DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

İÇİNDEKİLER TIKLAYARAK GİDİNİZ!

TAKDİM
K. Tanju ÖZSÖNMEZ HAYAT HİKAYESİ
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com
corumlu2000@gmail.com
Mahmut Selim GÜRSEL   

 01

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

TAKDİM           

Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak görülmelidir.

            Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.

            Bu çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı göreceksiniz.

            Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir kitaptır; onu okumamız gereklidir.

            Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar veremeyiz. 

Mahmut Selim GÜRSEL

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 02

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 K. TANJU ÖZSÖNMEZ
1957 yılında Zonguldak'ın Devrek İlçesinde doğdum. Daha sonra Ankara'ya yerleştik. İlkokulu ve ortaöğrenimi Ankara'da bitirdim. Ankara Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra,Ankara Rehabilitasyon Merkezinde Uzmanlık eğitimi aldım. Tokat,Bursa ve Sarıkamış'ta hekimlik yaptım. En son Manisa Salihli'den Çorum'a kendi isteğimle geldim. İskilip'in Sesi,Çorum Hakimiyet,Merhaba gibi yerel gazetelerde tıbbi yazılar yazdım. 
Hobilerim arasında,edebiyat ve tarih kitapları okumak,Klasik Türk Sanat Müziği ve Klasik Batı Müziği dinlemek,yüzmek gibi etkinliklerim var. 
Halen Çorum Devlet Hastanesinde Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzman Doktoru olarak çalışıyorum. Muayenehanemde Fizik Tedavi uyguluyor ve hasta kabul ediyorum. 
Evliyim ve Ahmet isimli evlat sahibiyim.Emekli oldum.
 
Internet’te Yazarımız   http://corumlu2000.dergisi.info  , Sarı Çiğdem Şiir Defteri’nde http://saricigdem.dergisi.info  ve Aylık Şiir Antoloji Dergisi’nde  şiirlerim yayınlanma devam etmektedir.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 03

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

OMURGANIN İŞLEVİ NEDİR?
            Omurga, omur gövdelerinin tıpkı kibrit kutusu gibi üst üste dizilmesi ile oluşan hareketli bir yapıdır.
1) Vücudun yük dağılımını düzenler.
2) Vücudun değişik yönlere hareketlerine imkân verir
3) Omuriliği muhafaza eden, darbelere maruz kalmasını önleyen bir yapıdadır.
            Omurga S harfi şeklindedir. Boyun ve bel öne doğru eğik, sırt arkaya doğru çıkıktır. Biz bunlara fizyolojik eğrilik diyoruz, gayet normaldir. Omurganın bükülürlüğü ve yük dağıtıcı görevini sağlar. Karşı iki omur kemiği arasında kıkırdaktan yapılmış bir disk vardır. Disk, birbirlerini çaprazlayan halkasal lifler içeren, jel şeklinde hidrodinamik elastik bir yapıdır. Diskin ortasında kollajen lifler içeren çok sağlam bir çekirdek vardır. Diskteki, halkasal lifler vücudun dönüş ve makaslama hareketlerinde fazlasıyla uzar ve gerilir. Bütün bu çekme, itme ve dönme kuvvetleri, diskin yırtılmasına yol açabilirler.
            Ayrıca omurların arkalarında, dayanak oluşturan ve bel omurgasının kaymasını engelleyen faset eklemler (çatal gibi) mevcuttur. Yine omurganın kaymasını engelleyen, aynı zamanda esneyen yapıda bağlar vardır. Sepet örgüsü gibi kemikleri birbirine bağlarlar. Yine bel hareketlerini sağlayan, belin değişik yönlere Eğilmesini sağlayan kuvvetli kaslar beli sararlar. Özellikle aşırı öne eğilme durumunda, belin çatal (faset) eklemleri birbirlerinden iyice ayrıldığından ve dönme kuvvetlerine karşı dayanıksız hale gelir ve bu anda diskte yırtılma oluşabilir.
            Beli doğrultucu kaslar,35 kilogramdan daha ağır nesneleri kaldırmaya yetersiz kalırlar. İşte bu anda devreye bağ dokular girer. Karın içi basıncı da sanki bir air-bağ varmış gibi diskler üzerindeki basıncı karşılamaya çalışır. Yani karın kaslarının kuvvetli
 

 

 

 

 

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 04

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

BEL AĞRISININ YAYGINLIĞI VE NEDENLERİ
            Bel ağrıları yaygın ve sık karşılaştığımız bir durumdur. Doktora başvuru sebepleri arasında ikinci sıradadır. Ameliyat edilen hastalıkların da üçüncü sırada yer almaktadır. 45 yaş altındaki kişilerde aktivite kısıtlanmasına yol açan en önemli hastalıktır.
            Yeni bel ağrıları görülme sıklığı bir yılda % 2.27 oranındadır. 25-75 yaşları arasında, ortalama her yıl % 16 yaygınlığında bel ağrısı görülmektedir.
            Büyük işgücü kayıplarına neden olmaktadır. Hastaların % 35'i bir ayda,% 70'i üç ayda,% 85'i ise altı ayda işe dönebilmektedir.
            Akut (yeni başlayan) bel ağrılarının % 40'ında bir yıl içinde 2. tutulum, kronik bel ağrılarının bir yıl içinde 2. ikinci görülme oranı ise % 80 dir.
            Bir aya kadar süren bel ağrılarına “Akut bel ağrısı”, üç aydan fazla sürenlere ise “Kronik bel ağrısı” denir. Yıllarca devam eden bel ağrıları vardır.
            Yüksek şehirleşme ve hızlı endüstrileşme bel ağrılarını arttırmaktadır. Gelişmiş ülkelerde daha çok görülür.
            En sık olarak 20-45 yaşlar arasında bel fıtığı görülür. Çocuklarda seyrektir. Uzun boylularda, kısa boylulara göre bel ağrısı riski daha fazladır.
            Sırt eğriliği (Skolyoz) çok fazla değilse, ille de bel ağrısı oluşacak diye bir şart yoktur.
            Fiziksel halin iyi olması, kas iskelet sistemi hasarlarını azaltmaktadır. Ancak bel travmalarından korunmak için birinci önlem olarak, fiziksel durumun güçlendirilmesi için (spor) yetmemektedir.
            Spor kronik bel ağrıları riskini en aza indirir. Hastaları daha çabuk iyileştirir. Özellikle jimnastik, futbol, halter, güreş ve kürek gibi spor yapanlarda bel ağrısı daha yoğun görülür. Aşırı spor yapmada zararlıdır diyebiliriz. Dengeli yapılan fiziksel hareketler yararlıdır.
            Bazı mesleklerde bel ağrısı daha sık görülür. En sık kamyon şoförlerinde, sonra bedenen çalışanlarda ve sağlık çalışanlarında görülmektedir. Askerlik döneminde bel ağrısı sıklığı % 17,doktorlarda ise % 32 dir. Kamyon şoförlerinde, şoför olmayanlara göre bel fıtığı sıklığı 5 kat daha fazladır. Motorlu araç kullanımı ise bel ağrısı,hiç kullanmayanlara oranla 3 kat artmaktadır.
            Yapılan biyomekanik çalışmalarda,12,5 kg ve üzerinde kaldırılan eşyalar bel ağrısı riskine neden olurlar.
AĞIRLIK KALDIRMADA 12,5 Kg DİZLERİN DURUMU VE BÜKÜLME İLE BEL FITIĞI ARASINDAKİ İLİŞKİ KALDIRMA ŞEKLİ              
Ağırlık kaldırmaksızın bükülme 3
Dizler gergin bükülerek ağırlık kaldırma 6
Günde25 kere dizler gerginken ağırlık kaldırma 7
RELAKTİF RİSK
1 Dizler kırılmış bükülerek ağırlık kaldırma 
            Özellikle tek elle ve dönerek 5 kg lık ağırlık kaldırması ile bel bölgesine 40 kg ek yük getirmektedir.
            Usun süre oturarak çalışan büro görevlilerinde de bel ağrısı yaygındır. Aynı pozisyonda kalmak artırıcı bir etkendir. Belin öne eğilme, yan eğilme ve dönüşü gibi duruşlarında, uzun süreli kalması bel ağrısını artırmaktadır.
            İş ortasında, kaldırma, itme, taşıma, tutma gerektiren işler, sık eğilme, eğilmiş durumda kalma, dönerek eğilme, aynı duruş şeklinde kalma gibi hareketler bel ağrısını arttırmaktadır.
            Ayakta durma ve yatarak uzanmaya oranla, oturma anında beldeki disk basıncı daha yüksektir.
            Omurların normal frekansı 4,5-5 Hertzdir bunun üzerinde vibrasyona (titreşime) maruz kalma sonucu, devamlı kaslar çalışır duruma geçmekte ve kaslar yorulmaktadır. Bel kemikleri (omur) arasında bulunan kıkırdak yapının (disk) beslenmesi bozulmaktadır. Titreşimle omurgaya taşınan rezonans ile muhtemel bağların sertlik ve gücü azalmakta, disklerin sıvı kaybı ve diskte sertleşmeler ortaya çıkmaktadır. Titreşime maruz kalma süresi arttıkça bel ağrısı artmaktadır.
            Motorlu araç kullanımı ile bel ağrısı ilişkisinde, sarsıntı yanında, araç koltuğunda bel desteğinin olmaması, bacakların kötü duruşu, devamlı durma ve kalkmalar sırasında oluşan mekanik etkenler ve vites değiştirmelerinin de rolü olabileceği söylenmektedir.
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 05

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

MEKANİK BEL AĞRILARI
            Bel ağrılarının %98'i omurganın çeşitli mekanik bozukluklarına bağlı olarak meydana gelir.
            Oturmak gibi omurgaya yük bindiren durur şekilleri ve omurganın statik yüklenmesi tipik olarak ağrıyı daha da arttırır ve bu nedenle hasta uzun süre aynı pozisyonda duramaz.
            Bel ağrısının en sık nedenleri lomber (bel) disk herniasyonudur. Disk ağrısı, tipik olarak ağır kaldırınca veya aniden öne eğilmekle oluşur ve ani başlangıçlıdır. Ağrı genellikle belin orta kısımlarındadır ve kalçalara doğru yayılır. Yürümek kısmen rahatlık sağlar.
Vücudun öne eğilmesi aşırı kısıtlanmıştır. Kalça ve dizler bükük vaziyette iken yatınca, belirtiler kaybolur; fakat hasta ayağa kalkarken beli çok tutuktur. Hastalık 2 hafta ila 12 hafta arasında sürer. Hastaların % 10'unda hastalık kronikleşir. Halk arasında bel fıtığı denilen olay, diskin bütünlüğünün bozulması ve yerinden çıkmasıdır.
DAR OMURİLİK KANALI
            Doğuştan dar kanalın üzerinde kireçlenmeler gelişirse, omuriliğin sıkışmasına neden olurlar. Aralıklı gelen bel ağrısı ile birlikte, tek veya çift yanlı bacak ağrıları görülür.
Hastalarda, yürürken bacaklarında meydana çıkan ağırlık hissi ve uyuşmalar ve uyuşmalar en önemli şikâyetlerdir. Gövdenin öne eğilmesi veya oturma ile şikâyetler azalır. Damarsal olmayan bir topallama söz konusudur. Hastalarda bacak güçsüzlüğüne bağlı olarak düşmeler meydana çıkabilir.
FASET SENDRAMU
            Faset eklemlerin hareket açıklıklarının aniden aşınması halinde bozukluk ve burkulmalara neden olur. Daha sonra bu eklemlerde kireçlenmeler (spandilartoz) görülebilir. Ağrı, ayakta durmak ve arkaya eğinme ile artar; öne eğilmekle azalır. Ağrı; kalçalara ve bacaklara yayılabilir. Şikâyetler bel çekilmesi ve duruş değişikliği ile geçmez. Bel ağrısının % 20'sini oluşturur.
BEL KAYMASI (Spandilolistesis)
            Bel omur kemiklerinin, kırıklara bağlı olarak, bağların gevşemişse ve öne veya arkaya doğru kaymasında. Belde oynaklık ve bel fıtığında hastalığa eşlik edebilir. Bazen hastalar şikâyet etmezler. Bazen de inatçı bel ağrısı ve siyatalji mevcuttur. Belin arkaya doğru eğilmesi ile ağrı artar, belin öne eğilmesi ile ağrı rahatlar. (Bel fıtığı şikâyetlerinin tersine) Tanı ancak röntgen ile konur.
GEBELİK BEL AĞRISI
            Bel bölgesindeki bağların gevşemesine bağlı olarak gelişir. Ayrıca gebeliğin ikinci yarısında ağırlığın bozuk dağılımı ve belin çukurluğunun artması neden olur. Oral kontroseptif kullanmaya bağlı olarak hormonel değişiklikler sonucu bel ağrısı gelişebilir.
SİMÜLASYON
            Hastanın kişisel çıkarları için bel ağrısı şikâyetlerini kullanması veya abartması halidir. Organik bozukluk ya çok azdır,ya da hiç yoktur. İkincil kazanç söz konusudur.
ROMATOLOJİK BEL AĞRILARI
            Fizik tedavici veya romatolog olmayan hekimlerin atladığı bir durumdur. Yeni başlayan bir ankiloz an spondilit uzman hekimce bile tespit edilir.
YATAĞA BAĞLI BEL AĞRILARI
            Çok fazla sert olan ve yumuşak olan yatakların ikisi de bel ağrısı yapar. Yatak yaylanmayacak derecede sert, döşek vücudun biçimini alacak şekilde yumuşak olmalıdır. En iyisi hastanın kendine uygun yatağı sabahları ağrısız olarak uyandığı yatağı kendisi deneyerek seçmelidir. En iyi yatak hastayı rahat ettiren yataktır,en iyi yatış şekli hastanın ağrı duymadığı pozisyondur.
MİYOFOSYAL AĞRI
            Genişlikle kalça ve uyluğa yayılır. Uyarıldığı zaman ağrıyı oluşturan tetik noktaları vardır. Tanı ve tedavide, ağrılı duyarlı noktalara iğne yapılması etkilidir.       
PSİKOLOJİK BEL AĞRILARI
Fiziksel sakatlığa neden olan her hastalık gibi bel ağrısı da hastanın ruhsal durumunu etkileyebilir. Bu durumdan farklı bir şekilde hiçbir organik bozukluğu olmadan, yalnızca psikosomatik kökenli bel ağrıları çok yaygındır. Tabi olarak, hasta tam araştırılmadan psikolojik hastalık olarak değerlendirilmelidir.
            Aşağıda psikosomatik ve organik bel ağrılarının karşılaştırmalarını veriyoruz. Bu tip hastalıklarla çok karşılaşıyoruz. Tecrübeli bir doktorun bile psikolojik bel ağrısını ayırt etmesi bazen zaman almaktadır. Doktor hastasının geçmeyen ızdırabına çare aramaktan ziyade, bazen nedenler peşinde koşarken, arasında kaybolmaktadır. Bel ağrısının nedeni çoğu zaman tespit edilememektedir.
PSİKOSOMATİK BEL AĞRISI
1-  Bel ağrısı pozisyona bağımlıdır
2- Ağrı yerleşimi belirsizdir. (Örneğin Vücudun bütün yarısı)
3- Ağrı devamlı ve dayanılmazdır.
4- Bel ağrısı tedaviden yarar görmez.
5- Hastanın ilgisi dağıldığında bel ağrısı kaybolur
6- Hastalar ağrı yüzünden uykudan uyanmaz
ORGANİK (GERÇEK) BEL AĞRISI
1-Bel ağrısı hastanın pozisyonuna bağlı değildir.
2- Ağrı yerleşimi belirlidir
3- Ağrı, belirli etkenler sonucu gelişir
4-Ağrı pozisyon değişikliği, bel çekimi ve ağrı gidericiler ile yatışır.
5-Hastanın ilgisi dağıldığında belirtiler kaybolmaz.
6- Uyurken yanlış bir pozisyonda kalmak hastanın uyanmasına neden olur
            Ayrıca brusella ve tüberküloza bağlı bel ağrıları mevcuttur.
            Bel ağrısı yalnızca ilaç yazılacak ve hastaya istirahat önerilmekle altından kalkılacak bir durum değildir. Eksersiz ve fizik tedavisi ile korunma yolları öğretilmelidir.
            Günümüzde büyük şehirlerde BEL OKULLARI açılmıştır.
 
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 06

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

EKLEM ROMATİZMASI TEDAVİSİ
            Eklem romatizması dediğimiz zaman, geniş bir hastalıklar grubu anlaşılır. Temel olarak bunları üçe ayırabiliriz:
1-ATEŞLİ EKLEM ROMATİZMASI: Özellikle genç yaşlarda gurülen, boğazda ve üst solunun yollarında yerleşen Beta Stereptokok Mikrobuna bağlı olarak gelişen, kalbi tutabilen bir romatizma. Genellikle penisilin iğnesi ve aspirin ile kontrol altına alınabilmektedir. Bu hastalığı başka bir yazıda inceleyeceğiz.
2-DEAKTİF ARTRİTİS: Mikroplara bağlı olarak, enfeksiyon hastalığına (bulaşıcı) yandaş gelişen veya sonradan vücudun bağışıklık sistemlerinin bozulmasıyla eklemlerde romatizmal şişlikler ve ağrılar görülmesi halidir.
3- ROMATTOİD ARTRİTİS: veya ilerleyici romatizmal eklem iltihabı da diyebiliriz. Bu yazımızda ki konumuz ROMATTOİD ARTRİTİS kadınlarda 3 kat daha fazla görülen, genellikle orta yaşlarda rastlanmasına rağmen, hemen her yaşta ortaya çıkabilen,yaklaşık %1-2 sıklığında giderek danada yaygınlık kazanan,otoimmün bir hastalıktır.
            İltihaplı dense de gerçek mikrobik bir hastalık söz konusu değildir. Bazı virüsler ve bakteriler, hastalığın gelişmesinde rol oynadığı düşünülse de, yalnızca var olan bağışıklık sistemi bozukluğunu tetiklediği düşünülmektedir. Kalıtsal hastalık yatkınlığı üzerine, çevresel ve hormonsal etkenler hastalığı ortaya çıkarmaktadır.
            İç organları fazla etkilemese de, ateşli eklem romatizmasında olduğu gibi hızla kalp de tahribat yapmasa da, hastanın ortalama yaşam süresi kısalmakta ve erken ölümler meydana gelmektedir.
            Eklemlerde bir saatten fazla süren sabah tutukluğu, ağrı ve şişlik en önemli belirtileridir. Çoğunlukla el bileği, tarak ve parmak eklemleri ile omuz,diz,ayak bileği ve dirsek eklemlerini simetrik olarak tutar. Ağız ve gözde kuruluklar görülebilir. Akciğer ve böbrekte, zaman zaman sık olmayan hastalıklar yapmaktadır. Vaskülit adı verilen damar tutulumları az görülmesine karşın önemlidir.
            Tedavisi: Mikrobik eklem iltihapları olmadığı için, antibiyotik tedavisi uygulanma-maktadır. Yinede bazı doktorlar, antibiyotik tedavisini romatizmal alevlenmelerden korunmak için uygulamaktadır. Zaten hastalık bir kere başladıktan sonra geçmemektedir. Bu tedavisi yoktur anlamına gelmemektedir. Tedaviden beklediklerimiz farklıdır. Hastalığı durdurmak en iyimser hedefimizdir. Zamanla gelişen hastalık alevlenmelerini azaltmak ve geçiştirmek de tedavinin bir parçasıdır. Hasta “Madem hastalığım geriye dönmeyecek, o halde niye birçok ilaç kullanıp zehirleneyim” dememelidir. Çünkü; hastalık devamlı ilerlemektedir ve kalıcı eklem harabiyetleri yapmakta, ellerde ve ayaklarda çarpıklıklar oluşmaktadır. Giderek kireçlenmelere ve işlev bozukluklarına yol açmaktadır. Hatta hasta yürüyemez hale gelmektedir. Hareketle artan ağrıları ve ızdırabı da cabası.
Tedavide ilk basamak hasta eğitimidir. Hastaların devamlı doktor kontrolüne girmesi gerektiği ve belli aralıklarla tahlillerinin yapılmasının gerektiği anlatılmalıdır. Hastalar kendi haline bırakılmamalıdır. Türkiye'de romatoloji klinikleri yaygın olmadığından, hastaları fizik tedavi uzman hekimleri izlemektedir. Romatologlar yalnızca ilaç tedavisi başlatmakta, fizik tedavisi ve hareket tedavisi konusunda eksik kalmaktadır. Fizik tedavi hekimi ilaç tedavisini de mükemmel uyguladığından, fizik tedavi hekimine gidilmesi ilk elden daha yararlıdır. Gerekli gördüğü yerde, zaten fizik tedavi hekimi, hastayı ileri tetkik için romatoloji kliniklerine yönlendirecektir. Eklem ameliyatı gereken hallerde ortopedi uzmanına sevki yapılacaktır.
            Bu hastalıkta ilaç tedavisi birincil önemdedir, ama fizik tedavisi ve rehabilitasyon da eklem gücünün korunmasında, fonksiyon kayıplarının düzeltilmesinde, ağrıları gidermede daha az ilaç kullanılması açısından aynı derecede önemlidir. İlaç tedavisi baskısı ile rahatlayan hastalarda, barış döneminde yeni hastalık saldırılarına karşı hazırlık yapılmalıdır. Kireçlenen eklemler yumuşatılmalı, kaslar güçlendirilmeli, eklem açıklıkları genişletilmeli, hastalığın eklemlerde kopardığı fırtınalara karşı savunma yapılmalıdır. Kaplıca tedavisi,kanda iltihabın azaldığını gösteren sedim düşüklüğünde ve eklemlerde ağrılı şişlikler olmadığı zaman düşünülmelidir.
            Ağrılı şiş eklemlere azma dönemlerinde buz uygulaması yapılır. Her eklem için on dakika kadardır. Günde 3-4 sefer, şişlik inene kadar uygulanmalıdır. Hastalığın uyuyan dönemlerinde de tam tersine sıcak tedavisi iyi gelir. Hekimle yakın ilişkide olan hastalar, bu yöntemleri iyi seçerler. Ağrılı ve akut dönemlerinde hareket tedavisi iyi gelmez. Ağrısız ve sakin dönemlerde ise hareket uygulaması tavsiye edilir. Bu çelişkili gibi görünen tedaviler, hastalık dönemlerine göre uygulanır. Kan tahlilleri ve doktor muayenesi ile belirlenir.
 
 
 
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 07

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

KAPLICA TEDAVİSİ
Kentleşme ile birlikte romatizmal hastalıklar giderek artmaktadır. Bel ve boyun ağrılarının da artışı hepimizin malumudur. Buna günlük stresler ve koşuşturmalarında yarattığı kronik yorgunlukları da eklersek; insanlarımızın çoğu kür uygulamalarına muhtaç durumdadır.
Kaplıca, deniz ve iklim kürleri için yer değiştiren insanlar, gittikleri yerlerde konaklama, tedavi uygulamaları, dinlenme ve eğlenme için bir takım tesislere ihtiyaç duyarlar. Günümüzde bu olaya “Sağlık Turizmi” denmektedir.
Kaplıca, deniz ve iklim kürlerinde, tedavi süresi üç haftadır yirmi bir gündür. Yılda iki defa olmak şartıyla, on beşer günlük süreler halinde de tedavi uygulanabilir.
Kaplıcaya gitme, yaylaya çıkma, deniz kıyısında oba kurma geleneklerimizde zaten mevcuttur.
Binlerce olan kaplıcalarımızın hepsi ayrı değerdedir, ayrı iklim şartlarına' da sahip olduğundan, bu zenginlikten yararlanmak bize kalıyor.
Kapıca Suyu Nedir:
Bir litresinde en az 1 gr. Eriyik halde mineral ve karbondioksit gazı bulunan sulara Maden Suyu veya Hidromineral denir. Sıcaklığı 20 C üzerinde ise termal sulardır. Bazı ülkeler, mineralli suyun termal olabilmesi için 30 C sıcaklığa eşit sayarlar.
Mineralli Sular: Bir litresinde en az bulunması gereken miktarlar.
1- Çelikli (Demir) sular 10 mg/lt
2- Arsenikli sular          0.7 mg/lt
3- İyotlu sular              1 mg/lt
4- Kükürtlü sular          1 mg/lt
5- Radonlu sular           20 gr/lt
6- Karbondioksitli sular 1 gr/lt
Sağlık nedeni ile kaynağında içilen sulara içme denir. Türkçe de ılıca, kaplıca, girme, çermik aynı anlamda yöresel olarak kullanılmaktadır. Balneoterapi, Spaterapi kaplıca tedavisi demektir. Hidroterapi tatlı sularda yapılan kür uygulamalarıdır. Thalossoterapi, deniz suyundan ve havasından yararlanılarak yapılan tedavidir deniz kaplıcası da denilmektedir.
Kışın, deniz suyu ısıtılarak yapılan tedavidir. Bazı otellerimizde yapılmaktadır, Avrupa da çok yaygındır.
Kaplıca suları daha çok volkanik bölgelerde ve aktif deprem kuşaklarının üzerinde bulunmaktadır. Bu sular yeryüzüne çıkarken geçtikleri kayaçlara bağlı olarak sıcaklıkları değişir.
Kaplıca suları yerinde kullanılır çok uzaklara taşınamaz, özelliklerini kaybederler. Maden sularına dışardan yabancı sular karışmaması ve kirlenmemesi, sıcaklıklarının ve kimyasal bileşimlerinin korunması, gazlarının kaçmaması, depo ve borularda kimyasal değişimlere uğramaması ve tortu bırakmaması, en önemlisi de su verimlerinin “debilerinin” yükseltilmesi amacı ile özel çıkarılma “kaptaj” teknikleri uygulanır.
SODYUM KLORLU (TUZLU) SULAR :
1- Romatizmal hastalıklar
2- Deri hastalıkları
3- Özelikle solunum yolu hastalıkları da etkilidir.  (örnek : çeşme ılıca)
SÜLFATLI SULAR :
1-Mide,barsak,safra kesesi, ve karaciğer rahatsızlıkları 2-Böbrek ve idrar yolu hastalıkları
(örnek : Ankara Ayaş Kaplıcaları )
DEMİRLİ ( ÇELİKLİ) SULAR :
1-Kansızlık
2-Romatizma hastalıkları
(örnek : Bursa Çekirge)
KÜKÜRTLÜ SULAR :
1-Deri hastalıkları
2-Romatizma hastalıkları
3-Kadın hastalıkları
4-Solunum Yolu
Karbonatlı Sular :
1-Beslenme bozukluğu hastalıları
2-İdrar yolu hastalıkları
(örnek : Adapazarı-Kuzuluk kaplıcaları)
RODONLU (RODYOAKTİF SULAR) :
1-Hormonal dengesizliğin giderilmesi
2-Kadın hastalıkları
3-Sinirsel ve bünye yorgunlukları
(örnek: Beypazarı-Dutluk/Tahtalı., Çanakkale-Kestanbol kaplıcaları )
KAPLICA BANYOSU NASIL YAPILIR. :
Genellikle mide boş iken, sabah aç karna girilmelidir. Sabah vakti hormonların salınma zamanıdır. Bu yüzden vücudun ritmine göre banyo yapmak yararlıdır. Banyo sıcaklığı 30 C-40 C arasında olmalıdır. Kaplıca suyuna normal su karıştırılmamalıdır. Banyo süresi 20-30 dk. arası olmalıdır. İlk 10 gün her gün birer defa girilmelidir. 10 günden sonra günde 2 defa girilebilir. Kaplıcanın 10 günlük süresi sonunda kaplıca krizi (kaplıca çarpması) oluşur. Bir iki gün dinlenilir, korkacak bir şey yoktur. Tekrar yeniden devam edilir.
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 08

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

AKUPUNKTUR TEDAVİSİ
            Akupunktur tedavi yöntemi,5000 yıldır uygulanmaktadır. Batı tıbbından farklı kaynaklardan, Çin'den başladığı için halen bütünüyle açıklanabilmiş değildir. Modern tıp, akupunkturun ağrı konusundaki yararlı etkilerini objektif olarak açıklayabilmiştir. Migren, bel ve boyun ağrılarında, kas ağrılarında büyük yardımcıdır. Psikolojik hastalıklarda, uykusuzlukta, mide-bağırsak hastalıklarında, özellikle astımda, geçmeyen sinüzitlerde, açıklanamayan kulak çınlamalarında; daha doğrusu modern tıbbın yetersiz kaldığı birçok hastalıkta, nasıl bu denli etkili olduğu henüz tam anlamıyla açıklanamamıştır. Bu olgu, akupunkturun etki yollarının halen kavranılmadığını gösterir. Akupunkturun etkili olması, hastaların tercih etmesinden ve sonuç alınmasından zaten bellidir.
            Avrupa'daki nüfusun %10-20'si akupunktur almaktadır. Hem de sigorta sistemi, modern tıp tedavinin başaramadığı durumlarda ancak akupunktur ücretinin ödemesine rağmen; Amerika'da da en çok kronik (müzmin) rahatsızlığı olanlar akupunktura başvurmaktadır. Batı tıbbının ilaç ve cerrahi yaklaşımından memnun kalmayan insan sayısı gittikçe artması ile, akupunktura ilgi artmaktadır.
KLASİK AKUPUNKTUR
            Geleneksel Çin tıbbını uygulayan kimseler bu yöntemi uygulamaktadırlar. Halin Çin'de kullanılmaktadır. Metafizik teoriler üzerine kurulu bu yöntemde, Batılı hekimler teoriyi bir yana koyup;yalnız sonuca gidecek şekilde nokta ve meridyenleri seçerek kullanmaktadırlar.
BİLİMSEL AKUPUNKTUR
            Burada hekim öncelikle, fiziksel muayene ve modern tanı imkânlarını kullanmaktadır. Anatomi ve fizyoloji esasları üzerinde, iğne ile uygulama yöntemi benimsenmiştir. Bu noktalar kasları hareket ettiren motor noktalardır. Örneğin: Fizik tedavide modern tıbbın özelliği, elektrikle uyardığımız kasları hareket ettiren motor noktaları, Çin akupunkturu 5 bin yıl önce bulmuş ve hastaları tedavi etmiştir. Bu noktaları daha ancak yeni bulabildik ve etkisini kanıtlayabildik.
TEKNİK NOKTA TEDAVİSİ ŞEKLİNDE AKUPUNKTUR
            Bazı kaslarda duyarlı noktalar vardır ki; bu noktalara basmakla ağrı yayılır. Bu noktalar daha uzun süreli ve baskılı bir şekilde uyarılırsa ağrı yatışır.
Amerika'da yapılan araştırmalarda bu noktalara uyuşturucu iğne yapılırsa, belli bir süre sonra ağrı tekrar meydana çıkar. Ama bu noktalar iğnelenirse yani akupunktur yapılırsa veya ilaçsız iğne ile uyarılırsa, daha uzun süreli ağrı yatışması olur. Bu olgu kanıtlanmıştır. Kulunç ve kasıntılı kas ağrılarında o bölgeye buz mesajı uygulanarak veya tam tersi aşırı sıcak uygulanarak aynı iyileştirici sonucu verir. Japonların Schiatsi diye bir yöntemi vardır ki; ağrılı noktaların baskılanması esasına dayanır. Buna akunressör yöntemi, yani dokunma ile akupunktur da diyebiliriz. Berberler bu yöntemin ismini bilmeden, alındaki ve şakaktaki bazı noktaları baskılayarak hastanın baş ağrısını geçirirler. Bazı diş hekimleri, hastanın diş ağrılarını geçirmek için, el üzerindeki bazı noktara (Ho-Ku) buz uygulaması yaparlar. Halkın uyguladığı yakılar ve bardak çekmeler de aynı rahatlatıcı sonucu vermektedir. Zaten fizik tedavisinde de, bardak çekme (şişe vurma) yöntemini hatırlatan, vakum tedavisi mevcuttur.
ELEKTRİKSEL UYGULAMA İLE AKUPUNKTUR
            Klasik Çin tıbbında elektrik yoktur. İğnenin bükülmesi, döndürülmesi ile vücudun kendi elektriği kullanılır. Modern tıp, iğnelerin üzerine elektrik vererek, akupunktur noktalarının daha fazla uyandırılmasını, dolayısıyla daha fazla ekti alınmasını hedeflemektedir.
            Ayrıca iğne batırmadan da, ilgili noktaların üzerine dıştan konulan elektrotlara, elektrik verilmesine benzer etki yaptığı düşünülmüştür. Bu yöntem daha çok fizik tedavide TENS ve DİADİNAMİ tedavisi olarak uygulanmaktadır. Hastayı rahatsız etmediğinden veya iğneden korkanlara da uygulanmadığından, hastalarca iyi kabul görmektedir. Fakat etkisi akupunktur kadar değildir neden ?
AKUPUNKTUR İĞNESİNİN ETKİSİ:
            Dışarıdan vücuda elektrik verildiğinde, deri direncinin verilmesi için gereklidir, bu da hoş olmayan tepkiler doğrudur. Oysa akupunktur iğnesi, hastalarda kasıntı (spazm) yoksa ağrısızca deri ve derialtına sokulur, elektrik dolayısız olarak sinir uçlarına ulaşır ve uyarılmak istenen sinir daha kolay uyarır. İğnenin dokuya girişiyle, kas hücrelerinde hasar oluşur. İğne hasarı, dokunun onarımında rol oynayan uzun süreli elektrik akımları oluşur, yani dışarıdan elektrik verilmeden, yalnızca iğnenin girişi ile elektrik akımları meydana gelir. Bu hasar akımı, küçük yaralar iyileşene kadar birkaç günlük elektriksel uyarmaya yol açar. Bu uyarma, dışarıdan uygulanan masaj ve ısının etkisinden hem fazla hem de uzun sürelidir.
KAS AĞRILARINDA İĞNENİN ETKİSİ:
            Kas ağrılarında genellikle kasıntı söz konusudur. Kasıntı ağrıyı, ağrı daha fazla kasıntıya yol açar. Bu kısır döngünün kırılması için kasıntının çözülmesi gerekir. Kasıntıyı çözmekle bazen tek başına, ağrılı kas hastalığını iyileştiricidir. Daha sonra ağrılı bölgeye uygun hareketlerin yapılması ve ağrısız dengenin kurulması ile her şey normale dönecektir.
            İğne tedavisi diğer fiziksel yöntemlerin sahip olmadığı özgün bir avantaja da sahiptir. Bölgesel kanama oluşturur. Kanama çok sayıda, büyüme etkeni salınmasına yol açar, kollajen ve protein oluşumu uyarır ve iyileşmeyi hızlandırır. Dolayısıyla hasta dokularda değişmeler, iyileşmeler olagelir.
            İğne kasılmış kasa girdiğinde, kas hızla saniyeler içinde gevşer. Hızla gevşeyen kasılmış bir kasta ise, iğne hemen her zaman sıkışır. İğnenin 10-30 dakika arası sıkıştığı bölgede bırakılması, genelde sürekli kasıntının giderilmesini sağlar. Doğru yerleştirilen bir iğnenin sıkışması spazm olmadığını ve dolayısıyla da ağrının nedeni olmadığını gösterir.
Kasılmanın daha çabuk giderilmesi için, iğne bulunduğu yerde döndürülür ve kas lifleri kendi çevresinde dönerken, ağrılı duyarlı (tetik nokta) noktayı harekete geçirerek uyarma, spazm çözümlemesine yol açar. Ne masaj, ne eksersiz, ne de sıcak uygulaması bu kadar gevşeme sağlayamaz. İğnenin yerinde döndürülme manevrası deği olarak adlandırılan bir duyuma yol açar. Bu duyuma yol açar. Bu duyuma hastalar, çok yoğun kısa iğne sokması, iğne sıkışması veya deği fenorunini oluşturur.
            Kaslardaki en ağrılı kasılmış bantların tedavisi genelde tüm kasların gevşemesini sağlar. Ağrılı kasların (pratikte bunların ele gelen dürtüler şeklindedir) tedavisi için, bütün duyarlı bölgelerin bazen tek tek iğnelenmesi gerekebilir. Bu iğnenin gücüdür.
KLASİK AKUPUNKTUR
            Vücutta “Hayat Enerjisi” veya “Enerjinin Akışı” üzerine büyük bir etki yapmaktadır. Canlı yaşam gücü, meridyenler üzerinde, enerjinin akması olarak düşünülmektedir. Enerji akımındaki fazlalıkların veya eksikliklerin ağrıya, rahatsızlığa, fazla veya az fonksiyona neden oldukları düşünülmektedir. Akupunktur uygulamaları, meridyenler boyunca veya onların kavşaklarında iğne ile yapılarak vücut üzerindeki enerji akımını denetlemektedir. Örnek verirsek: Fazla fonksiyon olarak sinir yangılarını ve isteksiz kas kasıntılarını düşünebiliriz.           
ETKİSİ PSİKOLOJİK MİDİR?
            Çoğu insan akupunkturu psikolojik bir yaklaşım olarak görmektedir. Oysa doğru akupunktur noktalarına uygulanmayan iğneler yararlı bir sonuç çıkarmaz. Akupunktur noktalarında, elektriksel direncin azaldığı ve detektörle o noktayı bulabilmekteyiz. Pratik olarak ilgili akupunktur noktaları hassastır ve yayılıcı ağrı oluşturur. Bazen ele gelirler.
            Hayvanlardaki bel fıtıklarında ve ağrılı hastalıklarda da akupunkturun iyileştiren etkisi görülmüştür. İnsan vücudunda dışarıdan verilen morfinden 1000 kat güçlü iç morfinler (endorfin ve enkefalin) tespit edilmiştir. Akupunktur, beyin ve omurilik sistemi tarafında salınan endorfinleri uyararak artırmaktadır. Dolayısıyla, vücudun kendi ilaçlarını salmasına neden olmaktadır. Morfinin panzehiri olan (entidot) naloxan verildiğinde, akupunkturun ağrı giderici etkisi ortadan kalmıştır. Buda göstermektedir ki; akupunktur vücutta bazı ilaçları ortaya çıkartarak etki etmektedir. Akupunktur özellikle kronik (müzmin) ağrılarda daha etkilidir.
            Akupunktur ağrısız hastalıklarda da etkilidir. Örneğin: Astım, sigara ve alkol bağımlılığını giderme gibi. İştah kesme ve depresyonda da kullanılmaktadır.
SİNİR BOZUKLUĞU AĞRISINDA
            Doku hasarının ortaya çıkmadığı durumlarda da etkilidir. Burada tedavide, duyarlı yapılar normale döndürülerek ve onarıldığında ağrı kendiliğinden geçer. Şöyle bir örnek verelim: Hastanın bir bacağı kalçasından kesik. Fakat hasta başparmağında dayanılmaz bir ağrı duyuyor, bacağı olmadığı halde. Biz buna fantom (hayalet) ağrı diyoruz. İnsan vücudunda dışarıdan gelen uyarılara (input) sinir sistemi tarafından verilen cevaplar bir denge halindedir. Bu kapsamlı ve derin algılara (prorioceptian) sayesinde, ağrısız ve dengeli bir şekilde yaşıyoruz ve güvenliğimizi sağlıyoruz. Hem bütün çevreden (örneğin bastığımız topraktan, gördüğümüz uzaklıktan) haberli oluyoruz, hem de rahatsız olmadan idareli bir şekilde yaşıyoruz. Kesik ve eksik organlarda, uyarılar beyine taşınmadığı için, daha doğrusu kesik bacaktan sinir sistemine hiçbir uyarım kalmadığı için, bu sefer beyin o bölgeye rastgelen kısmında, ağrı deşarjları ortaya çıkıyor. İşte bunu gidermek için, dışarıdan akupunkturla elektriksel uyarım verdiğimizde bu ağrılar bitmektedir. Dengeyi yeniden sağlamaktadır.        Akupunktura göre Yin (parasempotik sistem) ve Yang (spastik sistem) dengede olduğunda, canlılar iyi durumda olacaklardır. AKUPUHKTUR, gebelerde, emziklilerde, yaşlılara ve çocuklara uygulanabilmektedir. Bu önemli bir avantajdır.
 
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 09

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

DERİYE YAPIŞTIRILAN AĞRIKESİCİ
            Deri yoluyla östrojen hormonlu ve yine transdermal kalp ilaçları yaygın olarak kullanılmaktadır. Son olarak, morfin benzeri etki yapan fentanil adlı bir opioid ağrı kesici deriye yapıştırma yoluyla kullanılmaktadır. Hem de üç günde bir değiştirilerek, müzmin ağrı çeken, orta şiddetteki ağrılı (genellikle kanser) hastalarında rahatlıkla uygulanmaktadır.
Doğrudan beyine etki eder. Ağızdan alınan ilaçlarda, hastalığın devamlı hatırlanması gibi olumsuz bir hal konusudur. Mide, bağırsak yolundan geçmediği için, bulantı ve kabızlık gibi yan etkiler daha az görülür. Ağız yoluyla alınan morfin benzeri ilaçlarda, ilacın kandaki düzeyindeki dalgalanma olurken, deri yoluyla alınan ilaçlarda sabit bir düzey korunarak, ağrı kesici etkisi hiç eksilmez. Sanılanın aksine, genellikle ilaca bağımlılık geliştirilmemektedir. (Türkiye'de bulunan ilacın ismi Durogessic'tir)
           
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 10

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

GUT (DAMLA) HASTALIĞI
            Dengesiz beslenme hastalığı denilir. Fazla protein alanlarda, şişmanlıkta, aşırı alkol alanlarda, yüksek tansiyon nedeni ile diüretik ilaçlar kullananlarda, şeker hastalarında görülür. Diyet ile ve kandaki ürik asid 9 mg'ı geçerse, Gut Hastalığı görülebilir.
            % 70 oranında ayak başparmaklarında ağrılı kızarıklık ve şişlik vardır. Hasta ayağının üzerine basamaz, buz uygulaması ve kuvvetli ağrı kesiciler ile kolsisin adlı ilaçla, şikâyetler azalır. El bileği ve ayak bileği ile el ve ayak parmaklarında, diz eklemlerinde de yüksek oranlarda görülür. Aynı anda birçok eklemde birden tutulmalar olabilir.
Gut ataklarında serumda ürik asid yüksek olmayabilir, bu bulgu tanı karmaşasını zorlaştırabilir. Böbrek ürat taşları oluşturabilir. Özellikle, ürik asid toplanmaları demek olan tafüsler kulakta ve dirseklerde görülebilir. Böbrek taş oluşumunu engellemek için, karbonatlı içecekler içilmemelidir.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

11

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

VİTAMİNLER, KANSERE KARŞI
            Alkol ve sigara tüketimi, tüm uyarılara rağmen artmaktadır. Birlikte tüketilmesinde, kanser riski daha da çoğalmaktadır. Özellikle ağız. gırtlak, akciğer, yemek borusu, mide, pankreas ve karaciğer kanserlerinde suçludurlar.
            Alkol ve sigara, yalnız kanser yapmakla kalmamakta, ayrıca damar sertliği, damar tıkanıklığı ve kalp hastalıklarında da yol açmaktadırlar.
Sebze ve meyveyi az tüketen kişilerde, çoğu kanser türlerinin arttığı görülmüştür.            Kurutulmuş ve tuzlanmış balık ile turşu, nitrözaminlere yol açarak kansere neden olurlar.
Çıplak ateşte (mangal kömüründe) kızartılmış et ve balıkta, tam olmayan yanmaya bağlı bazı maddeler oluştuğu için, yemek borusu, mide ve kalınbağırsakta kanser yapıcıdır.
            Yemekle fazla alınan yağın, şişmanlattığını, kanda kolesterolü yükselttiğini, kalp hastalıklarına yol açtığını biliyoruz; peki kanser yaptığını biliyor muydunuz? Özellikle ay çiçek ve mısırözü yağı gibi poliansatüre yağ kullanan kişilerde, kalınbağırsak, pankreas, meme, prostat ve rahim kanserleri görüldüğü yeni anlaşılan bir gerçektir. Eğer tahıl ve sebze fazla tüketilirse, fazla gelen enerji hareketle yakılırsa, kanser oluşma oranı azalmaktadır. Ayrıca günlük içilen 2-3 bardak yağsız süt içildiği, kalsiyum tuzları ile safra asitlerini bağlayarak kanser riskini azaltmakta, hem de kemik zayıflaması ve yüksek tansiyonu önlemektedir.
            Yüksek kolesterole bağlı olarak gelişen damar sertliğine (Ateoskmeroz) karşı, yüksek dozda (günde 400 ünite) E vitamini kullanılmaktadır. Hatta süt ile birlikte tüketildiğinde daha çok yararlı olduğu anlaşılmıştır.     
E vitamini; kanser oluşumunu önlemekte kullanılmaktadır. Vücudun bağışıklık sisteminin direncini arttırır, hücre zerlerini ve genleri korur.
            Antioksidan olarak bilinen C,E vitaminleri ile A vitamininin bir şekli olan Beta Karoten (Domates, havuç gibi kırmızı besinler de vardır) kanser ve erken yaşlanmanın önüne geçmektedir.
            Yaz aylarında 10 dakika kadar güneş banyosu yapmak, tüm yıl boyunca yetecek oranda D vitamini yapılmasına yetiyor. Dolayısıyla meme, kalınbağırsak ve prostat kanserini önlüyor. Tabii ki güneşin kanser yapıcı etkisini de unutmamak gerekir. Gençlikte güneşe fazla maruz kalanlarda (özellikle deniz kenarlarında) daha sonraki yıllarda deri kanserine tutulma riski daha fazla görülüyormuş.
            Önemli olan dengeli beslenmedir. Tek yanlı beslenme yerine, yağ oranı %20 yi geçmediği, karbonhidrat grubu besin maddelerinin (tahıl ve kepekli un) dışlanmadığı,sebze ve meyvelerinde çok aşırı alınmadığı bir diyet daha önemlidir. Yalnız günlük alınan toplam kalori miktarı azaltılmalı, günlük yapılan fiziksel hareketler çoğaltılmalıdır. Örneğin fazla alınan sebze ve meyve ile dışkılama artacak ve vücudumuzun ihtiyacı olan mineraller de atılacaktır. Yararını vurguladığımız E vitamininin çok fazla alınması da A ve K vitaminlerinin bağırsaktan emilmesini azaltarak yetersizliklere yol açabilir.
 
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN  KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 12

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

KEMİK ERİMESİ
            Kemik erimesi halkımızda dehşet uyandırıyor. Bu olgu, kemik erimesinin bilinmemesinden kaynaklanıyor. Kansere bağlı olarak geliştiği sanılıyor. Osteoporoz (kemik erimesi) genellikle menapoz sonrası görüldüğü için, menapozla ilgili şikâyetlerde; ateş basmaları, uykusuzluk, vücutta oluşan yaygın ağrılar, damar bozukluklarına bağlı şişmeler, sellülitler, yağ toplanmaları (şişmanlığa bağlı),sabah sertliği ve yorgunluk, endişe halini hep kemik erimesi nedeni ile oluyor sanılıyor. Oysa; östrojen ve pragesteran hormonlarının azalması demek olan menapoz döneminin bir sonucudur Osteoporoz. Menapoz şikayetlerinden yalnızca birisidir. Tabii başka kemik erimesi nedenleri de vardır. Osteoporoz hastası çoğu zaman hasta olduğunun bile farkında değildir. Hastalık çok ilerlediği zaman, hastalarda kırıklar ve kemik bozuklukları olduğu dönemde ağrı hissederler ve ancak bu vakit
Doktora başvururlar.
KRONER KALP HASTALIĞI SESİZ BİR KATİLSE, OSTEOPOROZ DA SESSİZ BİR HIRSIZDIR. Siz farkında olmadan kemik varlığınız (sermayeniz) yıllar boyunca erimektedir.
Vücudunuz bu hırsızı size bildiremez, ağrı şikâyetleri yoktur.
Bir bakmışsınız kasa tamtakır olmuş, işte o zaman alarm çalar, soygun bittikten sonra.
Onun için Osteoporoz nedenini ve hangi risk grubuna giriyoruz
Öğrenmeliyiz.
1-Osteoporoz ne demektir?:  Kemik kütlesinde azalan ve kemik dokusunun mikroskobik yapısında bozulma sonucunda kemikte kırık riskinin artmasına yol açan bir iskelet hastalığıdır.
2-Osteomalizi ne demektir?: Kemikleri bal peteğine benzetirsek,petek kısmı kemiğin organik kısmını içerir. Yani; proteinli liflerden yapılmış, kirecin içine konduğu kap kısmıdır, kemiğe esneklik verir. Bal kısmı ise kalsiyumlu bileşiklerden oluşur, kemiğe ağırlık ve sağlamlık verir. Otoeomalazi kemik yumuşaması demektir. Dışarıdan kalsiyum ve D vitamini alım azlığı veya yetmezliği sonucu, kemik peteklerine kalsiyum oturamaması demektir. Bunun çocuklardaki şekline Raşitizm diyoruz. Osteoporoz da ise hem kemik peteğinde bozulma, hem de petek içindeki kalsiyum içerikliğinin azalmasıdır yani; kemiklerde bir gerileme söz konusudur.
3- Kemikler banka gibi mi çalışır?: Kemikler vücudumuzun para yatırdığı ve çektiği bir banka gibidir. Bu banka hesabınız yüksekse, kemikleriniz kalın ve güçlüdür, hesabınız düşükse kemikleriniz ince ve güçsüzdür. Hesabınızda olandan fazla çekerseniz borçlanırsınız, kemiklerinizde ise kırıklar oluşur. Kadınlardaki kemik incelmesinin en büyük nedeni östrojen hormonunun
OSTEOPOROZ RİKS FAKTÖRLERİ ENDOJEN
(Dahili Faktör)
*Genetik Beyaz, Siyah, Asyalı)
*İnce, Narin yapılı.
*Açık Renk’te fazladır.
*Ailede Osteoporoz hikayesi.
*Yaş arttıkça,
Osteoporoz antar.
*Kadın cinsinde daha fazla.
*Erken ve cerrahi menapoz arttırır.
*Medikal (tıbbi) hastalıklar
*Romatizma hastalıkları.
*Şeker hastalığı.
*Karaciger ve böbrek bozuklukları
EKSOJEN (Harici Faktör)
*Beslenme (Ca,Fosfor, Protein)
*Sedanter hayat (rahat ve tembel)
*Yaşam Tarzı (alkol, kahve, sigara)
*Güneş ışığı yoksunluğu
*İmmobilizasyon azalmasıdır. Dolayısıyla; gençlikte ve orta yaş döneminde “kemik sermayesi” ne kadar büyükse, menopoz döneminde ve yaşlılıkta sermayeden yesek bile, kemik mal varlığımız bizi sağlıklı biçimde idare edecek kadar ayakta tutar.
            4- Osteoporoz niye bu kadar önemlidir?: Kemiklerin destek gücü azalmış, yoğunlukları azalmıştır. Kemik kırıkları sonucu yatağa bağımlılık oluşabilir, hastane masrafları artar, sakatlık gelişebilir. Kemiklerdeki sürekli ağrılar huzursuzluk yapar; kemiklerdeki şekil bozukluğu, günlük hareketlerdeki yetersizlik sonucu başkasına bağımlılık gelişebilir. Hastalar sürekli olarak kemiklerinin kırılacağından korkabilirler, mesleklerini bırakabilirler.
            5- İlerlemiş yaşlarda, Osteoporoz nelere yol açar?: Sırt ağrıları,sırtta kamburluk,boy kısalması,nefes darlığı,hazımsızlık ve kabızlık,omurga ve kalça kırıklıkları,el bileği ve kol kırıklarıdır.
            6- Vücut şeklimiz aynı olduğuna göre, kemiklerimiz de sabit kalmıyor mu: Vücut şeklimiz, kemiklerimizin yapısı, kalıtımla belirlenmesine karşın, iskelet gelişimini tamamladıktan sonra bile, kemiklerimiz daima yenilenir. Eskimiş kemik yıkılır ve yıkılan kadar da yapılır. Kemiklerin en kuvvetli olduğu dönem 30-40 yaşları arasındaki dönemdir. Bu dönemden sonra kemik yıkımı, yapımından daha fazla olmaya başlar yani;bir dengesizlik ve kemik kaybı söz konusudur.
            7- Zayıf ve narin kişilerde daha mı fazla Osteoporoz görülür?: Vücut ağırlığı arttıkça kemiklere binen yük çoğalır ve kemikler kuvvetlenmek zorunda kalır. Her 10 kg'lık vücut ağırlığı kaybı %4 kemik kütlesi kaybına yol açar. Her 10 kg'lık vücut ağırlığı artışı da kemik kitlesinde % 5 artışa yol açar. Her 10 cm'lik boy artışı ise kemik kitlesini %6 artırır. Dolayısıyla, vücut ağırlığımızı korumak için hareket etmeli ve kas yapımızı artırmalıyız. Kasların çalışmasına göre kemiklerimiz düzgün biçimlenecektir.
            8-Spor ne kadar önemlidir?: Dışarıdan aldığımız kalsiyumun kemiklere yerleşmesi için,kemiklere mutlaka ağırlık bindirmek gereklidir. Tempolu yürüme, bisiklete binme, merdiven çıkma, koşma önerilebilir. Bunlar yapılamıyorsa, özel fiziksel hareketler yapılır. Kaslar güçlendikçe, kemikler de daha çok çekme ve itme kuvveti oluşur. Bu da kemik yapımını artırır.
            9- Genetik yapı etkileyici midir?: Annesinde 50 yaşından sonra kırığı olan bayanların kemik yoğunlukları,annelerinin kırığı olmayanlara göre önemli oranda düşüktür.
ABD.,Avrupa ve Avustralya'daki beyaz ırk toplumlarında,kemik minarel yoğunluğu birbirine benzemektedir. Türk toplumunda ise kadınlarda omurga ve kalça kemiklerinde %3-4 oranında kemik yoğunluğu Avrupa'ya göre daha düşüktür. Erkeklerde ise bu düşüklük % 5-6 ya kadar çıkmaktadır. El bileği kemiklerimiz (radius) ise, hem Avrupa, hem de Ortadoğu ülkelerine göre %50 daha düşük yoğunluktadır. Siyah ırkın kemik yoğunluğu, beyazlara göre %5-10 daha yüksektir. Asyalılar da daha düşük ağırlıkta olduğu için, kemik yoğunlukları Avrupa'ya göre %5-10 daha düşüktür. Türklerin boy ve kilosu,Avrupa ve Amerika'ya göre düşük olduğu için (kadınlarda 4 cm.,erkeklerde 8 cm. daha kısa) kemik yoğunlukları daha düşük görünmektedir. Dolayısıyla, Osteoporoz ölçülerinden kendi ortalama değerlerimize göre yorumlamak zorundayız. 
KEMİK ERİMESİNİN ÖNLENMESİ
Önleme hem tedavi daha kolay, hem de ucuzdur. Amaç, çocukluktan itibaren kişinin erişebileceği veya kazanacağı doruk kemik kütlesini arttırmaktır. Yanı gençlikte edinilen kemik sermayesini çoğaltmaktır.
            Çocukluktan itibaren süt ve süt ürünlerini tüketme alışkanlığı yerleştiril-mektedir. Süte karşı bizim toplumumuzda % 35 dolayında bir geçimsizlik söz konusudur. Bunun için (laktaz)lı sütler yapılmaktadır. Yoğurt ve peynir gibi diğer süt ürünlerinin yenmesi de kalsiyum ve D vitamini alınımı açısından önemlidir. D vitamininin %50'sinden fazlası deride oluştuğundan güneş ışığından dolayısız yer almak gereklidir. Gebelik, emzirme ve büyüme dönemlerinde, kalsiyum ihtiyacı artacaktır. Yaşlılarda bahar ve kış aylarında güneşli saatlerde yürüyüşler önerilmektedir.
            Protein açısından zengin diyetler ve aşırı sodyum (tuz) yüklemesi, kalsiyumun idrarla vücuttan atılımını arttıracağını (özellikle hayvansal protein) orta yaşın üzerindeki kişilerde, eğer osteoporoz riski fazla ise diyette protein  ve sodyum kısıtlaması yapılmalıdır.
            Sigara hem erkek, hem de kadınlarda kemik kaybını arttırmaktadır. Özellikle kadınlarda erken menopoza yol açması, yağ kitlesini azaltıp, dolayısıyla yağ dokusunda yapılan östrojenin karaciğerdeki metabolizmasını hızlandırıp, östrajenin azalmasına yol açmasıyla osteoporozu artırmaktadır.
            Aşırı alkol tüketimi (kortizon, kemik hormonları ve erkeklik hormonları) seviyesini arttırmak yoluyla kalsiyum ve D vitamini emilmesini azaltır ve osteoporoza neden olur sonra düşmelere neden olarak, kırık olma ihtimali arttırır.
            Kahvede bulunan kafeinin doğrudan etki yoluyla, böbrekte kalsiyum kaybını arttırdığı düşünülmektedir. Günde 5 fincan fazla kahve ve kafein içeren (kala) gazlı içecekler osteoporoz için risk oluşturmaktadır.
            Uzun süreli yatak istirahatı gerektiren hastalıklarda ve astronotlar gibi yerçekiminden yoksun ortamlarda bulunanlarda, kemik yapımı azalmaktadır. Yaşlılarda yapılan hareketler, kas gücünü, denge ve koordinasyonu arttırır, düşmelerin sıklığını azaltır. Yalnız gençlik dönemlerinde yapılan aşırı fiziksel aktiviteler (yarışma tipli sporlar) ,amonere (adet kesilmesi) yapabildiklerinden, aşırı sporlardan da kaçınmak gerekir.
            Kadınlarda, menopozdan 3-4 yıl önce yumurtalık işlevleri azalmaya başladığından, östrojen eksikliği meydana çıkmaktadır. Menopozda kemik kaybı ilk altı ayda doruk düzeyindedir. Bu dönemde kadınlarda yılda %2-3 civarında kemik kaybı olmaktadır. Cerrahi girişimlerden sonra yumurtalıklarının alınmasından dolayı erken menopoz olabilmektedir.
            Kalsiyum alımı yetersiz olduğunda, gençlikte ulaşan doruk kemik kütlesi daha düşük olmaktadır. Yaşlanmayla oluşan kemik kaybında da kalsiyum alımı şarttır. Yalnız menopoz  dönemlerinde, tek başına kalsiyum almak, kemik erimesini önlemektedir.
Çocukluk döneminde 1000 m,kalsiyum, Büyüme/Enginlik 1500 m, Genç kadın ve erkekte 1000 m, 65 yaş üstü kadın ve erkekte 1000 m,  gebelik ve emzirme döneminde 1500m, kalsiyum gündelik alınmalıdır. Günde 1500 m, kadar olan kalsiyum tüketiminde genellikle önemli bir yan etki görülmez. Daha yüksek kalsiyum tüketimi, böbrek taşı öyküsü olan olgularda, idrarla kalsiyum atılımı artıracak taş gelişimi riskini de artırabilecektir.
            Süt ürünleri ile kalsiyum tüketiminin artırılması, yağ tüketimini artıracak hiperlipidemi ye yol açacağı için, süt ürünleri az yağlı olmaktadır. Süt ve çeşitli kalsiyum ilaçları demir emilimini %50 oranında azalttığından demir eksikliği oluşmaması için, sitrat ve C vitamini içeren kalsiyum tabletleri kullanılmalıdır. Yüksek dozda alınan kalsiyum kabızlık yapabilir.
KALSİYUMDAN ZENGİN YİYECEKLER
Süt 1 su bardağı 240 mg.
Beyaz peynir 1 kiprit kutusu 131 mg.
Kaşar peyniri 1 kiprit kutusu 210 mg.
Yoğurt 1 kase 200 gr. 240 mg.
Muhallebi ½ kase 100 gr. 128 mg.
Dondurma 2 top 50 gr. 74 mg.
Yumurta 1 adet 28 mg.
Et dana 90 gr. 10 mg.
Ekmek 50 gr. 1 dilim 10 mg.
Yeşil yapraklı zebzeler 175 gr. 228 mg.
Kuru baklagiller 60 gr. 75 mg.
            Süt ürünü içermeyen bir diyet ile en fazla 300 m. Kalsiyum tüketilebilir. Eğer diyetle yeterli kalsiyum alınamıyorsa kalsiyum ilaçları önerilir. Kalsiyum yemekler arasında ve birkaç defada alınırsa daha etkili olur. En çok kalsiyum karbonat tipi ilaç kullanıldığından mide asidi yoksa yetersiz emilim oluşur. Yaşlılarda mide asidi azaldığından yemeklerle birlikte kalsiyum alınması yeğlenir. Eğer mide asidi hiç yoksa kalsiyum sitrat tipi kullanılır.
            Diyette oksalat ve fitat ıspanak varlığı,kalsiyum emilimini azaltır. Çok fazla miktardaki buğday kepeği dışında lifli gıdalar kalsiyum emilimini eksiltmez.
            D vitamini bağırsaktan kalsiyum emilimini artırır. Yetersiz D vitamini alınımı,yetersiz güneş ışığı ve yaşlılık, karaciğer,böbrek hastalıklarında,bağırsak eğilim bozukluklarında kalsiyum emilimi azalır.
            Kortizon grubu ilaçlar bağırsaktan kalsiyum emilimini azaltır.
            Antikonuülsan ilaçlar (sara hastalığı) özellikle yaşlılarda ve eve bağımlılarda vitamin D ve kemik metabolizmasını olumsuz etkiler.
            Felç hastalıkları kırık sekeline bağlı hareketsizlik durumlarında hızlı kemik kaybı söz konusudur.
DÜŞMELER ENGELLENMELİDİR
            1- Hareket alıştırmaları ile kas gücü denge ve koordinasyon geliştirilmelidir.
            2- Düşme riski yaratan hastalıklar ve belirtiler denetlenmelidir. (düşük tansiyon, felç hastalıkları,zeka bozuklukları,görme bozuklukları,şeker düşüklüğü,kalpte ritim bozuklukları)
            3- Düşme riski yaratan ilaçlarının kullanımlarından, olabildiğince kaçınmak gerekir. (Yatıştırıcı ve uyuşturucu ilaçlar, şeker düşürücü ilaçlar)
            4- Yaşlı hastalarda özellikle baston kullanmaları gerekir.
            5- Önce eğilerek çalışma, yükseğe uzanma ve ağır taşıma gibi hareketlerin gerekli değilse çok dikkatle yapılması
            6- Uygun giyim eşyalarının kullanılması (hareket engellemeyen rahat giysiler, alçak topuklu, geniş ve yumuşak tabanlı, altı kaymayan rahat ayakkabılar giyilmesi
            7- Çevre koşullarının uygun biçimde düzenlenmesi: yatak odası ve banyo yakın olmalıdır. Yeterli ışıklandırma sağlanmalıdır. Zemin kaygan olmamalıdır. Ayağın takılabileceği halı, kilim v kapların kaldırılması, kalabalık eşyanın azaltılması, banyo ve tuvaletlerde tutunma barlarının konulması, klozet yüksekliğinin ayarlanması, çok az eğilme ve dönme sağlayan uzun saplı banyo süngerlerinin kullanılması, öne eğilmeyi önlemek üzere uzun saplı ayakkabı çekeceği kullanılması yararlıdır.
            Bu önlemlere ek olarak ileri yaştaki kadın ve erkeklerde düşme sırasında kalça eklemlerine dıştan koruma sağlamak amacıyla özel oteller ya da frokanterik yastık içeren ve iç çamaşırı üzerine giyilen şortlar kullanılabilir.
            Kemik oluşumu anne karnında başlamaktadır. Gebe ve emziren kadınlarda, annenin kalsiyum alımının yeterli düzeyde olması çok önemlidir. Çocukluk döneminde ise şüt tüketimi teşvik edilmeli, dondurma gibi ürünlerin yenmesi özendirilmelidir.
            Ekmek unu içerisinde kalsiyum eklenmesi çocukluk döneminde, hem de yaşlılarda halk sağlığı açısından önerilmektedir. İçme suyu içerisindeki kalsiyum miktarı arttırılmalıdır. İçme suyu içerisine florid katılması da önemlidir. Vücudun günde 05-4 mg/lt florid'e ihtiyacı vardır. Aynı zamanda diş çürüklerini de önleyecektir.
            Osteoparoz'da korktuğumuz kemik kırıkları, çoğu zaman geri dönüşümü olmayan, trabekül elementlerin bütünüyle kaybı içeren,kemikte mikroyapısal değişiklikler ile birliktedir. Artık vitamin D algılayıcı genin, kemik yoğunluğu düşünülmektedir. Bağırsaklardan kalsiyum emiliminin artması için D vitamini gereklidir. Günlük 200 ünite D vitamini alınması gereklidir. Yalnız dışarıdan D vitamini alarak da zamanla yetmemektedir. 60 yaşından sonra, bağırsaklardan D vitamini emilmesi neredeyse yarı yarıya azalmaktadır. Yaz ve sonbaharda, deride D vitamini yapımına bağlı olarak vücutta D vitamini artmaktadır. Kışın ve ilkbaharda ise bu düzey azalmaktadır.
            Osteoparoz'u olan kadınlarda, ötrojen eksikliği olanlarda, östrojen (kadınlık hormonu) verilmesi ile kemik kayıpları azalmaktadır. Kalça kırığı riskinde % 50 dolayında bir azalma meydana gelmektedir. Östrejen tedavisine ne kadar erken başlanırsa ve ne kadar uzun süre devam edilirse riski de o kadar azalma olacağı kabul edilmektedir. Menapoz dönemindeki sıkıntıları gidermek için kısa dönem östrojen kullanımı gereken, Osteoparoz için ise bu süre en az 5-10 yıl gibi uzun sürebilir.
            Östrojen kullanamayan kadınlarda ve erkeklerde alternatif bir ilaç olarak kalsitanin kullanmalıyız. Günümüzde spreyleri kullanılmakta ve günde 200 ünüte dozunda önerilmektedir. Yalnız yanında 1000 mg kalsiyum ve 400 ünite kadar D vitamini alımı önerilmektedir. Yalnız; kemik yapım, yıkım döngüsünün hızlı olduğu dönemlerde daha etkili olduğu düşünülmekte;hatta bir yıl sonra direnç gelişebileceği belirtilmektedir. Bunun için hastaların aralıklı kullanımı (3 ay kullanıp,3 ay kullanmama) tavsiye edilmektedir. Bitosfanat grubu denen, kemik yıkıcı hücreler tarafından tutularak, kemik yıkımını önleyen başka tip ilaçlarda vardır (Fosamax). Yalnız bunlar kemikte uzun süre tutulduklarından, kemik kalitesinde bir değişiklik yapıp yapmadığını biliyoruz. Devamlı kullanılmaları halinde, istikrarlı bir biçimde kemik kazancı sağladıkları kanıtlanmıştır. Kullanmayan hastalarda kemik kaybı olurken, tedavi grubunda olumlu yönde kemik kazancı vardır.
            Fazla Kalsiyum Almak Böbrekte Taş Yapar   mı ? : Tüm böbrek taşlarının yaklaşık % 80'inde kalsiyum oksalat önemli rol oynar. Gıda ve ilaçlarla dışarıdan kalsiyum alımının artması ile idrar yoluyla oksalat atılımının azalmasına ve bağırsaktan oksalat emiliminin azalmasına bağlı olarak, böbreklerde taş oluşumu azalır. Yine de suyun bir ölçüsü vardır. Standardı şudur: günde 2500 mg kalsiyum ve günde 2000 ünite D vitamini geçilmemelidir. Diyetle alınan kalsiyum, idrarla atılan kalsiyum arttırdığı için böbrek taşı oluşumunda bir risk etkeni olarak kabul edildiği için;böbreği taş yapan kişilere,daha fazla sıvı alımı;kalsiyum, sodyum ve kırmızı etten fakir bir diyet önerilmekteydi. Artık yalnızca sıvı alımını arttırılması tavsiye edilmektedir. Şimdiki görüş şudur: Yeterli miktarda kalsiyum alınmalı, hem kemik kaybı azaltılmalı,hem de böbrekte taş oluşumu azaltılmalıdır. Artık hem kalsiyumu, hem de D vitaminini birlikte bulunduran ilaçlar piyasada bulunmaktadır. (Cal-D-Vita/Calcia)
            Kemik Erimesinde İdeal Tedavi Nedir ?: Amaç,hem kemik kütlesini arttırmak,hem kemik yıkımını azaltmaktadır. Kemik yapımını arttıran ilaçlar, fluoridler, anabolik steraidler,büyüme hormonları pek kullanılmamaktadır. Daha çok östrojen, kalsitanin, kalsiyum ve vitamin D ,bifosforat grubu,thiazide grubu diüretikler gibi ilaçlar kullanmaktayız.    Osteoparoz'da, hem remodelling (yeniden şekillenme) döneminde, kemik yıkımı lehine daha az kemik kaybı gelişmektedir. Kemik erimesi risklerine maruz kalan kişilerde ve menopoz sonrası Osteoparoz olan kadınlarda daha yüksek hızda kemik çevrilmektedir. Bu tip yatkın hastalarda daha fazla kemik erimesi alınmaktadır. Bifostonet grubu ilaçlar (Fosümax),kemik yıkımını yavaşlatırken, yani kemik çevrim hızını azaltırken kemik yapımının da yavaşlaması sonucunu getirmektedir.
            Yaşlılarda, kemik çevrim hızı diğer hasta grubları kadar hızlı değildir. Dolayısıyla kemik yıkımı hızı fazla olan kişilerde, kemik yıkımı hızını azaltıcı ilaçlar tercin edilmelidir.
            Kemik mineral yoğunluğunda %10'luk bir artış, kemik kırık riskini % 50 oranında azaltmaktadır. Fluorit tedavisi ile kemik mineral yoğunluğunda önemli artışa ragmen, kemik kırık riskinde azalma meydana gelmez. Kemik ağırlaşmasına rağmen, kemik kalitesini artmamıştır. Fakat östrojen verilmesi, kemik kırılganlığını belirgin derecede azaltmaktadır. Yanı, her zaman kemik yoğunluğunun artışı, kemiği kaliteli yapmaktadır. Kalsitrial (Rocaltrol) D vitamini yapımında, son basamak olarak, böbrekte yapılır. Aktif D vitaminidir. Hayvan deneylerinde bile,menopoz sonrası kemik kaybından koruduğu göstermiştir. En önemli yan etkileri, kanda ve idrarda kalsiyumu arttırmasıdır. Kontrollü verilir.
 (hareketsizlik)
*İlaç kullanımında
*Kortizon
*Tiroid hormonu
*Aluminyumlu
*Antiasitler
*Kemoterapi
(Kanser tedavisi)
*Heparin
*Yüksek tansiyonda
Diüretik ilaç kullanımı
*Epilepsi ilaçları kullanı
 

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 

1

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.