YIL 16  SAYI 191    27-Ocak-2015

Bilgiler Ulusal Kanaldan alınmıştır!
Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
TALAT PAŞA KOMİTESİ DOĞU PERİNÇEK
Bundan tam yüz yıl önce yapılan savaş nedeni ile Osmanlı İmparatorluğunda bulunan ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında da kendilerine çok güvenilen ve MİLLET-İ SADIKA diye adlandırılan Gayri Müslüm Ermeni Vatandaşları diş güçler ve bilhassa FRANSA tarafından da adeta bir maşa gibi kullanılarak Osmanlı İmparatorluğuna iç düşmanı yapılmışlardı.
Bu kandırılmış ve bağrımızda yaşayan ve halen yaşattığımız kimi kaynaklara göre 60.000 Ermenistan Vatandaşı Türkiye Cumhuriyetinde sigortası ve vergisiz çalışarak kazandıkları paralar ile Ermenistan Devletinin en büyük gelir kapısı görmektedirler. Bu Mali sömürüye ses çıkartmayan Türkiye’ye karşı, Dünya üzerinde yaşayan Ermeni gruplarının kurduğu “DİASPORASI” her Nisan ayında “ERMENİ SOYKIRIMI” yalanı pişirerek dünya devletlerinin satın alınmış devlet adamları ile önümüze getirilmektedir!
2000'li yıllarda, "Ermeni Soykırımı yaptınız" suçlaması üzerine kuruluş sürecinin başladığını Ermeni Soykırımı yalanı karşısında bu günlere kadar gelmiş ve Türkiye için Ülke dışında da birçok tepkilerle birlikte bazı ülkelerin ERMENİ SOYKIRIMI YOKTUR diyenlere hapis cezaları ve para cezaları kararları alınmaya başladı.
Talat Paşa Komitesi 13 Ocak 2007 günü KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rahmetli Rauf Denktaş başkanlığında, Yıldız Teknik Üniversitesi Senato Salonunda toplandı. Burada kararlar alındı toplantıda bulunan ve Yürütme Kurulu adına aşağıda isimleri bulunan zatlar bulunmakta idi: 
Rauf  Denktaş, KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı (Danışma Kurulu Başkanı)
Ferit İlsever, Ulusal Kanal Yönetim Kurulu Başkanı (Yürütme Kurulu Sekreteri)
Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, İ.Ü. E. Rektörü
Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal, Marmara Ü. Uluslararası Hukuk Abd Bşk.
Nüzhet Kandemir, Dyp Genel Başkan Yardımcısı, E. Büyükelçi
Av. Ertuğrul Kazancı, Eğitimci-Hukukçu
Dr. Cüneyt Akalın, Marmara Ü. İletişim Fakültesi Öğrt. Ü.
Prof. Dr. Aygün Attar, Dumlupınar Ü. Tarih Arş. Merkezi Müdürü 
Orhan Ayber, Chp Manisa Eski İl Başkanı, İnşaat Yüksek Mühendisi
Prof. Dr. Can Ayday, Anadolu Üniversitesi Öğr. Ü.
Prof. Dr. Mahir Aydın, İstanbul Ü. Öğrt. Ü.
İbrahim Benli, Sanayici
Taner Beygo, Uluslararası Avukat
Servet Bora, Yozgat Eski Senatörü 
Ahmet Zeki Bulunç, Kktc Eski Ankara Büyükelçisi 
Av. Mehmet Cengiz, İşçi Partisi Genel Bşk. Yrd.
Demirtaş Ceyhun, Yazar
Fazıl Ceylan, Y. Mali Müşavir
E. Gen. Servet Cömert
Yakan Cumalıoğlu, Kıbrıs Milli Koordinasyon Komitesi Başkanı 
Zeki Çeliker, Türk Parlamenterler Birliği Bşk.
E. Yb. Atilla Çilingir,
E. Alb. Rıdvan Danış
Prof. Dr. Necmi Dayday, Nükleer E. Uzmanı
Yavuz Dedegil, Almanya Add Birliği E. Bşk.
Av. Veli Devecioğlu, 
Arif Ekim, Hür Parti Genel Bşk. Yrd.
Zehra Bilge Eray, Mimar, Kıbrıs Türk Kültür Derneği İst. Şube Başkanı 
Prof. Dr. Ö. Ahmet Ercan, Jeofizik Kurumu Derneği Kurucu Genel Başkanı
Prof. Dr. Uçkun Geray, İstanbul Ü. E. Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Erbil Gözükırmızı, İ.Ü.Cerahpaşa Tıp Fak. Nöroloji Ab Bşk.
Raif Güler, Dyp Bayrampaşa İlçe Yönetim Kurulu Üyesi
M. Bedri Gültekin, İp Genel Bşk. Yrd.
Doç Dr. Emin Gürses, Sakarya Ü. Öğrt. Ü.
Ahmet Kayıhan Kabadayı, Eski Sivil Havacılık Genel Müdürü
Av. Şakir Keçeli, 
Prof. Dr. Naci Kepkep, Ytü E. Öğrt. Ü. 
E. Kur. Alb. Cemalettin Korkut
Prof. Dr. Semih Koray, Bilkent Ü. Öğrt. Ü.
O. Bilge Kuruca, Kaynak Yayınları Genel Müdürü
Av. Mirko Lot, 
Prof. Dr. Erol Manisalı, İü. Öğrt. Ü.
E. Korg. Yaşar Müjdeci
Erkan Önsel, İp İstanbul İl Başkanı
Prof. Dr. Durul Ören, Yıldız Teknik Ü. Rektörü
Üzeyir Özeyranoğlu, Dış İlişkiler Sorumlu Bşk. Dyp İstanbul İl Bşk. Yrd.
Prof. Dr. Yakut İrmak Özden, İ.Ü. Aiitae Müdürü
Turan Özlü, Ulusal Kanal Genel Müdürü
Hüseyin Haydar Öztürk, Şair
Özcan Pehlivanoğlu, Balkan Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı
Doğu Perinçek, İp Genel Başkanı
Mehmet Perinçek, İ.Ü. Araştırma Görevlisi
Şule Perinçek, Atabe Genel Yayın Yönetmeni
Prof. Dr. Tülin Sağlamtunç, Kütüphaneler E. Genel Müdürü
Bahri Sipahi, Eski Dsp Milletvekili
Taylan Sorgun, Gazeteci
Prof. Dr. Kürşat Yıldız, Kocaeli Ü. Öğrt. Ü.
Hüseyin Macit Yusuf, Ulusal Türk Kuruluşları Dünya Konseyi Başkanı
Kurul toplantıda aldığı kararları uygulamaya koydu.
İsviçre'de 2005 yılında katıldığı üç değişik konferansta Doğu Perinçek  "Ermeni soykırımı"nın varlığını inkâr etti. Bu ülkedeki Ermeni dernekleri tarafından İsviçre Ceza Kanunu'nun 'ırkçı ayrımcılıkla' ilgili maddesi temelinde dava açılmış, Doğu Perinçek aleyhine sonuçlandı.
İsviçre mahkemeleri 2007 yılında Perinçek'i "ırkçı ayrımcılık" suçundan tecilli 90 günlük tazminat, "Ermeni soykırımını açıkça reddettiği" gerekçesiyle de 3 bin İçvire Frangı para cezasına mahkum etmişti.
Karara 2008 yılında AİHM önünde itiraz eden Perinçek hakkında alınan mahkeme kararıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğüyle ilgili maddesinin ihlal edildiğini savunmuştu.
Doğu Perinçek tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) İsviçre'ye karşı açılan ve 'soykırım davası' olarak tanımlanan davanın temyiz duruşması Strasbourg'da yapıldı savunmalar aşağıda sayfalarda bulunmaktadır.
Sayın PERİNÇEK Türkiye dışına çıkma yasağı olan bir liderdi. Bir kampanya açılarak talepte bulunulduğunu gördüm. Bu AİHM davasında bizzat katılmasının ülkemize çok büyük katkısının olacağını düşündüm ve bende bu kampanyaya kendi sayfamda katıldım.
           Sayın PERİNÇEK Türkiye dışına çıkma yasağı olan bir liderdi. Bir kampanya açılarak talepte bulunulduğunu gördüm. Bu AİHM davasında bizzat katılmasının ülkemize çok büyük katkısının olacağını düşündüm ve bende bu kampanyaya kendi sayfamda katıldım.
 https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10206198592832684&set=a.1215909246781.34545.1500333584&type=1&theater
            Sayın Perinçek için mahkeme kararı ile ülke dışına çıkma yasağı kaldırıldı. Tari
26 Ocak 2015 tarihinde facebook'ta bir sayfa açtım https://www.facebook.com/pages/Ermeni-Soykirimi-Yoktur/891288524238385
Dergimi her ayın 25'inde yayınladığım dergimi bu tarihi duruşma bilgilerini sizlere ulaştırmak için bu güne aldım!
Sayın Perinçek ve Arkadaşlarının TALAT PAŞA KOMİTESİ nin Türkiye için savunan ve mahkemelerde Türkiye'yi savunarak bu güne kadar verdikleri uğraşın sucunu sizlere sunmayı kendime bir görev verdim.
Bu sayımda kendi girişimimle bu bilgileri okuyucularımla paylaşmak istedim.

Saygılarımla!

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Doğu PERİNCEK İşçi Partisi Lideri
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BÜYÜK DAİRESİ’NDEKİ SUNUMU:
"Sayın Yargıçlar,
Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Mahkemenize güveniyorum.
1. Avrupa insanının özgürlüğü için buradayız. AİHM 2. Dairesi’nin 17 Aralık 2013 günü açıklanan kararı, Avrupa’nın özgürlük mirasını temsil ediyor ve Avrupa’daki özgürlükleri güvence altına alıyor. O kararı aynen tekrar ediyoruz.
Düşünceyi açıklama özgürlüğü, farklı, hatta aykırı görüşe özgürlüktür. Özgürlük, statükoya karşı çıkanlara gereklidir. Iordano Brunolar, yerleşik inançları tartışmaya açtıkları için yakıldılar.
Birinci Dünya Savaşında taraf olan devletlerin ve halkların birbirlerine karşı o tarihlerden kalan belli yargıları var. Bunların geleceğimiz üzerindeki olumsuz etkilerinden kurtulmalıyız. Avrupa insanının bilinci, 1915 olayları konusunda yasaklarla kuşatılmasın.
2. Daire kararında 1915 olaylarına ilişkin görüşlerin tartışmalı olduğu saptanmıştır. Ermeni Patrik Vekili Ateşyan ve Başpiskopos Anuşyan bu ay yaptıkları konuşmalarda, kimi Ermeni ve kimi Türk çevrelerinin “birbirlerini zalim ve kendilerini mazlum” olarak görmelerindeki olumsuzluğa değindiler ve “dış mihrakların rolünü” vurguladılar (Ateşyan ve Anuşyan’ın konuşmaları ekli). Biz de aynı görüşteyiz. 2. Daire, Ermeni Patriği dahil, herkesin özgürce konuşmasına güven sağlayan bir karar vermiştir.
Biz, 1915 olaylarının ”soykırım” tanımına uymadığını belirttik ve bu savımızı bilimsel usavurmayla öne sürdük. İsviçre Mahkemesine 90 kilo Rus ve Ermeni belgesi verdik. Rus raporlarına ve mahkeme kararlarına, Ermeni devlet adamlarının ve subaylarının resmî rapor ve kitaplarına, Alman generallerinin tanıklığına dayandık. Görüşlerimiz tartışılabilir, ama bizim özgürlüğümüzü korumak, Avrupa hukukunun gereğidir.
2. Soykırım hukuki bir tanımdır. Ankara Hukuk Fakültesinde Devlet Teorisi ve Kamu Hürriyetleri alanında ders vermiş bir bilim insanı olarak yaptığım araştırmalar sonucu vardığım kanaat şudur: Osmanlı devleti, Ermeni yurttaşlarımıza karşı uygulamalarda, Ermeni toplumunu toptan yok etme amacıyla hareket etmemiştir. Bununla birlikte Birinci Dünya Savaşı sırasında karşılıklı kırım ve zorla göç ettirme (tehcir) olduğunu her zaman belirttim. Ermeni yurttaşlarımızın acılarını her zaman paylaştım. Ermenilere karşı husumet veya nefret içeren tek sözcüğümü bulamazsınız. Onların kültürümüze ve hayatımıza katkılarını her zaman vurguladık. Ermenileri değil, “büyük devletleri” sorumlu tuttuk. Bu söylemimizle de Ermeni yurttaşlarımızı koruduk.
3. Avrupa’da ve Türkiye’de barış ve kardeşliği koruyalım. “Ermeni soykırımı” iddiaları tabulaştırıldı ve Avrupa’da Türkleri aşağılamanın aracı haline getirildi. Türkler ve Müslümanlar, bugün Avrupa’nın karaderilileridir. Bırakınız mazlumları savunanlar da konuşabilsin. Ermeniler de bu mazlum kavramı içindedir. Mazlumların konuşma hakkı, Avrupa’da hoşgörünün ve kardeşliğin gelişmesi için en sağlam güvencedir. AİHM, ifade özgürlüğünü güvence altına alan kararıyla nefret söylemini de mahkum etmiş olacaktır. Biz Avrupa ve Türkiye’de barış ve kardeşlik için buradayız.
Doğu Perinçek
ulusalkanal.com.tr

http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/iste-dogu-perincekin-aihmde-yaptigi-tarihi-konusma-h48108.html

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mehmet CENGİZ Avukat

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BÜYÜK DAİRESİ’NDEKİ SUNUMU:
Mehmet CENGİZ'in Büyük Daire'de yaptığı konuşma şöyle:
1) Bu davanın özü, “düşünce ve ifade özgürlüğü”dür. D.Perinçek hakkında, İsviçre Ceza Kanunu’nun değişik 261. maddesinde yer alan “soykırımı haklı çıkarmak” vb. suçlardan soruşturma açılmamıştır. Hakkındaki suçlama yanlıca, anılan maddenin 4. fıkrasında yer alan “bir soykırımı veya insanlığa karşı işlenmiş diğer suçları inkâr etmek” fiiline dayalıdır.
2. Daire de bunu saptamış ve bunun dışındaki hususların tartışılmasının bu davanın konusu olmadığını söylemiştir. (Prg. 53)
İsviçre Federal Mahkemesi, 17 Aralık 2007 tarihli kararında dahi;
İsviçre Ceza Kanunu'nun ilgili hükmünde, "Ermeni soykırımını inkârın da, cezai bakımdan açıkça ırk ayrımcılığı fiili şeklinde nitelendirilmediği" kabul ediliyor. (Prg. 13/3.1)
Dolayısıyla, "ırkçı söylem", "nefret suçu" gibi iddialar bu davanın konusu değildir.
2) D. Perinçek, hukuksal bir değerlendirme yapmıştır. Trajik 1915 olaylarındaki katliamları ve sürgünleri, yani o olaylardaki actus reus'u reddetmemektedir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, 100 yıl önce Osmanlı Devleti’nde yaşanmış olan trajik olaylarla ilgili hukuksal nitelemedir. Perinçek, o olayların “soykırım suçu” sayılamayacağı görüşünü savunmaktadır. Perinçek'in “soykırım” terimini kabul etmemesinin temel nedeni hukuksaldır ve kaynağını 1948 Soykırımı Sözleşmesi’nden almaktadır. Başvuranın, Ermenilerin uğradığı kıyım ve tehcirleri inkâr etmediği, olayların "soykırım" olarak nitelendirilmesini reddettiği, İsviçre mahkemelerinin de kabul ettiği bir gerçektir. (Prg. 11)
3) 1915’te yaşananların “soykırım” olduğu konusunda “oydaşma” bulunduğu ileri sürülemez. Nitekim 2. Daire, kararında; “Mahkeme, tarihi bir gerçeğin araştırılması ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası iken, tarihçiler arasında halen devam eden bir tartışmaya ait tarihi meseleler hakkında hüküm vermenin kendisine düşmediğini hatırlatmaktadır”. (Prg. 53)
4) 1915 olaylarıyla ilgili uluslararası bir mahkeme kararı yoktur.
2. Daire’nin kararında şu değerlendirme yapılıyor:
"Her halükarda, doğası itibariyle tarihi araştırmanın tartışmalı ve tartışmaya açık olması ve nihai sonuçlara ulaşmaya veya nesnel ve kesin gerçekleri ifade etmeye pek imkân vermemesi nedeniyle, mevcut başvurudakine benzer olaylara ilişkin olarak bir 'genel oydaşma', özellikle de bilimsel bir oydaşma olabileceği bile kuşkuludur. Bu bağlamda, işbu dava Holokost suçlarına ilişkin davalardan açıkça ayrılmaktadır".
Holokost suçu uluslararası bir mahkeme tarafından saptanmış ve sorumluları mahkûm edilmişlerdir. 8 Ağustos 1945 tarihli Londra Anlaşması'na ekli (Nürnberg) Uluslararası Askeri Mahkemesi Statüsü'nün 6. maddesinin c fıkrası ile sarih bir hukuki temeli bulunmaktadır. Nitekim AİHM de kararlarında Holoskost kapsamındaki fiillerin gerçekleştiğinin uluslararası bir mahkeme tarafından açık bir biçimde saptandığını ifade etmiştir. (Prg. 117)
5) Avrupa Konseyi'nin de "Ermeni soykırımı" iddialarına ilişkin bir kararı yoktur. Bu husus, 2. Daire Kararında da açıkça belirtilmiştir. Yalnızca 20 kadar üyenin 24 Nisan 2013 tarihinde yaptıkları bir açıklama vardır. Yine 2. Daire kararında belirtildiği gibi; "Bu yazılı beyanın bağlayıcılığı imza sahipleri ile sınırlıdır". (Prg. 29)
6) İsviçre’deki yasaklama ve D. Perinçek’in cezalandırılması günümüz Avrupa’sındaki standartlara da aykırıdır. D. Perinçek, aynı açıklamaları, aynı tarihlerde Almanya ve Fransa’da da yapmış, böyle bir yaptırımla karşı karşıya kalmamıştır.
Fransa'nın 29 Ocak 2011 tarihinde kabul ettiği, 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanıyan yasa, Fransa Anayasa Mahkemesi'nin 28 Şubat 2012 tarihli kararıyla Anayasaya aykırı bulunmuş ve iptal edilmiştir.
Fransa Anayasa Mahkemesi kararında şu gerekçelere yer verilmiştir:
"Bir soykırım suçunu tanımayı amaçlayan bu yasama hükmü, kanunlara verilen kural yapıcı bir içeriğe hiçbir zaman sahip değildir. Ayrıca sevk edilen kanunun 1. maddesi, Fransız kanunlarıyla bu şekilde tanınmış bir veya birçok soykırım suçunun varlığını küçümsemeyi veya tartışmayı cezalandırmaktadır. Yasa koyucu, bu şekilde, kendince tanıdığı ve nitelendirdiği suçların hukuki tasnifinin ve varlığının tartışılmasını böyle cezalandırarak iletişim ve ifade özgürlüğünün kullanılmasına Anayasa'ya aykırı bir müdahalede bulunmuştur. Bu nedenle, diğer hukuki itirazları incelemeye ihtiyaç duymaksızın, sevk edilen kanunun 1. maddesinin Anayasa'ya aykırı ilan edilmesi gerekmektedir. Bu maddenin ayrılmaz parçası olan 2. maddenin de aynı şekilde Anayasa'ya aykırı ilan edilmesi gerekmektedir". (Prg. 33)
Fransa'dakine benzer gelişme İspanya'da da yaşanmıştır. İspanya Anayasa Mahkemesi, 7 Kasım 2007 tarihli kararında, "soykırımının inkarı" suçunun Anayasa ile bağdaşmadığı sonucuna varmıştır.
İspanya Anayasa Mahkemesi, bu kararında, söz konusu eylemin "nefret söylemi" oluşturup oluşturmadığını da tartışmış ve "soykırım suçunun yalnızca inkar edilmesinin vatandaşlara, belirli bir ırktan gelenlere veya inanca sahip olanlara karşı doğrudan şiddeti teşvik etmek anlamına gelmediği sonucuna varmıştır".
"Yalnızca belli olayların meydana gelip gelmediğine ilişkin sonuçlar yayımlayarak, bunlar hakkında veya bunların yasadışı niteliğine ilişkin bir değer yargısında bulunmamanın, Anayasa'nın 20. maddesinin 1. fıkrasının b bendiyle güvence altına alınan bilimsel özgürlük kapsamına girdiğini ve bu özgürlüğün ifade ve haber alma özgürlüğüne göre daha güçlü biçimde korunduğunu belirtmiştir. Son olarak, bu tutumunun tarih araştırması yapılması ihtiyacından kaynaklandığını, tarih araştırmalarının özünde tartışmalı ve tartışılabilir olduğunu, zira bunların mutlak kesinliğinin ortaya çıkarılması mümkün olmayan sav ve değer yargıları üzerine bina edildiğini kaydetmiştir". (Prg. 38)
"Soykırımın inkârı"nı genel bir cezai müeyyideye tabi tutan tek devlet olan Lüksemburg, bu fiilin cezalandırılmasını, sözü edilen "soykırım"ın "bir Lüksemburg mahkemesi veya uluslararası mahkeme tarafından tanınmış olması" koşuluna bağlamıştır. (Prg. 39)
Son olarak. Almanya Hükümeti, Sol Parti milletvekillerinin sorularına verdiği yanıtta özetle; ‘Soykırım suçu BM tarafından 1948’de tanımlanmıştır. Bu sözleşme geriye dönük olarak 1915 olaylarına uygulanamaz. Keza, soykırımı inkârı cezalandıran yasa Almanya’da uygulanamaz’ denilmiştir.
7) "Ermeni toplumunun üyeleri" kadar "Türk toplumunun üyeleri"nin "onuru" da gözetilmelidir.
1915 olaylarının “soykırım” olarak nitelenmesi, o olaylarla “Holokost” arasında paralellik kurulması planının gündeme getirilmesi ve bu amaçla propaganda faaliyeti yürütülmesi, 1965’te kararlaştırıldı. Bu propaganda faaliyetini desteklemek için “ASALA” ve “Ermeni Kurtuluş Ordusu” gibi terör örgütleri oluşturuldu. Bu örgütler, Türkiye “soykırım”ı tanımıyor gerekçesi ile Büyükelçiler, Başkonsoloslar dâhil, Türk diplomatlarını, bunların eşlerini, çocuklarını, Birleşmiş Milletlerde görevli olan bir Türk dahil 46 kişiyi, sırf Türk oldukları gerekçesi ile katlettiler, yüzlerce Türk’ü yaraladılar. 1915 olaylarının hukuksal ve tarihsel sebeplerle “soykırım” sayılamayacağını belirten bilim adamları, gazeteciler saldırıya uğradı ve uğramaya devam ediyorlar. Konu tartışılırken, bu durum da dikkate alınmalıdır.
8) Başvuru değerlendirilirken, ihlalin yarattığı sonuçlar da gözetilmelidir. D. Perinçek'e yönelik bu anti-demokratik tutum nedeniyle; "soykırım karşıtı" perspektiften yazanlar, bunu olağanüstü risk altında yaptılar. Sırf yazdığı bir yazı yüzünden Prof. Shaw topa tutuldu. Justin McCarthy’e ölüm tehditleri yapıldı. Guenter Lewy’nin son eserini yayımlayan üniversite yayınevi iki Ermeni bilim adamınca rahatsız edildi. Kısaca, açık tartışma baskı altına alındı ve üzerine bir korku perdesi indirildi.
Ancak, İsviçre Mahkemesi tarafından "kışkırtıcı" bulunan Perinçek'in konuşması, demokratik bir toplum için gerekli olan bir fikir alanı da açmıştır.
Örneğin, İsviçre Adalet Bakanı Bay Blocher, Türkiye’ye yaptığı resmi bir ziyarette, medyaya da yansıyan açıklamalarında; İsviçre Hükümeti'nin, İsviçre Ceza Kanunu'nun 261. maddesini revize etmek niyetinde olduğunu, çünkü bunun ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığını, tarih araştırmalarını engellediğini söylemişti.
9) Irkçı kasıt D. Perinçek’in dünya görüşü ve yaşamıyla bağdaşmaz.
Ceza Hukukunda kasıt, suçun manevi unsurudur. D. Perinçek’te her kastı arayabilirsiniz, ama ırkçılık kastını isterseniz bin yıl arayın, bulamazsınız. Çünkü dünya görüşü, Bilimsel Sosyalizm’dir. Daha önemlisi, bütün ömrünü ırkçılığa karşı mücadeleye vermiştir. O nedenle beş kuşakla toplam 13 yıl hapis yatmıştır. Perinçek’in mahkûmiyet gerekçelerini inceleyiniz, hepsinde ırkçılığa karşı mücadelesini göreceksiniz. Genel Başkanı olduğu Sosyalist Parti 1991 yılında Kürt meselesindeki tavrı nedeniyle kapatılmıştır ve Doğu Perinçek bu konuda AİHM’de Türkiye Devleti’ne karşı açtığı davayı kazanmıştır. Keza, ırkçılığa karşı söylemleri nedeniyle cezalandırılmış, bu konuda AİHM’ne yaptığı başvuru da kabul edilmiştir (Bunların dosya numaraları, “21237/93” ve “46669/99”dir). Böylece Perinçek’in ırkçılığa karşı mücadelesi, AİHM kararıyla da tescil edilmiştir.
Perinçek, ırkçılığa karşı mücadelesi nedeniyle Avrupa’nın en yüksek siyasal makamı olan Avrupa Troykasının başında bulunan Lüksemburg Dışişleri Bakanı Poos tarafından resmî olarak kabul edilmiştir. Yine ırkçılığa karşı mücadelesi nedeniyle Perinçek, Avrupa Gazeteciler Federasyonu (FIDEJ) ve Irkçılığa karşı Mücadele Ligası (Liga Internationale Contre Raccism, LICRA)) tarafından 1991 yılında Altın Tüy (Plumbd’or/Golden Feder) ödülüne aday gösterildi. Perinçek, LICRA tarafından Lüksemburg’a davet edildi ve Avrupa Parlamentosu salonunda konferans verdi. Konuşmanın başlığı, “Kürt Sorunu Türk Sorunudur”.
Suç iddiasının suçlananın kişiliğine uyması gerekir. Perinçek, başkanı olduğu İşçi Partisi’nin görüş ve programlarında da belirtildiği gibi, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve ayrımcılığa kesinlikle karşı olan bir siyaset adamıdır. Nitekim, Lozan Bidayet Mahkemesi'nde şunu vurgulamıştı: "Benim ırkçı ve aşırı milliyetçi olduğum ileri sürüldü. Irkçılık benim açımdan şerefsizliktir".
D. Perinçek'e yöneltilemeyecek tek suçlama, "ırkçılık"tır.
uulusalkanal.com.tr
http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/iste-dogu-perincekin-avukati-mehmet-cengizin-aihmdeki-konusmasi-h48111.html

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Laurent PECH
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BÜYÜK DAİRESİ’NDEKİ SUNUMU:
Laurent PECH’İN konuşması şöyle:
(1) Temel ilkeler
Sayın yargıçlar, konuşmama iki temel ilkeyi hatırlatarak başlamama izin verin;
Eğer ifade özgürlüğü kesin bir hakkı değil de daha çok uygulanması sınırlanabilir ve şartlandırılabilir bir hakkı garanti ediyorsa ;
Daha evvel arkadaşımın da belirttiği gibi, kamu erkinin bu hakkı keyfi veya nispetsiz bir şekilde sınırlaması değil de tam tersine bazı şartlara uyarak sınırlaması uygunsa ;
Özünde, demokrasilerimizde, özgürlük kanununda, sınırlamada ve istisnada var olur.
(2) İtirazlar
Bu çerçevede mevcut davada, mahkemenizin hiçbir şekilde Ermeni halkının, 1915 senesinden itibaren maruz kaldığı katliamların ve zorla göç ettirmelerin varlığı ile ilgili olarak veya bu olguların İsviçre Ceza Kanunu bağlamında « soykırım » olarak tanımlandırılabilmesi ile ilgili olarak karar alma zorunluluğu olmadığını hatırlatmak önemlidir.
Dava, bu olayların « soykırım » olarak tanımlandırılmasını tartışma hakkının ifade özgürlüğü tarafından korunup korunmadığına karar vermek üzerinedir.
Müvekkilimiz hiçbir zaman katliamların veya tehcirin varlığını tartışmamış veya bu olguları haklı çıkarmaya çalışmamıştır.
Öte yandan, müvekkilimiz asla Ermenilere karşı nefreti kışkırtma amacı gütmemiştir.
İsviçre Hükümeti tarafından sunulan yazılı müşahadeler bu konuda bazı yanılgılar içermektedir. Bu bağlamda, davamızın, içtihatlarınız temelinde olgunlaşan Holokost’un inkarı üzerine ilkeler temelinde çözülemeyeceğini tekrar etmek önemlidir. Çünkü müvekkilimiz hiçbir şeklide 1915’ten itibaren işlenen suçları inkar etmemiş veya haklı göstermeye çalışmamıştır.
(3) Uygulanması gereken ana ilkeler
Dava, azınlıkta kalan, kamu yararının tam olarak sağlanmadığı konularda tartışma yaratan görüşlerin savunulması hakkının kapsamını mahkemenizin karara bağlaması üzerinedir.
Bu çerçevede, bugüne kadar içtihatlarınızın temelini oluşturan ana ilkelerin, özellikle de aşağıda saydığımız üç ilkenin tekrar doğrulanmasını diliyoruz ;
- İlk olarak, ifade özgürlüğü, sadece lehte veya farklı ve saldırgan olmayan « bilgi » ve « fikirleri » kapsamaz ayrıca inciten, telaşlandıran ve şok edici fikir ve bilgileri de kapsar ilkesi;
İkinci olarak, tarihi gerçekleri araştırmak ifade özgürlüğü kapsamındadır ve mahkemenizin halen tartışılmakta olan tarihi sorunlarla ilgili karar vermek gibi bir görevi yoktur ilkesi;
Son olarak, geçen zaman, ifade özgürlüğünün lehine olmalıdır ilkesi.
(4) Çözüm
Davamıza dönersek, mahkemeniz içtihatları « Türklük »ü yerenleri ve 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirmeyi ceza kovuşturmasına tabi tutanları cezalandırırken, 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesini tartışma hakkının korunması bize mantıklı gelmektedir.
Söz konusu suçlarda, bir grubun kimliğine saldırı teşkil etmesi nedeni ile soykırımı bir kavram olarak kullanmayı reddetmeyi cezalandırmanın gerekliliğini ileri sürmek, ifade özgürlüğü hakkı ile uyuşmamaktadır çünkü kimlik kavramı net değildir ve bu kavramın kullanımını kabul etmek pek çok suistimalin gerçekleşmesine yol açacaktır.
Bir mahkemenin, nesnel bir tutumla tarihsel dramların, bir milli, bölgesel veya yerel kimliğin yaratılmasına katkıda bulunacağına veya bu kimliklerin oluşumunda payı olacağına nasıl karar verebileceğini ve yine, bir başka ülkenin yasama organının geçici çoğunluğu tarafından, bu tarihsel dramların, hukuki olarak farklı biçimde nitelendirilmesinin yasaklanmasının uygun bulunmasını anlayamıyoruz.
(5) Karşılaştırılmalı hukuk
Her şekilde, 17 Aralık 2013 tarihli karar, karşılaştırmalı hukuk alanındaki son gelişmeleri dikkate aldığı için selamlanmalıdır.
7 Kasım 2007 tarihli İspanyol Anayasa Mahkemesi’nin ve 28 Şubat 2012 tarihli Fransız Anayasa Konseyi’nin kararları, ayrıca Birleşmiş Milletler’in Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesi tarihsel olaylarla ilgili görüşlerin yanlış veya doğru olmayan yorumlar içermeleri suçlaması ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığını onaylamaktadır.
Bir ülkenin resmen bir olayı soykırım olarak tanıması hakkının, bir ülkeye başka bir ülkenin tarihi ile ilgili olarak karar verme hakkını tanımasına ve uzlaşıdan çok bölünmeye sebebiyet vermesine rağmen tartışmıyoruz.
Tartıştığımız, bir yasama organının tarihi bazı olaylarla ilgili hukuken yaptığı tanımlamanın tartışılmasının cezalandırılmasını öngören cezai düzenlemelerin Sözleşmenin 10. maddesine uygunluğudur.
Oysaki ifade özgürlüğünün, temel hedeflerinden bir tanesinin de azınlıkta kalan veya popüler olmayan görüşlerin korunması olduğunu hatırlamak önemlidir.
(6) Karşı argümanlar
Meslektaşımın da ifade ettiği gibi İsviçre Hükümeti, davamızda İsviçre Ceza Kanunu’nun 261bis maddesinin uygulanmasını haklı göstermek için tehlikeli iddialar içeren pek çok argüman ileri sürmüştür.
Bize kalan zamanda, bir taraftan uluslararası hukuk öbür yandan Avrupa Birliği Hukuku alanlarında iki temel prensibin yanlış bir biçimde yorumlanmasından söz edeceğiz.
İlk olarak, İsviçre Ceza Kanunu’nun tartışmalı kanun maddesi, 1965 tarihli Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin İsviçre tarafından kabul edilmesi üzerinden haklı gösterildi.
Söz konusu sözleşme, hiç bir şekilde, İnkarcılık konusunda cezai yaptırımların uygulanmasını dayatmamaktadır. Eğer durum iddia edildiği gibi olsaydı sözleşmeyi kabul eden pek çok ülke benzer düzenlemelerde bulunmuş olurdu.
Fikir ve ifade özgürlüğünü koruyan Birleşmiş Milletler Uluslararası Sözleşmesinin 19. maddesine değinilmemektedir. Oysaki, Birleşmiş Milletler’in, İnsan Hakları Komitesi’ne göre « tarihi olaylar üzerine fikirlerin ifadesini cezalandıran kanun maddeleri, Sözleşmeyi kabul etmiş olan ülkelerin yükümlülüklerine aykırıdır(...). »
AB Hukuku’na gelirsek, İsviçre Hükümeti ve diğer müştekiler tarafından, soykırımın inkarının cezalandırılmasını haklı çıkarmanın kanıtı olarak; « Avrupa sistemi içinde insan haklarını korumak » bir zorunluluk haline geldiği öne sürülmüştür ki tamamı ile yanlış bir biçimde yorumlanmıştır.
Müzakerelerden 7 yıl sonra alınan, ifade ettiği ilkelere değin birçok istisna ve aykırılık öngören, 2008/913 bağlamında alınan karar şaşırtıcı değildir.
AB Hukuku’nun, sadece, davranış bir grup insana veya bir grubun mensuplarına karşı şiddet ve nefreti kışkırtmaya yönelik olduğu zaman, soykırım suçlarının inkarı, haklı veya normal gösterilmesini cezalandırmayı dayattığının altını çizmeme izin verin.
Başka bir deyişle, AB Hukuku, örneğin tarihte işlenmiş suçların hukuki nitelendirilmelerini tartışan ifadeleri değil sadece « nefret suçu » içeren ifadelerin cezalandırılmasını dayatır.
Hiçbir özel ceza düzenlemesi genel olarak inkarın cezalandırılmasını gerektirmez.
Yukarıda bahsedilen karar çerçevesinde, son olarak, karar üye devletlerin ifade özgürlüğüne karşı düzenlemeler yapmasını haklı göstermez.
Not düşeriz ki, 27 Ocak 2014 tarihinde, AB üyesi 13 devlet, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 6, 7 ve 8’inci maddelerinde öngörülen suçların haklı gösterilmeye çalışılması, inkar edilmesi veya normal gösterilmeye çalışılmasını özel olarak cezalandırılmasını tutarlı bulmamıştır.
Her şekilde, davada uyuşmazlık teşkil eden durum AB Hukuku çerçevesi içinde düzenlenmemiştir.
(7) Sonuçlar
Sonuç olarak, bize göre, davamızda uyuşmazlık konusu olan düzenlemelerin ifade özgürlüğü ile uyumlu olduğunu ifade etmek uluslararası hukuk ve karşılaştırmalı hukuk ekolüne aykırıdır.
Aynı şekilde, İsviçre Ceza Kanunu’nun söz konusu maddesinin « İnsan Haklarını Koruyan Avrupa Sistemi » ne dayandırılması yanlıştır.
İfade özgürlüğü hiçbir şekilde bu hakka, bir zaman diliminde, bir ülkedeki çoğunluğun isteği üzerine ceza kavramı olarak soykırım kavramının genişletilmesi yolu ile saldırıda bulunan « tarihsel devlet gerçeklikleri »ni hoş görmez.
Son olarak, unutmayalım ki bir çok tarihçi, son senelerde, « özgür bir ülkede, tarihsel bir gerçeğin tanımlandırılması siyasi erkin görevi değildir » veya « kanun yolu ile dayatılan devlet gerçeklerinin hukuki uygulanışının entellektüel özgürlük için vahim sonuçlara yol açabileceği » görüşünü savunmuştur.
Bu görüşü savunmaktayız ve mahkenin bize katılacağını umarız
Teşekkürler."
ulusalkanal.com.tr
http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/iste-dogu-perincekin-avukati-laurent-pechin-aihmdeki-konusmasi-h48132.html

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
DEMOKRASİ PRANGALARI VE DERİN DOMUZ BAĞLARI
            Eğer işler yolunda gider, her hangi bir mani çıkmazsa, 2015 yılında, sözde millet adına ve illâ millete rağmen “vekil atama ve cebren seçmene onaylatma” tatbikatı yapılacak!. Millet iradesinin, devlet idaresinde temsil edilmediği; Az gelişmiş veya güdümlü azınlığın nitelikli çoğunluğa tahakküm ettiği ülkelerde görülen bu utanç, Cumhuriyet, demokrasi, insan hakları, hukuk ve ahlâkın ilga edildiği 27 Mayıs 1960’dan beri, ne yazık ki bizde de var.
             Şöyle ki:
            Konuya iyimser bir yaklaşımla bakacak olursak; 1963-1980 dönemi “güdümlü delege” hâkimiyeti vardı. 1983’den sonra bu, apaçık lider nam parti sahibi sulta ve cuntasına dönüştü. Şimdi, hepsini mumla aratan bir despotluk/diktatörlük var. Yani Türkiye 55 yıldır Demokrasi; Varlığı buna bağlı ilim, özgür bilim, Adalet ahlâkı, kuvvetler ayrılığı, Hukuk, gerçek anlamda Lâiklik ve özellikle, fazilet bağlamında Cumhuriyet idaresinden mahrumdur.
            Daha da açıkçası ve tam olarak işin aslı; 1980 öncesi nadiren varlığına rastlansa bile, 1983’den sonra “Millet Vekili” anlam ve bağlamında, halis ve hakiki, yani gerçek bir Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi’nin olmayışıdır. Bu nedenle, demokrasinin olmadığı yıllara ait ve raci olmak üzere Gâzî TBMM’nin adı “Parlamento”; Büyük bir aymazlık, pişkinlik, küstahlık ve utanmazlıkla adına “seçilmiş” denilen atanmışlara da “parlamenter” denilmektedir.
            Kendi ifadelerine göre parlamenterler, Lider’in (parti sahibinin) istek ve buyruklarını yerine getiren; Buna karşın, vatandaşa verilen asgari ücretin devasa katlarını alıp, dahası türlü çeşitli iş takipleri, emsalsiz imtiyaz, ayrıcalık ve dokunulmazlıklar sayesinde çok konforlu bir hayat sürerek bu “kula kulluk etmeye” katlanan kimseler olduklarını söylerler.
            Bu “kul’a kulluk” nedeniyle, elbet memlekette demokrasi olmaz. Çünkü Demokrasi, her şeyden önce hürriyet, hakkaniyet, adalet ve eşitliktir. Bakınız etrafa “demokrasi” var mı acaba? Elbette yok!.. Eğer, parlâmento denilen yer Türkiye Büyük Millet Meclisi vasfını haiz bulunsa ve içinde bir tane dahi “Millet Vekili” olsa idi; Yıllardır, kesintisiz biçimde hükmünü sürdüren seçim ve siyasi partiler mevzuatında Baraj; Seçimlere katılabilmek için asgari örgüt şartı; Üyeyi yok sayan, önseçimi öteleyen, seçmen iradesini dışlayıp hiçe sayan, adına merkez yoklaması denilen resen atama keyfiyeti; “Aidat ve Bağış yükümü ile” millete bağlı ve üye’ye muhtaç olan, kitle partisi kavramı, katılımcılık, uzlaşma, demokrasi kültürü ve paylaşımcılığı ortadan kaldıran, insanlık ve rıza dışı hazine yardımı; Siyasi partilerde sahiplik, başıbozukluk, denetimsizlik, dikta, sulta ve cunta olur mu idi?...    
            Üstüne üstlük, siyasi partiler ve seçim mevzuatı, tam anlamıyla antidemokratik, keyfi yönetim yanlısı, “temsilde adalet & siyasette istikrar” palavrasını kurnazca maskeleyen, geniş halk kitleleri ile “devletin gerçek sahibi halkı” öteleyen, örseleyen, dışlayan, hiçe sayan bu ve benzeri demokrasi düşmanlıkları, yasa boşlukları, sözde usulen ve tefhimen seçilmiş (ve fakat gerçekte atanmış) kimseler için olağanüstü imkânlar, ayrıcalık, dokunulmazlık ve imtiyazlar ihdas etmek mümkün olabilir mi idi?..
            Parlamento da gerçek Millet Vekili bulunmadığı için; Doğal olarak ülkemizde kitle partisi, medeni siyaset boyutunda devletçilik, objektif ve reel anlamda iktisadi, siyasi, sosyal, bilimsel ve kültürel rekabet ortamı yok. Buna göre ülkemizde devlet, öncelikle “Denetleyici, Düzenleyici ve Destekleyici” olamamakta; Sadece ve yalnızca hâkim olan unsurun çıkarlarını gözeten, koruyan ve geliştiren (ele geçirildiğinde, istenildiği biçimde kullanılabilen) bir cihaz mesabesine düşürülmüş bulunmaktadır. Ki, millet iradesinin “demokratik, adil ve ahlâki” bir biçimde, devlette temsil edilmeyişinin doğal ve beklenir sonucu budur. 
            Bu şartlar altında muhalefet yoktur, olamaz; İktidar dışında kalan menfaat şebekeleri ‘muhalefet’ olarak adlandırılır. Dolayısıyla demokrasinin önündeki en güçlü engel, en girift domuz bağı, sahte/sanal ve güdümlü muhalefettir. Bu nedenle ülke 2015’de demokratikleşme, anayasayı iyileştirme, sanal Kürt sorununu ilga, yıllardır aleyhinde kurulan menfur tuzakları imha ve hükümetin dini kullanmaya başlamasıyla baş gösteren, “de Facto Siyasal İslamcılık” sorunu ile hesaplaşarak; Gerçek demokrasi, Adalet ve Hukuku hayata geçirmek zorundadır.

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahfi EĞİLMEZ
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz!
 
HATTUŞA'DAN BİR MEKTUP (21/08/2001)

Boğazkale (Hattuşa) Belediye Başkanı İbrahim Bostanlı'dan aldığım mektubu, benimle ilgili bölümünü çıkararak, aşağıda yayımlıyorum: "Anitta'nın Laneti isimli kitabınızı, bir nefeste okudum. Kitabınızın kaynağını aldığı Hitit medeniyetinin başkenti Hattuşa'nın merkezinde bulunan Boğazkale'nin belediye başkanı olarak, tarifi mümkün olmayan bir heyecan ve mutluluk yaşadım. Her şeyden önce bu duyguları tatmama neden olan kitabınızdan dolayı izninizle sizi kucaklıyor, minnet ve saygılarımı iletiyorum. Tarihin ve tarihin içinde yaşadığı uygarlıkların anlam ve önemini beynine sindirebilmiş tüm insanların hayretle, ibretle, saygıyla, derinliklerinde dolaşırken akıllarının zora düştüğü Hitit uygarlığının öksüzce saklanışını ortadan kaldıran öykünüz, ümit ediyorum ki, maalesef diye hayıflandığımız kültürel kaderimizi değiştirmesi gerekenlere çok önemli bir ileti olacaktır. Ya Boğazkale (Hattuşa)? Sıfatım gereği kendimi tanıtmak için kullandığım 'Ben Boğazkale Belediye Başkanı' cümlesinin sonrasında 'Orası neresi?' sorusuyla karşılaştığımı ve bu soruyu soranların kimler olduğunu Anitta'ya söylemeyi hiç düşünmedim. İyi ki duyamazdı. Yirmi yıllık belde, on dört yıllık ilçe olma özelliğine sahip Boğazkale'nin yerel yönetim binasının iki yıl öncesine kadar oturacak sandalyesinin, telefon santralının, faks cihazının olmadığını, aylık ortalama 1.5 milyar lira ödenek gönderilerek, Anitta'nın Laneti'nin izlerini bu parayla sil denildiğini kimlere iletmedim ki. Ve dahası Ankara - Samsun yolunu Boğazkale'ye bağlayan 23 km.'lik yolun 16 km.'sinin genişletilerek yapılıp, 7 km.'sinin ulaşımı zorlaştıran haliyle bırakıldığını kimlere duyurmadım ki. Muvatalli'nin (Mısır Firavunu Ramses'le) savaşa giderken Hattuşa'yı emanet ettiği Mitannamuva'ya hitaben yazdırdığı 'Surların üzerinde oturulmasın, duvarlarda ateş yakılmasın, kentin künkleri yıkanıp temizlensin, kirlenmeye bırakılmasın' sözlerini içeren tabletin yazıcısı, Mitannamuva'ya okutmadı mı ki surların üzerinde oturuluyor (Hititlere ait Güneş Kursu'nun amblem olarak kullanıldığı yerlerin yetkililerinin Hattuşa'yı hiç görme ihtiyacı duymaması gibi.) Ben inanmıyorum ama o lanet mi tuttu ne? Duvarlarda ateş yakılıyor (anlatılmaması yüzünden, tarihin en önemli uygarlığından geriye kalanların Türk ziyaretçilerce salt taş yığınlarından oluştuğu zannedilerek gezilmesi gibi.) Kentin kanal künkleri yıkanıp temizlenmiyor. (Hattuşa'yı gezmeye gelen konuklarımıza ören yerlerini gezdirirken yardımcı olmasını istediğim Boğazkaleli amatör rehberlerin, bir daha rehberlik yapmalarını istemeyeceğimden korktukları için, her Hitit şehrinin bir yerel yöneticisinin olduğunu ve bundan dört bin yıl önce kanalizasyon ve su problemini çözdüklerini gözlerimin içine baka baka söyleyemedikleri gibi.) Her taraf kirlenmeye bırakılıyor (özellikle turizm sezonunda, mevcut imkânlarla, belediyemizin çok geniş bir alana sahip ören yerlerinde temizlik işlerini yürütmekte zorlandığı için ilgili bakanlıktan ören yerleri gelirlerinin bir bölümünü talep etmemize rağmen olmaz denilmesi gibi.) Ben yine de inanmıyorum, fakat o lanet mi tuttu ne? Anitta'nın Laneti'ni bir daha bir daha okuyacağım, ancak o lanete inanmamaya devam edeceğim. Çünkü ben kral değilim." 3 bin 500 yıl önce Hattuşa'yı tertemiz tutmak için yönetmelikler yazmış bir Hitit uygarlığı ve 3 bin 500 yıl sonra bu yönetmeliği maddi yetersizliklerle uygulayamadığını haykıran belediye başkanının acıklı mektubu.

Devlet, Anadolu'nun her yerinden fışkıran eski uygarlıkların tümüne sahip çıkamaz. Hattuşa'ya sahip çıksa Çorum Ortaköy'de çıkarılan Şapinuva kentine sahip çıkamaz. Böylesine büyük olanakları yok devletin. Buralara önce yöre halkı sahip çıkmalı, sonra başkalarından destek beklemelidir. Hattuşa ya da Şapinuva ne kadar çok turist tarafından ziyaret edilirse yöre halkı o kadar refahını artırır. Öncelikle bütün Çorumluları, Boğazkalelileri ve Ortaköylüleri Hattuşa ve Şapinuva'yı ziyarete davet ediyorum. Buralara gidin. Yardımınız olup olmayacağını sorun. Bugün vereceğiniz destek yarın dolar, mark olarak kat kat fazlasıyla size dönecek. Hazinenize sahip çıkın. Sonra da özel kesim kuruluşlarımızı bu eşsiz tarihe sahip çıkmaya davet ediyorum. Çok küçük katkılarla hem reklamınızı yapmanız hem de ülke turizmine katkıda bulunmanız mümkün. Hattuşa ve Şapinuva'ya ya da başka bir antik kente katkı yapın. Kazıları destekleyin. Maddi destek yanında manevi destek de önemli. Oralara gidin ve ilgiyi bu kentlerin üzerine çekin. Hattuşa, Şapinuva ve diğer antik kentler bu toprakların yalnızca geçmişi değil, aynı zamanda geleceği de. Dövizimiz bitiyor diye ağlayacağımıza daha çok döviz kazanmak için Hattuşa'ya, Şapinuva'ya ve diğer antik kentlere sahip çıkmamız gerekli.

Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!

 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
KURU FASULYE
3 su bardağı kuru fasülye
2 baş kuru soğan
250 gram kuşbaşı et
yarım su bardağı sıvı yağ veya ki yemek kaşığı katı yağ
bir yemek kaşığı salça
istenildiği kadar tuz
istenildiği kadar kırmızı pul biber
 
Kuru fasulyeler bir kaba alınarak taş ve çöp verse ayıklanır güzelce soğuk su ile yıkanarak tencereye konulur ve haşlanır.
Haşlanan kuru fasulyeler süzgeçten süzülerek bir kaba alınır.
Soğanları soyarak bir kenara alınır.
Kuşbaşılar tencereye kısık ateşin üzerine konulur yarım bardak yağ tencereye akıtılır. Etler biraz çevrilir hafif kızartılır bunları üzerine soğanlar doğranarak soğanların hafifçe kızartılırlar.
Kızartılan karışımın üzerine bir kaşık salça ilave edilerek karıştırılır.
Süzülen ve süzgeçti bulunan kuru fasulyeler bu karışımın üzerine konulur ve karıştırılır. Üzerine istenildiği kadar tuz ve kırmızı pul biber dökülür ve bir tarafta ısıtılmış kaynar su fasulyeleri kapatacak kadar tencereye konulur.
Kısık ateşte fasulyeler pişene kadar bekletilir. Sıcak olarak servis yapılır!

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
KARGANIN AKLI
Kargaya sormuşlar :
" Düğünün ne zaman olacak? " diye.
Cevap vermiş :
" Arpa zamanı... "
Eklemişler :
" Pekiyi, o zamana kadar
Yapacakların neler var? "
Demiş :
" Korkulukları devirmek... "
" Neden ?... " diye
Gülmüşler.
Karga, biraz düşündükten sonra
Cevabı yetiştirmiş:
" Bazı insanların
Farkı yok korkuluklardan... "
Paris - 06.06.2000

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Yaşar KILIÇ
Yaşar KILIÇ Hayat Hikayesi
KEREM EYLE EY GÜZEL !
Leyla’sını arayan ben bir bahtı karayım.
Ey sevgili Mecnun’um hangi çölde arayım ?
Düştüm kara sevdaya,acizim,fukarayım
Kerem eyle ey güzel,sana nasıl geleyim ?

Su diye yanarımda koşar serap görürüm.
Ey dost ! Senin aşkınla ilmek ilmek örülürüm
Çirkinliğim bir kambur dağ gibi götürürüm
Kerem eyle ey güzel ! Sana nasıl geleyim ?

Arzum sana kavuşmak. Olmak sana pervane.
Gamberim aşk yolunda yetişemem kervane
Tut elimden sevgili mültacam ki;dermane,
Kerem eyle ey güzel ! Sana nasıl geleyim ?
Kerem eyle ey güzel ! Sana nasıl geleyim ?

Ferhat’ım,Şirin’imsin deleyim şu taşları,
Senden ayrılmayayım,aşina bakışları
Kapından kovma;nolur işit yakarışları
Kerem eyle ey güzel ! Sana nasıl geleyim ?

Kerem gibi yanarım,Aslısın gül bağında,
İzin versen beklerim,eşiğin otağında.
YAŞAR idam mahkumu,isteği son çağında
Kerem eyle ey güzel ! Sana nasıl geleyim ?
11.06.2003

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Orhan AFACAN
Orhan AFACAN Hayat Hikayesi
SEVGİYLE GETİRDİM BUGÜNKÜ YAŞA
Sevgiyle getirdim bu günkü yaşa
Gözümde,gönlümde en büyük paşa.
Vatan için öl,Vatan için yaşa
Onurum,gururum Kınalı Kuzum
Yüzüm güldü,asker olalı kuzum.

Düşüremez gölge kimse alnına
Yürek olup kondu vatan bagrına.
Sende destan bırak asil irkına
Onurum,gururum Kınalı Kuzum.
Yüzüm güldü,asker olalı kuzum.


Düğün,bayram kınası avucunda
Allah vekilindir vatan borcunda.
Artık sılan kışla,burun uçunda
Onurum,gururum Kınalı Kuzum
Yüzüm güldü,asker olalı kuzum.

Muhammet'ten gelir Mehmetin adı.
Şehitlik Mehmedin her an muradı.
Vatına aşık,sevdalı yavrum
Onurum,gururum kınalı kuzum
Yüzüm güldü,asker olaı kuzum..

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

192 SAYI 25 Şubat 2015 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!