sebep oluyor.
Bu yangınlarda bir dönümde bile on binlerce canlının yanmasına, o
yanan canlıların âhı’nın da bizleri yakmasına şahit oluyoruz.
- (Son bir kaç gündür gazetelerde sanki
Kene dolayısıyla anız yangınları oluyormuş, tarla sahipleri bu yüzden
anız yakıyormuş gibi beyanlar görüyoruz. Tarla yakmayla Kene’nin ne
alakası var? Bu güne kadar Kene için mi yakılıyordu? Şimdiye kadar ne
için yakılıyorsa yine onun için (yani tarla temizlensin diye)
yakılıyor! Geçiniz efendim bunları!)
- Ben kendimi bildim bileli 60 senidir
böyle sıcak ve bunaltıcı hava görmedim. Gölgede 43 derece! 43 derece
sıcaklık Çorum gibi bir yerde ne demek?
- Bağ evlerinde bile geceleri sıcaktan
yatılmıyor. İslam dininin hiçbir canlıyı yakmanın onaylanmadığını,
günahının ve azabının çok büyük olduğunu Cuma vaazında hoca efendi
uzun uzun anlattı. Anlattı ama biz camiden çıkıp bağa giderken,
Binevlerin etrafındaki ve karşı tepede yeni yetiştirilmiş o güzelim
çamları yakmışlardı.
- Bir dostum anlattı; “Tarlamın
yanındaki 5 dönümlük bir tarlanın anızlarını yakarken 40 dönüm
ayçiçeğimde yandı, perişan olduk” diyordu. İşin fecaati her yıl bu
anız yangınları çoğalıyor. Çoğalıyor ama buna kimse“dur” demiyor. Bu
sorun başta Çorum olmak üzere bütün Türkiye’nin sorunu.
- Durum böyle olunca benim ve halkın merak ettiği
cevaplanması gereken şu sorular ortaya çıkıyor:
- 1-) Kanunlar mı yetersiz?
- 2-) Cezalar caydırıcı değil mi?
- 3-) Yoksa kanunlar yeterli ama uygulanmıyor mu?
- 4-) Türkiye çapında bu yüzden oluşan zararlar
trilyonları geçiyor, bu zararı kim ödüyor?
- Yakılan yer küçük bir tarla da olsa o tarlanın
etrafındaki bir sürü ağaç zarar görüyor.
- Zarar deyince en önemlisi toprak yanıyor. Ayrıca anız
yakılmış tarlalarda buğday ve arpaya büyük zararlar veren süne
hastalığı gelişiyor. Tabii anız yakanlar bunun farkında değil.
- Çorum Belediyesi İtfaiye Müdürlüğünden verilen bilgiye göre temmuz
ayında meydana gelen 58 yangının 54 tanesi anız yangını imiş. Sayın
millet vekillerimiz, sayın yetkililer bu işe “DUR” deyiniz. Bu acıyı
dindiriniz. Yarayı lütfen acil olarak sarınız.
- “Yaş kesenin kolunu keserim” diyecek, birileri çıkmazsa bu ateş
sönmez artar!
- Bir sayın yetkili çıkıp ta, yukarda 4 madde halinde
sıraladığım halkın merak ettiği sorulara cevap vermek zahmetinde
bulunursa ben verilen bu cevabı yine bu köşede yayınlayacağım.
(İlgililere şimdiden teşekkür ediyorum)
- Acilen gereken önlemlerin alınacağına inanarak sevgi
ve saygılarımı sunuyorum efendim. (ALMA MAZLUM “CANLILARIN” AHINI
ÇIKAR AHESTE AHESTE !)
-
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
70 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SAMSUN’DAN BİR
PORTRE (VEFA ÖRNEĞİ BİR ADAM)
- 1975 Senesinden 1987 ye kadar yani 12 seneden
fazla Samsun’da kaldım. 1965 den 1975 e kadar da Turhal’da
kaldım. Herkesin kendi memleketi, dönüp dolaşıp, sonunda 23 sene
sonra tekrar Çorum’a geldim.
- Çok hoşuma giden bir söz vardır. Ben birkaç defa bu sözü
yazılarımda kullandım. “İnsan anasının yüzü ile doğduğu
memleketi unutmazmış”
- Şimdi size Samsun’da kaldığım dönemde tanıdığım,
benden 10 yaş kadar büyük olan İlyas Ağdan fıkra gibi hatıralar
anlatacağım.
- İlyas Ağ aile terbiyesi ve
görgüsü gereği bir saygı icabı olarak bana, “İsmet Ağabey” diye,
hitap ederdi. Tabiki bunda benim kendisine gösterdiğim saygı ve
ilginin etkisi vardı.
- İlyas Ağ, Samsun’da, bizim
işhanı yapmak üzere aldığımız arsanın bir köşesine derme çatma
ve de içinde oturmak için “Ya sabır dedesi” olmak gereken 2 göz
bir ev yapmış. O zamanlar mülkiyeti Belediyeye ait olan bu
arsaya 25 sene kadar önce Çarşamba’nın köylerinin birinden gelip
yerleşmiş. Ayakkabı boyayarak geçimini sağlamaya çalışıyor.
Durumu iyi olan esnaf boyanan ayakkabısına İlyas Ağayı
sevdiğinden dolayı rayicinin 5-10 katı para veriyor. Tabii İlyas
Ağda herkesi sevip sayıyor. Ayrıca İlyas Ağ, benim dışarı
çıktığım zamanlarda yazıhanedeki telefonlara bakıp not da
alıyordu.
- İlyas Ağanın şivesi de çok
değişik ve güzeldi. Becerebildiğim kadarıyla burada şivesini
yazmaya çalışacağım. Kendisi bundan 7 sene önce rahmetlik oldu
Allah rahmet eylesin.
- İlyas Ağla ilgili güzel hatıralara geçersek:
İlyas Ağ bir gün Çarşamba’ya akrabalarını ziyarete gitmiş. Dönüş
yolunda bindiği minibüs bir çocuğa çarpmış ve çocuk oracıkta
ölmüş. Minibüstekiler şoför de dahil olmak üzere hemen ortadan
kaybolmuşlar. Bizim İlyas Ağ başka minibüse para vermeyim
diyerek arabanın yanında beklemeye başlamış. 10-15 dakika kadar
sonra çocuğun, kazayı duyan akrabaları yolun kıyısındaki
köylerinden kaza yerine gelmeye başlamışlar. Gelenler hemen
şoförü sorup aramaya başlamışlar. Bu sırada minibüsün yanında
duran İlyas Ağaya da şoförü sormuşlar. O da, “bilmiyüm” demiş.
Ama içlerinden birisi, “yalan söylüyor, şoför bu” demiş. Adamın
öyle demesi üzerine başlamışlar bizim İlyas Ağayı dövmeye, dövme
ama ne dövme! İlyas Ağ, “ben şoför değil, yolcuyum” dedikçe,
“yalan söylüyor” deyip daha hızlı vurmaya başlamışlar. Bizim
İlyas Ağ sopanın zoruyla bayılmış. Hastanede gözünü açabilmiş.
“İsmet ağbi, ben ne biliyim, meğer böyle ölüm olunca oradan
kaçılırmış. Şimdi öğrendim ama yediğim sopa bir araba dolusu
oldu. Kafamda ki 2-3 yarılma da yanıma kar kaldı” diye bana
anlatırdı.
- Yine bir gün İlyas Ağ kayısı ağacında kayısı
toplarken pat diye aşağı düşmüş. Halbuki daha 2 dakika önce
hanımıyla ağacın dibinde konuşuyorlarmış. Meğer bizimki ağacın
üzerinde kayısı toplarken uyumuş. Yine doğru hastaneye
kaldırmışlar. 10 gün orada misafir olmuş. Bu olaydan da kolunun
kırılmasıyla kurtulmuş.
- İlyas Ağanın gençlik yıllarında esrar içen bir
arkadaşı varmış. Bu arkadaşı bir akşam toplandıkları yere onu da
götürmüş. 6-7 kişi daire şeklinde oturmuşlar. İlyas Ağ, “bende
içlerine karıştım. içlerinden birisi kalın bir sarma sigara
çıkardı yaktı ve bir nefes çekti sonra yanındakine verdi. Sigara
sırayla herkesin elinde dolaşmaya başladı. Sıra bana geldi bende
bir nefes çektim. Bu durum 3 devir devam etti. 3. devir sonunda
benim önümde bir çukur oluştu, minare boyu, biraz sonra bu
çukurun yarısına kadar da su doldu. Ben içine düşmeyeyim diye
biraz geri çekildim. Az öncede ayağımın birini altıma almıştım.
Bir süre sonra korkum artmaya başladı, yerimden kalkıp az
ilerdeki sedire oturuyum diye uğraşmaya başladım. Kalkacağım
ama üstüne oturduğum ayağım ortada yok. Arıyom arıyom ayağımı
bulamıyom. Bu arada birisinin, “İlyas oldu” deyip, koluma
girdiğini şöyle böyle hatırlıyorum. Uyandım ki sabah olmuş ben
sedirdeyim, üstümde bir battaniye, etrafta kimseler yok, ben su
diye yanıyorum..”.
- İlyas Ağ saf ve temiz bir insandı yine bir gün
komşu dükkandan fırlama bir tezgahtar sesini değiştirerek İlyas
Ağaya telefon açmış. Telefonda arıza var, telefona bir üfle,
demiş. Bunun üzerine İlyas Ağ başlamış telefona üflemeye, “devam
et, daha hızlı üfle, daha hızlı” diyerek bu üfleme işi bir süre
devam etmiş. Bir süre sonra tezgahtar komşu telefonu yanındaki
arkadaşına vermiş, İlyas Ağanın bulunduğu dükkanın kapısına
sırtını dayamış, biraz seyretmiş ve “hayırdır, ne oluyor İlyas
Ağ?” demiş.. İlyas Ağ tezgahtara , “Günayım, postaneden bir adam
aradı, telefonda arıza var, üfle dedi. Üfleyoom üfleyom yine
üfle diyo, öldüm geberdim, yarim saattir üfleyom. Etme şu
telefona birazda sen üfle” der. Bunun üzerine tezgahtar Günay,
telefonu eline alıp kapatır ve “seninle dalga geçmişler” der.
İlyas Ağ “ulan böyle iş başıma hiç gelmedi, öldüm, öldüm nefesim
kurudu, bak şu eşşeoğlunun yaptığına” der.
- İlyas Ağ esprili, hoş sohbet, ve ağzı dualı bir
adamdı. Ekmek bilir ve ahde vefalıydı.
- Sene 1978, Türkiye’de serumun, ilacın zor bulunduğu,
elektriklerin gönde 10 defa kesildiği yıllar. Türk
doktorlarının tavsiyesi ve ısrarları üzerine böbreğimden
ameliyat olmak için İngiltere’ye gidiyorum. Beni uğurlamaya,
İlyas Ağ da gelmiş. Herkesle helalleştik, en sonunda İlyas
Ağaya, “hakkını helal et” diyerek sarıldım. İlyas Ağ beni öyle
bir kucakladı ki bu satırları yazarken bile o sıcaklığı ve
sevgiyi hala hissediyorum. “Sağlığına helal olsun, gelecen,
gelecen. Mevlüdünde bende ilahi okuyacağım. Allah seni
başımızdan eksik etmesin inşallah” der demez bir boşandı nasıl
ağlıyor bir görseniz.
- Başladım bende onunla birlikte
ağlamaya. Ama o ağlamayla birlikte bütün stresimde gitti. Bir ay
sonra geri geldiğimde İlyas Ağ yine ağlıyordu, ağlıyordu ama
gözlerinin içi de gülüyordu. Bunlar sevinç gözyaşlarıydı.
- İlyas Ağ vefalı insandı. Allah
rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Vefalı dostlara selam
olsun.
- Saygı ve sevgilerimle.
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
71 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- HAC VE UMRE
- Bu yazımızda ilerde Hac ve Umreye
gideceklere faydalı olacağına inandığımız bazı bilgileri aktarmaya
çalışacağız.
- Her ikisinin de yapılması gereken dini
vecibeleri din Hocaları ve rehber Hoca efendiler tarafından anlatıyor.
(Zaten bizim bunu anlatmak için ne böyle bir yetkimiz nede yeteri
kadar bilgimiz de vardır.)
- Hac ve Umre ile ilgili hazırlıkları ve
yapılacak vazifeleri ikiye ayırmak lazım, gitmeden önce yapılacaklar
ve o mübarek yerde yapılacaklar şeklinde.
- 1-) İlk önce en az bir ay önceden
yürüyüşler yapılmaya başlanmalı. Kendimizi en az 5 km yürüyecek
şekilde hazırlamalıyız. Çünkü istediğimiz gibi vazife yapabilmek için
çok yürümek icap ediyor.
- 2-) Gitmeden önce yine en az 1 ay önce
aşı olunmalı. Yaşlılar her yıl grip aşısı, 5 yılda birde Zatürre aşısı
olmalı.
- 3-) Küçük bir Türkçe –Arapça lugat
bulundurulmalı.
- 4-) Küçük bir Pet şişe ile Sirke
götürülmeli. (Orada da bulunuyor ve Arapça adı Kal.) Güneş çarpmasının
en iyi ilacı sirke ve sirkeli su ile vücudu ovmak. İnce bir tülbentle
başa ve alna koymakta faydalı oluyor. Ayrıca sirke salatası yapmak ve
bunu bol bol içmekte iyi oluyor. (Sirke salatası: Cacığın,
sulandırılmış, içine sirke katılmış ve içine az bir miktarda da şeker
katılmış halidir.) (Sirke insanın hararetini kesmek yanında bana göre
dizlerdeki ağrıya da iyi geliyor. Bunu da ince bir tülbentle sarıp
deneyebilirsiniz.)
- Biliyorsunuz Hac’cın Kurban Bayramı
döneminde ve sayılı günlerde yapılma gibi bir zorunluluğu vardır. Ama
Umre öyle değildir. Bu yüzden Umre yaparken gideceğimiz en uygun vakti
seçme şansımız bulunmaktadır. Bana göre, sıcağın az olduğu, Aralık,
Ocak, Şubat ve Mart ayları daha uygundur. Diğer zamanlarda sıcak çok
oluyor. Artan sıcaklarla birlikte çalışmaya başlayan klimalar alerjisi
olan insanları hasta ediyor. %90 ımız klimaları nasıl kullanacağımızı
bilmiyoruz. Klimalar mikrop yuvasıdır. 15-20 günde bir filtrelerinin
değişmesi gerekiyormuş. Bırakın Arabistan’da Türkiye’de bile böyle bir
şey yapılmıyor.
- Orada dikkatimi çeken başka bir şeyde halıların 8-10 kişinin namaz
kılabileceği boyutlarda oluşuydu. (130x500 cm) Serilen halıların secde
yerlerinde de 20-25 santim kadar bir boşluk vardı. Sanırım böylece bu
küçük boyutlu halıların havalanması sağlanıyor. Bu halılar
fabrikalarda yıkanıp kurutuluyormuş. Türkiye’deki camii halılarının
hijyenik olması mümkün değil. Halı yıkama makinalarının sözde
temizlediği halıların mikrop yuvası olduğunu uzmanlar söylüyor.
(Senenin 7-8 ayı grip ve soğuk algınlığından burnumuzun, kulağımızın
tutmayışı bundandır herhalde)
- Dönüşe yakın alışverişler yapılmaya
başlanıyor. Çoğu şey Türkiye’ye göre çok ucuz. Yine de ölçülü olmak
lazım. (Paralarınızı iyi muhafaza ediniz ve 3-4 ayrı yere koyunuz.
Böylece paranızın çalınması halinde zor durumda kalmazsınız)
Hanımınızda yanınızda ise eşyanız çoğalıyor. Bu durumda eşya kargoya
da verilebiliyormuş. Bunu da iyice sorup öğrenmek gerekiyor.
- Her şeye rağmen çok hoş, insanı huzura
kavuşturan ama biraz zor bir ibadet. Allah canı gönülden isteyen
herkese nasip etsin. Bu arada en önemli şey SABRI sırtınız, kalbiniz
ve beyninizde yaşatmayı öğrenmelisiniz. Onu yaşamayı unutmamalınız.
- “Hac ve Umrenizin kabulü ve derecesi
geldikten sonraki yaşantınıza bağlı. Değişmelisiniz. Mutlaka
değişeceksiniz. Sabırlı ve mutlu olacaksınız” bu sözler Mekke’de
yaşayan ve bize rehberlik eden Osman Yıldırım Hoca Efendiye ait. Ben
ayrıca Osman Hoca Efendiye, burada vefat edenlerin yıkanmadığını bir
arkadaşım söyledi, bunun aslı var mıdır, diye sordum. Osman Hoca
katiyen böyle bir şey yok, çok güzel ve itinalı bir şekilde yıkanıyor,
dedi.
- Not: Medine’de Peygamber efendimizin
yattığı, Ravza_i Mutahhara’ya el sürmek, dokunmak mümkün değil. Zaten
o kalabalıkta pek doğru da değil. Ama içerisinin daha iyi
görülebilmesi için ışıklandırılırsa daha iyi olur kanaatindeyim.
11.06.2007
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
72 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- GRİP'LE İLGİLİ BİLMEDİKLERİMİZ;
- Grip'i olmayı olağan bir olay gibi karşıladığımızdan
maddi ve manevi büyük ayıplara
- uğramaktayız. Çektiğimiz acı ve hastalık halinin (bazen ölüme
varan sonuçlar bile oluyor) yanında ilaç masrafları ve iş gücü kaybı
da işin cabasıdır.
- Grip olmamak için aşı olmak bir
tedbirdir ama öncelikle gribin bulaşmaması için bizim bir şeyler
yapmamız gerekiyor. Ben bu konuda bildiklerimi burada sizinle
paylaşmak istiyorum. İlk yapacağımız şey ellerimizi sabunla sık sık
yıkamak ve yıkadıktan sonra kolonya ile iyice ovmak.
- Grip olduğumuz zaman ise 3-5 gün evden
çıkmamalıyız. Böylece hem istirahat etmeli hem de diğer insanlara
buluşmamasını sağlamalıyız.
- Kağıt mendil kullanmalıyız.
Kullandığımız mendilleri öyle herkesin (özellikle hanımların) yaptığı
gibi elimizde tutmayıp, sürekli yenilemeliyiz. Yani kağıt mendilleri
bir seferlik kullanmalıyız. Temizlik için bu şarttır.
- Dinlenmeyip, gripli halde evden
çıkmakta ısrar edersek hastalığımız daha da artacaktır. Bu arada grip
olunca kesinlikle insanlarla öpüşmekten kaçınmalıyız. Sadece grip
oluğumuz zamanlarda değil diğer zamanlarda da bu alışkanlığımızı terk
etmemiz gerekiyor. Bu hem hastalıklara davetiye çıkartan hem de hiç
hoş olmayan bir alışkanlıktır. (Bu adet son
- dönemlerde daha da arttı. Bir an önce bu alışkanlığımızı terk
etmeliyiz.)
- Grip ve grip aşısı yanında bu günlerde
basında sık sık zatürree aşısı haberleri de çıkıyor.
- Bu konuyu doktorumuzla ayrıca
konuşmakta fayda vardır diye düşünüyorum.
- Ben iki önemli noktaya daha değinmek
istiyorum;
- 1-) Okullarda çocuklardan birbirlerine
grip geçmemesi için aileler hasta olan çocuklarını okula
göndermemelidirler. Şayet aile bu konuya dikkat etmese okuldaki
öğretmenler gerekeni yapıp hasta olan çocuklar iyi olana kadar geri
evine göndermelidir. Böylece diğer çocukların hasta olması önlenmiş
olacaktır.
- 2-) CAMİLERE vb. toplu alanlara gripli
insanların burunları akarak, hapşırarak gelmeleri katiyetle doğru
değildir. Mesela, cemaatle namaz kılacağım diye, başka insanlara
hastalığını bulaştırmak doğru bir davranış değildir. Bu gibi
durumlarda namazlarımızı evlerimizde kılmamız daha doğru olacaktır.
- SÖZÜN ÖZÜ; bu konuda Milli Eğitim
Bakanlığı okullarımızda, Diyanet İşleri Başkanlığı da Cuma
hutbelerinde griplerin arttığı bu mevsimlerde, hatta her yıl daha
önceki aylarda vatandaşları uyarıp bu konuda öneriler getirmelidirler.
Hatta gripli, nezleli insanların
- Cuma namazlarına bile gelmelerinin uygun olmayacağı
belirtilmelidir ki böylece insanlar namaza gidemedikleri zaman
rahatsız olmasınlar.
- (Mesela bu Cuma camilerimizde, "Organ
Nakli" ile ilgili vaaz verildi. Organ vermek
- isteyenlerin, Hastaneler, Emniyet müdürlükleri ve Müftülüklere
müracaat edebilecekleri belirtildi. Din görevlilerimiz,
doktorlarımızla birlikte böyle güzel işlerde dayanışma ve istişare
halinde olmadırlar. Bu çok güzel ve çok yararlı bir uygulamadır. İnsan
sağlığını ilgilendiren bu ve buna benzer konularda din
görevlilerimizin ilgisiz kalması zaten düşünülemez. Bu çalışmalarından
dolayı din görevlilerimizi tebrik ediyor, benzer organizasyonlarda
kendilerini daha sık görmek istediğimizi belirtiyoruz.)
- NOT: Bu yazı, Milli Eğitim
Bakanlığına, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Müftülüğümüze ayrıca
postalanacaktır.
- Saygı ve sevgilerimle.
-
-
-
-
-
|
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
73 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- KAN VE ORGAN BAĞIŞI;
- Biz millet olarak çok ciddi olan işleri hala neden
umursamayız bilemiyorum. Bu yazımda umursamadığımız konulardan 3
tanesini sizlere aktaracağım.
- Ankara’nın Kızılay meydanındayım, yaya kaldırımına
çekilmiş kocaman bir araba, üzeri beyaza boyanmış ve arabanın üzerinde
de Kızılay bayrağı ve Kızılay amblemi var. Bu araç orada kan bağışı
için duruyor ama verende yok alan da yok. Böyle hayati konuların
haftaları iş olsun diye değil de çok ciddi olarak ele alınmalı. TV
lerde ve gazetelerde bilhassa da İlkokullarda çocukların beynine
bunun bir insanlık görevi olduğu kazınmalı.
- Hemen herkese yaş günü yapılıyor. Orada, “iyiki doğdun
Ahmet-Tuğba” ve buna benzer bir şeyler hep bir ağızdan söyleniyor.
Oysa bu doğum günlerinde verilecek bir kanın bir insanın hayatını
kurtaracağı ve bunun vereninde sıhhat bulmasına yardımcı olacağı
söylenmeli ve bunu teşvik edici şeyler yapılmalı. Mesela gelen
hediyelerin üzerine kan ve organ bağışı yapmaya teşvik eden güzel
sözler yazılmalı. Ve insanların hiç olmazsa senede bir defa da olsa
doğum günlerinde kan vermeleri sağlanmalı.
- Büyükler, devlet adamları, mankenler,
artistler buna öncülük etmeli.
- Ayni şeyler organ bağışı içinde
geçerli. Allah’ın rahmetine bir gün er geç hepimiz kavuşacağız.
Organlarımız toprak olacak. Çorumda kaç kişi organ bağışı yaptı ki
acaba? Ve kaç kişinin cebinde organını bağışladığına dair bir kart
veya buna benzer bir belge var?
- Avrupa’da insanların üzerinde öldükten
sonra organlarını hiçbir prosedüre ve yakınlarının onayına gerek
kalmadan kullanılabileceğini gösteren belgeler bulunmaktadır.
- Nice duyarlı ve kültürlü insanımız bile bu konularda yeterince
duyarlı ve insancıl davranmıyor. Herkeste yüzeysel bir duyarlılık var.
Vurdumduymazlık ve ihmalkarlık almış yürümüş. Tabi ki insanları bu
konuda yönlendirecek ve bilinçlendirecek olanda devlettir. Devletin bu
konuda yetkili ve etkili görevlileri olmalıdır. İnsanları bu işe
ısındıracak irişimler ve organizasyonlar yapılmalıdır. Bunlar
yapılmayınca insanlarımızda bu işe soğuk bakıyorlar. Halbuki bunlar,
“çeken bilir” denen hallerdir. İnsanlarımız ancak başına geldiği
zaman bu işin önemini kavrayabilmekte. Kendimize yada en azından bir
yakanımıza hayatının bir döneminde mutlaka kan gerekmiştir. İşte o
acil durumlarda bulunan kanlar uzaydan değil yine insanlardan temin
edilmektedir. Bunu bilmeliyiz!
- Bütün bunları neden gözümüzün önüne
getirmiyoruz? Bize yada yakınlarımızdan birine kan yada organ
gerekebileceğini, yani bunların bizimde başımıza gelebileceğini neden
düşünmeyiz? Bize bunlar olmaz, bunlar bizim başımıza gelmez diye bir
yerlerden sözleşmemiz yada bir yerlerden kontratımız mı var?
- Bunları düşünmeyişimiz,
düşünemeyişimiz de çocuklarımıza zamanında bunları öğretmediğimizden
ve bizimde çocukluğumuzda öğrendiğimizden olsa gerek diye düşünüyorum.
- SİGARA YASAĞI: Daha önce de yazdım.
Sigara içmek kanunun şu maddesine göre yasaktır diye yazan bir levha
vardır ve o levhanın altında sigaralar içilir. Dumanlar tüttürülür.
Sigara içmeyenler ve çocuklarda bu durumdan nasibini alırlar.
- Benim asıl sormak istediğim, a-) Bu cezayı yazmaya
kimim yetkili olduğu. b-) Bu güne kadar Çorum ‘da kaç kişiye bu
cezanın yazıldığı? Bilen ve cevap verecek bir yetkili varsa çok memnun
olacağız.
- Mesela bir dostum anlatıyor;
“Ankara’da, AŞTİ Otogarında resmi üniformalı bir görevli tamda bu
levhanın altında sigarasını yaktı ve içmeye başladı. Yanına gidip, bu
levhanın, devletin bazı vatandaşlarını kapsamadığına dair bir kanun mu
var? Neden burada sigara içiyorsunuz diye sorduğumda, cevap vermeyip
yüzünü buruşturdu ama bir süre sonra da benim oradaki varlığım onu
rahatsız etti ve dışarı çıkmak zorunda kaldı” diyor. Devletin resmi
görevlisi de vatandaşı da aynı kafada!
- Yoksa kanunu çıkar, levhaları as
sonrada devletle dalga geçercesine o levhaların altında sigara iç.
Olmaz böyle şey! Bu işler ciddiyet ister kardeşim!
- Araba kullanırken trafikte telefonla konuşmak
yasaktır. Ama yine bu yasakta en çok çiğnenen ve hiç ciddiye alınmayan
yasaklardan biridir. Halbuki bu yüzden kazaların çoğaldığını
istatistikler gösteriyor ve bunu gazeteler sürekli yazıyor ama hiç
ciddiye alan yok. Çünkü işin o kadar cılkı çıkmış ki cezayı yazacak
olanda aynı kafada! Hatta bu kanunu yapanda trafikte telefonla
konuşuyor.
- Kanunu yapmak, hele de iş olsun diye
kanunu yapmak birileriyle alay etmek oluyor da artık kiminle alay
etmek oluyor bunu bilemiyorum!
- Kanunlar neden çıkar, ne için çıkartılır milletçe bir
türlü öğrenemedik gitti. Ondan sonrada hep şikayet, hep şikayet…
- Bir gün bütün bu eksiklerimizi düzeltmek ümidiyle
herkese huzurlu ve mutlu günler diliyorum.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
-
|
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
74 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- DUYGU SÖMÜRÜSÜ;
- Dolandırıcılık mı desem, çarpma mı yoksa yeni bir
dilenme usulümü desem bilemiyorum.
- (Bildiğim kadarıyla dilenmek kanunen
yasak. Belediye zabıta görevlileri vasıtasıyla gereken önlemleri
alıyor. Çorum’da eskiye nazaran öyle pekte dilenci yok. Mesela
Çorum’da görme özürlü dilenci yok. Altı Nokta körler Derneği, “biz
dernek olarak buna müsaade etmiyoruz, eğer gözleri görmeyen birini
dilenirken görürseniz bize bildiriniz, biz gereken önlemi alalım”
diyorlar. Fakir fukaraya devlet tarafından verilen maaşında bunda
büyük önemi var. Sayın Valimiz Mustafa Toprak Bey, Vali Yardımcısı
İsmail Çorumluoğlu ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanı
Sayın Hayrettin Demirci .Bey’e bu özenli çalışmalarından ve işlerini
ciddiyetle yürütmelerinden dolayı ayrıca teşekkür ediyorum.)
- Bütün bu yapılanlara rağmen dilenmekten vazgeçmeyen
insanlar var. Yeni bir dilenme şekli daha doğrusu duygu sömürüsü
yaparak insanları kandıran kişiler çıktı. Bu kişiler hem de büyük
miktarlarda para topluyorlar.
- Bunlar bir hafta kadar önce beni de çarptılar. Kendi ifadelerine
göre topladıkları para 1. milyar olmuş, 200 milyon eksikleri kalmış.
Eksiklerini tamamlamak adına 100 milyon da ben verdim. (Ellerinde
uydurma bir liste, güya para verenlerin listesi. Tabii bunların hepsi
senaryoymuş.)
- Albayrak Otoparkında oturuyordum, öğle ezanı vaktinde
tam da ezan okunurken bunlar geldiler. İyi sayılabilecek bir arabayla
35-40 yaşlarında eli yüzü düzgün, iyi giyimli birisi ve yanında 60
yaşlarında, ufak tefek, zavallı rolünde bir adam. Eli yüzü düzgün
olan ve arabayı süren adam, “bu adam benim evimde kiracı, perişan
durumda, bende 3 aydır kira almıyorum. 2 yıl önce buna Çorum’da yanlış
bir ameliyat yapmışlar. Ayağı her gün inceliyor, ağrısı da çok oluyor,
acıdan kıvranıyor, (bu esnada adam ayağını açtı hakikaten sağ ayağı
diğerine göre bayağı ince) kendisini Ankara’ya götüreceğiz, Allah
rızası için para topluyoruz” dedi ve bir liste çıkardı. Listeye göre
50 milyondan aşağı veren olmamış. Listede para verenlerin isimleri ve
karşılarında imzaları var. (Tabi yine sonradan öğreniyorum ki
isimlerin çoğu hayal,. imzalarda sahteymiş.)
- Başında da yazdığım gibi 200 milyon
eksikleri kalmış. Bunun 100 milyonunu ben saf saf verdim. Adamlar,
“İsmet amca bizi gönderebileceğin biri var mı? Mübarek gün, sevaptır”
dediler. Bende inşaat demiri satan, arkadaşım Ömer Şenöz’e gönderdim.
- Neyse adamlar gitti bizde camiye
gittik. Camiden dününce bir telefon, telefonda Ömer Ağa, “oğlum İsmet
sen bu para toplayan deyyuslardan ne kadar komisyon alıyorsun?”
Nerden çıktı Ömer Ağa, adamın ayağını görmedin mi, kağıda bakmadın mı,
diye, sordum. O da bana, bunların bu işi sanat haline getirdiğini ve
15-20 senedir, böyle sakat birilerini bulduklarını veya da bir çocuğu
sakat bırakıp bunu göstererek para topladıklarını anlattı.
- Bu ahlaksızlara KİM DUR DER BİLMİYORUM.? (Jandarma
mı, Emniyet mi, Valilik mi yoksa Belediye mi bilmiyorum)
- Şimdi adını vereceğim iki köyde bu
işten geçinenler çokmuş. Çorum’a yakın olan bu iki köydeki bazı
kişiler bu işi sanat haline getirmişler. Bunların çoğu da Çorum’da
lüks apartmanlarda oturuyorlarmış.
- Benden yazıp duyurması, ilgililerden
önlem alması.
- Okuduklarımdan Hoşuma Gidenler: Geçmiş
zamanlarda yine bu yıl olduğu gibi kurak bir yılda, bir Cuma günü
köyün birinde yağmur duasına çıkılacakmış. İmam efendi bir gün önceden
herkesi bu duaya davet etmiş. Yalnız gelirken herkes yanında
inançlarını da getirsin diye, tekrar tekrar söylemiş. Neyse ertesi gün
olmuş ve duaya çıkılmış. Dua yapılmış ama yağmur falan yağmamış. Bir
gün geçmiş, iki gün geçmiş ama yağmur falan yok. Bu sırada köylü
İmama sorup duruyormuş, “neden yağmur yok?” diye, İmam, “efendiler siz
duaya geldiniz ama yanınızda inançlarınızı getirmediniz sadece bir
kişi getirdi o da yetmedi” demiş. (Duaya gelenlerin içinde sadece bir
kişinin elinde şemsiye varmış.)
- Dua inanarak, içinde duyularak ve yürekten yapılırsa
kabul olur efendim.
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
75 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- KONUŞMAK, GÜZEL YAZMA
- “Söz ola kese savaşı,
- Söz ola kestire başı”
- Evet başı kestiren de söz, savaşı
kestiren de söz!
- “Gelinlere Bal yedirdik, tatlı dilli
olsun diye”
- “Tatlı dil güler yüz”
- “Dinlemeye doyamıyorsun, ağzından Bal
akıyor”
- Yukarda saydıklarımız, güzel
konuşmayla ilgili söz ve deyişler.
- Konuşmaların en güzeli kısa ve öz
olanıdır. Konuşma muhatabını sıkmamalı, kısa ve öz olmalıdır.
“Konuşma, kalpten kalbe akan bir yoldur” denir. Konuşma aynı zamanda
insanlardaki zekanın da bir göstergesidir. Bir atasözümüz vardır, “
Söz kalpten çıkarsa kalbe ulaşır, ağızdan çıkarsa kulaktan öte
gidemez” diye.
- Konuşmak ile güzel konuşmak aynı şey
değildir. Hani bir söz daha vardır, “Ağzı olan konuşuyor” diye.
Halbuki işin aslı öyle değildir, konuşmak bir sanat ve bir Allah
vergisidir. Güzel konuşanlar güler yüzlü olurlar, mutlu olurlar ve
aynı zamanda başarılıdırlar. Bu saydıklarımız birbirleriyle bağlantılı
şeylerdir efendim.
- Ya susmak ve dinlemek! Bunu başarmak
konuşmaktan da daha önemli ve daha zordur. “Çok dinlememiz ve az
konuşmamız için iki kulağımız ve bir dilimiz vardır” diyor, Diogenes.
- Söz silahtan çıkan mermi gibidir, ağızdan çıktıktan sonra bir daha
geri dönmez. Bununla ilgili yine bir atasözümüz vardır, “ Boğaz kırk
boğumdur, otuz dokuzunu yut, birini söyle” diye.
- Konumuzun biraz dışında ama birde yalnızlık vardır ki bu hepsinden
beterdir. Geçen gün televizyonda yalnızlıkla ilgili şöyle bir konuşma
duymuştum. Bu konuşma beni çok etkiledi. Şöyle deniyordu, “ Yalnız
yaşayanlar (yalnızlar) kendi SESİNİ BİLE ÖZLER!”
- Güzel konuşmayı, iyi dinlemeyi
bilenlerden olalım efendim.
- Güzel Yazma: Güzel yazmak öncelikle
bir kabiliyet, Allah vergisi, sonrasında ise biraz gayret ve de çok
okumayla gelişen bir alışkanlık durumudur diyebiliriz.
- Okuma yazma oranını Türkiye’de,
yüzde’ye yada binde ye vurduğumuz zaman bana göre, Türkiye’de
okuyanlar azalıyor, yazanlar ise çoğalıyor. Gazetelerin başlıklarına
şöyle bir göz atanları ve sadece sayfayı karıştıranları ben okumuş
saymıyorum. Eğe okursanız, bir gazete bir saatte bitmez. Onu okuyan,
güzel okumasını bilen, kitap okuma alışkanlığı da edinir. Herkesin
kitap alabilmek için her ay para ayırmak gibi bir imkanı yoktur. Ama
işte burada kütüphaneler ne güne duruyor? Bu gün yaşı 25’i geçmiş kaç
insanımız kitap alıp okumuştur. Benim tahminim bu sayı yok denecek
kadar azdır.
- Buna karşılık yazan insan sayısında
ise bir hayli gelişme gözlemliyorum. (Mesela bu yıl Türkiye’de bir
yazarımız Nobel Edebiyat ödülü bile aldı) Tabi ben gözlemimi Çorum’da
ki yazar arkadaşlarımı kıyaslayarak yapıyorum. Çorum’da bir çok
mahalli gazete çıkıyor. Bu yerel gazetelerimizin hepsinde çok güzel
yazılar çıkıyor ve bu yazılarda güzel konulara değiniliyor. Bu günlük
yazıların yanında çok güzel roman, hikaye ve şiirler yazan
arkadaşlarımız da var.
- Son 3-4 yıldır kitap yazan ve
kitaplarını bastırma başarısı gösteren yazar arkadaşlarımız da göz
ardı edilemeyecek oranda. Arkadaşlarımızın yeni çıkan kitaplarının içi
kadar dışları da güzel. Son zamanlarda çıkan kitapların kapak
resimleri de bir hayli “Al beni”’li. Başarılarınız daim olsun diyorum
sevgili arkadaşlar.
- Yazan, okuyan, dinleyen bir toplum
olmak ne güzel. Herkese kucak dolusu saygı ve sevgilerimi sunuyorum
efendim.
-
-
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
76 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BAYRAMLAR
- İnsanlar, bir doğduğu şehri, birde anasının yüzünü
unutmazlarmış. Bu unutulmazlara bende biraz ekleme yapmak istiyorum.
Benimde birkaç unutamadığım var!
- BABAMIN SESİ, bayramlık ilk potinim ve ilk giydiğim
takım elbisem!
- 1945- 46 yılları dersek sanırım çok şey daha iyi anlaşılır. O
yıllar pek çok şeyin, sadece iki dini bayramda sunulduğu tarihlerdi.
2. dünya savaşının ve hakikaten bizim kurtuluşumuz olan Kurtuluş
Savaşının yokluklara yokluk eklediği zamanlardı o tarihler.
- O yıllarda çoğu şey çok zor elde edilirdi. Ama insanı
zor elde edilen, çok seyrek kavuşulan şeyler daha mutlu ediyor diye
düşünüyorum. Bu günün çocuklarını artık ne yeni bir elbise, nede yeni
bir ayakkabı mutlu ediyor. Yiyeceklerde öyle. Önüne konan çikolatayı
elinin tersiyle itiyor, tavuk etini, böreği, baklavayı bile anasının
zoruyla ve kavga dövüş zoruyla yiyor çocuklar. Bu saydıklarımızı
1940’lı yıllarda çocukların çoğu sadece iki dini bayramda ancak
görüyorlardı. Böyle az gördükleri için de tabiki tadı ve kıymeti başka
oluyordu.
- Bayram yerleri satıcılarla ve eğlence aletleriyle dolu
olurdu. Mâfe (Salıncak, kaymaca) binmesi çok ucuz olmasına rağmen bir
şeyler almaya ve bunlara binmeye para çok zor bulunurdu.
- O zamanlar para, babalarda az,
hanımlarda ise hemen hemen hiç yok gibiydi. Kız çocuklarına, evlerde
dikilen pazen veya basma fistanlar, oğlanlara ise babanın eski
elbisesinden tersi yapılan ceket ve kısa pantolonlar giydirilirdi. Bu
saydıklarımız o zamanın mutluluk kaynağıydılar. Kızlara senede bir
defa kırmızı, oğlanlara da siyah sandal alınabiliyordu. Hep söylenir,
anlatılır ya, ayakkabılar bir beze sarılır, daha giyilmemiş olduğundan
acı deri kokusunu koklaya koklaya koynuna alınıp yatılırdı.
- Bayramlarda hısım akraba ziyaretleri
daha içtenlikle yapılır, eller öpülür, çocuklara ayrıca dul ve ihtiyar
yoksul kadınlara da harçlık verilirdi. Mezar ziyaretleri Arefe günü
sabah namazından sonra başlar ve bayramın 2. günü bile devam ederdi.
- O zamanlar yolculuklar çok zor
olmasına ve uzun zaman almasına rağmen herkes doğduğu şehre gelir ve
büyüklerinin ellerini öperdi. Bu günkü gibi büyük şehirlere göç
olmadığından herkes doğduğu yerde otururdu. ( O zamanın meşhur
sözlerinden biri de, “Otur oturduğun yerde!” idi)
- İnsanların elbiseleri %90 yamalıydı.
Çoraplara yama üstüne yama yapılır ayakkabılara ise 2-3 defa pençe
vurulurdu.
- Komşu komşuya daha sık giderdi.
Bilhassa da kadınlar bir evde toplanır, gerek bağlarından çıkan
meyveleri gerekse evde yapılan yiyecekleri yiyerek konuşup, sohbet
edelerdi. Bu ziyaretlerle insanlar birbirlerinin ağusunu alırlardı.
- Şimdiki gibi sokaklarda otomobil
olmadığından sokaklarda rahatça oynanırdı. Çocuklar sokakların gülü,
sokaklar da onların oyun alanıydı. Yokluk vardı ama huzur ve
mutlulukta vardı. İnsanlar şimdiki gibi doyumsuz değillerdi. Yufkadan
kış ekmeğini yapıp, pekmezi ve turşuyu küpe koyup, bulgurla yarmayı
da hazırlayınca, bununla yetinip mutlu oluyorlardı. Odunu varsa,
sobası yanıyorsa ve her sabah olmasa bile arada bir çayı kaynıyorsa
diliyle değil yüreğiyle, benliğiyle ŞÜKREDİYORLARDI.
- Hakiki şükreden de stres mi olur? Can
sıkıntısı mı olur? Güz sonu, etlik yapanlar azınlıktaydı. Anamın
yaptığı kış kıymasını, ilişkiri (sucuğu) unutmak mümkün mü? Soğuk kış
gecelerinde yufka ekmeği sobada iyice ısıtıp, içine de kıymayı ince
ince doğrayıp yerken ağzımızda kalan tadı 50 sene geçmesine rağmen
hala unutabilmiş değiliz. Şu an yazıyı yazarken bile bu tadı hala
hissediyorum.
- Şu an albümde, 60 önce akraba
çocuklarıyla bir bayram günün de çekilmiş ve suda Tâb edilmiş bir
resim buldum ve ona bakıyorum. O fotoğrafı çektirmek bile bizi nasıl
mutlu ederdi.
- Bu günkü bu bolluk ve refahın
temelinde o insanların çektikleri sıkıntılar, yaptıkları fedakarlıklar
ve tutumluluklar yatıyor.
- Günler günleri, aylar ayları, yıllar
da yıları kovalıyor. Bu geçen zamanla birlikte gitgide teknoloji
gelişiyor ama bu gelişen teknolojide gün geçtikçe insanları esir
alıyor.
- Kirlilikler, şualar, doyumsuzluklar, şükürsüzlükler insanları
perişan, huzursuz ve hasta ediyor.
- İnsanoğlu mutluğun, Allah’ın lütfu olduğunu ve bu mutluluğun ona
olan bağlılığımız ve şükrümüzle olacağını öğrendiğinde ve buna sözle
değil özle inandığında. Gönülden, isteyerek amel ettiğinde, bunu
beynine, yüreğine yerleştirdiğinde huzuru ve mutluğu yakalayacaktır.
- Kurban Kesme Yerleri umulan neticeyi
yine tam olarak vermedi. Yine el kesmeler, kol kesmeler, hayvanlara
eziyetin binbir türlüsü yapıldı. Odunla vurmalar, taşla yaralamalar
aldı başını gitti.
- Kurban Kesme yerlerinde bir Veteriner
bulundurulmalı. Hayvanlar kesim alanlarına iğne yapılarak yarı baygın
halde getirilmeli. Böylece hem hayvan acı çekmez hemde kesenler
uğraşmamış olurlar. Ben bu konuda senelerce Diyanet İşleri
Başkanlığıyla yazışmalar yaptım. Senelerdir bunun “olur” ‘u ile
uğraşıyorum, Diyanet İşleri Başkanlığı, “nefes alıp verdikten sonra
bir mahsuru yok” diyor. Bu yazıyı isteyene gösterebilirim. Diyanet
İşleri Başkanlığı bu konuda yeniden bir fetva yayınlayabilir.
Yetkililer bu vebali iyi düşünmelidirler. Sayın Milletvekilimiz Ali
Yüksel Kavuştu Bey’e arzuhalimdir!
-
- ÖMÜR;
- Kimler geldi
- Kimler geçti
- Bu dünyadan,
-
- Kimi bir saat yaşadı
- Kimi bir asır.
- Kimi yağ, bal içinde
- Kimi bir ekmeğin peşinde.
- Saygı ve sevgilerimle.
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
77 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ANNELER GÜNÜ; (ANALAR)
- (Ana ile evlat sevgisi bir zincirin iki ucu gibidir.)
- Belki çoğu insan bilmiyordur her yıl
Mayıs ayının ikinci Pazar günü bütün dünyada, “Anneler Günü” olarak
kutlanmaktadır. Herkesin yavrusu herkese balaban, herkesin anası
herkese canan gelir. Birisi bizi doğuran, birisi de çocuklarımızın
anası olan anamız, analarımız!
- Ana anadır. Kuşun anası da olsa,
kuzunun, kurdun, aslanın anası da olsa ana anadır.
- Bir korku anında, bir tehlike anında ananın yavrusunu
korumada ki gücü, koruyuculuğu bir başkadır. O andaki fedakarlığı ise
her fedakarlıktan üstündür.
- Ana neslin devamı, sevdanın yeli, gülün kokusu ve
burcu burcu terdir. Emektir, süttür ana. Yemez yedirir, giymez
giydirir. Yavrusuyla o bambaşka övünür.
- Ana yavrusuna sevdalı, yavru anaya kara sevdalı. Kara toprak aldı
anamı/ Diktim mezarına güller, sümbülleri/ Kokunu getirsin diye rüzgar
ile yeller/ Sularım toprağını soğusun bağrın/ Göğsünde açsın güller
sümbüller/ Gelmek isterim koynuna, kıyamaz/ Erken der savarsın/
Hasretini rüyalarımda gideririm ancak/ Rüyalarımda yine seversin,
okşarsın gocunmayarak.
- Dünyada her şey kıskanılırmış. Tek kıskanılmayan şey
evladın başarısıymış. Evlat sevdamızın kaynağı, en büyük aşk. Evladın
ana sevgisi daha da bir başka. Bu sevdaya karışmaz hile hurda. Çünkü
o ciğerin taa kavrulan yerinden gelme.
- Sobalı evlerde o soğuk kış günlerinin
gecelerinde belki on kere kalkan, bizi emziren, doyuran, üstümüzü
örteceğim, üşütmeyeceğim ve hasta etmeyeceğim diye kendini hasta eden
anamızdır.
- Anamız kakalı bezlerimizi yıkarken
bile ellerini ona bulaştıran. İğrenmeden, yüzünde gülücüklerle
yavrusunun hayalini karşısına alıp gülerek zevkle yıkayan yine anamız.
Anamız bizi doyurmadan, uyutmadan kendi karnını doyurmayan ve uyumayan
anamız. Rabbimin kendisine bahşettiği sütü göğsünden yavrusunun
ağzına aktarırken onun zevkini, heyecanını anamız bilir anamız.
- Cennet anaların ayağı altında olduğu
gibi dünyanın sefası, mutluluğu da anaların duasındadır. Siz hiç
beddua almış birisinin mutlu payidar ve mevki sahibi olduğunu gördünüz
mü? Anasını babasını sevmeyen, ona hürmette kusur eden neden bilmez
ki o ektiği kötü tohumun daha da katlanarak evlatlarınca kendisine
geri döneceğini? Anasını ağlatıp da güleni, anasının duasını almayıp
ta güzelce ölenini duydunuz mu? Anasının, babasının mezarını
gömülürken orda olduğu halde gitmeye gitmeye mezarı kaybeden çok insan
vardır AMMAA evladının mezarını kaybeden ana baba olmasa gerek.
- Ana yar, analık ince ayar. Bu ayarı
bilmeyen bu terazinin nizamından geçmeyen ne anlar anasının
analığından? Ne anlar insan sevgisinden, merhametten, yavru
kokusundan? Yavrunun anasının sütünü emince anasının göğsü üstünde
bir yatışı vardır ya; o anda ananın da, evladına bir bakışı vardır ya,
işte o zevkli an cennet halinden bir parça olsa gerek.
- Ana oğlunu vatana hizmet için askere gönderir. Hem sevinir hem de
o günleri gösterdiği için rabbine şükreder ve ağlar. Gözünden yaş
yağmur taneleri gibi dökülür. Yavrusu askerden gelir yine ağlar.
Şükreder, sevinir “ yavrum” der. “Yavrum” der de bir koklar ki, taa
ciğerlerini onun kokusuyla dolduruncaya kadar. Evladının iyi gününde
sevinçten ağlar. Kötü gününde de çay olur, sel olur akar gözünün yaşı.
- “Ağlarsa anam ağlar geresi yalan
ağlar’” ın arkasında ana ile yavrunun ayrılmaz bir parça oluşu yatar.
Ana sevdası sevdaların en güzeli. Ana sevdası gök kubbe kadar yüce.
Kadının elinin değdiği yer başka ananın elinin değdiği yer ise
bambaşka olur.
- Anlatma! Anlatamazsın sen. Erkeksin bunu tadamazsın. Sen anana
hizmet ve hürmette bu sevgiyi belki birazcık sezebilirsin.
- Ana başta taç imiş, her derde ilaç imiş/ Uçtu gitti
elimden, hasreti ateş imiş....
- Ananızın sevdasıyla sizleri baş başa bırakıyor, bütün
anaları kutluyor, mutluluk dileklerimle birlikte sevgi ve saygıyla
ellerinden öpüyorum. Gurbette yar özlenir de yârânımız, anamız
özlenmez mi? (2004)
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
78 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- HAYIRLI BİR KANUN;
- Avrupa’daki bir çok ülke ve Amerika
birleşik devletleri pek çok meseleye bizden 30-40 sene önce çözüm
bulmuşlar ve bu buldukları çözümleri de kanunlaştırmışlar ve
çıkarttıkları bu kanunları da harfiyen tatbik etmişler. Bunlara birkaç
örnek verirsek, 29 ocak 2007 tarihli bir takvim yaprağında, “dünyadaki
ilk televizyon yayını 1926 yılında başladı” diye, yazıyor. Bir başka
örnek, ben 20 senedir uğraşıyorum ve Diyanet İşleri Başkanlığına
birkaç defa yazılı olarak sordum, bu sorularıma 5-6 sene önce yine
yazılı olarak cevap aldım. Diyanet İşleri Başkanlığından gelen
cevaplarda “organ bağışlamak en büyük sevaptır” deniyordu.
- Ben yazılarımda bu Organ Bağışlama
konusuna sık sık değiniyorum. Ve bu yazılarımda yetkililere, “sizler
organlarınızı bağışladınız mı? Önde gelen hükümet ve devlet
adamlarımız bu görevlerini yerine getirdiler mi?” diye, sordum. Birkaç
kişi dışında kimseden çıt çıkmadı.
- Yaklaşık bir ay önce Organ Bağışı
konusunda bir yazı yazdım, bu yazımda, bu iş için mesela polis imdat
telefonu 155 gibi 200’lü bir telefon numarası tahsis edilsin ve
vatandaş o numaraya telefon ettiği zaman görevliler hemen arayan
kişiye bir randevu versinler ve randevu verilen tarihte vatandaşın
ayağına giderek hemen orada gerekli işlemleri bitirsinler, diye. Bana
göre oldukça mantıklı bir çözümdü. Ama kimseden yine bir çıt çıkmadı!
- Dedik ya adamlar bu problemleri bizden
çok önce, 30-40 sene önce hemde kanun yoluyla çözmüşler.
- Son günlerde basında çıkan bir haberi
sizlerde okumuşsunuzdur. CHP İzmir Milletvekili Sayın Ali Dinçer
Beyefendi kansere yakalanıyor, verilen ilaçlarla kanseri yeniyor ama
bu defa da ilaçların tesiriyle karaciğeri iflas ediyor. Sayın
Milletvekili kadavradan (vefat eden bir kişiden) alınan karaciğerle
tekrar hayata dönüyor.
- Sayın Ali Dinçer organ bağışı yapan
aileye şükranlarını sunuyor, dualar ediyor, doktorlarına teşekkürler
ediyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisine, her T.C. vatandaşının
doğduğu andan itibaren otomatik olarak organlarını bağışlamış
sayılacağını, organ bağışı yapmak istemeyen kişilerinde bu taleplerini
bir dilekçeyle ilgili mercilere bildirmelerini zorunlu kılan bir kanun
tasarısı vereceğini ifade etti.
- Tabii sizin parti, bizim parti, ben
yaptım, sen yaptım’ dan sıra gelirse kanunlaşacak. Sayın Ali Dinçer
böyle bir kanunun Belçika’da yıllardan beri yürürlükte olduğunun da
altını çiziyor. İşte bu yüzden de bu ülkelerde organ bekleyen insan
sayısı çok az. Bizde ise 20-30 binli rakamlardan bahsediliyor ve
binlerce insan organ bulamadığından maalesef ölüyor.
- Dedik ya adamlar işi kökünden ve bizden yıllar önce çözmüşler.
İnsan hayatını ilgilendiren bu hayırlı kanunun çıkmasına Çorum
Milletvekillerimiz de önayak olurlar inşallah
|
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
79 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SAYGI MI ÖNCE SEVGİ Mİ ÖNCE?
- Saygı mı önce gelmeli yoksa sevgi mi?
Bence saygı önce gelmeli. (Bende her hafta yazılarımı “Sevgi ve
saygılarımla” diyerek bitiririm, sevgi ve saygının olmazsa olmazlardan
olduğuna inandığım için.)
- Bir insanı sevebilmek için hatta kendini sevebilmek
için öncelikle insanın kendine saygı duyması gerekmektedir. Sonrada
etrafındaki onu tanıyan insanların kendisine saygı duyması için o
yönde düşünce ve hareketlerde bulunması ona göre davranması gerekir.
Saygı görmek aynadaki görüntümüz misalidir ne verirseniz onu
alırsınız.
- Saygı duyulan bir insan çok geçmeden diğer insanlar
tarafından yürekten sevilmeye başlanacaktır. Öyleyse önce saygı hemen
arkasından da sevgi gelir diyebiliyoruz..
- Önce kendimize saygı duyacağız. Sonrada yakın
büyüklerimize, eşimize, dostumuza, pek öyle düşünülmez ama
küçüklerimize çocuklarımıza karşıda saygılı olmalıyız.
- Bir insanın güzel ve temiz giyinmesi onun çevresine
karşı saygısının ifadesidir. Neden bir bayram gününde, bir düğünde
yada önemli bir toplantıda özene bezene giyinir hazırlanırız? O günün
çok özel olduğuna inandığımızdan ve karşımızdaki insanların o özel
günlerinin saygısına katıldığımızı belirtmek için değil mi?
- Aslında saygıda bir bakıma terbiyeden ileri
gelmektedir. Hani bizim toplumumuzda her şeyin başı saydığımız ailemiz
varya, işte saygıda o ailelerimizin verdiği terbiyeden ileri gelir.
Bunun yanında tabiki eğitim, arkadaşlarımız ve içinde bulunduğumuz
toplum da bunun önemli etkenlerindendir.
- Hani bir deyim vardır ya, “Kör ile yatan şaşı kalkar”
diye. Bu yönüyle arkadaş seçmek dost olacağımız insanı seçmekte çok
önemlidir.
- Saygı ve sevgi hemen etkisini gösterir. Sayan ve seven
insan aynı oranda sayılır ve sevilir. Bu kural hiç değişmez, insanlar
bunun farkında olsa da olmasa da.
- Mesela okumaya başlarsanız kitaba karşı bir saygınız
başlar. Tabi saygıyla birlikte sevginizde. Bu bir roman, bir hikaye
kitabı da olsa ona karşı bir sevgi gelişir ve insan onu rasgele bir
yere koyamaz. Onun üzerine yazı yazamaz. Yapraklarında bile kırışıklık
olsun istemez. (Bu insan ilişkilerinde de böyledir. Bir insana önce
saygı duymalısınız ki sonrasında sevgi gelişsin. Saygı duymadığımız
bir insanı hiç sever miyiz?)
- Şu an Ankara’dayım, ben yazımı yazarken, pencereden,
sırtında, elma, armut, üzüm gibi şeyler koyduğumuz kocaman bir *Heğ
taşıyan yaşlı bir adamın dilendiğini gördüm. Bir hanımda bu yaşlı
adama para veriyor. Ne konuştuklarını bilmiyorum ama tahminime göre
“iş bulamadım bir ekmek parası” diyor, yaşlı adam.
- İşte bu hareket kendine saygısızlığın en güzel
örneğidir. Halbuki o adamın kendisine saygısı hatta sevgisi olsa rol
yapmak ve kolay yollara sapmak yerine o Heğden daha küçük bir Heğ alır
ve pazarda yük taşıyarak emiğinin karşılığını alırdı.
- Sevgi üzerine çok yazılar, şiirler yazılmış güzel
sözler söylenmiştir ama bu yazılarda saygı ifadesi genelde hep ihmal
edilmiştir. Halbuki saygı olmadan sevgi olmaz. Her şeyin başı saygı ve
de onun beraberinde getirdiği sevgidir. Saygıda terbiyeden başlar.
Mesela terbiyesiz bir insanı bırakın sevmeyi ondan uzaklaşmak için
çareler ararız.
- Saygı ve sevgi yumağı içinde olan bir ailede kavga mı
olur? Boşanma mı olur? Şiddet mi olur?
- Şimdiki gençlerde moda olan boşanmaların ana sebebi birbirlerine
karşı saygının ve onun devamında da sevginin olmayışındandır. Bir
yuvayı yıkmak kalpleri kırmak bu kadar kolay olmasa gerek.
- Milletlerde durum böyledir. Bir devlette insanların
birbirlerine karşı saygısı, sevgisi olmazsa kavgalar, karmaşalar doğar
bunun sonucunda da terör olayları meydana gelir.
- İnsanların bir yerlere gelebilmesi için başından beri
anlatmaya çalıştığımız gibi insanın önce kendisine sonrada etrafına
saygısını ve sevgisini göstermesi gerekmektedir.
- Zaten insanlar bunları yapabildikleri ve hayatlarına
uygulayabildikleri oranda çalışkan, dinamik ve becerikli olurlar.
(Tabii bunun yanında bazı şeyleri de kul dilemeli ki rabbimiz vermeli.
Buda ayrı bir konu.)
- Emeklerimizin boşa gitmemesi dileklerimle saygı ve
sevgilerimle.
- * (Heğ: Eskiden sebze meyve taşımak için kullanılan
ağaçtan yapılan ve sırtta taşınan büyükçe bir sepet)
- 117 SAYGI MI ÖNCE SEVGİ Mİ ÖNCE? YIL 10 SAYI 117
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
80 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- EĞİTİM SİSTEMİMİZ;
- Eğitimde sistemsizlik yada yanlış sistem en
büyük sorunumuzdur. Bu günkü uygulamada eğitim sistemimiz içinde
büyük yer tutan ve neredeyse okulların bile önüne geçen
dershaneler eğitimde fırsat eşitliği ilkesini ortadan
kaldırmaktadır. İmkanı olan çocuklar dershaneye giderden imkanı
olmayan ailelerin çocukları bundan mahrum kalmaktadır. Bu da
eğitim sistemimizin en büyük garabeti olarak önümüzde
durmaktadır.Dershaneler bu günkü haliyle eğitim sistemimiz ve
çocuklarımız için büyük bir sorundur. Son yıllarda okullar bile
kendilerini dershanelere göre ayarlamaya başladı. Okulların
tatil olmasına yakın son birkaç ay okullar boş veriliyor.
Çocukların dershanelere daha kolay gidebilmeleri için de okul
yöneticileri buna göz yumuyor. Büyük rantların döndüğü,
öğrencilerin yarış atı durumuna sokulduğu dershane sistemi
ortadan kaldırılmalıdır. Tüm öğrenciler, okullarda, eğitimde
fırsat eşitliği ilkesine uygun olarak eğitilmelidirler.
- Büyük şehirlerde en prestijli
binalar dershane olmuş durumdadır. Bu sektörde 7-8 milyar ytl’
lik bir pazarın oluştuğu söyleniyor.
- Papağan üreten bu büyük dershane
sömürüsüne son verilmelidir. İmkanı olan aileler ister istemez
bu sömürünün bir parçası haline gelirken, imkanı olmayan
ailelerde, çocuğum geri kalmasın diye bu sömürünün parçası
olmaktadır. Tabi bu yüzden çektikleri sıkıntılar da işin
cabasıdır. Dershaneye hiç gidemeyen öğrencileri ise hiç
düşünmüyoruz bile.
- Ayrıca sabah saat 06- 06.30 da kalkan çocuklar öğleye kadar
okulda eğitim görmekte, öğleyin zar zor yenen bir yemek
sonrasında ise hemen dershaneye koşmaktadırlar. Akşam saat 8’e
kadar süren bu maraton çocuklarda ne kafa ne de beden sağlığı
bırakmamaktadır.
- Sayın Başbakan Erdoğan ve özellikle Milli
eğitim bakanı Hüseyin Çelik’in, dershanelerin kapatılması ve
eğitimde okullara ağırlık verilmesi konusunda demeçleri
bulunmaktadır. Bu yönde yapılan çalışmalar bir an önce hayata
geçirilmeli ve böylece çocukları ve aileleri zor duruma düşüren,
çocukların eğitimine olumlu katkısı olmayan bu düzene son
verilmelidir.
- Eğitim sistemimizde ki en büyük sorunlardan
biri de her gelen hükümet yeni yönetmelikler yapıyor. Hatta bir
yılda birkaç defa yönetmelik yenileniyor. Böyle bir eğitim
sistemi olur mu ve bu eğitim sistemi başarılı olur mu?
- Çocuklara daha ilkokul çağlarından itibaren
okuma alışkanlığı kazandırılmalıdır. Bu yapılırken bu işin
uzmanlarından faydalanılmalıdır. Boş boş gezip, bir gazete, bir
kitap okumayı bile külfet sayan çok fazla insanımız var. Bir
gazete, bir kitap okuyup yararlı bilgileri almayan insanlar
kulaktan dolma bilgilerle kendini yetiştirmeye çalışıyor. Çoğu
zaman da yanlış yönlendirmeler sonucu tuzaklara düşüyor ve
doğruyu bulana kadar iş işten geçmiş oluyor.
- Bu gün itibariyle ülkemizde
genel liseler daha ağırlıktadır. Halbuki Avrupa’da bunun tam
tersi bir durum söz konusu ve meslek liseleri çoğunluktadır.
- Bu gün ki eğitim sistemimizde
büyük bir bilgi kirliği mevcuttur. Bu temizlenmeli.
Çocuklarımızı daha ilkokuldan itibaren lüzumsuz bilgilerle
donatıyoruz ve Üniversiteye gelene kadar beyinlerinde boş yer
bırakmıyoruz.
- 13 çeşit ders gören çocuklar
hiçbir dersi tam olarak öğrenemiyor ve ezber yoluna gidiyor. Bu
da hiçbir şey öğrenememiş, öğrendiğini anlamamış bunun yerine
ezberlerle eğitim hayatını tamamlamış pratiği olmayan nesiller
yetişmesine sebep oluyor.
- Çocuklar daha ilkokul 4.
sınıftan itibaren yönünü seçmeli ve profesyonel olarak
yetenekli olduğu alanlara yönlendirilmedirler. Bilgi kirliliği
yaratılmadan çocukların bu yönde eğitilmesi sağlanmalıdır.
Liseyi bitiren çocuklar bile ne olduğunu, ne olacağını
bilmiyor. Çocuklarımıza önce insan olmayı, güzel
konuşmayı, yeri geldiği zaman da susmayı, dinlemeyi
öğretmeliyiz. Saygıyı, sevgiyi, beraber yaşamayı ve hoşgörüyü
aşılamalıyız.
- Neticesi de MUTLULUK OLACAKTIR
ELBETTE!
- NOT: Her ne sebeple olursa olsun yanan ve son günlerde artan
orman yangınları ile ilgili olarak geçmişte Orman Bakanlığının
açıklamaları vardı, “yanan yerler hemen ağaçlandırılacak” diye.
Yakın zamanlarda bu yönde bir açıklama duymuyoruz. Yanan
yerlerin süratle ve düzenli olarak ağaçlandırılması başka
amaçlarla orman yakanların da amaçlarına ulaşmasının önünde en
büyük engel olacaktır.
- Saygı ve sevgilerimle.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
81 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SORUMLULUK SAHİBİ OLMAK
- Aşağıda bahsedeceğim konularla ilgisi
olanların hepsi dersek biraz mübalağa olur amma %80’i maalesef böyle
diye tahmin ediyorum.
- Doğruluğa, hakka hukuka gelince
mangalda kül bırakmıyor, sözü sırayı kimselere vermiyoruz.
- Talebe oldukları çağlarda pırlanta
gibi saf ve temiz olan gençler meslek sahibi oldukları zaman birden
değişiveriyorlar. Vatan, millet, fakir fukara edebiyatı gidiyor yerine
“vatandaşı 3 kuruş daha fazla nasıl kazıklarım” hesabı başlıyor.
- Mesela doktorları ele alalım; eğer
cerrahsa bıçak parası, başka ihtisasa sahipse muayene parası ve
devletin yatağını satma parası almadan bir şeyler yapmaya yanaşmıyor.
Hipokrat yemini falan ilk birkaç seneden sonra bitiyor yerini para
hırsı alıyor. (Para deniz suyu gibidir içtikçe içini yakar, daha fazla
içersin derler ya aynen öyle)
- Yüksek öğrenim sahibi iyi mevkilere
gelmiş ve devletten kredi almış olan insanların çoğu devlete olan
borcunu ödemiyormuş. Kendinden sonra bu kredilere ihtiyacı olabilecek
insanların çektiği sıkıntıları düşünmüyorlar yazıklar olsun
böylelerine! Bunu bir Fransız, bir İngiliz yapar mı? Hiç sanmıyorum!
- Bu kredi yurtlarında da hesap kitap
işleri iyi değilmiş. Kendisine oğlunun aldığı kredilerle ilgili hiçbir
ihbar gelmeyen bir vatandaş oğlunun aldığı parayı ödeyebilmek ve
kaydını bulabilmek için iki sene uğraşmış. Zaten bu yazıyı yazmakta
oradan aklıma düştü.
- Bunun gibi devlet kurumlarından ve
çeşitli vakıflardan burs alanlar öğrenim hayatı bitip maaş almaya
başladıkları zaman bir fakir öğrenciyi okutmuyorlar. Yüzlercesinde
bunu gördüm. Sadece bizim soyadımızı taşıyan bir yakınımız bir şeyler
sahibi olur olmaz hemen bir öğrenciyi okutmaya başladı. Tahmin
ediyorum bunu sürekli yapacaktır.
- KAN VERME ORGAN BAĞIŞI: Bir çok yerde
kan ve organ bağışıyla ilgili yazı ve afişler görürüz. Levhalar
asılır, “Bir ünite kan verin hayat bulun. Bağışlanan bir organ bir
candır” gibi. Doğru da peki bağışlayan var mı?
- Geçenlerde bir yerde okudum yapılan
bağışlar devede kulak. Rakamlar pek aklımda kalmaz ama böbrek nakli
bekleyen 20 bini aşkın insan varmış. Sağlam insanları bırak organ
nakli olup sağlığına kavuşanlar için bile hastaneden çıkınca her şey
bitiyor. Unutuluyor o acı günler.
- Bu konuda Tv’ler gazeteler yeteri
kadar yazar mı? Bilgi verir mi? Çorum mahalli gazeteleri lütfen bu işe
ciddi olarak el atınız. Yazınız yine yazınız. Organ bağışı yapanlara
rozet verilmeli onlarda bu rozetleri yakalarında gururla
taşımalıdırlar.
- Şimdi soruyorum önce kendime. Neden
bağışlamadım organlarımı? (Bunda devletin suçu büyük. Yapılacak bir
sürü işlem var ama nasıl yapılacağı anlatılmıyor. İnsanlar ne yapması
gerektiği konusunda yeteri kadar aydınlatılmıyor. Halbuki devlet
hastanesine gidip bir imza atınca organ veren kişinin işi bitmeli.
Bundan sonraki işlemleri hastane takip etmeli.)
- Şimdi sormaya devam edelim, gelmiş
geçmiş ve de şimdi ki millet vekillerimiz organ bağışlamış mı? Varsa
bildirsin kendisinin elini öpmeye gideceğim ve bu köşede adını
yazacağım.
- Hangi sağlık bakanı, hangi başbakan,
hangi reisi cumhur, hangi artist, hangi sanatçı organını bağışlamış?
Bağışlananlar da devede kulak.
- “Organ nakli yapılmalı ve helaldir”
diye, fetva veren müftüler, din adamları, Diyanet İşleri (gelmiş
geçmiş) başkanları nerede? Bu konuda söz söylemesi gereken etkili ve
yetkili Proflar, Doktorlar, Sağlık Müdürleri nerede, nerede?
- Palavra laf çok ama sözünde duran yok!
Hak dostu Mevlana ne diyor? “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi
görün” insana, insanlığı öğreten bu sözü yaşayanlardan olalım.
- Yeni yılın tüm insanlar için yeni
umutlar, umutlarla birlikte güzellikler getirmesini diliyorum.
- Saygı ve sevgilerimle.
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
82 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- GENÇLERE
- Önünüzde daima aç basamak olacak !
Hedefinizi iyi seçin!
- Çoğunun başına elma koyup onu hedef
yapan maceracılardan olmayın!
- Her yaptığınız işte örnek olunuz,
zorlayıcı olmayınız!
- Herkesi sevin!
- İnsanları,hayvanları ve doğayı!
- Çevreye ve temizliğe dikkat edin!
- Doğayı ağaçlandırmaya
katılın,katılanlara yardımcı olun!
- Hobileriniz olsun, fobilerinizden
korkmayın, korkularınızın üzerine giderek onları yenin!
- Dinlenmeyi bilin, sıhhatinize çok
dikkat edin!
- Bakımlı olun,gücünüzün yettiği kadar
temiz ve güzel giyinin,israftan kaçının!
- Dürüst ve çalışkan olun, yaşınız kaç
olursa olsun dünya ve ahret için eşit çalışın!
- Yardımlaşmanın,yardım etmenin zevkini
tadın!
- Hoşgörülü olun, fakat taviz vermeyin!
- İnsanlara hak ettikleri zaman iltifat
edin, yaptıkları işleri beğenirseniz eline sağlık deyin, beğenmezseniz
ona kibarca daha iyisini şöyle yaparsan daha güzel olur diyerek yol
gösterin.
- Akraba ve dostlarınızı arada da olsa
arayın. Onlarla konuşurken iyimser ve tatlı dilli olun. Ne
söylediğiniz kadar,nasıl söylediğiniz mühimdir,bunu unutmayın!
- Onların; sevinç, sıkıntı ve kederli
zamanlarında yanında olduğunuzu belli edin!
- Taşıyamayacağınız yükün ve bilhassa
borcun altına girmeyin,bu sizin senelerce birikiminizin sonu olabilir.
- Siyaseti karaktersiz, bilgisiz ve ufku
olmayan insanlara bırakmayın. Kendinize güveniyorsanız,siyasete girin.
Arkadaşlarınızı da gönül rızaları ile siyaset yapmalarına ikna edin.
- Ne yapıyorsanız, ne üretiyorsanız; en
kalitelisini ve en ekonomiğini yapın,ekonomik yapacağım diyerek
kalitesiz iş yapmayın!
- Herkes az çok para kazanır, ancak çok
az insan para harcamayı bilir,para harcama konusunda kendinizi eğitin!
- Biz büyüklere düşen en büyük görev
ise: Gençlerin taşıyabileceği sorumlulukları onlar küçük yaştan
itibaren yüklemeliyiz. Bu sorumluluklar onların başarılarının
anahtarıdır. Bu anahtara sahip olmak için doğumdan,ölüme kadar bilgi
ve emek gereklidir. Evlatlarımıza bu anahtarı vermek için
çalışmalıyız. Onlara verdiğimiz sorumluluklarında takipçisi olarak
atalık görevini yapmalıyız. Ülkemizin ve bizlerin güvencesi onlardır.
- Bir Amerikan Atasözü ile satırlarımı
bitiriyorum.
- ”Dün tecrübedir öğren,yarın tahmindir
planla,bu gün fırsattır kullar”
- Hoşça kalınız.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
83 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇOK KULLANILAN KELİMELER
- Aşağıda Türk Dil Kurumunun Türkçe
Sözlüklerinden bakıp karşılığını aynen aktardığım 15-20 senedir duya
duya gına geldiğimiz bazı kelimeleri aktaracağım. Bu kelimelerin
manasını televizyonlarda konuşan mevki sahibi insanların bazıları bile
sözlükte yazıldığı gibi kullanmıyor,onun için de konuşmaların ve bu
kelimelerin anlamı değişiyor.
- CUMHURİYET: Milletin egemenliği kendi
elinde ve bunu belirli süreler için seçtiği millet vekilleri aracılığı
ile kullandığı devlet biçimi.
- DEMOKRASİ: Halkın egemenliğine dayanan
yönetim biçimi.
- LAİKLİK: Laik olma durumu, Laisizm.
Devlet ile din işlerinin ayrıldığı, Devletin din ve vicdan
özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması.
- ANARŞİ: Siyasi ve idari kurumlardaki
çözülme sonucu olarak devlet deneti-minin kalkması durumu.
Başsızlık,kargaşa ve başı bozukluk.
- TERÖR: Yıldırma,cana kıyma ve malı
yakıp,yıkma,korkutma,tedhiş.
- DİN: Tanrıya,doğa üstü güçlere,
çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapmayı sistemleştiren toplumsal
bir kurum.
- AŞIRI DİNCİ: Alışılan veya dayanabilen
dereceden çok daha fazla. Taşkın.
- DEVLET: Toprak bütünlüğüne bağlı
olarak siyasi bakımdan teşkilatlanmış millet veya milletler
topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık.
- İSLAMİ DEVLET: İslamiyet Hz.
Muhammed'in yaydığı dini benimseyen devlet.
- ŞERİAT DEVLETİ: Kur'an da ki
Ayetlerden, Peygamberin sözlerinden çıkarılan dini temellere dayanan
Müslümanlık Kanunları, İslam Hukuku ile idare edilen millet.
- Bu kelimeleri iyice incelediğimizde ve
üzerinde iyice düşündüğümüzde Türkiye'de evham derecesine varan İslâm
korkusu fazla abartılıyor. Hakiki Müslüman Devlete, cumhuriyete karşı
olamaz. Orduya karşı hiç olmaz. Bugün laiklik Milletimizin %99
tarafından benimsenmiş, sevilmiştir.
- İslâm'ı yaşamak isteyenlere kimse
baskı yapmıyorsa İslam'ın beş şartını yerine getirirken kimse
karışmıyorsa boş yere sürtüşme çıkarmanın kimseye faydası yok.
- Memleketin ilerlemesini,büyümesini
istemeyen,çekemeyen bir avuç insan haricinde şu anda herkes birlik ve
beraberlik içinde bilhassa ordu millet el ele olmalıdır. Öyledir de.
- Ordusuz millet,milletsiz ordu olmaz.
Laiklik dinsizlik değildi. Dindarlık suç değil erdemdir. Aklı başında
herkes biliyor ve ona göre konuşuyor hareket ediyor. Özel günlerde
televizyonlarda bazıları içini boşaltmayı bırakmalı,kendi fikrini
milletin fikri gibi empoze etmeleri yanlış.
- Milli ve manevi değerleri olur olmaz
zamanda ve biçimdi tartışma konusu yap-makta yanlıştır. Asılsız
ihbarlar ciddiye alınmamalıdır. Din ve inanç çok ince bir konu. Bu
konuyu bilenler konuşsun. Ömründe Kur'an-ı Kerimin Türkçesini ve İslâm
ilmihalini bir defa okumayanlar bu konularda konuşmasa daha iyi olur.
Konuştukça millete zarar veriyorlar. Tam yetkili ve bu konunun uzmanı
olan birkaç kişinin aşırı dinciliğin tarifini ve ölçüsünü halkın
anlayacağı şekilde millete açıklamalıdır.
- Namaz kılmak mı?
- Oruç tutmak mı?
- Hacca gitmek mi?
- Yani İslâm'ın beş şartını yerine
getirmek mi?
- Yoksa başka şeyler mi yapmak HALK bunu
öğrenmek istiyor. Lütfen açıklık getirilsin.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
84 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- YAĞMUR
- Sene 1954,mevsim ilkbahar. Günlerden Pazar.
Yağmur yağıyordu delicesine,şimşekler çakıyor,rüzgar ağaçları
kırbaçlarcasına esiyordu. Müezzinler yatsı ezanını minarelerden
biran önce okuyup inmek için uzatmadan okuyorlardı. İşte ne
olduysa o an oldu. Ceketini bile giymeden sokakta buldu
kendisini. Bereket üstünde kalınca bir süetler vardı. Yürüyor,
koşarcasına yürüyordu. Nereye gittiğini bilmiyordu bile.
- 15-20 dakika sonra Büyük Parkın havuzunun
başındaydı. Banka oturdu. Yağmur daha da delirtmişti.
Islanmıştı, hem de ne ıslanmıştı. Hem de ne ıslanma. Bırak
atletini, pantolonunu, külotu bile ıslanmıştı. Ayakkabıları
suyla dolmuştu. Ayağa kalktı yürümeye başlamıştı. Ayakkabıları
suyla dolmuştu. Ayağa kalktı. Yürümeye başladı. Ayakkabılarından
vıcık vıcık sesler çıkıyordu.
- Havuzun başındaki tek lambanın aydınlığından
uzaklaşınca önünü göremez oldu. Ortalık zifiri karanlıktı, yolu
zor görüyordu. Biraz ilerledi, lisenin önüne gelmişti. Okulun
kapısındaki ışık imdadına yetişmişti. Daha hızlı yürümeye
başlamıştı. Bir sıra uzaktan iki katlı Bahçelievlerin
penceresinin perdelerinden süzülen ışıklar az da olsa yolu
seçilir hale getiriyordu.
- Seyrek sokak lambaları arada birde olsa imdadına
yetişiyordu. Kendini Albayrak İlkokulunun orada buldu. Yaşı yeni
18 olmuştu. İki yıldır bir komşu kızına düşmüştü gönlü. Uzun
saçlı sarışın kıza, zaten kentteki delikanlıların yarısı aşıktı
bu kıza, kimseye pas verdiği yoktu sarışın kızın. Boyu posu
yerinde, yaşı 16 civarında idi. Güzel giyiniyordu, uzun
saçlarını itina ile tarıyor, bazen de örüyordu. Evlerinin
perdeleri sıkı sıkıya örtülmüş, bir şey görülmüyordu.
Pencerelerinin önünden geçti, geri geldi, bir daha geçti. Birdin
kendini İmam Hatip’in orada buldu. Yürüyordu; nereye gittiğini
bilmiyordu, sarışın kızın okuluna götürmüştü ayakları onu...
- Zaten bu yolların müdavimiydi. Okulun önünden
geçti, geri döndü. Aynı yoldan gitti. Geri döndüğünde beyaz
badanalı evin ışıkları sönmüştü. İçi bir tuhaf oldu. Her halde
ben aşık oluyorum, aşk bu, sevda bu diye söylendi içinden. “Ulan
öleceksin sapık” dedi kendi kendine. “Uğrunda ölünmeyen sevginin
içine tükürülür” diye söylendi. Geri döndü, evleri zaten yakındı
Albayrak sokağa döndü, soldan üçüncü kapı onlarındı. Allah’tan
kapı anahtarını yanına almıştı. Pantolonunun cebinden çıkardı,
kapıyı usulca açtı. Evde herkes yatmıştı. Anası, babası onu bu
halde görseler bizim oğlan kafayı üşüttü galiba derlerdi. Zaten
5-6 aydır anası kendisinde bir gariplik olduğunu seziyordu.
Arada bir laf sokuyordu. Eve girdi, sofanın ışığını yaktı. Odaya
girdiğinde pantolonundan akan sular kilimi ıslattı. Işığı yaktı.
Sofanın ışığını söndürdü. Bir titreme tutmuştu. Çeneleri
vuruyordu birbirine, üşüyordu, donuyordu. Günlerden Pazar
akşamıydı. Anası banyo kazanını gündüzden yakmış, herkes
yıkanmış, arkasından sıcak su boşa gitmesin diye bir şeylerde
yıkamıştı. Sonradan birkaç odun daha atmış olmalı ki banyo
kazanına elini değdi, elini yaktı neredeyse. Suyu açtı, kurnaya
doldurmaya başlattı. Açtı musluğu su iyice sıcaktı hızlıca
akıttı. Tahta oturağı üstüne oturamadı, pantolonu tenin buz gibi
yapışıyordu. Biraz çömeldi. Gömleğini, pantolonunu çıkarmadan
iyice sıcak suyla titreyen vücudunu ısıttı. O buz gibi yapışan
elbiseler şimdi vücudunu yakmaya başlamıştı. Soyundu,
elbiselerini astı. Başına sabun sürdü. Zaten gündüz iyice
yıkanmıştı.
- Üç kurna su dökündü. Titremesi kesilmiş,
vücudunu tatlı bir sıcaklık basmıştı. İki ay kadar önce Bursa
dokuması diye babasının aldığı bornozu sırtına geçirdi. Bu da
havlu gibi değil adamın her yerini sarıyor diye geçirdi içinden.
Çamaşırını giyecek gücü bulamadı kendisinde öylece yattı.
Uyuyamadı, bir zaman sonra “Ben kafayı mı üşütüyorum acaba” diye
geçirdi içinden bir sağa,bir sola dönerken uyuya kalmıştı.
Saatin ziline uyanamamıştı. Anasının sesiyle uyandı yavrum okula
geç kaldın diyordu. Geceki fırtına dinmiş bakır gibi güneş
doğmuştu. Bahçeden kuş sesleri geliyordu. Hemen sıçradı.
Atletin, kilotun yerini biliyordu çabucak giyindi. Kravatını
taktı. Yeşil şeritli şeritle okul şapkasını başına geçirdi.
Çantasını gündüzden hazırlamıştı. Çok sevdiği bisikletine
atladı. Okula vardığında ders başlayalı yirmi dakika olmuştu.
İşte şimdi güçlükler sıralanmıştı. Müdür Muavini sınıfa girmek
için kâğıt almak lazımdı. Lütfü Hoca çok sert, o derece de
sevecendi. Kapıyı vurdu geç kalışının sebebini saklamadan gece
olanları bir çırpıda anlattı. Lütfi Bey kendisini çok seviyordu.
Bir hafta önce okulda tertiplenen şiir okuma yarışmasında
birinci olmuştu. Türkçe derslerine giren bu öğretmeni tarafından
kendisine bir kitap hediye edilmişti. Bayramlarda kahramanlık
günlerinde şiiri hep okur Lütfi Bey ona nasıl okuyacağını ve
şiir okumanın inceliklerini özel olarak öğretirdi. Lütfi Bey bir
daha istemem böyle bir şey tekerrür etmesin dedi. Ama mavi
gözlerinin içi gülüyordu. Hey gidi gençliğe atılan ilk adım diye
geçiriyor olmalıydı içinden herhalde bende senin yaşlarına
dönebilsem diyecekti. Zor tuttu öğretmen kendini. Sessiz
koridorda yürüdü, sınıfın kapısını vurdu. Allah’tan derste
kimyacı Nebahat Hanım vardı, sentez ve analizi anlatıyordu.
Derse kabul kâğıdını verdi, yerine geçti oturdu. Dersin sonuna
doğru öğretmen 193 tahtaya dedi. Sınıfa girdiğin yerden sonrasın
anlat. Çok iyi dinlemişti. Biraz dili döner, laf yapmasını
becerirdi. Öğretmen: Aferin iyi dinlemişsin, konunun baş
tarafını de kitaptan oku, öğren diye tembih etti.
- Zil çalmıştı. Sınıfta bir tek o kalmıştı. Beyaz
badanalı evi yağmurda sırılsıklam oluşunu, Lütfi Beyin mavi
gözlerinin gülüşünü, ilk defa okula geç kalışını, analiz ve
sentez konusunu düşünüyordu. Bir kenar süsü gibi gibi
görünüyordu. Ortada sarı saçlı kız duruyordu, sanki baktığından
habersiz gibiydi. Sınıftan çıkmadı. Önündeki kağıda bir şeyler
yazıyor, siliyordu. Şöyle bir şey yazmıştı:
- Adı Yıldız,
- Soyadı Alev,
- Sarı saçlım
- Kahve gözlüm
- Sevdalanmak senin neyine?
- İkinci zil çalıyordu teneffüs bitmişti.
Arkadaşları sınıfa girmeye başlamıştı. Sonra devam ederim diye
düşündü kâğıdı katladı, cebine koydu. Lütfi Beyin her zaman
olduğu gibi temiz, şık giyimi, güler yüzü görüldü. Tok sesiyle:
- -Oturun arkadaşlar! Diyordu.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
85 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÖLÜLER DİRİLİRSE
- Kendilerini bildi bileli tanıyorlardı
birbirlerini. Zaten aralarında bir yaş vardı. Meliha, Osman'dan
bir yaş küçüktü. Beraber büyümüşlerdi. Kıyı bir komşuydular.
Kışın aynı odada, yazın ise Osman'ların evinin bahçesin deki dut
ağacının gölgesinde oynamışlardı.
- İlkokulda da beraber gitmişlerdi. Okula zor
alışmıştı Meliha. Onu Zehra diye bir kızla oturtmuşlardı
öğretmeni. Ertesi gün Osman' la aynı sıraya oturmazsam okula
gitmem diye tutturmuştu. Meliha'yı sabah babası götürmüştü
okula, öğretmeninden rica etmiş, Osman'la Meliha'nın aynı sırada
oturmasını sağlamıştı. O zaman kız çocuklarını okula biraz erken
gönderirler, sınıfta filan kalırsa iyice gelişmeden, ergen
sayılamayacak hale gelmeden okulu bitirsin, sokaktan,
oğlanlardan bir an evvel ayrılsın, evde anasına yardım etsin, ev
işlerinde pişsin diye. O yıllarda sabah 08.30'da ders
başlar,12.00'de yemek için evlere gelinir, 13.30'da yeniden ders
başlar,15.30'da biterdi. Cumartesi günü öğleden önce 4 ders
yapılırdı. Okul yarım gün olurdu. Birde güzel bir adet vardı.
Okuldaki fakir çocukları,sınıf öğretmenleri kimseye sezdirmeden
liste eder, yine dunumu iyi olan öğrenci velilerinden, onlara
öğle yemeği verilmesini temin ederlerdi. Bu hemen, hemen her
okulun açık olduğu müddetçe devam ederdi.
- Osman'la Meliha'nın aileleri yemek veren aileler
içindeydiler. Çok zengin değillerdi ama, eti yağını kavurur diye
tabir edilen bir geçim düzenleri vardı. Fakat gözleri, özleri
toktu. Bu insanların.
- Bir yaz okul tatilinde iki aile beraber Hamamözü
kaplıcasına gitmişlerdi. Bir evin iki odasını kiraladılar.
Babaları iki gün kalınca Çorum'a işlerinin başına dönmüşlerdi.
Babası olmayınca Osman'da anası ile banyoya gidiyordu. Meliha'da
gelmişti banyoya. Osman ilk defa Meliha'ya bakarken içinde bir
kıpırdanma,bir burukluk,bir sıcaklık ve yüreğinde bir çırpıntı
hissetti. Osman biraz geç buluğa ermişti,12 yaşlarındaydı.
Meliha'nın da dizleri titredi, yüzü al al oldu. Ne güzel bir
duyguydu bu. Büyüdükçe güzelleşiyor diye düşündü Osman, Meliha
için. Bu güzelim durum on gün daha devam edecek diye düşünüyordu
ki;i htiyar, saçı, başı,birbirine karışmış,cadı suratlı bir
nine:”Oğlum babanı da getirseydin banyoya” Diye çıkıştı Osman'a.
Osman hazır cevaptı. Yapıştırdı sözü yapıştırdı:”Yarın getiririm
nineciğim” Dedi. Kadın:”Utanmaza bak. Birde cevap veriyor. Senin
anan hangisi? ”Dedi. Osman:”Şu uzun peştamallı,siyah saçlı,
esmer güzel kadın var ya, o benim anam” Dedi. Hakikaten Osman'ın
anası hanım, hatun, oturmasını bilir, sözü, sohbeti dinlenir,
esmer güzeli bir kadındı. Başına dikildi bizim cadı. “Bu oğlanı
niye getirdin kız kadınlar kısmına” Osman'ın anası” Teyze babası
Çorum'da işi varda gelmedi Hamamözü'ne. Sen onun boyuna bakma o
daha çocuk” . “Olmaz! Yıka çıkar. Yoksa peştamala hamam tasını
sarar indiririm sırtına,kırarım oğlanın belini” Dedi yaşlı
kadın. Sevmezdi Vesile gelin, kavgayı, çekişmeyi. “Olur” dedi.
Yanlarında duran Osman'ın yüreği cız etti. Hayallerini bu
meymenetsiz kadına yıktırmamalıydı. Mücadeleyi sever, hakkını
aramasını bilirdi. “Nine,nine! Sen kimin belini kıracaksın? Bir
daha söyle de yanlış anlamış olmayayım. Sen benim belimi
kırmadan, hamamdan çıkınca senin kafanı ben kırayım da gör. Bu
yıl hamama gelirim. Gelecek yıl gel deseniz de gelmem zaten. o
zaman kendimi becerir, tek başıma erkekler kısmına gidebilirim
anladın mı! Hanım nine, otur oturduğun yerde. Beni kendine
bulaştırma” Dedi. Cadı kadın anladı ki her kuşun eti yenmez. Bu
oğlan amma da şergadeye (Yaramaz) benziyor, bulaştırmayım
kendime diye düşündü.O sene Meliha ile aynı havuzda ikisi de
yüzmeyi öğrendiler. O seneki tatilden sonrada bir daha
Meliha'nın dizlerinden üstünü göremedi.
- Meliha ile Osman ortaokulu da aynı sınıfta
okudular. Orta okulda kızlar kızlarla, oğlanlar oğlanlarla
oturuyorlardı. Osman'ın matematiği, Meliha'nın İngilizce'si çok
iyi idi. Ev ödevlerinde zorda kalınca anneleri, can dostları,
kapı komşularına giderler beraber ödevlerini yaparlardı.
Meliha'yı ortaokuldan sonra okutmadılar, Osman'la birbirlerini
pek sık göremiyorlardı. Ama yüreklerindeki sevgi her geçen gün
biraz daha büyüyor,ateş bacayı sarıyordu.
- Meliha'nın anneannesi, sünnet ve Cennet ehli bir
kadındı. Çok güzel konuşur, sohbetiyle insanlara çok tesir
ederdi. Yeni yetişen komşu kızlarına ve torununa kadınlığın,
hanımlığın, hele genç kızlığın nasıl yaşanacağını anlatır,
bilgi,görgü ve okuduklarına tecrübesini katar, örnekler vererek
hayır nasihatte bulunur, erkeklerin başkalarının kadınlarını
oynak, hafif meşrep; fakat kendi eşlerinde ve yakınlarında
nefsine hakim, ağır durup batman gelen hanımlar istediklerini,
kızın, kadının ziynet olduğunu, Allah'ın onlara kızlık gibi bir
şerefi bahsettiğini, onu muhafaza etmek yükümlülüğünü anlatır
“ziynetler; sandıklarda, bohçalarda saklanır” derdi.
- Bu dünya kuruldu kurulalı böyledir ve böyle
devam edecektir. Kadın ise, bu korumadan kendine böyle sahip
çıkılmasından, bunun derin bir sevgiden geldiğini bilir, bununla
gurur duyar. Gibi kızları önere eden sözler söylerdi. Meliha bu
konuşmalardan gereken mesajları alır,konuşmaların çoğunu
benimserdi. Anneannesi;arada birde maniler söylerdi genç
kızlara.
-
- Erkek arı,
- Kadın baldır.
- Erkek sel,
- Kadın göldür.
-
- Kadın ekmek ufağı,
- Erkek evin direği.
- Kadın su böreği,
- Erkek sofra ekmeği.
-
- Erkek köşe taşı,
- Kadın evin aşı.
- İkisinin bir yastıkta ise başı,
- Yüreklerin birbirine karşı.
- Osman'ın anası evinde terzilik yapıyor, evini
ihmal etmeden, evin masraflarına katkıda bulunuyordu. Meliha'yı
yardım için bazen çağırır, bazen de Meliha kendiliğinden ona
yardıma gelirdi. Meliha'nın anası da “Elin kırılır, iğne
tutmasını öğrensin, yarın evin,ocağın olunca söküğün ,dikiğin
olur. Ufak tefek dikişini kendin yaparsın” diye kızını teşvik
ederdi.
- Eğer Osman'ın anası “kal da şunu bitiriver “
diye ısrar etmezse,Osman okuldan gelmeden evlerine giderdi.
Osman gelince diğer odada ders yapar,dersi yoksa roman,hikaye
okurdu. Anasına “kolay gelsin, Meliha'ya da hoş geldin”
der,hemen odasına giderdi. Anası oğlunun geleceği saatte çay
yapar, yanına yiyecek bir şeyler kor, bir tepsiyle oğluna
götürürdü. Bir defasında Meliha”ya “Şu tepsiyi veriver”
dediğinde, Meliha “Ben uygun olmayan, beni küçültecek şeyleri
yapamam. Canım, güzel teyzem, senin oğlunu göreceğin gelmiştir,
götür de iki satırda laf et” diye işi savuşturmuştu. Kapı
açıldığında,Osman hep Meliha'nın tepsiyi getirmesini düşlerdi.
Ama bu hayali hiç gerçekleşmedi. Ayda, yılda bir gözleri
birbirlerine takılır, ikisi de heyecanlanır, Meliha bundan bile
utanır, küçüldüğünü, kendisine olan saygısını kaybettiğini
düşünürdü.
- Osman'ın babası da annesi gibi terzi idi.
Çalışkan bir adamdı. Çoğu zaman geceleri de dükkanını açar,iki
kalfası,bir çırağı ile geç vakitlere kadar çalışırdı. Kızını
altı ay önce gelin etmişti. Ondan dolayı piyasaya üç beş kuruş
borcu vardı. Onu ödüyordu. Talihlerinden damat da,ailesi kadar
iyi idi. Kızı;kayınvalidesi ile oturuyordu. Kayınpederi “ayrı
ev açalım” demişse de “ben ayrı ev istemem,kocasının ailesine
hizmet etmeyen gelinden hayır mı gelir? Benim kardeşim büyüyor.
Onu evlendirdiğimizde ayrı ev açıp da üç günlük dünyada anamla
babamı bir hidik bir midik mi oturtacağız?” Demişti. Bu söz çok
hoşuna gitmişti kayınbabanın ve kaynanasının. “Böyle geline can
kurban” deyip gelinlerini el üstünde tutuyorlar, hayır dua
ediyorlardı. Meliha'nın babası ise berberdi. Bir annenin, bir
babanın tek avladıydı. Osman'ın babası ona tıraş olur, o da
elbiselerini Osman'ın babasına diktirirdi. Müşteri ilişkisinin
ötesinde, iyi arkadaşlıkları vardı.
- Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Osman
Ankara Tıp Fakültesinin ilk ona girerek kazandı. Son sınıflara
doğru kız arkadaşları, hemşireler etrafında pervane gibi
dönüyorlardı. Hele kendisinden iki sınıf aşağıda Çorumlu bir kız
vardı. Mübarek bir afetti. Devran on parmağında on hüner, güzel
mi güzel, zengin mi zengin. Fırsat buldukça Osman'a imalı sözler
söylüyor, gülücükler,tatlı bakışlar sunuyordu.
- Ama nafile. Onun çocukluk ve ebedi olacağına
inandığı aşkı Maliha'dan başkası karısı olamazdı. Her türlü
meziyet ondaydı. Pek dünya malına da ehemmiyet vermiyordu. “Ben
anlımın teri,elimin emeğiyle kazanmalıyım” diye düşünüyordu.
Melihe ise yirmisini çoktan geçmişti. Hemen her gün dünürler
geliyor,o ise “olmaz” diyordu. Anası “kız bu gidişle evde
kalacaksın” diye takılıyordu. “Ana,ne bıkkınlığın var benden?
Kalırsam kalırım ”der güler geçerdi. Onunda Osman'dan başkasıyla
evlenmeğe ömrü billah niyeti yoktu.
- Okul bitti. Osman ilk maaşını aldı. İçinden
harçlığını ayırdı. Gerisini anasına verdi. “Bunu babama ver, ben
utandım vermeğe, oğlunun mürüvvetini görsün. İstediğini alsın.
Canım anam, canım babam” diyordu ki kadın ağladı, ağladı. Sonra
güldü. Oğluna: ” Sen bu hazzı bilemezsin oğlum” dedi.Osman iki
sene para biriktirdi. Meliha’yla evlendiler. Çok uyumlu bir
evlilik oldu. Mutluluklarına diyecek yoktu.
- Meliha'nın anne annesi Suna Hanım ile dedesi
Bekir Efendiyle köyde kimsemiz kalmadı diye o sene Çorum'a
taşınmışlar, kızlarının evine yakın bir yerde kaloriferli bir
daire almışlar, kışın Çorum'da yazın da,1-2 ay köyde
duruyorlardı. Geçimleri yerinde sayılırlar. Köyde ortağına
verdikleri arazinin gelirinden başka isteğe bağlı sigortadan da
az da olsa maaş alıyorlardı. Bu tarih gibi insanın mutlulukları
herkesçe bilinen Bekir Efendi ile Suna Hanım evleneli 46 yıl
olmuştu. Birbirlerine saygı da,sevgide hiç kusur etmezlerdi.
Suna Hanım “ Ben iyi değilim. Bu kışı çıkaramam. Bu kirli havada
temelli dokunuyor,solumu alamıyorum” derdi de; Bekir Efendi:”Ben
varken sana sıra gelmez. Kadınlar hastalanır erkekler ölür. Hem
ben senin önünde de sigortayım. Etrafına baksana kaç tane dul
erkek var? Ya dul kadın dersen. Hepsi postalamış adamları” diye
takıldı peşinden:” aman kadınım. Güzel şeyler konuşalım. Yine de
bana emri hak önce gelir inşallah. Erkek ne kadar ev işinden
anlarsa da kendini beceremiyor,bir yerlere sığmıyor.” Dedi.
- Bekir Efendinin korktuğu o kış başına geldi. Eşi
vefat etti. Yalnızlık hakikaten zordu. Allah'tan ev
kaloriferliydi. Haftada iki gece kahveye gidiyor oturuyordu.
Kahvede de yaşıtını zor buluyordu. Arkadaşları hep rahmetlik
olmuştu. Bir Mehmet Ağa vardı. Onunla sohbet ederlerdi. Bazen
masalarına orta yaşlılar,onları sevenler de gelirdi.
- Mehmet Ağa konuşurken güzel konuşan birisiydi.
Onunda eşi öleli üç sene olmuştu. “Gönül ne kahve ister,ne
kahvehane. Gönül sohbet ister,kahve bahane” der,söze başlardı. O
gece muzip delikanlılardan biri “Bekir Emmi! Teyzenin mezarını
gece ziyaret edebilir misin?” dedi. Bekir Efendi “tabii” dedi.
“Ben korkmam ölülerden. Onlardan ne zarar gelir ki? İnsanlara
zarar verme işinde diriler varken ölülere sıra gelmez” Delikanlı
devam etti “Biliriz hakikaten. Yiğit ve cesur adamsındır. Peki
Suna Teyzem gece çıkıp gelse, kapıyı vursa içeri alır mısın?”
diye sorunca Bekir Efendi “Almaz olur muyum oğlum. Nasıl özledim
onu bir bilsen” Bekir Efendi konu değişsin diye kahveciye “ Usta
masadakilere çay yapsana “ dedi. Kahvede kimside kalmamıştı.
Çaylarını konuşmadan içtiler ve evlerine gitmek için çıktılar.
- Bekir Efendinin kafası karma karışıktı
etmişti,yeni yetme kerata. Abdest aldı, okudu, üfledi yatağına
yattı. Hâlâ kahvede son konuştukları kulaklarından hiç
çıkmıyordu. Kendi kendine “Yahu sahiden bir gelse,bir gelse”
derken uykuya daldı.
- Bir zaman sonra köydeki evin dış kapının
örtüldüğünü duydu. Kendi kendine “bana öyle geldi” diye geçirdi
içinden. Bahçede ayak sesi. Bu onun yürüyüşüydü. Onun terliğinin
topuğundan çıkan sese ne kadar benziyordu. Yüreği ağzına geldi.
Ayak sesi kapının önünde durdu. Bekir Efendi “kapı
vurulursa,kapıyı açsam mı,açmasam mı?” diye düşünürken kapı
vuruldu. İşte onun sesiydi. “Bekir,Bekir! Akşam gel demiştin
geldim” ses üç kere tekrar edildi ise de kapıyı açan yoktu.
Bekir Efendi yatağın içinde tor top olmuş, yorgandan kafasını
bile çıkartamıyordu. “Açamam. Açamam. Sen kahvedeki palavraya
bakma” derken yataktan sıçradı. Kalbi dışarıya çıkacaktı sanki.
Rüya;abdestli yattığına göre rahmaniydi. Bir süre düşündü.
İnsanoğlu ne tuhaftı...
- Rüyasını kimseye söylememeye karar verdi. Bir
Fatiha okuyup uzun bir uykuya daldı.
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
86 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- GURBET
- İki oğlu ve iki kızı olan Hatice Hanım ve
Hüseyin Ağa 60 yaşlarını bulmuşlardı. Çorum'da evleri,bağları
olan bir aileydiler. Evleri yerden üç basamak yükseklikte,dört
odalıydı. Büyük bir oda şeklindeki sofa ve kıbleye dönük mutfak
evin en çok kullanılan mekanlarıydı. Diğer odalar
kullanılmayacak derecede bakımsızdı. Evin önündeki bahçede
birkaç çiçek ve beş kök gül fidanı dikiliydi. Mutfak olarak
kullandıkları odaları aynı zamanda yatak odalarıydı. Karı koca
bir kazanda pişiriyor,kazanın kapağında da yiyorlar misali bir
hayat yaşıyorlardı. Gelenleri,gidenleri yok sayılırdı. Birkaç
yakın akraba,bir iki yakın komşu seyrekte olsa kapılarını açıp
kapatıyordu işte.
- Gurbet akşam olunca çöküyordu yüreklerine sirke
murtu gibi. Kendileri gurbette değillerdi elbet. Ama dört
çocuğunun dördü de gurbette idiler. Dördü dört ayrı şehirlere
yerleşmişti. Bir ayrı kederdi bu dört ayrı şehir hayatlarında.
- Yaz mevsimlerinde bağlarında oturuyorlardı. Bağ
evi iki bölmeli yazlık ev düzeninde yaptırılmıştı. İki odanın
önünde nefeslenecek bir gölgelikte ,düz ayak sofa. Sıcak
günlerin çatılarını kavurduğu gecelerde bu gölgelikte yatıp
kalkıyorlardı. Sofanın bir köşesinde sobacılar çarşısından
seçerek aldıkları el yapımı fırınlı soba kurmuşlardı. Bağda
bulunan ağaçların kesikleri fırınlı sobada yakılacak şekilde
kırılıyor,israftan kaçınılan bir tutumla tüketiliyordu. Fırınlı
soba sayesinde günlük ekmeklerini kendileri yapıyor,üstünden
eksik olmayan ibriklerinde daime sıcak suları oluyor,yemeklerini
pişiriyordu. Bağda iş hiç bitmiyordu. Yabani otlar
yolunuyor,odun kırılıyor,sulama,ilaçlama işleri birbirini takip
ediyordu. Yapılıp görülecek işleri kalmadığı zamanlarda bile
yeni bir iş icat ediyorlardı. Abdest,namaz işten değil
görevdendi. Hayatlarının tek lüksü küçük radyolarıydı.
- Hüseyin Ağa ve hanımı artık terk ettikleri
dükkanlarından Bağkur güvencesine kavuşmuşlardı. Kimseye
ihtiyaçları yoktu. Lakin ortalık ateş pahasıydı. Azıcık
Dikkatsizlik ay sonunda parasız kalmak demekti.
Borcu,borçlanmayı sevmiyorlardı. Tasarruf edelim üç beş kuruş
yanımızda olsun diye ne kadar uğraşsalar bir türlü
beceremiyorlardı.
- Yazın kızları bir hafta,bilemedin on günlüğüne
Çorum'a geliyorlar. Hısım akrabaya gidecekleri zaman anneleri
Hatice Hanımda yanlarına alarak şehre iniyorlardı. Bu yaz
misafirlerine şehirdeki ev yetiyordu. Hatice Hanımın şehirde
olduğu günlerde Hüseyin Ağa bağda yalnız kalıyordu. Hüseyin
Ağanın bu günleri sessizlik ve yalnızlığın getirdiği düşünce
harmanlarına dönüşüyor,bu dünyadan daha çok öteleri
düşünüyor,öte dünyaya götürecek kazanımların arayışında
oluyordu.
- Karı koca tiryakilik ölçüsünde çaya düşkün
idiler. Sebzelerini bağlarının bir köşesinde yaptıkları bahçede
yetiştiriyorlardı. Kışlık olarak kuruttukları
sebzeler,domateslerden yaptıkları salçalar,bağ bahçe bozumu
yaptıkları topladıkları turşuluklar hep kendi ürettikleri ve
kendi emekleriyle ortaya çıkıyordu. Bağ bir bereket yeriydi.
Baktıkları çalıştıkları kadar ürün alıyorlardı. Devamlı bakım
gören bağlarının üzümünü pekmez yapıyorlardı. Meyvelerin
toplanması,kasalara konması,toplanan ürünün,yapılan kış
hazırlıklarının şehirdeki eve taşınması pek kolay olmuyordu. Ama
seviyorlardı bu hayatı.
- Üç yıl önce,ana babasını ziyaret için memlekete
gelen büyük kızlarının oğlu,bağda ağaçtan düşmüş ve ayağını
kırmıştı. Gidiş o gidiş olmuş,bir kez daha gelmemişlerdi . “-
Niçin Gelmiyorsunuz ?” Sorusunun cevabı:”- aman baba,çocuklar
doğru durmuyorlar “ bahanesi oluyordu. Gelmiyorlardı artık.
Oysa;geldiklerinde bir başka oluyordu bağın,bahçenin şenliği.
Bir evlat,torun sevgisi zenginliği yaşıyorlardı.
- Önceleri zorla denkleştirdikleri yol
harçlıklarıyla ikişer hafta çocuklarını sıra ile ziyarete
giderek kışın en soğuk günlerini kaloriferli evlerde geçirmeyi
denediler. İki yıl
-
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
87 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SARRAF
- Altının kıymetini sarraf bilirmiş. Onu mihenk
taşına vurur,ayarını bulurmuş. İşinin ehli her bir zanaatkar
gibi kuyumcunun hakiki ustalarda altını görünce mihenk taşına
vurmadan da aşağı yukarı kaç ayar olduğunu bilir. Birçok insan
altınla sarıyı,bakırı ayıramaz ama işin ehli ve ustası olanlar
öyle değildir,verir hemen kararını.
- Bir de insan sarrafları vardır;onlar bu işin
ustasıdırlar. Şöyle bir süzer karşısındakini tepeden,tırnağa.
Sonra yürüyüşüne, duru-şuna,bakışına,gülüşüne,giyim kuşamına
dikkat eder. Bunlardan bir şeyler anlar. Tecrübelerine de
dayanarak ince bir elekten geçirir. Bu iş tecrübe ister,bilgi
ister,emek ister. Sonra konuşturur dinler. Öyle ince sorular
sorar ki;adamın beynine girer sanki. Eğer birde beraber yemek
yenirse,ustalar yemekte insanın karakterini onun kalbini okur
adeta. Sorar soyunu, sopunu. Anlar geninin geçmişini. Bazıları
methi sena eder. Bazen de domuzdan toklu doğmaz deyiverir.
(İstisnalar kaideyi bozmaz tabii)
- Çok bilenler çok yanılmaz. Okuyanlar,az
uyuyanlar,çok çalışanlar,az konuşanlar, dağarcıklarını
dolduranlar,dolu buğday başaklarına benzer boyunları
bükük,gönülleri alçak dolu buğday çuvalları gibidir.
- Birde çok biliyorum diyenler vardır. Kafaları
dik,çeneleri makine, dilleri kepçe gibidir. Bunlar saman çuvalı
gibi kocaman görüntülü içleri boştur. Lafları saman alevi gibi
hiç tesir etmeden hemen geçer. Testi içindekini dışa verir.
İçine sirke doldurulan bir küpten bal akmaz,ama pekmez
doldurulan küpten dışına acı sızmaz.
- “Asil azmaz,bal kokmazmış ”bilenler bilir bu
sözün kıymetini. Arkadaş seçmesini bilenler,doğru olanlar bir
gün ölecekmiş gibi Ahrete,hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya
çalışanlar hayat felsefesinin ince ayarını bulmuş demektir.
Diplomalı cahiller,okur yazar olmayan bilginler vardır. Parası
malı çok fakirler,dünyada dikili direği olmayan zenginler,gözü
gönlü tok olan insanlar vardır.
- Dünya malı imtihandır. Onu iyi
kullananlar,onları diğer insanların faydasına sunanlar,insanlara
iş ve aş vermeye vesile olanlar bunun zahmetine katlanırlar.
Dünya; va Ahrette mutlaka mükafatını görecek,bu zevki tadacak ve
mutlu olacaktır. Halka hizmet “Hakk'a hizmettir”
- Saçları değirmende ağartanlarla,tenini güneşte
yatıp kurutanlarla,beynini bilgi, ömrünü insanlara faydalı
uğraşlarıyla geçirenlerin terazinin aynı kefesinde olmaları
mümkün değildir. Camilerimiz dini bilgilerin
yanında,ilim,irfan,insan münasebetleri, çalışma düzeni,refaha
ulaşmak,bu günkü yaraların,yoksulluğun,işsizliğin ortadan
kalkması için tüketimi (israfı) söyledikleri gibi
üretimi,randımanı,azla çok üretimi anlatmalıdırlar. Camilerin
kapısı herkese açık. Zenginle fakirin, gençle ihtiyarın, amirle
odacının, ağayla (işverenle) işçisinin bir tutulduğu kimsenin
kimseye üstünlük sağlayamayacağı yerdir. Onun için oralara
Allah'ın evi denir. Buraları benim gibi cahillere anlatacak
hakiki müftülere, hakiki hoca efendilere o kadar ihtiyacımız var
ki. Bu efendiler değirmende saç ağartanlardan olmamalı. Gece
gündüz, her türlü eseri okumalı anlattıklarıyla, bilgileriyle
bilhassa yaşayışlarıyla örnek olmalı ki,sözleri insanlara tesir
etsin. Sözün özü,Hocalar “İnsan Sarrafı Olmalı”
- Ramazan Bayramınızın Kutlu olmasını dilerim.
- Sevgi ve saygılarımla.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
88 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- AHDE VEFA (ÖYKÜ)
- “İstemem,istemem böyle saçmalık
! Ya bu deveyi güdersin,ya bu diyardan gidersin !” Akşam büyük
oğulları eve biraz geç gelmişti. İhsan oğluna çıkıştı. Oğlu
kendini savunma zorunda kaldı:
- -Baba arkadaşlarının telefonu
bozuktu. O yüzden haber veremedim. Vallahi ders çalıştık. Bekir
amcada evdeydi. İnanmazsan uğra dairesinde sor. Diye cevap
vermeye çalıştı.Bir ara hanımı:
- -İhsan ! Bunda bir şey yok. Bak
Bekir beye sor diyor,uğrayamazsan iş yerine telefon et,hem
de...Anne sözünü tamamlayamadan baba:
- - Hem de ne ? Sen karışma bu
işlere. Aklın ermez. Hem sen ne anlarsın ki çocuk terbiyesinden
? İhsan diye bağırdı. Ayşe hanım bütün gücünü topladı. Ama o
çocuk değil on sekiz yaşında deyiverdi. Sanki at parladı,araba
devrildi. Baba daha yüksek sesle bağırmaya başladı.
- - Sen karışma hanım ! Lise son
sınıfta olan delikanlı annesine bağıran babasına çıkıştı:
- - Çekilmez oldun baba. Dedi.
Bunu söyler söylemez İhsan köpürdü,ortada duran masaya bir tekme
attı,masanın üzerinde bulunanlar etrafa saçıldı. Delikanlı devam
etti. Bu evden başımı alıp gideceğim. Büyük şehirlerde amelelik
yapacağım. Senin bu haksız bağırmalarına katlanmayacağım. İhsan
oğlunun üzerine yürüdü. Delikanlı kaçtı,kapının arkasında durdu
ve devam etti. Okulun tatiline on gün var. Bulursun beni de
kovarsın. Br yıla kalmadan anamı da götüreceğim. Bu ne be? Buna
eşekler bile dayanmaz. Dedem hariç hepimize hayvan muamelesi
yapıyorsun.
- İhsan;oğlunun üzerine gitmeye
kalktı. Ayşe hanım beyini tutarak yalvardı:
- - Ne yapıyorsun İhsan? Tatlı
ekmeğimizi acı ediyorsun. Annesinin yardım ettiğini gören
delikanlı:
- Bırak ana. Bırak da gelsin.
Geleceği varsa,göreceği de var. İhsan durakladı. Oğlunun
dışarıya çıkmış gözleri ile yaralı aslana dönmüştü. Delikanlı
devam etti. Bu evde bundan sonra kavga gürültü yok. Akşam
ağabeyimle konuşacağım. Bir daha böyle bir numara çekte
görürsün. Babaya el kalkmaz ama,ağabeyimle seni hastanelik
edinceye kadar dövmezsek bize de adam demesinler. Ayşe hanım
oğluna hemen müdahale etti:
- - Nasıl söz öyle. Der demez
delikanlı kapıyı çarparak gitti. Kapının kenarı
kırılmış,duvardan sıvalar dökülmüştü. Ayşe hanım hıçkıra hıçkıra
ağlıyordu. Kocasının eline sarıldı, öptü, öptü. Bu gidişi iyi
değil İhsan dedi. Yuvamızı yıkma, bizi darma dağın etme. Söyle
derdine dermen olayım. Ben senin karınım. Ben anayım. Dünyada aç
mezarı yok. Yıkılırsa bu yuva olan hepimize olur. Ben zaten ev
işini yapıyorum. Ele işe giderim. İhsan beyin karısı
olacağıma;Fatma hanımın hizmetçisi olurum. Hiç olmazsa akşam
başımız dinç olur. Kulun kölen olayım,ben çekerim ama bu gençler
çekmez. Şimdi ortalık kötü. Bağırıp çağırmakla gençleri
sindiremezsin. Geçti o devirler. İşte küçüğü patlattın, yarın da
büyüğü patlatırsan ne olur bizi halimiz ? Oğlumuz inşallah
okuluna gitmiştir. Bu sıra ilkokula giden küçük kız için için
ağlıyor,şaşkın gözlerle bir annesine birde babasına bakıyordu.
- Dış kapı anahtarla açıldı. Her
zaman ki saatinde Selim bey içeriye kahvaltı yapmaya gelmişti .
Selim bey oğlu ile aynı apartmanda oturuyordu. Altı yıl önce
eşini kaybetmişti. Geniş omuzlu,çatık kaşlı,orta boylu 65
yaşında azametli bir adamdı. Kocaman bir burnu vardı. Burnuna
söz söyletmezdi. “Atta karın,yiğitte burun” der tatlı tatlı
gülerdi. Sert görünüşüne rağmen tatlı dilli sevecen bir adamdı.
Ağır ağır,hem de az ve öz konuşurdu. Görmüş geçirmiş,hayatın
çemberinden geçmiş bir adamdı. İçeriye girince bir huzursuzluk
olduğunu anlamıştı.
- Ayşe hanım kaynatasını görünce
saygıyla yağa kalktı. Gözlerinden akan yaşlarla kaynatasının
gözlerine bakıyor,merhamet dileniyordu. Bir yıldır bu kavgalar
sık sık oluyordu. Babasını gören İhsan bey usulca kapıdan
sıvışmak istedi. Selim bey oğluna:
- -Akşam seninle konuşacağım oğlum
dedi. Sonra ilave etti: ”AŞIN TUZUNU,SÖZÜN DOZUNU KAÇIRIRSAN”
yanarsın oğlum. Dedi,devrilen masayı kaldırdı. Gelinin ve kız
torununa:
- - Artık siz hiç üzülmeyin.
Yavrularım o oğlumsa sen de benim kızımsın. Dedi. İhsan başı
önündü işine gitti. Ayşe hanım,kahvaltı sofrasını hazırladı.
Kaynatasının çayını doldurdu. Selim bey kahvaltısını yaparken
düşünceliydi. Gelinine döndü:
- - Kızım ! Rahmetli babandan
Allah yazdıysa olur sözünü duyunca,bir evladım vardı iki oldu
diye oğluma aldım seni. Ben düşündüm. Öğlenden sonra evden
ayrılma. Bana 4 resminle nüfus kağıdını ver bakayım. Dedi. Ayşe
korktu,beklemiyordu kendince böyle bir tepkiyi:
- - Baba beni ihsandan boşama. Ben
kendime bir erkeği idare edemedi dedirtmem. Aç değilim,açık
değilim. Allah başımızdan seni eksik etmesin. Geldiğim günden bu
güne rahmetli kaynanama ve size bir kusur işlemedim. Sizlere ve
oğlunuza hizmette kusur etmedim. Eğer kusurum varsa af edin.
Diyerek korkusunu dile getirdi. Ağlamaya başladı. Selim bey
gelininin fotoğraf ve nüfus kağıdını istemesinden başka bir mana
çıkardığını görünce,üzüldü. Dedi ki:
- - Kızım ! Ben senin bir dama göz
yaşına malım canım feda olsun. Sen yanlış anladın. Ben bu
apartmandaki üç daireyi sana yürüteceğim için istedim resim ve
nüfus kağıdını. Sen yanlış anladın. Yaşlılığıma ver. Sana
açıklamadan istedim. Sen korkma. Allah bana ömür verdikçe sen
korkma. Sen babanın emaneti,torunlarımın biricik annesisin.
İhsan işin ciddiyetini anlasın. Sana vereceğim üç daire malımın
dörtte biri bile değil. Buna kanun müsaade ediyor. Allah'ta.
Oğlum aynı densizlikleri yaparsa,tatsızlıklara devam ederse
kovarım eşeği buradan. Gitsin karşıdaki ufak daireye yerleşsin.
Ne hali varsa görsün orada kerata. Ayşe utanarak cevap verdi.
- - Baba! Ben sonumuzu iyi
görüyorum. Allah'a çok yalvardım. İki akşamdır iyi rüyalar
görüyorum. İnşallah sende İhsan'la konuşursan bizlere daha iyi
davranır. İhsan'ın bir problemi var. Sen ona babası olarak
yardım et. Onu tedaviye ihtiyacı varsa tedavi ettir.
- -Kızım ! Oğlanlar gelince
babalarına bir şey demesinler. Ben konuşacağım o keratayla. İyi
olacak sonu
- İnşallah. Sen dualarından beni
ve İhsanı eksik etme. Masumların,öksüzlerin Allah için göz yaşı
dökenlerin duasını mutlaka kabul eder Yüce Mevla'm. Sen üç
yaşında anneni,20 yaşında babanı kaybettin. Allah seni imtihan
ediyor “La gayb-ı İllallah” sen kazandın kızım,sen
kazandın.Dedi.
- Resim ve nüfus kağıdını
gelininden alarak kendi evine çıktı. Tapuları yanına aldı. Doğru
tapu dairesine gitti. Tapu müdürü çok samimi bir arkadaşının
oğluydu. Selim beyi görünce yerinden kalktı,buyur etti. Çay
ikramında bulundu. Selim bey konuyu kısaca anlattı. Tapu müdürü
işlemleri yaptırdı. Ayşe hanıma telefon ettiler. Oda hemen tapu
dairesine geldi. İmzalar atıldı. Alım satım işlemi ile Selim bey
üç daireyi gelininin üzerine yaptırdı. Tapu müdürüne teşekkür
etti. Gelinini yolcu etti. Hiç adeti olmadığı üzere Selim bey
akşamdan önce eve geldi. İhsan'da eve erken geldi. Selim bey
oğlunun koluna girerek ayrı bir odaya götürdü. Oğluna:
- - Bak oğlum ! Şimdi baba oğul
gibi değil,ağabey kardeş gibi konuşalım. Her insanın hayatında
böyle bunalım zamanları olur. Bunları sabırla atlatmak lazım.
Allah sana sabır ve hizmette kusur etmeyen bir hanım vermiş. Üç
tane nur topu gibi evlat sahibisin. Bunların kıymetini bil.
Allah verdiği nimetlere şükretmeyenleri ağır cezalandırır. Sen
bunlardan olmazsın inşallah. Sen altın kalpli bir insansın.
Kendini biraz kontrol et. Bundan sonra bu evde kimseye yüksek
sesle konuşma.
- Bak ben ömrümde bir defa ananı
kırdım beş sene oldu ananı yitireli. Belki kırk defa pişman
oldum,neden hanımımın kalbini kırdım diye. Annen Ayşe gibi de
değildi. Çata,çat,pata,pat konuşurdu. Yaşasaydı da her gün bene
azarlasaydı diye düşünürüm bazen.
- Seninle gel beraber Ankara'ya gidelim. Üç beş gün baş başa
gezelim. Ben orada bir doktora görüneceğim,sen de görün.
Şikayetlerimizi anlatırız. Şifasını Allah verir. Dedi.
- Beraberce ayağa kalktılar.
Oğlunu öptü,kokladı. Aynen rahmetli annen gibi kokuyorsun aslan
oğlum. İhsan saygıyla babasının elini öptü. Selim bey oğluna
şimdi sen çık,Ayşe ile çocukları buraya yolla dedi. Hanımı ile
çocuklarına. Babam sizi içeriye çağırıyor dedi. Ayşe hanım çok
heyecanlıydı. Ama eşini çoktandır böyle tatlı tatlı gülümserken
görmemişti. Kocasına sarıldı,yanaklarından öptü. Kaynatasının
oturduğu odaya çocuklarıyla girdiler. Ayşe saygıyla kaynatasının
elini öptü. Torunları da sırayla el öptüler. Selim bey::
- - Bakın kızım,torunlarım! Bu
saatten sonra,geçmişte yaşananları unutun. Hiçbir şey olmamış
gibi davranın. Çocuklar! siz de babanıza eskisi gibi saygı
gösterin. Eskiyi unutun. Biz yarın Ankara'ya gideceğiz. Orada
İhsanla birkaç gün kalırız. Dönerken size telefonla bilgi
veririz. Dönüşte de on beş gün kaplıcaya gider hep beraber
dinleniriz. Gideceğimiz yer yemekli bir yer olsun. Anneniz epey
yıprandı,onunda dinlenmeye hakkı var. Sizlerde artık kahvemizi
çayımızı yaparsınız diyerek torunlarına takıldı.
- Akşam yemeklerini yediler.
Çocuklar derslerini çalıştı,baba oğul yarın neler yapacaklarını
konuştular. Ayşe hanım kaynatasının ve kocasını valizini
hazırladı. O gece erkenden yattılar. Ertesi sabah kahvaltıdan
sonra Selim ile İhsan arabalarıyla Ankara'ya gittiler. Tanınmış
bir otele indiler. Tanıdıkları bir asabiyecinin muayenehanesinde
doktorla görüştüler. Dertlerini anlattılar,çarelerini
dinlediler. Reçetelerini aldıktan sonra, baba oğul yemeklerini
yiyerek yattılar. Ertesi gün Ankara'da bulunan ortak ve
dostlarını ziyaret ettiler,akşam yemeğini bir akrabalarında
yediler. Akşam otele gelince eve telefon ettiler. Biz yarın
öğlenden sonra oradayız diye bilgi verdiler.
- Ayşe hanım sabahleyin
kalkınca,kaynatasını ve kocasını bir ziyafetle karşılamak
istedi. Onların müşterek sevdiği yemekleri hazırlamaya başlarken
saat on civarında kapı çalındı. Ortanca oğlan kapıyı açtı.
Gelenler Selim bey ile oğlu İnsandı. Oğlu önce dedesinin,sonra
babasının alini öptü,annesine müjde dedemle babam geldi diye
seslendi. Öğlen yemeklerini beraberce neşeyle yediler.
- Yemekten sonra Selim bey
torununa:
- -Yavrum okullarınız ne zaman
tatil oluyor diye sordu. Torunu da:
- -Dede bir hafta sonra okullar
tatil olacak diye cevap verdi.
- Selim bey gelininden telefonu
istedi. Her saman gittikleri kaplıcaya değil,başka bir kaplıcaya
telefon ederek iki tek kişilik,iki iki kişilik oda ayırttı. Tek
kişilik odanın birinde kendisi,birinde kız torunu kalacaktı. İki
kişilik odanın biride oğlu ile gelini,birinde de iki oğlan
torunu kalacaktı. Göz açıp kapayana kadar bir hafta geldi.
Giyeceklerini alarak arabalarına bindiler. Kalacakları kaplıcaya
geldiler. Odalarına yerleştiler,banyolarını alıp yol
yorgunluğunu çıkarıp erkence yattılar. Kaplıcada on gün
kaldılar,boş zamanlarında turistik yerleri gezdiler,yediler
içtiler. Tatil Selim Beyin hoşuna gitmişti. Çocuklarına:
- - Bakın bir on gün daha kalalım
ne dersiniz diye sordu. Hepsi sevindiler. Kalmaya karar
verdiler. Herkes odasına çekildi.
- Ertesi sabah her zamanki
kalktıkları saatte kalktılar. Fakat Selim bey her nedense lobiye
inmemişti. Biraz beklediler. Büyük torunu ben bir bakayım
diyerek yukarıya çıktı. Dedesinin odasının kapısını vurdu,cevap
alamadı. Heyecanlandı. Koşarak aşağı indi. Anne ve babasına:
- - Dedem odasında herhalde yok.
Kapısını vurdum cevap vermedi dedi. Görevlilere sordular. Selim
beyin dışarı çıkmadığını öğrendiler. Merak ettiler. Korktular.
Görevli ile beraber Selim beyin odasına çıktılar. Görevli kapıyı
açtı. Selim bey yatağında yatıyordu. Boş gözlerle odaya
girenlere bakıyordu. Görevli hemen otel doktorunu aradı. Doktor
geldi. Selim beyi muayene etti. Maalesef beyefendi tek taraflı
felç olmuş. Konuşma kabiliyeti ile yürüme kabiliyetini
kaybetmiş. Sizlere geçmiş olsun. Yapılacak bir şey yok dedi.
- Memleketlerine döndüler. Selim
bey tam yatalak olmuştu. Ayşe hanım kaynatasına bakarken bir gün
olsun of demedi. İhsan bey karısının bu davranışı karşısında
saygı ve sevgisi daha da kuvvetlendi. Selim bey gelini hakkında
yanılmamıştı. O temiz süt emmiş kimselerin çocuğuydu. Gördüğü
iyiliği unutmayan,ahde vefalı insan olduğunu ispat etmişti.
- Yedi yıl sonra Selim bey vefat
etti. Ayşe hanım:
- -O benim babamdı. Keşke
yaşasaydı. Allah bana sağlık verdikçe hiç üşenmeden bakardım.
Diye ağladı.
- Her halde ahde vefa ve asalet
buydu...
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
89 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- KIRKPINAR
- Kara Mehmet pehlivanın da,Koca Yusuf
pehlivanın da ustası,köyün eski pehlivanlarından Zeynel pehlivandır.
Zeynel pehlivan,Edirne'ye yürüyerek gitmiş birisi.
Kırkpınar'da,bileğinin hakkıyla baş pehlivan olmuş,hem kendi ününü,hem
de Çorum'un adını Türkiye'de duyurmuştur.
- Rivayet odur ki;Zeynel pehlivan
dedesi,hem de ustası çok ünlü bir pehlivanmış. Namını Alaca'dan duyup
gelen,Hamza pehlivan bu ünlü pehlivanla güreşmek için Çuhadar Oğlunun
köyüne gelir. Köyün girişinde çift süren dağ gibi bir adam görür,selam
vererek “Çuhadar Oğlu pehlivan ustamın evini gösteriver ağam” der.
Çifti süren Çuhadar Oğlu Sabri pehlivandır.
- Çuhadar Oğlu,çiftin el tutma yerine
şöyle bir yüklenir. Öküzlerin ayakları yerden 25-30 santim kesilir.
Birazda sağa döndürür. “Karşıdaki iki katlı,kireç sıvalı beyaz ev”
der. Çuhadar Oğlu 140 kilodan fazla,ama vücudunda bir dirhem yağ yok.
190-195 boyunda,sırım gibi bir yiğit.
- Alacalı Sarı Hasan pehlivanın da ondan
geri kalır bir yeri yok. Anlar,güreşeceği pehlivan bu,gücünü,hünerini
gösterir. Ona dön geri demek istemektedir. Ama Alacalı Hasan
pehlivanda yılacak göz yok. Onunda kendini göstermesi lazım orada.
Tarlaya ekilmek için getirilen çuvaldaki buğdaydan bir avuç
alır,sıkar,sıkar da un ufak eder “sizin köyde tarlaya un mu
ekerler,buğday mı bire pehli-an ?” Der. İşin vahameti ortaya çıkar,
misafirde kolay kolay yenilecek,yutulacak biri değil. Misafire adını
sorar,alıp köye götürür.
- Köyde güreş ilan edilir. Köylü
toplanır. İki pehlivan köy meydanında güreşe başlarlar. Bir gün
güreşir yenişemezler. Akşam ezanı okunurken güreş bırakılır. İkinci
gün güreşirler yenişemezler. Muhtar ve ihtiyar üyeleri
konuşur,anlaşırlar akşam ezanı güreşi beraber ilan ederler.
- İşte böyle bir rivayet bir asrı geçkin
zamandır söylenirmiş,Çorum'da ve köylerinde. Şimdi pehlivanlarıyla
meşhur bu köyün son kuşağı iki pehlivan vardır. Kara Mehmet
pehlivan,Koca Yusuf pehlivan. Köylerde düğünlere güreşe gider,fakat
birbirleriyle güreşmezler. Onlar baştan bunu söylerler,veya bir
gösteri yaparlar,bırakırlar. Beraber ilan edilirler. Kendi köylerinde
de senelerdir güreş tutarlar,belki 30-40 defa güreşmişler,
birbirlerini yenememişler, kozlarını paylaşmamışlardır. 4 - 5 saat
güreştikten sonra güreşi bırakırlardı. Birbirlerine “yine
olmadı,kendine iyi bakmamışsın,sarı danayı kavurma yap ye öyle gel”
diye takılırlardı.
- O sene harman yerlerini köylerinde
aynı yere dökmeye,bu işi de bu sene bitirmeye karar verirler. Kim
yenilirse yenilen itirazsız ne isterse verecek diye de söz verdiler.
Yenen kazandığı gibi,yenilenin ustası sayılacaktı. Böyle konuşup karar
verdiler.
- İkisi de 23 yaşlarında,aynı cüssede
“sadece Yusuf biraz göbekli gibi” sırım gibi pehlivandılar. Bunlara
pehlivanlık soydan geliyordu. Aralarındaki bu konuşma baharda
yapmışlar,hasat zamanı için bu planı konuşmuşlardı. İkisinin de asıl
işleri rençperlikti.
- Hasat zamanı çabucak gelmişti,ikisi de çok çalışıyorlardı.
Buğdayları desteye biçiyorlar (yani tırpanla biçenken ayakları ile de
biçilen sapları deste yapıyorlardı) bu herkesin yapabileceği bir iş
değildi. Baba soyları pehlivandı ama,anaları da yürekli,yiğit
kadınlardı. Hatta Mehmet pehlivanın anası en küçük kardeşlerini
doğurduğunda yine harman vaktiydi. Babası arkadaşlarıyla orak
biçiyor,anası onları takip edip deste topluyordu. İkindiden sonra eve
döndüklerinde,hamile olan anasının ağrısının ağrısı tuttu. Komşu
kadının yardımıyla doğurdu bebeğini. Ertesi gün onlar yine tarlaya
gittiler,birde ne görsünler;Mehmet'in anası bebeği sırtına sarmış orak
tarlasında. Bebeği gümeleye (ince ağaç dallarından yapılan,üstü otla
örtülü basit gölgelik) koyduğu gibi deste toplamağa başlar. Yapma,etme
dedilerse de dinletemediler. Harman bitinceye kadar ailesine her gün
yardım eder.
- Yusuf pehlivan çok iştahlıydı,çokta
yiyordu. Eti çok seviyordu. Askerde bir kuzuyu kuyruğuyla yemesi ile
meşhur olmuştu. Kuzu yerken midesi balon gibi büyüyordu. Bu bölük
komutanının kulağına kadar gitmişti. Yusuf'un yemek yemesini bir
defasında kuzuyu yerken görmüştü.
- Bir gün bir istirahat esnasında dört
komutanlar oturmuş sohbet ediyorlardı. Sıra yemeğe gelince Yusuf'un
komutanı “bende bir asker var, kuzuyu kuyruğu ile tek başına yer”
deyince komutanlar inanmadılar. Yusuf'un komutanı, ispatı kolay,
üçünüz bir kuzu alın, getirin. Yusuf kuzunun tamamını yerse parası
sizden çıkar,yiyemezse parayı ben size öderim diyince,komutanla bu
bahsi kabul ettiler.
- Ertesi gün istirahat zamanı kuzu
meydana getirildi, temizlendi,iyice kızartıldı. Yusuf kuzunun başına
çağırıldı. Durum anlatılınca, emir demiri keser hesabı Yusuf kuzunun
başına oturdu, besmele çekerek başladı yemeye. Kuzu bitmek üzere iken
Yusuf yemede biraz zorlandığı belli oluyordu. Kuzu bitti, komutanlar
maşallah çektiler. Yusuf'un komutanı Yusuf'a Mehmet az kalsın kuzunun
parasına bana ödetecektin. Kuzunun sonuna doğru niçin zorlandın? Diye
sorunca, Yusuf, kızara bozara cevap verdi. Komutanım,öğle paydosunda
arkadaşlar bahse girmişler, bir kuzuda öğlen paydosunda yemiştim
diyince,komutanlar ve arkadaşları kahkahalarla güldüler.
- Yusuf,böyle bir Yusuf'tu.
- Yusuf ve Mehmet'in arkadaşlığı
malum,iki arkadaşın birerde bacıları var. Yusuf'un bacısı
Mehmet'e,Mehmet'in bacısı Yusuf'a tutkun. Ama arkadaşlıkları,
komşulukları, töreleri durumu gizlemeye mecbur ediyor. Kızlara nereden
dünür gelirse gelsin evlenmeye razı olmuyorlar, gönüllerindeki
yiğitleri de ailelerine söyleyemiyorlar. Aynı durum pehlivanlarımızda
da mevcut. Pehlivanlarımızın ikisinin akıllarında da aynı çözüm var.
Bu harmanda tutuşup, hangisi galip gelirse,öbürünün bacısını
isteyecek. İkisi de aynı şeyi planlıyorlardı.
- İki arkadaş sözleştikleri gibi harman
yerini yan yana yaptılar. Dövenler koşuldu, saplar saman
olmaya,başaklar ayrılmaya başladı. Harmanın son günleri gelmişti. Bir
kuşluk vakti Mehmet'in kız kardeşi kuşluk yemeği getirmişti abisine.
Abisi yemeğini yerken, döven sürdü vakit geçirmek için. Abisi yemeğini
yiyince kumeleyi düzenledi,kapları toparladı eve dönerken Yusuf'ların
harman yerinden geçmesi gerekiyordu. Yusuf ile babası da yemek
yemişler,bir şeyler konuşuyorlardı. Ayşe oradan geçerken Yusuf'un
babası Ayşe'ye seslendi. Kız Ayşe,selam sabah yok mu? Bu Dursun
emminin sesiydi, Ayşe içinden ah, bir gel dese diye geçirdi, başını
kaldırdı Dursun emmiye baktı. Dursun emmi gelsene dedi. Ayşe çok
heyecanlandı. Yusuf'ta oradaydı. Kalbi dışarı çıkacak gibi çarpıyordu.
Ayaklarını bağı sanki kesilmiş, adımlarında derman kalmamıştı. Zar zor
vardı yanlarına. Dursun ağanın elini öptü. Yusuf'la bir an göz göze
geldiler. Hal hatır sordu Dursun emmi,Ayşe kısa cevaplar verdi. Dusun
emmi,bizim kap kacakları da eve bırakı ver diyerek harmana yürüdü.
Dursun emmi gençleri özellikle yalnız bırakmıştı. Ayşe bütün gücünü
toparlayarak Yusuf'a. Beni isteyenler çoğaldı. Olmaz,istemem diyorum
ama,babamın kafasına yatacak birisi çıkarsa verip gider. Benden
söylemesi. Diye fısıldadı Yusuf'a. Bunları söyleyene kadar da ter
tepesinden başladı, tırnağından çıktı. Çok utanmış,yüzleri perçem
perçem kızarmıştı. Yusuf'ta ondan aşağı değildi, o da kızarmıştı.
Ayşe'ye yarını bekle. Bugün son gün. Yarın ağabeyinle kozlarımızı
paylaşacağız. Onu yeneceğim, seni isteyeceğim. O da isterse bacımı ona
vereceğim diyebildi. Tabii ki sizler evlenmeye razı olursanız. Benim
fikrim bu dedi Ayşe'ye. Ayşe kapları kapları kaptığı gibi Yusuf'lara
koştu. Arkadaşı olan Asiye'ye olanları anlattı. Sarıldı iki arkadaş
birbirlerine, sevinçten sanki uçuyorlardı. Allah'a şükürler ettiler
beraberce.
- Ertesi gün akşamı,harman işi
bitmiş,savurma işi bir sonraki güne kalmıştı.
- İki arkadaş kavilleştikleri gibi
yatsıdan sonra besmeleyi çekip kapıştılar. Hava açık, gök yüzünde ay
tepsi gibi,sanki onların güreşini aydınlatmak için etrafı pırıl pırıl
yapmış, onları seyretmekte. Güreşin üçüncü saatinde Yusuf Mehmet'ten
ayrıldı, on on beş adım yürüdü. Peşrev yaptı, el çırptı. Mehmet'e sıkı
dur bre pehlivan Ya Allah Ya Bismillah diye nara attı. Mehmet'e bir el
ense çekti. Mehmet kafasının kopacağını sandı. Yusuf ne bu sertlik.
Yine kuzuyu yedin herhalde diye takıldı. Mehmet'te bir el ense çekti.
Güreş sertleşmiş fakat, kurallara uygun devam ediyordu. Bir ara Mehmet
fırsatını bulup Yusuf'un arkasına dolandı. Belini kavradı İşin bitti
Yusuf dedi. Yusuf kurtulmak ister gibi ileriye doğru yürümeye başladı.
Mehmet bırakmak istemiyordu. Böyle bir fırsat daha yakalaması zordu.
Yusuf'un daha ileriye gitmesini istemedi. Sol ayağını Mehmet'in iki
bacağı arasına alarak kuvvet almak istedi. İşte ne olduysa o anda
oldu. O son iki saniyede. Yusuf gövdesinden umulmadık bir çeviklikle
Mehmet'in topuğundan kaptığı gibi karnına doğru çekti. Bütün
ağırlığını tersten verdi Mehmet'in karnına.
- Mehmet düşmüştü. Pehlivan tabiriyle
açık düşmüştü. Yusuf güreşi bitirmişti.
- Arkadaşını açık düşürerek yenmişti.
Hiçbir şey olmamış gibi bıraktı topuğunu. Güreşe bir şey olmamış gibi
devam etmek istedi Yusuf. Mehmet arkadaşının bu olgunluğuna gülerek
yaşa Yusuf Pehlivan diyerek on beş gün sonrası için yeniden güreş
teklifinde bulundu.
- Yusuf, olmaz dedi. Bu işin rövanşını Kırkpınar'da başa güreşip
ikimizin de baş pehlivanlık için güreştiği güne kadar. Sarıldılar.
Mehmet Yusuf'un elini öpmek istedi. Yusuf öptürmedi. Mehmet,bundan
sonra sen benim ustamsın dedi.
- Yusuf, kızararak. Mehmet,bizim
kavlimizde yenen bir şey isterse yerine getiririz diye sözümüz vardı.
Ben senden şunu isteyeceğim. Dinle analarımız ve babalarımız razı
olursa sen bu isteğimi kabul et. Dedi. Mehmet,evet hatırladım öyle bir
kavlimiz vardı. Nedir isteğin dedi. Yusuf, ben kardeşin Ayşe ile
evlenmek istiyorum. Eğer senin de gönlün varsa kardeşimi de sana
vermeyi düşünüyorum dedi. Tekrar iki yiğit sarıldılar, gülerek eve
döndüler.
- Sabah ezanı okunurken durumları baba
ve annelerine açtılar. Onlarda uygun gördüler, harman sonu kızları
isteriz dediler. İki evde de sevinç vardı,mutluluktan uçuyorlardı.
- İki tarafta harmanı bitirdikten
sonra,birbirlerine dünür oldular. Yusuf ve Mehmet'in tek bir şartları
vardı. Kırkpınar'da ikisinin de baş pehlivan olmalarından sonra düğün
yapılsın denildi. Aileler olumlu karşıladılar.
- Harman sonu ikisi birbirlerine idman
verdiler. Babalarında ve Zeynel ustalarından izin alarak Kırkpınar'ın
yolunu tuttular.
- Kırkpınar,onların çalıştıkları harman
yeri gibi değil,yiğitlerin harman olduğu yer. Oraya kimler
gelir,kimler. Ne Yusuf’lar,ne Mehmet’ler. Analar neler doğurmuştur.
Burası Türkiye'dir,Türkiye'nin er meydanı Kırkpınar. Ne baş
pehlivanlar çıkmıştır bu meydandan.
- Kırkpınar güreşlerine geldiklerinde üç gün vardı. Hemen meydanı
görmeye gittiler. Üç gün yağlanarak antrenman yaptılar.
- Açılış günü daha da şaşırmıştı
Yusuf'la,Mehmet. Özel elbiseli 20 davulcu,20 zurnacı ortalığı
yıkıyordu.
- Mehmet'le Yusuf başa güreşecek güçte
oldukları halde,adet gereği baş altına soyunmak mecburiyetinde
kaldılar.
- Baş cazgır çıktı “Pehlivan, pehlivan,
yendim diye sevinme. Yenildim diye üzülme. Yene de pehlivan,yenilende
pehlivan. Herkes pehlivan olmaz. Her ananın doğurduğu peh-livan olmaz.
Meydana baş pehlivanlara güreşecekler önde,baş altılar
arkalarında,diğer sınıflar arkalarında 200-300 pehlivan meydana
çıktılar. Peşrev yaptılar. Meydan tozkoparan güreşleri için
boşaltıldı.
- Sıra başaltı güreşlerine geldi.
Pehlivanlar eşleşti güreş başladı. Yusuf'la Mehmet fırtına gibi
esiyorlardı. Şimdiye kadar hiç görülmeyen bir güreş sergilediler.
Hasımlarını birer birer beş on dakika içinde yendiler. Her ne hikmetse
ikisi birbirleri ile eşleşmemişti. İkisi sona kalmışlardı. Ertesi gün
ikisi güreşecekler,baş altının şampiyonu olacaklardı.
- Ertesi gün baş orta güreşi beş on
dakikada bitmedi. Saatlerce sürdü. Sonunda Mehmet Yusuf'u dengine
getirip paşa kasnak yendi. Gelecek sene Mehmet başa,Yusuf Başaltına
güreşecekti.
- İki arkadaş Çorum'a döndüler. Davul
zurna ile karşılandılar. Ağalar,güreş sevenler hediyeler verdiler.
Sonra köylerine gittiler. Muhtar da,davullarla,zurnalarla karşıladı
pehlivanlarını. Bütün köy oradaydılar. Komşu köylerden de misafirler
gelmişti. Onlarda hediyeler getirmişlerdi.
- Köyde büyük bir yemek verildi. Sanki
köyde düğün oluyordu. O kadar çok hediye almışlardı ki,köy yerinde
ikisi de zengin olurlardı. Yemek yenirken Mehmet Yusuf'la konuştu. Bu
hediyeler bizim de,köyünde yararına kullanmamız lazım kararına
vardılar. Yemek duasının ardından Mehmet Muhtar emminin yanına giderek
misafirlerin ve köylünün duyacağı sesle. Muhtar emmi. Biz Yusuf'la
karalaştırdık bu hediyelerle köyümüze yeni bir okul yaptır. Çocuklar
bir odada beş sınıf okumaktan kurtulsunlar dedi. Bu habere bütün köylü
alkış tuttular. Dakikalarca alkışlandılar.
- Aradan bir yıl daha göz açıp
kapayıncaya kadar geçti.Kırkpınar'da Mehmet baş pehlivan,Yusuf baş
altı pehlivanlığı için güreştiler. İkisi de gruplarında birinci
oldular. Yusuf sevinçliydi. Baş pehlivanlıkta arkadaşı Mehmet'le
karşılaşacaktı. Yenilse de Mehmet gibi yiğit bir arkadaşına,köylüsüne
yenilecekti. Kırkpınar dönüşü Çorum'da ve köylerinde aynı coşkuyla
karşılandılar.
- Köye geldiklerinde ustaları, Zeynel
pehlivanın hasta olduğunu öğrendiler. Kırkpınar'a her gidişlerinde
elini öpmeye gider, destur ve duasını alırlardı. Ustaları giderken
Mehmet'e baş pehlivanlığı, Yusuf'a baş altını kazanacağını
müjdelemişti. Ustalarının yanına gelince Zeynel pehlivan Kırkpınar'ı
dinlerken heyecanlandı,canlandı. Çocuklar,kendime sakladığım, size
öğretmediğim bir oyun kaldı. Şöyle bir tembih edeyim. Yataktan
kalkarsan size tatbik etme şeklini de öğreteceğim dedi.
Yusuf'un,Mehmet'i yendiği oyunu anlattı. Onlar ustalarını can kulağı
ile dinlediler. Biz bu oyunu kendimiz bulduk,biliyoruz demediler.
Usta, çırak ilişkisinde, ben biliyorum kelimesi yoktur pehlivanlıkta.
- Ertesi yıl, Kırkpınar'a giderken
ustalarının mezarında ziyaret ettiler. Fatihe okudular, dua Ettiler,
gözleri nemli olarak mezarlıktan ayrıldılar. Hey gidi koca Zeynel dedi
Mehmet.
- İkisi de baş pehlivanlık için güreşeceklerdi. Yola beraber
çıktılar. Yolda Mehmet,Yusuf sen beni yeneceksin gibi geliyor dedi.
Yusuf'ta hayırlısı ne ise o olsun diye cevap verdi. Yusuf bu güreşin
Mehmet'le kendi arasında geçeceğini biliyor, Mehmet'tin kendisinden
daha nefesli, daha şanslı olduğunu düşünüyordu.
- Kırkpınar o sene yine donanmış,
seyircisiyle,davuluyla,zurnasıyla bir başka olmuş gibi geldi iki
arkadaşa. Baş pehlivanlar meydana davet edildi,eşler seçildi . İkisi
de hasımlarını birer birer yendiler. Bu sefer davul ve zurnalar ikisi
çini çalıyordu. Seyirciler pür dikkat olmuş güreşi seyir ediyorlardı.
Güreş başlayalı bir saat olmuştu,sanki yeni başlamış gibi hızlı devam
ediyor,meydan susmuş,kimse kımıldamadan hayretle güreşi
seyrediyorlardı. Böyle bir baş pehlivanlık güreşi görülmüş gibi
değildi. İki pehlivan 120-130 kiloluk dev adamlar, tozkoparandaki
çocuklar gibi hareketliydiler. Arada bir attıkları nara duyuluyor
güreş devam ediyordu. Mehmet bir ara Yusuf'u belinden kavradı. Yusuf
köyde yendiği oyunu uygulamak için Mehmet'in topuğunu kapmak için
eğilince eli kaydı. Bu yağlı güreşti,bunun inceliği başkaydı. Hızını
alamadı,yüzü koyun düştü Yusuf. Mehmet hemen abanmadı arkadaşının
üzerine, biraz toparlanmasını bekledi ve yanaştı,kavradı belinden
Yusuf'un. Peşinden taktı sarmayı. Sonra kaz kanadı geldi ardından.
Yusuf yorulmuştu. Mehmet güreşe yeni başlamış gibiydi. Mehmet,Yusuf'u
yerden kesti, önce göbeğine kadar kaldırdı,sonra göğsüne. Öylece 1-3
adım yürüdü. Yusuf'un koca gövdesi, Mehmet'in göğsünde,elleri
yerdeydi. Ters çevirerek Yusuf'un sırtını yere getirdi. Elini uzattı
can dostunun yerden kalkmasına yardım etti. Kalkınca Yusuf'un elini
öptü. Herkese Yusuf'un ustası olduğunu gösterdi. Yusuf'ta Mehmet'e
sarıldı, öpüştüler, birbirlerinin sırtını sıvazladılar. İkisi de
Kırkpınar'dan birinci ve ikinci olarak köylerine döndüler. Köyde yine
birbirlerine antrenman verdiler.
- Ertesi yıl Kırkpınar'a gitme
vakitlerine beş gün kala Mehmet eve ayağımı burktum diye topallayarak
geldi. Zor yürüme taklidi yapıyordu. Ertesi gün yataktan kalkmadı
Mehmet. Çaydan geçerken topuğuna bir taş vurmuş,morartmıştı. Köyde
herkes bu olaya üzülmüş,fakat Yusuf can dostunun kasti olarak
Kırkpınar'a gitmeyip ona meydanı bıraktığını biliyor, seziyordu. Hem
eniştesi,hem kaynı arkadaşına bu yolu tıkamamıştı.
- Yusuf Kırkpınar'a vardığında herkes
Mehmet'i sordu. O da durumu anlattı. Arkadaşının sakatlandığını
söyledi. İki gün sonra güreşler başladı. İlk kurada Yusuf Mehmet'in
geçen yıl zor yendiği Ordulu Mustafa'ya düştü. Bu büyük talihsizlikti.
Ama Orduluyu yenebilirse başta güreşi kazanacağını anladı. Ordulu ise
ilk turda ikinci olan Yusuf'u evire çevire yeneceğini düşünüyordu.
Güreş başlayınca Yusuf'la oynaşmaya başladı. Yusuf bu fırsattan
faydalanmalıydı. Ustasının sözünü hatırladı. Güreş ilk on dakikada
kazanılır. Hasmına aslanlar gibi daldı Yusuf. Ordulu neye uğradığını
şaşırdı,bocaladı. Bu bocalamayı iyi değerlendirdi Yusuf. Ters paça
kasnakla yendi Orduluyu. Sonraki güreşler kolay geçti. Üç pehlivanı da
yenip baş pehlivan oldu.
- Yusuf köye döndü. İkisi de kendi
kendilerine verdikleri sözde durmuş,ikisi de baş pehlivan olmuşlardı.
On beş gün sonra köyde çifte düğün yapıldı. Yusuf'la,Mehmet dünya
evine girdiler. Köy meydanı,üstleri başları hediyelerle doldu. Hem
zengin,hem de ömür boyu mutlu oldular.
- Kurban Bayramınız Kutlu olsun
-
-
-
-
|
|
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
90 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
- YUSUF
- “Şehitlik aşkıyla yanan bir yiğit” Kara Mehmet
Çorum'da bir dağ köyünde doğmuş yiğit mi, yiğit. Sözü,özü doğru,
gözü pek. Sırım gibi bir delikanlı. Köy yerine göre tahsillide
sayılır,ortaokul mezunu. Çok güzel okumasına rağmen,babasının
ihtiyarlaması,maddi imkanın azlığı,evin en büyük oğlu olması
dolayısıyla çifte,çubuğa bakmak mecburiyetinde kalmıştı.
- İki bacısı ondan büyük ve evliydiler. Birde kendisinden üç
yaş küçük erkek kardeşi vardı. Babası bir dönem köyün
muhtarlığını yapmıştı. Gel zaman git zaman Mehmet'in askerliği
gelmişti.
- Mehmet;Fadime'nin başının
bağlanmasını bu işi bitirmelerini,yüzüklerin takılmasını
anasından istedi. Anası;kocasına açar mevzuu,Osman Ağam,oğlun
böyle ister der. Osman Ağa,elini çenesine kor,koca köyde o kelin
kızından başkası yok muymuş ? İşimiz zor ama Allah kolay ve
hayırlı eyler İnşallah der. Kel Haydar'ın 3 kızı var,oğlu
yoktur. Önce bir kızını yukarı köye vermiş, adamlara çok
müşkülat çıkartmıştı.
- İlk önce kadınlar arasında
istemeye gittiler Fadime'yi. 2 gün sonra erkekleriniz gelsin
diye haber geldi Mehmet'in evine. Osman Ağa;Muhtarı ve akraba,eş
dost 5-6 kişi gittiler Haydar'ın evine. Sözü Muhtar açtı:
- - Neye geldiniz desene Haydar
Ağa?
- - O nasıl Muhtar, hoş geldiniz,
sefa getirdiniz. Dedi Haydar Ağa.
- - Allah'ın emri,Peygamberin
kavli ile kızını, oğlumuza istiyoruz. Dedi Muhtar. Haydar Ağa
şöyle kafasını kaşıdı,başını önüne eğdi ve cevap verdi:
- - Allah yazdıysa ne diyebiliriz
ki ? On gün sonra şerbet içildi,yüzükler takıldı.
- Birkaç gün sonra Mehmet askere
alındı. Acemi birliğinden sonra,çavuş oldu ve Şirnak'taki
Komando birliğine katıldı. Birliği hemen her gece baskına
gidiyordu. Kara Mehmet'in birliği bir gece anarşistlerle
çarpışmış,sabaha karşı birliklerine dönerken haince atılan bir
el bombası neticesinde sol elinin parmaklarını,sol kulağını ve
sol gözünü kaybetmişti. İki ay Diyarbakır'da hastanede yatıp
iyileşti.
- Köydeki 18 yaşındaki nişanlısı
bu haberi alınca çok üzüldü ama inanarak ve Mehmet'ine moral
vermek için bir mektup yazdı.
- “Sen Kara Mehmet'sen ben de
Kara Fadime'yim. Sen gazi olmuşsun. Dış görünüşün benim için hiç
mühim değil. Sen her halinle benim erkeğim,yiğit Mehmet'imsin.
Ya rütben ? Artık Çavuş değil, benim için Paşasın. Sen elinin
parmaklarını ormanda odun keserken değil,düşmanla çarpışırken
kaybettin.
- Bizim törelerimizde,bizim
ailemizde kızlar ömründe bir kere nişanlanır,bir defa gelin
olur, bir defa ölür. Sen askerliğini şeref ve şanla bitirecek,
geleceksin. Sakın askerlik gününü doldurmadan gelme.
“Gaziler,sakat ve malûl olmaz. Şehitler ölmez.” Köyde münasip
birine vekâletini gönder hemen dini nikâhımızı kıydıralım. Şu
andan itibaren ben senin karınım bunu böyle bil. Şayet en büyük
rütbeye erişir, şahadet şerbetini içersen,100 yaşıma kadar
yaşarsam senin için ve senin karın olarak kalacağım. Ne konuştu
isek biz oyuz. Sen Kara Mehmet,ben Kara Fadime'yim. Koç her
zaman koç,yiğit her haliyle yiğittir. Aslanın erkeği aslan
da,dişisi aslan değil mi?
- Hazırım oralara gelmeye,yanında
aslanlar gibi çarpışmaya hazırım. Geçen buradaki tabur
kumandanına gittim. Omuz omuza seninle çarpışmak istediğimi,ne
yapmam lazım geldiğini? Sordum. Komutan kızım senin gibilerinin
yokluğunu Allah göstermesin, daha senin askere alınacağın gibi
mühim bir durum yok. Türk Ordusu bu PKK nin, Devlete, Millete
silah çekenlerin kökünü kazıyacak,zaten beli kırılmıştır. Ama
pişman olup,teslim olanları da af edecek,babalığını
gösterecektir.
- Mehmet'i hastaneden sonra sakata
ayrılıp, teskeresini verilmesi için işlemler başlamıştır. Mehmet
olmaz diyerek rapora imza atmaz. Teskeresini verirler gitmez.
Nizamiyenin kapısından günlerce ayrılmaz. Arkadaşlarının
getirdiği ekmek suyla idare eder.
- Olay Tabur Komutanına intikal
eder, çağırır Mehmet'i. Mehmet; ben sakat filan değilim,
ayaklarım sağlam, sağ tarafım sapa sağlam. Tüfek kullanır,
cepheye bile gidebilirim. Yazıcılıkta mı yapamam? Ben kendime,
kendini az askerlik yapmak için çürüğe çıkarttı dedirtmem.
Teröristin öldüremediğini,bu fakiri bu ar öldürür. Ama ben,bu
nizamiyenin önünde ölünceye kadar bekleyeceğim, yine de köye
gitmeyeceğim. Komutan,bu yiğit insanı anlar ve yazıcı olarak
askerliğini tamamlanması için gereken işlemleri yaptırır.
- Bir süre sonra Osman Ağa
Mehmet'i görmek için Şirnak'a kıtasına gitti. Ana girişteki
nöbetçiye yaklaştı. Çorumlu Mehmet Çevik'i biliyor musun? Diye
sordu. Nöbetçi onu tanımayan var mı emmi, yalnız fazla yanaşma,
kumandanlar kızar.
- Otur hele şu ağacın dibine, biz
çağırırız onu. Osman Ağa oturdu ağacın gölgesine, amma da ulu
ağaç diye geçirdi içinden. Mehmet bayağı iyileşmiş, ara sıra
çocukluktan beri çaldığı sazını sol kolunun parmakları
olmamasına rağmen halâ güzel çalmaktaydı. Sesi çok güzeldi,
yanık türküler söylerdi. Öğle istirahatı idi . Mehmet'in sesi
geliyordu,Osman Ağa kulak kabarttı, bu oğlunun sesiydi. “Şu Uzun
Gecenin Gecesi Olsam” ne güzel söylüyordu ki deme gitsin. Osman
Ağa dayanamadı, devamlı koynunda taşıdığı kavalını
çıkardı,oğluna eşlik etti yavaş yavaş. Mehmet türküyü bitirince
asıldı kavala Osman Ağa. Kaval hıçkırıyordu, kavalın sesini
duyan Mehmet böyle çalanın babasından başkası olmayacağını
düşündü, nizamiyeye doğru koştu. Babasını gördü, sarıldı
babasına,öptü ellerini,yüzlerini. Koklaştılar,sarıldılar.
- Biraz sonra Mehmet'in aklı
başına geldi. Bugün askeri teçhizat kuşanıp atışa gideceklerdi.
Babasına, kumandanımdan izin alayım, kantinde oturalım dedi.
Kumandanın odasına yöneldi, kapıyı çaldı gir sesini bekledi
içeriye girdi. Komutanım babam memleketten gelmiş, müsaade
ederseniz kantinde oturmak istiyorum diye mazeretini sundu.
- Kumandan; babanla tanışmak
isterim onu getir odama dedi. Baba oğul geldiler, odaya girince
kumandana ikisi birden selâm verdiler, esas duruşa geçtiler.
Kumandan; belli, belli böyle bir adamın, böyle bir evlâdı olur,
demekten kendini alamadı. Osman Ağaya: Böyle bir oğlun olduğu
için ne kadar öğünsen haklısın dedi. Teşekkür etti, dua etti
Osman Ağaya ve Mehmet'e. Emir subayını çağırdı. Osman Ağayı
doyurmasını, kaç gün isterse kalacağı bir yer ayarlaması emrini
verdi. Müsaade alarak komutanın odasından çıktılar. Osman Ağa
oğluna, köyü, anasını, bacılarını her şeyi anlattı.
- Mehmet Fadime'yi soramıyordu.
Babası;gelelim Fadime'ye dedi. O bambaşka bir kız, sen Gazi
olunca daha sert ve güçlü oldu. Sevindi desem yeridir. Ben Gazi
karısıyım derde başka bir şey demez. İkide birde o Kara
Mehmet'se, bende Kara Fadime'yim dermiş.Teskereyi askerliğini
tamamlamadan almasın onu köye koymam. Dermiş. Böyle kız, karı
bizim oralardan çıkar oğlum bizim köyden çıkar.
- Osman Ağa o gece orada kaldıktan
sonra komutandan çıktı teşekkür etti izin alarak ayrıldı. İki
gün Ankara'da ki emmi oğlunda iki gün kaldıktan sonra köye
döndü. Herkes evde, kahvede onu soru yağmuruna tuttu. Osman Ağa
anlattı, anlattı, haftalarca anlattı.
- Mehmet askerliğini güne gün
yaptı, köye döneceği gün muhtar çifte davul dövdürdü, zurnalar
çalındı, halaylar çekildi. Yirmi gün sonra düğün başladı. Bütün
köy, komşu köyler, şehirden tanıdıklar, tabur komutanı da davet
edildi. Tabur Komutanı Vali ve Belediye Başkanını da getirdi
düğüne, hediyeler getirdiler. Ama Komutanın kimseye söylemediği
bir hediyesi vardı. Genel Kurmaydan ne yapıp etmiş Mehmet'in
Gazi Madalyasını getirmişti.
- Düğünün en coşkulu anında
komutan susturdu davulları, zurnaları. Az ve öz bir konuşma
yaptı. Mehmet'i anlından öptü, Mehmet'te Komutanın elini.
Komutan cebinden çıkarttığı madalyayı Mehmet'in boynuna taktı ve
size bir sürprizim daha var dedi. Bundan sonra köyünüzün adı
“KARA MEHMETLER köyü olacak.
- Alkışlar, alkışlar, tüfekler,
tabancalar patladı. Halaylar çekildi. Kadınlar “İğdeli Gelin”
oynadılar. Fadime ve yengeler her şeyi anı anına gözetlediler.
Fadime uçuyordu sevincinden. Yatsıdan Sonra güveyi soktular
odasına, kahraman da olsa sırtını yumruklamayı ihmal etmedi
arkadaşları.
- Sabah Fadime kalktığında şaşırıp
kalmıştı. Çok düğün görmüştü ama böyle hediye geleni görmemişti.
Neler yoktu neler. 60-70 tane düve ve tosun vardı. Allah'a
şükrettiler, şükür namazı kıldılar.
- İki sene sonra Mehmet'in küçüğü
Yusuf'u, Fadime'nin kardeşi Ayşa ile evlendirdiler. Yusuf iki ay
sonra askere gitti. Acemi eğitiminde o da komando
olmuş,eğitiminden sonra dağıtım kurası çekiminden ağabeyinin
alayına gönüllü gideceğini dilekçe ile bölük komutanına
bildirdi. Aynı bölüğe gitmesini temin etti yüzbaşısı. On beş gün
sonra moral izine geldi. Bu ara Ayşe hamile kaldı.
- Ağabeyine bomba atanlardan hesap
sormak için Şirnak'a geldi. Bölüğüne teslim oldu. Komutanının
karşısına çıktı, esas duruşa geçip:Osman oğlu Yusuf Çevik
görüşünüze hazırım kumandanım deyip görevine başladı. Yusuf
asker olarak bir yılını doldurmuştu bir hafta sonra on beş gün
izine gidecekti. Yüzlerce haini öldürmüş, teslim olanlara iyi
muamele etmişti. Bir gece önce tespit edilen hainlerin inine
baskın yaptılar. Olanlar o gece oldu. Yusuf anlından vuruldu,
oracıkta Şehit oldu. Arkadaşları bütün hainleri öldürdüler ama
neye yarar. Son nefesinin önce Ayşe, Ayşe dedi. Sonra
Allah,Allah La ilahe illallah Muhammedün Resulallah deyip ruhunu
teslim etti.
- Acı haber önceden tanıdığı
aileye Çorum'daki Jandarma komutanı kendisi haber verdi. Kara
Mehmetler Köyünü yas bürüdü. Şehit önce Çorum'daki Ulu Camiye
getirildi. Cuma Namazı kılındıktan sonra Cenaze Namazı kılındı.
Çorum'da Şehitlik olmadığı için Şehit köye götürüldü. Çorum'a
şehitlik yapmağa karar verildi,bu eksik giderilmeliydi.
- Şehirde hayli cemaat köye gitti.
Anası donmuş gibi,babası zor yürüyordu. Ayşe tabuta sarılmış
sessiz vakarca ağlıyordu. Karnı iyice büyümüş,tabuta zor
yaklaşıyordu. Ortalıkta büyük üzüntüye rağmen manevi bir huzur
vardı. Kalp gözü açıklar her şeyi görüyorlardı. Çanakkale'de
Şehit düşen dedesi oradaydı,toprağa verildi Yusuf. Onların
ailesi can verme sırrına erenlerdendi.
- Talkına kalp gözü açıklardan,
kimseye halini bildirmeyen Dursun Hafız oturdu. Çok imrendi bu
mezar ahvaline, gıpta etti. Her kula nasip mi olurdu? İşte
Şehitlik demek buydu, Allah'ın vaadini görebiliyordu,ne kadar
güzel hal ve ahvaldi bu?
- Köyde her gün huzur artıyor,
topraktan bereket fışkırıyordu. Ayşe ikiz doğurdu. İkisi de
oğlandı. Birinin adını Kahraman Yusuf, diğerinin adını Yiğit
Yusuf koydular. Dul kadını isteyeni köy yerinde kızdan çok olur.
Ayşe'yi kimler istedi,kimler. O dönüp bakmadı, babasının evine
de gitmedi. Ayşe İslâm'ı hakkıyla yaşıyordu. Her Cuma gecesi
Yusuf' u geliyor,sarılıp yatıyorlardı. Sabah ezanından önce
gidiyordu Yusuf. Ayşe köyün en mutlu kadınıydı. Bu manevi aşktı,
imanın son mertebesiydi.
- O Şehit karısıydı.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |