|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
|
İÇİNDEKİLER TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
TAKDİM |
Ahmet ERTEKİN HAYAT HİKAYESİ |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
corumlu2000@gmail.com |
Mahmut Selim GÜRSEL |
yazarlarımız yaptıkları paylaşımlardan sorumludur.
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TAKDİM
Bu sanal kitapta
bulunan çalışmalar; arkadaşlarımızla birlikte basılı olarak
yayımladığımız 53 sayı “Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve
Edebiyat” dergimiz ve 54’üncü sayıdan sonra da sanal olarak
yayımladığımız dergi ile “Sarı Çiğdem Şiir Defteri” dergimizde
yayımlanmış çalışmalardan derlenmiştir
Tarafımdan arkadaşıma bir ufak armağan olarak hazırladığım bu
sanal çalışmamda onların da çalışmalarını derli toplu olarak
sizlere sunmak amacı taşımaktadır.
Çalışmalarımın bir sanal kitaplık olarak sizlere ulaşması ve
sizlerinde bilgilenmenizi ve ilgileneceğinizi ummaktayım.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
|
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
Ahmet ERTEKİN |
2 Haziran 1949 tarihinde İskilip'te
doğmuşum. İlk ve ortaokulu İskilip'te tamamladıktan sonra
Çorum Lisesini bitirdim. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi'nde okurken fark derslerin vermek suretiyle Çorum
Öğretmen Okulundan da diploma aldım, bu sayede öğretmenlik
yaparak öğrenciliğimi sürdürdüm. 1974 yılında
Kültür Bakanlığının açtığı Arkeolog Müze Asistanı sınavını
kazanarak 1975 yılının Ocak ayında Çorum Müzesinde asistan
olarak göreve başladım. Nisan 1977'de Müze Müdürü oldum.
Ancak 1978'de Kültür Müdürü, 1982 'de
Turizm İnformation Büro Müdürü,1985'te ise Çorum Devlet
Tiyatrosu Müdürlüğü görevini üstlenerek 1988 yılında
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne atanancıya kadar vekaleten
sürdürdüm.1990'da Kültür Bakanlığı Anıtlar ve
Müzeler Genel Müdür Yardımcılığı görevini
üstlendim. 1991 yılı sonlarında kendi isteğimle
döndüğüm Çorum İl Kültür
Müdürlüğünden alınarak 1993'te Arkeolog olarak
Etnografya Müzesinde, oradan Amasya İl
Kültür Müdürlüğüne ve sonra TÜRKSOY'da görevlendirildim. 1994
sonunda Danıştay kararıyla yeniden Çorum İl Kültür Müdürlüğüne
iade edildikten sonra Nisan 1997'de kendi isteğimle
emekli oldum.
İlkokul ve ortaöğretimimin
sırasında Ziraat Mühendisi olmayı düşlerdim. Mühendis olamadım
ama, çalıştığım her yer ve konumda yeşile olan ilgimi
ön plana çıkardım.
Ağaçlandırma ve peyzaj konularında
özel hobimi tatmin imkanı bularak fiilen ziraatçılık yaptım.
Asıl lisans mesleğim olan
müzecilikten önce ilimizin değişik köylerinde öğretmen olarak
çalıştım. Bu bana Anadolu gerçeğini ve sosyal hayatımızın
değişik boyutlarını yaşama ve tanıma fırsatını verdi. Pek tabii
ki anılar dağarcığına pek çok çeşni katarak...
Arkeoloji ve Müzecilik dünyada son derece
popüler bir meslek ve yükselen bir değer olmasına rağmen
ülkemizde henüz yeni tanımaya başlayan bir uğraş dalıdır.
İmkanların en kısıtlı döneminde görev yapmamıza rağmen zevkle
özveriyle çalıştığımızı inkar edemem. Kültür, sanat
ve toz,toprakla uğraşmak isteyenler için ideal olan bu
mesleği,parayı sevenlere tavsiye etmem. Yazmak
paylaşmaktır. Bu duyguyu,bu düşünceyi,belli bir
birikimi paylaşmak ve deşarj olmak için bir araç,bir
ihtiyaçtır. Şiirle başlayan yazma alışkanlığım yerel gazete
çıkardığımız dönemlerde zorunlu bir uğraş haline gelmişse
de sonradan kültür ve sanat konusunda yoğunlaşarak bir
hobi olarak devam etmektedir.
Özel bir ödül almadım. Ancak;amatör uğraşın ödülü okuyucuların
teşekküründen ise epey nasiplendiğim söylenebilir.
İdealim : Bütün insanların
kardeşçe,barış içinde yaşadıkları dikensiz bir
gül bahçesi. Bu mümkün mü ? Mümkün olana
şükrederek mutlu olmaya çalışıyoruz. Mesleki açıdan
en büyük amacım; Kültür Bakanlığının bütün
kurumlarının temsilciliklerini Çorum'da görmekti. Bu da
korolar dışında gerçekleşti. Bir de eski Sanat Okulu binasın
bölge müzesi olarak fonksiyonel ederek hizmete açmak. Onun
da gerçekleşmesine az kaldı. Bir yayınevinde,yayım
sırasını bekleyen " Alacahöyük -Boğazköy - Çorum " adlı bir
turistik rehber kitap hazırladım. Dört dilde yayınlanacağı
bildirilen bu çalışma henüz basılmadı.
Genelde; kültür,sanat,eski
eserler ve müzecilik konularında fırsat buldukça
yazdığım makale ve yazılar çeşitli resmi ve özel
dergilerle, yerel gazetelerde yayımlanıyor.
Ben; bütün eli kalem tutan
insanları "Boş kubbede bir hoş seda" bırakmak üzere
yazmaya, düşüncelerini paylaşmaya,bu amaçla da araştırma
ve okumaya davet etmek istiyorum.
Internet’te Yazarımız
http://corumlu2000.dergisi.info Dergimizde yazıları
yayınlanmıştır.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ARKEOLOJİ VE ANADOLU
KÜLTÜRÜ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
- İnsanlığın geçmişini uygarlık izlerinden anlama
ve yorumlama bilimidir, ARKEOLOJİ. Ansiklopedilerde: İnsanlık
tarihinin zaman ve mekan içinde günümüze ulaşmış her türlü
maddesel ürün yardımıyla araştırıp değerlendirdiği, kazıbilim
olarak tanımlanmaktadır.
- Çalışmalardan, kil çamurundan, kemik ve
boynuzdan yapılan araç ve gereçlerle başlayan insanlığın
teknolojik serüveni; yani, taş devrinden uzay çağına uzanan
uzun-ince yolun teleskopu da arkeolojinin ilgi alanı içindedir.
- Uygarlığın bir gelişim süreci olduğu; sentez
etkileşimlerle gelişerek aşama kaydettiğini görürüz. Etkileşimin
başka kültürden olabileceği gibi tabiattan da alındığı
kanıtlanmıştır. Hitit sana tına damgasını vuran gaga ağızlı
testiler, hayvan biçimli kaplar bu etkileşimin en bariz
örnekleridir.
- İnsanın, taş, kil çamuru ve ahşap dışında
tanıdığı ilk endüstriyel malzeme aynı zamanda bir soy metal olan
altındır. Daha sonra bakırı tanımış, bakır- kalay karışımıyla
keşfettiği bronz; bir kültürel sürece (Eski Tunç veya Bronz
Çağı) isim olmuştur.
- Tekerleğin ve demirin bulunuşu uygarlığın
başlangıcıdır.
- Demirin primitif şartlarla ergitilerek elde
edilmesi işlenmesi, çağın en büyük endüstriyel devrimidir. Zor
elde edilmesi, çeşitli form ve fonksiyonlar verilerek günlük
hayatta kullanılabilme özelliği, daha da önemlisi kesici ve
delici silahların yapılmasında kullanılması nedeniyle demir;
altından daha kıymetli bir değer kazanmıştır, çok özel kaplar,
ziynet eşyaları, süs ve takıların yapımında kullanılmıştır.
- Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü
konumundaki Anadolu Yarımadası'nın uygarlığın bu gelişim
sürecinde çok önemli bir yeri vardır. Coğrafi konumunun yanı
sıra verimli toprakları, zengin maden yatakları Anadolu'yu
sürekli göç alan bir cazibe merkezi haline getirmiş; yüzlerce
şehir devletlerinin (site) yanı sıra ve organizasyonuyla Hitit,
Roma -Bizans ve Osmanlı gibi asırlarca hükümran olmuş üç büyük
imparatorluk da bu topraklar üzerinde yaşamıştır.
- Egemenlik ömrü 600 Yıldan fazla olup Anadolu'da
hakimiyet süren üç imparatorluktan birincisi ve ilk organize
devlet olan Hititlerin başşehri ve bin tanrılı dinin merkezi
Hattuşa, ilimiz Boğazkale İlçesi'ndedir. Eski Tunç Çağının en
muhteşem eserlerini veren ve Hitilerin kutsal Arinna kenti
olabileceği varsayılan Alacahöyük, Atatürk'ün emriyle
başlatılan ilk Türk kazılarındandır. Ortaköy - Şapinuva kazısıda
eskiçağda ilimizde yaygın bir yerleşimin olduğunu
kanıtla-maktadır.
- İsmi bilinen ve bilinmeyen ama bu topraklar
üzerinde yaşadığı arkeolojik belgelerin varlığı ve
yorumlanmasından anlaşılan çeşitli kavim, din ve kültürün
Anadolu platosunda kaynaşmasından öncelikle hoşgörüyü temel
alan ve adına ANADOLU KÜLTÜRÜ diyebileceğimiz yepyeni bir
sentez ortaya çıkmıştır.
- Soy kimliğinden arınmış bu rafine kültür, tarihi
gelişim sürecinde etkilenen olmaktan ziyade etkileyen, başat bir
konuma gelmiş; Osmanlılar kanalıyla Balkanları da etkisi altına
almıştır. Bu gün Bosna ve Kosova'da Hıristiyan taassubu ile
reddedilmek istenilen işte bu olgudur. 1990 yılının Eylülünde
Priştine'de tanıştırıldığım yaşlı bir Kosovalı: Sırp işgalini
anımsatarak; "Osmanlı'ya yaptıklarımızın bedelini ödüyoruz "
demişti. Çok çeşitli renk ve insanlardan oluşan, ancak
İslâmiyet’in aydınlık hoşgörüsüyle bütünleşerek gelişen bu
mozaik kültürel yapı, Türk kültürü genel tanımı içinde
Anadolu'nun kültürel zenginliği olarak günümüze kadar
süregelmiştir.
- İlimizde mevcut örneği kalmamış olmakla birlikte
ülkemiz genelinde Cami, Kilise, Havra ve Sinagogların yan yana
bir arada bulunuşu inanç dünyamızın temelinde bulunan hoşgörünün
ilk bakışta fark edilen fiziksel yansımalarıdır.
- Daha önce söylediğimiz gibi bu tabloda görülen
farklılıklar ayrılık değil; kültürel zenginlik olarak
değerlendirilmelidir. Bizler, binlerce yıldır iskan edilen
Anadolu topraklarının bugünkü sahipleri olarak bu zenginliğin,
kısacası gelmiş geçmiş bütün uygarlıkların ve onların
bıraktıkları maddi kültür belgelerinin doğal mirasçıları
durumundayız.
- Yontulmuş bir çakmak taşı, topraktan yapılmış
küçük bir testicik veya altından yapılmış bir kupanın madeni
değer i bir tarafa gerek eski eser ve gerekse kültürel miras
açısından birbirinin diğerine herhangi bir üstünlüğü yoktur.
- Arkeolojinin sunduğu bu gizemli nimetleri
mirasyedi durumuna düşmeden, tümüne sahip çıkarak korumak ve
yarınki kuşaklara insanlığın ortak serüveninin kanıt belgeleri
olarak intikalini sağlamak milli görevlerimizden olmalıdır.
- Bu düşünce, öncelikle insan emeği ve kültüre
saygı; dünyanın faniliğinin belgesel kanıtı ve daha önemlisi
evrensel kültür adına bir insanlık borcudur
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- HATTUŞA'YI LANETLEYEN
KRAL: ANİTTA
- Trans halindeki Kuşşarlı kâhin başını
kaldırmadan haykırdı:
- - Müjde yüce kralım, müjde büyük Pithana! Tanrı
Teşhup'un sana bir muştusu var. Hamile kraliçemiz sana bir erkek
armağan edecek...
- Orta yaşın dinamizmini yaşayan Kuşşar Kralı
Pithana dudaklarında hafif bir gülümseme ile oturduğu tahtından
yavaş yavaş doğrularak:
- - Eğer dediğin doğru
ise...Söylediğin çıkarsa!.. Dile benden ne dilersen? Şayet aksi
olursa...Sözünü tamamlayamadı. Aksi olursa... Aksini düşünmek
bile istemiyordu. Sustu...
- ...Ve bir ilkbahar sabahı Kuşşar Kral
Sarayı'ndaki yoğun koşuşturmaca bir çocuk viyak lamasıyla
coşkulu bir şölene dönüştü. Daha sonra, tablet metinlerinde
"Gökyüzünün Fırtına Tanrısının sevgilisi" diye söz edilecek olan
ANİTTA doğmuştu. Bu doğum Kuşşar Tanrılarına sunulan kurbanlar
ve yapılan törenlerle kutlandı. Asur'dan heybeler dolusu
hediyeler geldi. Transit kervanlar ve tüccarlar Pithana'yı
armağanlar göndererek kutladılar.
- O tarihlerde, şimdiki zaman kriteri milat henüz
yoktu. Yıllar, İsa'ya bağımlı olmadan geçiyordu. Zira İsa henüz
doğmamıştı. Anlattığımız ve olduğunu var saydığımız olay,
Milattan yaklaşık 1800 yıl önce bir Anadolu kenti, bir şehir
devleti konumundaki Kuşşar'da yaşanmıştı ! ... Yeri henüz
lokalize edilemeyen ve Orta Anadolu'da olduğu tahmin edilen
(belki de Yozgat-Alişar) Kuşşar kenti, krallıkla yönetilen bir
şehir devleti - site idi. Milattan önce,1900'lerde Anadolu'daki
şehirler hiçbir merkezi otoriteye bağlı olmayan müstakil kent
beyleri - yerel krallar ta rafından yönetiliyordu. Bu
tarihlerde, büyük kent merkezlerinin bitişiğinde Asurlu
tüccarların alışveriş yaptıkları, mallarını depoladıkları ve
serbestçe yaşadıkları bir çeşit kervansaray konumunda adına
KARUM denilen yerleşmeler vardı.
- Çoğunluğu Asur kökenli olup
kuzey Suriye, kuzey Mezopotamya ve yerli tüccarların da aktif
olarak katıldığı bu ticari sirkülasyon; hem Asurlu tüccarlara,
hem de koruması altına girdikleri kent beylerine - krallarına
karşılıklı çıkarlar sağlayan uluslararası bir organizasyon
olarak tanımlanabilir.
- Asur Ticaret Kolonileri Çağı olarak kategorize
edilen bu dönem : Asur devletinin Ana dolu'daki siyasal
hakimiyetinin değil, yerel krallıklar üzerindeki ticari
egemenliğini ifade etmek tedir.
- Genellikle, eşek kervanlarıyla İran'dan tunç
alaşımında kullanılan kalay,Asur'dan do-kuma ve tekstil
ürünleri getiren tüccarlar ; Ana-dolu'dan altın,gümüş ve bakır
gibi madenler gö türmüşler ve bu karşılıklı ticaretten büyük
kârlar elde etmişlerdir. Bir çeşit serbest bölge-açık Pazar
niteliğinde olup adına KARUM denilen bu alış -veriş
merkezlerinin en büyüğü ve ünlüsü Kayseri yakınlarındaki
Kültepe'de bulunan KANEŞ KARUM'DUR. Kuşşar Kralı Pithana bir
adı da Neşa olan bu kenti fethederek devlet merkezi yapmıştır.
Çünkü burası çağının en büyük ticaret merkezi konumundadır.
Asur'dan yola çıkan eşek kervanları bu merkezden diğer karumlara
dağılmakta ve büyük bir ihtimalle Anadolu ihracatı da yine
Kaneş Karum üzerinden yapılmaktaydı. (Bugünkü Kayserililerin
ticarete yatkınlığının özünde bu tarihsel geçmişin katkı payı
düşünülebilir.) Paralı korumalar eşliğinde Anadolu'yu bir
uçtan bir uca konvoylar halinde geçen kervanlar arazilerinden
geçtikleri kent beylerine %10 oranında yol vergisi, karum
krallarına ise bir çeşit gümrük vergisi ödüyorlardı. Adli ve
siyasal açıdan Asur yönetimine bağlı olan tüccarların yol
güvenliği ve soygunlar nedeniyle uğradığı zararlar ise yerel
kralların garantörlüğü altındaydı.
- Anadolu kültürüne, fazlaca etkileri olmayan ve
etkinlikleri sadece ticaretle sınırlı kalan Asur Ticaret
Kolonileri Çağının ikinci büyük merkezi ise Çorum Boğazkale ilçe
sınırları içerisinde yer alan KARUM HATTUŞ'DUR.
- Hatti -Hitit karışımı yerli halk,"Neşa kentinin
dili" olarak nitelenen eski Hititçeyi konuşup yazarken; bu dönem
Anadolu'sunda gerek ticari mektuplar ve gerekse yerel krallar
arasında yapılan yazışmalarda ortak diplomasi dili olarak eski
Asurca kullanılmıştır.
- Yazımıza konu olan ANİTTA, işte böyle bir
coğrafya içerisinde büyümüş, babası Pithana, Neşa (Kaneş)
kentini alıp başkent yaparken yanında bulunmuştur. Neşa'da ele
geçen ve bir çeşit noterlik belgesi niteliği taşıyan çivi yazılı
bir tablet üzerindeki "Kral Pithana ve merdiven büyüğü ANİTTA"
yazısında, ismen yaşadığı tespit edilen ve veliaht olduğu
anlaşılan Anitta'nın; Yozgat Sarıkaya yakınlarında ki Alişar-höyük'te
(Karum) bulunan iki tabletten, birincisinin üzerindeki "Kral
Anitta'nın mührü" yazısından, babasından sonra ve belgenin
yazıldığı tarihte kral olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca ikinci
belgede ise,"Büyük Kral Anitta, merdiven büyüğa Beruwa" adları
geçmekte, Anitta'nın krallıkla yetinmeyerek, "Büyük Kral" olduğu
ve oğlu Beruwa'yı veliaht olarak atadığı görülmektedir.
- Anitta'ya ait bir başka belge de, Kültepe
Höyüğünde (Neşa) bulunan ve arkeoloji literatüründe "Anitta
Hançeri" olarak tanınan bronz mızrak ucu üzerindeki " Kral
Anitta'nın Sarayı" yazısıdır.
- Ayrıca; Boğazköy kazılarında ki, tablet
arşivinde bulunan ve "Anitta Metni" olarak tanımlanan çivi
yazılı belgelerde kısaca Anitta tanımlanmakta ve icraatları
özetlenmektedir.
- "Anitta, Pithana'nın oğlu, Kuşşar Kralı, söyle:
O, gökyüzünün Fırtına Tanrısı'nın sevgilisiydi. Kuşşar Kralı
kentten büyük bir kuvvetle inip Neşa'yı bir gecede gücü
sayesinde aldı. Neşa Kralı'na saldırdı. Ama Neşa halkına kötülük
etmedi. Onları, analar ve babalar yaptı. Babam Pithana'dan sonra
ben bir isyanı bastırdım. Hangi ülke ayaklandı ise, onu Tanrı
Şiu'nun yardımı ile yendim.“
- Tabletin bizi en çok ilgilendiren bölümü
ilimiz Boğazkale ilçesi sınırları içerisinde yer alan ve daha
sonraları Büyük Hitit İmparatorluğuna Başkentlik yapacak olan
HATTUŞA adının geçtiği kısımdır. Tabletin bu bölümünde, Karum
Hattuş'un fethi özetlenmekte ve yeni-den imar edecek olanlar
lanetlenmektedir:
- "Hattuşa kenti, açlıktan kırılınca, Tanrım Şiu
onu that Tanrıçası Helmaşuit'e teslim etti ve ben, bir gecede
onu güçle aldım ve kentin yerine yabani otlar ektim. Bundan
sonra, kim kral olur da Hattuşa'yı yeniden iskân ederse, o
gökyüzünün Fırtına Tanrısı'nın lanetine uğrasın!”
- Büyük bir kıtlık sonucu aç ve perişan olan
Hattuşa'yı bir gecede teslim alarak kenti yerle bir eden ve yine
kendi ifadesine göre "Ya bani otlar eken" Anitta'nın, hırsını
yenemeyerek "Hattuşa'yı kim yeniden imar ederse Gökyüzünün
Fırtına Tanrısı'nın lanetine uğrasın" demek suretiyle şehrin
geleceğine de ambargo koyma sı oldukça ilginçtir.
- Daha ilginç olan bir başka nokta ise,
Hattuşa'nın Anitta'nın lanetlemesine karşın, yine Anitta
soyundan gelen LABARNA veya TABARNA adlı kral tarafından yeniden
imar ve iskân edilmesi olayıdır. Hatta bu kral, Hattuşa'yı Hitit
Başşehri yapmak suretiyle ne kadar önem sediğini kanıtlamış,
üstelik kendi adını da Hattuşalı anlamına gelen HATTUŞİLİ olarak
değiştirmiştir.
- Hattuşili, Boğazköy kazılarında ele geçen
başka bir tablette kendisini:"Hattuşili, Büyük Kral, Hattuşa
Kralı, Kuşşarlı adam...." sözleri ile tanıtmaktadır. Bu
tanıtım cümlesi Hitit Devletinin ilk kralı olarak kabul
edilen Hattuşili ile Kuşşar Kralı Anitta'nın soy bağlantısını
açıkça kanıtlamakta; Asur Ticaret Kolonileri Çağı ile Hittit
Devleti arasında var olan ilişkiye siyasi devamlılık açısından
kesinlik kazandırmaktadır.
- Hattuşa’yı lanetleyen Anitta,
Neşa'yı bayındır hale getirmiş, tanrılar adına mabetler
yaptırmış ve kenti savaş ganimetleriyle donatmıştır. Ayrıca;
aslanlar, yaban domuzları, leoparlar ve dağ keçileri gibi yüz
yirmi yabanıl hayvandan oluşan bir hayvanat bahçesi kurdurduğu,
yine kendi ifadesinin yer aldığı çivi yazılı tabletlerin
filolojik çözümünden anlaşılmaktadır.
- Kısaca; yazımıza konu olan Anitta; Hat-ti -
Hitit kökenli bir şehir devleti olan Kuşşar ve Neşa'da hükümran
olmuş ve Büyük Hitit İmparatorluğunun ilk çekirdek
organizasyonunu başarmış bir kral; tarihte bilinen ilk hayvanat
bahçesinin kurucularındandır. Günümüzden yaklaşık 3750 yıl önce
yaşadığı kabul edilen bu dirayetli yöneticinin adı, ilimizde el
değiştiren bir otele verilerek binlerce yıl sonra Çorum'un gün
demine yeniden girmesi sağlanmıştır.
- Kil tabletler aracılığıyla yaşadığı tespit
edilen ve kimliği zaman tünelinden günümüze ulaşan Anitta,
lanetine inat, Dünyaca meşhur Hattuşa ve Çorum'un turizm
arzını güçlendireceği inancı ile, Anitta adı verilen otelin yeni
sahiplerini kutluyor; bol kazançlı bir hizmet performansı
diliyorum.
-
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- I.SÜLEYMAN-I "KANUNİ"
YAPAN BÜYÜK OSMANLI ŞEYHÜLİSLAMI İSKİLİPLİ EBUSSUUD EFENDİ
- Türkler, tarihin tanıdığı en eski milletlerden
birisidir.
- Kurulan büyük imparatorluklar içinde, destanı
yazdıran kahramanlar, büyük ilim ve fikir adamları ile her
birisi bir cihana bedel büyük şahsiyetler yetiştirmiştir.
- Dünyanın en büyük ve köklü devletlerinden birisi
olan, Osmanlı İmparatorluğunun zirve dönemindeki kadrosu bunun
en çarpıcı örneğini teşkil etmektedir.
- Burada "Büyük Devlet"in, çaplı yönetici ve
abidevi şahsiyetlerin liderliğinde oluştuğu gerçeği bariz
biçimde görülmektedir.
- Sultan-ı Kanuni, Sadrazamı Sokullu, Kaptan-ı
Deryası Barbaros, Mimarı Koca Sinan, Şairi Baki, Coğrafyacısı
Piri Reis olan bu muhteşem kadronun, Şeyhülislamı elbette
muhteşem olacaktır. Ve en büyük İslâm uleması ve Velilerinden
olan Ebus-suud Efendi, aynı zamanda bu "Zirve"nin ilmiye
sınıfını temsil etmektedir.
- Ortaçağ taassubunda üç kıtaya adalet dağıtan
Türk-İslâm kültürünün en büyük hukukçusu olup, 10'uncu Osmanlı
Padişahı ve 75'inci İslâm Halifesi olan Sultan Süleyman'ı
fetvaları ve Kanunnameleri ile "Kanuni" yapan adamdır.
- Kanun-i Sultan Süleyman, Zigetvar yolunda
yazdığı mektupta "Halde haldaşım, sinde sindaşım, ahrette
kardaşım, tarik-i hakta yoldaşım..." hitabına mahzar olan
Ebussuud Efendi, 1490 yılının (17 Sefer 896) yani günümüzden
beş asır önce 30 Aralık 1490 yılında İlimize bağlı İskilip
İlçesinde dünyaya gelmiştir.
- Bazı kaynaklardan İstanbul'un Müderris (Metris)
Köyündeki "Sivas-i Tekkesi"nde doğduğunu belirtmişseler de
vakfiyesinden İskilip'te doğduğu anlaşılmaktadır.
- Fatih devrinde göçerek İskilip'e yerleşen
Türkistanlı kültürlü bir aileye mensuptur. Büyük
dedesi Uluğ Bey'in Doğancı başısı Mehmet Kuşçu, babası Hünkar
Şeyhi olarak ta tanınan Şeyh Yavsi Muhittin Mehmet Efendidir.
- Annesi, ünlü ilim adamı Ali Kuşçu'nun kızı
Sultan Hatun olup, annesi ile babası amca çocuklarıdır.
- On üçüncü Osmanlı Şeyhülislamı olan Ebussuud
Efendi; Ebussuud bin Şeyh Muhittin Mustafa el-İmadi el İskilibi
. Ebussuud el-İmadi ve Hoca Çelebi isimleriyle de anılmaktadır.
İmadi lakabının dedesi Mustafa el-İmadi'den veya İskilip'in İmad
Köyünde doğan babasından kaynaklandığı sanılmaktadır. İskilip'in
Bağözü mevkiinde eskiden "İmad Şehri" denilen bir yerleşim
biriminin varlığı bugünkü halk tarafından da söylenilmekte
ve bu tez,mimari kalıntılarla da teyit edilmiş
bulunmaktadır.Ayrıca ;Numn Üs-Sani (İkinci Ebu Hanife), Hatimat
el-Mufessirlerin hatibi, İbn-i Kemal'e Muallim-i evvel
denildiğinden Ebussuud Efendiye Muallim-i Sani (İkinci
Öğretmen) ünvanı verilmiştir ve yine cinlerin ve
insanların Müftüsü anlamında Müftü'y-üş-Sakaleyn lakabı da
vardır.
- Bazı kaynaklarda asıl adının Mehmet olduğu var
sayıldığında hareketli "Ebussuud" tabirinin künye olarak
kullanıldığını düşünenler varsa da bütün fetvalarında sadece "Ebussuud"
imzalarını kullandığı ve bunun gerçek adı olduğu kesinlik
kazanmıştır. Ayrıca imzası önünde kullandığı "El-Hakir"
ifadesinde onun ilmi tevazuunu göstermektedir.Ebussuud Efendi
fizik olarak; uzun boylu, ince yapılı, uzunca sakallı, buğday
benizli, nurani yüzlü,vakur, heybetli ve sade giyimli,
mütevazı bir kişi idi. Çok çalışırdı. Etrafına yumuşak
davranır, incitmekten çekinirdi. Bulunduğu ortamda konuya hakim
olur, bulunanlar konuşmaktan ziyade sohbetini tercih ederlerdi.
- Hocası, Karamanlı Mevlana Seyyid-i'nin kızı
Zeynep hatunla evlenmiş,bu evlilikten Mehmet, Mahmut,
Şemseddin Ahmet ve Mustafa adlarında dört oğlu ile, Hatice,
Kerime ve Halime isimlerinde üç kızı olmuştur.
- Dört oğlundan üçü; Mehmet, Mahmut ve Şemseddin
Ahmet, Ebussuud Efendinin sağlığında vefat etmiştir.
- Çocuklarının küçük yaşta ve kendisinden önce
vefat etmeleri, Ebussuud Efendiyi son derece üzmüş küçük
oğlunun defninde "Ya Rab, bir tane kalan semere-i fuadımın
acısını bana gösterme" diye yalvararak ağlamış ,bir diğerinin
ölümü üzerine de:
- "Gel ey huceste-hisâla-ü melek cemalim gel
- Tükendi hasret ile takat-ü mecalim gel
- Seni bekada koyup, ben fena buldum dirdim,
- Seninle milk-i vücudum tamam amir idi
- Yıkıldı cümleden oldu harab halim gel
- Bu rüzgar ise ey ebr iden yasın seylab
- Beni de ağlatan odur, ağlaşalım gel.
- Niyaz-ü davet ise el yedim tamam ey dil
- O yar gelmedi gel bari biz varalım gel"
- Diyerek, evlat acısını dile
getiren yaşlı baba kimliğinde duygusal yönü ile şairliğini de
sergilemiştir.
- Ebussuud Efendi, çocukluk ve
gençlik günlerinin ilk derslerini, Hoca Saadettin Efendinin
tabiriyle "Sultan Şeyhi, Şeyhlerin Sultanı" olan babası, Şeyh
Yavsi Muhittin Mehmet İskilibi'den almıştır. İkinci Beyazıt
Han'ın büyük sevgisi ve dostluğunu kazanan "Hünkar Şeyhi" Şeyh
Yavsi'den Haşiye-i Tecrid-i,Şerh-i Miftah'ı ve Şerh-i mevakıf'ı
okudu. Miftah-ül ulum adlı eserin tamamını ezberledi ve icazet
aldı.
- Babasının vefatı üzerine Müeyyed zade
Abdurrahman Efendiden, kayınbabası Mevlana Seyyid Karamani ve
muallim-i evvel İbn-i Kemal Paşadan İlim tahsil etmiştir.
- Henüz öğrenci iken, Sultan II. Beyazıt'ın
dikkatini çekmiş ve günlük 30 akçalık "Çelebi Ulufesi" ile
taltif edilmiştir. Devrinin en yüksek tahsilini tamamlayarak 26
yaşında Müderris olmuştur. 1516 yılında Şeyhülislâm İbn-i
Kemal'in yaptığı 25 akçelik Çankırı Medresesi Müderrisliği
teklifini kabul etmemiş, 30 akçe ile İnegöl İshak Paşa
Medresesine tayin olmuştur. Ancak 1520 yılında bu görevden
azledilmiştir. Bu, Ebussuud İfendinin hayatında yaşadığı ilk ve
son azil olayıdır.
- 10 ay sonra sırasıyla; İstanbul Davut Paşa ve
Mahmut Paşa Medreselerinde,1525 te ise, İkinci Vezir Mustafa
Paşanın Gebze'de yaptırdığı Medresesine ve ertesi yıl Bursa
Sultanisi'ne ve 1528 de ise Yavuz Sultan Selim zamanında
kurulmuş olan Sahn-ı Seman Müftü ve Medresesi Müderrisliğine
atanmıştır. 1533 de Bursa,bir yıl sonra da İstanbul Kadılığına
getirilen Ebussuud Efendi , Kanuninin Koflu Seferinde
Anadolu Kadeskeri rütbesi atanarak Rumeli Kadaskeri 8 yıl 2 ay
sonra da, Fenari Zade Muhyiddin Efendinin yerine Şeyhülislam ve
Mü-fi-il Enam olmuştur.
- Ebussuud Efendi, Kadasker olmadan önce ki bir
rüyyasını şöyle anlatır:
- "Kadasker olmadan bir hafta önce rüyamda Fatih
Sultan Mehmet Camiinin mihrabında benim için bir seccade
serilmiş olduğunu gördüm. Halka İmam oldum ve sekiz rekat namaz
kıldırdım. Bu rüyadan sonra Kadasker oldum. Meğer bu rüya
kadaskerlikte sekiz yıl kalacağıma işaretmiş, keşke kıldığım o
sekiz rekatlık ilkindi yerine yatsı namazı kılmış olsaydım"
diyerek Kadaskerlik günlerini özlemle anmıştır.
- Şeyhülislam olması ile ilgili rüyasında da:
“Peygamberimiz Mevlana Cami'ye : 'Şu oturan kimseyi bilir
misin diyerek İbn-i Kemal Paşayı gösterir. Mevlana Camii bilmem
ya Resulallah der. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz O İbn-i
Kemal Paşa’dır ve halen ümmetimin Müftüsüdür, diyerek arkasında
oturan Ebussuud Efendiyi gösterir. Mevlana Camii onu da
tanımadığını söyleyince Peygamberimiz S.A.V. : O, Ebussuud bin
Yavsi'dir. O da ümmetimin Müftüsü olsa gerektir' buyurur "
ve bu rüyya 30 sene sonra gerçekleşerek Ebussu-ud Efendi
Şeyhülislamlık makamına atanır. Hiç fasılasız bu görevini 28 yıl
10 ay sürdüren bu büyük
- Osmanlı Şeyhülislamı 23 Ağustos
1574 yılında vefat ederek hem görev ve hem de fani dünyadan
ayrılmıştır. Cenaze namazını Kadasker Sinan Efendi
kıldırmıştır. Kabri Eyüp Çarşısındaki hazirededir. Burada
ayrıca ailesi ve çocukları da gömülü bulunmaktadır.
- Ölümünde Mekke ve Medine'de de
gıyabına cenaze namazı kılınmıştır.
- Böylece Ebussuud Efendi,84
yıllık ömrünün 17 senesini Müderrislikte, 4 senesi Kadılıkta, 8
senesini Kadaskerlik ve yaklaşık 29 senesini Şeyhülislamlık
olmak üzere toplam 58 yıl Memuriyetle geçmiştir.
- Ebussuud Efendi, asırların emsalini nadiden
yetiştirebildiği büyük alimlerden birisidir.
- El Fevaid-ül Behiyye'de denildiği üzere o büyük
bir şeyh, derya gibi bir alimdi. Onun ne Acem' de ne Arap'ta
benzeri yoktu. Zamanında Hanefi reisliği kendisinde son
bulmuştu. Dört Mezhepin fıkıh bilgilerine vakıftı.
- Osmanlı Şeyhülislamları arasında tefsir ve fıkıh
alanında en büyük bilginlerindendir. Dünyaya iltifat etmez,
riyakarlıktan hoşlanmazdı. Dindar olup ibadete son derece
düşkündü. Açık fikirli olup, geniş düşünürdü. Zamanın
şartlarına göre hareket etmesini bilirdi. Genelde yumuşak olduğu
halde ülke çıkarları, kamu düzeni ve dine aykırı davranışlarda
ciddi olup tavizsiz kararlar verirdi.
- Oğlan şeyh diye anılan İsmail Maşuki'nin, Hamza
Bali'nin ve şeyh Muhiddin Karamani'nin İslâm'a aykırı
davranışlarından idamlar için fetva vermiştir.
- Fetvalarında, halkın örf ve adeti ile
İslâmiyet’in hükümlerini uzlaştırmaya çalışmıştır. Şeriatın
verdiği imkan nisbetinde katılıktan kaçınarak
değerlendirmelerinde objektifliği ölçü olarak almıştır. Önceleri
haram olarak hükmettiği kahvehane olayını, İstanbul'da kahveler
açılmaya başlayınca tashih etmiş ibret gözü ile seyredilmesi
kaydıyla Karagöz oynatılmasına izin vermiştir.
- Osmanlı toprak kanunlarına şeriat hükümlerine
göre yeniden yazmıştır. Ömrü boyunca Osmanlı Devletinde adaletin
yerleşmesine çalışmıştır. Yavuz Sultan Selim döneminin şiddete
dayalı yönetimi yerine, şeriat düzeni içinde tam bir adaletin
hakim olmasında emeği büyüktür. Hatta bu arada İngiltere Kralı
Sekizinci Henri, İngiliz adalet sisteminin ıslahı için bir heyet
göndermiş, Osmanlı Adalet ve Yargı organı İngiliz Adalet ve
Yargı organına örnek olmuştur.
- Toplum menfaatini ön planda tutarak taşınır
mallarla para vakfına; ücret Kur’an öğretmenin uygun olduğuna
fetva vermiş, ancak Osmanlı ülkesindeki bütün Hıristiyanların
zorla Müslümanlaştırılmasını ön gören teklifi ret ederek bu
uygulamaya fetva vermemiştir.
- Kendisine ne kadar garip ve mantıksız soru
sorulursa sorulsun, sonuna kadar sabırla dinler ve oldukça
esprili cevaplar verirdi. Zarif ve nüktedanlığı yanı sıra yazılı
sorulara aynı üslup ve teknikle cevap vermesi ayrı bir
özelliğidir.
- Oldukça çalışkan bir insandı. Müderrisliği
sırasında tatil günleri dışında derslerini asla kaçırmazdı.
Müftülüğünde ise her gün yüzlerce fetva verdi. Bir gün sabah
namazından ikindi ye kadar 1412,bir başka günü de 1413 fetva
vermiştir. Tasavvuf erbabını sevmiş, onların kerametlerine
inanmıştır. Fakat dine uymayan ve istismar eden şeyhlerle de
amansızca mücadele etmiştir.
- Devrinin en nüfuslu kişilerinden olmasına
rağmen, nüfuz istismar yapmamış ve siyasete hiç karışmamıştır.
- O yüzden üç padişah döneminde de saygınlığını
korumasını bilmişti.
- Ulema arasında çıkan anlaşmazlıkta Kanuni Onun
tarafını tutarak ona karşı olan sevgisini ve itimadını
göstermekten kaçınmamıştır. Hatta elinin uğuruna inandığının
göstergesi olarak Süleymaniye Camiinin temel atma töreninde
mihrabın taşını Ebussuud Efendiye koydurtmuştur.
- Cihan Padişahı Muhteşem Süleyman bütün
seferlerinde Ebussuud Efendiyi de yanında bulundurmuş, Budin'in
fethinden sonra camiye çevrilen bir kilisede Padişah ve orduya
Cuma namazı kıldırmıştır.
- Budin Kanunnamesini yazmış, fethedilen Macar
topraklarının tapu ve tahrir işlerini hazırlamıştır. Ayrıca,
Kanuni eskiden mevcut ve yeni konulan kanunlar hakkında,her
türlü itirazın önüne geçmek ve şeriatla tezat teşkil etmediğini
kanıtlamak üzere Ebussuud Efendinden fetva almıştır.
Kanun-name-i Al-i Osman'ın hazırlanması, Sultan Süleymanı
Kanuni yapmıştır.
- Kanuni Sultan Süleyman'ın cenaze
namazını baş imam pozisyonunda Ebus suud Efendi kıldırmış,
defnedilirken getirilen bir çekmecenin kabre konulmasını
istemiştir.
- Ebussuud Efendi derhal müdahale
ederek, İslâm geleneğinde böyle bir uygulamanın olmadığını
söylemiş, ancak bunu Süleyman Han'ın ölümünden bir önceki
vasiyeti olduğunu öğrenmiştir. İçindekilerin görülmesi
amacıyla çekmeceyi açmak isteyen Ebussuud Efendinin elinden
kayarak yere düşen ve açılan çekmeceden etrafa bir çok kağıt
parçaları saçılmış ve bakıldığında her parça üzerinde Ebussuud
imzalı fetva metinlerinin yer aldığı görülmüştür. Bunun
ü-zerine Ebussuud Efendi: "Sen kendini kurtardın ama, biz ne
yapacağız? " diyerek manevi sorumluluğun ağırlığıyla ağlamaya
başlamıştır. Kanuni'den sonra yerine geçen oğlu II. Selim de
Ebussuud E-fendiye son derece saygı gösterdi ve babasının
kadrosunu aynen devam ettirmiştir.
- Sulhun ancak "Kaffe-i Müslimi'nin" menfaati
olduğu zaman meşru sayılacağını söyleyen Ebussuud Efendi,
Mısır'a mal taşıyan ve hacı kafilesi götüren gemilere taarruz
eden korsanları ortadan kaldırmak ve Osmanlı Devleti'nin güney
sınırlarının güvenliğini sağlamak açısından Kıbrıs Adası'nın
fethine de fetva vermiş ve bu sayede Kıbrıs'ın Türk topraklarına
katılmasını sağlamıştır.
- Türkçe, Arapça ve Farsça yı çok iyi bilen ve
yazan Ebussuud Efendinin kitap, risale ve makale şeklinde 22
eseri tespit edilmiştir. Bunların en meşhuru ise 5 ciltlik İrşad-ül
Akl-üs Selim adlı Arapça tefsiridir. Bu eserin Sâd Suresine
kadar yazılan kısmını gören Kanuni mesihat yevmiyesini 200
akçeden 500 akçeye çıkarmış eser tamamlandıktan sonra da
yevmiyesi 600 akçeye çıkartılmıştır. Ayrıca, en değerli
şiirlerini de Arapça yazmış olup Ka-nuni Sultan Süleyman
hakkındaki meşhur mersiye-sinin Arap edebiyatında büyük yeri
vardır. Fetvalar, kanunlar, arzlar, şiirler, dua name ve sapık
mezhepler hakkında Türkçe nesirleri oldukça sade ve anlaşılır
dil ile kaleme alınmış olup halk seviyesinde
- Yazılmış ürünleri de vardır.
- Kendisine yöneltilen güzellerin medhi vadisinde
şiir söylemek caiz midir? Sorusuna,şiirle:
- “Terket hava-i şiiri ki sevday-i hamdır,
- Sihr-i helal olursa, demem kim
haramdır.”
- Cevabını vermiş, Hafız Divanını
taassuba karşı koruyan meşhur fetvası Goethe tarafından da
taktirle karşılanmıştır.
- 26 yaşında müderris olan bu çok yönlü büyük
insan,Osmanlı Sultanlarından II. Selim, III. Murat ve III.
Mehmet zamanlarında yatişen Ma'lül zade Seyyid Mehmet,
Abdulkadir Şeyhi,Hoca Saadet tin,Bostan zade Muhmet Sun'ullah
Efendi, Bostan zade Mustafa, meşhur şair Baki, Kınalı zade Hasan
ve Ali Cemal Efendinin oğlu Fudayi Efendi gibi ilim adamlarının
da hocalarıdır.
- Talebelerinden meşhur şair Sultan üş-bua-ra
Baki, hocası Ebussuud için şu şiiri yazmıştır:
- Ser-i efâi-ıl âfak müfti-i âlem,
- Sipihr-i fazl-u kemal, âfi-tâb-ı cah-u celâl
- .İmam-ı saff-ı efadıl,emr-i hayl-i kiram.
- Emin-i din-ü düvel hace-i huceste hisal,
- Ebu Hanife-i sâni Ebussuud ol kim
- Fezail içre olupdur efâdıl ona ıyâl.
- Ebussuud Efendi'nin İskilip ve İstanbul'da pek
çok hayratı vardır. İskilip'te babasının kabri bitişiğinde bir
cami (Şeyh Yavsi Camii" ile bir mektep ve hemen doğusundaki
Meydan Çayı üzerinde bir köprü yaptırmıştır.
- Eskiden iskan sahası olup, Şehr-i İmadi ola rak
bilinen yerleşim yerinde mescid ve mektep yap tırdığı
söylenmekte ise de bu gün hiçbir iz kalmamıştır.
- İstanbul'da ise kabri yanında bir mektep ile
Şehremini ve Macuncu semtlerinde birer çeşme ve hamam
yaptırmıştır. Macuncu'da bir konağı ve Sütlücü'de bahçeli bir
yalısı vardı, meşhur tefsirini bu yalıda yazmıştır. Yaptırdığı
eserleri korumak ve yaşatmak amacıyla, İstanbul ve İskilip'te
birçok emlak arazi ve hamamın gelirini vakfetmiştir.
- İstanbul'da Padişahla görüşmek üzere saraya
gittiği zamanlarda tercihen geçtiği güzergâha "Ebussuud
Caddesi" adı verilmiş olup bu gün de halen aynı adı
taşımaktadır, ayrıca doğum yeri olan İskilip'te büyük bir okula
Ebussuud İlkokulu adı verilmiştir. İskilip İlçe Halk Kütüphanesi
arsasının bir kısmı da Ebussuud Vakfına aittir.
- Kültürümüze derin izler bırakan bu büyük
insanı doğumunun 509'uncu yılında minnet ve rahmetle
anıyoruz.
- Mekanı Cennet olsun.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- TARİH BOYUNCA SAAT VE
ÇORUM SAAT KULESİ SAATİN TARİHSEL GELİŞİMİ:
- Her günün yirmi dörtte birine veya zamanı ölçmek
için kullanılan aletlere SAAT denir.
- İnsanlığın kullandığı ilk saat sistemi, güneş
ışınlarının izdüşümleriyle ortaya çıkan gölge aralıklarının
değerlendirilmesi, işaretlenmesi esasına dayanan güneş saatidir.
- Hititlerden itibaren
kullanılmaya başladığı bilinmekte, en güzel örnekleri Romalılar
da görülmektedir.
- Havanın bozuk ve yağışlı olduğu günlerde gerekli
randıman alınamayan güneş saatleri yerine, Araplar tarafından
bulunan kum saati ile Mısır veya Mezopotamyalılar tarafından
bulunduğu öne sürülen su saatleri kullanılmaya başlamış, Roma
İmparatorluğu ve Yunanlılarda oldukça yaygınlaşan su saatlerinin
pek çok çeşitleri yapılmıştır.
- İslâmiyet'in doğuşu ile birlikte artan, zaman ve
zamanların önemi, saat kullanımının da yaygınlaşmasını
sağlamış, XVI. yy. sonlarına kadar su ve kum; gündüz çalışılan
iş yerleri ve kütüphanelerde ise güneş saatleri kullanılmıştır.
- İslâm ülkelerinde madeni saat yapımını kesin
olarak hangi tarihte başladığı tespit edilememekle beraber, 807
tarihinde Halife Harun-ü Reşit zamanında çalar saatlerin
bulunduğu bilinmektedir.
- Namaz ve Oruç gibi ibadetlerin belli aralıklarla
yapılması mecburiyeti bütün İslâm Ülkelerinde daha hassas ve
dakik saatlerinin yapılmasına zemin hazırlamıştır. Türk
saatçileri, saatlerin dakika ve saniyelerini ayarlamak için
"Rubu Tahtası"nı icat etmiş, zaman tayini için muakkidhaneler
kurulmuştur.
- 1657 yılında Hollandalı Huygens'in bulduğu
"sarkaçlı" veya "rakkaslı" saatlerden sonra, Alman Peter Von
Hall tarafından "Nutenberg Yumurtaları” adıyla anılan ilk
Mekanik cep saatleri yapılmıştır.
- XIX. yy. ortalarına doğru ağır ve büyük
hacimli saatler yerlerini küçük boylu masa ve cep
saatlerine bırakmaya başlamış; bilhassa Osmanlılarda cep
saatleri çok ilgi görmüştür.
- Yelekte taşınan bu saatler köstek ve paldün
denilen altın veya gümüş zincirlerle omuza asılır, ayrıca gümüş
salavatlı kozalı aksesuarları bulunurdu. Kıymetli madeni zarflar
içinde bulunan cep saatlerin kapakları üzerinde ayet, hadis veya
" Kalem-i Ki-bar" denilen özdeyişler yazılırdı.
- Son yıllarda cep saatlerinin yerini kol
saatleri almış, günümüz teknolojisi saat dalında da büyük
aşama kaydederek çok yönlü (Müzikli,hesap makineli, radyolu
vb.) elektronik saatler üretilerek yazımıza konu olan saat
kulelerinin giderek önemini yitirmesine neden olmuştur.
- ÇORUM'DA SAAT KULESİ
- Türk mimari sanatında önemli bir yeri olan
saat kulelerinin en dikkate değer olanlardan birisi şüphesiz
ki, Çorum Saat Kulesidir.
- Şehrin tam merkezinde olup "Eski Çorum"un
hakim bir konumunda ve mina-re sitilinde inşa edilmiştir.
- 33. Osmanlı Padişahı II. Abdülha-mid'in tahta
çıkışının 25. yıldönümünde bü tün valilere gönderilen "Saat
Kuleleri Yapı-nız" fermanı üzerine Beşiktaş Muhafızı Ço-rumlu
Yedisekiz Hasan Paşa tarafından (1882 Adana, 1892 Sungurlu,
1897 Yozgat vb.) 1894 yılında yapılmıştır.
- Açık sarı renkli kesme kum taşından yapılan
kulenin yüksekliği 27.5 metre olupgeniş tabanlı sağlam bir
zemin üzerine inşa edildiği söylenmektedir.
- 5.30 metre çapındaki alt kürsü kısmı 8 köşeli
olup yüzeyleri 2.10 metre genişlik-tedir. Kürsüden gövdeye Türk
Üçgeni motif li bir pabuçla geçilmekte ayrıca pabuçla
gövde arasında dairesel iki bilezik arasında şişkin bir boyun
bulunmaktadır.
- Gövde kesiti 24 köşegenli olup bo-yuna
dikdörtgen yanaklı dilimler halinde ve zarif bir
görünümdedir. Gövde çapı 3.90 metre olarak yapılmıştır.
- Şerefe,demir şebeke korkuluklu, pe-tek kısmı
dikdörtgenler prizması biçiminde-dir. Dört yüzde bulunan
1.5 metre çaplı dört saat katranından güney ve kuzeydeki
Roma rakamlıdır. Çinko kaplamalı basık kü lahın hemen altında
dört yöne açılan ve ses dalgalarının yayılması için
yapılmış,dört baklava dilimi motifli pencere boşluğu gö-rülür.
- Güney cephesinde iki basamaklı merdivenle
girilen yuvarlak kemerli kapı-dan yukarıya 81 basamaklı
döner merdi-venle çıkılmaktır.
- Giriş kapısı üzerinde sanatçı Tülin
KORMAN'IN babası Hattat Nuri KORMAN tarafından yapılmış 8
sıralı, araları cetvelli ve 1312 tarihli mermer kitabede aynen
şunlar yazılıdır.
- SAAT KULESİ KİTABESİ
- Şehinşah-ı zaman Abdülhamid
Han-ı keremkârın Ferkan-ı kiramından Hasan Paşa-i bi-hemta
Bütün evratını vakfeyledi ihya-ı hayrata
- Muvaffak eylesin her dem abı
amaline
- Mevla Bu saat kulesi ezcümle
hayrat-ı cüzininden Yapıldı yümn-i evferle bu şehri eyledi
ihya Çıkıp bir vakt-i eşrefde yazıldı babına tarih
- Bu mıkyat-ı celili yaptı bak
lutf-u Hasan Paşa 1312
-
- KİTABENİN MANASI
- Cihanda şahların şahı Cömert Abdülhamid Han .
- Abdülhamid Han'ın şerefli generali Hasan Paşa
- Tüm zamanını hayırlı işlere vakıf eyledi.
- Mevla, Onu daima amellerinde muvaffak eylesin.
- Saat Kulesi Onun yüce hayırlı eserlerinden birisi olarak
gerçekleştirildi.
- Daha büyük saadet ve mutlulukla bu şehre ihya eyledi.
- Eser, en şerefli vakitte (ortaya çıktı) bitirilerek kapısına
tarih yazıldı.
- Gör ki Hasan Paşanın lûtfu ile bu yüce (eser) yaptırıldı.
- (Bu son cümle Ebcet Hesabı ile 1312 tarihini
göstermektedir)
- Kuledeki saat sarkaçlı olup
çanının eski bir kilise çanı olduğu söylenmektedir.
- Yarımlarda bir, saat başlarında
ise gösterdiği zaman kadar gonk vuran saatin sesi eskiden bütün
Çorum'dan duyulur, pek çok evin saat ihtiyacını karşılardı.
Şimdi etrafına yapılan yüksek binalar ve yayılan, genişleyen
şehir alanı yüzünden eski fonksiyonu-nu kaybetmiştir.
- 1983 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eski
Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu
yapılmış ve çürüyen petek kısmı tamamen sökülerek 1976
yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
uzmanlarınca hazırlanan projeye uygun olarak yeniden
gerçekleştirilmiştir.
- Çorum Müzesi adına tahsisli olan saat kulesinin
günlük saat ayar ve bakımı Belediye Başkanlığı tarafından
karşılanmaktadır.
- Eskiden sekizgen kürsü çevresi ahşap
çatılı,alaturka tuğlalı küçük dükkanlarla çevrili olan saat
kulesinin etrafı boşaltılmış, daha sonra takılan ışıklı reklam
panoları da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun
kararı üzerine temizlenerek bugünkü doğal görüntüsüne
kavuşturulmuştur.
- İlimizin sembolü durumundaki SAAT KULESİ aynı
zamanda şehrin mihengi noktasıdır. Hemen akabinde geçen gidiş
geliş yönlü yollardan seyreden araçların vib rasyonundan
etkilenmekle birlikte bugüne kadar mevcudiyetini korumuş anıtsal
bir kültür varlığıdır. Restorasyon sırasında yer değişikliği
düşünülmüşse de mihengi noktası olması yüzünden
gerçekleştirilememiştir.
- Bu günün orta yaşlı nesli saati ondan öğrenmiş,
günlük yaşantısını onun gonklarına göre ayarlamıştır.
- O, yıpranan yüzeyi; bir asıra yaklaşan sadakati
ile çağdaşlaşmada geç kalınmama sı konusunda gonklarıyla
Çorumluyu sürekli olarak uyarmakta,bilhassa gecenin derin
sessizliğine bir dinamizm kazandırmaktadır
- Kaynakça:1968-1973 Çorum İl
Yıllıkları, Çorum Müzesi Arşivi NOT: Kitabenin Türkçe
çevirisinde yardımcı olan Edebiyat Öğretmeni rahmetli Mustafa
Tatlı'yı özlem ve Rahmetle anıyorum.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUMLU TİYATROSUNU
İSTERKEN
- 1980'li yıllar Çorum'da kültürel aktivitenin
ivme kazandığı, kurumsallaştığı bir dönüm noktasıdır.
- Sosyal barışın ve toplumun
çimentosu olan kültürel etkinliklerin önemi, hatta
vazgeçilmezliği daha bir anlaşılmış; o günkü il yöneticilerinin
özel ilgileri sayesinde Çorum, çevre illere fark atar hale
gelmiştir. Ekonomideki yeni oluşmaya başlayan paralel olarak
gerçekleştirilen kültürel etkinlikler, sağlıklı bir gelişmenin
somut bir göstergesi olmuştur.
- Uluslar arası Hitit Festivali, ÇORUM adının
yurtiçi ve yurtdışında duyurulmasına zemin hazırlanmış; Çorum'da
var olan kültür turizmi potansiyeli yeniden
canlandırılmıştır. En önemli icraatlardan birisi de: Çorum
Kamuoyunda "Kültür Salonu" adıyla bilinen ve bir ara Belediye
Nikah Salonu olarak ta kullanılan binaya, asıl fonksiyonu
doğrultusunda işlevsellik kazandırılmasıdır.
- Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğü ile kurulan önemli diyalog, o günkü Belediye Başkanı
Rahmetli Dr. Turan Kılıçcıoğlu'nun sanatçılar için otobüs, dekor
taşımak üzere kamyon - tır tahsisi gibi sağladığı kolaylıklar
sonucunda Çorum'da Devlet Tiyatroları'na alt yapı
oluşturmuştur. Her ay bir; bazen iki oyunla Çorum'da perde
açan, halkımızın tiyatro kültürünü geliştirip zenginleştiren
Devlet Tiyatroları; Kültür Salonu'nun kurullarına devredilmesi
sonucu teşkilatlanarak ÇORUM DEVLET TİYATROSU'NUN kurulması
sağlanmıştır.
- İl Kültür Müdürlüğü olarak Kültür Bakanlığı'nın
bütün birimlerinin Çorum'da açılması programımız içinde yer alan
DEVLET TİYATROSU kurulması çabalarımız, uzun soluklu bir uğraşın
ürünüdür.
- Kültür Salonu'nun Halk Eğitim Müdürlüğü'nün
kullanımında oluşu gerçeğinden hareketle, hep Milli Eğitim
Bakanlığı'ndan almak için uğraşılmış; ısrarlı girişimler sonucu
Milli Eğitim Bakanı ikna edilmesine rağmen, binanın Halk
Eğitim'in daha önce bağlı olduğu Köy İşleri Bakanlığı'na
tahsisli olduğu anlaşılmıştır. Sonuçta yeni adrese yapılan
görüşme ve yazışmalara olumlu cevap alınarak binanın Devlet
Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne tahsisi gerçekleşmiştir. Prof.
Bozkurt Kurunç' un değerlendirilmesiyle :"Çorum Tiyatro Bina sı,
Devlet Tiyatroları'nın gerek yapı, gerekse akustik olarak sahip
olduğu en güzel mekanların başında gelmektedir." Onarımdan
geçirilen 447 kişilik Çorum Devlet Tiyatrosu, öncelikle turne
tiyatrosu statüsünde, aylık turne programlarıyla
desteklenerek görev yapmak üzere kurulmuş,ileride kadro
alınmak suretiyle yerleşik tiyatroya dönüştürülecek vaadinde
bulunmuştu.
- Aradan yaklaşık 15 yıl geçti. Bırakınız ayda
biri, yılda bir - iki oyunla kapılarını Çorumlulara kapattığı
seneler oldu. Dahası büyük çabalarla oluşturulan seyirci
potansiyeli uzun aralar yüzünden tiyatrodan soğutuldu. Bir İdare
Müdürü, bir Hizmetliden oluşan iyi niyetli tiyatro personeli ve
biz; Çorumlunun sürekli "tiyatro" isteklerine cevap vermekte
zorlandık.
- Valimiz; Sayın Atıl Üzelgün'ün özel ilgileriyle
yeniden bakım ve onarımdan geçen tiyatroda eskiyen koltuklar
yenilenmiş, önden bir sıra iptal edilerek kapasitesi 417 kişiye
düşürülmüştür. Yeni yapılan perde ve Kültür Bakanlığı'ndan
temin edilen sinema makinesi ile tiyatroya sinema işlevi de
kazandırılmıştır.
- Ancak; geçtiğimiz yıllarda başlatılan " Çorumlu
Tiyatrosunu İstiyor " kampanyası, henüz amacına ulaşmamıştır.
- Çorum Devlet Tiyatrosu'nun 1999 -2000 sanat
sezonunun açılış kokteyline katılan Devlet Tiyatroları Genel
Müdürü Vekili Ragıp Dilligil'e sevgili Gazanfer Yüksel
tarafından arşivlenen kampanyayla ilgili dokümanların
fotokopilerini içeren bir klasör takdim edilmek suretiyle konu
yeniden gündeme getirilmiştir. Sayın Genel Müdür olayı
benimsediklerini, ancak kadro temini konusunda politik desteğe
ihtiyaç duyduklarını söyledi. Ertesi günkü Çorum gazetelerinde
Hemşehrimiz Devlet Bakanı Sayın Abdulhaluk Çay'ın basın
toplantısında: Çorum'da yerleşik tiyatro ve spor akademisinin
mutlaka açılacağı, açıklamasını memnuniyetle okuduk. Böylelikle
konu, siyasal zemine de taşınarak doğru adresini buldu.
- Bu sırada Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü iyi
bir jest yaparak Semih Sergen'in yönettiği ve oynadığı III.
Selim adlı oyunun prömiyeri ve galasını Çorum'da gerçekleştirdi.
Bu uygulama Çorumlunun tiyatroya ilgisini yoğunlaştırarak
yerleşik tiyatro özlem ve ümidini yeniden yeşertti.
- Bu olumlu gelişmenin yanı sıra memu riyet
ömrünü Kültür Bakanlığı kadrolarında tamamlamış bir kişi
olarak bu konuda bazı endişelerim var :
- Çorumlunun bin bir uğraşla alacağı bu kadrolar
Kültür Bakanlığı'nda Fikri Sağlar' la başlayan ve halen devam
eden geçici görevlendirme furyası doğrultusunda amacı dışında
kullanılabilir. Çorum Tiyatrosu kadrosuna atanan birçok sanatçı,
geçici görevle başkent tiyatrolarına atanırsa hiç şaşmamak
gerekir. Şurası muhakkak ki taşraya gitmek isteyen
sanatçıların hatırlı yakınları, Kültür Bakanlığı sanat
kurumlarının en büyük düşmanıdırlar.
- Zira Samsun, Diyarbakır, Sivas Devlet Koroları
bu yöntemle büyük bir kadro zaafına düşürülmüş; ünlü Türk Sanat
Müziği Sanatçısı Muazzez Ersoy'un bile hiç kapısından girmediği
Devlet Türk Sanat Müziği Samsun Korosundan yıllarca maaş aldığı
basına konu olmuştur. Bu uygulama sonucu 40 kişilik Samsun
Korosu'nda 15-16 sanatçı kalmıştır. Ayrıca geçtiğimiz
yıllarda geçici görevle Ankara'ya çekilen sanatçılar yüzünden
taşra sahnelerinde oyuncu sıkıntısı yaşanırken, Ankara'da hiç
sahne almadan yıl geçiren sanatçıların olduğu konusunda
yetkililerin yakındığını duymuştum.
- Değerli okurlarıma vehim gibi gelebilecek bu
olumsuz uygulamaların yerel sanatçılara şans tanınması yöntemi
ile aşılacağına inanarak, altyapısı hazır yerleşik tiyatro
olgu-sunun sürüncemede kalmadan gerçekleşmesini istiyor ve
konuyu gündemde tutmak adına ilgililere bir kez de ben seslenmek
istiyorum:
- Çorumlu, sadece kurum tabelası değil, sosyal
katkıda bulunacak gerçek bir tiyatrosunu istiyor...
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BAHAR YORGUNLUĞUNDA HAMAM
DÜŞÜNCELERİ
- Erken gelen ilkbaharla doğa tutkum da depreşti.
Herkes gibi hafta sonunu bende bağda geçirdim.
- Rahmetli babamın “ben öldükten sonra harap olur”
diye korktuğu, İskilip'teki kendi kaderine terk edilen
mülklerimizi yeniden keşfetmeye başladım.
- Kuruyan ağaçları kesmek, yozlaşan meyveleri
aşılamak gibi ilgi ve ciddiyet gerektiren işlerle uğraşmaktan
büyük keyif almak,”insan yaşlandıkça gözü toprağa düşer”
özdeyişini kanıtlarcasına çalıştım, çalıştım... Yıllardır ilk
defa bedensel yorgunluğun hazzını duydum.
- Yorgunluğu gideren en iyi ilacın HAMAM olduğunu
bilenlerdenim.
- Hamam, ılıca veya kaplıca denilen doğal sıcak
sulu temizlik mekânlarının yanı sıra, uygarlık tarihinde
Romalılarla birlikte yer alan, Anadolu'da Selçuklular ve
Osmanlılarla gelişerek günümüze kadar kesintisiz olarak devam
eden bir kültürel gelenek ve mimari bir yapıdır. Romalılarda
hamamlar sadece temizlik için değil; zevk ve eğlence mekânları
olarak kullanılmışlardır. Seks içerikli her türlü sefahatin
yaşandığı, Romalı asillerle kölelerin ayrı ayrı kullandıkları bu
yapılarda sıcak ve soğuk sulu havuzların yanı sıra buhar banyosu
yapılan saunalar da vardı.
- Türkler İslâmiyet'le tanışıp yerleşik hayata
geçtikten sonra inançları gereği temizliğe daha çok önem
vermişlerdir. Bu amaçla her evde bir gusülhane, banyo, büyük
konaklarda hamam gibi mimari bölümleri doğmuş, şehir
merkezlerinde ise halkın yaralanabileceği büyük hamamlar inşa
edilmiştir. Bir başka değişle hamam, inancın mimariye
yansımasıdır. Haftanın belirli günlerinde kadınlar, diğer günler
erkeklere hizmet veren bu yapılara çarşı hamamı; erkek ve
kadınlara her gün hizmet veren, genelde simetrik planlı
hamamlara ise çifte hamam adı verilmektedir. Çorum'da Paşa ve
Yeni Hamamlar, İskilip'te Sabah Hamamı çifte hamam tanımlarının
en bariz örnekleridir.
- Göbek taşında yorgunluk atmayı yeğlediğim yer,
Süleyman’ı Kanuni yapan büyük Şeyhülislam Ebusuud Efendi
tarafından yaptırılarak İskilip halkının yararına vakfedilen
Sabah Hamamı idi. Bir mevsim yenileme gören hamam, WC lerin
yeniden tamiri ile ve sauna ilavesiyle modern bir görünüş
kazanmıştır.
- İskilip'te yıllardır İskilip Belediyesi
tarafından işletilen bu tarihi mekân aynı zamanda hamam adabının
öğrenildiği bir eğitim ortamıdır. Peştamal tutunma, keselenme,
büyüklere takunya,terlik sunma,edepli oturup yıkanma,tanıdık
büyükleri keseleme,abdestle nelere peştamal tutma ve havlu verme
gibi sosyal içerikli ikramlar ve dayanışma burada öğrenilir.
Ayrıca, göbek taşı ve soyunma-giyinme mahallerindeki sohbetlerde
hamam kültürünü tamamlayan ögelerdir. Tarih olan damat ve gelin
hamamları geleneği folklorumuzun zenginliklerinden olup, canlı
tanıkları kaybolmadan araştırmacıların ilgisini beklemektedir.
- Sıcak ve temiz bir hamamda ter atıp yıkandıktan
sonra dinlenirken, çocukluğumda “bir daha babanla gel” uyarısını
alıncaya kadar annemle gittiğim kadınlar hamamı ve bahşişli
kurna tahsisleri; babamla gittiğimiz erkekler hamamıyla erkekler
safında ilk defa yer almanın verdiği gururu düşledim.
Nostarjiyik takıldım.
- İki bardak limonlu kant içip, hamamdan çıkarken
makamını ve bestekârını bilmediğim bir eserin aklımda kalan
mısralarını mırıldanıyordum:
- “-Ey hamamcı bu hamam
- Güzellerden kim gelir?
- - Ah efendim güzel değil,
- Günde yüz bin can gelir.”
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- KAPILIKAYA ANITSAL
KAYA MEZARI ÖLÜMÜN
ÖLÜMSÜZLEŞTİRDİĞİ MEKÂN:
- Çorum İskilip arasında Harami; Çorum Osmancık
karayolu üzerinde ise Kırkdilim yokuşları ve geçidi, kervanlar
ve nakliyecilerin yüzyıllarca korkulu rüyyası olmuşlardır. 60'lı
yıllarda başlayan yol ve güzergâh iyileştirme çalışmaları
sırasında Haremi genişletilip düzeltilmiş; Kırkdilim varyantı
yerine ise sonradan çökerek iptal edilen tünel yapılarak
kırkdilim kâbusuna son verilmiştir.
- Antik çağlarda da kullanıldığı varsayılan eski
Kırkdilim yoluna, aynı adla anılan şirin bir köy içinden
geçilerek gidilir. Kırkdilim Deresi'nin parçaladığı kanyon
biçimindeki dik yamaç, kırk zikzaklı varyantla tabana iner ve
suyun akış yönünde dereye paralel olarak uzanır.
- Kırkdilim sözcüğüyle özdeşleşen Kapılıkaya
Anıtsal Kaya Mezarı, bu vadi içinde kuzeye doğru uzanan bir kaya
bloğu burun kısmının kuzey-batı köşesinde yer almıştır.
- Sert kalkerden oluşan kaya bloğu gayet düzenli
bir işçilikle kesilerek, önü podyumlu anıtsal kaya mezarı
oluşturulmuştur.
- Çorum'un yaklaşık 27 km. kuzeyinde yer alan ve
halkımızca KAPILIKAYA olarak adlandırılan bu mezar; 1987 yılında
Çorum Müzesi Müdürlüğü adına başkanlığımda yapılan bir kazı ve
temizlik çalışması sonucu bilim sel açıdan yeniden
değerlendirilmiş ve arkeoloji dünyasındaki yerini alması
sağlanırken Çorum'un mevcut turizm potansiyeline, görüntü olarak
bilinen fakat tanıtımı yapılmamış yeni bir halka daha ilave
edilmiştir.
- Kaya Mezarının bulunduğu kaya bloğu dibine kadar
araçla girilmekte ve mezara şevli dik bir yamaçla
çıkılmaktadır. Yamaç üzerinde kayaya oyulmuş merdiven
basamakları ve değişik rakımlarla oyularak yapılmış değişik
boyutlu sarnıçlarla irtibatlı suyolları vardır. Üç sarnıçtan ilk
ikisi temizlenmiş, mezara yakın yükseklikte bulunan, kaçak kazı
yapanla tarafından tamamen tahrip edildiğinden o noktada çalışma
yapılamamıştır.
- Çay seviyesinden yaklaşık 65 m. Yükseklikte
yapıldığı görülen Kaya Mezarının kuzeye bakan ön kısımlarına
sonradan yaptırılan taş merdivenlerle çıkılmaktadır. Bu kısım
yukarıda da sözü edildiği gibi düzenli ve mimarinin incelikleri
de göz önünde bulundurularak dizayn edilmiştir.
- Gayet düzgün olarak yapıldığı görülen podyum
zemini kuşbakışı yamuk biçimli olup kısa kenardan kuzeydeki 9
m. Mezar önü 14 m. Olup doğu kenarı 27.50, batı kenarı ise
37.35 metredir.
- Her türlü hava şartlarına açık olan podyuma
düşen yağmur ve eriyen kar sularının tahliyesi için 900 X36 X 20
cm. ebadında "U" kesitli bir su kanalı açılmış ve biriken
suların batı yönünden aşağıda akan Kırkdilim Çayı'na atılması
amaçlanmıştır. Aynı zamanda bu düşünce ile mezar eteğindeki
yerleşim birimlerinin de sulardan etkilenmesi önlenmiş
olmaktadır.
- En kuzeydeki, sözü edilen su tahliye kanalının
da bulunduğu giriş platformu da 7.26X8.20X8.10 cm. Bu alanda 8
basamaklı bir merdivenle ikinci bir platforma geçilmektedir.
Birinci platformda olduğu gibi ikinci aşamada yamuk biçimli olup
bu düzeltiden de 23 cm. yükseklik ve 45 cm. genişliği olan 12
basamaklı merdivenle mezar önündeki 2.40 m. genişliğindeki
podyuma ulaşılmaktadır.
- Bu merdivenler mezarın kuzeye bakan ön yüzey
genişliğinde yapılmış, doğu ve batı uç nokta ları dikdörtgenler
prizması şeklin de iki blok kaide ile sınırlanmış bulunmaktadır.
Kaideler arası 7.62 m. olup batıdakinin batısı boşluk yani
uçuruma açılmışken doğudakinin doğu tarafı üç yönü kapalı bir
havuz şeklini almıştır. Burasının adak kurbanı kesim yeri olarak
kullanıldığı sanılmaktadır.
- Kaya mezarının bulunduğu blok, ana kayanın
çepeçevre kesilmesi ile ortaya çıkartılmış taban tamamen ana
kaya üzerine basarken tavan ve sırt kısmında bant halinde bir
kısım bırakılarak ana kaya ile irtibat kesilmemiştir. Mezar
bloğu etrafı147-150 cm. Genişlikte oyularak yapılmış sekili
yolla çepeçevre dolaşılmaktadır. Bu dar geçidin zeminden
yaklaşık 2 m. Yükseklikteki kısım düzenli, yukarı kısımlar
özensiz olarak kesilmiştir. Geçit de bulunan dekoratif taş
sekide merdiven basamaklarında olduğu gibi 20 cm. yükseklikte
olup ve 40 cm. Genişlikte yapılmıştır. Mezarın sırt
tarafındakiler tahrip görmüşlerse de toprakla kaplıyan sekiler
sapasağlam biçimde günümüze ulaşmışlardır.
- Ancak kaçakçılar tarafından arka tarafta gizli
yol olduğu gerekçesiyle dinamit patlatıldığı, kaya bloğunu delme
çalışmaları yapıldığı görülmüştür. Mezarın ön yüzeyi dikine
14.15 m. Yükseklikte ve yan boşluklar dâhil 13.31 m.
genişliktedir. Tıraşlanarak düzeltilmiş ön yüzeyde 2.35 X 1.25
cm. Silme konturlu kapı aynası için de 65 X 25 cm. Ebadında
kitabelik bulunmakta; 00X125 cm. Ebadında gayrı muntazam olarak
açılmış bir kapı ile mezar odasına girilmektedir. Kapı üzerinde
hurufatı yaklaşık 70 cm. Büyüklüğünde kazınarak (IKE- SION )
yazısı okunmaktadır. Giriş kapısının solunda ise aşı boyası ile
yapılmış bir hac motifi yer almıştır.
- 298 cm. yüksekliğinde ve 294 X 296 cm. ebadında
kareye yakın planlı mezar odasının girişe göre sağ ve sol
kenarlarında 45 cm. derinliğinde ve 205 cm. boyunda ve 103cm.
Yüksekliğinde niş şeklinde oyulmuş ölü sekileri mevcuttur.
- Giriş ekseni üzerinde ve girişin tam
karşısındaki duvarda 208 cm. genişliğinde ve 131 cm.
Yüksekliğinde basık kemerli bir heykel nişi bulunmaktadır. Niş
kenarlıkları ise 25 cm. genişliğinde bir bantla ihatalanmıştır.
Niş köşelerinde 10 cm. Çaplı iki oyuk görülmektedir. Niş ve ölü
sekilerinde ve tabanda tahribatların yapıldığı mezar odası
temizlik çalışmaları sırasında tespit edilmiştir. Mezar ön yüzü
alınlık kısmındaki kemerli kısmında doğal tesirler sonucu kopma
ve tahribatın bulunduğu görülmektedir.
- SONUÇ:
- 1-KAPILIKAYA Anıtsal Kaya
Mezarı M.Ö.II.yy. tarihlenebilen Helenistik Dönem eseri olduğu,
- 2-Amasya PONTUS Kaya Mezarları
ile çağdaş olup, Aynalı Mağara adı ile bilinen önü podyumlu Kaya
Mezarına benzemektedir.
- 3-Mezar önündeki iki aşamalı
podyum, buranın kutsal bir ziyaret yeri olduğunu; aşı boyalı haç
motifi ise, Bizans döneminde de önemini koruduğu ve
kullanıldığı,
- 4-Mezar eteklerinde tespit
edilen üç sarnıç ve yapı izleri buranın koruma altında
tutulduğu; Rahip veya Türbedar ile Koruma Görevlilerinin bu
kısım da oturdukları,
- 5-Asıl yerleşimin mezarın ve
Kırkdilim Çayı' nın batısında Çorum Osmancık Karayolu altındaki
yamaçlarda bulunduğu tespit edilmiştir.
- 6-Mezar, kapı sövelerine
demirlenerek tutturulmuş ve taş olması muhtemel kapısı kırılarak
yüzyıllar öncesinde soyulmuştur.
- 7-İngiliz araştırmacı W.F.Aınsword'da
1940 yılında Kapılıkayayı görmüş ve 1842 yılında Travels And
Researches In Asia Minor, Chaldea And Arme-nıa isimli
eserinin 100. sayfasında yayınlamıştır. El çizimi Kaya
Mezarı resminde de giriş kapısının açık olduğu, mezarın
soyulduğu görülmektedir.
- Kısacası,yöre halkı tarafından KAPILIKAYA olarak
bilinen ve komutan veya prens IKESION ve eşine ait 2200 yıllık
Anıtsal Kaya Mezarı, Çorum'un geçmiş kültürel mozayiğinin renkli
taşlarından birisidir. Kimliğini kesin olarak tespit mümkün
olmasa da adı ve görkemli mezarı ile IKESION Kırkdilim vadisin
de suskun yaşamını devam ettirecek, insanın ve unvanın faniliği
ile tarihsel geçmişe olan tanıklığını sürdürmeye devam
edecektir.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
MASAL AĞACI
Bir masal ağacı vardı eskiden
Ulu ve geniş dalları
Yeşil yaprakları vardı ...
YAKTILAR ...
Önce yaprakları sarardı
Kabukları çatladı , yandı
Gövdesi karardı ...
Eriyen reçineleri alev aldı.
Ayın on beşi gibi
Karanlığı aydınlattı .
Dalında tüneyen kuş ,
Gövdesine tırmanan karınca
Sessizce ,
AĞLADILAR ...
Kısacası :
Bir masal ağacı vardı çocukluğumda ;
Yüzyıllık ...
Yaşamaya amacı olan ...
Ortadan
KALDIRDILAR |
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
YEŞİLYAYLA’ DA AKŞAM!
Yemyeşil bir ova ,cennet bahçeler
Bülbüller susmaz olmuş dallarda ...
Rüzgar nazlı bir el gibi tenimi okşar
Bir başkadır günbatımı Yeşilyayla ‘ da .
Yeşilyayla , yeşile sevdalı yayla ,
Yayla ki ... Yamaçlar yeşil bir halı ...
Sevdalı gönlümde depreşen beste :
“ Seviyorum sizi Çerkez kızları” ...
Rüya mı , gerçek mi gördüğüm tablo?
Ressam-ı Mutlakin çizdiği tuval ...
Etraf renk cümbüşü , çiçekli dallar...
Ağlayan çeşmeler , ötüşen kuşlar...
Bir başkadır gün batımı YEŞİLYAYLA ‘ da
Bir başkadır yaşamak ; doğmak güneşle ...
Bir başka mutluluk doğayı
YEŞİLYAYLA ‘ dan selam ! tüm sevenlere ...
19. 6. 1997
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|