DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com
 

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

İÇİNDEKİLER Tıklayarak şiirlere gidebilirsiniz

TAKDİM
 
HAYAT HİKAYESİ
 
AFETLERE KARŞI ÇORUM'DA YAPABİLECEKLERİMİZ
 
AFETLERE KARŞI ÜLKEMİZDE VE İLİMİZ ÇORUM’DA YAPABİLECEKLERİMİZ
 
AVCILIK VE DÜŞÜNCELERİM
 
BÜYÜK ATAM
 
CAMDAKİ GÜNEŞ
 
DEPREM ÖNCESİ VE SONRASI NE YAPABİLİRİZ
 
ELMADAĞ YOKUŞLAR
 
ERENLER DİYARINDA BİR GEZİ
 
EVİNİ TEPEYE YAPARSAN YEL
 
HAYALİMDEKİ ÇATAK
 
İMAN VE AŞK
 
İTFAİYE TEŞKİLATI YENİDEN DÜZENLENMELİDİR
 
İYİ NİYET
 
KANSERLİ HASTADAN ÖNERİLER
 
MENEMEN TARİFİ
 
SAHİPLİMİYİZ; EMANETÇİMİYİZ
 
SELAM ÜZERİNE
 
SEVMEK SEVİYORUM DİYEBİLMEK
 
SIKLIK DERESİ
 
STADIN YERİNE OTOPARK
 
TEL TEL
 
YAĞMUR SUYU ÇALIŞMALARI
 
 
 
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com
corumlu2000@gmail.com
Mahmut Selim GÜRSEL   
yazarlarımız yaptıkları paylaşımlardan sorumludur.
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 

 01

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

TAKDİM

            Bu sanal kitapta bulunan çalışmalar; arkadaşlarımızla birlikte basılı olarak yayımladığımız 53 sayı “Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve Edebiyat” dergimiz ve 54’üncü sayıdan sonra da sanal olarak yayımladığımız dergi ile “Sarı Çiğdem Şiir Defteri” dergimizde yayımlanmış çalışmalardan derlenmiştir

Tarafımdan arkadaşıma bir ufak armağan olarak hazırladığım bu sanal çalışmamda onların da çalışmalarını derli toplu olarak sizlere sunmak amacı taşımaktadır.

Çalışmalarımın bir sanal kitaplık olarak sizlere ulaşması ve sizlerinde bilgilenmenizi ve ilgileneceğinizi ummaktayım.

Mahmut Selim GÜRSEL

 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 
 

 02

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

Suhubi Ulvi CIRIL 16 EKİM 1958 - 11 KASIM 2013
16-Ekim-1958 Çorum doğumluyum. Çorum'un Destanoğulları ailesine mensubum. Evliyim iki çocuk babasıyım. Merkez Zafer İlkokulu, Eti Ortaokulu ve Endüstri Meslek Lisesi'ni bitirdikten sonra 1978 yılında kazandığım Ankara Teknik Öğretmen okuluna ön kayıt yaptırmama rağmen o yılların anarşik ortamı ve ailemin ekonomik durumunun yeterli olmaması nedeniyle kazandığım yüksek okula gidemedim. 
1970-1980 yılları arası ülkemiz sağ-sol v.d. çatışmalar nedeniyle çok sıkıntılı günler yaşamış, özellikle büyük şehirlerde bazı mahalle ve sokaklar sağ ve sol gruplar tarafından bölünmüş durumda idi. Karşıt grupların ve tarafsız kişilerin buralara girmesi neredeyse imkansızdı. Okullar boykotlar nedeni ile okunamaz, fabrikalar grevler nedeniyle çalışamaz olmuştu. Sonuçta 12-Eylül-1980 ihtilali oldu ve ülkemiz tamamen bir bölünmenin eşiğinden döndü. Allah o günleri tekrar  göstermesin fakat unutmamak ve yeni yetişen neslimize de bunları bilip oyunlara gelmemesi için hatırlatmakta fayda  var diyorum. 
Yüksek okulu okuma arzuma 1998'de yeniden kazandığım ÖSS imtihanı ile kavuştum. Yüksek puan almama rağmen çalıştığım için ve ayrıca sevdiğim bir bölüm olan Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler  bölümünü seçtim ve 2000 yılında mezun oldum. 
İlkokul sıralarındaki idealim subay olmaktı, nasip olmadı. Kısmet Sanat Okulu imiş. Burayı bitirince subaylık arzum yine depreşti. Hava astsubaylığı imtihanına müracaat ettim. İkinci sınıftan borçlu geçmiştim o yüzden imtihana katılamadım. Üzüntümden bir hafta hasta yattım, kısmetten öte olmuyormuş. Mesleğim olan kaynakçılığa devam ettim. Atalarımız "Sanat altın bileziktir."demişlerdi bunun faydasını çalkantılı geçen iş hayatımda gördüm. Çok sıkıntılı dönemlerden geçtim fakat rabbime şükürler olsun nasip olan kaynakçılığımın sayesinde işsiz kalmadım. 
Her insanın hayat çizgisi ilk önce ailesinin, sonra da çevresindeki şartlara ve gelişen olaylara göre şekilleniyor diye düşünüyorum. Çalkantılı bir iş hayatımın olduğunu belirtmiştim. Bu çeşitli iş ortamları ve aralarda katıldığım çeşitli sosyal aktivitelerde   çok değişik yer ve insanla karşılaşmama, çok dostluklar kurmama ve hayat ufkumun açılmasına vesile oldu. 
İlk memurluğuma 1977 yılında Çorum Endüstri Meslek Lisesi Teknisyeni olarak başladım. Askerliğimi 1980 yılında  Urfa'da tankçı olarak tamamladıktan sonra tekrar aynı işime döndüm.1983 yılında yetiştirme yurdu teknisyenliğine gönderildim. O yıllarda Kenan Evren Paşamız Devlet Başkanımız idi ve her gittiği ilde yetiştirme yurtlarını geziyordu, onun vesilesi ile altı ay görev yaptığım eski yetiştirme yurdunda önerilerimle çok iş yapıldığını düşünüyorum.1983 yılı Eylül ayında  memuriyetten istifa ederek Ankara'da bulunan Gama şirketi ile Irak'ta bulunan bir petrol rafinerisi montajında işçi olarak çalışmaya başladım. Irak'ta çalıştığım süre içinde tatil günleri birçok tarihi yeri görmek nasip oldu. Irak'tan geldikten sonra bir müddet çelik tencere pazarladım.1984 yılı sonlarında Çorum Çimento Fabrikasında işçi kadrosunda kaynakçı olarak çalışmaya başladım. 
İşçi kadrosunda çalıştığım için işçilerin siyasi ve sosyal faaliyetlere girme serbestliğinden istifade ederek bir takım sosyal ve siyasi faaliyetin içinde de bulundum. Niçin bu faaliyetlere katıldığımı ve bu konularla ilgili görüşlerimi de bu yazımın içinde anlatacağım. 
İlk önce avcılık merakımdan başlayayım. Çimento fabrikasındaki avcı arkadaşlarımın teşviki ile ruhsat alarak tek kırma bir av tüfeği ile sözüm ona bende avcılığa başladım, birkaç yıl devam ettim. Bu iş, gezmek ve spor olarak çok hoşuma gitmişti. Arkadaşlarım av peşinde koşarken tüm tahriklere rağmen av yapmayıp güzel yöremizin yüce dağlarına ve tepelerine çıkıp etrafın güzelliklerini seyretmek, mis gibi havasını teneffüs edip hele birde kekliklerin o karşılıklı şakımalarını dinlemek benim için ne büyük mutluluktu. İnanın cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz da kıymetini bilmiyoruz. Bir de bu sporun sağlık açısından, dinamiklik açısından çok faydalarını gördüm. Bana kalırsa sadece ekili alanlara zarar veren yaban hayvanları için kontrollü olarak yapılması, diğer hayvanlar için yasaklanması gelecek nesillere bu güzelliklerin emanet edilmesi iyi olur diyorum. Çevremizde gezilecek o kadar güzel yerler var ki hem spor hem de gezi amaçlı olarak turlar düzenlense ruh ve beden sağlığımıza iyi gelir. Avcılıkta ve sokaklardaki, bir takım kutlamalardaki silah kullanma heves ve arzusunda şehirlerin uzağında yapılacak atış poligonlarında giderilmesi de milletimizin geninde var olan silah sevgisini tatmin edecektir. Bu şekilde av silahı yapan sanayi de kapanmaz hem de birçok tehlikenin önüne geçilir ve birçok canlı da kurtulur. 
Katıldığım sosyal aktivitelerden biride bir vakıfta gönüllü olarak çalıştım. Sebebini de anlatayım; zengin bir aileye mensup idik. İlkokula gittiğimde babamın iflası babam üzerinde ister istemez hırçın ve kavgacı bir insan olmasına sebep olmuştu. Rabbime şükür sonradan babam işlerini biraz düzeltmişti ve kamyonuyla nakliyeciliğe başlamıştı. Fakat eski günlerin özlemi onu üzüyor babam da dolaysıyla bizi üzüyordu bu durum hep devam etti. Gençliğimde sosyal bir çevre edinemedim. İnsan hep okulda, evde, iş yerinde duracak değil ya şöyle bir gezineyim, biraz kafamı dinleyim dese eğer bir arkadaş grubunuz yoksa hangi yaştan olursanız olun parkların haricinde gidilecek ya kahvehane ya birahane yada şimdilerde atari salonları var diyorum. Hele birde kış günü ise başka alternatifte düşünemiyorum ve buralara giden insanlara da kızamıyorum. Hayalimde öyle bir vakıf düşledim ki fakat olmadı ve göremedim de. Çeşitli okuma salonları, sohbet yerleri olan ve her yaş grubundaki insanların gidebileceği, maliyetine hizmetlerle oturabileceği sığınma yeri değil birkaç saat dinlenebileceği, sohbet edebileceği yerlerimiz de olsun ki gidilmesini arzulamadığımız yerlere gitme ihtiyacı duyulmasın. Hatta eli ayağı tutan boş gezen insanların gönüllüleriyle ağaçlandırma çalışmaları yapılıp bozkırlarımızda yeşertilebilir. Ufak tefek el becerili işler yaptırılıp o kişiler oyalandırılırken ekonomiye de katkı sağlanır. 
Katıldığım  diğer bir faaliyette işçilik yaptığım süre içinde demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partilerimizin birinde çalıştım. Siyasi parti ve milletvekillerimizden hep şikayetçi olacağımıza memleket meselelerimiz hakkında onlara yol göstermek, yeri geldiğinde uyarmak hepimizin görevi ve ödevi iken bir kenarda durmanın adına neme lazımcılık denir. Böyle olunca da ne yapılırsa kabul edeceksiniz.  Tabiri caiz ise önünüze getirilen yemeği yemeye mecbursunuz yada yemek önünüze gelmeden arzuladığın şekilde hazırlığını yaparsın. Efendim yemeğin tadı yok bize de müsaade etmiyorlar diyorsanız biraz gayret edip iyi işler yapmak için didinen vatansever insanlarla bir araya gelmek için uğraşacaksın. Sadece şu partide iyi diyemeyiz. Bir yerde ne kadar iyi düşünceler varsa o kadar da istismarı olacağını unutmamak lazım. Tüm siyasi görüşlerin içinde ülkemizi ve milletimizi seven insanlar olduğu gibi maddi çıkarları için oralara gelen insanlar da olmaktadır. Eğer gerçekten ülkemizi seviyorsak hangi görüşten olursak olalım o görüşün içindeki ülkemizi ve milletimizi seven ve hakkıyla çalışan insanlarla beraber olursak, beraber olamadığımızda ise çeşitli yollarla onlara destek verirsek tüm partiler iyi ve çalışkan insanlar tarafından idare edilir. Tüm partilerin de tek ortak noktası ülke ve millet menfaati olacağı için yapılan tüm çalışmalar ülke ve millet menfaatleri doğrultusunda gerçekleşir. 
Sizlere soruyorum Çorum'dan her dönem değişik partilerden beş veya altı tane milletvekilini meclise göndermekteyiz. Partili veya partisiz kaç kişi Çorum'umuzun meseleleri için milletvekilleriyle veya diğer yetkililerle görüşmek zahmetinde bulundu. Maalesef meclisteki milletvekili odaları İş ve işçi Bulma Kurumu gibi çalışmaktadır. Bir iktidar döneminde başlanmış bir yatırım daha sonraki gelen iktidar tarafından desteklenmiyor, bu şekilde yatırımlar çürümeye terk edilirken memlekete hizmet gelmiyor. Sadece yerel gazetelerde birkaç kişinin gayretini okuyoruz o da cılız kalıyor. 
Sizlere bir öneride bulunuyorum. Mademki memleketimizi seviyoruz ve iyi hizmetler yapılmasını istiyoruz örnek bir isim de vereyim: Çorum'u Sevenler Derneği olabilir. Partiler üstü bir çalışmada bulunarak derneği kuralım. Üniversiteden havaalanına, yollarından hava kirliliğine değin birçok sorunu çözümleriyle birlikte çok katılımlı bir kamuoyu ile etkin bir şekilde takipçisi olalım. Biraz gayret diyorum. 
Çimento fabrikasının özelleştirilmesi nedeniyle ara ara toplu çıkışlar yapıldı. Ben de bir kısım arkadaşlarla birlikte işten çıkarıldık. Aldığım tazminatımla bodrum katta olsa bir daire sahibi olmak nasip oldu ona da şükür. İşten çıkarıldığımızda çok sıkıntı yaşadık, ilerlemiş yaştaki bir elemanı her iş yeri kabul etmemekte kabul edilse bile uyum sağlanamamaktadır. Dolayısıyla birçok arkadaşımız elindeki birikimlerini bitirdi. Özelleştirmeden amaç iyi idare edilememekten v işçi ücretlerinin yüksekliğinden devlete getirdiği yük gösterilmekte ne yazık ki özelleştirmeye de düşük ücretle işçi çalıştıran hatta kendi yağıyla kavrulan işletmelerden başlanılmaktadır. Direkt devlet bütçesinden, bir kısmı da masa başında işçi ücreti alan ve yüksek ücret veren yerlere dokunulmamaktadır. Kimsenin aldığında gözümüz yok fakat verilen bu yüksek ücretler halkının bir bölümü açlık sınırında yaşayan ülkemizin bütçesinden ödenmektedir. 
Ben özelleştirmeye farklı bir açıdan bakmak istiyorum. İş yerleri özelleştikten sonra bile genelde idareciler görevlerine devam ederken işçilerin büyük bir bölümü çıkarılmaktadır. Diğer taraftan devletimizde vergi geliri ve SSK primlerinin düşük yatırılması nedeniyle devlet bütçeside  kayba uğramaktadır.  Bir de buraların yabancılara ve yabancı ortaklıklara verilmesiyle iş yeri karları da ülkemiz dışına çıkmaktadır. Eğer amaç devletin elindeki iş yerlerindeki işçi ücretlerinin yüksekliği ve dengesizliği ise özelleştirilerek işçi çıkartılacağına tüm iş yeri temsilcileri ile bir araya gelip ülke imkanlarını ortaya koyup işçi ve memur dahil özel ve resmi kuruluşlardaki tüm çalışanların ve emeklilerin aldığı tüm gelirler açıklanarak ücret dengesi sağlanıncaya kadar yüksek ücret alanların sabretmeleri istenebilir. Önceki yazılarımda hakka hukuka riayet etmeyerek mal-mülk biriktirenleri ve elindeki maddi ve manevi imkanları kötü şekilde kullananlarıda eleştiren yazılar yazmıştım. Fakat ülkemizde asgari ücretin bile yarısı ile çalışan insanları ve işsizlikten intihar eden aile reislerini de görüyorum. Onlar da bu vatanın insanları unutmayalım. 
Çimento fabrikası özelleştikten sonra bir müddet aynı iş yerinde taşeronla çalıştım. Daha sonra ayrılarak birkaç özel iş yerinde de çalıştım. Memurluktan istifa edenlerin imtihansız olarak yeniden memurluğa açıktan atanması hakkından yararlanarak 1997 yılında Ankara'da bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nda memur olarak tekrar göreve başladım. Evi de götürmüştüm. Ailecek Ankara'yı da sevmiştik fakat ev kiralarının yüksekliği ve Ankara'nın Çorum'a göre daha pahalı olması nedeniyle tekrar Çorum'a dönmek istedim. Çorum Belediye'si İtfaiye Müdürlüğü'nde boş kadro varmış, on ay sonra nakil yoluyla buraya gelerek İtfaiye Eri olarak çalışmaya başladım. 
İtfaiyecinin işi sürekli can ve mal kurtarmakla ilgili olduğu için bence tüm çalışmaları önemli. İnsanların o çok sevdiği malları yandığında kaçarken, en yakınlarına yaklaşamazken itfaiyecilerin koşarak o tehlikelerin içine girmeleri çok kutsal bir duygu. O yüzden en son mesleğim olan itfaiyeciliği de çok seviyorum. Bu meslekte başımdan geçen en önemli olay:Asrın felaketi olan 17-Ağustos-1999 tarihinde meydana gelen Marmara Bölgesi depreminde Adapazarı'nda yardım için gittiğimiz çalışmalar ve gördüklerimdir. Tüm servetlerin ve ölüm ile yaşamın arasındaki sürenin 45 saniye kadar bir ömür olduğunu orada daha iyi gördüm. Çok etkilendim. Deprem bölgesinde yaşadıklarımı ve önerilerimi kaleme aldım. Mahmut Selim GÜRSEL Bey ve Şevket ERZEN Beylerinde teşvikleriyle deprem ile ilgili yazılarım 2000 yılı içerisinde Çorumlu-2000 dergisinde ve Çorum Hakimiyet gazetesinde aralıklarla yayınlandı. Buradan onlara, dergi ve gazete çalışanlarına teşekkürlerimi sunarım. Depremle ilgili yazdıklarımı herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Herkesin alacağı bir ders ve tedbir mutlaka bulunmaktadır. Arzu eden olursa depremle ilgili yazılarımı Gürsel Yayınevine ait ınternet sayfasından ücret karşılığı alabilir. Maalesef önceki depremlerden ders almadığımızı Sakarya(Adapazarı) Valiliğinin 2000 yılı Ağustos ayı içerisinde bastırdığı Sakarya ve Deprem isimli kitabın 157.  sayfasında  kısaca şöyle denilmektedir : "Sakarya'nın deprem riskinin bilinmesine rağmen buna hazırlık olarak ciddi bir şey yapılmadığı, çalışacak potansiyel gruplar bulunmasına rağmen teknolojik araç ve gereçler bir yana tek bir kazma dahi bulunamamıştır." Asrın felaketinden sonra birçok hazırlık yapıldı fakat yinede asrın felaketi ve sonuçları iyice irdelenerek hazırlıkların daha dikkatli olarak gözden geçirilmesini öneriyorum. 
Teknolojinin ilerlemesi ve buna paralel olarak da her türlü afet ve tehlikelerinde bu oranda yüksek olması nedeniyle ülkemizin her yerinde mevcut bulunan ve 24 saat her türlü can ve mal kurtarma çalışmalarına direkt katılan İtfaiyelerin de tümünün çağın gereklerine uygun olarak yüksek teknolojili araç gereçlerle donatılması ve personel de her türlü afetlere hazırlıklı bir şekilde eğitilirse yeni kadrolara gerek olmadan, bir anlamda afetlere de hazırlığın bir bölümü gerçekleştirilmiş olur. 
İlk yazımı Irak'ta çalışırken Türk Büyük Elçiliği'mizin Cumhuriyet'imizin 60.yılı nedeniyle açmış olduğu yarışmaya katılmak için yazdığım Cennet Türkiyem  isimli yazı idi. Türkiye'ye dönünceye kadar da şirket şantiyesindeki duvar gazetesinde güncel olaylara değinen yazılar yazdım. Uzun bir süre fırsat oluşmadığında olacak yazı yazmadım. Şimdiye kadar yazdıklarımdan bir ödül almadım fakat depremle ilgili yazdığım yazılardan tanıyan kimselerden çokça teşekkür aldım. Yayınlanmış bir çalışmam kitap halinde basılmadı. İçinde bulunduğum ortam ve şartlara göre yazı yazıyorum. Irak'ta iken ülkemin özlemi ve durumu hakkında, deprem bölgesine yardıma gittiğimde orada görebildiğim aksaklıkları ve önerilerimi, Turizm açısından daha güzel bir şekilde değerlendirebileceğimiz Çatak hakkında, çok fazla yağmur yağdığında Çorum için büyük tehlike arz eden Sıklık Deresi hakkında ve en sonda Selam Üzerine olmak üzere değişik konularda yazı yazmaktayım. Yazılarım Çorumlu-2000 Dergisi ve Çorum Hakimiyet gazetesinde aralıklarla yayınlanıyor. 
İdealim; çalıştığım ve bulunduğum her ortamda, her türlü hal içinde, mesleğimin içinde olsun olmasın çok sevdiğim ülkeme ve onun insanlarına hizmet etmek, hizmet edemediğim durumda da aklımın erdiğince önerilerimi sunmaktır. 
Üzülerek belirteyim tembelliğin, "bana ne" ciliğin, "sana ne" ciliğin, "neme lazım"cılığın hakim olduğu ülkemizde tembellik eden kişiler, çalışmak isteyenin çalışma azmini:"İleri gitme burnuna, geri kalma kuyruğuna basarlar" sözü ile engellemeye çalışmaktadırlar. Bu yüzden de salla başı al maaşı zihniyetiyle de ülkemiz kalkınamamaktadır. Ülkemizi seven ve hizmet etmek isteyen her insanın durumunda olduğu gibi ideallerimi gerçekleştirmeye çalışırken çok zorlanıyorum. Çalıştığım tüm işlerde aldığım ücretlerimin helal olmasına gayret ettim. Tüm işlerimde ülkemin ve onun insanlarına her zaman faydalı olmaya çalıştım. Hizmet için elimdeki imkan ve yetkiler bu kadardı onları da yaptığıma inanıyorum. 
Internet’te Yazarımız   http://corumlu2000.dergisi.info  , Sarı Çiğdem Şiir Defteri’nde http://saricigdem.dergisi.info  yayınlandı.

11 KASIM 2013 Tarihinde vefat etmiştir. Allah C.C. Rahmet ETSİN

 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 
 
 

 03

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

AFETLERE KARŞI ÇORUM'DA YAPABİLECEKLERİMİZ
Muhterem hemşerilerim !
Afetler öncesinde yapılan hatalar ve ihmaller bircok canlının ölmesine sebep olurken;afet,büyük yangınlar,sel,kuraklık ve akabinde oluşan su kıtlığı ve salgın hastalıklar öncesinde yapılması gereken hazırlıkların yetersizliğinde birçok sıkıntının yaşanmasına sebep olmaktadır.
Bu yazımda sadece deprem veya büyük afetler değil her zaman yaşanabilecek sıkıntılara ve olağanüstü durumlara karşı ilimizde alınabilecek önlemleri yazıyorum:
1- 112 Acil Servisimizin yeri merkezi bir yerde olmasına rağmen trafiğe çıkış yerinin zor bir yerde olmasından ve araç park yerinin azlığından dolayı yeri değiştirilmeli. Benim önerim: Temini mümkün ise Devlet Hastanesinin yanında bulunan 75. Yıl Sağlık Meslek Lisesinin yanındaki boş yere Hızır acil Servisi için  bina ve olağanüstü durumlarda diğer illerden gelecek ambulanslara da barınabilecek bir garajın yapılmasıdır.
Burası Devlet Hastanesi Acil Servisine ve morga yakın olmasından dolayı büyük afetlerde ve büyük kazalarda çok yoğunluk yaşanacağından ambulansların ölü veya yaralıları indirdikten sonra kayıt ve diğer işlemleri buradan yapmaları sağlanır ve tıkanmalar önlenir ve peş peşe gelen ambulanslardaki diğer yaralılara daha çabuk müdahale imkanı sağlanır.
Ayrıca;bu bölgenin Gazi Caddesi,Fatih Caddesi,Samsun Yolu ve Hastaneye çıkış yapabilecek bir yerde olmasından dolayı ambulanslara süratli bir çıkış yapma imkanı verecektir.
2- Şehrimizdeki tüm hastanelerimizin ilçelerimiz dahil Acil Servislerinin yerlerinin herkes tarafından kolaylıkla bulunabileceği şekilde işaretlenmesi,aydınlatılması ve herhangi bir yoğunlukta peş peşe gelen ambulansların trafik sıkışıklığı yapmadan hasta ve yaralı tahliyesi yapabilecek düzenlemelerin yapılması.
3- Hastanelerimizin su depolarının üç günlük su ihtiyacını karşılayabilecek şekilde,betondan ve depo dolum yerlerinin arozözlerinin dolum yapabilecek düzenlerinin yapılması.
4- Hastanelerimizde oluşabilecek yangınlarda tahliye  işlemi zor olacağından dumandan boğulmaları ve rahatsızlıkları önlemek için duman algılayıcı cihazlar yardımıyla gerektiğinde kendiliğinden jeneratörleri devreye sokarak otomatik olarak çalışan başta tavanı basık kısımlar olmak üzere dumanın diğer katlara dağılmasını önlemek üzere merdiven bölümlerine aspiratörler konulması.
5- Depremlerde yer çökmeleri ve yer yarılmaları meydana geldiği için özellikle şehir içi su şebekesi uzun süre onarılamamakta,su sıkıntısı had safhaya ulaşılmaktadır.
Ayrıca;şehirlerde tamamen veya kısmen su sıkıntısı yaşandığı,suyun arozözlerle temin edildiği durum ve zamanlar için önerilerim şunlardır:
a) Şehrimize su getiren irsale hatlarındaki şehir girişlerindeki vanalardan önce arozözlerin rahatça yaklaşıp birkaç arozözün aynı anda dolum yapabileceği yer üstü yangın vanalarından konulması.
b) Şehrimizde mevcut su depolarının altına pompa yardımı olmaksızın depolarda mevcut bulunan yüzlerce ton suyun arozözlere dolum yapabilecek vana ve rekor bulunması.
c) Mevcut yer üstü yangın vanalarına ilaveten yangın riski yüksek,ulaşımı zor yerle başta olmak üzere tüm bölgelerdeki yer üstü yangın vanalarının çoğaltılması.
d) Herhangi bir depremde vatandaşlarımızın genelde evlerine yakın boş arsalarda,parklarda ve Pazar yerlerinde kurdukları  çadırlarda   ve  araçlarda kaldıklarından tuvalet ve su bulmak büyük sorun olmaktadır. Ayrıca Pazar kurulduğu günlerde ve su kesintisi olduğu zamanlarda su dağıtımında ve halkımızın kullanma kolaylığı yaşanması için Pazar yerlerinde,yanlarında çeşmeleri olan arozözlere uygun rekorlarla dolum yapabileceği (Rekorla dolumun nedeni: beş tonluk bir arozöz rekorla 10 dakikada suyu boşaltırken,bidonlara su dağıtıldığında yaklaşık iki saatte suyu boşaltabilmektedir.) 20-50 tonluk su depolarından yapılması,yanlarında da tuvaletlerin yapılması.
e) Camilerdeki mevcut şadırvanlara ilave ve bağlantılı olarak su deposu yapılıp yine bu depoların arozözlerin rekorlarına uygun yapılması.
6- Oluşabilecek sel baskınlarına karşı şehrimizdeki bütün derelerin ıslahı ve bu derelere ulaşabilecek yerlerdeki su baskınlarını önlemek için bu kısımlardan Kanal yapılması. Daha önce Sıklık Deresiyle ilgili olarak çok ayrıntılı bir yazı yazmıştım. Özellikle Melikgazi ve Sülüklü Derelerinde yapılacak bağlantılar şehir içini etkileyecek selleri büyük ölçüde önleyecektir.
7- Allah Korusun düşünmek bile istemiyorum ama,bir depremde Çomar Barajı (Çorum Barajı) çatlasa veya yarılsa bilmiyorum ama en azından herhangi bir riske karşı Çomar Deresinin bağladığı Melikgazi deresinden gelen kanala kadar genişletilip,keskin bölgelerin düzeltilip gerekli önlemlerin alınması.
8- Büyük köylerde ve işletilen orman içi piknik alanlarında traktörlerin kuyruk miliyle çalışan iki üç tonluk remork arozözlerin bulundurulması. Orman içi piknik alanları usak ve ulaşımı zor olduğundan bu bölgelerde özellikle yaz aylarında içinde devamlı su bulunan ve gerektiğinde arozözlerin su alabileceği büyük su depolarından yapılması
 YIL 14  SAYI 56    25 Kasım 2003
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 

 04

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

AFETLERE KARŞI ÜLKEMİZDE ve İLİMİZ ÇORUM’DA YAPABİLECEKLERİMİZ
İsmim Suhubi Ulvi CIRIL. Çorum İtfaiyesinden emekliyim. Asrın felaketi sayılan 1999 Marmara bölgesi depreminde çalıştıktan sonra 1999 yılından itibaren çeşitli tarihlerde depremle ilgili anılarımı, önerilerimi yazdım ve aradan on üç yıl geçtikten sonra, çok güzel işler yapılmasına rağmen afetlere karşı düşündüğüm ve şu işler de yapılsa daha iyi, daha süratli, daha kalıcı çözümler olur diye düşündüm.
Yapılan işlerden en çok hoşuma gidenlerden, çadır yerine her şeyi içinde olan konteynır evler ve Sivil Savunma Teşkilatının güçlendirilmesi olmuştur.
Afetlere karşı; Ülkemiz genelinde yapılmasını arzuladığım en önemli iş. Ülkemiz genelinde faaliyette bulunan tüm İtfaiye, Sivil Savunma Teşkilatları, tüm Arama ve Kurtarma Teşkilatlarının tek çatı altında; İçişleri Bakanlığına bağlı bir teşkilat olarak, amir ve yöneticilerinin subay kadrosunda olduğu, gençlerimizin askerliklerini İtfaiye Eri olarak yaptıkları, araç ve gereçlerinin ileri teknolojilere sahip ve standart olduğu, personelinin her türlü afetlere karşı çok iyi bir eğitim aldığı, ülkemizin tüm il, ilçe ve beldelerinde, sanayi bölgelerinde, trafik ve kaza riski olan her yerde yeteri kadar araç ve personelle teşkilatlandığı, adına ister İtfaiye deyin, ister Sivil Savunma deyin yeni bir teşkilat kurularak her türlü afetlere karşı, hatta savaşlara karşı; personelinin eğitimli, genç ve dinamik, sayıca çok, araç ve gereçlerinin standart olduğu yeni bir teşkilat oluşturulmalı diye düşünüyorum!
Bu şekilde oluşturulacak bir teşkilatla oluşabilecek büyük afetlerde yetişmiş eleman sıkıntısı çekilmez, her ihtimale karşı eleman ihtiyaç olduğunda terhis olanların tekrar çağrılarak yurtdışından ekip çağrılmadan kendi yaralarımızı kendimiz sarmış oluruz. Bu şekilde terhis olanlar herhangi bir afet vs. durumunda kendi yörelerinde bilgili ve gönüllü olarak katılarak afetlere karşı bilinçli bir toplum oluşturulur.
1013 yılı itibarı ile ilimiz Çorum Sivil Savunma Müdürlüğüne ait araç, gereçler ve depoları Ankara yolu üzerindeki Akıncı Kışlası’nın yanında bulunmaktadır. Herhangi bir yangın, kaza, arama kurtarma durumlarında ilk anda İtfaiye aranıp ilk müdahale İtfaiye tarafından yapılsa bile özellikle arama kurtarma gerektiren durumlarda Sivil Savunmaya ait arama kurtarma ekipleri ile beraber çalışılmaktadır. Bu durum göz önüne alınarak Sivil Savunma depo, araç ve gereçlerinin İtfaiyeye yakın bir bölgeye; örneğin Çimento Fabrikası altındaki Şehitliğin yanına veya daha uygun yakın bir bölgeye, geniş bir alanda kurulacak depo, tatbikat alanı ve oluşabilecek bir afet’te gelecek yardım ekiplerini barındıracak şekilde düzenlemenin yapılması, uygun zamanlarda İtfaiye ile ortaklaşa tatbikatların yapılması Bu bölgenin şehrimizin yukarı bir bölgede olması nedeniyle depoların sel riskinden uzak ve afetlere müdahalenin daha kolay, İtfaiyeye yakın olması nedeniyle de her zaman için organizenin daha kolay olduğunu düşünüyorum.
Ülkemiz genelinde Acil müdahale ekipleri olarak tanımladığımız: Ambulans, İtfaiye, Sivil savunma, Çevik Kuvvet ve tüm güvenlik bina ve yerlerinin terörist saldırılarına ve ekiplerin görevlerini engellemeye çalışanlara karşı; güvenli ve araç çıkışı kolay yerlerde konuşlandırılmalarını, yapılmış ve yapılacak bu binaların bu tür olaylara ve afetlere karşı güçlendirilmelerini, buralardan araç çıkışlarının birkaç alternatifinin bulunması, araç çıkış kolaylığı için buralara kavşak konulması.
İlimiz İtfaiye müdürlüğü altında Çorum Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ve onun içeresinde de büyük bir havuz bulunmaktadır. İtfaiye müdürlüğü 2000 yılından sonra şimdiki yerine taşındığından 2013 yılı itibarı ile henüz havuzu bulunmamaktadır. Havuzu olmayan bir İtfaiye düşünülemez. 1999 depreminde Adapazarı Erenler Belediyesi’nde görevlendirildiğimizde çektiğimiz sıkıntılardan birisi de kalacak yer sıkıntısı idi. Gittiğimizde Ağustos ayı idi bazen belediye garajı içinde bazen Sapanca gölü kıyısında kimimiz arazöz içinde, kimimiz araç üstünde uyumak zorunda kaldık. Yardıma gelenlerin de elbet de uyumaya, yeme ve içmeye ihtiyaçları olacaktır.
Bunlar göz önüne alınarak Park ve Bahçeler Müdürlüğünün Çomar Barajı yanındaki ek tesislere nakledilip, İtfaiyenin yanındaki Park Bahçeler Müdürlüğü Tesisleri İtfaiye müdürlüğüne devredilirse ilk anda İtfaiye araçları dolum yapmak için Hıdırlık yanındaki havuza gitmeyerek zaman kaybı yaşamayacak, İtfaiye yanında bulunan havuzda arama kurtarma tatbikatlarını rahatlıkla yapacaktır.
Park ve Bahçeler Müdürlüğünün İtfaiyeye devredilmesi ile İtfaiye daha geniş bir alana kavuşarak, Allah korusun herhangi bir afet durumunda yardım için gelen ekipler için konteynır barınma yerleri yerleştirilerek ve gelen araçların sularının soğuktan donmaması için kapalı mekanlar yapılıp gelenlerin daha rahat çalışması sağlanırken o ekiplerin daha organizeli, daha kontrollü çalışması da sağlanmış olur.
İlimiz Ambulans Acil Yardım komuta merkezi ve ambulansların bir kısmı Bahabey Caddesinde bulunan Diş Hastanesi yanında bulunmaktadır, Burası merkezi bir yer olmasına rağmen Bahabey Caddesine çıkış kısmı karşısı kapalı olduğundan yolun diğer kısmına geçmek için Cengiz Topel Caddesi kavşağına kadar gidilip dönülmesi veya Esnafevleri Sokaklardan Kıbrıs Caddesine çıkış yapılıp, gidilecek yere ulaşılmaya çalışılmakta, buda zaman kaybına sebep olmaktadır. Allah korusun herhangi bir afet durumunda buradaki yer darlığı ve çıkış zorluğu, oradaki sokakların darlığında binaların yıkılması da düşünülürse orasının Ambulans komuta merkezine uygun bir yer olmadığı anlaşılacaktır.
İlimiz Ambulans komuta merkezinin; Devlet Hastanesi altında Samsun yolu üzerinde bulunan Müftülük binasının şehir merkezin de bir yere taşınarak oraya alınması, o bölgenin araç park yerinin genişletilip, soğuklardan araçları koruyacak şekilde ve herhangi bir afet durumunda il dışından gelecek Ambulans ve Sağlık ekiplerinin barınabilecekleri düzenlemenin yapılması, oraya uygun bir kavşak düzenlemesi yapılması, afetlere karşı önceden yapılacak bir önlem olarak düşünülebilir.
Şu an ilimiz Çorum’da kullanılan Devlet Hastanesi acil girişi, çıkışı, hasta indirip bindirmesi hatta yerinin kolay bulunması hiçte rahat ve kolay değildir, bunlarda göz önüne alınarak acil giriş yerinin yeniden düzenlenerek Ambulansların manevra yapmadan hastaları bırakıp veya almaları, acil giriş levha ve aydınlatmalarının daha belirgin, daha görünür olmaları, Hastane yön levhalarının uzak mesafelerden hangi Hastaneye, kaç metre kaldıkları belirtilecek şekilde kısa mesafelere ve kavşaklara konularak yönlendirmelerin yapılması, acil girişlerin önündeki özel araç park yerlerinin o bölgeyi daraltmayacak yerlere yönlendirilmesi birçok sıkıntıyı ortadan kaldıracaktır.
Şu an için ilimizde ve ülkemizde bulunan acil girişlerin durumu maalesef hemen hemen aynı durumdadır, bende zaten bu duruma dikkat çekip gerekli düzenlemelerin bir an önce bir yerlerden başlanarak sıkıntıları ortadan kaldırıp, yeni yapılacak Hastanelerde bu düzenlemeye dikkat edilmesidir.
İlimizde komuta merkezi ile birlikte Ocak 2013 itibarı ile dört yerde Ambulans merkezi bulunmakta, Acil müdahaleler için uygun yerlerde bulunmalarına rağmen iki merkez, pazar yerleri yanındaki Sağlık Ocakları yanında bulunmaktadır. Pazar yerleri haftada bir gün kurulmakta ama pazar yeri kurulduğu günler; ister Ambulansların oldukları yerler olsun ister başka pazar yerlerinin kurulduğu yerler olsun o bölgelerde ki sokaklar kapandığı veya pazara gelen araçların yolları daralttığı için sağlık, yangın ve diğer acil durumlarda ulaşım engellenmektedir. Bu durum da dikkate alınarak pazar yerlerinin araç trafiğini engellemeyecek yerlere kurulması, tüm cadde ve sokakların 24 saat araç trafiğine açık tutulması acil yardım araçlarının daha kısa sürede olay yerine ulaşmasına imkan sağlayacaktır.
Afetlerde ve kuraklığın yaşandığı dönemlerde yaşanan en büyük sıkıntılardan birisi su bulma, bulunan suyun temiz ve süratli bir şekilde nakli veya yapılacak tesis ve ekipmanlarla mevcut olan suyun kolay bir şekilde nasıl kullanılacağının belirlenmesi ve bu konuda yapılacak çalışmaları şu şekillerde sıralayabiliriz.
Her ilde ve yerleşim birimlerinde içme ve kullanım suyunu baraj, gölet veya su kuyularından temin etmektedirler. Suların temin edildiği barajlar, göletler veya su kuyuları genelde yerleşim birimlerinden çok uzaklarda olduğundan buralardaki suları yerleşim birimlerine getiren su borularının yerleşim yerlerine yakın, arazöz ve su tankerlerinin rahatça dolum yapabileceği, trafiği rahat yerlere; o kısımdan itibaren şehre su giriş boruları giriş yerlerine vana konulup herhangi bir depremde o vananın kapatılarak, şehirler de ki çökme ve borularda ki kopmalardan dolayı oluşacak su basmalarının önüne geçilerek şehirlerin kullanım suyu buralardan temin edilebilir.
Yapılacak bu tesislerde dolum vanalarından önce örneğin 200.000 nüfuslu bir şehir  için 200 - 500 tonluk aktarma su deposu ile barajlardan gelen suyun dezenfekte edilerek arazözlere dolumu yapılırsa kısmen de olsa hijyen sağlanır.
Bu havuzların  yanına arazözlerin rahat giriş çıkış yapabileceği, suyun arazözlerin üstten ayrı vanalarla dolum yapılacağı, birçok arazözün aynı anda dolum yapabileceği tesislerin yapılması, afetlerde, orman yangınlarında ve büyük yangınlarda su bulmada büyük kolaylık ve çabukluk sağlayacaktır.
Afetlerde su bulmada bir kolaylıkta, her il ve yerleşim yerlerinde bulunan su depolarının arazözlerin rahat yaklaşacağı, suyun kendi cazibesi ile dolumun yapılacağı yerlerine vana ve itfaiye rekoru konularak afetlerde uzaklara gitmeden buralardan da istifade edilebilir. Bu sistem özellikle köylerde ve ormanlık alanlarda oluşacak yangınlarda arazözlerin su dolumunda  büyük kolaylık sağlayacaktır.
Orman ve köy yangınları için bir önerimde her köye İtfaiye teşkilatı kurulamayacağı için her köy ve piknik yapılan ormanlık alanlarda muhtarlık ve piknik alanlarında sürekli dolu ve kullanılır halde bekletilen ve traktör kuyruk mili dolum ve arazöz hizmeti veren yaklaşık 3 tonluk tankerlerden bulundurulursa herhangi bir köy veya orman yangınlarında traktörler yardımıyla İtfaiye ve Orman Yangın ekipleri gelinceye kadar yangınlara müdahele edilerek yangınların büyümesi önlendiği gibi küçük çaplı yangınlarda tamamen söndürülebilir. Yapılacak bu organize ile arazözlerin gitmekte zorlandığı tarla ve çok dik yokuşlu alanlara traktörlerle müdahele ile ulaşılması zor yerlerdeki yangınlara daha süratli müdahale edilebilir.
Depremlerde en çok su ihtiyacı Hastanelerde yaşanmaktadır. Hastanelere temiz su temini için Hastanelerin kendi bünyesinde kendilerine en az üç gün veya bir hafta yetecek ve içinde arıtma sistemleri olan, gerektiğinde arazözlerin kolayca su doldurabilecekleri su depolarının yapılması. Bu konuda Çorum Devlet Hastanesi için bir önerim Hastane arkasında bulunan Bahabey Çamlığındaki su depolarından, Hastaneye acil durumlarda yetecek büyüklükte bir su deposunun Hastanemize bağlanmasıdır.
Depremlerde en çok istifade edilen yerlerden biriside parklardır. Depremde evleri yıkılan veya evlerine girmeye korkan insanlar evlerine en yakın parklarda beklemekte, buralarda da tuvalet ve su ihtiyacı artmaktadır. Parklara önceden yapılacak tuvaletler ve onların yanına yapılacak ve gerektiğinde arazözlerle dolumu yapılabilecek  en az 10’ar tonluk su depoları depremlerde büyük kolaylık sağlayacaktır. Aynı şekil teşkilatlar pazar yerlerine de kurulup depremlerde ve diğer zamanlarda insanlarımıza büyük kolaylık sağlayacaktır.
Depremlerde su ve tuvalet ihtiyaçlarından istifade edilen yerlerden biriside Cami tuvaletleri ve şadırvanlarıdır, buralar genelde tek katlı ve düz girişli oldukları için evlere göre daha kolay kullanılabilmektedir, fakat buralardaki şadırvanların su kapasitesi az oldukları için sular kesilince ihtiyaca cevap verememektedir, Camilerdeki şadırvan ve tuvaletlere bağlantılı olarak yine herhangi bir su yokluğunda arazözlerin rekorları ile hızlı dolum yapabilecekleri, şehir şebekesinden cek valflerle ayrılabilen ilave büyük su depoları önceden yapılıp yerleştirilirse deprem veya herhangi bir su kıtlığında arazözlerin lüzumsuz yere sokak sokak su dağıtmadan bu su depolarını doldurarak işlerini daha hızlı bir şekilde yapmaları sağlanır.
Parklarda, pazar yerlerinde, Cami bahçelerindeki ve diğer umuma açık yerlerdeki tuvaletler mümkün olduğunca düz girişli olursa çukurlarda oluşabilecek geri tepmeler ve su baskınları yaşanmaz, tuvalet lagarları mutlaka şehir kanalizasyon şebekesine bağlı olacaktır ama depremlerde çöküntüler, yer kaymaları olduğu zaman kanalizasyon giderleri de çalışamaz duruma gelebilmektedir, bunun tedbiri de böyle umuma açık tuvalet lagarlarının büyük yapılması, herhangi bir tıkanma söz konusu olduğunda da vidanjörlerle temizliklerinin çabuk ve rahat olması sağlanır.
Bu belirttiğim önlemler alınmazsa, herhangi bir afet durumunda vatandaşlarımız   tuvalet ihtiyaçlarını gidermekte zorlanacak, zaman zaman  görüldüğü üzere uygun olmayan yerlere bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışacak, bunlarında temizliği zor olacağı gibi koku ve pislikten geçilemeyecek, birçok hastalığın yayılmasına sebep  olacaktır.
Yangınlarda kullanılmak üzere çeşitli yerlere yangın vanaları konulmaktadır, fakat bunlar bazı yerlerde fazlaca olmasına rağmen bazı yerlerde hatta riskli yerlerde neredeyse  yok denilecek kadar azdır. Bir yeri tarif ederken kişiye cadde ve sokak adı verseniz zor bilir ama falanca okul, falanca cami falanca resmi daire denildiği zaman daha rahat yer belirtmiş olursunuz bu İtfaiyecilikte de böyledir. En kolay adres bir çok kişinin bilebildiği ve en kolay bulunan yerdir. Yangın vanalarının da  tüm kamu binaları, okullar, camiler parklar, caddeler, iş merkezleri, sanayi tesis ve siteleri ve yangın riski yüksek yerlere, dolum yaparken trafiği aksatmayacak ve rahat dolum yapacak şekilde yerleştirilmeleri, bu vanaların rekorlarının tüm arazözlerin rekorlarına uygun ve sürekli çalışır durumda olmalarına dikkat edilmesi.
Zaman zaman görüldüğü üzere İtfaiyelerin, araçların yolları tıkaması sonucu veya çok dar alanlar yüzünden yangın mahalline ulaşmakta zorlandığı görülmekte buna önlem olarak her yerleşim birimlerinki İtfaiye teşkilatlarında gerektiğinde kaldırımlara rahat çıkabilecek özellikte, küçük tonajlı, manevra kabiliyeti iyi olan küçük tip arozözlerden bulundurulursa bu soruna bir çare olabilir. Bunun haricinde öyle bir durumda yolları tıkayan araçların zaman kaybını önlemek için Emniyet güçlerince temin edilecek kurtarıcılarla çektirilmesi ile İtfaiyelerin bu gibi zamanlarda hızlı ve rahat çalışması sağlanabilir.
Yangın ve afetlere karşı vatandaşlarımız ve yerel ve ulusal yayınlar aracılığı ile bilinçlendirilmeli, Acil Yardım telefonlarının herkesin bilmesi sağlanmalı, bu işlerde ilk müdahalenin önemli olduğu, İtfaiyeye mutlaka haber verilirken ev ve işyerlerinde alınacak basit ve ekonomik tedbirlerle yangınların büyümesi önlenebileceği gibi tamamen de söndürülebilir. Ev ve işyeri yangınlarında ilk yapılacak iş doğalgaz kullanılıyorsa ilk önce doğalgaz vanaları kapatılarak gaz girişi kapatılır. Bütangaz tüpü kullanılıyorsa hortumların kesilmesi veya yanması durumunda otomatik kapanan detantörlerden kullanılması.  Aydınlatma sorunu yaşanmayacaksa elektrik sigortaları da kapatılır.
Resmi dairelerde ve işyerlerinde mecbur olan hatta yeni yapılan sitelerde yangın tedbir araç gereçlerinin yangın durumunda nasıl hareket edileceği, nasıl kullanılacağı oralarda çalışan ve oturanlar bilgilendirilir ve gerekli eğitim verilirse oralarda bulunan yangın söndürme tüpleri veya yangın hortumları ile olabilecek yangınlara karşı İtfaiye gelinceye kadar müdahale edilerek yangınının büyümesi önlenebildiği  gibi yangın da söndürülebilir. Bu şekilde yapılacak çalışmalarla buralarda yapılan yangın tedbirleri göstermelik değil işe yarar hale gelir.
Evlerde, işyerlerinde ve araçlarda kullanılan yangın söndürme cihazı tüplerinin hangisinin nerede kullanılacağının yetkili kişi ve kuruluşlarca bilgilendirilerek, bilinerek cihaz alınırken ve kullanırken ona göre hareket edilmeli. Örneğin karbondioksit gazlı yangın söndürme cihazları kullanımı kolay, temiz, tüpün içinde artan gazın tekrar kullanılabilmesine karşın, dolu boş olduğu tartılarak kontrol edilebilir, aşırı sıcak ortamlarda gaz sıkışmasından oluşacak tehlikeyi önlemek amacıyla otomatik olarak emniyet supabı açılarak tüpün içindeki gaz boşalabilmektedir. Araçlarda ve aşırı sıcak ortamlarda çalışılan işyerlerine  alınacak yangın söndürme cihazlarının kuru kimyevi tozlu cihazlarından olması tavsiyemdir. Yangın söndürme cihazı alırken ve kullanırken yetkili kişilere danışarak nerede hangi cihazın kullanılacağını bilerek alınmalıdır. Yangın söndürme cihazı satan firmalar çeşitli zamanlarda kampanyalar düzenleyerek ve gerekli bilgilerimde vererek vatandaşların bu cihazlardan alması sağlanabilir.
Yine yangınlarda insan sağlığını tehdit eden duman zehirlemesi ve ölümlerine karşın öncelikle ve mutlaka Hastanelerden başlayarak, sebebi daha önceden oluşan Hastane yangınlarında görüldüğü üzere onlarca yatağa ve başkalarının yardımına ihtiyaçlı insanları tahliye işlemi zor olacağı için alt katlarda meydana gelen yangınlarda oluşan duman ve zehirli gazların üst katlara çıkmasını önlemek için her kattaki merdiven duvarlarına güçlü aspiratörler yerleştirip onlarında zeminden çatıya çıkan bacalarla duman algılayıcı sensörler aracılığı herhangi bir yangında  oluşacak duman ve zehirli gazların üst katlara çıkması büyük ölçüde  engellenerek tahliye ve kurtarma için belki de ihtiyaç olmadan veya kısmen müdahele ile yangın daha çabuk söndürülebilir. Bu sistem ülkemizdeki tüm çok katlı resmi ve özel bina ve işyerlerinde kullanılabilir.
Çok katlı binalarda ruhsat alınırken zorunlu yaptırılan yangın merdivenleri yapılacak denetimlerde görüleceği üzere bazı binalarda kiler gibi kullanılmaktadır, herkes kendi dairesinin güvenliğini kendi sağlayarak buralarında yapılacak denetimlerle amacına uygun halde olması sağlanmalıdır.
Afetlerden biri olan sel ve su baskınlarına karşı neler yapabiliriz onları da  şöyle sıralayabiliriz.
Öncelikle tüm yerleşim birimlerinde yağmur suyu ve kanalizasyon şebekelerinin birbirinden ayrılması. Bilindiği üzere yağmur çok yağdığı zaman kanalizasyonlar yağmur sularını çekmekte yetersiz kalınca bodrum katlarda kimi zaman geri tepmeler yaşanmaktadır.
Ülkemiz ve ilimiz genelinde bu konuda çalışmalar başlanmış olsa da şu an itibarı ile yeterli olmayıp yağmur yağdığında halen birçok sıkıntı yaşanmaktadır. Yağmur yağdığı zamanlarda Belediye yetkilileri cadde ve sokakları gezerek nerelerde su birikiyor, nelerden geçilemiyor, nereleri su basıyor onları tespit ederek ona göre gerekli çalışmaları yapmalı. Yapılan yağmur suyu boru ve ızgaraları yeterlimi, çalışıyormu, bazen de yol eğim hataları yüzünden yağmur suları ızgaralara uğramadan yollardan gitmektedir, bunlara dikkat edilerek, yapılan yağmur suyu ızgaralarının yağmur mevsimlerinden önce açılıp içlerinde biriken çöp ve çamur gibi atıklardan temizlenerek yapılan çalışmalar en verimli hale getirilmelidir.
Ülkemiz genelinde dereler yetersiz kalıp taşkınlar meydana gelip can ve mal kayıpları gelince derelerin ıslahı gündeme geliyor, pansuman, bazen de göstermelik tedbirlerle çalışmalar yapılıyor, aradan zaman geçince aynı sıkıntılar veya benzerleri aynı veya başka yerlerde yine karşımıza çıkıyor. Buraya daha önceden en fazla şu kadar yağış oldu bu kadar çalışma yeterli deniliyor, maalesef küresel ısınma dediğimiz olaydan dolayı iklimler değişti, neyin ne zaman, ne kadar yağacağı belli olmadığı içinde bu konu iyice düşünülüp gerekli çalışmalar ani ve büyük olasılıklara göre yapılmalı.
İlimiz Çorum’un içinden geçen; İçeridere Bağlarından başlayıp Kapaklı ve Mimar Sinan taraflarından geçen, Sülüklü deresinden başlayıp Altınevler, Bahabey Caddesinden Hamit Duran Caddesinden Cemilbey Caddesini geçip Kışlanın arkasından geçen, Melikgazi Tepesinden başlayıp Nadıktan Stadyum önünden geçen dereler ilimiz yağmur suları için büyük bir şanstır.
Zaten bu derelerden de yıllardır istifade edilmektedir. Bu derelerin geçtiği yerlerdeki yağmur suyu ızgaraları çoğaltılıp ızgara giderlerinin derelere bağlantıları büyütülürse Caddelerde fazla su birikmeyeceğini umuyorum.
Bu derelerin açıkta kalan kısımlarında görüleceği üzere, bazı vatandaşlar nasıl olsa su götürür mantığı ile olsa gerek çöplerini buralara atmakta, dereler pislik yuvasına dönmektedir, buna da bir önlem alınmalı. Yine bu derelerin açıkta kalan bazı kısımlarında görüleceği üzere otlar ağaç gibi büyümektedir. Bu derelerin kapalı kısımlarını temizleyen teknolojik araç ve gereçler mutlaka vardır, bunların araştırılıp taşkınlar olmadan derelerin kapalı kısımlarından başlayarak mutlaka temizliklerinin yapılıp taşkın önlemlerinin alınması gereklidir.
İlimiz Çorum’daki diğer derelerden de biraz bahsedecek olursak; Samsun yolu üzerinde bulunan ve sıklık mevkii dediğimiz bölgeden yaklaşık 10 km’lik dağlık bir alanın yağmur sularını toplayan Sıklık deresi, Çimento Fabrikasının üzerinde bulunan taş ocaklarının alt kısmındaki yağmur sularını toplayarak Çimento Fabrikası Camii üst kısmından İtfaiye arkasından Park Bahçeler Müdürlüğüne ulaşmakta, ayrıca önceden buraya Çimento Fabrikası içinden biriken yağmur suları da katılmakta idi. Öncelikle buraya kadar olan kısımlar mutlaka temizlenip dere açık hale getirilmelidir. Maalesef bu kadar uzun bir mesafeden gelen Sıklık Deresi burada afet sayılabilecek yağmur sularını taşıyamayacak büzlerin içinden Ahçı  Bağlarına geçtikten sonra daralarak yine yetersiz büzlerin içinden Melikgazi Deresine bağlanmaktadır.
Yağmur çok yağdığında Sıklık Deresinde oluşan yağmur suları belirttiğim daralmış yerleri geçemeyince ilk önce Anadolu Sokaklarda ki çukurda kalan  evleri ve o bölgede ki bodrumları yağmur suyu basmakta, hatta çok şiddetli yağışlarda Fatih Caddesinden Osmancık Caddesine ve yan sokaklardan şehir merkezine doğru sel oluşmaktadır.
Sıklık Deresi, Park ve Bahçeler Müdürlüğü alanından itibaren büzler alınarak mutlaka genişletilmelidir veya Park ve Bahçeler Müdürlüğünden itibaren fuar alanı arkasından Fatih Caddesinden 1 veya 1.5 metre çapındaki borularla Melikgazi Deresine bağlanırsa Samsun yolundan ve Bahabey Çamlığından gelen yağmur suları da şehrimize inmeden Melikgazi Deresi ile birlikte Derinçaya dökülür.
Binevler’in üzerinde bulunan Çomar veya diğer adıyla Çorum Barajından başlayarak Ilıca Bağlarından geçip Buharaevler’in  altından geçen Derenin de temizlenip ıslah edilerek,yağmur yağdığında o civar yollarda ve Buharaevler’in  alt  kısmı olan Pazar yeri ve Buharaevler Camii ve diğer kısımlarda biriken yağmur suları bu dereye bağlanarak tahliye edilebilir.
Ayarık Bağlarından başlayarak İbrahim Çayırı Bağlarından geçen dere İbrahim Çayırı Bağlarını geçtikten sonra daralarak Osmancık Caddesini geçip yine dar bir dere yatağı ile Derinçaya ulaşmaktadır. Bu derenin dar kısımlarının ve büzlerle geçilen yerlerin genişletilmesi gereklidir.
Silmkentin kuzeydoğusunda ki dağlardan gelen ve çok büyük olan dere Silmkentin altından ki dar bir dere yatağı ile İbrahim Çayırı Bağlarının üst kısmındaki dar bir büzle Osmancık Caddesine hafriyat atıklarından yol bulabildiği dar dere yataklarından geçip Derinçaya ulaşmaktadır. Bu dere çok uzaklardan topladığı yağmur sularını bu belirttiğim dar dere yataklarından Derinçaya ulaştırmaya çalışmakta ulaştıramadığı zamanlarda bu bölgeleri yağmur suyu basmaktadır.
Silmkentin ilerisinden gelen bu derenin dar olan dere yatakları genişletip temizlenerek geçtiği kanal ve büzler büyütülürse bu bölgede oluşan su taşkınları da önlenmiş olur.
İbahimçayırı Bağlarını geçip Kuruçay Köyü köyüne giderken solda kalan bölgede bulunan bağların içinden dere yatağı gözlerden uzak olduğundan olsa gerek sanki hafriyat atıkları dökme yeri gibi kullanılmakta buda taşkınlara sebep olmaktadır. Bu derede o bölgedeki diğer dereler gibi Osmancık Caddesini geçip Derinçaya ulaşmaya çalışmaktadır. Bu dereninde temizlenip genişletilmesi gereklidir.
Aslında ilimizden geçen dereler çöplük gibi kullanılmakta yine bazı derelere hafriyat atıkları atılmaktadır bunu önlemek için mutlaka caydırıcı önlemler alınmalıdır, yoksa duyarsız bazı kişiler bu dereleri tıkamaya devam edecektir.
Hafriyat atıkları için benim önerim tüm İl ve İlçelerde şehirlerin fazla uzak olmayan bölgelerine evlerindeki tamir ve onarım yaptırdıklarında oluşan hafriyat atıklarını atabilecekleri hafriyat atık sahaları oluşturup çeşitli duyurularla vatandaşlara böyle alanların varlığından haber edilir vatandaşların hafriyat atıklarını buralara dökmesi sağlanırsa dereler bu hafriyat atıklarından kurtulur.
İlimiz Çorum’daki yağmur suyu çalışmalarından biri olan Hıdırlık mevkii alt kısımlarından Sancaktar Camii altına kadar yapılan 1 metre çapından büyük yağmur suyu borusunun Sancaktar Camiinden Kıbrıs Caddesine kadar uzanan Milönü Caddesi boyunca uzatılarak ve iki ana kola ayrılarak kolun birisi Kiremit Minare Camii yanından Kıbrıs Caddesinden Esnafevleri Semtinden Diş Hastanesi yanındaki Sokaktan Bahabey Caddesinin Bahar Caddesi ile kesiştiği yere kadar uzatılarak ve gerekli yerlere ızgaralar konularak bu semtlerde oluşan ve çok yağmur yağdığında yetersiz kalan yağmur suyu hattı yerine yeni ve daha büyük yapılacak bu hat ile bu bölgedeki biriken yağmur suları daha kolay bir şekilde tahliye edilmiş olur. Sancaktar camiinden Kıbrıs Caddesi ile  Askerlik Şubesi ile Kale arasındaki sokaklara yapılacak uzantılarla ve uygun yerlere yapılacak ızgaralarla Emek Caddesinden ve Eti Lisesi yanındaki sokaklardan gelen yağmur suları tahliye edilebilir, bu  hat gerektiğinde Cengiz Topel Caddesine kadar uzatılabilir bu kısımlarda biriken yağmur sularıda tahliye edilmiş olur. Bu şekilde yapılacak çalışmalar ile şehir merkezine gelen yağmur suları büyük ölçüde engellenmiş olur.
İlimizde bizim göremediğimiz yerlerde oluşan yağmur suyu taşkınları ve yağmur suyu birikintileri  mutlaka vardır, onlarında yetkili mercilere iletilerek, yetkili kişilerinde çok yağmur yağdığında cadde ve sokakları gezerek su taşkını ve birikintileri olan yerlere gerekli çalışmaları yaparak sorunlar giderilmeye çalışılmalıdır.
Kış aylarında oluşan buzlanmalara karşı şu önlemleri alabiliriz.
Kar yağdığında ilk anda şehirlerin her tarafını aynı anda temizlemek mümkün olamayacağı için özellikle kaldırımlarda buzlanmalar olmakta bu buzları kırıp temizlemekte uzun zaman almakta olduğundan vatandaşlarımız yürümekte zorlanıp, bazen de düşüp yaralanmalar olmaktadır.
Bu konuda çok uzun süredir düşündüm, teknik olarak mümkün olurmu veya yapılan iş yararlı olurmu bilemiyorum ama yaz aylarında kaldırımları temizleyen araçları yapan firmalar bir AR-GE çalışması yaparak kaldırımları temizleyen küçük araçların önüne hidrolikli kazıyıcı ile, araçlara eklenecek buhar kazanları ile buhar üreterek kazıyıcıların önüne buhar vererek, kaldırımlarda ki buzları buharla eritip, kazıyıcı ile sıyırıp kaldırımlarda ki kar ve buzlar temizlenebilir. Eğer bu sistem denenip başarılı olursa yollarda kar temizliği yapan büyük iş araçlarda böyle sistemlerle donatılıp buzlu yollarda yaptıkları çalışmalarda da kullanılabilir. Bunlarla birlikte kaldırımlarda ki buzları eritmek için küçük kaldırım temizleyici araçlara tuz serpme sistemleri eklenerek kaldırımlarda ki buzlar eritilebilir.
Buzlanma meydana geldiğinde şehir içi cadde ve sokaklara buzları eritip fren emniyeti sağlamak amacıyla serpilen mucur ve tuz karışımı buzlar eridikten sonra mucurları ayrıca temizlenemediği için akan sularla birlikte yağmur suyu lagarlarının daralmasına bazen de tıkanmasına sebep olmaktadır, birçok yağmur suyu lagarı işlemez hale gelmektedir, bunun önüne geçmek için şehir içi yollarda yapılan buz eritme çalışmalarında araştırılıp, denenip sadece iri tuz kullanarak kullanılırsa buzları eritirken yağmur suyu hatlarının tıkanmasının da bir ölçüde önüne geçmiş oluruz.
Kışın kar ne zaman yağacağı belli olmadığı için önceden yapılacak planlama ile temizlik işleri ve ekipmanlarının kış aylarında 7 gün 24 saat esasına göre, buzlanma ihtimaline karşı şehirlerin büyük bir bölümüne hizmet verecek şekilde planlama yapılırda kar yağdığında, buzlanma olmadan kar temizleme işlemlerine başlanılırsa zaman geçtikten sonraki zorluklar yaşanmaz.
Ben bu yazdıklarımı; yaşadığım, gördüğüm ve izlediğim olaylar neticesine göre tavsiye niteliğinde yazarken de bazı önerilerimin teknik olarak ve işe yarayıp yaramayacağının araştırılarak, deneme yapılarak halkımızın tüm afetlerden zarar görmeden veya en az zararlarla nasıl kurtulabileceği düşüncesi ile uzun yıllar devamlı araştırarak, en ince ayrıntılarına kadar yazmaya çalıştım.
Bu yazımla çok yakın ilgili olduğu için Temmuz-2000 de yazdığım aşağıdaki “HERHANGİ BİR AFET DURUMUNDA KRİZ MASASININ YAPABİLECEĞİ HAZIRLIKLAR ŞU ŞEKİLDE OLABİLİR” başlıklı yazımı da ekleyerek konunun bir bütün oluşmasını düşündüm.
HERHANGİ BİR AFET DURUMUNDA KRİZ MASASININ YAPABİLECEĞİ HAZIRLIKLAR ŞU ŞEKİLDE OLABİLİR:
1- Kriz masasının oluşturulması,
2- Haberleşmeyi temin ekipleri,
a-) Telefon hatlarının açık tutulmasının temini ve çeşitli bölgelere geçici telefonların konulmasının sağlanması,
b-) Yardım ekipleri arasında haberleşmeyi ve koordinasyonu temin için geçici telsiz istasyonu kurulup herhangi bir afet durumunda hangi ekibin hangi kanalda ve kodda haberleşeceğinin ve kimlere telsiz verileceğinin önceden kararlaştırılıp, afet anında bu ekiplere telsiz verilmesi.
3- Öncelikle kriz masası, haberleşme ekipleri ve sağlık ekipleri için gerekli elektrik enerjisinin temini başta olmak üzere elektrik temini için jeneratör ve aydınlatma ekiplerinin belirlenmesi.
4- Yangın ve sel baskınlarına karşı Afet kriz masası emrine yeterli sayıda itfaiye ekibinin çağrılması.
5-Güvenlik ve Trafik akışının düzenlenmesi için ekiplerin belirlenmesi.
6- Arama ekip ve araçlarının belirlenmesi.
7- Kurtarma ekip ve araçlarının belirlenmesi ve enkaz altından çıkartılan ölü ve yaralıların nereden çıkartıldığı, kim olduğu ve nereye, hangi araçla gönderildiğinin kayıt edilmesi.
8- Sağlık ekiplerinin hazırlanması. Enkaz altından ağır yaralı olarak çıkartılanlar için acil ameliyat yapılabilen ambulanslardan temin edilip ilk müdahalenin bu tip ambulanslarda yapılması. Bu tip ambulanslardan her şehirde ortalama iki tane olsa, özellikle ağır yaralanmalı trafik ve iş kazalarında yolda ölümler önemli ölçüde azalır. Herhangi bir afet durumunda ise her ilden bir tane bu tip ambulans afet bölgesine gönderilse birçok canda bu şekilde kurtarılmış olur.
9- Çadır kurma bölgelerinin herhangi bir afet olmadan yerlerinin belirlenmesi.
10- Çadır yeri hazırlama ekiplerinin belirlenmesi. Çadırların, su baskınlarından etkilenmeyecek, ulaşımı rahat bölgelere çadırların yüksekte kalacak şekilde aralara yol açılıp, çakıl serilip yerlerinin hazırlanması. Herhangi bir afet durumunda tüm illerden fazla miktarda iş makinası ve ekip gönderilmekte, bir kısmı hiç çalışmadan geri gitmektedir. Çadır yeri hazırlamak için bunlardan istifade edilebilir.
11- Çadır kurma ekiplerinin belirlenmesi.
12- Seyyar tuvalet ve seyyar banyo kurma ve atık suların tahliye ekiplerinin belirlenmesi.
13- Afet bölgesinin dezenfektesi için kireçleme ve ilaçlama ekiplerinin belirlenmesi.
14- Afet anında su şebekeleri kullanılamaz duruma geldiğinden, önceden; içme ve kullanma suyunun nereden ve nasıl temin edilebileceğinin belirlenmesi ve bu suları temin edecek ekibin belirlenmesi.
15- Seyyar fırın ve seyyar mutfak kurma ekiplerinin belirlenmesi.
16- Gelen yardım ekiplerinin, araç ve gereçlerin o ilin kriz masasına ulaşabilmesi için gerekli organizasyonun yapılması.
17- Yardım için gelen ekiplerin nerelerde görevlendirileceklerinin organizesi ve gelen yardım ekiplerinin barınma yerlerinin tespit edilmesi.
18- Gelen yardımların tasnif, dağıtım ve depolanma yerlerinin ve bu işle görevlendirilecek ekiplerin belirlenmesi.      Eylül – 2013     

 YIL 15 SAYI 177 25-Kasım- 2013

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 

 05

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

AVCILIK VE DÜŞÜNCELERİM
            Av sezonunun açılışı nedeniyle bu yazımda sizlerle kara avcılığı ile ilgili duygu ve düşüncemi paylaşmak istiyorum.
            İnsanoğlu var olduğu ilk günlerden itibaren,ilk başlarda tamamen beslenme amacı ile ilkel silahlarla yapılan avcılık,günümüzde teknoloji ve ulaşımda sağlanan ilerleme ve kolaylıklar nedeniyle nerede ise av hayvanı katliamına hatta av hayvanı neslinin tükenmesine sebep olacak boyutlara ulaştığını görmekteyiz.
            1990 yılı başlarında arkadaşlarımdan avcılık yapanlarında teşvikiyle av ruhsatı alıp avcılık kulübüne üye olarak bir müddet avcılık yaptım. Eğer av hayvanlarının nesli korunacaksa avcılık yapacakların avcılar kulübüne üye olup eğitim verilerek avcılığı da kontrollü olarak yaptırma zorunluluğu getirilmeli diyorum.
            Avcılık yapanların bir kısmı konulan kurallara uyarken,bir bölümü otomatik av tüfeklerinin fişek haznelerini büyüterek,diğer taraftan özellikle kırsal bölgelerde,yasak bölgelerde ve yasaklı günlerde ve yavrulama zamanına da uymadan hatta hileli yollarla av yapmaktadırlar. Kurallara uymadan yapılan bu tür avcılığa avcılık değil av katliamı demek daha uygun olur diyorum.
            Amaç beslenme ise avcılık için harcanan para ile çok daha fazla besin alınabilir. Eğer canımız av hayvanı eti yemek istiyorsa,çeşitli bölgelere uygun ortam sağlanarak av hayvanı çiftliği kurup av hayvanı eti temin edilebilir. Amaç silah kullanma tutkusu ise,zaten milletimizin geninde var olan bu silah kullanma tutkusunu tatmin için çeşitli bölgelerde kurulacak olan atış poligonları ile bu tutku tatmin edilebilir. Ayrıca düğün,futbol,asker uğurlama vb. gibi sevinç günlerinde yapılan silah kullanma arzusu bu poligonlarda giderilerek istenmeyen durumların önüne geçilebilir.
            Amaç Cennet Yurdumuzun güzel doğasını gezip görmek,mis gibi havasını teneffüs etmek,kekliklerin şakımasını, bülbüllerin o güzelim ötüşünü dinlemek, tavşanların koşuşmalarını seyretmek,dağların yücelerine çıkıp,engin ovaların sonsuzluğunda, sonsuz hülyalara dalmak,bu gibi güzellikleri doyasıya tatmak ise,yani hem bedenen,hem ruhen rahatlamak istiyorsak zaten benim de avcılığın en çok hoşuma giden yanı da bu. Aynı av partileri düzenlendiği gibi çeşitli turlar düzenlenerek bu eşsiz güzelliklerin doyumuna tüm halkımızı davet ederek tattırabiliriz.

YIL 4  SAYI 31    25 Ekim 2001

 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 
 

 06

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

BÜYÜK ATAM
 

Ölümünün 63. yılında Cumhuriyetimizin kurucusu büyük devlet adamı,deha komutan,büyük lider Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüzü saygıyla anarken ATAMIZIN şu veciz sözünü sizlere hediye ediyorum: S.Ulvi CIRIL

BÜYÜK OLMAK İÇİN HİÇ KİMSEYE İLTİFAT ETMEYECEKSİN,HİÇ KİMSEYİ ALDATMAYACAKSIN.
ÜLKE İÇİN GERÇEK AMAÇ NE İSE ONU GÖRECEK,O HEDEFE YÜRÜYECEKSİN.
HERKES SENİN ALEYHİNDE BULUNACAKTIR,HERKES SENİ YOLUNDAN ÇEVRİRMEYE ÇALIŞACAKTIR. FAKAT SEN BUNA KARŞI DİRENECEKSİN. ÖNÜNE SONSUZ ENGELLERDE YIĞACAKLARDIR.
KENDİNİ BÜYÜK DEĞİL KÜÇÜK,ZAYIF,ARAÇSIZ,HİÇ SAYARAK, KİMSEDEN YARDIM GELMEYECEĞİNE İNANARAK BU ENGELLERİ AŞACAKSIN.
BUNDAN SONRA DA SANA BÜYÜK DERLERSE... BUNU SÖYLEYENLERE GÜLECEKSİN.
Mustafa Kemal ATATÜRK

YIL 4 SAYI 32 25 Kasım 2001
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 

 07

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

CAMDAKİ GÜNEŞ
Çocukluğumuzda okuduğumuz bir hikâye vardı, hikâyenin adı  “Altın pencereli ev” idi. Hikâyede, bir çocuk her sabah uyandığında uzaklardaki tepenin üzerinde bir evde, altın gibi parlayan evin camlarını altın zannederek imrenerek bakar, “ah şu tepeleri aşsam da karşımda duran bu eve ulaşıp o altınlara sahip olsam” diye düşünürmüş.
Gerçekte parlayan, altın değil camdır. Cam ise; evin tepede olması nedeniyle, güneş doğar doğmaz ilk önce tepeleri aydınlattığı için camdan yansıyan altın görüntüsü, güneşin yansımasıdır. Çocuğun gördüğü parıltı altın değil, güneşin yansımasıdır.
Parlayan cam da olsa, altın da olsa, insan gibi aslı topraktır. Parlayan, Yüce Rabbimizin gücü ile ışık veren güneşin ışıklarıdır. Fakat cam veya altının ışığı yansıtması içinde gelen o ışığı yansıtacak özellikte cevherin olması lazımdır, parlayan cisimde yansıtacak cevher yoksa ne ışık görünür, ne de yansıma.
Parlayan cam da olsa, altın da olsa aslı topraktır demiştik ya, peki toprak nasıl oluyor da ışığı yansıtıyor? Yüce Rabbimiz kâinatı yaratırken o kadar mükemmel yaratmıştır ki hayatta gerekli olan her şey akıl sahiplerinin araştırması ile bulunup, ustasının elinde şekillenmektedir. Bir diğer maharet de; hangi cevheri en iyi nerede bulup, en iyi nerede değerlendireceğini iyi bilmektir.
Güneş ışığının değdiği her cisim ışığı yansıtır mı? Kesinlikle hayır. Öyle cisimler vardır ki bırakın ışığı yansıtmayı, ışığı yutarlar bile. Nice yüksek tepeler üstünde nice görkemli şatolar vardır ki; içlerindeki vahşet ve kötülüklerin dışa yansıması ile insan bakmaya korkar.
Bizi bakmaya imrendiren cam veya bakmaya korkutan şatonun ikisinin de aslı toprak olmasına rağmen, cazibeli veya korkutucu olan içlerindeki iyi veya kötü ruhlardır.
İnsanları da bu evlere benzetecek olursak, kimi insan cam gibi şeffaf, ayna gibi parlaktır. İçi dışı birdir, Yüce Rabbimizin verdiği nurun yansıması ile apaydınlıktır. Onu gören Yüce Yaratanı hatırlar, insan bakmaya doyamaz, her zaman onunla olmak ister, insana huzur verir.
Kimi insan vardır altın gibi kıymetlidir, ömrünü iyiliklere adamıştır, her yerde aranılan, faydalanılan, hayırlı işlerin hayırlı adamıdır.
Kimi insan vardır bina yapımında kullanılan tuğla gibi gereklidir, toplumun mozaik taşları gibi toplumu birlik beraberlik içinde tutan. Varlıkları, yok olunca belli olan toplumun temel taşlarıdır.
Kimi insan vardır çiçek bahçesindeki çiçekler gibidir, bu dünyaya doğup, büyüyüp vakti gelince tekrar toprak olmak gibi. Rast gelinirse faydalı olup, rast gelinmezse zararsız bir şekilde göçüp gitmek üzere yaratılmış.
Kimi insan vardır desteklerle duran evler gibi, sürekli başkalarının yardımıyla hayatlarını sürdüren.
Kimi insan vardır içi canavar dolu şatolar gibi, kalplerinin katılığı, vicdanlarının canavarlığı yüzlerinden okunan. Bırakın onlarla arkadaşlık yapmayı, insan, yüzlerine bakmaya iğrenir.
Hikâyemize konu olan çocuk, evlerinden, tepedeki gördüğü evle beraber güneşi de görebilseydi, işin gerçek oluş nedenini görecek, düşünceleri hakikat yolunda gelişecek, yansımalarla değil, gerçeklerle ilgilenecekti. Nihayeti o bir çocuktur, belki o kadarını düşünemeyebilir.
Bizler de yaşantımızın büyük bölümünü yansımalarla ilgilenerek geçirdiğimiz için gerçekleri göremiyor, aradan zaman geçince yıllarımızın oyalanmalarla geçtiğini görüyoruz.
Gerçekleri bilerek, gerçekleri görerek, gerçekleri yaşayarak bir ömür yaşamak dileklerimle…

YIL 14    SAYI 167    25 Ocak 2013

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 

 08

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

DEPREM ÖNCESİ   VE   SONRASI YAPABİLECEKLERİMİZ
            1- Rasathane verileri;bu işlerle ilgili bilim adamlarının koordinatlı olarak,kesin neticeye vararak  verdikleri  uyarılar  gelişmiş ülkelerin uyguladıkları araştırma ve uyarılar,çeşitli tabi at olaylarının gösterdiği değişmeler,örneğin:             Kaplıca  sularındaki anormal değişimler, çeşitli hayvanların gösterdiği tepkiler dikkatle takip edilmeli,bu  konuda  Deprem ve Afet Araştırma Merkezi kurulmalı,deprem öncesi ve sonrası  yapılacak  işler  bu  merkezden takip edilmeli.
            2- Ulaşım ve hizmet kolaylıkları nedeniy le tarıma  elverişle,sulu,çayırlık,kumluk  alanlar yerleşim birimlerine çevrilmiş,hatta bu gibi yerlere konut yapımı halen de devam etmektedir. Örneğin:
            Adapazarı  depreminde gördüğümüz gi-bi,bu  şekilde  yapılan binalar çok sağlam yapılsa bile zeminin  bozuk  ve  sulu oluşundan dolayı ya çökmekte,yada yan yatmaktadır. Bir  arazi yerleşime açılmadan önce fay, zemin etüdü  gibi  çalışmalar yapıldıktan son-ra,binalar zemini sağlam yerlere yapılmalı.
            3- Yeni  yapılacak  binalar  çok iyi denetlenmeli. Hastane, okul,itfaiye,kışla  binaları ve acil  yardımda  yararlanacak  binalar  deprem ve doğal afetlere dayanıklı hale getirilmeli.
            4- Vatandaşlarımız evlerinde kolay bulunabilecek  bir  yerde; el feneri,düdük,pet şişe su bulundurulmalı. Hatta imkanı müsait olanlar  bir  aileye  yetecek  büyüklükte  çanta tipi seyyar  çadır  alıp,herhangi bir tehlike anında bunları yanına almalı.
            5- Doğal  gaz  sisteminde  otomatik  gaz kesiciler her bina ve sokak girişinde bulunma lı,bütan gaz bayilerinin şehir işyerlerinde tanıtım  harici  tüp  bulunmamalı, tüp nakli yapan tüm araçlarda  otomatik  söndürme sistemleri bulunmalı.  Yeni  kullanılmaya  başlayan otomatik gaz  kesici dedantörler tüm ev ve işyerlerinde  kullanılan  bütan  gaz kullanıcılarında mecbur edilmeli. Depremde  duran  araçların bile  devrildikleri,yıkılan  binaların altında pat-layan tüpleri  düşündüğümüzde  işin  önemini anlayabiliriz.
            6- Hastanelerin  acil servisleri aynı anda çok kişiye ilk yardım  yapabilecek kapasitede ve yeri  kolay bulunup,araçların rahat girip çıkabileceği bir yerde olmalı.
            7- Ülkemizin her yerinde mevcut olan ve 24 saat yangın  ve sel başta olmak üzere her türlü ilk kurtarma çalışmalarına katılan itfaiye lerin Sivil Savunma Teşkilatı ile birleştirilip el-deki  araç  ve  ekipmanların  geliştirip   eldeki kadroların daha iyi bir eğitimle çok kısa bir sü rede her  türlü afete karşı güçlü bir teşkilat oluşturulabilir.
8- Tüm şehirde herhangi bir afetten etkilenmeyecek yüksek bir bölgede çelik konstriksiyonlarla güçlendirilmiş Acil Yardım Depoları kurulmalı. Burada o bölgenin acil ihtiyaçlarını karşılayacak  sayıda  kış tipi çadır,telden katlanabilir  seyyar  yatak, battaniye, su  bidonu, seyyar jeneratör,seyyar aydınlatma sistemleri,seyyar  fırın,çadır  altları için tahta palet hazır bulundurulmalı. Bunların  yılda  bir  defa il acil  yardım  ekiplerince tatbikat,bakım ve sayımı yapılmalı.
9- Her şehirde mevcut bulunan su depoları  arozözlerin  rahat  su  alabileceği şekilde düzenlenmeli. Çünkü  depremde su şebekesi arızalanınca  su  bulmak  çok sorun olmaktadır.
10-Depremde özellikle telefon haberleşmesi  durmakta   bunun  için  çare  üretilmeli. Depremin  olduğu  ilk  andan   itibaren  yetkili kimseler ile radyo  ve  televizyon  istasyonları arasında güçlü  telsiz  haberleşmesi sağlanıp vatandaşa anında doğru bilgiler aktarmalı. Afet bölgesinde çalışan tüm acil yardım ve kurtarma  ekipleri arasında  koordinasyonu  sağlayacak  telsiz  istasyonları kurup,kurtarma ekipleri  arasında  koordineli  çalışma   sağlanmalı.
11- Deprem  bölgesine  giden  yollardaki acil yardım ve kurtarma  araçları  hariç  diğer vasıtalar ya parklarda bekletilmeli,yada diğer yollardan gönderilmeli. Özellikle  ilk hafta acil yardım araçları için yollar açık tutulmalı.
12- Akut'un bir konferansına katılmıştım.  Orada  baston  biçiminde  oynar  başlıklı dürbün ve kalp atışlarını duyabilen bir cihaz göstermişlerdi.  Şu anda çok gelişmiş olarak kullanılabilen hidrolik kesici-ayırıcı-kaldırıcı aletler,çok kalın betonları bile darbesiz olarak kesici-ayırıcı- delici  aletler  bulunmaktadır.  Her ilin  Acil Yardım ve Kurtarma ekiplerinde bunlardan olmalı ve ilk müdahaleleri bunlarla yap malı.
13- Afetle  karşılaşıldığında.  Çadırların, ulaşımı   rahat,selden,sudan  etkilenmeyecek bölgelere, çadırların arasına araç girecek şekilde en az yarım metre derinlikte yol açıp, aralarına  çakıl  serpilip   yüksekteki  kısımlara tahta paletlerin üzerine çadırlar kurulmalı,her çadır bölgesinde 24 saat bekleyen itfaiye aracı bulunmalı.
14- Çadırların kurulacağı bölgelere sağlıklı bir şekilde seyyar tuvalet ve banyolar kurulmalı. Bunlara ait fosseptik çukurları sık sık vidanjörlerle  temizlenip  ilaçlanmalı. Afet bölgesi sürekli  kireçlenmeli  her  türlü  temizliğe azami özen gösterip salgın  hastalıklara karşı önlemler alınmalı.
15- Yaralılara  ilk  müdahale  için seyyar ameliyathaneler  bulundurulup  ilk  müdahale ve kayıtlar yapıldıktan sonra diğer hastanelere sevki  yapılmalı,bir  an önce tedavisi yapıl-sın diye gönderilen kişilerden daha sonra haber alınmadığı görüldüğünden  bu  tedavi  ve tedbir uygulanmalı. Vatandaşlarımız kendi çıkarttığı ölü  ve  yaralıları  fırsat  buldukları  ilk anda o ilin kriz masasına bildirmeli.
16- Gitmek isteyen afetzedelere devlete ait dinlenme  tesisleri boşaltılıp,evleri yapılın-caya kadar oturmalarına müsaade edilmeli.
17- Afete  maruz  kalan  ve sıkıntıya düşen  vatandaşlara yardım "Devletin asli göre-vi, Milletimizin  asilliğinin  gereğidir" 17 Ağus-tos 1999 Marmara Depremindeki  yardımlara Devlet-Millet   kaynaşmasının  en güzel örneğini  "Asil Milletimiz"  tüm gücüyle sergilemiştir.        
Her  türlü  afet ve sıkıntıdan uzak günler dileğimle  bu  öneri  ve görüşlerimi  taktirinize sunarım.
YIL 2 SAYI 15   25 Mart 2000
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 
 

 09

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

ELMADAĞ YOKUŞLARI
2010 Yılında yeni Elmadağ yokuşu yapılırken, aklıma bu yokuşları çıkmadan başka bir yerden düz bir yol yapılamaz mı diye çok düşündüm. 2010 yılında sürekli olarak Ankara’ya gidip gelirken Elmadağ yolu etraflarını başka bir inceleme imkânım olmadığı için görebildiğim yerlerini her gelip geçtiğimde inceledim.
Bu anlatacağım yerler benim gözümle incelediğim yerlerdir ve benim çalışmam sadece bir öneridir. Mutlaka araştırılacak, etüdüler yapılacak, şartlar uygun olurda yapılırsa Karadeniz, Doğu Anadolu ve İç Anadolu’yu başkentimiz Ankara’ya bağlayan yoldaki en büyük yokuşlardan, kışın korkulu bir Elmadağ yokuşu yerine, daha kısa sürede yol alabileceğimiz düz bir yolumuz olacaktır.
google haritada görüleceği üzere şimdi ki kullanılan Elmadağ yolu, Kayadibi'ni geçtikten sonra sola dönülerek yokuşla çıkılmakta, Hasanoğlan ayrımından Elmadağ’a sağa doğru yokuşla çıkılmaktadır. Benim önerdiğim yol ise; ekteki  haritada görüleceği üzere D200 karayolunun Kayadibi’ndeki E88 kodlu yerden Hasanoğlan yol ayrımındaki  E88 kodlu yere kadar çok düz bir bölgeden geçmektedir.
Yeni yapılacak otoyol buradan geçerse Elmadağ uzak kalır diyen olursa; zaten otoyollar genelde şehir merkezlerinin uzağından geçmektedir. Elmadağ ilçesinin büyük bölümü, barut, roket ve çimento fabrikaları aşağı düzlükte bulunmakta, bu önerdiğim yol yapılırsa onlara da avantaj sağlayacaktır.
Yapılmasını arzuladığım yol, gözümle incelediğim şekliyle; Çorum’dan Ankara ya giderken Elmadağ’ın altındaki Kayadibi’ne gelen dere, Elmadağ ilçesi arkasından gelmekte ve burada bir vadi bulunmaktadır. Bu vadinin ilerisi Elmadağ ilçesi arkasındaki dağa dayanmaktadır, buraya mutlaka tünel, belki bazı kısımlara viyadük de gerekecektir. Elmadağ ilçesi arkası bu şekilde geçilebilirse, oradan itibaren Lalahan istikametine doğru olan arazi görüleceği üzere çok düzdür. Ankara’dan Çorum’a gelirken Hasanoğlan yol ayrımından sonra yol, Elmadağ’a doğru sağa doğru yokuş çıkarak devam etmektedir. Hasanoğlan yol ayrımından sonra sağa dönmeden direkt karşıya geçildiğinde orada çukurluk ve karşıda küçük bir tepe bulunmaktadır. Oraya kısa bir tünel yapılarak veya oradaki tepe, Hasanoğlan yol ayrımından tepe ile arasındaki çukurluğa doldurulursa tünele de gerek kalmaz, bu kısım Kayadibi’nden gelen yolla birleştirilirse Elmadağ yokuşlarını her iki taraftan çıkmadan düz bir yol açılacağını umuyorum.
Bu yolu istememde ki nedenler: Yeni  Ankara-Samsun otoyolu  yapılacak olması, elbette ki yeni otoyolun bu daha düz, daha kısa, ve mümkün olduğunca az yokuşlu, daha kısa sürede aşılması düşünüleceğinden ben  de acizane görüşlerimi belirtmek istedim.
Biraz da yeni açılan tünellerden bahsedeyim ki Elmadağ’a emsal olsun. Bolu dağına alternatif olarak 2007 yılında açılan Bolu dağı tüneli 3200 metredir, Bolu tüneli ilerisindeki viyadükler 4600 metredir. Yine 2007 yılında açılan Bolaman yokuşlarına alternatif, ülkemizin şu anki en uzun tüneli Ordu- Perşembe tüneli 3819 metredir. Umarım Elmadağ da böyle kolay bir şekilde geçilir.  24. Ocak. 2012 Çorum
 
YIL 14     SAYI 168    25 Şubat 2013
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 
 

 10

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

ERENLER DİYARINDA BİR GEZİ
            Uzun süredir Niğde-Aksaray bölgesindeki Anadolu Erenlerini ziyaret etmek istiyordum. Sağ olsunlar dostlarımda buraları görme isteği ile bir arkadaşımızın panel-van minibüsü ile on kişilik grup olduk. Yusuf Tombuş ve Muhittin Argut abilerimizin mihmandarlığında karalaştırdığımız günün sabahı saat 05,30'da Çorum'dan hareket ederek yolculuğumuza başladık.
Yusuf ağabeyimizin daha önce çalıştığı “Dağ Tesislerinde” kahvaltımızı yaptıktan sonra Kırıkkale'ye bağlı Hasan Dede beldesindeki Hasan Dede türbesini ve külliyesini ziyaret ederek ilk ziyaretimizi yapmış olduk.
Zamanımızın  bir günle sınırlı ve çok yer ziyaret etme durumunda olduğumuz için ziyaret ettiğimiz yerler ve kişiler hakkında detaylı bir not tutamadım,yalnızca az da olsa hatıra için fotoğraf çektirebildik.
Çok etkilendiğim bu ziyaretlerden hissedebildiklerimi ve gördüklerimi sizlerle                                    
paylaşmak istedim. Ziyaret ettiğimiz bu yerler hakkında ileride yazmaya da devam edeceğim.
Bu gün oturduğumuz bu topraklarda bulunmamıza,yerleşmemiz için  savaş yerine kalplerdeki sevgi ile Savaşlardan önce kalpleri fethederek,yaşadığımı bu Cennet Yurdu bizlere hediye eden bu Anadolu Erenlerinin yaktığı ve yüzyıllardır yanmaya devam eden sevgi ateşini bir kez daha her birinde ayrı ayrı yeniden hissettim. Zaman tüneline girip Yunus Emre'nin sevgi dolu şiirini,Caca Beyin;İlhanlılar Döneminde yapılan ilk medresesi * Ahi Evran'ın esnaf arasında sağladığı birliği ve dirliği,Somuncu Baba'nın Hakka talip ve teslim oluşlarını gördüm. Allah C.C. Onlardan ve kalpleri Hak ve Halk sevgisiyle dolu insanlardan razı olsun.
Hasande'den sonra Yusuf ağabeyimizin köyü olan  Kırşehir ili Akpınar ilçesi Soflazlı köyüne uğradık. Çok az ağacı olan fakat mis gibi yayla havası kokan bu köyde Yusuf ağabeyinin amca oğlu Molla ağabeye misafir olduk. Aman ne misafirperverlik. Böyle cömert insanları görünce kendimi Cennette hissediyorum. Allah C.C. böyle cömert ve misafirperver insanların sayısını arttırsın.
Öğleyin Kırşehir'e indik. Ahi Evran Türbesini ararken çarşıda değişik yapılı bir cami gördük. Buraya bakalım dedik. Meğer burası Caca Beyin (1240-1301) yaptırdığı medrese bugün adıyla anılan bir cami olarak görev V yapıyordu.(1) 1272 tarihinde yapılan bu medresede Türkçe eğitim verilmekte olduğu,medrese bünyesinde gözlemevi olarak da kullanıldığı söylendi. Kubbesinin üstü cam olan bu yapının,kubbesinin alt kısmında üç metre derinliğinde bir kuyu bulunmakta. Bu kuyu su ile doldurulup,yukarıda yansıyan yıldızların buradan incelendiğini söylediler.
Bu bina bünyesinde Caca Beyinde türbesi bulunmakta.
Geçmişte en büyük buluşları atalarımız bulmuş,bilim ve tıp alanında en büyük çalışmaları atalarımız yapmışlar bunları biliyoruz. Bu bilgileri araştırmıyoruz. Atalarımız gibi çalışmıyoruz.
Cumhuriyetimizin kurucusu büyük lider,Mustafa Kemal Atatürk “Türk “ Öğün,Çalış,Güven” demiş.
Caca Beyden ahi Evran'a geçtik. Ahi Evran bilindiği üzere esnaflar arasında birlik ve dirliği sağlayan bir Türk büyüğümüz. Onun türbesi de Kırşehir'in içerisinde kendi adıyla anılan bir camide bulunmakta. Caminin avlusu tören yapılacak şekilde düzenlenmiş ve ayrıca avluda Ahi Evran'ın heykeli de bulunmakta.Ahi Evran'dan sonra türbesi yine Kırşehir çevre yolunun yanındaki mezarlıkta bulunan Aşık Paşa'ya uğradık. Aşık Paşa bilindiği gibi Çorum Evliyalarından Elvan Çelebinin babasıdır.
Aşık Paşa'yı ziyaretimizden sonra da ziyaret ettikten sonra Kırşehir'e bağlı Ortaköy İlçesi Sarıkaramanlı köyü Nevruz tepede türbesi bulunan Yunus Emre'mizi ziyaret ettik. Ben Yunus Emre'mizin mezarının Eskişehir'de olduğunu duymuştum. Mezarı ister Eskişehir'de olmuş,ister Kırşehir'de. Kişi sevdiği ile beraberdir diye bir söz vardır, sonra bir insan yüz yıllardır kalplerde yaşıyorsa onlara ölü demekte doğru değildir zaten. Bizim için mezarı değil,onların yaşadığı yerleri ve mekanları görüp onların teneffüs ettiği havayı soluyup,o zaman tünelinde bir yolculuk yapmaktı. O anıları da dostlarımla beraber yaşadım.
Yunus Emre gibi kalbi sevgi dolu güzel insanlar dergahlarda,çile hanelerde nefislerini terbiye edip,ilim tahsil edip,yaşadıkları dönemlerde hakkın emrince insanları hakka,sevgiye,hoşgörüye davet etmiş,tüm insanlığın kalbinde taht kurmuş,bu kadirşinas aziz milletimizde onların mezarlarını tıpkı Kırşehir'de olduğu gibi gelecek nesillere,deniz fenerinin ışığı gibi,ışık saçsın,minareler gibi sesleri uzaklara duyursun,suların tıpkı Nevruz Tepeye çıkarken gördüğümüz gibi iki göletin susuz ovaları suladığı gibi sevgiye susayan gönülleri sulasın diye yükseklikler koymuş,oradan tüm insanlığa sevgi çağrısı yapmaktadır.
Selam size Yunus Emre'm,Taptuk Emre'm ve tüm hak dostları!
Benim burada tarih araştırmacılarından isteğim;tarihe mal olmuş bu büyük kişileri halkımıza büyük bir aşkla sevdiklerinden bazılarının birkaç yerde türbesi bulunmaktadır. Hangi yerin gerçek mezarı,hangi yerin yaşadığı mekanlar olduğu belirtilirse özellikle yeni yetişen nesil için ve onlara ilk defa gidenler için kafalarında bir takım soruların oluşmasını önleyecektir.
Bu bölgede Yunus Emre'mizin türbesinin olduğu Nevruz Tepeye güzel bir açık hava konferans alanı,çeşme,camii ve piknik alanı,büyük bir kitabe ve çevre düzenlemesi de yapılmış olması sevindirici.
Türbeyi haritada göremedik,ararken de biraz zorlandık,çünkü yön tablası azdı. Burada haritalarda belirtilir ve yollara yeterli kadar yön levhası konulursa oraları ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancı turistler için büyük kolaylık olur diye düşünüyorum.
Yunus Emre'mizi ziyaretten sonra yine Kırşehir ili Ortaköy ilçesi Balcılar beldesi Taptık köyünde bulunan Taptuk Emre'mizin türbesine gittik. Bilindiği üzere Tapduk Emre Yunus Emre'mizin şeyhi. Yani ilim öğrendiği,hocası ve o meşhur odunların eğrisini bile götürmediği dergahı. Türbeyi gördüm fakat dergahı görmedim. Orada bulunanlara sordum,dergah çok eskidiği için yıkılmış,yerine Tapduk Emre'nin türbesi ve yanına cami yapılmış.
Tapduk Emre'den sonra Aksaray  ili içerisinde ervah mezarlığı içinde yattığı söylenen Somuncu Baba türbesine gittik. Somuncu Baba'nın mezarının da birkaç yerde olduğu bilinmekte,fakat Bursa'nın haricinde Aksaray'da da yaşadığı ve Hacı Bayram-ı Veli'ye hocalık yaptığını oradaki yazıdan öğrenmiş oldum.
Ervah mezarlığındaki Somuncu Baba türbesine geldiğimde bir yazıyla irkildim. Oradaki yazıda o bölgede (Aksaray ili) yedi bin evliyanın yattığı yazıyordu. Duygulanmamak elde değil. Cennet Yurdum,güzel Anadolu'mun hangi karış toprağında Şehit yok ki ? evliya yok ki ? O yüzden bu topraklar güzel,bu topraklar Cennet. Mehmet Akif boşuna dememiş “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı;düşün altında binlerce kefensiz yatanı” Rabbimin Rahmeti onların üzerine olsun.
Somuncu Baba türbesinin hemen altında Somuncu Baba çile hanesi var. Oraya da girdim. Bilindiği üzere tasavvufta ilk gece nefis terbiye edilmeli. Nefsi terbiye etmenin bir yolunda çile haneden geçmektedir. Yani toprağa girmeden,toprak gibi olmak. Bu büyük kişilerde nefislerini toprak yapmış,toprağın içinde köklü,şanlı ve asil bir geçmişin tohumlarını ekmiş,kimi ulu bir çınar olmuş ecdadına yaraşır bir imparatorluğun yolunu açmış,kimi sevgi tohumu olmuş güller gibi kokmuş,bülbüller gibi coşmuş. Sevilmiş,sevmişler,nice maddi zenginlik içinde yaşarken ölenlerin çoğu hatırlanmazken hakkı tavsiye edip,sevgi dünyaları ırmaklar gibi coşan Yunus Emre'mizin ve diğer halk aşıkları yüzyıllardır gönüllerde sevgi saraylarının tahtlarında sultanlıklarını sürdürmektedirler.
Gitmek isteyenler için yazıyorum. Kırıkkale üzerinden buraya kadar ziyaretler dahil 470 kilometre yol yapmışız. Dönüşte Kırşehir,Çiçekdağı,Yozgat üzerinden yaptık. Bu şekilde toplam 800 kilometreye yakın yol yapmış olduk ve aynı günün gecesi Çorum'a döndük.
Rabbim;tüm insanlığı hakkın emrince sevgi denizinde yaşayan kullarından eylesin.
 
 
*Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 6. cilt Caca Bey Maddesi 539 sayfa: Bu maddeyi hazırlayan Semavi İyice;İlhanlılar döneminde ilk inşa edilen medrese olduğunu ve halkın inanışlarına göre burasının rasathane olduğu söylentilerinin aydınlatılmasının gerektiği belirtmektedir. Minaresinin eskiden rasat kulesi olduğu,kazıda çıkartılan kuyunun rasat kulesi olmasının ihtimalinin az olduğunu belirtmektedir. İlgilenenlerin o maddeyi incelemeleri
 
YIL 5  SAYI 52    25 Temmuz 2003
YIL 6  SAYI 53    25 Ağustos 2003
YIL 6 SAYI 54 25 Eylül 2003
YIL 6  SAYI 55   25 Ekim 2003
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 
 

11

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

EVİNİ TEPEYE YAPARSAN YEL,DEREYE YAPARSAN SEL;FAY HATTINA YAPARSAN DEPREM ALIR.
İsmim Suhubi Ulvi CIRIL. 1958 Çorum doğumluyum. Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler mezunuyum. Çorum Belediyesi İtfaiye Müdürlüğünde İtfaiye Eri olarak çalışmak-tayım.
17 Ağustos 1999 Marmara Bölgesi Depreminde Belediyemizin Adapazarı'na gönderdiği ilk giden yardım ekibi ile birlikte depremin ikinci gününden itibaren bir hafta süre ile görev yaptım.
Bir hafta boyunca görev yaptığım deprem bölgesinde edindiğim izlenimlerim şunlardır. Deprem ve afetlere her an maruz kalabileceğimiz bir coğrafyada yaşamış ve yaşamak zorunda olmamıza rağmen bu konuda fazla bir hazırlığımızın olmadığını, olsa bile o anda organize olamadığımızı, karşılaştığımız sorunlar ve gördüğümüz olaylar göstermiş bulunmak-tadır. Asrın felâketinin üzerinden bir yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen en ufak bir yağmurda su basan çadırları, banyo yapamamaktan bitlenen,hastalanan çocukları tele-vizyonlarda gördüğümüzde içimiz burkulmakta,sorunların yığınla beklediğini görmekteyiz. Bilim adamlarının sürekli uyarılarda bulunma-sına rağmen deprem riski taşıyan bölgelerde yeterli bir çalışmanın ve hazırlığın olduğunu söylemek bana pek inandırıcı gelmiyor. Çok sevdiğim askerlikte unutamadığım bir söz vardı ;”Barışta ter dökmeyen,savaşta kan döker” diye. Bunu afetlere hazırlıklı olmak için de kullanmalıyız. Mutlaka önceden hazırlık!
Allah böyle felâketler göstermesin ama o sıkıntılardan ders alıp tedbirlerimizi ona göre alırsak hiç değilse gelecek nesiller ve yarınlarımızda fazla sıkıntı çekmeyiz. Çok büyük bir afet yaşandı. Afetlere karşı kuruluşlarımız, hazırlığımız var dedik ama bunlardan anında yararlanamadık. Kızılay'ın kısa sürede yardım götüremediğini, götürdüğü yardımlardan başta çadırlar olmak üzere çoğunun bakımsız delik ve eskimiş olduğunu; Sivil Savunma'nın personelinin az,araç ve gereçlerinin yetersiz olduğunu gördük. Afetler maalesef davul-zurna ile ben geliyorum diye bağırarak gelmiyor. Nerede, ne zaman, ne şekilde olacağı belli olmadan geliyor. gücümüzle çalışıyoruz. Çürük zeminlere, fay hatlarına, plansız programsız çürük yapılar yaparak; binaların içini adam sende bir şey olmaz diyerek iç duvarlarını alıp içlerini büyüttüğümüzü zannederek afetlere davetiye hazırlıyoruz, ondan sonrada kime suç yükleyeceğimizi şaşırıyoruz. Elbette hatalar işlenmişse cezasız kalmamalı. Onlarla uğraşacak mercilerimiz vardır. Bizlerin yapacağı; öncelikle yaraları sarmak, oradaki sorunları gidermek ve olanlardan ders alıp olabilecek afetlere karşı hazırlık ve plan yapmak olmalı.
Oradaki yaşanan sıkıntılar her ne kadar televizyon ve diğer basın yayın araçları ile anlatılsa bile, oraların sıkıntılarını; o afeti yaşayanlar,yaşantılarını o bölgede devam ettirmek zorunda olanlar ve oralara gidip o sıkıntıları gören,yaşayıp,o sıkıntılardan ders almaya çalışanlar anlar. O felaketi görüp, o sıkıntıları yaşayan,o sıkıntıları her an üzülerek hisseden bir vatandaş olarak aklımın erdiğince afet bölgesinin görebildiğimce durumunu,anılarımı ve önerilerimi anlatmaya çalışacağım.
17 Ağustos 1999 akşamı  Belediyemizin hazırladığı ve Çorum İtfaiye Müdürümüzün ekip başkanlığındaki ilk yardım konvoyu olan 1 itfaiye arazözü seyyar kaynak aracı ve 2 kamyon erzakla Adapazarı'na  hareket ettik. Belediyemiz; sonraki günlerde de sürekli çeşitli yardım ekipleri ve şehrimizden toplanan yardımları kamyonlarıyla afet bölgesinin değişik şehirlerine gönderdi. Yola gece çıkmıştık gece olmasına rağmen yollar tıklım-tıklım dolu idi. Depremden kurtulanlar Anadolu'daki yakınlarına doğru yol alırken Türkiye'mizin tüm bölgelerinden yardım konvoyları birbirleriyle yarışarak deprem bölgelerine doğru akın ediyorlardı. Asrın felaketine karşı devletimizin ve vatandaşlarımızın gösterdiği ilgi ve yardımseverlik ne Büyük Devlet,ne Asil Millet olduğumuzun bir göstergesiydi. Yolumuza devam ederken itfaiye arazözümüz arızalandı,dinamonun kayışı kopmuştu. Giderken yanımıza telsiz almıştık, konvoyumuzu telsizle arayıp bir araya  geldik arızayı giderdik. Yanımda taşıdığım el fenerinin de çok işe yaradığını ve ilerideki günlerde de çok iş yaptığını özellikle belirtmek
Hazırlığımızı,planımızı ona göre yapmak zorundayız. Afetler haber vermeden gelmiyor ama biz insan oğlu afet gelmesi için tüm isterim. Burada bazı olay ve alınan basit tedbirleri anlatmak bazılarına göre lüzumsuz gelebilir. Bazen alınacak en küçük tedbirin büyük zaman kaybını önlediğini, büyük işlere yaradığını unutmamalıyız. “Dede muhtaç himmete,dede kime himmet ede” diye bir atasözümüz vardır. İşin içinde yardıma giderken yardım ister duruma düşmekte olabilir. Yazımda zaman zaman atasözlerine yer veriyorum. Atasözleri birçok yaşanmış olaylardan sonra söylenmiş tecrübe ve nasihat doludur da ondan. Gerede üzerinden Bolu Dağına geçtiğimizde Ankara Belediyesinin son model otobüsleriyle karşılaştık. Onlarca otobüs,kasalar içinde deprem bölgesine ekmek yetiştirmenin telaş ve yarışı içinde idiler. Sonraki günlerde damperli kamyonlarla kasalara konulmadan gelen ekmeklerin yenilemediğinden dolayı çöpe döküldüğünü görünce işe yaramakla,iş yapıyor görünmenin arasındaki farkı ve önemini bir kez daha gördük. Bolu Dağının eteklerine geldiğimizde sabahın alaca karanlığı olmuştu. Vatandaşlarımızın bahçelerine kurdukları çadır vari yerlerde ve kamyon kasalarında sabahladıklarını,Düzce'ye geldiğimizde de yer yer yıkılan binaları görmeye başladık.
Depremin ikinci günü olan 18 Ağustos 1999 sabah 07.30 da Adapazarı'na ulaştık. İlk karşılaştığımız yıkıntı şehrin girişindeki yeni yapılan büyük ve lüks bir otel idi. Kaç kat idi bilmiyorum ama yıkıntının büyüklüğünden yolun bir şeridini tamamen kaplamıştı ve bir hafta boyunca o şerit açılamamıştı. Yollardaki çöküntü ve binaların yıkıntıları arasından şehir merkezine ulaştık manzara korkunç ve dehşet verici idi. İzmit ve Çark Caddesi dedikleri cad-delerde ki koskoca binalar  tamamen yok olmuş,çok katlı binalar bir veya iki kat seviyesine inmiş,insanlar ne yapacağını bilmez bir halde idiler. Şok olmuştum. Ağladım ve hiç içmediğim halde yol arkadaşım şoför Necati'den sigara isteyip yaktım. Bu kadar yıkıntı ancak aylar süren bir savaştan sonra olabilirdi. Bolu' dan Tekirdağ'a kadar 400 kilometrelik bir bölge 45 saniye gibi kısa sürede 7.4 şiddetinde bir depremle sarsılmış,bazı bölgeler yerle bir olmuştu.
10 Temmuz 2000 tarihli bir gazeteden aldığım Adapazarı'nı konu alan bir yazıda ha-sar gören bina ve  işyeri  sayısını  şöyle açıklıyordu: 24.588 ağır hasarlı,18.437 orta hasarlı,24.197 hafif hasarlı olmak üzere toplam 70.222 hasarlı bina;5.113 ağır hasarlı,3.720 orta hasarlı,2.647 hafif hasarlı olmak üzere toplam 11.480 hasarlı işyeri bulunmaktadır. Gazete burada ölü ve yaralı sayısını vermemiş. Gece 03.02 de meydana gelen bu depremdeki hasarlı binaların sayısı böyle olunca ölü ve yaralı sayısının gerçek sayısını bulmanın güçlüğünü varın siz düşünün? Gerçek sayılar herhalde yapılacak bir nüfus sayımından sonra, önceki sayımın karşılaştırılması sonucu elde edilebilir. Deprem sonrası diğer bölgelerdeki hastanelere giden hasta kayıtları, mezarlıklardaki ölü kayıtları ve diğer bölgelere giden kişilerin kayıtlarının karşılaştırılmasından sonra bulunabilir.
Servetiyle öğünüp, insanları küçük gören; insanlıktan nasibini almamış kişiler için yazıyorum. Hani bir söz vardır ya “Malda yalan, mülkte yalan,var birazda sen oyalan” işte böbürlendiğin,insanları küçümsediğin,bazen de zenginliğine güvenip insanlara zulmettiğin servetinin hükmü bir dakika bile değil 45 saniye sürüyormuş. İmkan olsa da fakir fukaranın halini düşünmeyenleri, azgınlık uğruna su gibi para harcayanları, gözü dünya malından başka bir şey  görmeyenleri o bölgelere götürüp gezdirilirse acaba akıllanırlar mı?
Şehir merkezinde bu kadar hasarın olmasının nedenleri. Bir yıldan beri izlediğimiz televizyon ve yayın organlarından edindiğim bilgiler ışığında;bu bölgenin aktif bir fay hattı üzerinde olmasına rağmen buralarda çok katlı binalara müsaade edilmesi,bu binaların sağlam yapılmaması,bu apartmanların alt katlarının oto galerisi ve büyük mağazalara yer açmak için betonarme direklerin arasındaki duvarların yeterli takviye konulmadan alınmasını sayabiliriz. Herhalde diğer sebepleri saymaya gerek yok diyorum. Binaların alt katlarındaki duvarları alıp mağazalar için yer açanlara önemle duyurulur. Atalarımızın fay hattı konusunda fazla bilgileri olsaydı,söyledikleri;”Tepeye ev kurma yel alır,dereye ev kurma sel alır “atasözüne:”FAY HATTINA EV KURMA DEPREM ALIR sözünü de eklerlerdi. Neyse bu sözü de ben ekleyeyim de gelecek nesillere belki öğüdümüz olur.
Görev yaptığım süre boyunca tuttuğum notların yardımıyla yazıma devam ediyorum.
Belediyemizin Adapazarı'na gönderdiği yardım konvoyu ile İl Kriz Masasının olduğu bölgeye geldik. Tüm şehirde elektrik, su,telefonlar işlemez duruma gelmişti. Kriz Masasının olduğu bölgede; Telekom mobil (seyyar) telefonlar kurmuş, kurtulanlar yakınlarıyla haberleşebilmek için kuyruk oluşturmuşlardı. Bu arada şunu hatırlayalım: 17 Ağustos 1999 günü tüm Türkiye'de telefonlar kilitlenmiş, Çorum'un kendi içinde bile telefon görüşmesi yapılamamıştı.
Kahraman Mehmetçiklerimiz ve Türkiye Kömür İşletmelerinin çok az konuşulan, reklamı yapılmayan, isimsiz kahramanları kazma-kürek ve ellerindeki imkanlarıyla yıkıntılardan can kurtarabilmek için çalışmaya başlamışlardı bile.
Ekmeği sıcağı sıcağına kavuşturan Ankara Belediyesinin otobüsleri geri dönerken; diğer belediyeler, kuruluşlar ve kişiler akın akın yardım yağdırıyorlardı. Yollar iş makineleri ile dolu idi. Maalesef televizyonlar; halkımızın ve kuruluşlarımızın bu duyarlılığını ekrana fazla yansıtmadılar. Getirdiğimiz iki kamyon erzakı dağıtmak yarım saat sürmedi. Müdürümüz,Erenler Belediyesi emrinde görevlendirildiğimizi söyledi. Yola koyulduk fakat yol bulabilirsen git,her taraf yıkıntıdan kapalı. Az sayıdaki polis memurlarının yönlendirdiği yollardan gitmeye çalışırken Müdürümüzün bindiği araçla diğer araçlar birbirimizi kaybettik. Telsizin şarjı bittiği için haberleşme imkanımız da olmadı. Daha sonraki günlerde de elektrik bulma imkanı olmadığı için telsizleri şarj edemedik. Sora sora Erenler Belediye binasını bulduk,fakat hasarlı olduğu için kimseler yoktu. İtfaiye ve seyyar kaynak aracımızı yolun kenarına çektik, Müdürümüzü beklemeye başladık. Maalesef aracı arızalanınca onlarda yolda kalmışlar o gün akşama kadar buluşamadık. Yolda aracımızı görenler yardım istediler, kaynakçı arkadaşlar bir yıkıntının altından insan çıkartabilmek için yıkıntı demirlerini kesip geldiler. Bizde o zamana kadar Erenler Belediyesinin garajını bulmuştuk orası yıkılmadığı için Erenler Belediyesi oradan idare ediliyordu. Personelin yaklaşık onda biri ancak işbaşına gelebilmişti. Herkes can derdinde idi. Yanımıza kılavuz olarak bir zabıta arkadaş verdiler. Depremin şiddetinden su şebekesi hasar görüp kullanılmaz hale geldiğinden tüm şehrin içme ve kullanma su ihtiyacı arozözlerle karşılanması gerekiyordu. Adapazarı İtfaiye Binası depremde araçlarının üzerine çökmüş, sadece küçük bir arozöz az hasarlı olarak kurtulabilmişti.
Depremde belediyelerin bu konudaki gayretleri de taktire şayandı. Türkiye'mizin her bölgesinden itfaiye arozözleri bu ihtiyacı gayet güzel karşıladılar. Ayrıca kamyon ve treylerler le pet içme suyu sebil olarak dağıtıldı. Arozözümüzü doldurmamız gerekiyordu, nereden dolduracağız dediğimizde bu konuda bir hazırlığın olmadığını gördük. Zabıta arkadaş Söğütlü Beldesinde su alabileceğimiz bir yer olduğunu söyledi. Yollara dökülen yıkıntıların fırsat verdiği yerlerden Adapazarı'nı çıkıp Söğütlü Beldesine doğru yola çıktık, bu yolda çok kalabalıktı. Suyu doldurup geldik, bir caminin şadırvanına su doldurduk.
Şehir içinde bir yerde yangın var dediler, gittik. Hayatımdaki en sıkıntılı anılarımdan olacak ve unutamayacağım bir durumla karşı karşıya idim. Bodrum katı tüp deposu olarak kullanılan apartman en üsten itibaren dikine olarak yarısı yıkılıp, apartmanın önünde tepe oluşturmuştu. Bina hafif yatık durumda idi. Binanın çevresinde bulunanlar, deprem anından itibaren tüplerin aralıklarla patladığını ve yandaki dairede bir ailenin olduğunu çıkamadıklarını söylediler. Bu durumun üzerine, bir de devam eden artçı sarsıntılar devam ederken çalışmanın zorluğunu varın siz düşünün. Binaların altını tüp deposu olarak kullananlara ve bu durumdaki binalarda oturanlara önemle duyurulur. Yaklaşabildiğimiz ölçüde hortum açıp yangına müdahale ettik. Tüplerin üzeri yıkıntı ile kaplı olduğu için fazla etkili olmuyor, sadece boşluklardan ne su verebilirsek ve yıkıntıların çamurlaşmasından ne soğursa o kadar etkili oluyordu. Yandaki oturan aileye ise ikinci günü olmasına rağmen durumun çok tehlikeli olmasından dolayı yaklaşılamamış, umut kesilmişti. Yakınları hiç değilse cesetlerini sağlam bulabilirsek telaşı içinde idiler. Arozözün suyu bitmişti, yeniden dolduralım dedik Söğütlü uzaktı yakın yer var mı diye araştırdık Sapanca Gölü 15 km. dediler. Gittik zaten Adapazarı Belediyesi şehrin içme suyunu oradan karşılıyormuş. İtfaiye ekipleri motopompları gölün kenarına kurmuşlar gelen arozözü doldurup klorluyorlardı. Suyu doldurup yangına ikinci defa müdahale ettik. Hava kararmıştı. Seyyar aydınlatma sistemleri kurulmadığı için gece çalışması da yapılamıyordu. Ertesi gün iş makineleri yardımıyla yıkıntılar alınınca yangını ancak söndürebilmiştik. Daha sonra biz başka yangınla karşılaşmadık. Depremin yaz günü olması yangın riskini azaltmıştı. Daha sonra 12 Kasım 1999 da Bolu-Düzce de meydana gelen depremde ilk anda çokça yangın çıkmıştı.
 
YIL 3 SAYI 22   25 Ekim 2000
YIL 3 SAYI 23   25 Aralık 2000
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 

 12

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

HAYALİMDEKİ ÇATAK
Birçok şehir gezen biri olarak diyorum ki; Dünyada Türkiye, Türkiye’de ÇORUM diyorum. Çünkü değerlendiremediğimiz onca  maddi  ve  manevi  tüm  değerlere rağmen, Ülkemiz ve Şehrimiz yaşanabilir en güzel yerler diyorum  ve  kıymetini bilmediğimiz bu  yerlerden  bu yazımda ÇATAK’TAN bahsedeceğim.
Çevremizdeki  mesire  yerleri içerisinde  çeşme,WC,masa, korunak vb. İmkanları ile en  beğendiğim  mesire  yeri olmasına rağmen, Çatağın içinden daha yukarı giden yolun en üst kısmında telefon  direkleriyle yapılmış bir çardak  bulunmakta. Bu bölgeden bakıldığında Gölyazı’dan Çorum’a kadar büyük bir alan insanın ufkuna bir ferahlık vermektedir. Çatağa her gittiğimde buraya çıkar, bir yandan Çatağın güzel kokusunu ciğerlerime doldururken, diğer yandan bu eşsiz güzelliklerin seyrine dalar; birazda Çatağın içerisindeki tesislerden birazda buraya koyup halkımızın hizmeti ne sunulsa diye düşünürüm.
Diğer bir düşündüğüm mesire alanında Çatak Parkına girilmeden sola bir yol çıkmak ta. Bu yol; kayak pisti ve TV vericisine ulaştıktan sonra Kızılırmağa inmektedir. Malumu üzere, Obruk Barajı bu bölgede kurulmaktadır. Şimdi sizleri Çataktaki, Kayak Pistinin kuzeyine; yolun üst kısmındaki düzlükten çevreyi seyretmeye çağırıyorum. Bir tarafta Obruk Baraj gölü, bir tarafta çamlık dolu orman, bir taraf kayak pisti.  Ne tarafa bakarsanız insanı sonsuzluğun derinliklerine götüren açıklık.  Birde burayı Milli Park haline getirip, güzel güzel tesisleri  kondurup  halkın hizmetine sunsak diyorum? Bölgemizde bu konuda bizimle yarışabilecek bir yer olabilir mi?
            Şimdi diyeceksiniz ki; güzel, güzel anlatıyorsun da  bunları kim yapacak? Benim cevabım yazımın başında  belirttiğim  kıymetini bilmediğimiz değerleri Uzun Mehmet’in kömürü bulup  çıkarttığı  gibi ortaya koymak; ben onu yaptım.  Elbette yol yapılacak, su bulunacak, alt yapı yapılacak, tesisler yapılacak. Sonuçta sadece Çorum’a değil tüm Ülkemize nadide bir dinlenme merkezi kazandırılacak. Burada Çatak için yapılacak olan, turizmimle ilgili  olarak  elinde  yetki ve imkan olan ve imkanları bu tür işlere yöneltecek olanlara önerilerimi iletebildimse ne mutlu bana.
            Saygılarımla.
 
YIL 2 SAYI 17   25 Mayıs 2000
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 

 13

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

İMAN VE AŞK
İman: İnancın en kutsalı.
Olanın kimin de dilinde başlar,
Kalbine iner.
Kiminin de;kalb ve dilinde birlikte vardır.
Kiminde;Kalbinin tümünde vardır titrer.
Görmeye göz ister.

Aşk: Neyi seviyorsanız,
O sevilene karşı duyulan sevgidir.
Aynı iman gibi.
Kiminin dilinde,kiminin kalbinde.
Kiminin hem kalbinde,hem dilinde.
Kiminin de kalbinin derinliklerinde.
17,03,2002
 

15 SAYI 179 25 Ocak 2014

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 

 14

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

İTFAİYE TEŞKİLATI YENİDEN DÜZENLENMELİDİR
            Ben;emekli itfaiyeciyim. Zor anlarda başkalarının canını kendi canına tercih eden bu kutsal mesleğe olan aşkım ölene keder devam edecektir.
            Görevde bulunduğum süre içerisinde asrın felaketinde çalıştım. İnsanlarımızın çektikleri sıkıntıları yürekten hisseden birisi olarak gördüklerimi ve düşündüklerimi yazdım ve yine düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
            Geçen asrın felaketi ve sonrası gelişen olaylar gerekse itfaiyede çalıştığım süre içerisindeki izinlerim süresinde ülkemizde bulunan itfaiye teşkilatının gezdim. Gördüğüm bu eksiklikler için itfaiye teşkilatı mutlak suretle yeniden yapılandırılmasının gerekli olduğunu savunuyorum.
            Ülkemiz 17 Ağustos 1999 da ki asrın felaketine hazırlıksız yakalanmıştı. Önlemler alındı,depremle ilgili hazırlıklar yapıldı,teşkilatlar güçlendirildi denildi ve yapıldı da. Ama 02 Şubat 2004  tarihinde Konya’da Zümrüt apartmanının çöküşü sonrasında yapılan aksaklıklar düşünmemiz gereken bir konudur. Elbette tüm kuruluşlar elinden geleni yapmıştır ama olabilecek afetlere karşı daha bilgili,süratli ve iyi organizeli önlemler alınmalıdır.
            1a) asrın felaketinden sonra Sivil Savunma teşkilatları araç,gereç ve personel yönünden güçlendirilirken,bu sevindirici bir durum olmasına rağmen herhangi bi kaza kurtarma ve afet oluşumunda ilk müdahaleler itfaiye tarafından yapılmakta,Sivil Savunmadan daha sonra yardım istenilmelidir.
            Bu şekilde bir çalışma ise anında veya kısa sürede müdahale edilmesi durumlarında gecikmeye sebep olmaktadır. Bu tür gecikmeleri özellikle trafik kazalarında,suda boğulmalarda,insan ve diğer canlıların arama,kurtarmalarında görmekteyiz.
            1b) Arama,kurtarma yapan ekipler bir arada çalışma durumunda olduklarında yetki ve bilgi karmaşası yaşanmakta,kurtarmalarda gecikmeler ve organizasyon bozuklukları yaşanmaktadır.
            1c) Orman ve arazi yangınlarında  da ilk müdahale özellikle de arazide oluşan ot,anız,bağ,bahçe yangınlarına itfaiye genelde yalnız olarak katılmakta,orman yangın araçları ancak ormanlık alanlara sıçradığında müdahale edilmektedir. Orman yangın riski az illerde bu güzide araçlardan yeteri kadar istifade edilememektedir. Halbuki; arazi şartlarına göre dizayn edilmiş bu arozözler tüm arazi  yangınlarında kullanılabilir.
            2a) Mademki herhangi bir afette ve kurtarma operasyonlarında ilk önce itfaiye çağrılmakta,doğrusuda budur. Öyle ise neden itfaiyeler araç,gereç yönünden modernize edilip güçlendirilmiyor ? Personel iyi bir eğitimden geçirilip tüm felaketlere karşı bilinçlendirilmiyor ?
            2b) Ayrıca araç,gereç ve kullanılan malzemelerde aynı standart ve uyumda malzeme kullanılmadığından il ve ilçeler arası yardıma gidildiğinde sıkıntı yaşanmaktadır.
            2c) İtfaiye personelinin bazısı işçi,bazısı memur statüsündedir. Bu ise ücret başta olmak üzere bazı konularda sıkıntıya sebep olmaktadır. Personelin kılık,kıyafeti ayrı il ve ilçelerin haricinde aynı ildeki personel içinde farklılıklar göstermektedir.
            2d) 110 nolu yangın ihbar telefonları görüşmeleri kayıtlı hale getirilmeli,görev harici kullananlar ve lüzumsuz meşgul edenler cezalandırılmalı. Bu şekilde yanlış ihbarın ve haberleşmeden kaynaklanan gecikmelerin önüne geçilir. 110 nolu yangın ihbar telefonu tüm Türkiyede aynı olduğundan bazen bir ilden arama yapıldığında başka bir il ve ilçe itfaiyesi telefonu çalmakta,bazen de hiçbir itfaiyeye ulaşılmamaktadır. Bu aksaklığın giderilerek ister cep,isterse sabit telefonlardan arandığında aranan yara en yakın itfaiye merkezi ile iletişimin sağlanması ve aranan yerinde hangi il veya ilçeye ait olduğunu arayan kişiye bildirilmesi
            2e) İtfaiye telsiz görüşmelerinin güçlendirilmesi ve telsiz sayısının arttırılması
            2f) Apartmanlar her geçen gün daha çok talkı olarak yapılmasına karşın bir tek il ve ilçede bu kadar yüksek binalara müdahale edecek otomatik merdivenli araç bulunmamaktadır. Bir çok ilde tam teşekküllü kaza,kurtarma aracı da bulunmamaktadır.
            2g) Suda boğulmalara karşı tüm itfaiyede 24 saat hazır bulunan ekipmanıyla birlikte dalgıç bulundurulması.
            2i) Aşırı yağışlar bazı mekanlarda kısa yükseklikte su baskınlarına sebep olmakta,eldeki mevcut olan motopomplarla tahliye daha yüksek seviyedeki suları alabilen kapasitedeki alıcılar yardımıyla olmaktadır. Bu motopomplara ilaveten,sıfır seviyeden su çekebilen jeneratörlü motopomplardan takviye edilmesi.
            2j)Konutlar artık betonarme yapıldıklarından konut ve küçük çaplı işyerlerinde meydana gelen yangınlar gene de küçük çaplı olmaktadır. Mevcut arozözlerde ki büyük hortum çaplı sistemlere ilaveten uzun mesafelere eksiz olarak açılabilen küçük çaplı hortum ve kendinden tetikli püskürtme olarak su verebilen sistemlerden konulması ve küçük çaplı tüm yangınlara bu sistemle müdahale edilip,aşırı suyun verdiği zararların önüne geçilmesi,hem bu şekilde daha az su ile daha kısa sürede söndürme gerçekleşmiş olur. 
            2k) Trafik sıkışıklığında ve dar sokaklarda yangınlara ulaşabilmek için küçük tonajlı manevra kabiliyeti yüksek,seri arozözlerden istifade edilmesi.
            2l) Patlama haricindeki hiçbir yangın ilk anda büyük değildir. Evlerde,iş yerlerinde,araçlarda çıkan yangınlara özellikle ve önemle belirtiyim uygun seçilmiş kontrol ve bakımları zamanında yapılmış,uygun yerlerde bulundurulan ve kullanışlı,ilgilileri tarafından iyi bilinen yangın söndürme tüpleri ile müdahale ile itfaiyeye telefon açılıp haber verilme sürecinde yangın söndürülebilir.
            Burada önemli olan,yangına ilk anda anında paniğe kapılmadan müdahaledir. Yine de itfaiyeye mutlaka haber verilmeli ama zararları da en kısa sürede önlemeyi bilirsek bu bizlerin lehinedir. Bu konu özellikle yangın söndürme tüpü üretici ve satıcı tarafından halkımız bilinçlendirip özendirilebilir.
            Belediyelerin birçoğu kısıtlı bütçe imkanlarıyla çalıştıklarından itfaiye hizmetlerine gereken maddi desteği vermedikleri için modern araç,gereçlerden alamamakta,alınan makine,araç ve teçhizatın tek elden alınmadığı için teşkilatlar arasında standart ve uyum sağlanamamakta,yeterli sayıda personel bulundurulamamakta. Böyle olunca da bazı küçük beldeler de 24 saat yeterli sayıda personel hizmeti verilememektedir.
            Belirttiğim bu olumsuzluklar iyice gözden geçirilerek daha da iyi düşünceler varsa onlarda görüşülüp,tartışılıp,sayabileceğim ve sayamadığım tüm eksiklikler tamamlanıp tüm afetlere daha güçlü ve bilgili bir şekilde müdahale edebilmek için benim görüşüm:
            İtfaiyelerin belediyelerden alınarak,İçişleri Bakanlığına bağlı olarak içerisinde Sivil Savunma Müdürlükleri ile ülkemizdeki tüm arama,kurtarma birlikleri ve orman yangın ekiplerinin bir arada bulunduğu büyük bir teşkilat haline getirilmesi.
            Bu teşkilatın jandarma teşkilatı gibi tüm il,ilçe,belde ve gerekli tüm yerlerde teşkilatlanarak yarı askeri bir teşkilat halinde bulunduğu bölgeyi çok iyi bilen yüksek düzeyde itfaiyecilik ve Sivil Savunma eğitimi almış,adına itfaiye subayı veya uzmanı diyebileceğimiz idarecinin komuta ve idaresinde bir teşkilat oluşturulması.
            Teşkilatın alt kadrosu ise,askerlik hizmetini yapacak gençlerimizin jandarma eri gibi askerliğini itfaiye eri olarak yaptırılacak sürekli ve genç bir kadro oluşturulmalı.
            Herhangi büyük afetlerde veya terhis olan bu gençlerimizin itfayeciliği bilen biri olarak bir anlamda gönüllü itfaiyeci olarak sivil hayatta karşılaştıkları yangın vb. gibi olaylara bilinçli bir toplumda kendiliğinden oluşmuş olur. Arlıca;olağanüstü durumlarda personel ihtiyacı olduğunda terhis olanlarda göreve çağrılarak eleman sıkıntısı da çekilmez.
            Bu şekilde kurulacak bir teşkilatla hem aynı veya birbirine benzer işler gören ekipler ve teşkilatlar birleştirilerek herhangi bir afette emir komuta,bilgi,beceri ve koordine karmaşası yaşanmayacak,kadro sıkıntısı çekilmeyecek,kadrolar askeri disiplinle çalışacağı için daha disiplinli olacaktır.
            Araç,gereç ve ekipmanlar direkt devlet bütçesinden karşılanacağı için daha üst düzeyde teşkilatlanma olacağı için yeterli sayıda modern,kaliteli ve standart bir şekilde karşılanacaktır.
 
YIL 6  SAYI 66    25-Ağustos-2004
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 
 

15

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

İYİ NİYET
            İtfaiye’de iken Yenihayat Barajından Çorum’a su getiren boruların bağlantı yerinden birinde su kaçağı olmuş, kaçaktan sızan sular arazide gölcük oluşturmuştu. Arızanın onarılabilmesi için su birikintisinin boşaltılması gerekiyordu. İtfaiye olarak motopomp kurularak nöbetleşe su boşaltılmaya gidiliyordu. Gidilen bölge yerleşim birimlerine uzak,boş bir arazi idi.
            Arkadaşlarım oraya giderken gece ne olur, ne olmaz, herhangi bir canlının saldırısına uğrarsınız, kendinizi korursunuz diyerek onlara uzunca bir ağaç sırık vermiştim. Ertesi gün oraya gitme sırası bana gelmişti; bende gittim. Su seviyesi aşağı indiği için; motopompu aşağıya indireyim derken ayağım kayarak su birikintisinin meydana geldiği çukurda sakız gibi yapışkan çamura battım. Çıkmak için çabalarken belime kadar çamura gömüldüm. Çıkmak için çabaladıysam da çukurdan çıkamadım.
            Benim bu halimi gören arkadaşım, bir gece önce gerektiğinde korursunuz diyerek arkadaşlarıma verdiğim o ağaç sırığı bana uzattı. O sırıkla beni çekerek saplandığım çamurdan çıkartarak kurtardı.
            Başka bir imkânın olmadığı o yerde; o sırıkta olmasaydı kurtulmak için daha çok çabalayacak, beklide panikleyecek, takdir edilen ömür de bitmiş olsaydı ölüm kaçınılmaz olacaktı.
            Bu olaydan sonra çok düşündüm. Basit bir tedbir ve küçük bir olabilecek bir olaya önlem için verilen bir ağaç sırık. İnsanın tedbir ve dikkatsizliğin bu dünyada görüyor, yaşamak veya ölmek işte işin özeti bu.
Aslında; bu tür göze gözükmeyen ve dikkat edilince sıra dışı olayları hepimiz farklı yerlerde, farklı şekillerde yaşıyoruz. Bu ve benzeri yaşadığım, gördüğüm, duyduğum olayların neticesine bakıyorum da hiçbir iyilik ve kötülük karşılıksız kalmıyor. Er veya geç bir gün mutlaka iyilik, iyilik olarak; kötülük de kötülük olarak o fiili işleyene farklı şekilde de olsa dönüyor.
Rab’im bütün insanlığı iyilerden eylesin.
 
YIL 9  SAYI 100    25 Haziran 2007          
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 

 16

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

KANSERLİ HASTADAN ÖNERİLER
Bana 2010 yılında KLL (Kronik Lenfositik Lösemi) teşhisi konuldu, tedavi oldum, iyi oldum derken 2012 yılında hastalık yeniden çıktı, buradan da şunu anladım ki bu hastalık çok sinsi ve fırsat bulduğu anda yeniden ortaya çıkabiliyor. Bunun için çok dikkatli olmak ve tedbiri elden bırakmamak gerekiyor. 2012 yılından bu yazıyı yazdığım 2013 yılına kadar iki yıldır yeniden tedavi olmama ve değişik ilaçlar denenmesine rağmen, bazı tedavi usullerini de ben araştırmalarımda riskli ve uzun süreli tedavi gerektirdiği için kabul etmediğim için tedavimde kesin bir başarıya ulaşılamadı.
Benim ağır almamdaki sebeplerden biri her geçen gün yeni, basit ve daha ekonomik tedavi usulleri ile vücut yorulmadan tedavi usulleri üzerinde yapılan araştırma ve çalışmalardır. Bu günkü tedavi şartları bunu getiriyor bu yüzden hiçbir doktor ve sağlık çalışanını üzmeye hakkım yok, onlar tüm içtenlik ve özveri ile benim ve tüm hastaların en kısa sürede, en başarılı bir şekilde tedavilerini yapmak istiyor ona tüm kalbimle inanıyor saygılarımı sunuyorum. Ama ben de dört yıldır moralim çok iyi olmasına rağmen ruhen, bedenen ve maddeten çok yoruldum, bazen karamsar bir tablo çiziyorsam buna bağlanmasını rica ediyorum.
Kanser tedavisi gören biri olarak yaşadıklarımı toplumumuzla ve ulaşabildiğimiz yetkili kişilerle paylaşarak, kanserle ilgili sorunları en az sıkıntılarla nasıl atlatırız, hasta olanlara nasıl faydalı oluruz onu düşündüm. Ben yaşadığım sıkıntıları, gördüğüm eksiklikleri, olmasını istediğim işleri anlatırken amacım kişi ve kuruluşları suçlayıp rencide etmek değil, “sorunlar söylensin ki çözülsün, çözümler söylensin ki uygulansın” mantığı ile sorunların çözümüne katkı sağlamaktır.
Hastalığım nasıl belli oldu, belli olmadan önce belirtileri nelerdi onlardan başlayarak yazıma devam ediyorum.
Hastalığım 2010 yılında belli olmadan iki üç yıl öncesinde ülkemize bir grip mikrobu gelse beni bulur, Doktora muayene olup verilen ilaçları kullanmama rağmen en az iki üç ay griple uğraşırdım. Sürekli terleme, halsizlik, sürekli öksürük aylarca devam etti. Birkaç defa doktora muayene oldum o zaman kuş gribi salgın idi sebebi ona bağlanıp netice alamayınca kaderimize razı olup bekledim. Benim olduğum kanser de bu belirtiler oluştu, her kanser türünde ve her kişi de belirtiler başka başkadır. Hâlbuki bu belirtilerin bir kısmı bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu ortaya çıkan belirtilerdi, o zamanlar kan tahlili alınıp araştırılsa idi, daha erken teşhisle daha kolay tedavi usulleri ile bu kadar maddi manevi sıkıntı çekmezdim diye düşünüyorum.
Daha sonraları isteğimin dışında kilo kaybetmeye başladım iki yılda 20 kg. kaybettim, merdivenleri zor çıkmaya başladım, benim rahatsızlığım KLL (lösemi) olduğu için kanser ilerleyip kronikleşince, dalağım kanı temizlemede yetersiz kalınca şişip kalbime baskı uygulamaya başladı. Daha sonra sürekli koltuk altımı ve boğazımı elle kontrol ettiler, tedaviden önce buralarda bezeler oluşmuştu. Hastaneye gidip şikâyetlerimin iyice arttığını söyleyince sağ olsunlar çok teferruatlı bir kan tahlili aldılar, tahlil neticeleri kötü çıkınca ilimizde Hematoloji (kan hastalıkları) bölümü olmadığından çok acilen bir araştırma hastanesine gitmen lazım dediler, Ankara’ya sevkimi istedim ve gittim.
Kız kardeşim ve ailesinin Ankara’da olması benim çok işime yaradı. Rabbim; onlardan, tüm sağlık kuruluşları ve personellerinden ve benimle ilgilenen tüm herkesten çok razı olsun. Bu arada bir takdirimi belirtmeden geçemeyeceğim, bana kalırsa en zor ve en kutsal meslek: sağlık hizmetleri diyorum sebebi mi; bir yakınımız hastalandığında üç gün sonra hepimiz usanıyoruz, sağlık çalışanları bedava çalışmıyorlar ama ömürlerini de bizim üç gün dayanamadığımız hizmetlerde kullanıyorlar. Şifa Rabbimden ama onlar da vesile oluyor, hep dua ediyorum.
Bir zamanlar beşinci katlara koşarak çıkan ben, adımlarımı atarken zorlandığım günlerim oldu. Onların yardımı olmasaydı bırakın tedaviyi, teşhis, ilaç temini prosedürü, kan bulma, tedavi, kontroller derken aylar süren bu işlemleri onların yakın ilgisi olmasaydı yapmam mümkün değildi. Peki senin ilgilenin varmış ilgilenmişler, ya başkaları nasıl işin içinden çıkıyorlar diyenlere çekilen zorlukları anlatmaya çalışıyor, bazen öneri getirip, bazen de ne yapabiliriz de herkes için bu zorlukları nasıl aşarız diye onun için çabalıyorum.
Ankara’ya sevkimi aldıktan sonra yaklaşık iki ay tetkiklerim sürdü defalarca kan verdim, iki defa kemiğimden ilik aldılar. Teşhis ve tetkiklerin bu kadar uzun sürmesi bildiğim kadarıyla Lösemi; dört gurup ve her bir gurup altı kademeden (safhadan) oluşuyor. Teşhisim konuldu: KLL Kronik Lenfositik Lösemi) denildi.
Kemoterapi tedavisi uygulanması (serum tedavisi) gerekiyor denildi, benden ve ailemden izin alınıp resmi makamlardan da onay alındıktan sonra kemoterapi için gün verdiler ve gittiğim araştırma hastanesinin kemoterapi ünitesinde kemoterapi almaya başladım, benim ilk tedavi şeklim: altı ay süreyle, her ay, üç hafta sonunda dördüncü hafta, her seferinde kan tahlili verip dört gün üst üste koltukta oturarak kolumdan serum tedavisi uygulaması şeklinde yapıldı.
Gittiğim hastanenin kemoterapi ünitesinde 25 adet koltuk bulunmakta, ve günde çoğunluğu il dışından ortalama 50-60 hastaya hizmet verilmektedir. Bu sayıya yatarak tedavi gören hastalar dahil değildir. Bu ünitede ayakta tedavi gören hastalar, tetkik ve teşhis için gelenler hastanede kalamadıkları için kalma sorunu yaşanmaktadır.
Ayrıca çok ağır ve yorucu bir tedavi olan kemoterapiden sonra vücut çok yorgun düştüğü için çoğu zaman hemen kalkıp gelinememekte, bir tarafta ağır bir hastalık, diğer tarafta başta kalacak yer olmak üzere ekonomik ve birçok sorun yaşanmaktadır. Burada verdiğim sayı bir hastanede ki sayıdır, ülkemizdeki araştırma hastaneleri de hesaba katıldığında rakam korkunçtur, üzerine önemle etkin çözümlerle gidilmesi gereken bir konudur.
Denilen tarihte ilaçlar temin edilip kemoterapi almak için koltuğa oturdum mabthera denilen serumu takıp verdikleri anda dünyam karardı, öyle ya kaç yıldır kronikleşmiş kanser hücreleri kendilerini yok etmeye gelen ilaca karşı mutlaka karşı koyacaklardı, akşama kadar epey ecel teri döktüm, sağ olsunlar orada bulunan doktor ve hemşireler büyük bir özveri ve gayretle hemen yoğun bakıma aldılar, sürekli kontrol ederek vücudumu ilaca alıştırdılar, sonraki günlerde çeşitli sıkıntılar yaşayarak 2010 yılında altı aylık kemoterapi tedavisini tamamladım. O zaman benim tedavi uygulaması ilk olduğu için galiba tedavi başarılı oldu. Daha sonra 2012 yılında hastalık yeniden çıkınca beş ay kemoterapi uygulanmasına rağmen kanser hücreleri ilaçlara bağışıklık kazanmış olacak ki tedavi başarılı olamadı. 2013 yılı olmasına rağmen tedavim devam etmektedir.
ÇEKTİĞİM SIKINTILARDAN BAZILARI ŞUNLARDI
Kemoterapi alındığında kanserli hücreler yok edilirken sağlıklı iyi hücrelerde zarar görüp bağışıklık sistemi iyice zayıfladığından kendimizi hastalık ve mikroplardan korumamız gerekmektedir, bunda biraz ihmallerim oldu, ağzım burnum çok yara oldu, ağzımı açamadığım için yemek yiyemediğim günlerim oldu.
Kemoterapi alındığı süreçte ishal veya kabızlık, özellikle de kabızlık genellikle olmaktadır. Yorgunluk, iştahsızlık, halsizlik, hastalığın türüne göre elde ve ayakta uyuşukluk, kemiklerde ağrı, kansızlık ve bende son iki yıldır akciğerlerimde su toplanması gibi kanserin türü ve hastanın durumuna göre çeşitli rahatsızlıklar olabilmektedir. Örneğin bende, moralimi yüksek tutmama rağmen aşırı stres ve sıkıntıdan oluşan ve çok ağrılı bir yara olan ZONA oluştu.
KANSERLE İLGİLİ OLARAK YETKİLİLERDEN İSTEKLERİM
1.İlimizde ve ülkemizde kanser vakaları gittikçe artmaktadır, tüm illerdeki SGK kayıtlarından kanser hastalarının ve hangi tür kanser olduklarının, tedavi olan, kontrollere giden, tamamen iyileşen veya kanser den ölen kişilerin tespit edilmesi. Ülkemizin; kanser haritasının oluşturulması,
2.Tespit edilen sayı ve değerlere göre Kanser araştırma merkezleri kurularak, kanser oluşumuna neden olan etkenlerin belirlenmesi.
3.Kanser oluşumuna neden olan etkenler varsa, onların ortadan kesinlikle ortadan kaldırılması.” olmaya devlet, cihan da bir nefes sıhhat gibi “ denildiği gibi, alınan bir nefesin, atılan bir adımın kıymeti devlet olmayla eşdeğerdir, bunu çekenlere sorun. Hiçbir şey sağlıktan önemli olamaz. Hastalarımız yanlış anlamasın, sağlıksız insan üretken olamaz. Sağlıklı olabilmek için önce toplum ve kişi sağlığını tehdit eden, sağlığa zarar veren tüm etkenlerin ortadan kaldırılmasıdır, sigaraya getirilen kısıtlamalar iyi bir başlangıçtır.
4.Umarım sağlığı tehdit eden tüm olumsuzlukların tamamen yok edilip, sağlıklı ve mutlu bir yaşam oluşturulmalıdır, bu da bu işe inanarak, toplumun her kesiminin isteyerek gayretiyle ancak olur.
5.Cennet ülkemizin bereketli toprakları boş dururken, seralarda, çiftliklerde vs. yerlerde çok kazanma hırsıyla yapılan GDO’lu, hormonlu gıda üretimlerinin yasaklanması, hormonsuz, katkısız, organik gıda üretimlerinin teşvik edilip, zorunlu hale getirilmesi.
6.Özellikle Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile yapılan tarımsal ve hayvansal üretimlerin kanserojen madde ihtiva ettiği iddiası yaygındır. Bu konunun bilim adamlarınca iyice incelenip, toplumun bu konuda bilgi ve bilinçlendirilip, özellikle ithal gelen bu tür tohum ve üretimlerin önüne geçilmesi,
7.Kimyasal ilaçlarla yapılan tarım ürünlerini yiyen yenilebilir av hayvanlarının bu ilaçlardan dolayı öldüklerini zaman zaman duymaktayız. Hatta arıların tarım ilaçlarından etkilenerek verimlerinin ve bal kalitesinin düştüğünü, bu yüzden bazı arıcı ve arıcı kooperatiflerinin organik bal üretmek için, tarım arazilerinden uzak yerlerde üretim yaptıklarına kendim görerek şahit oldum. Geçenlerde ihraç edilen bazı meyvelerin ilaçlandığı ilaçların tesiriyle, yıkansa bile temizlenmediği ve kanserojen madde taşıdıkları için geri gönderildiklerini yazan bir haber okumuştum. Bunların adam sende, sana mı düştü denilmeden, duyum da olsa, söylentide olsa araştırılmalı ve önlem alınmalı. Şu an ortada gerçek olan bir şey varsa oda kanser hastalıklarının hızla arttığıdır. Bütün işlerde tedbir ve önlem, tedaviden daha kolay, daha ekonomik olmakla beraber, halk sağlığından daha önemli olamaz.
8.Kanserin türü, kesin teşhisi ve tedavisi uzun zaman almaktadır, zor ve çok pahalı bir öneri ama, hastaların çektiği, kalacak yer, aşırı yorgunluk derdi, gerek vatandaşın gerek devletin cebinden çıkan özellikle dar gelirli aileleri madden zora sokan parasal yükleri düşünerek; kanserle ilgili olarak her ilde göğüs hastalıkları hastaneleri gibi mikroplara duyarlı hastaları koruma altına alacak şekilde kanser hastaneleri yapılıp kanser hastalarının teşhis, tedavi ve kontrollerinin kendi illerindeki kanser hastanelerinde yapılması.
Sebebini de söyleyeyim, kanserli hastalara; kalabalıklara girmeyin, mikroplu ortamlardan uzak durun deniliyor, ondan sonra da bazen yüz, iki yüz hastanın olduğu hastane ortamlarında muayene yapılıp, kan tahliline, röntgene, vs. birimlere tetkik ve teşhis için hasta gönderiliyor. Bu tür olumsuzluklar tedaviyi uzattığı gibi bazen de yapılan tedaviyi boşa çıkartmaktadır. Yeni hastane yapmak uzun zaman alabilir, geçici olarak mevcut hastanelerde kanser hastaları için ayrı bir birim oluşturulabilir.
9.Birçok kanser türünde kemoterapi tedavisi ayakta tedavi şeklinde her ay bir hafta olmak üzere altı ay sürmektedir. Daha sonra en az bir yıl her ay kontrole gidilmektedir, hasta kemoterapiyi aldıktan sonra hastane dışında kalmak zorundadır, hatta bir haftalık kemoterapi sonunda öyle yorgun düşülüyor ki günlerce insan yerinden kımıldayamıyor. Sağ olsun devletimiz tüm kanser ilaçlarını ve tedavilerini özel hastaneler dahil katkı payı almadan karşılamaktadır. Umarım Devletimiz, her ile kanser hastaneleri yaparak bu sorunu da çözecektir. Rabbim bu imkanları verenlerden razı olsun.
10. Kanser tedavisi uzun süreli olarak, çoğunlukla da ayakta yapıldığı için kalma sorunu yaşanmaktadır. SGK’nın verdiği yol ve sevk parası  otel, yemek masraflarını karşılamaktan çok uzaktır, hele bir de enfeksiyon kapmayım deyip özel araçlara binilirse buna kimsenin dayanabileceğini zannetmiyorum, bu yüzden bu hastalığa yakalananlar bir de ekonomik sorunlarla uğraşmak zorunda kalmaktadır. İlk etapta, yapılan harcamaların gerçek harcama tutarları üzerinden ödenmesi.
11.  Kalma sorununa bir önerim de bu kadar çok hastaya hastanelerde yer bulunamayacağından, il dışından gelip ayakta tedavi gören hasta ve yakınları için misafirhane temin edilip hastaların tedavi süresince servislerle taşınması.
12. Kanser tedavisi uzun ve yorucu bir tedavi olduğu için büyük şehirlerdeki hastanelerdeki yığılmaları önleyip, her ilin kendi bünyesinde onkoloji ve lösemiyi ilgilendiren hematoloji uzman doktorlarına kadro açarak kemoterapi ünitesi kurulup, uzman doktorlar nezaretinde teşhis, tedavi ve kontrollerinin yapılması. Bu şekilde olursa hasta kendi ilinde yorulmadan teşhis ve tedavisini olur, kemoterapisini alır, bir de mümkün olur da diyaliz hastaları gibi servislerle evlerine götürülüp getirilirse, hasta kendi evinde daha rahat eder, hasta ve devletimiz açısından daha ekonomik olur diye düşünüyorum. Öneri bizden, değerlendirmek yetkililerimizden!
KANSER HASTASI ve YAKINLARINA TAVSİYELERİM
1.Moralinizi bozmayın ülkemizdeki kanser tedavi imkanları birçok ülkeden daha iyi durumdadır.
 2.Allah korusun kendiniz veya bir yakınınız hasta oldu veya olursa tıp ilminden şaşmayın, doktorların dediklerinden başkasını uygulamayın. Bu hastalığın teşhisi de, tedavisi de zor ve uzundur. Telaşa kapılıp, acele edip, çabukça iyi olacağım derken daha çok acı çekip tedaviyi uzatırsınız. Her ayakkabı ve numarasının herkese iyi gelmediği gibi piyasada, tv’ler aracılığı ile umut ışığı gibi sunulan, ilaç değil takviye amaçlı denilen ama, halkımızın ilaç gibi gördüğü ürünler herkese iyi gelmeyebilir, hatta kemoterapi döneminde zarar bile verebilir. Doktorlar birçok araştırmadan sonra tedaviye başlarken, hasta üzerinde hiçbir araştırma yapmadan bu tür ürünler nasıl fayda sağlar iyice düşünmek gerekir
3.Bazı besinler sağlıklı iken alındığında faydalı olurken, hasta olduktan sonra hastalığı artırabiliyor. Bunu bazı hasta yakınlarından zaman zaman duyarsınız: şurdan şunu aldık, buradan bunu getirttik faydasını göremedik gibi. Örneğin ısırgan otu ve bazı bal ürünleri hastalanmadan önce koruyucu etkisi olmasına rağmen, kanser oluşup hücreler bölündükten sonra kanser hücrelerini de beslediği için kansere yakalandıktan sonra bu tür besinler kullanıldığında kanser daha hızlı büyümektedir.
Bu tür yanlışlıklardan da nılmalı, doktorların tavsiyelerine kesin uyulmalıdır. Hangi tür gıda ve besinlerin yenilip yenilmeyeceği ve bu konuların tıp bilimiyle uğraşanlar tarafından araştırılıp halkımız bilinçlendirilmelidir.
4.Sadece kanser değil, birçok hastalığın oluşması,  artması, yayılması ve uzamasının sebeplerinden birisi her tür kirliliktir. Buna çevre kirliliğinden tutun aklınıza gelebilecek her türlü kirliliği sayabiliriz. Özellikle yiyeceklerden yıkanabilir olanları bol su ile yıkayıp, sirkeli suda bekletip gerekli hijyen sağlandıktan sonra pişirin veya tüketin, kemoterapi alındığında kabuğu soyulamayan meyvelerden yemeyin.
5.Sık sık banyo yapın, giysilerinizi sık sık temizleri ile değiştirin, hele terinizi üzerinizde hiç bırakmayın.
6.Kemoterapi alındığında ateşlenmeler olur, onun belirtisi üşümedir, ilk anda ılık duş alın, yine geçmezse doktora gidin.
7.Hastanın bulunduğu yerleri ve odasını sürekli havalandırın.
8.Havadar olmayan, pis yerlerde bulunmayın, zorunlu olmadıkça kalabalık yerlere girmeyin, kalabalık ortamlarda bulunmayın.  Kemoterapi alınmaya başladıktan itibaren sürekli olarak ağızlık takmayı ihmal etmeyin. Alınacak bir enfeksiyon size çok sıkıntı verip tedaviniz uzayabilir.
9.Tuvalet hijyenine azami dikkat edin, hatta evde imkan varsa tedavi süresince hasta ayrı bir tuvalet kullansın.
10.Kemoterapi müddetince bol su için ki, kemoterapi ilaçlarının zararlı yan etkilerinden çabuk kurtulun.
11.Kemoterapi aldığınızda günde iki üç şeftaliyi soyduktan sonra yerseniz kemoterapi ilacının zararlarından daha çabuk kurtulursunuz. Ara sıra muz yerseniz mideniz rahat eder, bulantı az olur. Herhangi bir şekilde ağzınızın içi yara olursa önerim: karadut şurubu, reçeli benim tavsiyemdir. Aslında kemoterapi başlarken hastaya ne yapıp yapmayacakları liste halinde veriliyor ama bende rahat ettiğim hususları paylaşmak istedim. Yine de bu gibi hususlar tedavi olunan doktorlarla görüşülürse sizin durumunuzu en iyi onlar bileceği için size en uygun olanı, en doğru şekilde onlar söyleyecektir.
12.Moral, tedavinin en büyük yardımcısıdır! Hastalık ne kadar ağır, tedavisi ne kadar uzun sürse de mutlaka iyi olacağınıza inanın, uzun bir tedavi olduğunun bilincinde, sabırla inanarak, dua edin. İnanın buna, moralinizi bozmadan, ben seni mutlaka yeneceğim diyerek büyük moralle düşman üstüne giden asker misali hasta da bu mücadelede galip olacaktır.
13.Moralinizi bozan ortam ve kişilerden uzak durun, sizi üzecek film, dizi, haberleri mümkün olduğunca izlemeyin, sizi güldürüp, neşelendirecek dizi ve filmleri izleyin, yaptığınız her işte moralinizi yüksek tutacak olanları tercih edin.
14.Hasta mikrop kapmasın diyerek hastayı bir odaya kapattığımızda farkında olmadan hastaya en büyük kötülüğü yapıyoruz. Hijyenle tecritti birbirine karıştırıp, hastayı tecrit ediyoruz. Hastalığın sıkıntısıyla boğuşan hastayı yanlış bir uygulama ile yalnızlığa itiyoruz. Hasta temiz bir ortam içinde, ağzına ağızlığını takarak, çok kalabalık olmamak üzere, gelenlerde onu üzmeden, moralini bozmadan acıma hissi ile değil, iyi olduğunu, daha da iyi olacağını söyleyerek sevdikleri insanlarla beraber olmalı, hastanın morali yüksek tutulmalı.
15.Sadece kanserde değil, birçok hastalıkta ve normal yaşamda hareketsiz kaldıkça vücut tembelleşir, bir müddet sonra insan iyice hantallaşır. Sağlıklı olmak için, kan değerleri ve vücut yürümeye uygun durumda ise, yorulmadan, normal güneşli, bol oksijenli yerlerde en azından havanın temiz olduğu sabah saatlerinde parklarda yürüyüp güneşin vitaminini alıp, ciğerlerimizi bol oksijenle doldurup, kanımızı temizlersek daha sağlıklı oluruz. Bunu ben bizzat bir arkadaşımın ısrarıyla yaşadım.
Üçüncü kür kemoterapiden sonra idi. Merdivenleri çıkamadığım bir zamanda eve geldi ısrarla seni çatak mesire yerine götürüp hava aldıracağım dedi ve gittik. Hava güneşli idi, çamların gölgesinde güneşle iliklerime kadar ısındım, yürümeye çıktık, aha şura, aha bura derken çatağın zirvesine çıktık. Anladım ki tedavinin biri de temiz hava ve güneşmiş. Benimle ilgilenen tüm arkadaş ve yakınlarımdan, özelliklede sağlık personellerinden Rabbim razı olsun.
Bu yazımı kendi yaşadığım şartlar ve gördüğüm sıkıntılara göre yazdım. Kanser hastalığı çok çeşitli, belirtileri de, tedavileri de farklı, farklıdır ama çekilen sıkıntılar birbirine benzer sıkıntılardır, önerilerime eklenecek veya çıkartılacak bölümler olabilir. Hatta önerilerimin birçoğu hasta olmadan uygulayabileceğimiz tavsiyelerdir.
Toplumumuzun kendini ve toplumun her kesimini ilgilendiren tüm konularla beraber, sağlık ve kanser hususunda da nemelazımcılığı bırakarak, bu konuda ne yaparımda nasıl faydalı olurum diyerek düşünmeli ve bir şekilde sorunların çözümüne katkı sağlamalıdır.
Sağlıklı, huzurlu, mutlu bir yaşam dileklerimle saygılarımı sunarım.  21-Temmuz - 2013
 
YIL 15   SAYI 175    25 Eylül 2013

 

 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 
 
 

 17

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

MENEMEN TARİFİ
Tarifini yaptığım menemende usul ve malzemeleri mümkün olduğunca kendi damak tadı ve beğenimize uygun olarak hazırladığım ölçülerdir. Dört kişilik düşündüğüm menemen tarifi şöyledir.
MALZEMELER:
125 gr. Tereyağı
250 gr. Kaşar peyniri
4 ad. Yumurta
4 ad. Orta boy domates
100 gr. Sivri biber
1 baş Sarımsak
1 tatlı kaşığı veya 1 kaşık kırmızı pul biber
Yeteri kadar tuz
4 ad. Ramazan pidesi veya 3 veya 4 ad. ekmek
YAPILIŞI:
Domatesler ve biberler iyice yıkandıktan sonra domateslerin kabukları ateşte soyulur. Sarımsaklar ılık suda bekletilip kabukları soyulur. Biber, domates ve sarımsak bıçakla veya rondo ile ince ince doğranır. Kaşar peyniri rende veya rondo ile rendelenir. Doğranan bu malzemeler ayrı kaplarda bekletilirken bu malzemeleri alacak bir yayvan tencere veya tavada tereyağı harlı ateşte kabın her tarafına değerek eritilmeye başlanır, tereyağı kızarken biber ve sarımsak konularak tereyağı ile birlikte tahta kaşıkla haşlanır, tereyağı yanmaya başlamadan domates, pul biber ve tuz eklenip iyice karıştırılır, ateş kısığa alınarak kaşar peyniri katılır, konulan malzemeler mümkün olduğunca belli olmayacak şekle gelinceye ve tereyağı emilinceye kadar karıştırılır, yumurtalar bu karışımın üzerine kırılıp karıştırılır ve servis yapılır.
Hazırlanan bu menemeni zevkle yemenin özelliği de menemenin pişirildiği tencere masaya konularak, bulunabilirse ramazan pidesi ile kaşık kullanmadan yenilmesidir. AFİYET OLSUN! 16 – Ekim – 2013
 

YIL 15 SAYI 176 25 Ekim 2013
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 

   18

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

SAHİPMİYİZ; EMANETÇİMİYİZ ?
Uzun süredir,neyin sahibiyiz,neyin emanetçiyiz diye düşününüm. Elbette mülkün kek sahibi “Allah C.C. O'na inancım sonsuz. Yüce Rabbimiz bize sonsuz nimetler ve beraberliklerde de bir takım sorumluluklar vermiştir. Öyle değerlerimiz vardır ki; inkar etsek de, etmesek de onlar bizimdir. Öyle değerlerimiz vardır ki onlar; “onlar Cennet ve Cehennem olan imtihanlık “emanettir.
Elimizdeki emanetin birincisi maddi zenginliklerimizdir. Elbette parasız,pulsuz, eşyasız yaşanmaz bunlarda olacaktır. Önemli olan ebedi aleme ne götüreceğimizdir. Kefen bile nasip olmayanları unutmayalım. Atalarımız “Malda yalan,mülk de yalan var birazda sen oyalan” demiş. Bize bırakılan veya elde ettiğimiz dünyalıklarımız sadece oyalanmaktan ibarettir.
Fakat; bu oyalanmanın da bir ölçüsü ve sorumluluğu vardır. Birincisi helal kazanıp, helal yemek. Aile efradına bakmak ve helal yedirmek, onun haricinde;anaya,babaya baktıktan sonra yakın akrabaya,fakirlerin,yoksulların ve çalıştırdıklarımızın hakkını vermektir. Maddi imkan iyi olanlar sadaka, fitre, zekatlarını vermek zorundadırlar. Bunun ölçüsü fıkıh kitaplarında bellidir. Vermemek için kendimizi kandırırız ama Allah'ı kandıramayız. Sonra bu zenginliklerin gerçek sahibi bu emaneti başkalarına devreder veya alırsa son pişmanlık fayda vermez. Şükredip,çalışıp helalinden kazanıp,kazandıklarımızdan başkalarının da hakkının olduğunu anlayalım.
Mal ve cana gelen zararların tümü bir afettir. Afetin adına ister yangın,ister yangın , ister sel,ister kaza,isterseniz deprem deyin. Sonuçta zarar gören mal ve can değil mi?
Afetlere hazırlıklı olmak veya karşı koymak bir iki günlük veya anlık çalışmalarla değil, aylar hatta yıllar önceden yapılacak çalışmalar ve tedbirlerle önlenir veya en az zararlarla atlatılır.
Bu zararların başımıza gelmesini istersek biriktirdiklerimizi de manevi açıdan sigorta etmemiz gereklidir. Bu sigorta ise emanetçisi olduğumuz malların, servetin zekatını ve öşrünü vermemizle korunur.
Rabbimizin bize verdiği nimetlerden birisi imandır ve sahip olmamız gereken en önemli bir emanettir. İnsanoğlu Müslüman olmayan bir ana bir babadan doğsa bile Müslüman fıtratı üzerine doğar ve buluğ çağına girince veya daha sonra Müslümanlığı kabul eder veya bilerek ya da bilmeyerek inkara düşebilir. Bu çok önemli bir konudur ve özellikle dini konularda konuşurken çok dikkatli konuşmalıdır. Müslümanlık son Hak dinidir ve ezeli ve ebedidir. Tüm alemlere indirilmiştir. Tüm alemlere indirilmiştir, günümüz şartlarına veya kişilere göre şekillenemez.
Sahip olduğumuz nimetlerden birisi de akıldır. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)  “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?  Buyurmuşlardır. Akıl ilkönce korunmalı, sonra iyi kullanılmalıdır. Aklın korunması ise anne karnında başlamaktadır. Sigara, alkol, uyuşturucu kullanımı, yetersiz beslenme, korku, endişe ve aşırı stres akla zarar veren etkenler olarak sıralayabiliriz. Bu gibi kötü alışkanlıklardan ve ortamlardan uzak durmalıyız ve bu kötülükleri gücümüzün yettiğince ortadan kaldırmalıyız.
Daha sonra da aklın kullanılmasına gelir ki; bütün yapacağımız işler ilk önce beynimizde oluşmakta, yani aklımız komut vermedikçe hiçbir iş yapamayız. Aklın komut vermediği işler ya deliler yapabilir,yada esarettekilere zorla yaptırılabilir. Yaptığımız tüm işler kendi irademizle olmaktadır. Aklın ancak vahşiler, vahşice işlerde kullanır. İnsana insanlık yakışır. Atom bombasını bulup, milyonlarca insanı ve canlıyı öldürüp,sakat bırakan da insan aklı. Yüz yıllardır hastalığa şifa dağıtan Lokman Hekim ve İbn-i Sina gibi insanların da aklı insan aklı. Karar bizim.
Akılla ilgili olarak bir de Atasözümüz vardı:”Akıllı oğlun var malı neylesin, akılsız oğlun var malı neylesin” diye. Bu Atasözü mal-mülkü çarçur edenleri kast ettiği gibi, zengin olmayı da kast etmektedir. Fakat bu; haram ve helale dikkat ederek olmalı.
Hiç dikkat ettiniz mi? Vaazlarda, sohbetlerde genellikle ana baba hakkından bahsedilir de, çocukların, eşlerin ve emri altındakilerim izin hakkından pek fazla bahsedilmez.
Zannederim bu çocukların, eşlerin emri altındakilerim kürsüye çıkamadıklarından olsa gerek. Halbuki; onların dünyaya gelişlerine ve geçimlerinin teminine vesile olmuşuz. Onları madden ve manen yetiştirmek zorundayız. Yetiştirirken hem onları. hem kendimizi,çevremizi ve ülkemizi madden ve manen düşünerek yetiştirmeliyiz.
Çocuk ailenin,çalışan çalıştıranın,mürit şeyhin,toplum milletin aynasıdır. İstisnalar hariç bu böyledir. Çocuk yetiştirmek, aile reisi olmak.
Kimimiz çocuk yetiştirirken çocuklarımızı çok nazlı yetiştirir, çocuk halata atılıp da ,hayatın acı gerçekleriyle karşılaşınca bocalar durur. Kimimiz bencil yetiştirilir. Hele birde bu kişiler mal ve makam sahibi olursa haksızlık çoğalır, sonu anarşi olur. Kimimiz dövülmesin dövsün düşüncesiyle yetiştirir, bu seferde gücü gücü yetene düşüncesi hakim olur ve anarşi çoğalır.
Birde çocukların arasında haksızlık yapıldığında sen, ben kavgası başlar,güven duygusu kalkar,sevgi saygı kalmaz,ihtiyarlığımızdaki ilgilendirme ve ömür boyu ibadet yapsak bile kul hakkıyla ölüneceği için ahretteki Cehennem deniler yerin kapısına doğru yol almış oluruz.
Bu söylediklerim sadece çocuklarımız için değil, tüm emri altındakileriniz ve çevremiz içinde geçerlidir. Bunlarda sorumlu olduğumuz emanetlerdir. Bir kuşu kötü olsa ne olur ki;her koyun mendi bacağından asılır demeyelim. Bir eğiri çubuğun bir düzüne çubuğu bozduğu gibi önemsemediğimiz bir kötü kişide toplumu, hatta devleti huzursuz etmeye yetmektedir. Ama herkes çocuğu gül gibi yetiştirirse her taraf gül gibi sevgi kokar, mis kokar.
Çocuklar güldür. Onları gül gibi sevip, gülistanlarda yetiştirmeliyiz ki; onları da güller gibi yaşayıp, yeni gül tomurcukları yetiştirip dünyamız gülistana dönsün.
Sahip olduğumuz nimetlerden birisi “Sağlık”tır. Koskoca İmparatorluk idare eden Kanuni Sultan Süleyman “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” demiş. Son iki yüz yıldır teknolojinin ilerlemesiyle birlikte Köroğlunun :”Tüfek icat oldu,mertlik bozuldu” dediği gibi,insanlar kasten veya hileli yollarla,tedbir almayarak Nükleer,biyolojik,kimyasal silah veya mikropları kıtalar ötesindeki insanları öldürmekte veya sakat bırakmaktan çekinmemektedirler.
Önce kendi temizliğimizden başlayarak çevremizi temiz tutmalıyız. Temiz olmazsak ne olur? Verem, tifo,kolera gibi bulaşıcı hastalıklar olur. Birde akarsuları kirletenler için söylüyorum o kirlettiğimiz suları, gölet ve barajlar yoluyla tekrar içme suyu olarak hepimi kullanmaktayız.
Sağlığımızı içki, sigara, uyuşturucu kullanarak soğuk ve sıcak iklim şartlarında gerekli tedbirleri alarak mümkün olduğunca yiyecek ve içeceğimize dikkat ederek, stresli ortamlardan uzak durarak sağlığımızı kullanmalıyız.
Sahip olduğumuz nimetlerden birisi özgürlüktür. İlimizde genellikle düğün konvoyları yola çıktıktan sonra hastane ve cezaevi önünden geçtikten sonra Hıdırlık'ta Türbeler ziyaret ettikten sonra düğün evine gelinir. Bu gün konvoylar niçin böyle düzenleniyor diye düşündüm ve büyüklerime sordum. Onlarda: “Bu bir hatırlatmadır. Hastane sağlığın,cezaevi özgürlüğün,mezarlık ölümün hatırlatılması için böyle yapılıyor” dediler.
Evet meydanlarda en çok bağırılan sözcük özgürlük. Ama  nereye kadar ? Başkasının hakkında zarar vermeyince ve hakkımız olduğu kadar. Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de fıkıh kitaplarında ve ulus anayasasında haklar belirtilmektedirler. Yani özgürlüğümüz sonsuz değil; sınırlıdır. Ben güçlüyüm, ben haklıyım dersen haklı değil zorba olursun! Mal ve mevki benim, dilediğimi yaparım dersen; haksızlık etmiş olursun, mal ve mevkiin elden gidince suyu sıkılmış limona dönersin. Zaten ekşi idin, bu sefer buruşuk bir kabuk kalırsın ve kimse yüzüne bakmaz.
Ölüm güzeldir. Hakkın emrince  yaşayıp, geride güzelce anılacak neler yapıldıysa. Özgürlük güzeldir, başkalarının hakkına zarar vermedikçe. Sağlık güzeldir korunabildiği müddetçe!
Kıymetini bilmediğimiz değerlerimizden birisi de zamandır. Bazen sıkıntıdan,bazen rahatlıktan,bazen de umursamazlıktan hiç bitmeyecek zannettiğimiz dakikalarımız ve günlerimiz bir gün mutlaka bitecektir. Ne zaman geleceği belli olmayan o ecel denilen gerçek gelmeden evvel, amel defteri dediğimiz sınav kağıdımızı öyle güzel dolduralım ki,hem dünya,hem ahret sınavını geçe bilelim.
Geride bırakacağımız o sınav kağıdına göre bizden sonraki nesiller bizi hayırla yad etsin ve bıraktığımız o güzellikleri devam ettirip kıyamete kadar arkamızdan hayır dualar gelsin.
YIL 6  SAYI 58  25 Aralık 2003
YIL 6  SAYI 59  25 Ocak 2004
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 

  19

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

SELAM ÜZERİNE    
Muhterem kardeşlerim sizlerle kelime anlamı barış, salimlik, eminlik, rahatlık, korku ve endişeden uzak olma anlamına gelen ve yüce rabbimizin isimlerinden olan Selam üzerine olan duygu ve düşüncelerimi paylaşacağım.
Gecenin zifiri bir karanlığında yani derler ya ak ve karanın ayırt edilemediği gecenin bir zamanında iki kişi dar bir yolda karşılaşsalar, o anı bir hayal edecek olduğumuz herhalde iki kişinin de birbirleri hakkındaki ilk düşünceleri karşımdaki kim? Acaba bir zarar verir mi? Bir an önce sağ-salim şu daracık yerden çıksaydım diye düşünebilir!
O anda, kalplerdeki korku ve endişeyi giderecek bir harekette bulunsak ki bu hareket; Enerjisini kalbin derinliklerinden alan bir ışık halinde, bunu da lisanımızla karşımızdakinin kim olduğunu bilemediğimiz kişiye iletmeliyiz ki o karanlık ve daracık sokak birden sırrına eremeyeceğimiz bir şekilde aydınlanıp genişleyiversin. Bu sözcüğünde SELAM  sözcüğü olduğunu düşünüyorum. İsterseniz sizlerde düşündüğüm bu mekan ve zamanda kısa bir tefekküre dalıp o mekan ve zamanda başka sözcükleri ve neticelerini bir düşünün.
Yalnız, bu selamı öyle söylemeliyiz ki, güneşin sabah olurken ilk ışıklarını dağların arkasından karanlıkları ağır ağır ağartarak önce hafif bir esinti ile mütevazi bir halde ortaya çıktığı gibi hafif bir ses tonu ile selama başlayarak, daha sonra güneşin ilk parıltılarını verdiği gibi ses tonumuzu biraz tatlılaştırarak yani güven vererek, daha sonra da güneşin öğleye doğru yeryüzünü aydınlattığından öte artık ısıttığı ve enerji vermeye başladığı gibi karşımızdaki insan veya insanlara eminlik ve güvenin ötesinde faydalı ve yararlı bir insan olduğumuzu hissettirmeliyiz. Çok uzun süredir selamın bu müthiş gücü hakkında düşünürüm. Bir gün bir yazı okudum bu yazının konusu selamlaşma hakkında idi.
Yeryüzünde ilk selamlaşma hadisesinin Adem peygamber ile melekler arasında cereyan ettiğini yazdıktan sonra şöyle devam ediyor: "Allah-u Teala Hz. Adem(A.S)'i yarattıktan sonra şöyle buyurdu:"Git de şu oturan bir grup meleğe selam ver ve sana nasıl karşılık vereceklerini iyice dinle. Çünkü bu hem senin, hem de senden sonraki soyunun birbirini sevgi ve saygı ile selamlaması olacaktır." Bu emir üzerine Adem Aleyhisselam meleklere gidip"Es-selamualeyküm" dedi. Onlar da  "Ve Aleykü-mü's-selam ve rahmetullah" diye cevap verdiler. (Riyazü's -Salihin Tercemesi Cilt 2,S. 227)
Nitekim  Kur'an-ı Kerim'de :"Rablerinden korkup sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler; sonunda oraya girdiklerinde cennet kapıları açılır: oranın bekçileri onlara derler ki; Selam size olsun. Gönül huzuru buldunuz. Ebedi kalıcılar olarak girin cennetlere."(Ez-Zumer 39\73)  buyrulmuştur. Selam vermenin sünnet, verilen selamı almanın farz olduğunu ve Rabb'imizin Kur'an-ı Kerim'in on iki yerinde müminlere selam verdiğini de öğrendikten sonra demek ki SELAM: Sevgi , saygı, huzura kavuşma ve emin olmanın ifadesi oluyormuş.
Öyleyse selamı sevgi, saygı ve muhabbetle vermeli, farz olduğundan ve de sevgi ve muhabbeti kuvvetlendirmek içinde daha güzeli ile karşılık vermeliyiz.
İnsanlarla karşılaştığımızda çok samimi, sevgi ve içtenlikle verilen selamlarla karşılaştığımız gibi insana tepeden bakan eda ve kibir ile ve yahutta selam vermedi olmasın kabilinden sanki ağzından taş fırlatırcasına taş gibi ruhsuz ve anlamsız verilen  selamlarla da karşılaşmaktayız. Bir de bunun aksi olarak selam verildiği halde farz olmasına rağmen alınmayan ve karşısındaki kişi küçümsendiğinden önemsenmeyen selamlarla da karşılaşabiliyoruz.
Unutmayalım ki bizi gurura ve kibire sevk eden o servetler, dünyalık makam ve mevkiler bazen bir dakika içinde elden çıkabiliyor. Tek kalıcı olabilen ise; gerçek ve daimi kalacağımız olan ahrette cennete girebilmek için iman ki onu da ancak sevgi ile kazanabiliyoruz. Yaşarken ve öldükten sonra arkamızdan hayırla yadedilememizde sevgi ile yaptığımız, sevgi ile yeşerttiğimiz iyi işlerimizdir. Dünya kurulduğundan bu yana nice hükümdarlar nice zenginler gelip geçmiştir. Çoğunun isimleri bile hatırlanmazken bizim Yunus Emre'miz, Mevlana'mız ve diğer Hak ve Halk aşığı büyüklerimiz asırlardır hayırla ve sevgiye anılmaktadır. Bu arada Yunus Emre'mizin şu dörtlüğünü yazmadan geçemeyeceğim.
 
             Bu dünyadan göçer olduk
             Kalanlara Selam olsun
            Arkamızdan hayır dua
            Kılanlara selam olsun
 
Selamın yaşantımızdaki etkilerini aklımın erdiğince anlatmaya çalıştıktan sonra yine selam ve  sevgi ile bağlantılı olarak “Güven" meselesine de değineceğim. Maalesef günümüzde hiç kimse birbirine güvenemez oldu. Ortalıkta güven duygusu neredeyse tamamen kaybolmak üzere, bunun nedeni de yaratılış gayemizi ve benliğimizi unutmaya başladıkta ondan diyorum.
Eskiden sokaklarımız dar elektrikler olmadığından sokakları aydınlatacak ışıkları yoktu ama o daracık karanlıkları aydınlatan, enerjisini ka in derinliklerinden alan bir selam ve sevgi sözcüğü ortalığa eminlik verip huzura kavuşturabiliyordu. Geçmiş zamanlarda maddiyat, makam ve mevki sahibi olmak hakka ve halka hizmet için bir araçtı.
İnsanlar elindeki bu dünyalıkların Allah'ın bir imtihanı, halkın bir emaneti ve de makam ve mevkisini kullanırken de bunların hesabını ahirette nasıl vereceğini düşünür, yaptığı tüm işlerinde hakka ve hukuka riayet eder, hiçbir kimseye ve canlıya eziyet etmemeye gayret ederdi.
Sevgi ve muhabbetle hareket edilince ortalık güven içinde olur. Güven olunca da barış ve huzur olur, herkeste çalıştığı ve hakkı nisbetinde helalinden hakkına razı olursa yeri-göğü maddi ve manevi zenginlik dolu olan ülkemizde şanlı tarihimizdeki imparatorluk günlerine kavuşur. Dünyamıza barış ve huzuru getirir. Ama maalesef küçücük maddi menfaatler uğruna her türlü ayak oyunlarıyla birbirimizle uğraşıp maddi ve manevi değerlerimizi harcıyoruz; huzura kavuşamadığımız gibi peşinden koştuğumuz dünyalıklarımızı elde etmek için hakka ve hukuka riayet etmediğimiz içinde elde ettiğimizi zannettiklerimiz bir varmış bir yokmuş gibi geçici oluyor.
Tüm kalplerin sevgiyle dolmasını, tüm insanlığın barış ve güven ortamı içinde ilahi huzura kavuşmasını diler  Selam ve saygılarımı sunarım .
 
YIL 4  SAYI 30    25 Eylül 2001
 

 BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 

  20

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

SEVMEK. SEVİYORUM DİYEBİLMEK
Çocuğumun kurs aldığı dershanede veli toplantısı vardı. Gittim, birkaç konu görüşüldükten sonra konu çocukları ve ailemizi sevmek,onları “Seni seviyorum !” sözünü sık sık söylememizi iletişim ve iyi bir ortam oluşturmak için ve çocukların başarıları için gerektiğini anlattılar.
Gözümün önüne çocukluğumdan başlayarak, tam yaşantım sinema şeridi gibi birden geldi. Ben bu konu ile görüş belirtecekken oradaki bu konuyu işleyen rehber öğretmenimiz yaşanmış bir hikaye anlattı: “Ailesine o güne kadar seni seviyorum sözünü hiç söylemeyen bir arkadaşlarından birine, çiçek alıp bu çiçekle eve git ve bir kez olsun yengemize seni seviyorum hanım de. Demişler. Arkadaşları zor ikna olmuş ama yine de arkadaşlarını kırmamış ve elinde çiçekle eve gitmiş ve hanımına çiçeği uzatıp seni seviyorum hanım demiş, ama o güne kadar o sözü hiç duymayan evin hanımı bizim Anadolu deyimi ile 'Herif, herif. Senden şimdiye kadar böyle hiçbir şey görmedim, duymadım. Muhakkak bi halt işledin ki çiçekle gelip seni seviyorum diyon' diye kocasına çıkışmış.
Evet arkadaşlar. Seni seviyorum sözcüğünü; sevmeden sevginin gereklerini yerine getirmeden, o güveni vermeden veya yeri gelmeden söylerseniz o söz hiçbir anlam ifade etmez hatta; tepki bile alırsınız.
Sevgi; çok yüce bir dağdır. Seni seviyorum sözü ise çıkabilirse o yüce dağın tepesine dikilen bir bayraktır!
Sevgi dağı; neyi seviyorsak ona ait olarak içinde yazı, kışı, baharları, gecesi, gündüzü, acısı, tatlısı, riskleri, kolaylıkları, üzüntüleri, mutlulukları olan çok yüce, çok büyük bir dağdır. Gerçekten seversek sevginin gereklerini yerine getirerek O dağın zirvesine çıktığınızda seni seviyorum sözcüğünün ifade eden paha biçilmez bayrak kalplerdeki yenime söyle sekte, söyleme sekte dikilecektir.
Bu yüce dağın etrafında yol açacak, yol alarak zorlukları, kolaylıkları görmeden, geçmeden sevdim, seviyorum diyemeyiz. Hep güneşli, güzel yüzünü gördüğümüz o dağın; karlı, soğuk günlerini aşılmaz engellerini gördüğümüzde yolumuzdan dönersek seviyorum demek yalan olur. İnandırıcı olmaz.
Bir de sevgiyi kabul etmeyen, kara gönüllü, taş kalpli insanlar vardır. Ne yapsanız yaranamazsınız. Her şeyi kötüye yorar. Sevginizden bile yanlış manalar çıkarır. Sizi sevdiğinize, seveceğinize pişmen ederler. Ben bunları kainatta bulunan kara deliklere benzetiyorum. Onlarda olmazsa güneşin ve güneş gibi iyi insanların kıymeti nereden bilinecekti? Biz yine de sevgide güneş gibi, kusur örtmekte kara delikler gibi olmalıyız. Kara kalpli insanları aydınlatmaya çalışmalıyız. Fakat onlar bizi karartacak kadar kötü iseler biraz önce onlardan uzaklaşıp kurtulmalıyız.
Sevmek ve sevilmek için önce kibiri, gururu bırakıp seviyorsak daha çok severek sevgi dağının zirvesine neyi seviyorsak onun için çalışıp, çabalamalı, onu en iyi daha iyiye layık görüp onu daha mutlu, daha iyi bir konuma getirmeliyiz ki sevdim diyebilmeliyiz. Bu sevgi öyle büyük olmalı ki aşk mertebesine ulaşabilmeli.
Aşk: Neyi seviyorsanız? O sevilene karşı duyulan en büyük sevgi. Aynı iman gibi! Kiminin dilinde, kiminin hem dilinde, hem kalbinde. Kiminin kalbinin derinliklerindedir.
Sevmek, kalpte başlar. Beyinde şekillenir. Bakışlarda, sözlerde, hal ve hareketlerle belli olur. İlgilenme ile sürekli olur, daim olur. Sevgi bakışları gizlidir. Sesten önce, ses tonudur. Sesle iyice belirginleşir. Sevgi ile dokunuşa, sevgi ile yakınlaşma ve davranışla pekişir.
Biriyle karşılaşsam önce gözlerine, sonra sözlerine bakarım. Niye mi? Gözler ve sözler yalan söyleyemezlerde onun için. Gözler, beyinde oluşan sevgi, nefret veya boşluğun ışıklarıyla yanar. Ya nefret dolu kıpkırmızı. Ya bomboş, sap sarı. Ya hayat dolu, sevgi dolu.
Sözler: Kalpte oluşan acı veya tatlı duygularının sesleridir. Ya acı dolu zehir zemberek, ya anlamsız bomboş. Ya sevgi dolu, umut dolu.
Gelelim bu yazıyı yazmamıza sebep olan çocukları sevme konusuna. Çocuklarımız Rabbimizin bize emaneti, neslimizin ve ülkemizin istikbalidir. Hain ruhlu, zalim biri değilsek mutlaka huzur, mutluluk ve her yönden gelişmiş ve gelecek içinde olmayı hepimiz isteriz. Öyleyse, kendimizin ve ülkemizin geleceğini nasıl olmasını istiyorsak çocuklarımızı öyle yetiştirmeliyiz.
Çocuk yetiştirmek anne karnında başlar. Bir şey bilmiyor zannettiğimiz zamanlarda çocuklar anne, babasının ve çevresinin Seslerini, kokularını anlamakta hatta çocuk gelişimi alınan gıda ile olumlu-olumsuz şartların etkisi anne karnında hissedilmektedir.
Bu etki maddiyatla ilgili konularda vardır ama maddiyatın alamayacağı konular vardır. En önemlisi mi? Sevgidir. Sevgi öyle güzel bir çiçektir ki; o güzelliği gören onda hayat bulur.
Çocuğumuz dünyaya geldi. İlk yapacağımız iş; ona güzel tesirli bir isim koymaktır. İsimlerin insanlar üzerinde çok büyük bir etkisi olduğunu araştırmalar göstermektedir.
Diğeri helal kazanıp, helal yedirmektir. Haram lokma, kuyuya doldurulan pis su gibidir. Kuyuyu pis şeylerle dolduran, pis su içersin. Çocuklar ve nesil de böyledir. Haramla büyüyen çocuklar ve neslin gönlü sürekli harama meyleder. Bir diğer konu güzel terbiyedir.
Yaşlılarımız hep gençlerden şikayet eder: Efendim terbiye ve ahlak kalmadı diye. İyice araştırın kaç aile çocuğunu arzulanan, beklenilen veya ileride olması istenilen güzellikte terbiye ediyor. Terbiye kolonya şişesine doldurulan kolonya gibidir. Ne doldurursan onu koklarsın.
Başarılı ve iyi bir insan olmanın güzel yolu ahlakla olur. Ahlaklı insan emin ve güvenilir insandır. Güvenilir bir insan olmanın yolu da ilk önce aile terbiyesinden geçmektedir.
Bir diğer konu çocuğumuza iyi bir eğitim vermektir. Çocuklar doğduğunda çok az şeyi içgüdüsel olarak yaparken birçok hareket ve bilgiyi ilk önce ailesinin ve çevresinin yardımıyla öğrenebilmektedir.
Çocuklarımızı hayata bağlayabilmek içen hayatın tüm gerçekleri, tüm acımasızlıkları baz alınarak her türlü bilgi, beceriyi vererek manen ve madden yetiştirmeliyiz ki çocuklarımız hayata atıldıklarında bocalamasın.
Çocuğumuz okul çağına geldiğinde onları yalnız bırakmayarak okul, aile,öğrenci üçgeni oluşturarak burada desteğimizi ve ilgimizi devam ettirip,iyi bir eğitim alınmalarını sağlayıp,alacakları görevlere ve yapacakları işlere iyice hazırlayıp başarılı olmaları için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz.
Çocuk nasıl sevilir dersiniz? Her işte olduğu gibi karşımdaki insanın yerinde ben olsam kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak o şekilde düşündüğümüzde bu sorunu cevabını vermiş oluruz. Yani çocuk sevmek için çocuk gibi olmak! Yeni doğmuş, konuşmayan, konuşulması anlaşılmayan bir bebek nasıl sevilir? Yeri geldiğinde hoplatacaksın, yeri gelecek burnunu burnuna dokundurup o bebeğin çıkardığı sesleri sende söyleyeceksin. Bebek biraz büyüdü, konuşmaya, yürümeye başladı. Sende onunla oyuncak oynayıp onun meraklanıp sorduğu soruları sabırla ve güzellikle cevaplayıp onların zekalarının gelişmesine yardımcı olurken tatlı dil, güler yüzü elden hiçbir zaman bırakmayacağız ki; onlarında yüzünde güller açsın, gülücükler eksik olmasın.
Bir da ebedi ve geçici sevgiler vardır. En gerçek ve ebedi olan; tüm alemlerin gerçek sahibi, ezeli ve ebedi olan Yüce Rabbimizi sevmek ve Allah için sevmek. Allah'ın emrince sevmektir.
Bana sorarsanız; en çok neyi seviyorsanız? Diye: Önce Allah'ımı, Vatanımı derim. Vatanı olmayanın hiçbir şeyi olmaz. Hatta dinini bile zor yaşar. Her an, her şeyini kaybetme korkusuyla yaşar. Hem tüm dünyanın göz bebeği, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, dört mevsimi ve her türlü ürünün ve her türlü canlının yetiştiği Cennet Yurdum, güzel Anadolu'm sevilmez mi?
Çocukluğumda bahçeli bir evimiz vardı. Bir gün bahçedeki ağaçları budama yaparken komşumuz “Yeğenim! Ağaçları budarken türkü söylersen o sene ürün bol olur “ demişti. Bende her halde şaka yapıyor zannettim ve gülmüştüm. Yıllar geçti. Bir gün gazetede okudum:”bilimsel bir araştırma yapılmış ve evdeki çiçeklere algılayıcı cihazlar koymuşlar. Çiçekleri seven insanlar geldiğinde çiçekler çok rahat olurken, girdiğinde çiçekler rahatsız olup büyümelerinin durduğunu tespit etmişler” konuşma dilleri olmayan bitkiler ve ağaçlar bile büyüme ve güzelliklerini sevene ve sevmeyene göre veriyormuş. İlk başta şaka gibi gelen o sözler demek ki; gerçekmiş.
Birazda çocukluğumda evde beslediğimiz kendimizden bahsedeceğim. Kedinin de terbiyelisi olur mu?  Demeyin. Bizim kedimiz eve hiçbir zaman pis gelmez, tüyleri her zaman pırıl pırıl olur. Tabağına yemek konulmadıysa hiçbir şeye uzanmazdı. Hepimiz severdik ama demek ki benim ses tonum biraz daha sevdiğimi belli eder olmalı ki; hayvancığız benden sürekli  iltifat bekler,mırıltısı ile de sevdiğini belli eder,çok seveni ayırt edercesine benim kapıyı açtığımı bilir merdivenden iner beni karşılardı. Vatani görevimi yapmaya askere gittiğimde bazılarımızın hiç önemsemediği kedi evden benim gittiğimi belli edercesine yatağıma gider ağlarmış. Sonunda Annam dayanamayıp köyün birine kediyi göndermiş. Sevgi deyip geçmeyin işte o kedinin bana olan bağlılığı yüzünden bende o kediyi unutamıyorum.
Vatanımızı nasıl severiz? Askere giderek, vergimizi ödeyerek, görevlerimizi en iyi şekilde yaparak, vatandaşlarımıza zarar getirecek durumları ortadan kaldırarak. Bağımsızlığımızın sembolü olan bayrağımızı ülkemizin en yüce gönderlerine çekerek vatanımızı severiz.
Eşemeze ve çocuklarımızı nasıl severiz? Ben değil ailemiz için biz diyebildiğimiz zaman. Onlarla ilgilenirsek, korursak, kazancımızı onlarla paylaşır, onların mutluluğu için çalışır, çabalarsak onları da sevmiş oluruz.
Dikkat edelim ki; seni seviyorum sözcüğü sevmekle uzaktan yakından alakası olmayan kişiler tarafından istismar edilebilir.
Sevgimizin simgesi olan “Seni Seviyorum” sözcüğü ile kalpleri feth etmenin anahtarını anlatmaya çalıştım.
YIL 6 SAYI 60  25 Şubat 2004
YIL 6 SAYI 61  25 Mart 2004
YIL 6 SAYI 62  25 Nisan 2004
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 

 21

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

SIKLIK DERESİ
            Yağmurun yağdığı bir gün;Gazi caddesinde yürürken Devlet Hastanesi istikame-tinden büyük bir selin geldiğini gördüm. Yağan az yağmura göre bu kadar selin oluşması dik-katimi çekti. Gazi caddesinden Devlet Hastanesi ve onun yukarı kısmında bulunan Baha-bey Çamlığına kadar yürüdüm. Bahabey Çamlığının olduğu bölgeye gelince durum kendini göstermişti. Bahabey Çamlığından Samsun asfaltına inen yollarda yağmur suyu kanalları olmadığından çamlıktan ve Çimento Fabrikası istikametinden inen yağmur ve akabinde oluşan sel suları Samsun asfaltına dökülüyor, bir kısmı jandarmanın yanından Fatih caddesine, bir kısmı ise Devlet Hastanesi yanından Gazi Caddesine ve ara yollardan şehir merkezine doğru akıp gitmekte. Yollarda bulunan yağmur mazgallarını da çoğu zaman çamur veya çöp kapatınca yollarda sel oluşmakta bu ise yaya ve taşıt trafiğini büyük ölçüde engellemekte, ev ve işyerlerinin bodrumlarının dolmasına sebep olmaktadır. Konuya köklü çözüm getirebilmek için incelememe Sıklık Deresinden başlamayı uygun gördüm.
            Çorum Samsun karayolu üzerinde bulunan Sıklık Deresi yaklaşık 10 kilometrelik ormanlık bir mesafeden oluşan yağmur ve suları toplayarak Çimento Fabrikası üzerindeki bir bölgeden Çimento Fabrikası Camisinin arka tarafına geçmekte,buradan Çorum Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü sahası içinden Ahçı Bağlarına ulaşmakta,Binevler  yolu üzerindeki Eşref Hoca caddesinden ki ikinci köprünün altından ve köprüden sonraki bir büzün içerisinden Nadık'tan gelen  Melik Gazi Deresi kanalına ulaşmaktadır. Sıklık Deresi güzergahını böylece açıkladıktan sonra; Sıklık Deresinin yapısı ve dereye karışan diğer kanal ile suları ve dere üzerinde oluşan sorunları da açıklayalım.    
            1- Sıklık Deresine ilk karışım Çimento Fabrikasının üst kısmından Melikgazi Tepesi ve Taş ocaklarının su taşkınlarını dereye taşı-yan kanalla olmaktadır.
            2- İkinci karışım; yine Çimento Fabrikasının alt kısmından,yolun altından geçirilmiş bir büzle Çimento Fabrikası karşısındaki Petrol Ofisi Benzinliğinin yanından Sıklık Deresine dökülmektedir. Çok yağışlı havalarda Çimento Fabrikası içinde oluşan sel ve meydana gelen çamur bu büzün içerisine sığmadığı zamanlar Bahabey Çamlığı önünden şehrimize doğru akmaktadır.         
            3- Sıklık Deresi, Çimento Fabrikası lojmanlarını geçtikten sonra daralmakla birlikte viraj yaparak Ahçı Bağlarına ulaşmakta; Eşref Hoca Caddesinin olduğu bölgede ise buraya sorumsuz kimselerin döktükleri çöp ve inşaat artıklarıyla sıkışan bölgeye selin getirdiği ağaç ve taşlar da yığılınca buradaki köprü ve büz tıkanmakta en az 10 kilometrelik bir mesafeden oluşan Sıklık Deresi taşmaktadır. Tıkanma ve yığılmadan dolayı selin bir kısmı Anadolu Sokaktaki  evlerin  bodrumlarını doldurup Melik Gaziden gelen kanala; bir kısmı ise Fuar Alanının arkasından ve Fatih Caddesi ve ara sokaklardan şehir merkezine doğru sel oluşmakta,bu da birçok tahribata sebep olmaktadır.
            Şimdi de çözüm önerilerimi sunuyorum.
            Sıklık Deresinin mümkün olan kısımla-rında temizleme ve ıslah çalışması yapılıp, derenin Çimento Fabrikasından geçtiği bölge ve sonraki bölge genişletilmeli.
            Sıklık Deresine; Ahçı Bağlarına girmeden,Fuar Alanının arkasından Fatih Caddesini takip ederek Melik Gazi Deresi kanalı arkasına büyük bir kapalı kanal yapılması. Bu kanal girişine uzun bölgeden gelen ağaç ve taşların toplanıp çıkartılmasını sağlayacak havuz tipi bir bekletme yeri yapıp çok yağışlı havalarda ise traktör, kepçe ile bu kanalın sürekli açık tutulmasının sağlanması.
            Çimento Fabrikasının alt kısmından Sıklık Deresine dökülen büzün büyütülmesi ve fabrika içerisinde büz girişine çamur çökertme havuzu yapıp oluşabilecek bir sel durumunda, buradaki çamur tortularının alınarak oradaki büzün tıkanmasının önüne geçilmesi.                        Çimento Fabrikasından itibaren Bahabey Çamlığı önünden; yolun her iki tarafına yağmur suları için kalın büz döşenip; ızgaralarla bu bölgede oluşan suların bu büzler yardımıyla jandarmanın yanından Fatih Caddesine yapılmasını önerdiğim Sıklık Deresi Kanalına bağlanması.
            Saygılarımla.
YIL 3 SAYI 21   25 Eylül 2000
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 

 22

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

STADIN YERİNE OTOPARK
            Muhterem hemşehrilerim. Bu yazımda gittikçe sorun olmaya başlayan “otopark” soruna bir çözüm önerisi getireceğim. Gündüzleri mesai saatleri içerisinde şehir merkezinde yoğunlaşan araç trafiği ve akabinde oluşan otopark sorunu geceleri ve tatil günleri özellikle Bahçelievler olmak üzere Ilıca Caddesi ve Fatih Caddesi arasında kalan bölgelerde büyük sorun olmaktadır. Bir de bu yoğunluğun olduğu günlerde maç ve düğünlerde oluşan araç trafiği ve park sorunu da eklenince bırakın araç trafiğini, yaya trafiği bile durma noktasına gelmektedir. Ayrıca bu bölgelerde özellikle ilköğretim okulu ve camii yetersizliği de dikkatimi çeken başka borundur.
            Benim bu konuya ilişkin çözüm önerim çevre yolunun Ankara girişindeki Fen Lisesinin yanındaki boş araziye yeni ve daha büyük ve modern bir stadyum yapılmasıdır. Yeni yapılacak olan bu stadın yanına da amatör sporcular için açık futbol, voleybol ve basketbol sahaları yapılması ve bugün için kullanılan stadyum ve diğer sahaların o bölgeye taşınması, ayrıca o bölgeye açık oto pazarı içinde yer yapıp oraya taşınması daha önce belirttiğim bu bölgeye birçok yönden rahatlık getirecektir.
            Şu an kullanılan stadyum yerine üzerinde düğün ve toplantı salonu olan çeşitli iş mekanlarının bulunduğu, ileriki yıllarda oluşacak gelişmelerde dikkate alınarak yapılacak modern ve büyük bir otoparkın bu bölgede yaşayan otopark sorununu çözeceğini inanıyorum.
            Ayrıca bu bölgede bulunan açık sahaların yerine öncelikle ve ivedilikle bir ilköğretim okulu yapılmasını, yine bu alanlara Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne ait tüm spor okullarını kapsayacak bir spor kompleksinin yapılmasında geleceğimizin teminatı çocuklarımızın çok küçük yaşlardan itibaren şehrimizin her bölgesinden kolayca ulaşabileceği bir yerde spor öğrenme yerini ve geleceğin şampiyonlarının da yetişmesine imkan sağlayacaktır. Yine bu bölgeye yapılacak bir cami de Cuma, Teravih ve Bayram namazlarının da bu bölgede oluşan sıkışıklığı önleyecektir.
 
YIL 5  SAYI 46    25 Ocak 2003
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 
 
 

 23

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

TEL  TEL  YAPIMI
Çorum`a özgü, soğuk kış geceleri eğlenmek amacıyla yapılan bir şekerleme türü olan TEL  TEL, havaların iyice soğuduğu kış gecelerinde, akraba, eş dost veya konu komşu bir araya gelerek yaptıkları, fakat yapılışı zor olmasına rağmen, sonrası eğlenceli geleneklerimizdendir.
O anda evde bulunan insanlara yetecek miktarda hazırlanılmak üzere, toz şeker, çok az limontuzu ve su, şerbet olup köpürünceye kadar kaynatılır, kaynatılan şerbet tepsiye dökülür, tepsi içindeki şerbetin soğuması için kar üzerine bırakılır ve takip edilir. Soğutulmak üzere tepsinin dışarıya bırakılmasıyla birlikte dikkat edilmezse ilk şakalaşma ve eğlencede başlar.
Tel Tel yapıldığını öğrenen komşular şaka amacıyla, kar üzerine soğutulmaya bırakılan tepsideki şeker ağdası soğumadan, eriyik halde iken ipin ucuna takılan bir çengel, ağdanın içine atılıp soğuyunca çekilir ve tepsiyi evine götürür. Ağdayı hazırlayan ev bekleye dursun tepsiyi götüren ev Tel Teli hazırlar ve tepsisini aldığı ev halkını evine davet eder, eğlence diğer evde devam eder. Tepsi başkaları tarafından götürülmeden eve soğumuş halde getirilmişse, tepsi içindeki şeker ağdası rulo biçiminde sarılır, ilk önce iki kişi tarafından 18-21 kere sıkılarak inceltilip uzatılır, katlanır inceltilip uzatılır halka yapılır sıkılarak halka çevrilir, ağda beyazlayıncaya kadar çevirme işi devam eder.
Beyazlayan ağda halkası, kokulu olması için toz haldeki leblebi unu karıştırılmış kavrulmuş un serilmiş tepsiye yerleştirilir, tepsinin etrafına kaç kişi sığarsa oturulur. Ağda halkası, tepsinin içinden dışına yarım tur dışa ve soldan sağa her iki yönde uyum içinde çevrilerek halka uzadığında yine katlanarak tepsiye yerleştirilir, ağda halkası tel tel ayrılıncaya kadar çevirme işlemi devam eder.
Yapılmış olan tel tel, avuç içi büyüklüğünde kopartılarak orada bulunanlara ikram edilir, çocuklar arasında çeşitli şekillerde tel tel yeme yarışmaları düzenlenir, örneğin tel tel yenirken tosyaa denilerek tel tel üzerindeki unun genze kaçmasıyla boğaz tahriş olur öksürülür, diğer bir eğlence, yarışmaya katılan çocuklar ellerini arkada tutarak yerdeki tabaktan, tel teli en hızlı yeme yarışı yaparken yüzleri şeker ve un olur, yine undan boğazları tahriş olur suu diye yardım isterler, gece böylece eğlenerek devam eder.
Bu tür eğlencelerle, uzun kış geceleri eş dost ve çocuklarla birlikte hem eğlenilir hem de kültürler gelecek nesillere aktarılır. 10 kişilik tel tel için gerekli malzeme: 3 kg. Toz şeker  3 litre su  1 fındık büyüklüğü limon tuzu  2-3 kg. kavrulmuş un              10-Ocak -2011

YIL 13     SAYI 155    25 Ocak 2012

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 

 

 

 

 

 

 
 
 

 

 

 
 
 

 24

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

YAĞMUR SUYU ÇALIŞMALARI
Belediyemiz 2011 yılından önce bazı caddelere yağmur suyu boruları döşedi. İyi niyetli bu çalışmaların bir müddet sonra yetersiz olduğu görüldü.
Yine çok iyi niyetli ve iyi bir çalışma olarak, bizlerinde çok takdirle karşıladığı, 2011 yılında Farabi caddesinden; Gazi caddesini takip ederek Çorum Lisesine kadar yapılan yağmur suyu boru çapları, kazılan bu kanala 1 metre çapında borular sığabilirdi. Kazı, hafriyat, işçilik masraf yapılarak 60 cm. çapında borular döşendi anlayamıyorum?
Gazi caddesinin diğer tarafına da İnönü caddesinden itibaren 80 cm lik borularla başlanan yağmur suyu boruları Azap Ahmet Camii karşılarında 40 cm’ye düşürüldü, o hat’ta birde, ilerde uzun bir hat olan ve çok yerden yağmur suyu gelen bahabey caddesinden gelen yağmur suyu boruları bağlandı. Bu hatların yetip yetmeyecekleri ilerdeki yıllardaki yağışlarda belli olacaktır. Yarın çok yağış olduğunda biz hesabı şu kadar m2 ye şu kadar m3 yağışa göre hesap ettik, şu kadar yağış yağdı ne yapalım diyeceğimize, olabilecek en fazla yağışlara göre bu borular daha büyük çaplı borulardan döşense daha iyi olurdu. En azından bundan sonra yapılacak veya yenilecek yağmur suyu hatlarında daha büyük çaplı borular düşünüleceğini umuyorum.
Yağmur suyu ızgaraları güzel dizayn edilmiş ızgaralardan ana hatlara inen boru çapları da geniş çaplı düşünülmüş bunlar gayet güzel olmuş. Yalnız görebildiğim kadarıyla bazı ızgaraların içine hafriyat sırasında ve asfalt dökümü sırasında malzeme dökülmesi sonucu kısmen veya tamamen tıkanmalar oluşmuş, olabilir bütün işler bittikten sonra bütün yağmur suyu ızgaraları kontrol edilip çalışır hale getirilirse bu güzel çalışmalar daha verimli olur diye düşünüyorum.
2011de ki yapılan yağmur suyu hatlarına baca tabir edilen kontrol lagarlarından konulmuş, güzelde olmuş, ilerde tıkanma olduğunda buralardan rahatlıkla açılır. Aynı baca sistemlerinden daha önce yapılan tüm yağmur suyu hatlarına da yapılırsa oralardaki tıkanmalar da kolaylıkla açılıp, bu kadar hatlarda çalışır durumda olur.
Sanırım 2004 veya 2005 te yapılan Atatürk heykeli ile Karşıyaka Altın Evler Camii arasındaki 70 cm lik beton büzlerle yapılan yağmur suyu hattın’ da bildiğim kadarı ile hat boyunca bir taneden başka yağmur suyu bacası göremedim. O hattın da bildiğim kadarı ile heykelin alt kısmında ki bir yerden yukarı doğru dönerek Melikgazi deresine bağlandığını, bu şekilde de yağmur suları ile gelen kum, çakıl vs. nin hattı tıkayarak devre dışı bıraktığını düşünüyorum. Eğer bu hat bu kadar büyük çaplı borularla tam kapasite çalışsa şehrimize bu kısımlardan yağmur suyu gelmez. Aynı hat üzerinde boydan boya yapılan ızgaraların ana hatlara bağlantıları da yeni yapılan bağlantılar gibi büyük çaplı borularla değiştirilip oralarda sürekli kontrol edilirse bu kadar yapılan hizmetler faal olur, akan yağmur suları boşa değil, ızgaralar ile yağmur suyu hatlarına dökülür yollarda seller oluşmaz ve hizmetler yerini bulur. Yoksa çalışmayan hizmet, hizmet olmaz boşa masraf yapılmış olur.
Yol yapımı ve asfalt dökümü sırasında yol eğimlerinin kenarlara doğru, yağmur suyu ızgaralarının olduğu kısımlara doğru verilmeli. Bazı şehirlerde olduğu gibi yol kenarlarına ızgaraların olduğu taraflara oluk biçiminde hafif çukurlar açılarak ve ızgaralar konulurken yağmur suyunun geçtiği yerlere konulur ise yağmur suları yola taşmadan halkımızı rahatsız etmeden yağmur suyu hatlarına dökülür.
İlimizin içinden geçen dereler yağmur suyu tahliyesi için büyük şanstır. Zaten bazı cadde ve sokakların yağmur suları buralara verilmektedir. Bu derelere yakın bölgelerden daha çok yağmur suyu hattı çekerek yağmur sularını daha çabuk tahliye edebiliriz.  Ne yazık ki bazı sorumsuz kişiler buralara hafriyat ve çöp dökmekte veya bazen de tepelerden bu derelere taş, toprak, kum vs. gelerek su yığılmalarına veya tıkanmalara sebep olmaktadır. Buralar zaman zaman araçlarla temizlense de bakıldığında görüleceği üzere derelerin bazı kısımları bu tür engeller ile doludur. Bazı dereler de küçük büzlerle geçilmeye çalışılmış, buralara uzun mesafelerden gelen yağmur suları geçemez haldedir, çok yağmur yağdığında buralarda sular yollara taşmaktadır.
Bu derelerin ara sıra kontrol edilerek buralara çöp atanların engellenmesi, buralardaki çöp ve engellerin araçlarla veya görevlilerce sık sık temizlenmesi, küçük geçitlerin büyütülmesi olabilecek aşırı yağışlarda taşkınları önleyecektir. İlimizdeki bu derelerin bazılarının uzunca kapalı olarak devam ettiğini düşünürsek daha çok düşünmemiz gerekecektir.
Belediyemiz 2011 yılında aldığı bir kararla binaların yağmur suyu borularını sokağa akıtılmasına karar vermiş. Mutlaka bazı konuları epeyce tartışmışlardır ona şüphem yok. Bu karar alınırken sanırım en büyük etken; eskiden yağmur suyu borularının kanalizasyonlara verilmesi neticesi yağışlarda zemin katların su basması neden olmuştur, doğrudur doğru da bir karardır. Bu kararın olumsuz taraflarını da düşünerek, bunlara da çözüm bulabilirsek sanırım daha sağlıklı karar vermiş oluruz.
Nedir bu olumsuzluklar: Bazı cadde ve sokaklarda yağmur suyu boruları olmasına rağmen birçok cadde ve sokaklar da bu hatlardan ve bağlantılarından yoktur, durum böyle olunca da, yağmur yağdığında onca binalardan sokaklara dökülen yağmur suları sokakları geçilmez yapacaktır.
Binalarda ki yağmur suyu borularına binaların balkon atık su boruları da bağlıdır. Bu haliyle binaların yağmur suları sokağa verilirse balkonlar yıkandığında oradan gelecek katı pislikler sokaklarda çevre kirliliği meydana getirip, mikrop saçacak, güzel şehrimiz köy görüntüsüne dönecektir. Binalardan en az dört köşeden hatta daha fazla iniş boruları ile inen yağmur suyu boruları bina dışına verileceği zaman en fazla iki hat halinde, yatay olarak, bazen de çok çirkin görüntü kirliliği vererek sokaklara verilmektedir. Bu durumda çok yağış olduğu zaman bu borular çekmeyecek, yağmur suları balkonlardan evlere girecektir.
Bu duruma paralel olarak kışın; yağmur suyu boruları eskiden dik halde inerken bile donmakta, borular tek halde olduğu için gerektiğinde sökülüp buzlar atılabiliyorken böyle yapılırsa sökülme imkanı olmayacağı için buzlar borularda kalıp, balkonlar yine risk altında olacaktır.
Bu uygulamadan şimdilik vazgeçilip, yeni binalardan başlanarak balkon ve apt, içi yıkama sularının kanalizasyona, yağmur sularından ayrı olarak verildikten sonra, tüm cadde ve sokaklara yağmur suyu hatları çekildikten sonra bina yağmur suyu borularının yağmur sularını atabilecek şekilde sokaklara verilmesi daha uygun olur sanıyorum. Şimdi birde binaların mantolama işlemleri gündemde, eğer böyle olursa o zaman tüm borular yeniden yenilendiği için ikinci bir masraf olacaktır. Velhasıl bu konu aceleye gelmiş bir konu olarak görüyorum.
Birçok cadde ve sokakta olduğu gibi özellikle Gazi ve İnönü caddelerinde bulunan lokanta, pastane, vs. gibi özellikle gıda tüketilen yerler zaman zaman, yerleri yıkadıkları suları, sabunlu suları kaldırımlara vermektedirler. Bu tür görüntüler hiç şehir kültürüne yakışmıyor. Nasıl olsa Gazi ve İnönü caddelerine yağmur suyu hattı döşendi, bu atık suları buralara bina yağmur suyu boruları ile verebilirler.
Saygılarımla!

YIL 14     SAYI 169    25 Mart 2013

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

 

 

 

 

 

 
 
 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.