|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TAKDİM
Bu sanal kitapta
bulunan çalışmalar; arkadaşlarımızla birlikte basılı olarak
yayımladığımız 53 sayı “Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve
Edebiyat” dergimiz ve 54’üncü sayıdan sonra da sanal olarak
yayımladığımız dergi ile “Sarı Çiğdem Şiir Defteri” dergimizde
yayımlanmış çalışmalardan derlenmiştir
Tarafımdan arkadaşıma bir ufak armağan olarak hazırladığım bu
sanal çalışmamda onların da çalışmalarını derli toplu olarak
sizlere sunmak amacı taşımaktadır.
Çalışmalarımın bir sanal kitaplık olarak sizlere ulaşması ve
sizlerinde bilgilenmenizi ve ilgileneceğinizi ummaktayım.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
Suhubi Ulvi CIRIL
16 EKİM 1958 - 11 KASIM 2013
|
-
16-Ekim-1958 Çorum
doğumluyum. Çorum'un Destanoğulları ailesine mensubum. Evliyim iki çocuk
babasıyım. Merkez Zafer İlkokulu, Eti Ortaokulu ve Endüstri Meslek
Lisesi'ni bitirdikten sonra 1978 yılında kazandığım Ankara Teknik
Öğretmen okuluna ön kayıt yaptırmama rağmen o yılların anarşik ortamı ve
ailemin ekonomik durumunun yeterli olmaması nedeniyle kazandığım yüksek
okula gidemedim.
-
1970-1980 yılları
arası ülkemiz sağ-sol v.d. çatışmalar nedeniyle çok sıkıntılı günler
yaşamış, özellikle büyük şehirlerde bazı mahalle ve sokaklar sağ ve sol
gruplar tarafından bölünmüş durumda idi. Karşıt grupların ve tarafsız
kişilerin buralara girmesi neredeyse imkansızdı. Okullar boykotlar
nedeni ile okunamaz, fabrikalar grevler nedeniyle çalışamaz olmuştu.
Sonuçta 12-Eylül-1980 ihtilali oldu ve ülkemiz tamamen bir bölünmenin
eşiğinden döndü. Allah o günleri tekrar göstermesin fakat unutmamak ve
yeni yetişen neslimize de bunları bilip oyunlara gelmemesi için
hatırlatmakta fayda var diyorum.
-
Yüksek okulu okuma
arzuma 1998'de yeniden kazandığım ÖSS imtihanı ile kavuştum. Yüksek puan
almama rağmen çalıştığım için ve ayrıca sevdiğim bir bölüm olan Açık
Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler bölümünü seçtim ve 2000 yılında
mezun oldum.
-
İlkokul
sıralarındaki idealim subay olmaktı, nasip olmadı. Kısmet Sanat Okulu
imiş. Burayı bitirince subaylık arzum yine depreşti. Hava astsubaylığı
imtihanına müracaat ettim. İkinci sınıftan borçlu geçmiştim o yüzden
imtihana katılamadım. Üzüntümden bir hafta hasta yattım, kısmetten öte
olmuyormuş. Mesleğim olan kaynakçılığa devam ettim. Atalarımız "Sanat
altın bileziktir."demişlerdi bunun faydasını çalkantılı geçen iş
hayatımda gördüm. Çok sıkıntılı dönemlerden geçtim fakat rabbime
şükürler olsun nasip olan kaynakçılığımın sayesinde işsiz kalmadım.
-
Her insanın hayat
çizgisi ilk önce ailesinin, sonra da çevresindeki şartlara ve gelişen
olaylara göre şekilleniyor diye düşünüyorum. Çalkantılı bir iş hayatımın
olduğunu belirtmiştim. Bu çeşitli iş ortamları ve aralarda katıldığım
çeşitli sosyal aktivitelerde çok değişik yer ve insanla karşılaşmama,
çok dostluklar kurmama ve hayat ufkumun açılmasına vesile oldu.
-
İlk memurluğuma
1977 yılında Çorum Endüstri Meslek Lisesi Teknisyeni olarak başladım.
Askerliğimi 1980 yılında Urfa'da tankçı olarak tamamladıktan sonra
tekrar aynı işime döndüm.1983 yılında yetiştirme yurdu teknisyenliğine
gönderildim. O yıllarda Kenan Evren Paşamız Devlet Başkanımız idi ve her
gittiği ilde yetiştirme yurtlarını geziyordu, onun vesilesi ile altı ay
görev yaptığım eski yetiştirme yurdunda önerilerimle çok iş yapıldığını
düşünüyorum.1983 yılı Eylül ayında memuriyetten istifa ederek Ankara'da
bulunan Gama şirketi ile Irak'ta bulunan bir petrol rafinerisi
montajında işçi olarak çalışmaya başladım. Irak'ta çalıştığım süre
içinde tatil günleri birçok tarihi yeri görmek nasip oldu. Irak'tan
geldikten sonra bir müddet çelik tencere pazarladım.1984 yılı sonlarında
Çorum Çimento Fabrikasında işçi kadrosunda kaynakçı olarak çalışmaya
başladım.
-
İşçi kadrosunda
çalıştığım için işçilerin siyasi ve sosyal faaliyetlere girme
serbestliğinden istifade ederek bir takım sosyal ve siyasi faaliyetin
içinde de bulundum. Niçin bu faaliyetlere katıldığımı ve bu konularla
ilgili görüşlerimi de bu yazımın içinde anlatacağım.
-
İlk önce avcılık
merakımdan başlayayım. Çimento fabrikasındaki avcı arkadaşlarımın
teşviki ile ruhsat alarak tek kırma bir av tüfeği ile sözüm ona bende
avcılığa başladım, birkaç yıl devam ettim. Bu iş, gezmek ve spor olarak
çok hoşuma gitmişti. Arkadaşlarım av peşinde koşarken tüm tahriklere
rağmen av yapmayıp güzel yöremizin yüce dağlarına ve tepelerine çıkıp
etrafın güzelliklerini seyretmek, mis gibi havasını teneffüs edip hele
birde kekliklerin o karşılıklı şakımalarını dinlemek benim için ne büyük
mutluluktu. İnanın cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz da kıymetini
bilmiyoruz. Bir de bu sporun sağlık açısından, dinamiklik açısından çok
faydalarını gördüm. Bana kalırsa sadece ekili alanlara zarar veren yaban
hayvanları için kontrollü olarak yapılması, diğer hayvanlar için
yasaklanması gelecek nesillere bu güzelliklerin emanet edilmesi iyi olur
diyorum. Çevremizde gezilecek o kadar güzel yerler var ki hem spor hem
de gezi amaçlı olarak turlar düzenlense ruh ve beden sağlığımıza iyi
gelir. Avcılıkta ve sokaklardaki, bir takım kutlamalardaki silah
kullanma heves ve arzusunda şehirlerin uzağında yapılacak atış
poligonlarında giderilmesi de milletimizin geninde var olan silah
sevgisini tatmin edecektir. Bu şekilde av silahı yapan sanayi de
kapanmaz hem de birçok tehlikenin önüne geçilir ve birçok canlı da
kurtulur.
-
Katıldığım sosyal
aktivitelerden biride bir vakıfta gönüllü olarak çalıştım. Sebebini de
anlatayım; zengin bir aileye mensup idik. İlkokula gittiğimde babamın
iflası babam üzerinde ister istemez hırçın ve kavgacı bir insan olmasına
sebep olmuştu. Rabbime şükür sonradan babam işlerini biraz düzeltmişti
ve kamyonuyla nakliyeciliğe başlamıştı. Fakat eski günlerin özlemi onu
üzüyor babam da dolaysıyla bizi üzüyordu bu durum hep devam etti.
Gençliğimde sosyal bir çevre edinemedim. İnsan hep okulda, evde, iş
yerinde duracak değil ya şöyle bir gezineyim, biraz kafamı dinleyim dese
eğer bir arkadaş grubunuz yoksa hangi yaştan olursanız olun parkların
haricinde gidilecek ya kahvehane ya birahane yada şimdilerde atari
salonları var diyorum. Hele birde kış günü ise başka alternatifte
düşünemiyorum ve buralara giden insanlara da kızamıyorum. Hayalimde öyle
bir vakıf düşledim ki fakat olmadı ve göremedim de. Çeşitli okuma
salonları, sohbet yerleri olan ve her yaş grubundaki insanların
gidebileceği, maliyetine hizmetlerle oturabileceği sığınma yeri değil
birkaç saat dinlenebileceği, sohbet edebileceği yerlerimiz de olsun ki
gidilmesini arzulamadığımız yerlere gitme ihtiyacı duyulmasın. Hatta eli
ayağı tutan boş gezen insanların gönüllüleriyle ağaçlandırma çalışmaları
yapılıp bozkırlarımızda yeşertilebilir. Ufak tefek el becerili işler
yaptırılıp o kişiler oyalandırılırken ekonomiye de katkı sağlanır.
-
Katıldığım diğer
bir faaliyette işçilik yaptığım süre içinde demokrasinin olmazsa olmazı
siyasi partilerimizin birinde çalıştım. Siyasi parti ve
milletvekillerimizden hep şikayetçi olacağımıza memleket meselelerimiz
hakkında onlara yol göstermek, yeri geldiğinde uyarmak hepimizin görevi
ve ödevi iken bir kenarda durmanın adına neme lazımcılık denir. Böyle
olunca da ne yapılırsa kabul edeceksiniz. Tabiri caiz ise önünüze
getirilen yemeği yemeye mecbursunuz yada yemek önünüze gelmeden
arzuladığın şekilde hazırlığını yaparsın. Efendim yemeğin tadı yok bize
de müsaade etmiyorlar diyorsanız biraz gayret edip iyi işler yapmak için
didinen vatansever insanlarla bir araya gelmek için uğraşacaksın. Sadece
şu partide iyi diyemeyiz. Bir yerde ne kadar iyi düşünceler varsa o
kadar da istismarı olacağını unutmamak lazım. Tüm siyasi görüşlerin
içinde ülkemizi ve milletimizi seven insanlar olduğu gibi maddi
çıkarları için oralara gelen insanlar da olmaktadır. Eğer gerçekten
ülkemizi seviyorsak hangi görüşten olursak olalım o görüşün içindeki
ülkemizi ve milletimizi seven ve hakkıyla çalışan insanlarla beraber
olursak, beraber olamadığımızda ise çeşitli yollarla onlara destek
verirsek tüm partiler iyi ve çalışkan insanlar tarafından idare edilir.
Tüm partilerin de tek ortak noktası ülke ve millet menfaati olacağı için
yapılan tüm çalışmalar ülke ve millet menfaatleri doğrultusunda
gerçekleşir.
-
Sizlere soruyorum
Çorum'dan her dönem değişik partilerden beş veya altı tane
milletvekilini meclise göndermekteyiz. Partili veya partisiz kaç kişi
Çorum'umuzun meseleleri için milletvekilleriyle veya diğer yetkililerle
görüşmek zahmetinde bulundu. Maalesef meclisteki milletvekili odaları İş
ve işçi Bulma Kurumu gibi çalışmaktadır. Bir iktidar döneminde başlanmış
bir yatırım daha sonraki gelen iktidar tarafından desteklenmiyor, bu
şekilde yatırımlar çürümeye terk edilirken memlekete hizmet gelmiyor.
Sadece yerel gazetelerde birkaç kişinin gayretini okuyoruz o da cılız
kalıyor.
-
Sizlere bir
öneride bulunuyorum. Mademki memleketimizi seviyoruz ve iyi hizmetler
yapılmasını istiyoruz örnek bir isim de vereyim: Çorum'u Sevenler
Derneği olabilir. Partiler üstü bir çalışmada bulunarak derneği kuralım.
Üniversiteden havaalanına, yollarından hava kirliliğine değin birçok
sorunu çözümleriyle birlikte çok katılımlı bir kamuoyu ile etkin bir
şekilde takipçisi olalım. Biraz gayret diyorum.
-
Çimento
fabrikasının özelleştirilmesi nedeniyle ara ara toplu çıkışlar yapıldı.
Ben de bir kısım arkadaşlarla birlikte işten çıkarıldık. Aldığım
tazminatımla bodrum katta olsa bir daire sahibi olmak nasip oldu ona da
şükür. İşten çıkarıldığımızda çok sıkıntı yaşadık, ilerlemiş yaştaki bir
elemanı her iş yeri kabul etmemekte kabul edilse bile uyum
sağlanamamaktadır. Dolayısıyla birçok arkadaşımız elindeki birikimlerini
bitirdi. Özelleştirmeden amaç iyi idare edilememekten v işçi
ücretlerinin yüksekliğinden devlete getirdiği yük gösterilmekte ne yazık
ki özelleştirmeye de düşük ücretle işçi çalıştıran hatta kendi yağıyla
kavrulan işletmelerden başlanılmaktadır. Direkt devlet bütçesinden, bir
kısmı da masa başında işçi ücreti alan ve yüksek ücret veren yerlere
dokunulmamaktadır. Kimsenin aldığında gözümüz yok fakat verilen bu
yüksek ücretler halkının bir bölümü açlık sınırında yaşayan ülkemizin
bütçesinden ödenmektedir.
-
Ben özelleştirmeye
farklı bir açıdan bakmak istiyorum. İş yerleri özelleştikten sonra bile
genelde idareciler görevlerine devam ederken işçilerin büyük bir bölümü
çıkarılmaktadır. Diğer taraftan devletimizde vergi geliri ve SSK
primlerinin düşük yatırılması nedeniyle devlet bütçeside kayba
uğramaktadır. Bir de buraların yabancılara ve yabancı ortaklıklara
verilmesiyle iş yeri karları da ülkemiz dışına çıkmaktadır. Eğer amaç
devletin elindeki iş yerlerindeki işçi ücretlerinin yüksekliği ve
dengesizliği ise özelleştirilerek işçi çıkartılacağına tüm iş yeri
temsilcileri ile bir araya gelip ülke imkanlarını ortaya koyup işçi ve
memur dahil özel ve resmi kuruluşlardaki tüm çalışanların ve emeklilerin
aldığı tüm gelirler açıklanarak ücret dengesi sağlanıncaya kadar yüksek
ücret alanların sabretmeleri istenebilir. Önceki yazılarımda hakka
hukuka riayet etmeyerek mal-mülk biriktirenleri ve elindeki maddi ve
manevi imkanları kötü şekilde kullananlarıda eleştiren yazılar
yazmıştım. Fakat ülkemizde asgari ücretin bile yarısı ile çalışan
insanları ve işsizlikten intihar eden aile reislerini de görüyorum.
Onlar da bu vatanın insanları unutmayalım.
-
Çimento fabrikası
özelleştikten sonra bir müddet aynı iş yerinde taşeronla çalıştım. Daha
sonra ayrılarak birkaç özel iş yerinde de çalıştım. Memurluktan istifa
edenlerin imtihansız olarak yeniden memurluğa açıktan atanması hakkından
yararlanarak 1997 yılında Ankara'da bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı'nda memur olarak tekrar göreve başladım. Evi de götürmüştüm.
Ailecek Ankara'yı da sevmiştik fakat ev kiralarının yüksekliği ve
Ankara'nın Çorum'a göre daha pahalı olması nedeniyle tekrar Çorum'a
dönmek istedim. Çorum Belediye'si İtfaiye Müdürlüğü'nde boş kadro
varmış, on ay sonra nakil yoluyla buraya gelerek İtfaiye Eri olarak
çalışmaya başladım.
-
İtfaiyecinin işi
sürekli can ve mal kurtarmakla ilgili olduğu için bence tüm çalışmaları
önemli. İnsanların o çok sevdiği malları yandığında kaçarken, en
yakınlarına yaklaşamazken itfaiyecilerin koşarak o tehlikelerin içine
girmeleri çok kutsal bir duygu. O yüzden en son mesleğim olan
itfaiyeciliği de çok seviyorum. Bu meslekte başımdan geçen en önemli
olay:Asrın felaketi olan 17-Ağustos-1999 tarihinde meydana gelen Marmara
Bölgesi depreminde Adapazarı'nda yardım için gittiğimiz çalışmalar ve
gördüklerimdir. Tüm servetlerin ve ölüm ile yaşamın arasındaki sürenin
45 saniye kadar bir ömür olduğunu orada daha iyi gördüm. Çok etkilendim.
Deprem bölgesinde yaşadıklarımı ve önerilerimi kaleme aldım. Mahmut
Selim GÜRSEL Bey ve Şevket ERZEN Beylerinde teşvikleriyle deprem ile
ilgili yazılarım 2000 yılı içerisinde Çorumlu-2000 dergisinde ve Çorum
Hakimiyet gazetesinde aralıklarla yayınlandı. Buradan onlara, dergi ve
gazete çalışanlarına teşekkürlerimi sunarım. Depremle ilgili
yazdıklarımı herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Herkesin alacağı bir
ders ve tedbir mutlaka bulunmaktadır. Arzu eden olursa depremle ilgili
yazılarımı Gürsel Yayınevine ait ınternet sayfasından ücret karşılığı
alabilir. Maalesef önceki depremlerden ders almadığımızı
Sakarya(Adapazarı) Valiliğinin 2000 yılı Ağustos ayı içerisinde
bastırdığı Sakarya ve Deprem isimli kitabın 157. sayfasında kısaca
şöyle denilmektedir : "Sakarya'nın deprem riskinin bilinmesine rağmen
buna hazırlık olarak ciddi bir şey yapılmadığı, çalışacak potansiyel
gruplar bulunmasına rağmen teknolojik araç ve gereçler bir yana tek bir
kazma dahi bulunamamıştır." Asrın felaketinden sonra birçok hazırlık
yapıldı fakat yinede asrın felaketi ve sonuçları iyice irdelenerek
hazırlıkların daha dikkatli olarak gözden geçirilmesini öneriyorum.
-
Teknolojinin
ilerlemesi ve buna paralel olarak da her türlü afet ve tehlikelerinde bu
oranda yüksek olması nedeniyle ülkemizin her yerinde mevcut bulunan ve
24 saat her türlü can ve mal kurtarma çalışmalarına direkt katılan
İtfaiyelerin de tümünün çağın gereklerine uygun olarak yüksek
teknolojili araç gereçlerle donatılması ve personel de her türlü
afetlere hazırlıklı bir şekilde eğitilirse yeni kadrolara gerek olmadan,
bir anlamda afetlere de hazırlığın bir bölümü gerçekleştirilmiş olur.
İlk yazımı Irak'ta çalışırken Türk Büyük Elçiliği'mizin
Cumhuriyet'imizin 60.yılı nedeniyle açmış olduğu yarışmaya katılmak için
yazdığım Cennet Türkiyem isimli yazı idi. Türkiye'ye dönünceye kadar da
şirket şantiyesindeki duvar gazetesinde güncel olaylara değinen yazılar
yazdım. Uzun bir süre fırsat oluşmadığında olacak yazı yazmadım. Şimdiye
kadar yazdıklarımdan bir ödül almadım fakat depremle ilgili yazdığım
yazılardan tanıyan kimselerden çokça teşekkür aldım. Yayınlanmış bir
çalışmam kitap halinde basılmadı. İçinde bulunduğum ortam ve şartlara
göre yazı yazıyorum. Irak'ta iken ülkemin özlemi ve durumu hakkında,
deprem bölgesine yardıma gittiğimde orada görebildiğim aksaklıkları ve
önerilerimi, Turizm açısından daha güzel bir şekilde
değerlendirebileceğimiz Çatak hakkında, çok fazla yağmur yağdığında
Çorum için büyük tehlike arz eden Sıklık Deresi hakkında ve en sonda
Selam Üzerine olmak üzere değişik konularda yazı yazmaktayım. Yazılarım
Çorumlu-2000 Dergisi ve Çorum Hakimiyet gazetesinde aralıklarla
yayınlanıyor.
-
İdealim;
çalıştığım ve bulunduğum her ortamda, her türlü hal içinde, mesleğimin
içinde olsun olmasın çok sevdiğim ülkeme ve onun insanlarına hizmet
etmek, hizmet edemediğim durumda da aklımın erdiğince önerilerimi
sunmaktır.
-
Üzülerek
belirteyim tembelliğin, "bana ne" ciliğin, "sana ne" ciliğin, "neme
lazım"cılığın hakim olduğu ülkemizde tembellik eden kişiler, çalışmak
isteyenin çalışma azmini:"İleri gitme burnuna, geri kalma kuyruğuna
basarlar" sözü ile engellemeye çalışmaktadırlar. Bu yüzden de salla başı
al maaşı zihniyetiyle de ülkemiz kalkınamamaktadır. Ülkemizi seven ve
hizmet etmek isteyen her insanın durumunda olduğu gibi ideallerimi
gerçekleştirmeye çalışırken çok zorlanıyorum. Çalıştığım tüm işlerde
aldığım ücretlerimin helal olmasına gayret ettim. Tüm işlerimde ülkemin
ve onun insanlarına her zaman faydalı olmaya çalıştım. Hizmet için
elimdeki imkan ve yetkiler bu kadardı onları da yaptığıma inanıyorum.
-
Internet’te Yazarımız http://corumlu2000.dergisi.info , Sarı Çiğdem Şiir Defteri’nde
http://saricigdem.dergisi.info
yayınlandı.
11 KASIM 2013 Tarihinde vefat etmiştir.
Allah C.C. Rahmet ETSİN |
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- AFETLERE KARŞI ÇORUM'DA
YAPABİLECEKLERİMİZ
- Muhterem hemşerilerim !
- Afetler öncesinde yapılan
hatalar ve ihmaller bircok canlının ölmesine sebep
olurken;afet,büyük yangınlar,sel,kuraklık ve akabinde oluşan su
kıtlığı ve salgın hastalıklar öncesinde yapılması gereken
hazırlıkların yetersizliğinde birçok sıkıntının yaşanmasına
sebep olmaktadır.
- Bu yazımda sadece deprem veya
büyük afetler değil her zaman yaşanabilecek sıkıntılara ve
olağanüstü durumlara karşı ilimizde alınabilecek önlemleri
yazıyorum:
- 1- 112 Acil Servisimizin yeri
merkezi bir yerde olmasına rağmen trafiğe çıkış yerinin zor bir
yerde olmasından ve araç park yerinin azlığından dolayı yeri
değiştirilmeli. Benim önerim: Temini mümkün ise Devlet
Hastanesinin yanında bulunan 75. Yıl Sağlık Meslek Lisesinin
yanındaki boş yere Hızır acil Servisi için bina ve olağanüstü
durumlarda diğer illerden gelecek ambulanslara da barınabilecek
bir garajın yapılmasıdır.
- Burası Devlet Hastanesi Acil
Servisine ve morga yakın olmasından dolayı büyük afetlerde ve
büyük kazalarda çok yoğunluk yaşanacağından ambulansların ölü
veya yaralıları indirdikten sonra kayıt ve diğer işlemleri
buradan yapmaları sağlanır ve tıkanmalar önlenir ve peş peşe
gelen ambulanslardaki diğer yaralılara daha çabuk müdahale
imkanı sağlanır.
- Ayrıca;bu bölgenin Gazi
Caddesi,Fatih Caddesi,Samsun Yolu ve Hastaneye çıkış yapabilecek
bir yerde olmasından dolayı ambulanslara süratli bir çıkış yapma
imkanı verecektir.
- 2- Şehrimizdeki tüm
hastanelerimizin ilçelerimiz dahil Acil Servislerinin yerlerinin
herkes tarafından kolaylıkla bulunabileceği şekilde
işaretlenmesi,aydınlatılması ve herhangi bir yoğunlukta peş peşe
gelen ambulansların trafik sıkışıklığı yapmadan hasta ve yaralı
tahliyesi yapabilecek düzenlemelerin yapılması.
- 3- Hastanelerimizin su
depolarının üç günlük su ihtiyacını karşılayabilecek
şekilde,betondan ve depo dolum yerlerinin arozözlerinin dolum
yapabilecek düzenlerinin yapılması.
- 4- Hastanelerimizde oluşabilecek
yangınlarda tahliye işlemi zor olacağından dumandan boğulmaları
ve rahatsızlıkları önlemek için duman algılayıcı cihazlar
yardımıyla gerektiğinde kendiliğinden jeneratörleri devreye
sokarak otomatik olarak çalışan başta tavanı basık kısımlar
olmak üzere dumanın diğer katlara dağılmasını önlemek üzere
merdiven bölümlerine aspiratörler konulması.
- 5- Depremlerde yer çökmeleri ve
yer yarılmaları meydana geldiği için özellikle şehir içi su
şebekesi uzun süre onarılamamakta,su sıkıntısı had safhaya
ulaşılmaktadır.
- Ayrıca;şehirlerde tamamen veya kısmen su sıkıntısı
yaşandığı,suyun arozözlerle temin edildiği durum ve zamanlar
için önerilerim şunlardır:
- a) Şehrimize su getiren irsale
hatlarındaki şehir girişlerindeki vanalardan önce arozözlerin
rahatça yaklaşıp birkaç arozözün aynı anda dolum yapabileceği
yer üstü yangın vanalarından konulması.
- b) Şehrimizde mevcut su
depolarının altına pompa yardımı olmaksızın depolarda mevcut
bulunan yüzlerce ton suyun arozözlere dolum yapabilecek vana ve
rekor bulunması.
- c) Mevcut yer üstü yangın
vanalarına ilaveten yangın riski yüksek,ulaşımı zor yerle başta
olmak üzere tüm bölgelerdeki yer üstü yangın vanalarının
çoğaltılması.
- d) Herhangi bir depremde
vatandaşlarımızın genelde evlerine yakın boş arsalarda,parklarda
ve Pazar yerlerinde kurdukları çadırlarda ve araçlarda
kaldıklarından tuvalet ve su bulmak büyük sorun olmaktadır.
Ayrıca Pazar kurulduğu günlerde ve su kesintisi olduğu
zamanlarda su dağıtımında ve halkımızın kullanma kolaylığı
yaşanması için Pazar yerlerinde,yanlarında çeşmeleri olan
arozözlere uygun rekorlarla dolum yapabileceği (Rekorla dolumun
nedeni: beş tonluk bir arozöz rekorla 10 dakikada suyu
boşaltırken,bidonlara su dağıtıldığında yaklaşık iki saatte suyu
boşaltabilmektedir.) 20-50 tonluk su depolarından
yapılması,yanlarında da tuvaletlerin yapılması.
- e) Camilerdeki mevcut
şadırvanlara ilave ve bağlantılı olarak su deposu yapılıp yine
bu depoların arozözlerin rekorlarına uygun yapılması.
- 6- Oluşabilecek sel baskınlarına
karşı şehrimizdeki bütün derelerin ıslahı ve bu derelere
ulaşabilecek yerlerdeki su baskınlarını önlemek için bu
kısımlardan Kanal yapılması. Daha önce Sıklık Deresiyle ilgili
olarak çok ayrıntılı bir yazı yazmıştım. Özellikle Melikgazi ve
Sülüklü Derelerinde yapılacak bağlantılar şehir içini
etkileyecek selleri büyük ölçüde önleyecektir.
- 7- Allah Korusun düşünmek bile
istemiyorum ama,bir depremde Çomar Barajı (Çorum Barajı) çatlasa
veya yarılsa bilmiyorum ama en azından herhangi bir riske karşı
Çomar Deresinin bağladığı Melikgazi deresinden gelen kanala
kadar genişletilip,keskin bölgelerin düzeltilip gerekli
önlemlerin alınması.
- 8- Büyük köylerde ve işletilen
orman içi piknik alanlarında traktörlerin kuyruk miliyle çalışan
iki üç tonluk remork arozözlerin bulundurulması. Orman içi
piknik alanları usak ve ulaşımı zor olduğundan bu bölgelerde
özellikle yaz aylarında içinde devamlı su bulunan ve
gerektiğinde arozözlerin su alabileceği büyük su depolarından
yapılması
- YIL 14 SAYI 56 25 Kasım 2003
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
AFETLERE KARŞI ÜLKEMİZDE ve
İLİMİZ ÇORUM’DA YAPABİLECEKLERİMİZ
İsmim Suhubi Ulvi
CIRIL. Çorum İtfaiyesinden emekliyim. Asrın felaketi
sayılan 1999 Marmara bölgesi depreminde çalıştıktan
sonra 1999 yılından itibaren çeşitli tarihlerde
depremle ilgili anılarımı, önerilerimi yazdım ve
aradan on üç yıl geçtikten sonra, çok güzel işler
yapılmasına rağmen afetlere karşı düşündüğüm ve şu
işler de yapılsa daha iyi, daha süratli, daha kalıcı
çözümler olur diye düşündüm.
Yapılan işlerden en
çok hoşuma gidenlerden, çadır yerine her şeyi içinde
olan konteynır evler ve Sivil Savunma Teşkilatının
güçlendirilmesi olmuştur.
Afetlere karşı;
Ülkemiz genelinde yapılmasını arzuladığım en önemli
iş. Ülkemiz genelinde faaliyette bulunan tüm İtfaiye,
Sivil Savunma Teşkilatları, tüm Arama ve Kurtarma
Teşkilatlarının tek çatı altında; İçişleri Bakanlığına
bağlı bir teşkilat olarak, amir ve yöneticilerinin
subay kadrosunda olduğu, gençlerimizin askerliklerini
İtfaiye Eri olarak yaptıkları, araç ve gereçlerinin
ileri teknolojilere sahip ve standart olduğu,
personelinin her türlü afetlere karşı çok iyi bir
eğitim aldığı, ülkemizin tüm il, ilçe ve beldelerinde,
sanayi bölgelerinde, trafik ve kaza riski olan her
yerde yeteri kadar araç ve personelle teşkilatlandığı,
adına ister İtfaiye deyin, ister Sivil Savunma deyin
yeni bir teşkilat kurularak her türlü afetlere karşı,
hatta savaşlara karşı; personelinin eğitimli, genç ve
dinamik, sayıca çok, araç ve gereçlerinin standart
olduğu yeni bir teşkilat oluşturulmalı diye
düşünüyorum!
Bu şekilde
oluşturulacak bir teşkilatla oluşabilecek büyük
afetlerde yetişmiş eleman sıkıntısı çekilmez, her
ihtimale karşı eleman ihtiyaç olduğunda terhis
olanların tekrar çağrılarak yurtdışından ekip
çağrılmadan kendi yaralarımızı kendimiz sarmış oluruz.
Bu şekilde terhis olanlar herhangi bir afet vs.
durumunda kendi yörelerinde bilgili ve gönüllü olarak
katılarak afetlere karşı bilinçli bir toplum
oluşturulur.
1013 yılı itibarı ile
ilimiz Çorum Sivil Savunma Müdürlüğüne ait araç,
gereçler ve depoları Ankara yolu üzerindeki Akıncı
Kışlası’nın yanında bulunmaktadır. Herhangi bir
yangın, kaza, arama kurtarma durumlarında ilk anda
İtfaiye aranıp ilk müdahale İtfaiye tarafından yapılsa
bile özellikle arama kurtarma gerektiren durumlarda
Sivil Savunmaya ait arama kurtarma ekipleri ile
beraber çalışılmaktadır. Bu durum göz önüne alınarak
Sivil Savunma depo, araç ve gereçlerinin İtfaiyeye
yakın bir bölgeye; örneğin Çimento Fabrikası altındaki
Şehitliğin yanına veya daha uygun yakın bir bölgeye,
geniş bir alanda kurulacak depo, tatbikat alanı ve
oluşabilecek bir afet’te gelecek yardım ekiplerini
barındıracak şekilde düzenlemenin yapılması, uygun
zamanlarda İtfaiye ile ortaklaşa tatbikatların
yapılması Bu bölgenin şehrimizin yukarı bir bölgede
olması nedeniyle depoların sel riskinden uzak ve
afetlere müdahalenin daha kolay, İtfaiyeye yakın
olması nedeniyle de her zaman için organizenin daha
kolay olduğunu düşünüyorum.
Ülkemiz genelinde
Acil müdahale ekipleri olarak tanımladığımız:
Ambulans, İtfaiye, Sivil savunma, Çevik Kuvvet ve tüm
güvenlik bina ve yerlerinin terörist saldırılarına ve
ekiplerin görevlerini engellemeye çalışanlara karşı;
güvenli ve araç çıkışı kolay yerlerde
konuşlandırılmalarını, yapılmış ve yapılacak bu
binaların bu tür olaylara ve afetlere karşı
güçlendirilmelerini, buralardan araç çıkışlarının
birkaç alternatifinin bulunması, araç çıkış kolaylığı
için buralara kavşak konulması.
İlimiz İtfaiye
müdürlüğü altında Çorum Belediyesi Park ve Bahçeler
Müdürlüğü ve onun içeresinde de büyük bir havuz
bulunmaktadır. İtfaiye müdürlüğü 2000 yılından sonra
şimdiki yerine taşındığından 2013 yılı itibarı ile
henüz havuzu bulunmamaktadır. Havuzu olmayan bir
İtfaiye düşünülemez. 1999 depreminde Adapazarı Erenler
Belediyesi’nde görevlendirildiğimizde çektiğimiz
sıkıntılardan birisi de kalacak yer sıkıntısı idi.
Gittiğimizde Ağustos ayı idi bazen belediye garajı
içinde bazen Sapanca gölü kıyısında kimimiz arazöz
içinde, kimimiz araç üstünde uyumak zorunda kaldık.
Yardıma gelenlerin de elbet de uyumaya, yeme ve içmeye
ihtiyaçları olacaktır.
Bunlar göz önüne
alınarak Park ve Bahçeler Müdürlüğünün Çomar Barajı
yanındaki ek tesislere nakledilip, İtfaiyenin
yanındaki Park Bahçeler Müdürlüğü Tesisleri İtfaiye
müdürlüğüne devredilirse ilk anda İtfaiye araçları
dolum yapmak için Hıdırlık yanındaki havuza gitmeyerek
zaman kaybı yaşamayacak, İtfaiye yanında bulunan
havuzda arama kurtarma tatbikatlarını rahatlıkla
yapacaktır.
Park ve Bahçeler
Müdürlüğünün İtfaiyeye devredilmesi ile İtfaiye daha
geniş bir alana kavuşarak, Allah korusun herhangi bir
afet durumunda yardım için gelen ekipler için
konteynır barınma yerleri yerleştirilerek ve gelen
araçların sularının soğuktan donmaması için kapalı
mekanlar yapılıp gelenlerin daha rahat çalışması
sağlanırken o ekiplerin daha organizeli, daha
kontrollü çalışması da sağlanmış olur.
İlimiz Ambulans Acil
Yardım komuta merkezi ve ambulansların bir kısmı
Bahabey Caddesinde bulunan Diş Hastanesi yanında
bulunmaktadır, Burası merkezi bir yer olmasına rağmen
Bahabey Caddesine çıkış kısmı karşısı kapalı
olduğundan yolun diğer kısmına geçmek için Cengiz
Topel Caddesi kavşağına kadar gidilip dönülmesi veya
Esnafevleri Sokaklardan Kıbrıs Caddesine çıkış
yapılıp, gidilecek yere ulaşılmaya çalışılmakta, buda
zaman kaybına sebep olmaktadır. Allah korusun herhangi
bir afet durumunda buradaki yer darlığı ve çıkış
zorluğu, oradaki sokakların darlığında binaların
yıkılması da düşünülürse orasının Ambulans komuta
merkezine uygun bir yer olmadığı anlaşılacaktır.
İlimiz Ambulans
komuta merkezinin; Devlet Hastanesi altında Samsun
yolu üzerinde bulunan Müftülük binasının şehir
merkezin de bir yere taşınarak oraya alınması, o
bölgenin araç park yerinin genişletilip, soğuklardan
araçları koruyacak şekilde ve herhangi bir afet
durumunda il dışından gelecek Ambulans ve Sağlık
ekiplerinin barınabilecekleri düzenlemenin yapılması,
oraya uygun bir kavşak düzenlemesi yapılması, afetlere
karşı önceden yapılacak bir önlem olarak
düşünülebilir.
Şu an ilimiz Çorum’da
kullanılan Devlet Hastanesi acil girişi, çıkışı, hasta
indirip bindirmesi hatta yerinin kolay bulunması hiçte
rahat ve kolay değildir, bunlarda göz önüne alınarak
acil giriş yerinin yeniden düzenlenerek Ambulansların
manevra yapmadan hastaları bırakıp veya almaları, acil
giriş levha ve aydınlatmalarının daha belirgin, daha
görünür olmaları, Hastane yön levhalarının uzak
mesafelerden hangi Hastaneye, kaç metre kaldıkları
belirtilecek şekilde kısa mesafelere ve kavşaklara
konularak yönlendirmelerin yapılması, acil girişlerin
önündeki özel araç park yerlerinin o bölgeyi
daraltmayacak yerlere yönlendirilmesi birçok sıkıntıyı
ortadan kaldıracaktır.
Şu an için ilimizde
ve ülkemizde bulunan acil girişlerin durumu maalesef
hemen hemen aynı durumdadır, bende zaten bu duruma
dikkat çekip gerekli düzenlemelerin bir an önce bir
yerlerden başlanarak sıkıntıları ortadan kaldırıp,
yeni yapılacak Hastanelerde bu düzenlemeye dikkat
edilmesidir.
İlimizde komuta
merkezi ile birlikte Ocak 2013 itibarı ile dört yerde
Ambulans merkezi bulunmakta, Acil müdahaleler için
uygun yerlerde bulunmalarına rağmen iki merkez, pazar
yerleri yanındaki Sağlık Ocakları yanında
bulunmaktadır. Pazar yerleri haftada bir gün
kurulmakta ama pazar yeri kurulduğu günler; ister
Ambulansların oldukları yerler olsun ister başka pazar
yerlerinin kurulduğu yerler olsun o bölgelerde ki
sokaklar kapandığı veya pazara gelen araçların yolları
daralttığı için sağlık, yangın ve diğer acil
durumlarda ulaşım engellenmektedir. Bu durum da
dikkate alınarak pazar yerlerinin araç trafiğini
engellemeyecek yerlere kurulması, tüm cadde ve
sokakların 24 saat araç trafiğine açık tutulması acil
yardım araçlarının daha kısa sürede olay yerine
ulaşmasına imkan sağlayacaktır.
Afetlerde ve
kuraklığın yaşandığı dönemlerde yaşanan en büyük
sıkıntılardan birisi su bulma, bulunan suyun temiz ve
süratli bir şekilde nakli veya yapılacak tesis ve
ekipmanlarla mevcut olan suyun kolay bir şekilde nasıl
kullanılacağının belirlenmesi ve bu konuda yapılacak
çalışmaları şu şekillerde sıralayabiliriz.
Her ilde ve yerleşim
birimlerinde içme ve kullanım suyunu baraj, gölet veya
su kuyularından temin etmektedirler. Suların temin
edildiği barajlar, göletler veya su kuyuları genelde
yerleşim birimlerinden çok uzaklarda olduğundan
buralardaki suları yerleşim birimlerine getiren su
borularının yerleşim yerlerine yakın, arazöz ve su
tankerlerinin rahatça dolum yapabileceği, trafiği
rahat yerlere; o kısımdan itibaren şehre su giriş
boruları giriş yerlerine vana konulup herhangi bir
depremde o vananın kapatılarak, şehirler de ki çökme
ve borularda ki kopmalardan dolayı oluşacak su
basmalarının önüne geçilerek şehirlerin kullanım suyu
buralardan temin edilebilir.
Yapılacak bu
tesislerde dolum vanalarından önce örneğin 200.000
nüfuslu bir şehir için 200 - 500 tonluk aktarma su
deposu ile barajlardan gelen suyun dezenfekte edilerek
arazözlere dolumu yapılırsa kısmen de olsa hijyen
sağlanır.
Bu havuzların yanına
arazözlerin rahat giriş çıkış yapabileceği, suyun
arazözlerin üstten ayrı vanalarla dolum yapılacağı,
birçok arazözün aynı anda dolum yapabileceği
tesislerin yapılması, afetlerde, orman yangınlarında
ve büyük yangınlarda su bulmada büyük kolaylık ve
çabukluk sağlayacaktır.
Afetlerde su bulmada
bir kolaylıkta, her il ve yerleşim yerlerinde bulunan
su depolarının arazözlerin rahat yaklaşacağı, suyun
kendi cazibesi ile dolumun yapılacağı yerlerine vana
ve itfaiye rekoru konularak afetlerde uzaklara
gitmeden buralardan da istifade edilebilir. Bu sistem
özellikle köylerde ve ormanlık alanlarda oluşacak
yangınlarda arazözlerin su dolumunda büyük kolaylık
sağlayacaktır.
Orman ve köy
yangınları için bir önerimde her köye İtfaiye
teşkilatı kurulamayacağı için her köy ve piknik
yapılan ormanlık alanlarda muhtarlık ve piknik
alanlarında sürekli dolu ve kullanılır halde
bekletilen ve traktör kuyruk mili dolum ve arazöz
hizmeti veren yaklaşık 3 tonluk tankerlerden
bulundurulursa herhangi bir köy veya orman
yangınlarında traktörler yardımıyla İtfaiye ve Orman
Yangın ekipleri gelinceye kadar yangınlara müdahele
edilerek yangınların büyümesi önlendiği gibi küçük
çaplı yangınlarda tamamen söndürülebilir. Yapılacak bu
organize ile arazözlerin gitmekte zorlandığı tarla ve
çok dik yokuşlu alanlara traktörlerle müdahele ile
ulaşılması zor yerlerdeki yangınlara daha süratli
müdahale edilebilir.
Depremlerde en çok su
ihtiyacı Hastanelerde yaşanmaktadır. Hastanelere temiz
su temini için Hastanelerin kendi bünyesinde
kendilerine en az üç gün veya bir hafta yetecek ve
içinde arıtma sistemleri olan, gerektiğinde
arazözlerin kolayca su doldurabilecekleri su
depolarının yapılması. Bu konuda Çorum Devlet
Hastanesi için bir önerim Hastane arkasında bulunan
Bahabey Çamlığındaki su depolarından, Hastaneye acil
durumlarda yetecek büyüklükte bir su deposunun
Hastanemize bağlanmasıdır.
Depremlerde en çok
istifade edilen yerlerden biriside parklardır.
Depremde evleri yıkılan veya evlerine girmeye korkan
insanlar evlerine en yakın parklarda beklemekte,
buralarda da tuvalet ve su ihtiyacı artmaktadır.
Parklara önceden yapılacak tuvaletler ve onların
yanına yapılacak ve gerektiğinde arazözlerle dolumu
yapılabilecek en az 10’ar tonluk su depoları
depremlerde büyük kolaylık sağlayacaktır. Aynı şekil
teşkilatlar pazar yerlerine de kurulup depremlerde ve
diğer zamanlarda insanlarımıza büyük kolaylık
sağlayacaktır.
Depremlerde su ve
tuvalet ihtiyaçlarından istifade edilen yerlerden
biriside Cami tuvaletleri ve şadırvanlarıdır, buralar
genelde tek katlı ve düz girişli oldukları için evlere
göre daha kolay kullanılabilmektedir, fakat
buralardaki şadırvanların su kapasitesi az oldukları
için sular kesilince ihtiyaca cevap verememektedir,
Camilerdeki şadırvan ve tuvaletlere bağlantılı olarak
yine herhangi bir su yokluğunda arazözlerin rekorları
ile hızlı dolum yapabilecekleri, şehir şebekesinden
cek valflerle ayrılabilen ilave büyük su depoları
önceden yapılıp yerleştirilirse deprem veya herhangi
bir su kıtlığında arazözlerin lüzumsuz yere sokak
sokak su dağıtmadan bu su depolarını doldurarak
işlerini daha hızlı bir şekilde yapmaları sağlanır.
Parklarda, pazar
yerlerinde, Cami bahçelerindeki ve diğer umuma açık
yerlerdeki tuvaletler mümkün olduğunca düz girişli
olursa çukurlarda oluşabilecek geri tepmeler ve su
baskınları yaşanmaz, tuvalet lagarları mutlaka şehir
kanalizasyon şebekesine bağlı olacaktır ama
depremlerde çöküntüler, yer kaymaları olduğu zaman
kanalizasyon giderleri de çalışamaz duruma
gelebilmektedir, bunun tedbiri de böyle umuma açık
tuvalet lagarlarının büyük yapılması, herhangi bir
tıkanma söz konusu olduğunda da vidanjörlerle
temizliklerinin çabuk ve rahat olması sağlanır.
Bu belirttiğim
önlemler alınmazsa, herhangi bir afet durumunda
vatandaşlarımız tuvalet ihtiyaçlarını gidermekte
zorlanacak, zaman zaman görüldüğü üzere uygun olmayan
yerlere bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışacak,
bunlarında temizliği zor olacağı gibi koku ve
pislikten geçilemeyecek, birçok hastalığın yayılmasına
sebep olacaktır.
Yangınlarda
kullanılmak üzere çeşitli yerlere yangın vanaları
konulmaktadır, fakat bunlar bazı yerlerde fazlaca
olmasına rağmen bazı yerlerde hatta riskli yerlerde
neredeyse yok denilecek kadar azdır. Bir yeri tarif
ederken kişiye cadde ve sokak adı verseniz zor bilir
ama falanca okul, falanca cami falanca resmi daire
denildiği zaman daha rahat yer belirtmiş olursunuz bu
İtfaiyecilikte de böyledir. En kolay adres bir çok
kişinin bilebildiği ve en kolay bulunan yerdir. Yangın
vanalarının da tüm kamu binaları, okullar, camiler
parklar, caddeler, iş merkezleri, sanayi tesis ve
siteleri ve yangın riski yüksek yerlere, dolum
yaparken trafiği aksatmayacak ve rahat dolum yapacak
şekilde yerleştirilmeleri, bu vanaların rekorlarının
tüm arazözlerin rekorlarına uygun ve sürekli çalışır
durumda olmalarına dikkat edilmesi.
Zaman zaman görüldüğü
üzere İtfaiyelerin, araçların yolları tıkaması sonucu
veya çok dar alanlar yüzünden yangın mahalline
ulaşmakta zorlandığı görülmekte buna önlem olarak her
yerleşim birimlerinki İtfaiye teşkilatlarında
gerektiğinde kaldırımlara rahat çıkabilecek özellikte,
küçük tonajlı, manevra kabiliyeti iyi olan küçük tip
arozözlerden bulundurulursa bu soruna bir çare
olabilir. Bunun haricinde öyle bir durumda yolları
tıkayan araçların zaman kaybını önlemek için Emniyet
güçlerince temin edilecek kurtarıcılarla çektirilmesi
ile İtfaiyelerin bu gibi zamanlarda hızlı ve rahat
çalışması sağlanabilir.
Yangın ve afetlere
karşı vatandaşlarımız ve yerel ve ulusal yayınlar
aracılığı ile bilinçlendirilmeli, Acil Yardım
telefonlarının herkesin bilmesi sağlanmalı, bu işlerde
ilk müdahalenin önemli olduğu, İtfaiyeye mutlaka haber
verilirken ev ve işyerlerinde alınacak basit ve
ekonomik tedbirlerle yangınların büyümesi
önlenebileceği gibi tamamen de söndürülebilir. Ev ve
işyeri yangınlarında ilk yapılacak iş doğalgaz
kullanılıyorsa ilk önce doğalgaz vanaları kapatılarak
gaz girişi kapatılır. Bütangaz tüpü kullanılıyorsa
hortumların kesilmesi veya yanması durumunda otomatik
kapanan detantörlerden kullanılması. Aydınlatma
sorunu yaşanmayacaksa elektrik sigortaları da
kapatılır.
Resmi dairelerde ve
işyerlerinde mecbur olan hatta yeni yapılan sitelerde
yangın tedbir araç gereçlerinin yangın durumunda nasıl
hareket edileceği, nasıl kullanılacağı oralarda
çalışan ve oturanlar bilgilendirilir ve gerekli eğitim
verilirse oralarda bulunan yangın söndürme tüpleri
veya yangın hortumları ile olabilecek yangınlara karşı
İtfaiye gelinceye kadar müdahale edilerek yangınının
büyümesi önlenebildiği gibi yangın da söndürülebilir.
Bu şekilde yapılacak çalışmalarla buralarda yapılan
yangın tedbirleri göstermelik değil işe yarar hale
gelir.
Evlerde, işyerlerinde
ve araçlarda kullanılan yangın söndürme cihazı
tüplerinin hangisinin nerede kullanılacağının yetkili
kişi ve kuruluşlarca bilgilendirilerek, bilinerek
cihaz alınırken ve kullanırken ona göre hareket
edilmeli. Örneğin karbondioksit gazlı yangın söndürme
cihazları kullanımı kolay, temiz, tüpün içinde artan
gazın tekrar kullanılabilmesine karşın, dolu boş
olduğu tartılarak kontrol edilebilir, aşırı sıcak
ortamlarda gaz sıkışmasından oluşacak tehlikeyi
önlemek amacıyla otomatik olarak emniyet supabı
açılarak tüpün içindeki gaz boşalabilmektedir.
Araçlarda ve aşırı sıcak ortamlarda çalışılan
işyerlerine alınacak yangın söndürme cihazlarının
kuru kimyevi tozlu cihazlarından olması tavsiyemdir.
Yangın söndürme cihazı alırken ve kullanırken yetkili
kişilere danışarak nerede hangi cihazın
kullanılacağını bilerek alınmalıdır. Yangın söndürme
cihazı satan firmalar çeşitli zamanlarda kampanyalar
düzenleyerek ve gerekli bilgilerimde vererek
vatandaşların bu cihazlardan alması sağlanabilir.
Yine yangınlarda
insan sağlığını tehdit eden duman zehirlemesi ve
ölümlerine karşın öncelikle ve mutlaka Hastanelerden
başlayarak, sebebi daha önceden oluşan Hastane
yangınlarında görüldüğü üzere onlarca yatağa ve
başkalarının yardımına ihtiyaçlı insanları tahliye
işlemi zor olacağı için alt katlarda meydana gelen
yangınlarda oluşan duman ve zehirli gazların üst
katlara çıkmasını önlemek için her kattaki merdiven
duvarlarına güçlü aspiratörler yerleştirip onlarında
zeminden çatıya çıkan bacalarla duman algılayıcı
sensörler aracılığı herhangi bir yangında oluşacak
duman ve zehirli gazların üst katlara çıkması büyük
ölçüde engellenerek tahliye ve kurtarma için belki de
ihtiyaç olmadan veya kısmen müdahele ile yangın daha
çabuk söndürülebilir. Bu sistem ülkemizdeki tüm çok
katlı resmi ve özel bina ve işyerlerinde
kullanılabilir.
Çok katlı binalarda
ruhsat alınırken zorunlu yaptırılan yangın
merdivenleri yapılacak denetimlerde görüleceği üzere
bazı binalarda kiler gibi kullanılmaktadır, herkes
kendi dairesinin güvenliğini kendi sağlayarak
buralarında yapılacak denetimlerle amacına uygun halde
olması sağlanmalıdır.
Afetlerden biri olan
sel ve su baskınlarına karşı neler yapabiliriz onları
da şöyle sıralayabiliriz.
Öncelikle tüm
yerleşim birimlerinde yağmur suyu ve kanalizasyon
şebekelerinin birbirinden ayrılması. Bilindiği üzere
yağmur çok yağdığı zaman kanalizasyonlar yağmur
sularını çekmekte yetersiz kalınca bodrum katlarda
kimi zaman geri tepmeler yaşanmaktadır.
Ülkemiz ve ilimiz
genelinde bu konuda çalışmalar başlanmış olsa da şu an
itibarı ile yeterli olmayıp yağmur yağdığında halen
birçok sıkıntı yaşanmaktadır. Yağmur yağdığı
zamanlarda Belediye yetkilileri cadde ve sokakları
gezerek nerelerde su birikiyor, nelerden geçilemiyor,
nereleri su basıyor onları tespit ederek ona göre
gerekli çalışmaları yapmalı. Yapılan yağmur suyu boru
ve ızgaraları yeterlimi, çalışıyormu, bazen de yol
eğim hataları yüzünden yağmur suları ızgaralara
uğramadan yollardan gitmektedir, bunlara dikkat
edilerek, yapılan yağmur suyu ızgaralarının yağmur
mevsimlerinden önce açılıp içlerinde biriken çöp ve
çamur gibi atıklardan temizlenerek yapılan çalışmalar
en verimli hale getirilmelidir.
Ülkemiz genelinde
dereler yetersiz kalıp taşkınlar meydana gelip can ve
mal kayıpları gelince derelerin ıslahı gündeme
geliyor, pansuman, bazen de göstermelik tedbirlerle
çalışmalar yapılıyor, aradan zaman geçince aynı
sıkıntılar veya benzerleri aynı veya başka yerlerde
yine karşımıza çıkıyor. Buraya daha önceden en fazla
şu kadar yağış oldu bu kadar çalışma yeterli
deniliyor, maalesef küresel ısınma dediğimiz olaydan
dolayı iklimler değişti, neyin ne zaman, ne kadar
yağacağı belli olmadığı içinde bu konu iyice düşünülüp
gerekli çalışmalar ani ve büyük olasılıklara göre
yapılmalı.
İlimiz Çorum’un
içinden geçen; İçeridere Bağlarından başlayıp Kapaklı
ve Mimar Sinan taraflarından geçen, Sülüklü deresinden
başlayıp Altınevler, Bahabey Caddesinden Hamit Duran
Caddesinden Cemilbey Caddesini geçip Kışlanın
arkasından geçen, Melikgazi Tepesinden başlayıp
Nadıktan Stadyum önünden geçen dereler ilimiz yağmur
suları için büyük bir şanstır.
Zaten bu derelerden
de yıllardır istifade edilmektedir. Bu derelerin
geçtiği yerlerdeki yağmur suyu ızgaraları çoğaltılıp
ızgara giderlerinin derelere bağlantıları büyütülürse
Caddelerde fazla su birikmeyeceğini umuyorum.
Bu derelerin açıkta
kalan kısımlarında görüleceği üzere, bazı vatandaşlar
nasıl olsa su götürür mantığı ile olsa gerek çöplerini
buralara atmakta, dereler pislik yuvasına dönmektedir,
buna da bir önlem alınmalı. Yine bu derelerin açıkta
kalan bazı kısımlarında görüleceği üzere otlar ağaç
gibi büyümektedir. Bu derelerin kapalı kısımlarını
temizleyen teknolojik araç ve gereçler mutlaka vardır,
bunların araştırılıp taşkınlar olmadan derelerin
kapalı kısımlarından başlayarak mutlaka
temizliklerinin yapılıp taşkın önlemlerinin alınması
gereklidir.
İlimiz Çorum’daki
diğer derelerden de biraz bahsedecek olursak; Samsun
yolu üzerinde bulunan ve sıklık mevkii dediğimiz
bölgeden yaklaşık 10 km’lik dağlık bir alanın yağmur
sularını toplayan Sıklık deresi, Çimento Fabrikasının
üzerinde bulunan taş ocaklarının alt kısmındaki yağmur
sularını toplayarak Çimento Fabrikası Camii üst
kısmından İtfaiye arkasından Park Bahçeler Müdürlüğüne
ulaşmakta, ayrıca önceden buraya Çimento Fabrikası
içinden biriken yağmur suları da katılmakta idi.
Öncelikle buraya kadar olan kısımlar mutlaka
temizlenip dere açık hale getirilmelidir. Maalesef bu
kadar uzun bir mesafeden gelen Sıklık Deresi burada
afet sayılabilecek yağmur sularını taşıyamayacak
büzlerin içinden Ahçı Bağlarına geçtikten sonra
daralarak yine yetersiz büzlerin içinden Melikgazi
Deresine bağlanmaktadır.
Yağmur çok yağdığında
Sıklık Deresinde oluşan yağmur suları belirttiğim
daralmış yerleri geçemeyince ilk önce Anadolu
Sokaklarda ki çukurda kalan evleri ve o bölgede ki
bodrumları yağmur suyu basmakta, hatta çok şiddetli
yağışlarda Fatih Caddesinden Osmancık Caddesine ve yan
sokaklardan şehir merkezine doğru sel oluşmaktadır.
Sıklık Deresi, Park
ve Bahçeler Müdürlüğü alanından itibaren büzler
alınarak mutlaka genişletilmelidir veya Park ve
Bahçeler Müdürlüğünden itibaren fuar alanı arkasından
Fatih Caddesinden 1 veya 1.5 metre çapındaki borularla
Melikgazi Deresine bağlanırsa Samsun yolundan ve
Bahabey Çamlığından gelen yağmur suları da şehrimize
inmeden Melikgazi Deresi ile birlikte Derinçaya
dökülür.
Binevler’in üzerinde
bulunan Çomar veya diğer adıyla Çorum Barajından
başlayarak Ilıca Bağlarından geçip Buharaevler’in
altından geçen Derenin de temizlenip ıslah
edilerek,yağmur yağdığında o civar yollarda ve
Buharaevler’in alt kısmı olan Pazar yeri ve
Buharaevler Camii ve diğer kısımlarda biriken yağmur
suları bu dereye bağlanarak tahliye edilebilir.
Ayarık Bağlarından
başlayarak İbrahim Çayırı Bağlarından geçen dere
İbrahim Çayırı Bağlarını geçtikten sonra daralarak
Osmancık Caddesini geçip yine dar bir dere yatağı ile
Derinçaya ulaşmaktadır. Bu derenin dar kısımlarının ve
büzlerle geçilen yerlerin genişletilmesi gereklidir.
Silmkentin
kuzeydoğusunda ki dağlardan gelen ve çok büyük olan
dere Silmkentin altından ki dar bir dere yatağı ile
İbrahim Çayırı Bağlarının üst kısmındaki dar bir büzle
Osmancık Caddesine hafriyat atıklarından yol
bulabildiği dar dere yataklarından geçip Derinçaya
ulaşmaktadır. Bu dere çok uzaklardan topladığı yağmur
sularını bu belirttiğim dar dere yataklarından
Derinçaya ulaştırmaya çalışmakta ulaştıramadığı
zamanlarda bu bölgeleri yağmur suyu basmaktadır.
Silmkentin
ilerisinden gelen bu derenin dar olan dere yatakları
genişletip temizlenerek geçtiği kanal ve büzler
büyütülürse bu bölgede oluşan su taşkınları da
önlenmiş olur.
İbahimçayırı
Bağlarını geçip Kuruçay Köyü köyüne giderken solda
kalan bölgede bulunan bağların içinden dere yatağı
gözlerden uzak olduğundan olsa gerek sanki hafriyat
atıkları dökme yeri gibi kullanılmakta buda taşkınlara
sebep olmaktadır. Bu derede o bölgedeki diğer dereler
gibi Osmancık Caddesini geçip Derinçaya ulaşmaya
çalışmaktadır. Bu dereninde temizlenip genişletilmesi
gereklidir.
Aslında ilimizden
geçen dereler çöplük gibi kullanılmakta yine bazı
derelere hafriyat atıkları atılmaktadır bunu önlemek
için mutlaka caydırıcı önlemler alınmalıdır, yoksa
duyarsız bazı kişiler bu dereleri tıkamaya devam
edecektir.
Hafriyat atıkları
için benim önerim tüm İl ve İlçelerde şehirlerin fazla
uzak olmayan bölgelerine evlerindeki tamir ve onarım
yaptırdıklarında oluşan hafriyat atıklarını
atabilecekleri hafriyat atık sahaları oluşturup
çeşitli duyurularla vatandaşlara böyle alanların
varlığından haber edilir vatandaşların hafriyat
atıklarını buralara dökmesi sağlanırsa dereler bu
hafriyat atıklarından kurtulur.
İlimiz Çorum’daki
yağmur suyu çalışmalarından biri olan Hıdırlık mevkii
alt kısımlarından Sancaktar Camii altına kadar yapılan
1 metre çapından büyük yağmur suyu borusunun Sancaktar
Camiinden Kıbrıs Caddesine kadar uzanan Milönü Caddesi
boyunca uzatılarak ve iki ana kola ayrılarak kolun
birisi Kiremit Minare Camii yanından Kıbrıs
Caddesinden Esnafevleri Semtinden Diş Hastanesi
yanındaki Sokaktan Bahabey Caddesinin Bahar Caddesi
ile kesiştiği yere kadar uzatılarak ve gerekli yerlere
ızgaralar konularak bu semtlerde oluşan ve çok yağmur
yağdığında yetersiz kalan yağmur suyu hattı yerine
yeni ve daha büyük yapılacak bu hat ile bu bölgedeki
biriken yağmur suları daha kolay bir şekilde tahliye
edilmiş olur. Sancaktar camiinden Kıbrıs Caddesi ile
Askerlik Şubesi ile Kale arasındaki sokaklara
yapılacak uzantılarla ve uygun yerlere yapılacak
ızgaralarla Emek Caddesinden ve Eti Lisesi yanındaki
sokaklardan gelen yağmur suları tahliye edilebilir,
bu hat gerektiğinde Cengiz Topel Caddesine kadar
uzatılabilir bu kısımlarda biriken yağmur sularıda
tahliye edilmiş olur. Bu şekilde yapılacak çalışmalar
ile şehir merkezine gelen yağmur suları büyük ölçüde
engellenmiş olur.
İlimizde bizim
göremediğimiz yerlerde oluşan yağmur suyu taşkınları
ve yağmur suyu birikintileri mutlaka vardır,
onlarında yetkili mercilere iletilerek, yetkili
kişilerinde çok yağmur yağdığında cadde ve sokakları
gezerek su taşkını ve birikintileri olan yerlere
gerekli çalışmaları yaparak sorunlar giderilmeye
çalışılmalıdır.
Kış aylarında oluşan
buzlanmalara karşı şu önlemleri alabiliriz.
Kar yağdığında ilk
anda şehirlerin her tarafını aynı anda temizlemek
mümkün olamayacağı için özellikle kaldırımlarda
buzlanmalar olmakta bu buzları kırıp temizlemekte uzun
zaman almakta olduğundan vatandaşlarımız yürümekte
zorlanıp, bazen de düşüp yaralanmalar olmaktadır.
Bu konuda çok uzun
süredir düşündüm, teknik olarak mümkün olurmu veya
yapılan iş yararlı olurmu bilemiyorum ama yaz
aylarında kaldırımları temizleyen araçları yapan
firmalar bir AR-GE çalışması yaparak kaldırımları
temizleyen küçük araçların önüne hidrolikli kazıyıcı
ile, araçlara eklenecek buhar kazanları ile buhar
üreterek kazıyıcıların önüne buhar vererek,
kaldırımlarda ki buzları buharla eritip, kazıyıcı ile
sıyırıp kaldırımlarda ki kar ve buzlar temizlenebilir.
Eğer bu sistem denenip başarılı olursa yollarda kar
temizliği yapan büyük iş araçlarda böyle sistemlerle
donatılıp buzlu yollarda yaptıkları çalışmalarda da
kullanılabilir. Bunlarla birlikte kaldırımlarda ki
buzları eritmek için küçük kaldırım temizleyici
araçlara tuz serpme sistemleri eklenerek kaldırımlarda
ki buzlar eritilebilir.
Buzlanma meydana
geldiğinde şehir içi cadde ve sokaklara buzları eritip
fren emniyeti sağlamak amacıyla serpilen mucur ve tuz
karışımı buzlar eridikten sonra mucurları ayrıca
temizlenemediği için akan sularla birlikte yağmur suyu
lagarlarının daralmasına bazen de tıkanmasına sebep
olmaktadır, birçok yağmur suyu lagarı işlemez hale
gelmektedir, bunun önüne geçmek için şehir içi
yollarda yapılan buz eritme çalışmalarında
araştırılıp, denenip sadece iri tuz kullanarak
kullanılırsa buzları eritirken yağmur suyu hatlarının
tıkanmasının da bir ölçüde önüne geçmiş oluruz.
Kışın kar ne zaman
yağacağı belli olmadığı için önceden yapılacak
planlama ile temizlik işleri ve ekipmanlarının kış
aylarında 7 gün 24 saat esasına göre, buzlanma
ihtimaline karşı şehirlerin büyük bir bölümüne hizmet
verecek şekilde planlama yapılırda kar yağdığında,
buzlanma olmadan kar temizleme işlemlerine
başlanılırsa zaman geçtikten sonraki zorluklar
yaşanmaz.
Ben bu yazdıklarımı;
yaşadığım, gördüğüm ve izlediğim olaylar neticesine
göre tavsiye niteliğinde yazarken de bazı önerilerimin
teknik olarak ve işe yarayıp yaramayacağının
araştırılarak, deneme yapılarak halkımızın tüm
afetlerden zarar görmeden veya en az zararlarla nasıl
kurtulabileceği düşüncesi ile uzun yıllar devamlı
araştırarak, en ince ayrıntılarına kadar yazmaya
çalıştım.
Bu yazımla çok yakın
ilgili olduğu için Temmuz-2000 de yazdığım aşağıdaki
“HERHANGİ BİR AFET DURUMUNDA KRİZ MASASININ
YAPABİLECEĞİ HAZIRLIKLAR ŞU ŞEKİLDE OLABİLİR” başlıklı
yazımı da ekleyerek konunun bir bütün oluşmasını
düşündüm.
HERHANGİ BİR AFET
DURUMUNDA KRİZ MASASININ YAPABİLECEĞİ HAZIRLIKLAR ŞU
ŞEKİLDE OLABİLİR:
1- Kriz masasının
oluşturulması,
2- Haberleşmeyi temin
ekipleri,
a-) Telefon
hatlarının açık tutulmasının temini ve çeşitli
bölgelere geçici telefonların konulmasının sağlanması,
b-) Yardım ekipleri
arasında haberleşmeyi ve koordinasyonu temin için
geçici telsiz istasyonu kurulup herhangi bir afet
durumunda hangi ekibin hangi kanalda ve kodda
haberleşeceğinin ve kimlere telsiz verileceğinin
önceden kararlaştırılıp, afet anında bu ekiplere
telsiz verilmesi.
3- Öncelikle kriz
masası, haberleşme ekipleri ve sağlık ekipleri için
gerekli elektrik enerjisinin temini başta olmak üzere
elektrik temini için jeneratör ve aydınlatma
ekiplerinin belirlenmesi.
4- Yangın ve sel
baskınlarına karşı Afet kriz masası emrine yeterli
sayıda itfaiye ekibinin çağrılması.
5-Güvenlik ve Trafik
akışının düzenlenmesi için ekiplerin belirlenmesi.
6- Arama ekip ve
araçlarının belirlenmesi.
7- Kurtarma ekip ve
araçlarının belirlenmesi ve enkaz altından çıkartılan
ölü ve yaralıların nereden çıkartıldığı, kim olduğu ve
nereye, hangi araçla gönderildiğinin kayıt edilmesi.
8- Sağlık ekiplerinin
hazırlanması. Enkaz altından ağır yaralı olarak
çıkartılanlar için acil ameliyat yapılabilen
ambulanslardan temin edilip ilk müdahalenin bu tip
ambulanslarda yapılması. Bu tip ambulanslardan her
şehirde ortalama iki tane olsa, özellikle ağır
yaralanmalı trafik ve iş kazalarında yolda ölümler
önemli ölçüde azalır. Herhangi bir afet durumunda ise
her ilden bir tane bu tip ambulans afet bölgesine
gönderilse birçok canda bu şekilde kurtarılmış olur.
9- Çadır kurma
bölgelerinin herhangi bir afet olmadan yerlerinin
belirlenmesi.
10- Çadır yeri
hazırlama ekiplerinin belirlenmesi. Çadırların, su
baskınlarından etkilenmeyecek, ulaşımı rahat bölgelere
çadırların yüksekte kalacak şekilde aralara yol
açılıp, çakıl serilip yerlerinin hazırlanması.
Herhangi bir afet durumunda tüm illerden fazla
miktarda iş makinası ve ekip gönderilmekte, bir kısmı
hiç çalışmadan geri gitmektedir. Çadır yeri hazırlamak
için bunlardan istifade edilebilir.
11- Çadır kurma
ekiplerinin belirlenmesi.
12- Seyyar tuvalet ve
seyyar banyo kurma ve atık suların tahliye ekiplerinin
belirlenmesi.
13- Afet bölgesinin
dezenfektesi için kireçleme ve ilaçlama ekiplerinin
belirlenmesi.
14- Afet anında su
şebekeleri kullanılamaz duruma geldiğinden, önceden;
içme ve kullanma suyunun nereden ve nasıl temin
edilebileceğinin belirlenmesi ve bu suları temin
edecek ekibin belirlenmesi.
15- Seyyar fırın ve
seyyar mutfak kurma ekiplerinin belirlenmesi.
16- Gelen yardım
ekiplerinin, araç ve gereçlerin o ilin kriz masasına
ulaşabilmesi için gerekli organizasyonun yapılması.
17- Yardım için gelen
ekiplerin nerelerde görevlendirileceklerinin
organizesi ve gelen yardım ekiplerinin barınma
yerlerinin tespit edilmesi.
18- Gelen yardımların tasnif, dağıtım ve depolanma
yerlerinin ve bu işle görevlendirilecek ekiplerin
belirlenmesi. Eylül –
2013
YIL
15 SAYI 177 25-Kasım- 2013
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
05 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- AVCILIK VE DÜŞÜNCELERİM
- Av sezonunun açılışı nedeniyle bu yazımda
sizlerle kara avcılığı ile ilgili duygu ve düşüncemi paylaşmak
istiyorum.
- İnsanoğlu var olduğu ilk günlerden itibaren,ilk
başlarda tamamen beslenme amacı ile ilkel silahlarla yapılan
avcılık,günümüzde teknoloji ve ulaşımda sağlanan ilerleme ve
kolaylıklar nedeniyle nerede ise av hayvanı katliamına hatta av
hayvanı neslinin tükenmesine sebep olacak boyutlara ulaştığını
görmekteyiz.
- 1990 yılı başlarında arkadaşlarımdan avcılık
yapanlarında teşvikiyle av ruhsatı alıp avcılık kulübüne üye
olarak bir müddet avcılık yaptım. Eğer av hayvanlarının nesli
korunacaksa avcılık yapacakların avcılar kulübüne üye olup
eğitim verilerek avcılığı da kontrollü olarak yaptırma
zorunluluğu getirilmeli diyorum.
- Avcılık yapanların bir kısmı konulan kurallara
uyarken,bir bölümü otomatik av tüfeklerinin fişek haznelerini
büyüterek,diğer taraftan özellikle kırsal bölgelerde,yasak
bölgelerde ve yasaklı günlerde ve yavrulama zamanına da uymadan
hatta hileli yollarla av yapmaktadırlar. Kurallara uymadan
yapılan bu tür avcılığa avcılık değil av katliamı demek daha
uygun olur diyorum.
- Amaç beslenme ise avcılık için harcanan para ile
çok daha fazla besin alınabilir. Eğer canımız av hayvanı eti
yemek istiyorsa,çeşitli bölgelere uygun ortam sağlanarak av
hayvanı çiftliği kurup av hayvanı eti temin edilebilir. Amaç
silah kullanma tutkusu ise,zaten milletimizin geninde var olan
bu silah kullanma tutkusunu tatmin için çeşitli bölgelerde
kurulacak olan atış poligonları ile bu tutku tatmin edilebilir.
Ayrıca düğün,futbol,asker uğurlama vb. gibi sevinç günlerinde
yapılan silah kullanma arzusu bu poligonlarda giderilerek
istenmeyen durumların önüne geçilebilir.
- Amaç Cennet Yurdumuzun güzel doğasını gezip
görmek,mis gibi havasını teneffüs etmek,kekliklerin şakımasını,
bülbüllerin o güzelim ötüşünü dinlemek, tavşanların
koşuşmalarını seyretmek,dağların yücelerine çıkıp,engin ovaların
sonsuzluğunda, sonsuz hülyalara dalmak,bu gibi güzellikleri
doyasıya tatmak ise,yani hem bedenen,hem ruhen rahatlamak
istiyorsak zaten benim de avcılığın en çok hoşuma giden yanı da
bu. Aynı av partileri düzenlendiği gibi çeşitli turlar
düzenlenerek bu eşsiz güzelliklerin doyumuna tüm halkımızı davet
ederek tattırabiliriz.
YIL 4
SAYI 31 25 Ekim 2001
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
BÜYÜK ATAM
Ölümünün 63. yılında Cumhuriyetimizin kurucusu
büyük devlet adamı,deha komutan,büyük lider Mustafa Kemal
ATATÜRK'ümüzü saygıyla anarken ATAMIZIN şu veciz sözünü sizlere
hediye ediyorum: S.Ulvi CIRIL
BÜYÜK OLMAK İÇİN HİÇ KİMSEYE İLTİFAT ETMEYECEKSİN,HİÇ KİMSEYİ
ALDATMAYACAKSIN.
ÜLKE İÇİN GERÇEK AMAÇ NE İSE ONU GÖRECEK,O HEDEFE YÜRÜYECEKSİN.
HERKES SENİN ALEYHİNDE BULUNACAKTIR,HERKES SENİ YOLUNDAN
ÇEVRİRMEYE ÇALIŞACAKTIR. FAKAT SEN BUNA KARŞI DİRENECEKSİN. ÖNÜNE
SONSUZ ENGELLERDE YIĞACAKLARDIR.
KENDİNİ BÜYÜK DEĞİL KÜÇÜK,ZAYIF,ARAÇSIZ,HİÇ SAYARAK, KİMSEDEN
YARDIM GELMEYECEĞİNE İNANARAK BU ENGELLERİ AŞACAKSIN.
BUNDAN SONRA DA SANA BÜYÜK DERLERSE... BUNU SÖYLEYENLERE
GÜLECEKSİN.
Mustafa Kemal ATATÜRK
YIL 4 SAYI 32 25 Kasım 2001
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- CAMDAKİ GÜNEŞ
- Çocukluğumuzda okuduğumuz bir
hikâye vardı, hikâyenin adı “Altın pencereli ev” idi. Hikâyede,
bir çocuk her sabah uyandığında uzaklardaki tepenin üzerinde bir
evde, altın gibi parlayan evin camlarını altın zannederek
imrenerek bakar, “ah şu tepeleri aşsam da karşımda duran bu eve
ulaşıp o altınlara sahip olsam” diye düşünürmüş.
- Gerçekte parlayan, altın değil
camdır. Cam ise; evin tepede olması nedeniyle, güneş doğar
doğmaz ilk önce tepeleri aydınlattığı için camdan yansıyan altın
görüntüsü, güneşin yansımasıdır. Çocuğun gördüğü parıltı altın
değil, güneşin yansımasıdır.
- Parlayan cam da olsa, altın da
olsa, insan gibi aslı topraktır. Parlayan, Yüce Rabbimizin gücü
ile ışık veren güneşin ışıklarıdır. Fakat cam veya altının ışığı
yansıtması içinde gelen o ışığı yansıtacak özellikte cevherin
olması lazımdır, parlayan cisimde yansıtacak cevher yoksa ne
ışık görünür, ne de yansıma.
- Parlayan cam da olsa, altın da
olsa aslı topraktır demiştik ya, peki toprak nasıl oluyor da
ışığı yansıtıyor? Yüce Rabbimiz kâinatı yaratırken o kadar
mükemmel yaratmıştır ki hayatta gerekli olan her şey akıl
sahiplerinin araştırması ile bulunup, ustasının elinde
şekillenmektedir. Bir diğer maharet de; hangi cevheri en iyi
nerede bulup, en iyi nerede değerlendireceğini iyi bilmektir.
- Güneş ışığının değdiği her cisim
ışığı yansıtır mı? Kesinlikle hayır. Öyle cisimler vardır ki
bırakın ışığı yansıtmayı, ışığı yutarlar bile. Nice yüksek
tepeler üstünde nice görkemli şatolar vardır ki; içlerindeki
vahşet ve kötülüklerin dışa yansıması ile insan bakmaya korkar.
- Bizi bakmaya imrendiren cam veya
bakmaya korkutan şatonun ikisinin de aslı toprak olmasına
rağmen, cazibeli veya korkutucu olan içlerindeki iyi veya kötü
ruhlardır.
- İnsanları da bu evlere benzetecek olursak, kimi insan cam
gibi şeffaf, ayna gibi parlaktır. İçi dışı birdir, Yüce
Rabbimizin verdiği nurun yansıması ile apaydınlıktır. Onu gören
Yüce Yaratanı hatırlar, insan bakmaya doyamaz, her zaman onunla
olmak ister, insana huzur verir.
- Kimi insan vardır altın gibi kıymetlidir, ömrünü iyiliklere
adamıştır, her yerde aranılan, faydalanılan, hayırlı işlerin
hayırlı adamıdır.
- Kimi insan vardır bina yapımında
kullanılan tuğla gibi gereklidir, toplumun mozaik taşları gibi
toplumu birlik beraberlik içinde tutan. Varlıkları, yok olunca
belli olan toplumun temel taşlarıdır.
- Kimi insan vardır çiçek
bahçesindeki çiçekler gibidir, bu dünyaya doğup, büyüyüp vakti
gelince tekrar toprak olmak gibi. Rast gelinirse faydalı olup,
rast gelinmezse zararsız bir şekilde göçüp gitmek üzere
yaratılmış.
- Kimi insan vardır desteklerle
duran evler gibi, sürekli başkalarının yardımıyla hayatlarını
sürdüren.
- Kimi insan vardır içi canavar
dolu şatolar gibi, kalplerinin katılığı, vicdanlarının
canavarlığı yüzlerinden okunan. Bırakın onlarla arkadaşlık
yapmayı, insan, yüzlerine bakmaya iğrenir.
- Hikâyemize konu olan çocuk,
evlerinden, tepedeki gördüğü evle beraber güneşi de
görebilseydi, işin gerçek oluş nedenini görecek, düşünceleri
hakikat yolunda gelişecek, yansımalarla değil, gerçeklerle
ilgilenecekti. Nihayeti o bir çocuktur, belki o kadarını
düşünemeyebilir.
- Bizler de yaşantımızın büyük
bölümünü yansımalarla ilgilenerek geçirdiğimiz için gerçekleri
göremiyor, aradan zaman geçince yıllarımızın oyalanmalarla
geçtiğini görüyoruz.
- Gerçekleri bilerek, gerçekleri görerek, gerçekleri yaşayarak
bir ömür yaşamak dileklerimle…
YIL
14 SAYI 167 25 Ocak 2013
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
DEPREM ÖNCESİ VE SONRASI
YAPABİLECEKLERİMİZ
1- Rasathane verileri;bu işlerle ilgili bilim
adamlarının koordinatlı olarak,kesin neticeye vararak verdikleri
uyarılar gelişmiş ülkelerin uyguladıkları araştırma ve
uyarılar,çeşitli tabi at olaylarının gösterdiği
değişmeler,örneğin: Kaplıca sularındaki anormal
değişimler, çeşitli hayvanların gösterdiği tepkiler dikkatle takip
edilmeli,bu konuda Deprem ve Afet Araştırma Merkezi
kurulmalı,deprem öncesi ve sonrası yapılacak işler bu
merkezden takip edilmeli.
2- Ulaşım ve hizmet kolaylıkları nedeniy le
tarıma elverişle,sulu,çayırlık,kumluk alanlar yerleşim
birimlerine çevrilmiş,hatta bu gibi yerlere konut yapımı halen de
devam etmektedir. Örneğin:
Adapazarı depreminde gördüğümüz gi-bi,bu
şekilde yapılan binalar çok sağlam yapılsa bile zeminin bozuk
ve sulu oluşundan dolayı ya çökmekte,yada yan yatmaktadır. Bir
arazi yerleşime açılmadan önce fay, zemin etüdü gibi çalışmalar
yapıldıktan son-ra,binalar zemini sağlam yerlere yapılmalı.
3- Yeni yapılacak binalar çok iyi denetlenmeli.
Hastane, okul,itfaiye,kışla binaları ve acil yardımda
yararlanacak binalar deprem ve doğal afetlere dayanıklı hale
getirilmeli.
4- Vatandaşlarımız evlerinde kolay bulunabilecek
bir yerde; el feneri,düdük,pet şişe su bulundurulmalı. Hatta
imkanı müsait olanlar bir aileye yetecek büyüklükte çanta
tipi seyyar çadır alıp,herhangi bir tehlike anında bunları
yanına almalı.
5- Doğal gaz sisteminde otomatik gaz kesiciler
her bina ve sokak girişinde bulunma lı,bütan gaz bayilerinin şehir
işyerlerinde tanıtım harici tüp bulunmamalı, tüp nakli yapan
tüm araçlarda otomatik söndürme sistemleri bulunmalı. Yeni
kullanılmaya başlayan otomatik gaz kesici dedantörler tüm ev ve
işyerlerinde kullanılan bütan gaz kullanıcılarında mecbur
edilmeli. Depremde duran araçların bile devrildikleri,yıkılan
binaların altında pat-layan tüpleri düşündüğümüzde işin önemini
anlayabiliriz.
6- Hastanelerin acil servisleri aynı anda çok
kişiye ilk yardım yapabilecek kapasitede ve yeri kolay
bulunup,araçların rahat girip çıkabileceği bir yerde olmalı.
7- Ülkemizin her yerinde mevcut olan ve 24 saat
yangın ve sel başta olmak üzere her türlü ilk kurtarma
çalışmalarına katılan itfaiye lerin Sivil Savunma Teşkilatı ile
birleştirilip el-deki araç ve ekipmanların geliştirip eldeki
kadroların daha iyi bir eğitimle çok kısa bir sü rede her türlü
afete karşı güçlü bir teşkilat oluşturulabilir.
8- Tüm şehirde herhangi bir
afetten etkilenmeyecek yüksek bir bölgede çelik konstriksiyonlarla
güçlendirilmiş Acil Yardım Depoları kurulmalı. Burada o bölgenin
acil ihtiyaçlarını karşılayacak sayıda kış tipi çadır,telden
katlanabilir seyyar yatak, battaniye, su bidonu, seyyar
jeneratör,seyyar aydınlatma sistemleri,seyyar fırın,çadır
altları için tahta palet hazır bulundurulmalı. Bunların yılda
bir defa il acil yardım ekiplerince tatbikat,bakım ve sayımı
yapılmalı.
9- Her şehirde mevcut bulunan su
depoları arozözlerin rahat su alabileceği şekilde
düzenlenmeli. Çünkü depremde su şebekesi arızalanınca su
bulmak çok sorun olmaktadır.
10-Depremde özellikle telefon
haberleşmesi durmakta bunun için çare üretilmeli. Depremin
olduğu ilk andan itibaren yetkili kimseler ile radyo ve
televizyon istasyonları arasında güçlü telsiz haberleşmesi
sağlanıp vatandaşa anında doğru bilgiler aktarmalı. Afet
bölgesinde çalışan tüm acil yardım ve kurtarma ekipleri arasında
koordinasyonu sağlayacak telsiz istasyonları kurup,kurtarma
ekipleri arasında koordineli çalışma sağlanmalı.
11- Deprem bölgesine giden
yollardaki acil yardım ve kurtarma araçları hariç diğer
vasıtalar ya parklarda bekletilmeli,yada diğer yollardan
gönderilmeli. Özellikle ilk hafta acil yardım araçları için
yollar açık tutulmalı.
12- Akut'un bir konferansına
katılmıştım. Orada baston biçiminde oynar başlıklı dürbün ve
kalp atışlarını duyabilen bir cihaz göstermişlerdi. Şu anda çok
gelişmiş olarak kullanılabilen hidrolik kesici-ayırıcı-kaldırıcı
aletler,çok kalın betonları bile darbesiz olarak kesici-ayırıcı-
delici aletler bulunmaktadır. Her ilin Acil Yardım ve Kurtarma
ekiplerinde bunlardan olmalı ve ilk müdahaleleri bunlarla yap
malı.
13- Afetle karşılaşıldığında.
Çadırların, ulaşımı rahat,selden,sudan etkilenmeyecek
bölgelere, çadırların arasına araç girecek şekilde en az yarım
metre derinlikte yol açıp, aralarına çakıl serpilip
yüksekteki kısımlara tahta paletlerin üzerine çadırlar
kurulmalı,her çadır bölgesinde 24 saat bekleyen itfaiye aracı
bulunmalı.
14- Çadırların kurulacağı
bölgelere sağlıklı bir şekilde seyyar tuvalet ve banyolar
kurulmalı. Bunlara ait fosseptik çukurları sık sık vidanjörlerle
temizlenip ilaçlanmalı. Afet bölgesi sürekli kireçlenmeli her
türlü temizliğe azami özen gösterip salgın hastalıklara karşı
önlemler alınmalı.
15- Yaralılara ilk müdahale
için seyyar ameliyathaneler bulundurulup ilk müdahale ve
kayıtlar yapıldıktan sonra diğer hastanelere sevki yapılmalı,bir
an önce tedavisi yapıl-sın diye gönderilen kişilerden daha sonra
haber alınmadığı görüldüğünden bu tedavi ve tedbir uygulanmalı.
Vatandaşlarımız kendi çıkarttığı ölü ve yaralıları fırsat
buldukları ilk anda o ilin kriz masasına bildirmeli.
16- Gitmek isteyen afetzedelere
devlete ait dinlenme tesisleri boşaltılıp,evleri yapılın-caya
kadar oturmalarına müsaade edilmeli.
17- Afete maruz kalan ve
sıkıntıya düşen vatandaşlara yardım "Devletin asli göre-vi,
Milletimizin asilliğinin gereğidir" 17 Ağus-tos 1999 Marmara
Depremindeki yardımlara Devlet-Millet kaynaşmasının en güzel
örneğini "Asil Milletimiz" tüm gücüyle sergilemiştir.
Her türlü afet ve sıkıntıdan
uzak günler dileğimle bu öneri ve görüşlerimi taktirinize
sunarım.
YIL 2 SAYI 15 25 Mart 2000
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ELMADAĞ YOKUŞLARI
- 2010 Yılında yeni Elmadağ yokuşu
yapılırken, aklıma bu yokuşları çıkmadan başka bir yerden düz
bir yol yapılamaz mı diye çok düşündüm. 2010 yılında sürekli
olarak Ankara’ya gidip gelirken Elmadağ yolu etraflarını başka
bir inceleme imkânım olmadığı için görebildiğim yerlerini her
gelip geçtiğimde inceledim.
- Bu anlatacağım yerler benim
gözümle incelediğim yerlerdir ve benim çalışmam sadece bir
öneridir. Mutlaka araştırılacak, etüdüler yapılacak, şartlar
uygun olurda yapılırsa Karadeniz, Doğu Anadolu ve İç Anadolu’yu
başkentimiz Ankara’ya bağlayan yoldaki en büyük yokuşlardan,
kışın korkulu bir Elmadağ yokuşu yerine, daha kısa sürede yol
alabileceğimiz düz bir yolumuz olacaktır.
- google haritada görüleceği üzere
şimdi ki kullanılan Elmadağ yolu, Kayadibi'ni geçtikten sonra
sola dönülerek yokuşla çıkılmakta, Hasanoğlan ayrımından
Elmadağ’a sağa doğru yokuşla çıkılmaktadır. Benim önerdiğim yol
ise; ekteki haritada görüleceği üzere D200 karayolunun
Kayadibi’ndeki E88 kodlu yerden Hasanoğlan yol ayrımındaki E88
kodlu yere kadar çok düz bir bölgeden geçmektedir.
- Yeni yapılacak otoyol buradan
geçerse Elmadağ uzak kalır diyen olursa; zaten otoyollar genelde
şehir merkezlerinin uzağından geçmektedir. Elmadağ ilçesinin
büyük bölümü, barut, roket ve çimento fabrikaları aşağı düzlükte
bulunmakta, bu önerdiğim yol yapılırsa onlara da avantaj
sağlayacaktır.
- Yapılmasını arzuladığım yol,
gözümle incelediğim şekliyle; Çorum’dan Ankara ya giderken
Elmadağ’ın altındaki Kayadibi’ne gelen dere, Elmadağ ilçesi
arkasından gelmekte ve burada bir vadi bulunmaktadır. Bu vadinin
ilerisi Elmadağ ilçesi arkasındaki dağa dayanmaktadır, buraya
mutlaka tünel, belki bazı kısımlara viyadük de gerekecektir.
Elmadağ ilçesi arkası bu şekilde geçilebilirse, oradan itibaren
Lalahan istikametine doğru olan arazi görüleceği üzere çok
düzdür. Ankara’dan Çorum’a gelirken Hasanoğlan yol ayrımından
sonra yol, Elmadağ’a doğru sağa doğru yokuş çıkarak devam
etmektedir. Hasanoğlan yol ayrımından sonra sağa dönmeden direkt
karşıya geçildiğinde orada çukurluk ve karşıda küçük bir tepe
bulunmaktadır. Oraya kısa bir tünel yapılarak veya oradaki tepe,
Hasanoğlan yol ayrımından tepe ile arasındaki çukurluğa
doldurulursa tünele de gerek kalmaz, bu kısım Kayadibi’nden
gelen yolla birleştirilirse Elmadağ yokuşlarını her iki taraftan
çıkmadan düz bir yol açılacağını umuyorum.
- Bu yolu istememde ki nedenler:
Yeni Ankara-Samsun otoyolu yapılacak olması, elbette ki yeni
otoyolun bu daha düz, daha kısa, ve mümkün olduğunca az yokuşlu,
daha kısa sürede aşılması düşünüleceğinden ben de acizane
görüşlerimi belirtmek istedim.
- Biraz da yeni açılan tünellerden bahsedeyim ki Elmadağ’a
emsal olsun. Bolu dağına alternatif olarak 2007 yılında açılan
Bolu dağı tüneli 3200 metredir, Bolu tüneli ilerisindeki
viyadükler 4600 metredir. Yine 2007 yılında açılan Bolaman
yokuşlarına alternatif, ülkemizin şu anki en uzun tüneli Ordu-
Perşembe tüneli 3819 metredir. Umarım Elmadağ da böyle kolay bir
şekilde geçilir. 24. Ocak. 2012 Çorum
-
- YIL 14 SAYI 168 25 Şubat 2013
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ERENLER DİYARINDA BİR GEZİ
- Uzun süredir Niğde-Aksaray bölgesindeki Anadolu
Erenlerini ziyaret etmek istiyordum. Sağ olsunlar dostlarımda
buraları görme isteği ile bir arkadaşımızın panel-van minibüsü
ile on kişilik grup olduk. Yusuf Tombuş ve Muhittin Argut
abilerimizin mihmandarlığında karalaştırdığımız günün sabahı
saat 05,30'da Çorum'dan hareket ederek yolculuğumuza başladık.
- Yusuf ağabeyimizin daha önce
çalıştığı “Dağ Tesislerinde” kahvaltımızı yaptıktan sonra
Kırıkkale'ye bağlı Hasan Dede beldesindeki Hasan Dede türbesini
ve külliyesini ziyaret ederek ilk ziyaretimizi yapmış olduk.
- Zamanımızın bir günle sınırlı
ve çok yer ziyaret etme durumunda olduğumuz için ziyaret
ettiğimiz yerler ve kişiler hakkında detaylı bir not
tutamadım,yalnızca az da olsa hatıra için fotoğraf
çektirebildik.
- Çok etkilendiğim bu
ziyaretlerden hissedebildiklerimi ve gördüklerimi sizlerle
- paylaşmak istedim. Ziyaret ettiğimiz bu yerler hakkında
ileride yazmaya da devam edeceğim.
- Bu gün oturduğumuz bu
topraklarda bulunmamıza,yerleşmemiz için savaş yerine
kalplerdeki sevgi ile Savaşlardan önce kalpleri
fethederek,yaşadığımı bu Cennet Yurdu bizlere hediye eden bu
Anadolu Erenlerinin yaktığı ve yüzyıllardır yanmaya devam eden
sevgi ateşini bir kez daha her birinde ayrı ayrı yeniden
hissettim. Zaman tüneline girip Yunus Emre'nin sevgi dolu
şiirini,Caca Beyin;İlhanlılar Döneminde yapılan ilk medresesi *
Ahi Evran'ın esnaf arasında sağladığı birliği ve dirliği,Somuncu
Baba'nın Hakka talip ve teslim oluşlarını gördüm. Allah C.C.
Onlardan ve kalpleri Hak ve Halk sevgisiyle dolu insanlardan
razı olsun.
- Hasande'den sonra Yusuf
ağabeyimizin köyü olan Kırşehir ili Akpınar ilçesi Soflazlı
köyüne uğradık. Çok az ağacı olan fakat mis gibi yayla havası
kokan bu köyde Yusuf ağabeyinin amca oğlu Molla ağabeye misafir
olduk. Aman ne misafirperverlik. Böyle cömert insanları görünce
kendimi Cennette hissediyorum. Allah C.C. böyle cömert ve
misafirperver insanların sayısını arttırsın.
- Öğleyin Kırşehir'e indik. Ahi
Evran Türbesini ararken çarşıda değişik yapılı bir cami gördük.
Buraya bakalım dedik. Meğer burası Caca Beyin (1240-1301)
yaptırdığı medrese bugün adıyla anılan bir cami olarak görev V
yapıyordu.(1) 1272 tarihinde yapılan bu medresede Türkçe eğitim
verilmekte olduğu,medrese bünyesinde gözlemevi olarak da
kullanıldığı söylendi. Kubbesinin üstü cam olan bu
yapının,kubbesinin alt kısmında üç metre derinliğinde bir kuyu
bulunmakta. Bu kuyu su ile doldurulup,yukarıda yansıyan
yıldızların buradan incelendiğini söylediler.
- Bu bina bünyesinde Caca Beyinde
türbesi bulunmakta.
- Geçmişte en büyük buluşları
atalarımız bulmuş,bilim ve tıp alanında en büyük çalışmaları
atalarımız yapmışlar bunları biliyoruz. Bu bilgileri
araştırmıyoruz. Atalarımız gibi çalışmıyoruz.
- Cumhuriyetimizin kurucusu büyük
lider,Mustafa Kemal Atatürk “Türk “ Öğün,Çalış,Güven” demiş.
- Caca Beyden ahi Evran'a geçtik.
Ahi Evran bilindiği üzere esnaflar arasında birlik ve dirliği
sağlayan bir Türk büyüğümüz. Onun türbesi de Kırşehir'in
içerisinde kendi adıyla anılan bir camide bulunmakta. Caminin
avlusu tören yapılacak şekilde düzenlenmiş ve ayrıca avluda Ahi
Evran'ın heykeli de bulunmakta.Ahi Evran'dan sonra türbesi yine
Kırşehir çevre yolunun yanındaki mezarlıkta bulunan Aşık Paşa'ya
uğradık. Aşık Paşa bilindiği gibi Çorum Evliyalarından Elvan
Çelebinin babasıdır.
- Aşık Paşa'yı ziyaretimizden
sonra da ziyaret ettikten sonra Kırşehir'e bağlı Ortaköy İlçesi
Sarıkaramanlı köyü Nevruz tepede türbesi bulunan Yunus Emre'mizi
ziyaret ettik. Ben Yunus Emre'mizin mezarının Eskişehir'de
olduğunu duymuştum. Mezarı ister Eskişehir'de olmuş,ister
Kırşehir'de. Kişi sevdiği ile beraberdir diye bir söz vardır,
sonra bir insan yüz yıllardır kalplerde yaşıyorsa onlara ölü
demekte doğru değildir zaten. Bizim için mezarı değil,onların
yaşadığı yerleri ve mekanları görüp onların teneffüs ettiği
havayı soluyup,o zaman tünelinde bir yolculuk yapmaktı. O
anıları da dostlarımla beraber yaşadım.
- Yunus Emre gibi kalbi sevgi dolu
güzel insanlar dergahlarda,çile hanelerde nefislerini terbiye
edip,ilim tahsil edip,yaşadıkları dönemlerde hakkın emrince
insanları hakka,sevgiye,hoşgörüye davet etmiş,tüm insanlığın
kalbinde taht kurmuş,bu kadirşinas aziz milletimizde onların
mezarlarını tıpkı Kırşehir'de olduğu gibi gelecek
nesillere,deniz fenerinin ışığı gibi,ışık saçsın,minareler gibi
sesleri uzaklara duyursun,suların tıpkı Nevruz Tepeye çıkarken
gördüğümüz gibi iki göletin susuz ovaları suladığı gibi sevgiye
susayan gönülleri sulasın diye yükseklikler koymuş,oradan tüm
insanlığa sevgi çağrısı yapmaktadır.
- Selam size Yunus Emre'm,Taptuk
Emre'm ve tüm hak dostları!
- Benim burada tarih
araştırmacılarından isteğim;tarihe mal olmuş bu büyük kişileri
halkımıza büyük bir aşkla sevdiklerinden bazılarının birkaç
yerde türbesi bulunmaktadır. Hangi yerin gerçek mezarı,hangi
yerin yaşadığı mekanlar olduğu belirtilirse özellikle yeni
yetişen nesil için ve onlara ilk defa gidenler için kafalarında
bir takım soruların oluşmasını önleyecektir.
- Bu bölgede Yunus Emre'mizin
türbesinin olduğu Nevruz Tepeye güzel bir açık hava konferans
alanı,çeşme,camii ve piknik alanı,büyük bir kitabe ve çevre
düzenlemesi de yapılmış olması sevindirici.
- Türbeyi haritada
göremedik,ararken de biraz zorlandık,çünkü yön tablası azdı.
Burada haritalarda belirtilir ve yollara yeterli kadar yön
levhası konulursa oraları ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancı
turistler için büyük kolaylık olur diye düşünüyorum.
- Yunus Emre'mizi ziyaretten sonra
yine Kırşehir ili Ortaköy ilçesi Balcılar beldesi Taptık köyünde
bulunan Taptuk Emre'mizin türbesine gittik. Bilindiği üzere
Tapduk Emre Yunus Emre'mizin şeyhi. Yani ilim öğrendiği,hocası
ve o meşhur odunların eğrisini bile götürmediği dergahı. Türbeyi
gördüm fakat dergahı görmedim. Orada bulunanlara sordum,dergah
çok eskidiği için yıkılmış,yerine Tapduk Emre'nin türbesi ve
yanına cami yapılmış.
- Tapduk Emre'den sonra Aksaray
ili içerisinde ervah mezarlığı içinde yattığı söylenen Somuncu
Baba türbesine gittik. Somuncu Baba'nın mezarının da birkaç
yerde olduğu bilinmekte,fakat Bursa'nın haricinde Aksaray'da da
yaşadığı ve Hacı Bayram-ı Veli'ye hocalık yaptığını oradaki
yazıdan öğrenmiş oldum.
- Ervah mezarlığındaki Somuncu
Baba türbesine geldiğimde bir yazıyla irkildim. Oradaki yazıda o
bölgede (Aksaray ili) yedi bin evliyanın yattığı yazıyordu.
Duygulanmamak elde değil. Cennet Yurdum,güzel Anadolu'mun hangi
karış toprağında Şehit yok ki ? evliya yok ki ? O yüzden bu
topraklar güzel,bu topraklar Cennet. Mehmet Akif boşuna dememiş
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı;düşün altında
binlerce kefensiz yatanı” Rabbimin Rahmeti onların üzerine
olsun.
- Somuncu Baba türbesinin hemen
altında Somuncu Baba çile hanesi var. Oraya da girdim. Bilindiği
üzere tasavvufta ilk gece nefis terbiye edilmeli. Nefsi terbiye
etmenin bir yolunda çile haneden geçmektedir. Yani toprağa
girmeden,toprak gibi olmak. Bu büyük kişilerde nefislerini
toprak yapmış,toprağın içinde köklü,şanlı ve asil bir geçmişin
tohumlarını ekmiş,kimi ulu bir çınar olmuş ecdadına yaraşır bir
imparatorluğun yolunu açmış,kimi sevgi tohumu olmuş güller gibi
kokmuş,bülbüller gibi coşmuş. Sevilmiş,sevmişler,nice maddi
zenginlik içinde yaşarken ölenlerin çoğu hatırlanmazken hakkı
tavsiye edip,sevgi dünyaları ırmaklar gibi coşan Yunus
Emre'mizin ve diğer halk aşıkları yüzyıllardır gönüllerde sevgi
saraylarının tahtlarında sultanlıklarını sürdürmektedirler.
- Gitmek isteyenler için
yazıyorum. Kırıkkale üzerinden buraya kadar ziyaretler dahil 470
kilometre yol yapmışız. Dönüşte Kırşehir,Çiçekdağı,Yozgat
üzerinden yaptık. Bu şekilde toplam 800 kilometreye yakın yol
yapmış olduk ve aynı günün gecesi Çorum'a döndük.
- Rabbim;tüm insanlığı hakkın
emrince sevgi denizinde yaşayan kullarından eylesin.
-
-
- *Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 6. cilt Caca Bey
Maddesi 539 sayfa: Bu maddeyi hazırlayan Semavi İyice;İlhanlılar
döneminde ilk inşa edilen medrese olduğunu ve halkın
inanışlarına göre burasının rasathane olduğu söylentilerinin
aydınlatılmasının gerektiği belirtmektedir. Minaresinin eskiden
rasat kulesi olduğu,kazıda çıkartılan kuyunun rasat kulesi
olmasının ihtimalinin az olduğunu belirtmektedir. İlgilenenlerin
o maddeyi incelemeleri
-
- YIL 5 SAYI 52 25 Temmuz 2003
- YIL 6 SAYI 53 25 Ağustos 2003
- YIL 6 SAYI 54 25 Eylül 2003
- YIL 6 SAYI 55 25 Ekim 2003
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- EVİNİ TEPEYE YAPARSAN YEL,DEREYE
YAPARSAN SEL;FAY HATTINA YAPARSAN DEPREM ALIR.
- İsmim Suhubi Ulvi CIRIL. 1958
Çorum doğumluyum. Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler
mezunuyum. Çorum Belediyesi İtfaiye Müdürlüğünde İtfaiye Eri
olarak çalışmak-tayım.
- 17 Ağustos 1999 Marmara Bölgesi
Depreminde Belediyemizin Adapazarı'na gönderdiği ilk giden
yardım ekibi ile birlikte depremin ikinci gününden itibaren bir
hafta süre ile görev yaptım.
- Bir hafta boyunca görev yaptığım
deprem bölgesinde edindiğim izlenimlerim şunlardır. Deprem ve
afetlere her an maruz kalabileceğimiz bir coğrafyada yaşamış ve
yaşamak zorunda olmamıza rağmen bu konuda fazla bir
hazırlığımızın olmadığını, olsa bile o anda organize
olamadığımızı, karşılaştığımız sorunlar ve gördüğümüz olaylar
göstermiş bulunmak-tadır. Asrın felâketinin üzerinden bir yılı
aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen en ufak bir yağmurda su
basan çadırları, banyo yapamamaktan bitlenen,hastalanan
çocukları tele-vizyonlarda gördüğümüzde içimiz
burkulmakta,sorunların yığınla beklediğini görmekteyiz. Bilim
adamlarının sürekli uyarılarda bulunma-sına rağmen deprem riski
taşıyan bölgelerde yeterli bir çalışmanın ve hazırlığın olduğunu
söylemek bana pek inandırıcı gelmiyor. Çok sevdiğim askerlikte
unutamadığım bir söz vardı ;”Barışta ter dökmeyen,savaşta kan
döker” diye. Bunu afetlere hazırlıklı olmak için de
kullanmalıyız. Mutlaka önceden hazırlık!
- Allah böyle felâketler
göstermesin ama o sıkıntılardan ders alıp tedbirlerimizi ona
göre alırsak hiç değilse gelecek nesiller ve yarınlarımızda
fazla sıkıntı çekmeyiz. Çok büyük bir afet yaşandı. Afetlere
karşı kuruluşlarımız, hazırlığımız var dedik ama bunlardan
anında yararlanamadık. Kızılay'ın kısa sürede yardım
götüremediğini, götürdüğü yardımlardan başta çadırlar olmak
üzere çoğunun bakımsız delik ve eskimiş olduğunu; Sivil
Savunma'nın personelinin az,araç ve gereçlerinin yetersiz
olduğunu gördük. Afetler maalesef davul-zurna ile ben geliyorum
diye bağırarak gelmiyor. Nerede, ne zaman, ne şekilde olacağı
belli olmadan geliyor. gücümüzle çalışıyoruz. Çürük zeminlere,
fay hatlarına, plansız programsız çürük yapılar yaparak;
binaların içini adam sende bir şey olmaz diyerek iç duvarlarını
alıp içlerini büyüttüğümüzü zannederek afetlere davetiye
hazırlıyoruz, ondan sonrada kime suç yükleyeceğimizi
şaşırıyoruz. Elbette hatalar işlenmişse cezasız kalmamalı.
Onlarla uğraşacak mercilerimiz vardır. Bizlerin yapacağı;
öncelikle yaraları sarmak, oradaki sorunları gidermek ve
olanlardan ders alıp olabilecek afetlere karşı hazırlık ve plan
yapmak olmalı.
- Oradaki yaşanan sıkıntılar her
ne kadar televizyon ve diğer basın yayın araçları ile anlatılsa
bile, oraların sıkıntılarını; o afeti yaşayanlar,yaşantılarını o
bölgede devam ettirmek zorunda olanlar ve oralara gidip o
sıkıntıları gören,yaşayıp,o sıkıntılardan ders almaya çalışanlar
anlar. O felaketi görüp, o sıkıntıları yaşayan,o sıkıntıları her
an üzülerek hisseden bir vatandaş olarak aklımın erdiğince afet
bölgesinin görebildiğimce durumunu,anılarımı ve önerilerimi
anlatmaya çalışacağım.
- 17 Ağustos 1999 akşamı
Belediyemizin hazırladığı ve Çorum İtfaiye Müdürümüzün ekip
başkanlığındaki ilk yardım konvoyu olan 1 itfaiye arazözü seyyar
kaynak aracı ve 2 kamyon erzakla Adapazarı'na hareket ettik.
Belediyemiz; sonraki günlerde de sürekli çeşitli yardım ekipleri
ve şehrimizden toplanan yardımları kamyonlarıyla afet bölgesinin
değişik şehirlerine gönderdi. Yola gece çıkmıştık gece olmasına
rağmen yollar tıklım-tıklım dolu idi. Depremden kurtulanlar
Anadolu'daki yakınlarına doğru yol alırken Türkiye'mizin tüm
bölgelerinden yardım konvoyları birbirleriyle yarışarak deprem
bölgelerine doğru akın ediyorlardı. Asrın felaketine karşı
devletimizin ve vatandaşlarımızın gösterdiği ilgi ve
yardımseverlik ne Büyük Devlet,ne Asil Millet olduğumuzun bir
göstergesiydi. Yolumuza devam ederken itfaiye arazözümüz
arızalandı,dinamonun kayışı kopmuştu. Giderken yanımıza telsiz
almıştık, konvoyumuzu telsizle arayıp bir araya geldik arızayı
giderdik. Yanımda taşıdığım el fenerinin de çok işe yaradığını
ve ilerideki günlerde de çok iş yaptığını özellikle belirtmek
- Hazırlığımızı,planımızı ona göre
yapmak zorundayız. Afetler haber vermeden gelmiyor ama biz insan
oğlu afet gelmesi için tüm isterim. Burada bazı olay ve alınan
basit tedbirleri anlatmak bazılarına göre lüzumsuz gelebilir.
Bazen alınacak en küçük tedbirin büyük zaman kaybını önlediğini,
büyük işlere yaradığını unutmamalıyız. “Dede muhtaç himmete,dede
kime himmet ede” diye bir atasözümüz vardır. İşin içinde yardıma
giderken yardım ister duruma düşmekte olabilir. Yazımda zaman
zaman atasözlerine yer veriyorum. Atasözleri birçok yaşanmış
olaylardan sonra söylenmiş tecrübe ve nasihat doludur da ondan.
Gerede üzerinden Bolu Dağına geçtiğimizde Ankara Belediyesinin
son model otobüsleriyle karşılaştık. Onlarca otobüs,kasalar
içinde deprem bölgesine ekmek yetiştirmenin telaş ve yarışı
içinde idiler. Sonraki günlerde damperli kamyonlarla kasalara
konulmadan gelen ekmeklerin yenilemediğinden dolayı çöpe
döküldüğünü görünce işe yaramakla,iş yapıyor görünmenin
arasındaki farkı ve önemini bir kez daha gördük. Bolu Dağının
eteklerine geldiğimizde sabahın alaca karanlığı olmuştu.
Vatandaşlarımızın bahçelerine kurdukları çadır vari yerlerde ve
kamyon kasalarında sabahladıklarını,Düzce'ye geldiğimizde de yer
yer yıkılan binaları görmeye başladık.
- Depremin ikinci günü olan 18
Ağustos 1999 sabah 07.30 da Adapazarı'na ulaştık. İlk
karşılaştığımız yıkıntı şehrin girişindeki yeni yapılan büyük ve
lüks bir otel idi. Kaç kat idi bilmiyorum ama yıkıntının
büyüklüğünden yolun bir şeridini tamamen kaplamıştı ve bir hafta
boyunca o şerit açılamamıştı. Yollardaki çöküntü ve binaların
yıkıntıları arasından şehir merkezine ulaştık manzara korkunç ve
dehşet verici idi. İzmit ve Çark Caddesi dedikleri cad-delerde
ki koskoca binalar tamamen yok olmuş,çok katlı binalar bir veya
iki kat seviyesine inmiş,insanlar ne yapacağını bilmez bir halde
idiler. Şok olmuştum. Ağladım ve hiç içmediğim halde yol
arkadaşım şoför Necati'den sigara isteyip yaktım. Bu kadar
yıkıntı ancak aylar süren bir savaştan sonra olabilirdi. Bolu'
dan Tekirdağ'a kadar 400 kilometrelik bir bölge 45 saniye gibi
kısa sürede 7.4 şiddetinde bir depremle sarsılmış,bazı bölgeler
yerle bir olmuştu.
- 10 Temmuz 2000 tarihli bir
gazeteden aldığım Adapazarı'nı konu alan bir yazıda ha-sar gören
bina ve işyeri sayısını şöyle açıklıyordu: 24.588 ağır
hasarlı,18.437 orta hasarlı,24.197 hafif hasarlı olmak üzere
toplam 70.222 hasarlı bina;5.113 ağır hasarlı,3.720 orta
hasarlı,2.647 hafif hasarlı olmak üzere toplam 11.480 hasarlı
işyeri bulunmaktadır. Gazete burada ölü ve yaralı sayısını
vermemiş. Gece 03.02 de meydana gelen bu depremdeki hasarlı
binaların sayısı böyle olunca ölü ve yaralı sayısının gerçek
sayısını bulmanın güçlüğünü varın siz düşünün? Gerçek sayılar
herhalde yapılacak bir nüfus sayımından sonra, önceki sayımın
karşılaştırılması sonucu elde edilebilir. Deprem sonrası diğer
bölgelerdeki hastanelere giden hasta kayıtları, mezarlıklardaki
ölü kayıtları ve diğer bölgelere giden kişilerin kayıtlarının
karşılaştırılmasından sonra bulunabilir.
- Servetiyle öğünüp, insanları
küçük gören; insanlıktan nasibini almamış kişiler için
yazıyorum. Hani bir söz vardır ya “Malda yalan, mülkte yalan,var
birazda sen oyalan” işte böbürlendiğin,insanları
küçümsediğin,bazen de zenginliğine güvenip insanlara zulmettiğin
servetinin hükmü bir dakika bile değil 45 saniye sürüyormuş.
İmkan olsa da fakir fukaranın halini düşünmeyenleri, azgınlık
uğruna su gibi para harcayanları, gözü dünya malından başka bir
şey görmeyenleri o bölgelere götürüp gezdirilirse acaba
akıllanırlar mı?
- Şehir merkezinde bu kadar
hasarın olmasının nedenleri. Bir yıldan beri izlediğimiz
televizyon ve yayın organlarından edindiğim bilgiler ışığında;bu
bölgenin aktif bir fay hattı üzerinde olmasına rağmen buralarda
çok katlı binalara müsaade edilmesi,bu binaların sağlam
yapılmaması,bu apartmanların alt katlarının oto galerisi ve
büyük mağazalara yer açmak için betonarme direklerin arasındaki
duvarların yeterli takviye konulmadan alınmasını sayabiliriz.
Herhalde diğer sebepleri saymaya gerek yok diyorum. Binaların
alt katlarındaki duvarları alıp mağazalar için yer açanlara
önemle duyurulur. Atalarımızın fay hattı konusunda fazla
bilgileri olsaydı,söyledikleri;”Tepeye ev kurma yel alır,dereye
ev kurma sel alır “atasözüne:”FAY HATTINA EV KURMA DEPREM ALIR
sözünü de eklerlerdi. Neyse bu sözü de ben ekleyeyim de gelecek
nesillere belki öğüdümüz olur.
- Görev yaptığım süre boyunca
tuttuğum notların yardımıyla yazıma devam ediyorum.
- Belediyemizin Adapazarı'na
gönderdiği yardım konvoyu ile İl Kriz Masasının olduğu bölgeye
geldik. Tüm şehirde elektrik, su,telefonlar işlemez duruma
gelmişti. Kriz Masasının olduğu bölgede; Telekom mobil (seyyar)
telefonlar kurmuş, kurtulanlar yakınlarıyla haberleşebilmek için
kuyruk oluşturmuşlardı. Bu arada şunu hatırlayalım: 17 Ağustos
1999 günü tüm Türkiye'de telefonlar kilitlenmiş, Çorum'un kendi
içinde bile telefon görüşmesi yapılamamıştı.
- Kahraman Mehmetçiklerimiz ve
Türkiye Kömür İşletmelerinin çok az konuşulan, reklamı
yapılmayan, isimsiz kahramanları kazma-kürek ve ellerindeki
imkanlarıyla yıkıntılardan can kurtarabilmek için çalışmaya
başlamışlardı bile.
- Ekmeği sıcağı sıcağına
kavuşturan Ankara Belediyesinin otobüsleri geri dönerken; diğer
belediyeler, kuruluşlar ve kişiler akın akın yardım
yağdırıyorlardı. Yollar iş makineleri ile dolu idi. Maalesef
televizyonlar; halkımızın ve kuruluşlarımızın bu duyarlılığını
ekrana fazla yansıtmadılar. Getirdiğimiz iki kamyon erzakı
dağıtmak yarım saat sürmedi. Müdürümüz,Erenler Belediyesi
emrinde görevlendirildiğimizi söyledi. Yola koyulduk fakat yol
bulabilirsen git,her taraf yıkıntıdan kapalı. Az sayıdaki polis
memurlarının yönlendirdiği yollardan gitmeye çalışırken
Müdürümüzün bindiği araçla diğer araçlar birbirimizi kaybettik.
Telsizin şarjı bittiği için haberleşme imkanımız da olmadı. Daha
sonraki günlerde de elektrik bulma imkanı olmadığı için
telsizleri şarj edemedik. Sora sora Erenler Belediye binasını
bulduk,fakat hasarlı olduğu için kimseler yoktu. İtfaiye ve
seyyar kaynak aracımızı yolun kenarına çektik, Müdürümüzü
beklemeye başladık. Maalesef aracı arızalanınca onlarda yolda
kalmışlar o gün akşama kadar buluşamadık. Yolda aracımızı
görenler yardım istediler, kaynakçı arkadaşlar bir yıkıntının
altından insan çıkartabilmek için yıkıntı demirlerini kesip
geldiler. Bizde o zamana kadar Erenler Belediyesinin garajını
bulmuştuk orası yıkılmadığı için Erenler Belediyesi oradan idare
ediliyordu. Personelin yaklaşık onda biri ancak işbaşına
gelebilmişti. Herkes can derdinde idi. Yanımıza kılavuz olarak
bir zabıta arkadaş verdiler. Depremin şiddetinden su şebekesi
hasar görüp kullanılmaz hale geldiğinden tüm şehrin içme ve
kullanma su ihtiyacı arozözlerle karşılanması gerekiyordu.
Adapazarı İtfaiye Binası depremde araçlarının üzerine çökmüş,
sadece küçük bir arozöz az hasarlı olarak kurtulabilmişti.
- Depremde belediyelerin bu
konudaki gayretleri de taktire şayandı. Türkiye'mizin her
bölgesinden itfaiye arozözleri bu ihtiyacı gayet güzel
karşıladılar. Ayrıca kamyon ve treylerler le pet içme suyu sebil
olarak dağıtıldı. Arozözümüzü doldurmamız gerekiyordu, nereden
dolduracağız dediğimizde bu konuda bir hazırlığın olmadığını
gördük. Zabıta arkadaş Söğütlü Beldesinde su alabileceğimiz bir
yer olduğunu söyledi. Yollara dökülen yıkıntıların fırsat
verdiği yerlerden Adapazarı'nı çıkıp Söğütlü Beldesine doğru
yola çıktık, bu yolda çok kalabalıktı. Suyu doldurup geldik, bir
caminin şadırvanına su doldurduk.
- Şehir içinde bir yerde yangın
var dediler, gittik. Hayatımdaki en sıkıntılı anılarımdan olacak
ve unutamayacağım bir durumla karşı karşıya idim. Bodrum katı
tüp deposu olarak kullanılan apartman en üsten itibaren dikine
olarak yarısı yıkılıp, apartmanın önünde tepe oluşturmuştu. Bina
hafif yatık durumda idi. Binanın çevresinde bulunanlar, deprem
anından itibaren tüplerin aralıklarla patladığını ve yandaki
dairede bir ailenin olduğunu çıkamadıklarını söylediler. Bu
durumun üzerine, bir de devam eden artçı sarsıntılar devam
ederken çalışmanın zorluğunu varın siz düşünün. Binaların altını
tüp deposu olarak kullananlara ve bu durumdaki binalarda
oturanlara önemle duyurulur. Yaklaşabildiğimiz ölçüde hortum
açıp yangına müdahale ettik. Tüplerin üzeri yıkıntı ile kaplı
olduğu için fazla etkili olmuyor, sadece boşluklardan ne su
verebilirsek ve yıkıntıların çamurlaşmasından ne soğursa o kadar
etkili oluyordu. Yandaki oturan aileye ise ikinci günü olmasına
rağmen durumun çok tehlikeli olmasından dolayı yaklaşılamamış,
umut kesilmişti. Yakınları hiç değilse cesetlerini sağlam
bulabilirsek telaşı içinde idiler. Arozözün suyu bitmişti,
yeniden dolduralım dedik Söğütlü uzaktı yakın yer var mı diye
araştırdık Sapanca Gölü 15 km. dediler. Gittik zaten Adapazarı
Belediyesi şehrin içme suyunu oradan karşılıyormuş. İtfaiye
ekipleri motopompları gölün kenarına kurmuşlar gelen arozözü
doldurup klorluyorlardı. Suyu doldurup yangına ikinci defa
müdahale ettik. Hava kararmıştı. Seyyar aydınlatma sistemleri
kurulmadığı için gece çalışması da yapılamıyordu. Ertesi gün iş
makineleri yardımıyla yıkıntılar alınınca yangını ancak
söndürebilmiştik. Daha sonra biz başka yangınla karşılaşmadık.
Depremin yaz günü olması yangın riskini azaltmıştı. Daha sonra
12 Kasım 1999 da Bolu-Düzce de meydana gelen depremde ilk anda
çokça yangın çıkmıştı.
-
- YIL 3 SAYI 22 25 Ekim 2000
- YIL 3 SAYI 23 25 Aralık 2000
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- HAYALİMDEKİ ÇATAK
- Birçok şehir gezen biri olarak
diyorum ki; Dünyada Türkiye, Türkiye’de ÇORUM diyorum. Çünkü
değerlendiremediğimiz onca maddi ve manevi tüm değerlere
rağmen, Ülkemiz ve Şehrimiz yaşanabilir en güzel yerler diyorum
ve kıymetini bilmediğimiz bu yerlerden bu yazımda ÇATAK’TAN
bahsedeceğim.
- Çevremizdeki mesire yerleri
içerisinde çeşme,WC,masa, korunak vb. İmkanları ile en
beğendiğim mesire yeri olmasına rağmen, Çatağın içinden daha
yukarı giden yolun en üst kısmında telefon direkleriyle
yapılmış bir çardak bulunmakta. Bu bölgeden bakıldığında
Gölyazı’dan Çorum’a kadar büyük bir alan insanın ufkuna bir
ferahlık vermektedir. Çatağa her gittiğimde buraya çıkar, bir
yandan Çatağın güzel kokusunu ciğerlerime doldururken, diğer
yandan bu eşsiz güzelliklerin seyrine dalar; birazda Çatağın
içerisindeki tesislerden birazda buraya koyup halkımızın hizmeti
ne sunulsa diye düşünürüm.
- Diğer bir düşündüğüm mesire
alanında Çatak Parkına girilmeden sola bir yol çıkmak ta. Bu
yol; kayak pisti ve TV vericisine ulaştıktan sonra Kızılırmağa
inmektedir. Malumu üzere, Obruk Barajı bu bölgede kurulmaktadır.
Şimdi sizleri Çataktaki, Kayak Pistinin kuzeyine; yolun üst
kısmındaki düzlükten çevreyi seyretmeye çağırıyorum. Bir tarafta
Obruk Baraj gölü, bir tarafta çamlık dolu orman, bir taraf kayak
pisti. Ne tarafa bakarsanız insanı sonsuzluğun derinliklerine
götüren açıklık. Birde burayı Milli Park haline getirip, güzel
güzel tesisleri kondurup halkın hizmetine sunsak diyorum?
Bölgemizde bu konuda bizimle yarışabilecek bir yer olabilir mi?
- Şimdi diyeceksiniz ki; güzel, güzel anlatıyorsun
da bunları kim yapacak? Benim cevabım yazımın başında
belirttiğim kıymetini bilmediğimiz değerleri Uzun Mehmet’in
kömürü bulup çıkarttığı gibi ortaya koymak; ben onu yaptım.
Elbette yol yapılacak, su bulunacak, alt yapı yapılacak,
tesisler yapılacak. Sonuçta sadece Çorum’a değil tüm Ülkemize
nadide bir dinlenme merkezi kazandırılacak. Burada Çatak için
yapılacak olan, turizmimle ilgili olarak elinde yetki ve
imkan olan ve imkanları bu tür işlere yöneltecek olanlara
önerilerimi iletebildimse ne mutlu bana.
- Saygılarımla.
-
-
YIL 2 SAYI 17 25 Mayıs 2000
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
İMAN VE AŞK
İman: İnancın en kutsalı.
Olanın kimin de dilinde başlar,
Kalbine iner.
Kiminin de;kalb ve dilinde birlikte vardır.
Kiminde;Kalbinin tümünde vardır titrer.
Görmeye göz ister.
Aşk: Neyi seviyorsanız,
O sevilene karşı duyulan sevgidir.
Aynı iman gibi.
Kiminin dilinde,kiminin kalbinde.
Kiminin hem kalbinde,hem dilinde.
Kiminin de kalbinin derinliklerinde.
17,03,2002
15 SAYI 179 25 Ocak 2014 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- İTFAİYE TEŞKİLATI YENİDEN
DÜZENLENMELİDİR
- Ben;emekli itfaiyeciyim. Zor anlarda
başkalarının canını kendi canına tercih eden bu kutsal mesleğe
olan aşkım ölene keder devam edecektir.
- Görevde bulunduğum süre içerisinde asrın
felaketinde çalıştım. İnsanlarımızın çektikleri sıkıntıları
yürekten hisseden birisi olarak gördüklerimi ve düşündüklerimi
yazdım ve yine düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
- Geçen asrın felaketi ve sonrası gelişen olaylar
gerekse itfaiyede çalıştığım süre içerisindeki izinlerim
süresinde ülkemizde bulunan itfaiye teşkilatının gezdim.
Gördüğüm bu eksiklikler için itfaiye teşkilatı mutlak suretle
yeniden yapılandırılmasının gerekli olduğunu savunuyorum.
- Ülkemiz 17 Ağustos 1999 da ki asrın felaketine
hazırlıksız yakalanmıştı. Önlemler alındı,depremle ilgili
hazırlıklar yapıldı,teşkilatlar güçlendirildi denildi ve yapıldı
da. Ama 02 Şubat 2004 tarihinde Konya’da Zümrüt apartmanının
çöküşü sonrasında yapılan aksaklıklar düşünmemiz gereken bir
konudur. Elbette tüm kuruluşlar elinden geleni yapmıştır ama
olabilecek afetlere karşı daha bilgili,süratli ve iyi organizeli
önlemler alınmalıdır.
- 1a) asrın felaketinden sonra Sivil Savunma
teşkilatları araç,gereç ve personel yönünden güçlendirilirken,bu
sevindirici bir durum olmasına rağmen herhangi bi kaza kurtarma
ve afet oluşumunda ilk müdahaleler itfaiye tarafından
yapılmakta,Sivil Savunmadan daha sonra yardım istenilmelidir.
- Bu şekilde bir çalışma ise anında veya kısa
sürede müdahale edilmesi durumlarında gecikmeye sebep
olmaktadır. Bu tür gecikmeleri özellikle trafik kazalarında,suda
boğulmalarda,insan ve diğer canlıların arama,kurtarmalarında
görmekteyiz.
- 1b) Arama,kurtarma yapan ekipler bir arada
çalışma durumunda olduklarında yetki ve bilgi karmaşası
yaşanmakta,kurtarmalarda gecikmeler ve organizasyon bozuklukları
yaşanmaktadır.
- 1c) Orman ve arazi yangınlarında da ilk
müdahale özellikle de arazide oluşan ot,anız,bağ,bahçe
yangınlarına itfaiye genelde yalnız olarak katılmakta,orman
yangın araçları ancak ormanlık alanlara sıçradığında müdahale
edilmektedir. Orman yangın riski az illerde bu güzide araçlardan
yeteri kadar istifade edilememektedir. Halbuki; arazi şartlarına
göre dizayn edilmiş bu arozözler tüm arazi yangınlarında
kullanılabilir.
- 2a) Mademki herhangi bir afette ve kurtarma
operasyonlarında ilk önce itfaiye çağrılmakta,doğrusuda budur.
Öyle ise neden itfaiyeler araç,gereç yönünden modernize edilip
güçlendirilmiyor ? Personel iyi bir eğitimden geçirilip tüm
felaketlere karşı bilinçlendirilmiyor ?
- 2b) Ayrıca araç,gereç ve kullanılan malzemelerde
aynı standart ve uyumda malzeme kullanılmadığından il ve ilçeler
arası yardıma gidildiğinde sıkıntı yaşanmaktadır.
- 2c) İtfaiye personelinin bazısı işçi,bazısı
memur statüsündedir. Bu ise ücret başta olmak üzere bazı
konularda sıkıntıya sebep olmaktadır. Personelin kılık,kıyafeti
ayrı il ve ilçelerin haricinde aynı ildeki personel içinde
farklılıklar göstermektedir.
- 2d) 110 nolu yangın ihbar telefonları
görüşmeleri kayıtlı hale getirilmeli,görev harici kullananlar ve
lüzumsuz meşgul edenler cezalandırılmalı. Bu şekilde yanlış
ihbarın ve haberleşmeden kaynaklanan gecikmelerin önüne geçilir.
110 nolu yangın ihbar telefonu tüm Türkiyede aynı olduğundan
bazen bir ilden arama yapıldığında başka bir il ve ilçe
itfaiyesi telefonu çalmakta,bazen de hiçbir itfaiyeye
ulaşılmamaktadır. Bu aksaklığın giderilerek ister cep,isterse
sabit telefonlardan arandığında aranan yara en yakın itfaiye
merkezi ile iletişimin sağlanması ve aranan yerinde hangi il
veya ilçeye ait olduğunu arayan kişiye bildirilmesi
- 2e) İtfaiye telsiz görüşmelerinin
güçlendirilmesi ve telsiz sayısının arttırılması
- 2f) Apartmanlar her geçen gün daha çok talkı
olarak yapılmasına karşın bir tek il ve ilçede bu kadar yüksek
binalara müdahale edecek otomatik merdivenli araç
bulunmamaktadır. Bir çok ilde tam teşekküllü kaza,kurtarma aracı
da bulunmamaktadır.
- 2g) Suda boğulmalara karşı tüm itfaiyede 24 saat
hazır bulunan ekipmanıyla birlikte dalgıç bulundurulması.
- 2i) Aşırı yağışlar bazı mekanlarda kısa
yükseklikte su baskınlarına sebep olmakta,eldeki mevcut olan
motopomplarla tahliye daha yüksek seviyedeki suları alabilen
kapasitedeki alıcılar yardımıyla olmaktadır. Bu motopomplara
ilaveten,sıfır seviyeden su çekebilen jeneratörlü motopomplardan
takviye edilmesi.
- 2j)Konutlar artık betonarme yapıldıklarından
konut ve küçük çaplı işyerlerinde meydana gelen yangınlar gene
de küçük çaplı olmaktadır. Mevcut arozözlerde ki büyük hortum
çaplı sistemlere ilaveten uzun mesafelere eksiz olarak
açılabilen küçük çaplı hortum ve kendinden tetikli püskürtme
olarak su verebilen sistemlerden konulması ve küçük çaplı tüm
yangınlara bu sistemle müdahale edilip,aşırı suyun verdiği
zararların önüne geçilmesi,hem bu şekilde daha az su ile daha
kısa sürede söndürme gerçekleşmiş olur.
- 2k) Trafik sıkışıklığında ve dar sokaklarda
yangınlara ulaşabilmek için küçük tonajlı manevra kabiliyeti
yüksek,seri arozözlerden istifade edilmesi.
- 2l) Patlama haricindeki hiçbir yangın ilk anda
büyük değildir. Evlerde,iş yerlerinde,araçlarda çıkan yangınlara
özellikle ve önemle belirtiyim uygun seçilmiş kontrol ve
bakımları zamanında yapılmış,uygun yerlerde bulundurulan ve
kullanışlı,ilgilileri tarafından iyi bilinen yangın söndürme
tüpleri ile müdahale ile itfaiyeye telefon açılıp haber verilme
sürecinde yangın söndürülebilir.
- Burada önemli olan,yangına ilk anda anında
paniğe kapılmadan müdahaledir. Yine de itfaiyeye mutlaka haber
verilmeli ama zararları da en kısa sürede önlemeyi bilirsek bu
bizlerin lehinedir. Bu konu özellikle yangın söndürme tüpü
üretici ve satıcı tarafından halkımız bilinçlendirip
özendirilebilir.
- Belediyelerin birçoğu kısıtlı bütçe imkanlarıyla
çalıştıklarından itfaiye hizmetlerine gereken maddi desteği
vermedikleri için modern araç,gereçlerden alamamakta,alınan
makine,araç ve teçhizatın tek elden alınmadığı için teşkilatlar
arasında standart ve uyum sağlanamamakta,yeterli sayıda personel
bulundurulamamakta. Böyle olunca da bazı küçük beldeler de 24
saat yeterli sayıda personel hizmeti verilememektedir.
- Belirttiğim bu olumsuzluklar iyice gözden
geçirilerek daha da iyi düşünceler varsa onlarda
görüşülüp,tartışılıp,sayabileceğim ve sayamadığım tüm
eksiklikler tamamlanıp tüm afetlere daha güçlü ve bilgili bir
şekilde müdahale edebilmek için benim görüşüm:
- İtfaiyelerin belediyelerden alınarak,İçişleri
Bakanlığına bağlı olarak içerisinde Sivil Savunma Müdürlükleri
ile ülkemizdeki tüm arama,kurtarma birlikleri ve orman yangın
ekiplerinin bir arada bulunduğu büyük bir teşkilat haline
getirilmesi.
- Bu teşkilatın jandarma teşkilatı gibi tüm
il,ilçe,belde ve gerekli tüm yerlerde teşkilatlanarak yarı
askeri bir teşkilat halinde bulunduğu bölgeyi çok iyi bilen
yüksek düzeyde itfaiyecilik ve Sivil Savunma eğitimi almış,adına
itfaiye subayı veya uzmanı diyebileceğimiz idarecinin komuta ve
idaresinde bir teşkilat oluşturulması.
- Teşkilatın alt kadrosu ise,askerlik hizmetini
yapacak gençlerimizin jandarma eri gibi askerliğini itfaiye eri
olarak yaptırılacak sürekli ve genç bir kadro oluşturulmalı.
- Herhangi büyük afetlerde veya terhis olan bu
gençlerimizin itfayeciliği bilen biri olarak bir anlamda gönüllü
itfaiyeci olarak sivil hayatta karşılaştıkları yangın vb. gibi
olaylara bilinçli bir toplumda kendiliğinden oluşmuş olur.
Arlıca;olağanüstü durumlarda personel ihtiyacı olduğunda terhis
olanlarda göreve çağrılarak eleman sıkıntısı da çekilmez.
- Bu şekilde kurulacak bir teşkilatla hem aynı
veya birbirine benzer işler gören ekipler ve teşkilatlar
birleştirilerek herhangi bir afette emir komuta,bilgi,beceri ve
koordine karmaşası yaşanmayacak,kadro sıkıntısı
çekilmeyecek,kadrolar askeri disiplinle çalışacağı için daha
disiplinli olacaktır.
- Araç,gereç ve ekipmanlar direkt devlet
bütçesinden karşılanacağı için daha üst düzeyde teşkilatlanma
olacağı için yeterli sayıda modern,kaliteli ve standart bir
şekilde karşılanacaktır.
-
- YIL 6 SAYI 66 25-Ağustos-2004
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- İYİ NİYET
- İtfaiye’de iken Yenihayat Barajından Çorum’a su
getiren boruların bağlantı yerinden birinde su kaçağı olmuş,
kaçaktan sızan sular arazide gölcük oluşturmuştu. Arızanın
onarılabilmesi için su birikintisinin boşaltılması gerekiyordu.
İtfaiye olarak motopomp kurularak nöbetleşe su boşaltılmaya
gidiliyordu. Gidilen bölge yerleşim birimlerine uzak,boş bir
arazi idi.
- Arkadaşlarım oraya giderken gece ne olur, ne
olmaz, herhangi bir canlının saldırısına uğrarsınız, kendinizi
korursunuz diyerek onlara uzunca bir ağaç sırık vermiştim.
Ertesi gün oraya gitme sırası bana gelmişti; bende gittim. Su
seviyesi aşağı indiği için; motopompu aşağıya indireyim derken
ayağım kayarak su birikintisinin meydana geldiği çukurda sakız
gibi yapışkan çamura battım. Çıkmak için çabalarken belime kadar
çamura gömüldüm. Çıkmak için çabaladıysam da çukurdan çıkamadım.
- Benim bu halimi gören arkadaşım, bir gece önce
gerektiğinde korursunuz diyerek arkadaşlarıma verdiğim o ağaç
sırığı bana uzattı. O sırıkla beni çekerek saplandığım çamurdan
çıkartarak kurtardı.
- Başka bir imkânın olmadığı o yerde; o sırıkta
olmasaydı kurtulmak için daha çok çabalayacak, beklide
panikleyecek, takdir edilen ömür de bitmiş olsaydı ölüm
kaçınılmaz olacaktı.
- Bu olaydan sonra çok düşündüm. Basit bir tedbir
ve küçük bir olabilecek bir olaya önlem için verilen bir ağaç
sırık. İnsanın tedbir ve dikkatsizliğin bu dünyada görüyor,
yaşamak veya ölmek işte işin özeti bu.
- Aslında; bu tür göze gözükmeyen ve dikkat edilince sıra dışı
olayları hepimiz farklı yerlerde, farklı şekillerde yaşıyoruz.
Bu ve benzeri yaşadığım, gördüğüm, duyduğum olayların neticesine
bakıyorum da hiçbir iyilik ve kötülük karşılıksız kalmıyor. Er
veya geç bir gün mutlaka iyilik, iyilik olarak; kötülük de
kötülük olarak o fiili işleyene farklı şekilde de olsa dönüyor.
- Rab’im bütün insanlığı iyilerden
eylesin.
-
- YIL 9 SAYI 100 25 Haziran 2007
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- KANSERLİ HASTADAN ÖNERİLER
- Bana 2010 yılında KLL (Kronik
Lenfositik Lösemi) teşhisi konuldu, tedavi oldum, iyi oldum
derken 2012 yılında hastalık yeniden çıktı, buradan da şunu
anladım ki bu hastalık çok sinsi ve fırsat bulduğu anda yeniden
ortaya çıkabiliyor. Bunun için çok dikkatli olmak ve tedbiri
elden bırakmamak gerekiyor. 2012 yılından bu yazıyı yazdığım
2013 yılına kadar iki yıldır yeniden tedavi olmama ve değişik
ilaçlar denenmesine rağmen, bazı tedavi usullerini de ben
araştırmalarımda riskli ve uzun süreli tedavi gerektirdiği için
kabul etmediğim için tedavimde kesin bir başarıya ulaşılamadı.
- Benim ağır almamdaki sebeplerden
biri her geçen gün yeni, basit ve daha ekonomik tedavi usulleri
ile vücut yorulmadan tedavi usulleri üzerinde yapılan araştırma
ve çalışmalardır. Bu günkü tedavi şartları bunu getiriyor bu
yüzden hiçbir doktor ve sağlık çalışanını üzmeye hakkım yok,
onlar tüm içtenlik ve özveri ile benim ve tüm hastaların en kısa
sürede, en başarılı bir şekilde tedavilerini yapmak istiyor ona
tüm kalbimle inanıyor saygılarımı sunuyorum. Ama ben de dört
yıldır moralim çok iyi olmasına rağmen ruhen, bedenen ve
maddeten çok yoruldum, bazen karamsar bir tablo çiziyorsam buna
bağlanmasını rica ediyorum.
- Kanser tedavisi gören biri
olarak yaşadıklarımı toplumumuzla ve ulaşabildiğimiz yetkili
kişilerle paylaşarak, kanserle ilgili sorunları en az
sıkıntılarla nasıl atlatırız, hasta olanlara nasıl faydalı
oluruz onu düşündüm. Ben yaşadığım sıkıntıları, gördüğüm
eksiklikleri, olmasını istediğim işleri anlatırken amacım kişi
ve kuruluşları suçlayıp rencide etmek değil, “sorunlar söylensin
ki çözülsün, çözümler söylensin ki uygulansın” mantığı ile
sorunların çözümüne katkı sağlamaktır.
- Hastalığım nasıl belli oldu,
belli olmadan önce belirtileri nelerdi onlardan başlayarak
yazıma devam ediyorum.
- Hastalığım 2010 yılında belli
olmadan iki üç yıl öncesinde ülkemize bir grip mikrobu gelse
beni bulur, Doktora muayene olup verilen ilaçları kullanmama
rağmen en az iki üç ay griple uğraşırdım. Sürekli terleme,
halsizlik, sürekli öksürük aylarca devam etti. Birkaç defa
doktora muayene oldum o zaman kuş gribi salgın idi sebebi ona
bağlanıp netice alamayınca kaderimize razı olup bekledim. Benim
olduğum kanser de bu belirtiler oluştu, her kanser türünde ve
her kişi de belirtiler başka başkadır. Hâlbuki bu belirtilerin
bir kısmı bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu ortaya çıkan
belirtilerdi, o zamanlar kan tahlili alınıp araştırılsa idi,
daha erken teşhisle daha kolay tedavi usulleri ile bu kadar
maddi manevi sıkıntı çekmezdim diye düşünüyorum.
- Daha sonraları isteğimin dışında
kilo kaybetmeye başladım iki yılda 20 kg. kaybettim,
merdivenleri zor çıkmaya başladım, benim rahatsızlığım KLL
(lösemi) olduğu için kanser ilerleyip kronikleşince, dalağım
kanı temizlemede yetersiz kalınca şişip kalbime baskı uygulamaya
başladı. Daha sonra sürekli koltuk altımı ve boğazımı elle
kontrol ettiler, tedaviden önce buralarda bezeler oluşmuştu.
Hastaneye gidip şikâyetlerimin iyice arttığını söyleyince sağ
olsunlar çok teferruatlı bir kan tahlili aldılar, tahlil
neticeleri kötü çıkınca ilimizde Hematoloji (kan hastalıkları)
bölümü olmadığından çok acilen bir araştırma hastanesine gitmen
lazım dediler, Ankara’ya sevkimi istedim ve gittim.
- Kız kardeşim ve ailesinin
Ankara’da olması benim çok işime yaradı. Rabbim; onlardan, tüm
sağlık kuruluşları ve personellerinden ve benimle ilgilenen tüm
herkesten çok razı olsun. Bu arada bir takdirimi belirtmeden
geçemeyeceğim, bana kalırsa en zor ve en kutsal meslek: sağlık
hizmetleri diyorum sebebi mi; bir yakınımız hastalandığında üç
gün sonra hepimiz usanıyoruz, sağlık çalışanları bedava
çalışmıyorlar ama ömürlerini de bizim üç gün dayanamadığımız
hizmetlerde kullanıyorlar. Şifa Rabbimden ama onlar da vesile
oluyor, hep dua ediyorum.
- Bir zamanlar beşinci katlara
koşarak çıkan ben, adımlarımı atarken zorlandığım günlerim oldu.
Onların yardımı olmasaydı bırakın tedaviyi, teşhis, ilaç temini
prosedürü, kan bulma, tedavi, kontroller derken aylar süren bu
işlemleri onların yakın ilgisi olmasaydı yapmam mümkün değildi.
Peki senin ilgilenin varmış ilgilenmişler, ya başkaları nasıl
işin içinden çıkıyorlar diyenlere çekilen zorlukları anlatmaya
çalışıyor, bazen öneri getirip, bazen de ne yapabiliriz de
herkes için bu zorlukları nasıl aşarız diye onun için
çabalıyorum.
- Ankara’ya sevkimi aldıktan sonra
yaklaşık iki ay tetkiklerim sürdü defalarca kan verdim, iki defa
kemiğimden ilik aldılar. Teşhis ve tetkiklerin bu kadar uzun
sürmesi bildiğim kadarıyla Lösemi; dört gurup ve her bir gurup
altı kademeden (safhadan) oluşuyor. Teşhisim konuldu: KLL Kronik
Lenfositik Lösemi) denildi.
- Kemoterapi tedavisi uygulanması
(serum tedavisi) gerekiyor denildi, benden ve ailemden izin
alınıp resmi makamlardan da onay alındıktan sonra kemoterapi
için gün verdiler ve gittiğim araştırma hastanesinin kemoterapi
ünitesinde kemoterapi almaya başladım, benim ilk tedavi şeklim:
altı ay süreyle, her ay, üç hafta sonunda dördüncü hafta, her
seferinde kan tahlili verip dört gün üst üste koltukta oturarak
kolumdan serum tedavisi uygulaması şeklinde yapıldı.
- Gittiğim hastanenin kemoterapi
ünitesinde 25 adet koltuk bulunmakta, ve günde çoğunluğu il
dışından ortalama 50-60 hastaya hizmet verilmektedir. Bu sayıya
yatarak tedavi gören hastalar dahil değildir. Bu ünitede ayakta
tedavi gören hastalar, tetkik ve teşhis için gelenler hastanede
kalamadıkları için kalma sorunu yaşanmaktadır.
- Ayrıca çok ağır ve yorucu bir
tedavi olan kemoterapiden sonra vücut çok yorgun düştüğü için
çoğu zaman hemen kalkıp gelinememekte, bir tarafta ağır bir
hastalık, diğer tarafta başta kalacak yer olmak üzere ekonomik
ve birçok sorun yaşanmaktadır. Burada verdiğim sayı bir
hastanede ki sayıdır, ülkemizdeki araştırma hastaneleri de
hesaba katıldığında rakam korkunçtur, üzerine önemle etkin
çözümlerle gidilmesi gereken bir konudur.
- Denilen tarihte ilaçlar temin
edilip kemoterapi almak için koltuğa oturdum mabthera denilen
serumu takıp verdikleri anda dünyam karardı, öyle ya kaç yıldır
kronikleşmiş kanser hücreleri kendilerini yok etmeye gelen ilaca
karşı mutlaka karşı koyacaklardı, akşama kadar epey ecel teri
döktüm, sağ olsunlar orada bulunan doktor ve hemşireler büyük
bir özveri ve gayretle hemen yoğun bakıma aldılar, sürekli
kontrol ederek vücudumu ilaca alıştırdılar, sonraki günlerde
çeşitli sıkıntılar yaşayarak 2010 yılında altı aylık kemoterapi
tedavisini tamamladım. O zaman benim tedavi uygulaması ilk
olduğu için galiba tedavi başarılı oldu. Daha sonra 2012 yılında
hastalık yeniden çıkınca beş ay kemoterapi uygulanmasına rağmen
kanser hücreleri ilaçlara bağışıklık kazanmış olacak ki tedavi
başarılı olamadı. 2013 yılı olmasına rağmen tedavim devam
etmektedir.
- ÇEKTİĞİM SIKINTILARDAN BAZILARI ŞUNLARDI
- Kemoterapi alındığında
kanserli hücreler yok edilirken sağlıklı iyi hücrelerde zarar
görüp bağışıklık sistemi iyice zayıfladığından kendimizi
hastalık ve mikroplardan korumamız gerekmektedir, bunda biraz
ihmallerim oldu, ağzım burnum çok yara oldu, ağzımı açamadığım
için yemek yiyemediğim günlerim oldu.
- Kemoterapi alındığı süreçte
ishal veya kabızlık, özellikle de kabızlık genellikle
olmaktadır. Yorgunluk, iştahsızlık, halsizlik, hastalığın
türüne göre elde ve ayakta uyuşukluk, kemiklerde ağrı,
kansızlık ve bende son iki yıldır akciğerlerimde su toplanması
gibi kanserin türü ve hastanın durumuna göre çeşitli
rahatsızlıklar olabilmektedir. Örneğin bende, moralimi yüksek
tutmama rağmen aşırı stres ve sıkıntıdan oluşan ve çok ağrılı
bir yara olan ZONA oluştu.
- KANSERLE İLGİLİ OLARAK YETKİLİLERDEN İSTEKLERİM
- 1.İlimizde ve ülkemizde kanser
vakaları gittikçe artmaktadır, tüm illerdeki SGK kayıtlarından
kanser hastalarının ve hangi tür kanser olduklarının, tedavi
olan, kontrollere giden, tamamen iyileşen veya kanser den ölen
kişilerin tespit edilmesi. Ülkemizin; kanser haritasının
oluşturulması,
- 2.Tespit edilen sayı ve
değerlere göre Kanser araştırma merkezleri kurularak, kanser
oluşumuna neden olan etkenlerin belirlenmesi.
- 3.Kanser oluşumuna neden olan
etkenler varsa, onların ortadan kesinlikle ortadan
kaldırılması.” olmaya devlet, cihan da bir nefes sıhhat gibi “
denildiği gibi, alınan bir nefesin, atılan bir adımın kıymeti
devlet olmayla eşdeğerdir, bunu çekenlere sorun. Hiçbir şey
sağlıktan önemli olamaz. Hastalarımız yanlış anlamasın,
sağlıksız insan üretken olamaz. Sağlıklı olabilmek için önce
toplum ve kişi sağlığını tehdit eden, sağlığa zarar veren tüm
etkenlerin ortadan kaldırılmasıdır, sigaraya getirilen
kısıtlamalar iyi bir başlangıçtır.
- 4.Umarım sağlığı tehdit eden
tüm olumsuzlukların tamamen yok edilip, sağlıklı ve mutlu bir
yaşam oluşturulmalıdır, bu da bu işe inanarak, toplumun her
kesiminin isteyerek gayretiyle ancak olur.
- 5.Cennet ülkemizin bereketli
toprakları boş dururken, seralarda, çiftliklerde vs. yerlerde
çok kazanma hırsıyla yapılan GDO’lu, hormonlu gıda
üretimlerinin yasaklanması, hormonsuz, katkısız, organik gıda
üretimlerinin teşvik edilip, zorunlu hale getirilmesi.
- 6.Özellikle Genetiği
Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile yapılan tarımsal ve
hayvansal üretimlerin kanserojen madde ihtiva ettiği iddiası
yaygındır. Bu konunun bilim adamlarınca iyice incelenip,
toplumun bu konuda bilgi ve bilinçlendirilip, özellikle ithal
gelen bu tür tohum ve üretimlerin önüne geçilmesi,
- 7.Kimyasal ilaçlarla yapılan
tarım ürünlerini yiyen yenilebilir av hayvanlarının bu
ilaçlardan dolayı öldüklerini zaman zaman duymaktayız. Hatta
arıların tarım ilaçlarından etkilenerek verimlerinin ve bal
kalitesinin düştüğünü, bu yüzden bazı arıcı ve arıcı
kooperatiflerinin organik bal üretmek için, tarım
arazilerinden uzak yerlerde üretim yaptıklarına kendim görerek
şahit oldum. Geçenlerde ihraç edilen bazı meyvelerin
ilaçlandığı ilaçların tesiriyle, yıkansa bile temizlenmediği
ve kanserojen madde taşıdıkları için geri gönderildiklerini
yazan bir haber okumuştum. Bunların adam sende, sana mı düştü
denilmeden, duyum da olsa, söylentide olsa araştırılmalı ve
önlem alınmalı. Şu an ortada gerçek olan bir şey varsa oda
kanser hastalıklarının hızla arttığıdır. Bütün işlerde tedbir
ve önlem, tedaviden daha kolay, daha ekonomik olmakla beraber,
halk sağlığından daha önemli olamaz.
- 8.Kanserin türü, kesin teşhisi
ve tedavisi uzun zaman almaktadır, zor ve çok pahalı bir öneri
ama, hastaların çektiği, kalacak yer, aşırı yorgunluk derdi,
gerek vatandaşın gerek devletin cebinden çıkan özellikle dar
gelirli aileleri madden zora sokan parasal yükleri düşünerek;
kanserle ilgili olarak her ilde göğüs hastalıkları hastaneleri
gibi mikroplara duyarlı hastaları koruma altına alacak şekilde
kanser hastaneleri yapılıp kanser hastalarının teşhis, tedavi
ve kontrollerinin kendi illerindeki kanser hastanelerinde
yapılması.
- Sebebini de söyleyeyim,
kanserli hastalara; kalabalıklara girmeyin, mikroplu
ortamlardan uzak durun deniliyor, ondan sonra da bazen yüz,
iki yüz hastanın olduğu hastane ortamlarında muayene yapılıp,
kan tahliline, röntgene, vs. birimlere tetkik ve teşhis için
hasta gönderiliyor. Bu tür olumsuzluklar tedaviyi uzattığı
gibi bazen de yapılan tedaviyi boşa çıkartmaktadır. Yeni
hastane yapmak uzun zaman alabilir, geçici olarak mevcut
hastanelerde kanser hastaları için ayrı bir birim
oluşturulabilir.
- 9.Birçok kanser türünde
kemoterapi tedavisi ayakta tedavi şeklinde her ay bir hafta
olmak üzere altı ay sürmektedir. Daha sonra en az bir yıl her
ay kontrole gidilmektedir, hasta kemoterapiyi aldıktan sonra
hastane dışında kalmak zorundadır, hatta bir haftalık
kemoterapi sonunda öyle yorgun düşülüyor ki günlerce insan
yerinden kımıldayamıyor. Sağ olsun devletimiz tüm kanser
ilaçlarını ve tedavilerini özel hastaneler dahil katkı payı
almadan karşılamaktadır. Umarım Devletimiz, her ile kanser
hastaneleri yaparak bu sorunu da çözecektir. Rabbim bu
imkanları verenlerden razı olsun.
- 10. Kanser tedavisi uzun
süreli olarak, çoğunlukla da ayakta yapıldığı için kalma
sorunu yaşanmaktadır. SGK’nın verdiği yol ve sevk parası
otel, yemek masraflarını karşılamaktan çok uzaktır, hele bir
de enfeksiyon kapmayım deyip özel araçlara binilirse buna
kimsenin dayanabileceğini zannetmiyorum, bu yüzden bu
hastalığa yakalananlar bir de ekonomik sorunlarla uğraşmak
zorunda kalmaktadır. İlk etapta, yapılan harcamaların gerçek
harcama tutarları üzerinden ödenmesi.
- 11. Kalma sorununa bir önerim
de bu kadar çok hastaya hastanelerde yer bulunamayacağından,
il dışından gelip ayakta tedavi gören hasta ve yakınları için
misafirhane temin edilip hastaların tedavi süresince
servislerle taşınması.
- 12. Kanser tedavisi uzun ve
yorucu bir tedavi olduğu için büyük şehirlerdeki
hastanelerdeki yığılmaları önleyip, her ilin kendi bünyesinde
onkoloji ve lösemiyi ilgilendiren hematoloji uzman
doktorlarına kadro açarak kemoterapi ünitesi kurulup, uzman
doktorlar nezaretinde teşhis, tedavi ve kontrollerinin
yapılması. Bu şekilde olursa hasta kendi ilinde yorulmadan
teşhis ve tedavisini olur, kemoterapisini alır, bir de mümkün
olur da diyaliz hastaları gibi servislerle evlerine götürülüp
getirilirse, hasta kendi evinde daha rahat eder, hasta ve
devletimiz açısından daha ekonomik olur diye düşünüyorum.
Öneri bizden, değerlendirmek yetkililerimizden!
- KANSER HASTASI ve YAKINLARINA TAVSİYELERİM
- 1.Moralinizi bozmayın
ülkemizdeki kanser tedavi imkanları birçok ülkeden daha iyi
durumdadır.
- 2.Allah korusun kendiniz veya
bir yakınınız hasta oldu veya olursa tıp ilminden şaşmayın,
doktorların dediklerinden başkasını uygulamayın. Bu hastalığın
teşhisi de, tedavisi de zor ve uzundur. Telaşa kapılıp, acele
edip, çabukça iyi olacağım derken daha çok acı çekip tedaviyi
uzatırsınız. Her ayakkabı ve numarasının herkese iyi gelmediği
gibi piyasada, tv’ler aracılığı ile umut ışığı gibi sunulan,
ilaç değil takviye amaçlı denilen ama, halkımızın ilaç gibi
gördüğü ürünler herkese iyi gelmeyebilir, hatta kemoterapi
döneminde zarar bile verebilir. Doktorlar birçok araştırmadan
sonra tedaviye başlarken, hasta üzerinde hiçbir araştırma
yapmadan bu tür ürünler nasıl fayda sağlar iyice düşünmek
gerekir
- 3.Bazı besinler sağlıklı iken
alındığında faydalı olurken, hasta olduktan sonra hastalığı
artırabiliyor. Bunu bazı hasta yakınlarından zaman zaman
duyarsınız: şurdan şunu aldık, buradan bunu getirttik
faydasını göremedik gibi. Örneğin ısırgan otu ve bazı bal
ürünleri hastalanmadan önce koruyucu etkisi olmasına rağmen,
kanser oluşup hücreler bölündükten sonra kanser hücrelerini de
beslediği için kansere yakalandıktan sonra bu tür besinler
kullanıldığında kanser daha hızlı büyümektedir.
- Bu tür yanlışlıklardan da
nılmalı, doktorların tavsiyelerine kesin uyulmalıdır. Hangi
tür gıda ve besinlerin yenilip yenilmeyeceği ve bu konuların
tıp bilimiyle uğraşanlar tarafından araştırılıp halkımız
bilinçlendirilmelidir.
- 4.Sadece kanser değil, birçok
hastalığın oluşması, artması, yayılması ve uzamasının
sebeplerinden birisi her tür kirliliktir. Buna çevre
kirliliğinden tutun aklınıza gelebilecek her türlü kirliliği
sayabiliriz. Özellikle yiyeceklerden yıkanabilir olanları bol
su ile yıkayıp, sirkeli suda bekletip gerekli hijyen
sağlandıktan sonra pişirin veya tüketin, kemoterapi
alındığında kabuğu soyulamayan meyvelerden yemeyin.
- 5.Sık sık banyo yapın,
giysilerinizi sık sık temizleri ile değiştirin, hele terinizi
üzerinizde hiç bırakmayın.
- 6.Kemoterapi alındığında
ateşlenmeler olur, onun belirtisi üşümedir, ilk anda ılık duş
alın, yine geçmezse doktora gidin.
- 7.Hastanın bulunduğu yerleri
ve odasını sürekli havalandırın.
- 8.Havadar olmayan, pis
yerlerde bulunmayın, zorunlu olmadıkça kalabalık yerlere
girmeyin, kalabalık ortamlarda bulunmayın. Kemoterapi
alınmaya başladıktan itibaren sürekli olarak ağızlık takmayı
ihmal etmeyin. Alınacak bir enfeksiyon size çok sıkıntı verip
tedaviniz uzayabilir.
- 9.Tuvalet hijyenine azami
dikkat edin, hatta evde imkan varsa tedavi süresince hasta
ayrı bir tuvalet kullansın.
- 10.Kemoterapi müddetince bol
su için ki, kemoterapi ilaçlarının zararlı yan etkilerinden
çabuk kurtulun.
- 11.Kemoterapi aldığınızda
günde iki üç şeftaliyi soyduktan sonra yerseniz kemoterapi
ilacının zararlarından daha çabuk kurtulursunuz. Ara sıra muz
yerseniz mideniz rahat eder, bulantı az olur. Herhangi bir
şekilde ağzınızın içi yara olursa önerim: karadut şurubu,
reçeli benim tavsiyemdir. Aslında kemoterapi başlarken hastaya
ne yapıp yapmayacakları liste halinde veriliyor ama bende
rahat ettiğim hususları paylaşmak istedim. Yine de bu gibi
hususlar tedavi olunan doktorlarla görüşülürse sizin
durumunuzu en iyi onlar bileceği için size en uygun olanı, en
doğru şekilde onlar söyleyecektir.
- 12.Moral, tedavinin en büyük
yardımcısıdır! Hastalık ne kadar ağır, tedavisi ne kadar uzun
sürse de mutlaka iyi olacağınıza inanın, uzun bir tedavi
olduğunun bilincinde, sabırla inanarak, dua edin. İnanın buna,
moralinizi bozmadan, ben seni mutlaka yeneceğim diyerek büyük
moralle düşman üstüne giden asker misali hasta da bu
mücadelede galip olacaktır.
- 13.Moralinizi bozan ortam ve
kişilerden uzak durun, sizi üzecek film, dizi, haberleri
mümkün olduğunca izlemeyin, sizi güldürüp, neşelendirecek dizi
ve filmleri izleyin, yaptığınız her işte moralinizi yüksek
tutacak olanları tercih edin.
- 14.Hasta mikrop kapmasın
diyerek hastayı bir odaya kapattığımızda farkında olmadan
hastaya en büyük kötülüğü yapıyoruz. Hijyenle tecritti
birbirine karıştırıp, hastayı tecrit ediyoruz. Hastalığın
sıkıntısıyla boğuşan hastayı yanlış bir uygulama ile
yalnızlığa itiyoruz. Hasta temiz bir ortam içinde, ağzına
ağızlığını takarak, çok kalabalık olmamak üzere, gelenlerde
onu üzmeden, moralini bozmadan acıma hissi ile değil, iyi
olduğunu, daha da iyi olacağını söyleyerek sevdikleri
insanlarla beraber olmalı, hastanın morali yüksek tutulmalı.
- 15.Sadece kanserde değil,
birçok hastalıkta ve normal yaşamda hareketsiz kaldıkça vücut
tembelleşir, bir müddet sonra insan iyice hantallaşır.
Sağlıklı olmak için, kan değerleri ve vücut yürümeye uygun
durumda ise, yorulmadan, normal güneşli, bol oksijenli
yerlerde en azından havanın temiz olduğu sabah saatlerinde
parklarda yürüyüp güneşin vitaminini alıp, ciğerlerimizi bol
oksijenle doldurup, kanımızı temizlersek daha sağlıklı oluruz.
Bunu ben bizzat bir arkadaşımın ısrarıyla yaşadım.
- Üçüncü kür kemoterapiden sonra
idi. Merdivenleri çıkamadığım bir zamanda eve geldi ısrarla
seni çatak mesire yerine götürüp hava aldıracağım dedi ve
gittik. Hava güneşli idi, çamların gölgesinde güneşle
iliklerime kadar ısındım, yürümeye çıktık, aha şura, aha bura
derken çatağın zirvesine çıktık. Anladım ki tedavinin biri de
temiz hava ve güneşmiş. Benimle ilgilenen tüm arkadaş ve
yakınlarımdan, özelliklede sağlık personellerinden Rabbim razı
olsun.
- Bu yazımı kendi yaşadığım
şartlar ve gördüğüm sıkıntılara göre yazdım. Kanser hastalığı
çok çeşitli, belirtileri de, tedavileri de farklı, farklıdır
ama çekilen sıkıntılar birbirine benzer sıkıntılardır,
önerilerime eklenecek veya çıkartılacak bölümler olabilir.
Hatta önerilerimin birçoğu hasta olmadan uygulayabileceğimiz
tavsiyelerdir.
- Toplumumuzun kendini ve
toplumun her kesimini ilgilendiren tüm konularla beraber,
sağlık ve kanser hususunda da nemelazımcılığı bırakarak, bu
konuda ne yaparımda nasıl faydalı olurum diyerek düşünmeli ve
bir şekilde sorunların çözümüne katkı sağlamalıdır.
- Sağlıklı, huzurlu, mutlu bir
yaşam dileklerimle saygılarımı sunarım. 21-Temmuz - 2013
-
- YIL 15 SAYI 175 25 Eylül 2013
-
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
MENEMEN TARİFİ
Tarifini yaptığım menemende usul ve malzemeleri mümkün olduğunca
kendi damak tadı ve beğenimize uygun olarak hazırladığım
ölçülerdir. Dört kişilik düşündüğüm menemen tarifi şöyledir.
MALZEMELER:
125 gr. Tereyağı
250 gr. Kaşar peyniri
4 ad. Yumurta
4 ad. Orta boy domates
100 gr. Sivri biber
1 baş Sarımsak
1 tatlı kaşığı veya 1 kaşık kırmızı pul biber
Yeteri kadar tuz
4 ad. Ramazan pidesi veya 3 veya 4 ad. ekmek
YAPILIŞI:
Domatesler ve biberler iyice yıkandıktan sonra domateslerin
kabukları ateşte soyulur. Sarımsaklar ılık suda bekletilip
kabukları soyulur. Biber, domates ve sarımsak bıçakla veya rondo
ile ince ince doğranır. Kaşar peyniri rende veya rondo ile
rendelenir. Doğranan bu malzemeler ayrı kaplarda bekletilirken bu
malzemeleri alacak bir yayvan tencere veya tavada tereyağı harlı
ateşte kabın her tarafına değerek eritilmeye başlanır, tereyağı
kızarken biber ve sarımsak konularak tereyağı ile birlikte tahta
kaşıkla haşlanır, tereyağı yanmaya başlamadan domates, pul biber
ve tuz eklenip iyice karıştırılır, ateş kısığa alınarak kaşar
peyniri katılır, konulan malzemeler mümkün olduğunca belli
olmayacak şekle gelinceye ve tereyağı emilinceye kadar
karıştırılır, yumurtalar bu karışımın üzerine kırılıp karıştırılır
ve servis yapılır.
Hazırlanan bu menemeni zevkle yemenin özelliği de menemenin
pişirildiği tencere masaya konularak, bulunabilirse ramazan pidesi
ile kaşık kullanmadan yenilmesidir. AFİYET OLSUN! 16 – Ekim – 2013
YIL 15 SAYI 176 25 Ekim 2013
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
18 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SAHİPMİYİZ;
EMANETÇİMİYİZ ?
- Uzun süredir,neyin
sahibiyiz,neyin emanetçiyiz diye düşününüm. Elbette mülkün kek
sahibi “Allah C.C. O'na inancım sonsuz. Yüce Rabbimiz bize
sonsuz nimetler ve beraberliklerde de bir takım sorumluluklar
vermiştir. Öyle değerlerimiz vardır ki; inkar etsek de, etmesek
de onlar bizimdir. Öyle değerlerimiz vardır ki onlar; “onlar
Cennet ve Cehennem olan imtihanlık “emanettir.
- Elimizdeki emanetin birincisi
maddi zenginliklerimizdir. Elbette parasız,pulsuz, eşyasız
yaşanmaz bunlarda olacaktır. Önemli olan ebedi aleme ne
götüreceğimizdir. Kefen bile nasip olmayanları unutmayalım.
Atalarımız “Malda yalan,mülk de yalan var birazda sen oyalan”
demiş. Bize bırakılan veya elde ettiğimiz dünyalıklarımız sadece
oyalanmaktan ibarettir.
- Fakat; bu oyalanmanın da bir
ölçüsü ve sorumluluğu vardır. Birincisi helal kazanıp, helal
yemek. Aile efradına bakmak ve helal yedirmek, onun
haricinde;anaya,babaya baktıktan sonra yakın
akrabaya,fakirlerin,yoksulların ve çalıştırdıklarımızın hakkını
vermektir. Maddi imkan iyi olanlar sadaka, fitre, zekatlarını
vermek zorundadırlar. Bunun ölçüsü fıkıh kitaplarında bellidir.
Vermemek için kendimizi kandırırız ama Allah'ı kandıramayız.
Sonra bu zenginliklerin gerçek sahibi bu emaneti başkalarına
devreder veya alırsa son pişmanlık fayda vermez.
Şükredip,çalışıp helalinden kazanıp,kazandıklarımızdan
başkalarının da hakkının olduğunu anlayalım.
- Mal ve cana gelen zararların
tümü bir afettir. Afetin adına ister yangın,ister yangın , ister
sel,ister kaza,isterseniz deprem deyin. Sonuçta zarar gören mal
ve can değil mi?
- Afetlere hazırlıklı olmak veya karşı koymak bir iki günlük
veya anlık çalışmalarla değil, aylar hatta yıllar önceden
yapılacak çalışmalar ve tedbirlerle önlenir veya en az
zararlarla atlatılır.
- Bu zararların başımıza gelmesini istersek
biriktirdiklerimizi de manevi açıdan sigorta etmemiz gereklidir.
Bu sigorta ise emanetçisi olduğumuz malların, servetin zekatını
ve öşrünü vermemizle korunur.
- Rabbimizin bize verdiği
nimetlerden birisi imandır ve sahip olmamız gereken en önemli
bir emanettir. İnsanoğlu Müslüman olmayan bir ana bir babadan
doğsa bile Müslüman fıtratı üzerine doğar ve buluğ çağına
girince veya daha sonra Müslümanlığı kabul eder veya bilerek ya
da bilmeyerek inkara düşebilir. Bu çok önemli bir konudur ve
özellikle dini konularda konuşurken çok dikkatli konuşmalıdır.
Müslümanlık son Hak dinidir ve ezeli ve ebedidir. Tüm alemlere
indirilmiştir. Tüm alemlere indirilmiştir, günümüz şartlarına
veya kişilere göre şekillenemez.
- Sahip olduğumuz nimetlerden
birisi de akıldır. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) “Bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? Buyurmuşlardır. Akıl ilkönce
korunmalı, sonra iyi kullanılmalıdır. Aklın korunması ise anne
karnında başlamaktadır. Sigara, alkol, uyuşturucu kullanımı,
yetersiz beslenme, korku, endişe ve aşırı stres akla zarar veren
etkenler olarak sıralayabiliriz. Bu gibi kötü alışkanlıklardan
ve ortamlardan uzak durmalıyız ve bu kötülükleri gücümüzün
yettiğince ortadan kaldırmalıyız.
- Daha sonra da aklın
kullanılmasına gelir ki; bütün yapacağımız işler ilk önce
beynimizde oluşmakta, yani aklımız komut vermedikçe hiçbir iş
yapamayız. Aklın komut vermediği işler ya deliler yapabilir,yada
esarettekilere zorla yaptırılabilir. Yaptığımız tüm işler kendi
irademizle olmaktadır. Aklın ancak vahşiler, vahşice işlerde
kullanır. İnsana insanlık yakışır. Atom bombasını bulup,
milyonlarca insanı ve canlıyı öldürüp,sakat bırakan da insan
aklı. Yüz yıllardır hastalığa şifa dağıtan Lokman Hekim ve İbn-i
Sina gibi insanların da aklı insan aklı. Karar bizim.
- Akılla ilgili olarak bir de
Atasözümüz vardı:”Akıllı oğlun var malı neylesin, akılsız oğlun
var malı neylesin” diye. Bu Atasözü mal-mülkü çarçur edenleri
kast ettiği gibi, zengin olmayı da kast etmektedir. Fakat bu;
haram ve helale dikkat ederek olmalı.
- Hiç dikkat ettiniz mi?
Vaazlarda, sohbetlerde genellikle ana baba hakkından bahsedilir
de, çocukların, eşlerin ve emri altındakilerim izin hakkından
pek fazla bahsedilmez.
- Zannederim bu çocukların, eşlerin emri altındakilerim
kürsüye çıkamadıklarından olsa gerek. Halbuki; onların dünyaya
gelişlerine ve geçimlerinin teminine vesile olmuşuz. Onları
madden ve manen yetiştirmek zorundayız. Yetiştirirken hem
onları. hem kendimizi,çevremizi ve ülkemizi madden ve manen
düşünerek yetiştirmeliyiz.
- Çocuk ailenin,çalışan
çalıştıranın,mürit şeyhin,toplum milletin aynasıdır. İstisnalar
hariç bu böyledir. Çocuk yetiştirmek, aile reisi olmak.
- Kimimiz çocuk yetiştirirken
çocuklarımızı çok nazlı yetiştirir, çocuk halata atılıp da
,hayatın acı gerçekleriyle karşılaşınca bocalar durur. Kimimiz
bencil yetiştirilir. Hele birde bu kişiler mal ve makam sahibi
olursa haksızlık çoğalır, sonu anarşi olur. Kimimiz dövülmesin
dövsün düşüncesiyle yetiştirir, bu seferde gücü gücü yetene
düşüncesi hakim olur ve anarşi çoğalır.
- Birde çocukların arasında
haksızlık yapıldığında sen, ben kavgası başlar,güven duygusu
kalkar,sevgi saygı kalmaz,ihtiyarlığımızdaki ilgilendirme ve
ömür boyu ibadet yapsak bile kul hakkıyla ölüneceği için
ahretteki Cehennem deniler yerin kapısına doğru yol almış
oluruz.
- Bu söylediklerim sadece
çocuklarımız için değil, tüm emri altındakileriniz ve çevremiz
içinde geçerlidir. Bunlarda sorumlu olduğumuz emanetlerdir. Bir
kuşu kötü olsa ne olur ki;her koyun mendi bacağından asılır
demeyelim. Bir eğiri çubuğun bir düzüne çubuğu bozduğu gibi
önemsemediğimiz bir kötü kişide toplumu, hatta devleti huzursuz
etmeye yetmektedir. Ama herkes çocuğu gül gibi yetiştirirse her
taraf gül gibi sevgi kokar, mis kokar.
- Çocuklar güldür. Onları gül gibi
sevip, gülistanlarda yetiştirmeliyiz ki; onları da güller gibi
yaşayıp, yeni gül tomurcukları yetiştirip dünyamız gülistana
dönsün.
- Sahip olduğumuz nimetlerden
birisi “Sağlık”tır. Koskoca İmparatorluk idare eden Kanuni
Sultan Süleyman “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
demiş. Son iki yüz yıldır teknolojinin ilerlemesiyle birlikte
Köroğlunun :”Tüfek icat oldu,mertlik bozuldu” dediği
gibi,insanlar kasten veya hileli yollarla,tedbir almayarak
Nükleer,biyolojik,kimyasal silah veya mikropları kıtalar
ötesindeki insanları öldürmekte veya sakat bırakmaktan
çekinmemektedirler.
- Önce kendi temizliğimizden
başlayarak çevremizi temiz tutmalıyız. Temiz olmazsak ne olur?
Verem, tifo,kolera gibi bulaşıcı hastalıklar olur. Birde
akarsuları kirletenler için söylüyorum o kirlettiğimiz suları,
gölet ve barajlar yoluyla tekrar içme suyu olarak hepimi
kullanmaktayız.
- Sağlığımızı içki, sigara,
uyuşturucu kullanarak soğuk ve sıcak iklim şartlarında gerekli
tedbirleri alarak mümkün olduğunca yiyecek ve içeceğimize dikkat
ederek, stresli ortamlardan uzak durarak sağlığımızı
kullanmalıyız.
- Sahip olduğumuz nimetlerden
birisi özgürlüktür. İlimizde genellikle düğün konvoyları yola
çıktıktan sonra hastane ve cezaevi önünden geçtikten sonra
Hıdırlık'ta Türbeler ziyaret ettikten sonra düğün evine gelinir.
Bu gün konvoylar niçin böyle düzenleniyor diye düşündüm ve
büyüklerime sordum. Onlarda: “Bu bir hatırlatmadır. Hastane
sağlığın,cezaevi özgürlüğün,mezarlık ölümün hatırlatılması için
böyle yapılıyor” dediler.
- Evet meydanlarda en çok
bağırılan sözcük özgürlük. Ama nereye kadar ? Başkasının
hakkında zarar vermeyince ve hakkımız olduğu kadar. Yüce
Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de fıkıh kitaplarında ve ulus
anayasasında haklar belirtilmektedirler. Yani özgürlüğümüz
sonsuz değil; sınırlıdır. Ben güçlüyüm, ben haklıyım dersen
haklı değil zorba olursun! Mal ve mevki benim, dilediğimi
yaparım dersen; haksızlık etmiş olursun, mal ve mevkiin elden
gidince suyu sıkılmış limona dönersin. Zaten ekşi idin, bu sefer
buruşuk bir kabuk kalırsın ve kimse yüzüne bakmaz.
- Ölüm güzeldir. Hakkın emrince
yaşayıp, geride güzelce anılacak neler yapıldıysa. Özgürlük
güzeldir, başkalarının hakkına zarar vermedikçe. Sağlık güzeldir
korunabildiği müddetçe!
- Kıymetini bilmediğimiz
değerlerimizden birisi de zamandır. Bazen sıkıntıdan,bazen
rahatlıktan,bazen de umursamazlıktan hiç bitmeyecek
zannettiğimiz dakikalarımız ve günlerimiz bir gün mutlaka
bitecektir. Ne zaman geleceği belli olmayan o ecel denilen
gerçek gelmeden evvel, amel defteri dediğimiz sınav kağıdımızı
öyle güzel dolduralım ki,hem dünya,hem ahret sınavını geçe
bilelim.
- Geride bırakacağımız o sınav
kağıdına göre bizden sonraki nesiller bizi hayırla yad etsin ve
bıraktığımız o güzellikleri devam ettirip kıyamete kadar
arkamızdan hayır dualar gelsin.
- YIL 6 SAYI 58 25 Aralık 2003
- YIL 6 SAYI 59 25 Ocak 2004
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE BENDEN
İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
19 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SELAM ÜZERİNE
- Muhterem kardeşlerim sizlerle
kelime anlamı barış, salimlik, eminlik, rahatlık, korku ve
endişeden uzak olma anlamına gelen ve yüce rabbimizin
isimlerinden olan Selam üzerine olan duygu ve düşüncelerimi
paylaşacağım.
- Gecenin zifiri bir karanlığında
yani derler ya ak ve karanın ayırt edilemediği gecenin bir
zamanında iki kişi dar bir yolda karşılaşsalar, o anı bir hayal
edecek olduğumuz herhalde iki kişinin de birbirleri hakkındaki
ilk düşünceleri karşımdaki kim? Acaba bir zarar verir mi? Bir an
önce sağ-salim şu daracık yerden çıksaydım diye düşünebilir!
- O anda, kalplerdeki korku ve
endişeyi giderecek bir harekette bulunsak ki bu hareket;
Enerjisini kalbin derinliklerinden alan bir ışık halinde, bunu
da lisanımızla karşımızdakinin kim olduğunu bilemediğimiz kişiye
iletmeliyiz ki o karanlık ve daracık sokak birden sırrına
eremeyeceğimiz bir şekilde aydınlanıp genişleyiversin. Bu
sözcüğünde SELAM sözcüğü olduğunu düşünüyorum. İsterseniz
sizlerde düşündüğüm bu mekan ve zamanda kısa bir tefekküre dalıp
o mekan ve zamanda başka sözcükleri ve neticelerini bir düşünün.
- Yalnız, bu selamı öyle söylemeliyiz ki, güneşin sabah
olurken ilk ışıklarını dağların arkasından karanlıkları ağır
ağır ağartarak önce hafif bir esinti ile mütevazi bir halde
ortaya çıktığı gibi hafif bir ses tonu ile selama başlayarak,
daha sonra güneşin ilk parıltılarını verdiği gibi ses tonumuzu
biraz tatlılaştırarak yani güven vererek, daha sonra da güneşin
öğleye doğru yeryüzünü aydınlattığından öte artık ısıttığı ve
enerji vermeye başladığı gibi karşımızdaki insan veya insanlara
eminlik ve güvenin ötesinde faydalı ve yararlı bir insan
olduğumuzu hissettirmeliyiz. Çok uzun süredir selamın bu müthiş
gücü hakkında düşünürüm. Bir gün bir yazı okudum bu yazının
konusu selamlaşma hakkında idi.
- Yeryüzünde ilk selamlaşma
hadisesinin Adem peygamber ile melekler arasında cereyan
ettiğini yazdıktan sonra şöyle devam ediyor: "Allah-u Teala Hz.
Adem(A.S)'i yarattıktan sonra şöyle buyurdu:"Git de şu oturan
bir grup meleğe selam ver ve sana nasıl karşılık vereceklerini
iyice dinle. Çünkü bu hem senin, hem de senden sonraki soyunun
birbirini sevgi ve saygı ile selamlaması olacaktır." Bu emir
üzerine Adem Aleyhisselam meleklere gidip"Es-selamualeyküm"
dedi. Onlar da "Ve Aleykü-mü's-selam ve rahmetullah" diye cevap
verdiler. (Riyazü's -Salihin Tercemesi Cilt 2,S. 227)
- Nitekim Kur'an-ı Kerim'de
:"Rablerinden korkup sakınanlar, bölük bölük cennete
götürülürler; sonunda oraya girdiklerinde cennet kapıları
açılır: oranın bekçileri onlara derler ki; Selam size olsun.
Gönül huzuru buldunuz. Ebedi kalıcılar olarak girin
cennetlere."(Ez-Zumer 39\73) buyrulmuştur. Selam vermenin
sünnet, verilen selamı almanın farz olduğunu ve Rabb'imizin
Kur'an-ı Kerim'in on iki yerinde müminlere selam verdiğini de
öğrendikten sonra demek ki SELAM: Sevgi , saygı, huzura kavuşma
ve emin olmanın ifadesi oluyormuş.
- Öyleyse selamı sevgi, saygı ve
muhabbetle vermeli, farz olduğundan ve de sevgi ve muhabbeti
kuvvetlendirmek içinde daha güzeli ile karşılık vermeliyiz.
- İnsanlarla karşılaştığımızda çok
samimi, sevgi ve içtenlikle verilen selamlarla karşılaştığımız
gibi insana tepeden bakan eda ve kibir ile ve yahutta selam
vermedi olmasın kabilinden sanki ağzından taş fırlatırcasına taş
gibi ruhsuz ve anlamsız verilen selamlarla da karşılaşmaktayız.
Bir de bunun aksi olarak selam verildiği halde farz olmasına
rağmen alınmayan ve karşısındaki kişi küçümsendiğinden
önemsenmeyen selamlarla da karşılaşabiliyoruz.
- Unutmayalım ki bizi gurura ve
kibire sevk eden o servetler, dünyalık makam ve mevkiler bazen
bir dakika içinde elden çıkabiliyor. Tek kalıcı olabilen ise;
gerçek ve daimi kalacağımız olan ahrette cennete girebilmek için
iman ki onu da ancak sevgi ile kazanabiliyoruz. Yaşarken ve
öldükten sonra arkamızdan hayırla yadedilememizde sevgi ile
yaptığımız, sevgi ile yeşerttiğimiz iyi işlerimizdir. Dünya
kurulduğundan bu yana nice hükümdarlar nice zenginler gelip
geçmiştir. Çoğunun isimleri bile hatırlanmazken bizim Yunus
Emre'miz, Mevlana'mız ve diğer Hak ve Halk aşığı büyüklerimiz
asırlardır hayırla ve sevgiye anılmaktadır. Bu arada Yunus
Emre'mizin şu dörtlüğünü yazmadan geçemeyeceğim.
-
- Bu dünyadan göçer olduk
- Kalanlara Selam olsun
- Arkamızdan hayır dua
- Kılanlara selam olsun
-
- Selamın yaşantımızdaki
etkilerini aklımın erdiğince anlatmaya çalıştıktan sonra yine
selam ve sevgi ile bağlantılı olarak “Güven" meselesine de
değineceğim. Maalesef günümüzde hiç kimse birbirine güvenemez
oldu. Ortalıkta güven duygusu neredeyse tamamen kaybolmak üzere,
bunun nedeni de yaratılış gayemizi ve benliğimizi unutmaya
başladıkta ondan diyorum.
- Eskiden sokaklarımız dar
elektrikler olmadığından sokakları aydınlatacak ışıkları yoktu
ama o daracık karanlıkları aydınlatan, enerjisini ka in
derinliklerinden alan bir selam ve sevgi sözcüğü ortalığa
eminlik verip huzura kavuşturabiliyordu. Geçmiş zamanlarda
maddiyat, makam ve mevki sahibi olmak hakka ve halka hizmet için
bir araçtı.
- İnsanlar elindeki bu
dünyalıkların Allah'ın bir imtihanı, halkın bir emaneti ve de
makam ve mevkisini kullanırken de bunların hesabını ahirette
nasıl vereceğini düşünür, yaptığı tüm işlerinde hakka ve hukuka
riayet eder, hiçbir kimseye ve canlıya eziyet etmemeye gayret
ederdi.
- Sevgi ve muhabbetle hareket
edilince ortalık güven içinde olur. Güven olunca da barış ve
huzur olur, herkeste çalıştığı ve hakkı nisbetinde helalinden
hakkına razı olursa yeri-göğü maddi ve manevi zenginlik dolu
olan ülkemizde şanlı tarihimizdeki imparatorluk günlerine
kavuşur. Dünyamıza barış ve huzuru getirir. Ama maalesef küçücük
maddi menfaatler uğruna her türlü ayak oyunlarıyla birbirimizle
uğraşıp maddi ve manevi değerlerimizi harcıyoruz; huzura
kavuşamadığımız gibi peşinden koştuğumuz dünyalıklarımızı elde
etmek için hakka ve hukuka riayet etmediğimiz içinde elde
ettiğimizi zannettiklerimiz bir varmış bir yokmuş gibi geçici
oluyor.
- Tüm kalplerin sevgiyle
dolmasını, tüm insanlığın barış ve güven ortamı içinde ilahi
huzura kavuşmasını diler Selam ve saygılarımı sunarım .
-
- YIL 4 SAYI 30 25 Eylül 2001
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE
BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SEVMEK. SEVİYORUM DİYEBİLMEK
- Çocuğumun kurs aldığı dershanede
veli toplantısı vardı. Gittim, birkaç konu görüşüldükten sonra
konu çocukları ve ailemizi sevmek,onları “Seni seviyorum !”
sözünü sık sık söylememizi iletişim ve iyi bir ortam oluşturmak
için ve çocukların başarıları için gerektiğini anlattılar.
- Gözümün önüne çocukluğumdan
başlayarak, tam yaşantım sinema şeridi gibi birden geldi. Ben bu
konu ile görüş belirtecekken oradaki bu konuyu işleyen rehber
öğretmenimiz yaşanmış bir hikaye anlattı: “Ailesine o güne kadar
seni seviyorum sözünü hiç söylemeyen bir arkadaşlarından birine,
çiçek alıp bu çiçekle eve git ve bir kez olsun yengemize seni
seviyorum hanım de. Demişler. Arkadaşları zor ikna olmuş ama
yine de arkadaşlarını kırmamış ve elinde çiçekle eve gitmiş ve
hanımına çiçeği uzatıp seni seviyorum hanım demiş, ama o güne
kadar o sözü hiç duymayan evin hanımı bizim Anadolu deyimi ile
'Herif, herif. Senden şimdiye kadar böyle hiçbir şey görmedim,
duymadım. Muhakkak bi halt işledin ki çiçekle gelip seni
seviyorum diyon' diye kocasına çıkışmış.
- Evet arkadaşlar. Seni seviyorum
sözcüğünü; sevmeden sevginin gereklerini yerine getirmeden, o
güveni vermeden veya yeri gelmeden söylerseniz o söz hiçbir
anlam ifade etmez hatta; tepki bile alırsınız.
- Sevgi; çok yüce bir dağdır. Seni
seviyorum sözü ise çıkabilirse o yüce dağın tepesine dikilen bir
bayraktır!
- Sevgi dağı; neyi seviyorsak ona
ait olarak içinde yazı, kışı, baharları, gecesi, gündüzü, acısı,
tatlısı, riskleri, kolaylıkları, üzüntüleri, mutlulukları olan
çok yüce, çok büyük bir dağdır. Gerçekten seversek sevginin
gereklerini yerine getirerek O dağın zirvesine çıktığınızda seni
seviyorum sözcüğünün ifade eden paha biçilmez bayrak kalplerdeki
yenime söyle sekte, söyleme sekte dikilecektir.
- Bu yüce dağın etrafında yol
açacak, yol alarak zorlukları, kolaylıkları görmeden, geçmeden
sevdim, seviyorum diyemeyiz. Hep güneşli, güzel yüzünü
gördüğümüz o dağın; karlı, soğuk günlerini aşılmaz engellerini
gördüğümüzde yolumuzdan dönersek seviyorum demek yalan olur.
İnandırıcı olmaz.
- Bir de sevgiyi kabul etmeyen,
kara gönüllü, taş kalpli insanlar vardır. Ne yapsanız
yaranamazsınız. Her şeyi kötüye yorar. Sevginizden bile yanlış
manalar çıkarır. Sizi sevdiğinize, seveceğinize pişmen ederler.
Ben bunları kainatta bulunan kara deliklere benzetiyorum.
Onlarda olmazsa güneşin ve güneş gibi iyi insanların kıymeti
nereden bilinecekti? Biz yine de sevgide güneş gibi, kusur
örtmekte kara delikler gibi olmalıyız. Kara kalpli insanları
aydınlatmaya çalışmalıyız. Fakat onlar bizi karartacak kadar
kötü iseler biraz önce onlardan uzaklaşıp kurtulmalıyız.
- Sevmek ve sevilmek için önce
kibiri, gururu bırakıp seviyorsak daha çok severek sevgi dağının
zirvesine neyi seviyorsak onun için çalışıp, çabalamalı, onu en
iyi daha iyiye layık görüp onu daha mutlu, daha iyi bir konuma
getirmeliyiz ki sevdim diyebilmeliyiz. Bu sevgi öyle büyük
olmalı ki aşk mertebesine ulaşabilmeli.
- Aşk: Neyi seviyorsanız? O
sevilene karşı duyulan en büyük sevgi. Aynı iman gibi! Kiminin
dilinde, kiminin hem dilinde, hem kalbinde. Kiminin kalbinin
derinliklerindedir.
- Sevmek, kalpte başlar. Beyinde şekillenir. Bakışlarda,
sözlerde, hal ve hareketlerle belli olur. İlgilenme ile sürekli
olur, daim olur. Sevgi bakışları gizlidir. Sesten önce, ses
tonudur. Sesle iyice belirginleşir. Sevgi ile dokunuşa, sevgi
ile yakınlaşma ve davranışla pekişir.
- Biriyle karşılaşsam önce
gözlerine, sonra sözlerine bakarım. Niye mi? Gözler ve sözler
yalan söyleyemezlerde onun için. Gözler, beyinde oluşan sevgi,
nefret veya boşluğun ışıklarıyla yanar. Ya nefret dolu
kıpkırmızı. Ya bomboş, sap sarı. Ya hayat dolu, sevgi dolu.
- Sözler: Kalpte oluşan acı veya tatlı duygularının
sesleridir. Ya acı dolu zehir zemberek, ya anlamsız bomboş. Ya
sevgi dolu, umut dolu.
- Gelelim bu yazıyı yazmamıza
sebep olan çocukları sevme konusuna. Çocuklarımız Rabbimizin
bize emaneti, neslimizin ve ülkemizin istikbalidir. Hain ruhlu,
zalim biri değilsek mutlaka huzur, mutluluk ve her yönden
gelişmiş ve gelecek içinde olmayı hepimiz isteriz. Öyleyse,
kendimizin ve ülkemizin geleceğini nasıl olmasını istiyorsak
çocuklarımızı öyle yetiştirmeliyiz.
- Çocuk yetiştirmek anne karnında
başlar. Bir şey bilmiyor zannettiğimiz zamanlarda çocuklar anne,
babasının ve çevresinin Seslerini, kokularını anlamakta hatta
çocuk gelişimi alınan gıda ile olumlu-olumsuz şartların etkisi
anne karnında hissedilmektedir.
- Bu etki maddiyatla ilgili
konularda vardır ama maddiyatın alamayacağı konular vardır. En
önemlisi mi? Sevgidir. Sevgi öyle güzel bir çiçektir ki; o
güzelliği gören onda hayat bulur.
- Çocuğumuz dünyaya geldi. İlk yapacağımız iş; ona güzel
tesirli bir isim koymaktır. İsimlerin insanlar üzerinde çok
büyük bir etkisi olduğunu araştırmalar göstermektedir.
- Diğeri helal kazanıp, helal
yedirmektir. Haram lokma, kuyuya doldurulan pis su gibidir.
Kuyuyu pis şeylerle dolduran, pis su içersin. Çocuklar ve nesil
de böyledir. Haramla büyüyen çocuklar ve neslin gönlü sürekli
harama meyleder. Bir diğer konu güzel terbiyedir.
- Yaşlılarımız hep gençlerden şikayet eder: Efendim terbiye ve
ahlak kalmadı diye. İyice araştırın kaç aile çocuğunu arzulanan,
beklenilen veya ileride olması istenilen güzellikte terbiye
ediyor. Terbiye kolonya şişesine doldurulan kolonya gibidir. Ne
doldurursan onu koklarsın.
- Başarılı ve iyi bir insan
olmanın güzel yolu ahlakla olur. Ahlaklı insan emin ve güvenilir
insandır. Güvenilir bir insan olmanın yolu da ilk önce aile
terbiyesinden geçmektedir.
- Bir diğer konu çocuğumuza iyi
bir eğitim vermektir. Çocuklar doğduğunda çok az şeyi içgüdüsel
olarak yaparken birçok hareket ve bilgiyi ilk önce ailesinin ve
çevresinin yardımıyla öğrenebilmektedir.
- Çocuklarımızı hayata
bağlayabilmek içen hayatın tüm gerçekleri, tüm acımasızlıkları
baz alınarak her türlü bilgi, beceriyi vererek manen ve madden
yetiştirmeliyiz ki çocuklarımız hayata atıldıklarında
bocalamasın.
- Çocuğumuz okul çağına geldiğinde
onları yalnız bırakmayarak okul, aile,öğrenci üçgeni oluşturarak
burada desteğimizi ve ilgimizi devam ettirip,iyi bir eğitim
alınmalarını sağlayıp,alacakları görevlere ve yapacakları işlere
iyice hazırlayıp başarılı olmaları için elimizden gelen gayreti
göstermeliyiz.
- Çocuk nasıl sevilir dersiniz?
Her işte olduğu gibi karşımdaki insanın yerinde ben olsam
kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak o şekilde
düşündüğümüzde bu sorunu cevabını vermiş oluruz. Yani çocuk
sevmek için çocuk gibi olmak! Yeni doğmuş, konuşmayan,
konuşulması anlaşılmayan bir bebek nasıl sevilir? Yeri
geldiğinde hoplatacaksın, yeri gelecek burnunu burnuna
dokundurup o bebeğin çıkardığı sesleri sende söyleyeceksin.
Bebek biraz büyüdü, konuşmaya, yürümeye başladı. Sende onunla
oyuncak oynayıp onun meraklanıp sorduğu soruları sabırla ve
güzellikle cevaplayıp onların zekalarının gelişmesine yardımcı
olurken tatlı dil, güler yüzü elden hiçbir zaman bırakmayacağız
ki; onlarında yüzünde güller açsın, gülücükler eksik olmasın.
- Bir da ebedi ve geçici sevgiler
vardır. En gerçek ve ebedi olan; tüm alemlerin gerçek sahibi,
ezeli ve ebedi olan Yüce Rabbimizi sevmek ve Allah için sevmek.
Allah'ın emrince sevmektir.
- Bana sorarsanız; en çok neyi
seviyorsanız? Diye: Önce Allah'ımı, Vatanımı derim. Vatanı
olmayanın hiçbir şeyi olmaz. Hatta dinini bile zor yaşar. Her
an, her şeyini kaybetme korkusuyla yaşar. Hem tüm dünyanın göz
bebeği, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, dört mevsimi ve her
türlü ürünün ve her türlü canlının yetiştiği Cennet Yurdum,
güzel Anadolu'm sevilmez mi?
- Çocukluğumda bahçeli bir evimiz
vardı. Bir gün bahçedeki ağaçları budama yaparken komşumuz
“Yeğenim! Ağaçları budarken türkü söylersen o sene ürün bol olur
“ demişti. Bende her halde şaka yapıyor zannettim ve gülmüştüm.
Yıllar geçti. Bir gün gazetede okudum:”bilimsel bir araştırma
yapılmış ve evdeki çiçeklere algılayıcı cihazlar koymuşlar.
Çiçekleri seven insanlar geldiğinde çiçekler çok rahat olurken,
girdiğinde çiçekler rahatsız olup büyümelerinin durduğunu tespit
etmişler” konuşma dilleri olmayan bitkiler ve ağaçlar bile
büyüme ve güzelliklerini sevene ve sevmeyene göre veriyormuş.
İlk başta şaka gibi gelen o sözler demek ki; gerçekmiş.
- Birazda çocukluğumda evde
beslediğimiz kendimizden bahsedeceğim. Kedinin de terbiyelisi
olur mu? Demeyin. Bizim kedimiz eve hiçbir zaman pis gelmez,
tüyleri her zaman pırıl pırıl olur. Tabağına yemek konulmadıysa
hiçbir şeye uzanmazdı. Hepimiz severdik ama demek ki benim ses
tonum biraz daha sevdiğimi belli eder olmalı ki; hayvancığız
benden sürekli iltifat bekler,mırıltısı ile de sevdiğini belli
eder,çok seveni ayırt edercesine benim kapıyı açtığımı bilir
merdivenden iner beni karşılardı. Vatani görevimi yapmaya askere
gittiğimde bazılarımızın hiç önemsemediği kedi evden benim
gittiğimi belli edercesine yatağıma gider ağlarmış. Sonunda
Annam dayanamayıp köyün birine kediyi göndermiş. Sevgi deyip
geçmeyin işte o kedinin bana olan bağlılığı yüzünden bende o
kediyi unutamıyorum.
- Vatanımızı nasıl severiz? Askere giderek, vergimizi
ödeyerek, görevlerimizi en iyi şekilde yaparak, vatandaşlarımıza
zarar getirecek durumları ortadan kaldırarak. Bağımsızlığımızın
sembolü olan bayrağımızı ülkemizin en yüce gönderlerine çekerek
vatanımızı severiz.
- Eşemeze ve çocuklarımızı nasıl severiz? Ben değil ailemiz
için biz diyebildiğimiz zaman. Onlarla ilgilenirsek, korursak,
kazancımızı onlarla paylaşır, onların mutluluğu için çalışır,
çabalarsak onları da sevmiş oluruz.
- Dikkat edelim ki; seni seviyorum
sözcüğü sevmekle uzaktan yakından alakası olmayan kişiler
tarafından istismar edilebilir.
- Sevgimizin simgesi olan “Seni
Seviyorum” sözcüğü ile kalpleri feth etmenin anahtarını
anlatmaya çalıştım.
- YIL 6 SAYI 60 25 Şubat 2004
- YIL 6 SAYI 61 25 Mart 2004
- YIL 6 SAYI 62 25 Nisan 2004
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE
BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
21 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- SIKLIK DERESİ
- Yağmurun yağdığı bir gün;Gazi caddesinde
yürürken Devlet Hastanesi istikame-tinden büyük bir selin
geldiğini gördüm. Yağan az yağmura göre bu kadar selin oluşması
dik-katimi çekti. Gazi caddesinden Devlet Hastanesi ve onun
yukarı kısmında bulunan Baha-bey Çamlığına kadar yürüdüm.
Bahabey Çamlığının olduğu bölgeye gelince durum kendini
göstermişti. Bahabey Çamlığından Samsun asfaltına inen yollarda
yağmur suyu kanalları olmadığından çamlıktan ve Çimento
Fabrikası istikametinden inen yağmur ve akabinde oluşan sel
suları Samsun asfaltına dökülüyor, bir kısmı jandarmanın
yanından Fatih caddesine, bir kısmı ise Devlet Hastanesi
yanından Gazi Caddesine ve ara yollardan şehir merkezine doğru
akıp gitmekte. Yollarda bulunan yağmur mazgallarını da çoğu
zaman çamur veya çöp kapatınca yollarda sel oluşmakta bu ise
yaya ve taşıt trafiğini büyük ölçüde engellemekte, ev ve
işyerlerinin bodrumlarının dolmasına sebep olmaktadır. Konuya
köklü çözüm getirebilmek için incelememe Sıklık Deresinden
başlamayı uygun gördüm.
- Çorum Samsun karayolu üzerinde bulunan Sıklık
Deresi yaklaşık 10 kilometrelik ormanlık bir mesafeden oluşan
yağmur ve suları toplayarak Çimento Fabrikası üzerindeki bir
bölgeden Çimento Fabrikası Camisinin arka tarafına
geçmekte,buradan Çorum Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü
sahası içinden Ahçı Bağlarına ulaşmakta,Binevler yolu
üzerindeki Eşref Hoca caddesinden ki ikinci köprünün altından ve
köprüden sonraki bir büzün içerisinden Nadık'tan gelen Melik
Gazi Deresi kanalına ulaşmaktadır. Sıklık Deresi güzergahını
böylece açıkladıktan sonra; Sıklık Deresinin yapısı ve dereye
karışan diğer kanal ile suları ve dere üzerinde oluşan sorunları
da açıklayalım.
- 1- Sıklık Deresine ilk karışım Çimento
Fabrikasının üst kısmından Melikgazi Tepesi ve Taş ocaklarının
su taşkınlarını dereye taşı-yan kanalla olmaktadır.
- 2- İkinci karışım; yine Çimento Fabrikasının alt
kısmından,yolun altından geçirilmiş bir büzle Çimento Fabrikası
karşısındaki Petrol Ofisi Benzinliğinin yanından Sıklık Deresine
dökülmektedir. Çok yağışlı havalarda Çimento Fabrikası içinde
oluşan sel ve meydana gelen çamur bu büzün içerisine sığmadığı
zamanlar Bahabey Çamlığı önünden şehrimize doğru
akmaktadır.
- 3- Sıklık Deresi, Çimento Fabrikası lojmanlarını
geçtikten sonra daralmakla birlikte viraj yaparak Ahçı Bağlarına
ulaşmakta; Eşref Hoca Caddesinin olduğu bölgede ise buraya
sorumsuz kimselerin döktükleri çöp ve inşaat artıklarıyla
sıkışan bölgeye selin getirdiği ağaç ve taşlar da yığılınca
buradaki köprü ve büz tıkanmakta en az 10 kilometrelik bir
mesafeden oluşan Sıklık Deresi taşmaktadır. Tıkanma ve
yığılmadan dolayı selin bir kısmı Anadolu Sokaktaki evlerin
bodrumlarını doldurup Melik Gaziden gelen kanala; bir kısmı ise
Fuar Alanının arkasından ve Fatih Caddesi ve ara sokaklardan
şehir merkezine doğru sel oluşmakta,bu da birçok tahribata sebep
olmaktadır.
- Şimdi de çözüm önerilerimi sunuyorum.
- Sıklık Deresinin mümkün olan kısımla-rında
temizleme ve ıslah çalışması yapılıp, derenin Çimento
Fabrikasından geçtiği bölge ve sonraki bölge genişletilmeli.
- Sıklık Deresine; Ahçı Bağlarına girmeden,Fuar
Alanının arkasından Fatih Caddesini takip ederek Melik Gazi
Deresi kanalı arkasına büyük bir kapalı kanal yapılması. Bu
kanal girişine uzun bölgeden gelen ağaç ve taşların toplanıp
çıkartılmasını sağlayacak havuz tipi bir bekletme yeri yapıp çok
yağışlı havalarda ise traktör, kepçe ile bu kanalın sürekli açık
tutulmasının sağlanması.
- Çimento Fabrikasının alt kısmından Sıklık
Deresine dökülen büzün büyütülmesi ve fabrika içerisinde büz
girişine çamur çökertme havuzu yapıp oluşabilecek bir sel
durumunda, buradaki çamur tortularının alınarak oradaki büzün
tıkanmasının önüne geçilmesi. Çimento
Fabrikasından itibaren Bahabey Çamlığı önünden; yolun her iki
tarafına yağmur suları için kalın büz döşenip; ızgaralarla bu
bölgede oluşan suların bu büzler yardımıyla jandarmanın yanından
Fatih Caddesine yapılmasını önerdiğim Sıklık Deresi Kanalına
bağlanması.
- Saygılarımla.
- YIL 3 SAYI 21 25 Eylül 2000
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE
BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- STADIN YERİNE OTOPARK
- Muhterem hemşehrilerim. Bu yazımda gittikçe
sorun olmaya başlayan “otopark” soruna bir çözüm önerisi
getireceğim. Gündüzleri mesai saatleri içerisinde şehir
merkezinde yoğunlaşan araç trafiği ve akabinde oluşan otopark
sorunu geceleri ve tatil günleri özellikle Bahçelievler olmak
üzere Ilıca Caddesi ve Fatih Caddesi arasında kalan bölgelerde
büyük sorun olmaktadır. Bir de bu yoğunluğun olduğu günlerde maç
ve düğünlerde oluşan araç trafiği ve park sorunu da eklenince
bırakın araç trafiğini, yaya trafiği bile durma noktasına
gelmektedir. Ayrıca bu bölgelerde özellikle ilköğretim okulu ve
camii yetersizliği de dikkatimi çeken başka borundur.
- Benim bu konuya ilişkin çözüm önerim çevre
yolunun Ankara girişindeki Fen Lisesinin yanındaki boş araziye
yeni ve daha büyük ve modern bir stadyum yapılmasıdır. Yeni
yapılacak olan bu stadın yanına da amatör sporcular için açık
futbol, voleybol ve basketbol sahaları yapılması ve bugün için
kullanılan stadyum ve diğer sahaların o bölgeye taşınması,
ayrıca o bölgeye açık oto pazarı içinde yer yapıp oraya
taşınması daha önce belirttiğim bu bölgeye birçok yönden
rahatlık getirecektir.
- Şu an kullanılan stadyum yerine üzerinde düğün
ve toplantı salonu olan çeşitli iş mekanlarının bulunduğu,
ileriki yıllarda oluşacak gelişmelerde dikkate alınarak
yapılacak modern ve büyük bir otoparkın bu bölgede yaşayan
otopark sorununu çözeceğini inanıyorum.
- Ayrıca bu bölgede bulunan açık sahaların yerine
öncelikle ve ivedilikle bir ilköğretim okulu yapılmasını, yine
bu alanlara Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne ait tüm spor
okullarını kapsayacak bir spor kompleksinin yapılmasında
geleceğimizin teminatı çocuklarımızın çok küçük yaşlardan
itibaren şehrimizin her bölgesinden kolayca ulaşabileceği bir
yerde spor öğrenme yerini ve geleceğin şampiyonlarının da
yetişmesine imkan sağlayacaktır. Yine bu bölgeye yapılacak bir
cami de Cuma, Teravih ve Bayram namazlarının da bu bölgede
oluşan sıkışıklığı önleyecektir.
-
- YIL 5 SAYI 46 25 Ocak 2003
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE
BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- TEL TEL YAPIMI
- Çorum`a özgü, soğuk kış geceleri
eğlenmek amacıyla yapılan bir şekerleme türü olan TEL TEL,
havaların iyice soğuduğu kış gecelerinde, akraba, eş dost veya
konu komşu bir araya gelerek yaptıkları, fakat yapılışı zor
olmasına rağmen, sonrası eğlenceli geleneklerimizdendir.
- O anda evde bulunan insanlara
yetecek miktarda hazırlanılmak üzere, toz şeker, çok az
limontuzu ve su, şerbet olup köpürünceye kadar kaynatılır,
kaynatılan şerbet tepsiye dökülür, tepsi içindeki şerbetin
soğuması için kar üzerine bırakılır ve takip edilir. Soğutulmak
üzere tepsinin dışarıya bırakılmasıyla birlikte dikkat edilmezse
ilk şakalaşma ve eğlencede başlar.
- Tel Tel yapıldığını öğrenen komşular şaka amacıyla, kar
üzerine soğutulmaya bırakılan tepsideki şeker ağdası soğumadan,
eriyik halde iken ipin ucuna takılan bir çengel, ağdanın içine
atılıp soğuyunca çekilir ve tepsiyi evine götürür. Ağdayı
hazırlayan ev bekleye dursun tepsiyi götüren ev Tel Teli
hazırlar ve tepsisini aldığı ev halkını evine davet eder,
eğlence diğer evde devam eder. Tepsi başkaları tarafından
götürülmeden eve soğumuş halde getirilmişse, tepsi içindeki
şeker ağdası rulo biçiminde sarılır, ilk önce iki kişi
tarafından 18-21 kere sıkılarak inceltilip uzatılır, katlanır
inceltilip uzatılır halka yapılır sıkılarak halka çevrilir, ağda
beyazlayıncaya kadar çevirme işi devam eder.
- Beyazlayan ağda halkası, kokulu
olması için toz haldeki leblebi unu karıştırılmış kavrulmuş un
serilmiş tepsiye yerleştirilir, tepsinin etrafına kaç kişi
sığarsa oturulur. Ağda halkası, tepsinin içinden dışına yarım
tur dışa ve soldan sağa her iki yönde uyum içinde çevrilerek
halka uzadığında yine katlanarak tepsiye yerleştirilir, ağda
halkası tel tel ayrılıncaya kadar çevirme işlemi devam eder.
- Yapılmış olan tel tel, avuç içi
büyüklüğünde kopartılarak orada bulunanlara ikram edilir,
çocuklar arasında çeşitli şekillerde tel tel yeme yarışmaları
düzenlenir, örneğin tel tel yenirken tosyaa denilerek tel tel
üzerindeki unun genze kaçmasıyla boğaz tahriş olur öksürülür,
diğer bir eğlence, yarışmaya katılan çocuklar ellerini arkada
tutarak yerdeki tabaktan, tel teli en hızlı yeme yarışı yaparken
yüzleri şeker ve un olur, yine undan boğazları tahriş olur suu
diye yardım isterler, gece böylece eğlenerek devam eder.
- Bu tür eğlencelerle, uzun kış
geceleri eş dost ve çocuklarla birlikte hem eğlenilir hem de
kültürler gelecek nesillere aktarılır. 10 kişilik tel tel için
gerekli malzeme: 3 kg. Toz şeker 3 litre su 1 fındık büyüklüğü
limon tuzu 2-3 kg. kavrulmuş un 10-Ocak -2011
YIL 13
SAYI 155 25 Ocak 2012
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE
BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- YAĞMUR SUYU ÇALIŞMALARI
- Belediyemiz 2011 yılından önce
bazı caddelere yağmur suyu boruları döşedi. İyi niyetli bu
çalışmaların bir müddet sonra yetersiz olduğu görüldü.
- Yine çok iyi niyetli ve iyi bir
çalışma olarak, bizlerinde çok takdirle karşıladığı, 2011
yılında Farabi caddesinden; Gazi caddesini takip ederek Çorum
Lisesine kadar yapılan yağmur suyu boru çapları, kazılan bu
kanala 1 metre çapında borular sığabilirdi. Kazı, hafriyat,
işçilik masraf yapılarak 60 cm. çapında borular döşendi
anlayamıyorum?
- Gazi caddesinin diğer tarafına
da İnönü caddesinden itibaren 80 cm lik borularla başlanan
yağmur suyu boruları Azap Ahmet Camii karşılarında 40 cm’ye
düşürüldü, o hat’ta birde, ilerde uzun bir hat olan ve çok
yerden yağmur suyu gelen bahabey caddesinden gelen yağmur suyu
boruları bağlandı. Bu hatların yetip yetmeyecekleri ilerdeki
yıllardaki yağışlarda belli olacaktır. Yarın çok yağış olduğunda
biz hesabı şu kadar m2 ye şu kadar m3 yağışa göre hesap ettik,
şu kadar yağış yağdı ne yapalım diyeceğimize, olabilecek en
fazla yağışlara göre bu borular daha büyük çaplı borulardan
döşense daha iyi olurdu. En azından bundan sonra yapılacak veya
yenilecek yağmur suyu hatlarında daha büyük çaplı borular
düşünüleceğini umuyorum.
- Yağmur suyu ızgaraları güzel
dizayn edilmiş ızgaralardan ana hatlara inen boru çapları da
geniş çaplı düşünülmüş bunlar gayet güzel olmuş. Yalnız
görebildiğim kadarıyla bazı ızgaraların içine hafriyat sırasında
ve asfalt dökümü sırasında malzeme dökülmesi sonucu kısmen veya
tamamen tıkanmalar oluşmuş, olabilir bütün işler bittikten sonra
bütün yağmur suyu ızgaraları kontrol edilip çalışır hale
getirilirse bu güzel çalışmalar daha verimli olur diye
düşünüyorum.
- 2011de ki yapılan yağmur suyu
hatlarına baca tabir edilen kontrol lagarlarından konulmuş,
güzelde olmuş, ilerde tıkanma olduğunda buralardan rahatlıkla
açılır. Aynı baca sistemlerinden daha önce yapılan tüm yağmur
suyu hatlarına da yapılırsa oralardaki tıkanmalar da kolaylıkla
açılıp, bu kadar hatlarda çalışır durumda olur.
- Sanırım 2004 veya 2005 te
yapılan Atatürk heykeli ile Karşıyaka Altın Evler Camii
arasındaki 70 cm lik beton büzlerle yapılan yağmur suyu hattın’
da bildiğim kadarı ile hat boyunca bir taneden başka yağmur suyu
bacası göremedim. O hattın da bildiğim kadarı ile heykelin alt
kısmında ki bir yerden yukarı doğru dönerek Melikgazi deresine
bağlandığını, bu şekilde de yağmur suları ile gelen kum, çakıl
vs. nin hattı tıkayarak devre dışı bıraktığını düşünüyorum. Eğer
bu hat bu kadar büyük çaplı borularla tam kapasite çalışsa
şehrimize bu kısımlardan yağmur suyu gelmez. Aynı hat üzerinde
boydan boya yapılan ızgaraların ana hatlara bağlantıları da yeni
yapılan bağlantılar gibi büyük çaplı borularla değiştirilip
oralarda sürekli kontrol edilirse bu kadar yapılan hizmetler
faal olur, akan yağmur suları boşa değil, ızgaralar ile yağmur
suyu hatlarına dökülür yollarda seller oluşmaz ve hizmetler
yerini bulur. Yoksa çalışmayan hizmet, hizmet olmaz boşa masraf
yapılmış olur.
- Yol yapımı ve asfalt dökümü
sırasında yol eğimlerinin kenarlara doğru, yağmur suyu
ızgaralarının olduğu kısımlara doğru verilmeli. Bazı şehirlerde
olduğu gibi yol kenarlarına ızgaraların olduğu taraflara oluk
biçiminde hafif çukurlar açılarak ve ızgaralar konulurken yağmur
suyunun geçtiği yerlere konulur ise yağmur suları yola taşmadan
halkımızı rahatsız etmeden yağmur suyu hatlarına dökülür.
- İlimizin içinden geçen dereler
yağmur suyu tahliyesi için büyük şanstır. Zaten bazı cadde ve
sokakların yağmur suları buralara verilmektedir. Bu derelere
yakın bölgelerden daha çok yağmur suyu hattı çekerek yağmur
sularını daha çabuk tahliye edebiliriz. Ne yazık ki bazı
sorumsuz kişiler buralara hafriyat ve çöp dökmekte veya bazen de
tepelerden bu derelere taş, toprak, kum vs. gelerek su
yığılmalarına veya tıkanmalara sebep olmaktadır. Buralar zaman
zaman araçlarla temizlense de bakıldığında görüleceği üzere
derelerin bazı kısımları bu tür engeller ile doludur. Bazı
dereler de küçük büzlerle geçilmeye çalışılmış, buralara uzun
mesafelerden gelen yağmur suları geçemez haldedir, çok yağmur
yağdığında buralarda sular yollara taşmaktadır.
- Bu derelerin ara sıra kontrol
edilerek buralara çöp atanların engellenmesi, buralardaki çöp ve
engellerin araçlarla veya görevlilerce sık sık temizlenmesi,
küçük geçitlerin büyütülmesi olabilecek aşırı yağışlarda
taşkınları önleyecektir. İlimizdeki bu derelerin bazılarının
uzunca kapalı olarak devam ettiğini düşünürsek daha çok
düşünmemiz gerekecektir.
- Belediyemiz 2011 yılında aldığı
bir kararla binaların yağmur suyu borularını sokağa akıtılmasına
karar vermiş. Mutlaka bazı konuları epeyce tartışmışlardır ona
şüphem yok. Bu karar alınırken sanırım en büyük etken; eskiden
yağmur suyu borularının kanalizasyonlara verilmesi neticesi
yağışlarda zemin katların su basması neden olmuştur, doğrudur
doğru da bir karardır. Bu kararın olumsuz taraflarını da
düşünerek, bunlara da çözüm bulabilirsek sanırım daha sağlıklı
karar vermiş oluruz.
- Nedir bu olumsuzluklar: Bazı
cadde ve sokaklarda yağmur suyu boruları olmasına rağmen birçok
cadde ve sokaklar da bu hatlardan ve bağlantılarından yoktur,
durum böyle olunca da, yağmur yağdığında onca binalardan
sokaklara dökülen yağmur suları sokakları geçilmez yapacaktır.
- Binalarda ki yağmur suyu
borularına binaların balkon atık su boruları da bağlıdır. Bu
haliyle binaların yağmur suları sokağa verilirse balkonlar
yıkandığında oradan gelecek katı pislikler sokaklarda çevre
kirliliği meydana getirip, mikrop saçacak, güzel şehrimiz köy
görüntüsüne dönecektir. Binalardan en az dört köşeden hatta daha
fazla iniş boruları ile inen yağmur suyu boruları bina dışına
verileceği zaman en fazla iki hat halinde, yatay olarak, bazen
de çok çirkin görüntü kirliliği vererek sokaklara verilmektedir.
Bu durumda çok yağış olduğu zaman bu borular çekmeyecek, yağmur
suları balkonlardan evlere girecektir.
- Bu duruma paralel olarak kışın; yağmur suyu boruları eskiden
dik halde inerken bile donmakta, borular tek halde olduğu için
gerektiğinde sökülüp buzlar atılabiliyorken böyle yapılırsa
sökülme imkanı olmayacağı için buzlar borularda kalıp, balkonlar
yine risk altında olacaktır.
- Bu uygulamadan şimdilik
vazgeçilip, yeni binalardan başlanarak balkon ve apt, içi yıkama
sularının kanalizasyona, yağmur sularından ayrı olarak
verildikten sonra, tüm cadde ve sokaklara yağmur suyu hatları
çekildikten sonra bina yağmur suyu borularının yağmur sularını
atabilecek şekilde sokaklara verilmesi daha uygun olur
sanıyorum. Şimdi birde binaların mantolama işlemleri gündemde,
eğer böyle olursa o zaman tüm borular yeniden yenilendiği için
ikinci bir masraf olacaktır. Velhasıl bu konu aceleye gelmiş bir
konu olarak görüyorum.
- Birçok cadde ve sokakta olduğu
gibi özellikle Gazi ve İnönü caddelerinde bulunan lokanta,
pastane, vs. gibi özellikle gıda tüketilen yerler zaman zaman,
yerleri yıkadıkları suları, sabunlu suları kaldırımlara
vermektedirler. Bu tür görüntüler hiç şehir kültürüne
yakışmıyor. Nasıl olsa Gazi ve İnönü caddelerine yağmur suyu
hattı döşendi, bu atık suları buralara bina yağmur suyu boruları
ile verebilirler.
- Saygılarımla!
YIL 14 SAYI 169 25
Mart 2013
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN VE
BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|