YIL 16  SAYI 187    25-Eylül-2014

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
KUR’AN-I KERİMİNDE KURBAN VE HAC
Hayvanların yaşadığımız bu dünyada bulunmasını ve insanların faydalanmaları için Allah C.C. Kuran-ı Kerim Yasin suresinde Hayvanları yarattığını, İnsanların bunlara sahip olduklarını, bu hayvanların tamamının insanların hizmetine verildiğini kimisini binek olarak kullanmalarını, kimisini de besin olarak yersiniz, insanlar için nice faydaları bulunduğunu içilecek sütlerinin vardır demektedir:
YASİN 36:71. Görmüyorlar mı ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır. 
36:72. Bu hayvanları onların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler. 
36:73. Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâla şükretmezler mi? 
İnsanların faydalanması için yaratılan hayvanlardan kurbana uygun olanlarından Allah C.C. Adına kurban edilmesini insanlara Allah C.C. emrettiği Kur'a-ı Kerim de Maide suresinde Adem A.S. Oğullarından ikisinin Allah C.C. adını anarak birer kurban keserek sundukları, bunlardan birisinin kurbanının kabul edilmemesi üzerine kurbanı kabul edilmeyen diğer kişinin kıskançlıktan kardeşini de öldürerek ilk katilin ve ilk maktulün olayını Kur’an-ı  Keriminde şöyle anlatmaktadır:
Maide 5:27. Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder" dedi (ve ekledi:)
5:29. "Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur."
5:30. Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu.
İnsanlık tarihi boyunca insanlara inen semavi dinlerinin hepsine Allah C.C. Kendi adını anarak uygun hayvan cinslerinden Kurban kesmelerini gerekli kıldığını bildirmektedir. Allah C.C. insanlara rızık olarak verdiği hayvanlardan Allah’ın adını anarak kurban kesmelerini emretmiş. Kurban etlerinden rızık olarak kurbanı kesenin de yemesini ,yoksul ve fakirlere de yedirmemizi emretmektedir. Allah C.C. Tek bir ilah olduğunu ve Allah C.C. tam ve eksiksiz teslim olmamızı emretmektedir. Allah C.C. Bu teslim olanların mütavazi insanlar olduğunu da Kur’an-ı keriminde söylemektedir:
Hac 22:28. Ta ki kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günler de Allah'ın ismini ansanlar . Artık ondan hem kendiniz yeyin,hem de yoksula, fakire yedirin.
Hac 22:34. Biz, her ümmete -(Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah'ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, İlâhınız, bir tek İlah'tır. Öyle ise, O'na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevazi insanları müjdele!
Hac Hac 22:35. Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler, namaz kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcarlar.
Hac Hac 22:36. Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.
Hac Hac 22:37. Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!
Kevser 108:2. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes
            Kurban ve Hac görevlerinin Hazreti Nuh A.S. dan sonra Hazreti İbrahim zamanına Hazreti İbrahim A.S. Allah C.C. Dua ederek Salih bir evlat istemesi üzerine Allah C.C. Hazreti İbrahim A.V. uslu bir oğlan müjdesi verildi. İsmail A.S. ile Oğlu birlikte gezerken Oğluna Yavrucuğum Rüyasında seni boğazladığımı görüyorum buna ne diyorsun diye sordu. Oğlunun Babacığım sana emredilen gibi yap İnşallah beni sabredenlerden bulursun cevabını verdi. Allah C.C. adına ikisi de verilen emre teslim olmuşlar ve baba oğlunu kurban etmek üzere iken Allah C.C. tarafından Ey İbrahim diye seslendiğini ve sana gösterdiğimiz rüyayı gerçekleştirdin. Bu size çok açık  bir imtihandı. Oğluna bedel olarak ona büyük bir kurban verdik hitabında bulunduğunu Kur’an-ı kerim haber vermektedir.
Saffat  37:100. O : "Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver", dedi.
7:101. İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.
37:102. Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.
37:103. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca:
37:104.Biz ona: " Ey İbrahim!" diye seslendik.
37:105. Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.
37:106. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.
37:107. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.
İbrahim A.S. ve İsmail A.S. ile beraber Beytullahın temellerini yükseltirken: Ey Rabbimiz bizden bunu kabul et. Sen işiten ve Bilensin diye dua etmişlerdi.
Allah C.C. Kur’an-ı kerimde Hazreti İbrahim A.S. Allah C.C. Ey Rabbim Burayı emin bir şehir yap Halkını da Sana inanan ve Ahret gününe  inananları çeşitli yiyeceklerle rızıklandır diye dua etmişti. Allah C.C. de Buyurdu ki Kim inkar eder ise onu az bir süre faydalandırır sonra onu Cehennem azabına sürüklerim. Demiş Kabe’yi insanların toplanma mahalli ve güvenilir yer olarak kıldığını orada İbrahim A.S. makamı gibi bir yer edinmelerini ve orada namaz yeri edinmelerini emrediyor ve İbrahim A.S ve İsmail A.S. da Kabe’de tavaf edenlerin, ibadete kapananların, rüku ve secde edenler için Evim Kabe’yi temiz tutun diye emretmişti.
Bakara 2:127. Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.
Bakara 2:126. İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!
2:125. Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.
22:29. Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler. 
22:33. Onlarda (kurbanlık hayvanlarda veya hac fiillerinde) sizin için belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır. Sonra bunların varacakları (biteceği) yer, Eski Ev'e (Kâbe'ye) kadardır.
            Allah C.C. Kur’an-ı kerimde İnsanlar için kurulan ilk mabet Mekke’de bulunan Kabe’dir. Demekte ve Orada Hazreti İbrahim’in makamının bulunduğunu Mekke’ye gidenlerin emniyette olduklarını ve Mekke’ye gitmek için gücü maddi ve sıhhat gücü yetenlerin Hac etmesini bunun Allah’ın insanlar üzerine hakkı olduğunu ve bu hakkı kim inkar eder ise bilmelidir ki Allah C.C. Bütün alemlerden müstağnidir. Demekte ve Kabe’yi saygıya layık evin Hac edilmesi için Naram Ayında Haç kurbanını insanların iyiliği için bir sebep olduğunu  bildirerek Allah C.C. Yerde ve gökte ne var ise hepsini bildiğini ve bilici olduğunu söylemektedir.
Al-i 3:96. Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke'deki (Kâbe)dir.
3:97. Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.
Maide 5:97. Allah, Kâbe'yi, o saygıya lâyık evi, haram ayı, hac kurbanını ve (kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddi ve manevi yönlerden) insanların belini doğrultmaya sebep kıldı. Bu da Allah'ın, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bildiğini ve Allah'ın her şeyi bilici olduğunu (sizin de anlayıp) bilmeniz içindir.
Allah C.C. Kur’an-ı kerimde Hac için yapılması gerekenleri de bu şekilde bildirmektedir::
Bakara 2:197. Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.
Bakara 2:196. Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği ceza ağırdır.
Bakara Maide 5:2. Ey iman edenler! Allah'ın (koyduğu, dinî) işaretlerine, haram aya, (Allah'a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram'a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram'a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi tecavüze sevketmesin! İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.
Maide 5:95. Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır
Bakara 2:203. Sayılı günlerde (eyyam-ı teşrikte telbiye ve tekbir getirerek) Allah'ı anın. Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönmek isterse, ona günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki hepiniz O'nun huzurunda toplanacaksınız.
Maide 5:1. Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getiriniz. İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kılındı. Allah dilediğine hükmeder.
Bakara 2:199. Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın. Allah'tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir.
Bakara 2:198. (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin ve O'nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.
Bakara 2:158. Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.
Bakara 2:200. Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahfi EĞİLMEZ
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz!

 

HİTİT KONGRESİ VE TUTENKAMON

2-8 Eylül 2002 tarihleri arasında Çorum'da gerçekleştirilen 5. Uluslararası Hititoloji Kongresi 100'e yakın bildirinin sunulması ve 25 değişik ülkeden yaklaşık 250 bilim adamının katılmasıyla tamamlandı. Kongrenin kapanış konuşmaları sırasında ve bir sonraki kongrenin nerede yapılacağı tartışması ortaya çıktı. 2005 yılında Roma ve Chicago oylamasının yapılması beklenirken Kongrenin Çorum'da 3 kez yapılmış olması nedeniyle bundan sonraki kongrelerin 2005 yılında Roma ve 2008 yılında Chicago'da yapılması yönünde bir teklif ortaya atıldı. 5 Eylül günü oturum başkanlığını Gernot Wilhelm'in yaptığı bu tartışmalar sırasında bu görüş oylamaya sunulacakken Prof. Dr. Aygül Süel söz alarak şunları söyledi: "1990 yılında yapılan birinci kongrede bazı prensip kararları alınmıştı. Bu kararlardan biri de kongrenin 3 yılda bir yapılması ve 6 yılda bir de Çorum'da toplanması idi. Bu bir gelenektir ve prensip kararıdır.

Bunu kimse bozamaz. 2005 yılı Roma ve Chicago arasında oylanmalı, 2008 yılında kongre yine Çorum'da toplanmalıdır."
Süel'in bu sözleri alkışlarla karşılandı ve hiç itirazsız yalnızca 2005 yılı oylandı. Yapılan oylamada çoğunluğu Roma aldı. Böylece 2005 yılında kongrenin Roma'da toplanması karara bağlandı. Kongre 2008 yılında yine Çorum'da toplanacak. Bu gelişmeler kongrenin artık dünyada kabul gördüğünün bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Hititlerin asıl yurdu Kızılırmak yayının içi. Ve başkentleri Hattuşa'nın bulunduğu il Çorum. Dolayısıyla bu kongrenin asıl olarak Çorum'da yapılmasından daha normal bir şey yok. Buna karşılık Hititolojiyle ilgilenen pek çok yabancı bilim adamı olduğundan kongrenin bir kez Çorum'da bir kez de başka bir ülkenin kentinde yapılması uluslararasılık niteliği açısından da doğru bir düşünce. Prof. Dr. Aygül Süel'in hatırlatması çok yerinde bir girişim. Hitit Kongresini Hititolojinin ve Hitit tarihinin laboratuvarı konumundaki Çorum'dan koparmak kanımca çok yanlış olurdu Çorum Valisi Atıl Uzelgün, Hitit fotoğraf yarışması sonucunda dereceye giren fotoğrafların oluşturduğu kitabı bana da yollama nezaketini gösterdi. Olağanüstü güzel fotoğraflar var bu kitapta. 2008'deki kongrenin çok daha iyi düzenlenmesi ve tanıtılması için hepimize görev düşüyor. Dünyanın 25 ülkesinden 250 bilim adamını bir araya toplayan böyle bir kongre her seferinde bir öncekinden daha iyi olmak zorunda.

Bu arada Mısır'ın en ilginç firavunu Tutenkamon'un 19 yaşında ölmesinin üzerindeki gizem perdesinin aralandığına ilişkin cuma günkü Sabah gazetesinde renkli bir haber yer aldı. Habere göre iki polis müfettişi eldeki verileri inceleyerek Tutenkamon'un bir cinayete kurban gittiği sonucuna varmışlar. Eldeki verilerden en önemlisi Tutenkamon'un mumyasından alınan röntgen filminde kafatasında tespit edilen kırık ve kan pıhtısı izi. Sonra Tutenkamon'un çevresinden hareketle bu cinayeti kimin işleyebileceğini değerlendirmişler. Kuşkulu kişiler olarak Başvezir Ay, Kraliçe Ankesenamon, Başkomutan Horemheb ve Aton rahibi Maya öne çıkıyor. Polis müfettişleri bunlarla ilgili bilgileri inceleyerek katilin Başvezir Ay olduğunu öne sürmüşler. Güzel bir kurgulama ama yeni değil. Bob Brier'ın Türkçeye de çevrilen 'Tutenkamon Cinayeti' adlı kitabında Tutenkamon cinayetiyle ilgili son derecede ayrıntılı analizler yer alıyor. 'Anitta'nın Laneti' adlı kitabımda ve daha önce bu sütunda yazdığım birkaç yazıda ben de bu cinayeti anlatmış ve Ay ile Horemheb'in işbirliği yaparak bu cinayeti işlemiş olabilecekleri iddiasını ortaya atmıştım. Üstelik bana sorarsanız Ay, o dönemdeki seri cinayetlerin planlayıcısı. Tek amacı firavun olabilmek, yani Mısır tahtına oturabilmek. Öyle de oluyor ve Tutenkamon'un ölümünden sonra Ay firavun olarak tahta çıkıyor. Onun ardından ise cinayet ortağı Horemheb firavun oluyor. Bu olaylar Kadeş Savaşı'na yol açan gelişmeleri de bağrında taşıyor.

Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!

 

 
 
 
 
 
 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa TURAN
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
ÖNCE SELAM SONRA KELAM
Millet olarak bizim: ”Önce selam sonra kelam “diye bir düsturumuz vardır. Selam; saygıdır, sevgidir, muhabbettir. Selam; esenliktir, iyilik ve güzelliktir. Selam; hayırdır, hasenattır.
Dünyada bütün insanlığa ortak hitap edecek bir selam şekli yok.Bu durum, antropoloji ve etnoloji sahalarında da ilmen tespit edilmiştir.
Mesela; Yeni Zelanda’daki Maori’ler selamlaşmak için burunlarını birbirlerine sürterken, Tibetliler de dillerini çıkararak selamlaşırlar.
Eski Türk selamlarına gelince, atalarımız birbirleriyle selamlaşırken sağ ellerini kalplerinin üzerine koyduktan sonra, göğüslerinde soldan sağa doğru bir işaret çekerler ve bu şekilde selamladıkları kimselerin gönüllerinde yerleri olduğunu ifade ederlerdi. Bu hareket, aynı zamanda sen benim kalbimdesin demekti.
Bu şekilde selamlanan kimseler ise:
“-Sen benim hem kalbimdesin, hem başımla berabersin. ”şeklinde karşılık vermek için sağ ellerini göğüslerinden sonra başlarını da göstermek üzere, alınlarına da çıkarmışlardır.
Zamanla kalp işareti unutularak, ikinci şekil selam şeklini almıştır. Halihazırdaki askeri ve polis  selamları, bu selamın disiplinize edilmiş, ama ona paralel gelişmiş bir versiyonudur. Batıda ki askeri selamın kaynağı da budur.
Bir de “temenna” vardır. Bunda da iki hareket bulunur. Önce el çeneye, sonrada alnın ortasına getirilir. Önceki selamda elin kalbe götürülüşü, temenna da çene şekline dönüşmüştür. Yer yer hala bu selam şekilleri günümüze kadar gelmiştir.
Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle, bu şekli selam: “Esselamü Aleyküm ve rahmatullah” (Allah’ın selamı ve rahmeti senin üzerine olsun) diye karşılama şeklinde kavli selamla takviye edilmiştir.
Hz.Peygamber :“İşlediğiniz takdirde sevineceğiniz bir şeyi size söyleyeyim mi?Aranızda selamı yayınız.” buyurdu.Başka bir hadiste ise :“Allah-ü Teala Adem(a.s.) ı yarattığı vakit :“Git şu oturan meleklere selam ver.Selamını nasıl karşılayacaklarını dinle.Zira onların karşılığı senin ve evladının selamı olacaktır.”buyurdu.Bunun üzerine Hz.Adem:“Esselamü aleyküm”dedi.Melekler de:”Esselamü aleyke ve rahmetullah”diye mukabelede bulundular şeklinde bilgi verilmektedir.
Batı toplumlarının da kendine özgü selam şekilleri bulunmaktadır.
Biz de şapkanın kabul edilmesiyle,sokakta şapkayı çıkarma veya kalabalıklarda şapkayı sallama şeklinde selam biçimleri de uygulanmıştır.Kapalı yerlerde de kafayı eğmek bir çeşit şekli selam biçimidir.
Şimdilerde özkültürümüzden çok şey kaybettiğimizden midir  nedir?Genellikle akşam eve gelen ihtiyar dede evdekilere:“Selamün aleyküm”derken,orta yaş oğul:“Hayırlı akşamlar”diyor.Torundaki:”Günaydın-Tünaydın”şekli,torun’un çocuğunda ,”N’aaber”,“Baaay” hafif bir el işareti ve kıvırtma ile “ hello”şeklinde görülüyor.
Demek ki,her konuda olduğu gibi kültürümüzün bu en güzel geleneği konusunda da büyük bir dejenerasyon yaşıyoruz.Millî,dînî ,ahlâkî ve insanî değerler idealini kumara verircesine harcayan milletlerin, geleceğinin pek parlak olamayacağı gerçeğini hatırdan çıkarmamak gerekir.

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 
 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
ADALET (BARIŞ), MİLLET İRADESİ VE ÜSTÜNLÜK
Adı “Adalet ve Kalkınma” olan partinin olağanüstü büyük kongresinde, hatipler adeta haykırıyor, başta Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) olmak üzere, Cumhuriyet Baş Savcıları dâhil bütün adalet ve hukuk cihazı camiasına telkin, tembih ve tehdit dolu mesajlar göndermekte birbirleri ile yarışıyorlardı!.. (Ankara, 27 Ağustos 2014)
Onlara göre: Hiçbir şey (güç, kuvvet veya erk) millet iradesinden üstün olamazmış!.
Özellikle, 27 Mayıs sonrası ve bizatihi 27 Mayıs’ın (12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve sair post modern darbe, sulta/cunta, vesayet kalkışmalarının) henüz yargılanmadığı; Şahsi ahvaller dışında (Nürmberg Mahkemeleri gibi), bütün olayın maşeri vicdan (HÂKİM) önüne çıkartılıp sorgulanmadığı bir Türkiye’de, bu söz çok iddialıdır. Mübalâğalı, ağdalı, abartmalı ve belli ki “icraattan dolayı duyulan rahatsızlıklardan mütevellit”, aba altından sopa gösterme amacına matuf bir söylem kabilindendir!..
Esası demagoji, hayal ve ütopyadır.
Zaten de öyle algılanmıştır…
Yine de gelin, bu iddia ve ihtirasın mümkün olup olamayacağına bir bakalım:
Ancak burada, öncelikle millet iradesinin tezahür biçimi son derece önemlidir.
Medeni ülkeler ve yerleşik, kurumlaşmış namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu, sorumlu-soylu ve saydam demokrasilerde “bire/bir” yani, doğrudan vekâletle temsil hakkı verilmiş bireylere Millet Vekili denir. Doğrudan seçmen tarafından önerilerek, tayin ve tespit edilmemiş kişinin milleti temsil hakkı yoktur. Bu ve mümasil (benzer) kişiler ancak patronları, parti sahipleri ve icabında dâhil oldukları “saadet zincirinin” menfaatlerini temsil ve ilzam ederler…
Dolayısıyla Milletin değil; Vesayetin vekillerine parlamenter denilir.
Son elli yılda bu usul-esas ve kriterlere uygun olarak: Namuslu, dürüst, demokrat ve şeffaf usullerle seçilmiş, gerçek bir “MİLLET VEKİLİ” var mı acaba?. Malûm sürece dair tarihte yazmıyor. Bilen varsa beri gelsin!.. Velev ki, Milletvekilleri bu esas ve usullere uygun seçildi. Millet tercihinin eseri, şaibesiz vekiller ve “devlet idaresinde millet iradesinin” tecelli unsurları oldu. Bu takdirde adalet’in üzerinde ve adalete rağmen bir irade ortaya konulabilir mi? Müştereken Meclis dahi adalete aykırı bir karar alabilir ve uygulamaya sevk edebilir mi?
Cevap: Kesinlikle HAYIR, asla ve kat’a mümkün olamaz’... 
Tam burada bir hatırlatma yapayım:
Bu gün 1 Eylül Dünya Barış Günü (01 Eylül 2014) 
Barış öyle bir kavramdır ki; Sadece Adalet hüküm sürdüğünde gerçekleşir.
Bir ülke, aile, kabile, kurum veya dünyada Adalet yoksa Barış yoktur. Ülkenin bütün kurum ve kurulları ile hayatın her alanında adalet yoksa sadece zulüm, eziyet, işkence, gasp, irtikap, terör/tedhiş ve sömürü vardır. Nizamı âlemde; Daha açık ve doğru bir tanımlama ile evrensel hukukta; Haklı, doğru-iyi ve dürüstlerin güçlülüğü>meşruiyeti esastır. Özellikle vahşi batının ‘şeytani kuramı’ olan “insan insanın kurdudur” itikadında ‘güçlülerin haklılığı, hâkimiyeti ve meşruiyeti’ esas olmakla beraber; Bu yol, meslek veya meşrep orijinal/objektif İnsan (canlı) Hakları, Adalet, adalet ahlâkı ve hukuka kesinlikle aykırıdır.
Amma lâkin (sözde) Müslüman âlemin içine düştüğü gayya çukuru; Nefret, ifrat, hırs, ihtiras, zaaf, fetret ve “kifayetsiz muhterisler” ile millet iradesini “sahtecilik, yalan ve hileyle” gasp ederek hükümferma olan kripto tiranlar dolayısıyla, yüzler Kâbe’den batı’ya çevrilerek; Adalet, hakikat ve faziletin nuru, kötülük ve kul hakkının karanlığına iblâğ olmuş (dönüşmüş) bulunmaktadır. Bunun anlamı:
Şu anda dünyada özgür, hür ve hükümran bir İslâm ülkesi yok demektir.
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılında, başta İran olmak üzere; Afganistan ve Türkiye hür, bütünüyle özgür ve hükümran (egemen) ülkeler idi!..
İşte günümüzün fotoğrafı budur.    
Peki, “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” ne demek?
            Önce “Adalet” ne demektir? ADALET: Hak (Rab) kanunlarına, yani evrensel hukuk kurallarına uygunluk.. Herkese hakkını vermek, lâyık oldukları muameleyi yapmak, haksızları terbiye etmek; Suçluları mutlaka cezalandırmak, zulüm yapmamak, saygı, insaf ve merhamet sınırları dâhilinde insanları idare, barışı koruma, ekolojiyi himaye ve devleti idame etmektir.
Adalet kelimesinden türeyen Mâdelet=adaletli olmak; Kelimenin kökeni olan Dâd ise, Cenab-ı Hakk'ın emrini, emrettiği şekilde tatbik ve suçlu üzerinde icra etmek anlamında olup; Uygulamada “Hak sahibine hakkını vermek” ve “haksız, zalim ve bilumum suçluları te'dip ve terbiye, ta'zip ve tecziye (cezalandırmak ve ıslah) etmek anlamına gelir.
Ayrıca “Evrensel Adalet”, “İlâhi Adalet” hükmündedir. Halkı ve devleti idare, hukuku (kurulu düzeni) idame ile görevli, bizzat halk tarafından (aracısız/dolaysız) seçilmiş vekillerin meşruiyeti ile buna dayalı Yargı erk’i ve hükümetlerin meşruiyeti de adaletle kaimdir. Yargı, tam bir tarafsızlık ve bağımsızlıkla adalet üretemiyorsa, “gayrimeşru” demektir. Ne pahasına olursa olsun Meclisin bu zulmü düzeltmesi zorunludur. Görev hükümete değil Meclis’e aittir.
            Hükümetler de aynen mahkemeler gibi; Karar, icra, iş ve işlemlerinde adil olmaya, hak ve adalet üzere hareket etmeye mecburdur. Adil olmayan hükümeti def ile öncelikle ve evvelâ muhalefet görevli-yetkili ve sorumludur. Paralelinde adalet cihazı, Meclis ve nihayet ordu! Şu kadar ki adil olmayan hükümete itaat caiz değildir.  
Kuramın Arapça aslı “El-adlü esâsü’l-mülk”tür. Türkçede ‘mülk’ kelimesi ‘Mahkeme kadıya mülk değil’ söylemindeki gibi genellikle taşınmaz (gayrimenkul) anlamında kullanılır. Oysa Arapçada hükümran devlet, müstakil düzen, ülke, egemenlik, iktidar, saltanat, özgürlük anlamlarına gelir. Yani ‘Adalet mülkün temelidir” sözüyle özellikle ve ağırlıkla kastedilen: “Devletin veya düzenin esası adalettir.” Hükmü, hayati unsur ve evrensel gerçeğidir.
            Bu gerçek, Mecelle, Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilimi disiplinleri gibi objektif ilmî kaynaklar ve medeni siyaset normunda açıklandığı ve tanımlandığı üzere: Meclis (YASAMA) nezdinde.; Millet Vekillerinin ortak ve mutlak sorumluluğu altında; Adalet cihazı (YARGI) “tarafsız ve bağımsız”; Hükümet (YÜRÜTME) ise, sadece Anayasa ve Anayasaya kesinlikle uygun olmak koşuluyla Yasama ve Yargı Kararlarını uygulamakla memur ve mükellef olup; Kuvvetlerin her biri, devlet içinde “nevi-i şahsına münhasır” erklerdir. Şu kadar ki: Yasama kendine amir; Yargı ve yürütme ise Yasamaya bağlı kurum ve bağlı kuruluşlar hükmündedir.
            Yani: Tepeden-tırnağa, tabandan zirveye/çatıya, devlette adalet hâkim ve hükümferma olmadıkça; İnsani, hukuki, ahlâki ve medeni bir devletten söz edilemez. Devlet, Demokrasi, Cumhuriyet ve Lâiklik “olmazsa olmaz” kabilinden özgün kurallar bütünüdür. Hükümetler sadece ve yalnızca bu düzeni geliştirmek, iyileştirmek, mükemmele ulaştırmak;  Daha kavi, sağlam ve mükemmel kılarak “haklıların güçlülüğü, iyi insan ve iyi vatandaşların” mutluluğu yönünde yükseltmek için Meclisle ortak çalışarak görev yapmak zorunda ve durumundadırlar.  
            ‘Esas’ kelimesi için seçilmiş olan ‘temel’ yanlıştır. Çünkü bir ‘toplumsal sözleşmenin’ devlet ve adalet temelinde teşkili önemli olmakla beraber; Asıl şart adalet ve hukukun devlet binasının “temelden, tavana bütün huzme ve hücrelerine” nüfuz etmiş bulunmasıdır.
Adalet, devlet temelinde mevcuttur” biçiminde bir iddia ve telâkki ile otaya çıkılıp; hükümet işleri “kitabına uydurulmak” kabilinden sevk, idare ve idame olunamaz. Söz, kuram ve kural’ın sahibi olan Hz. Ömer’in anlayışına göre “adalet bir devletin temelinde olduğu gibi tepesinde de, yani her zerresinde mevcut olarak fiilen hayat ve vücut bulmalıdır.
Adalet temeli üzerine bina edilen kurum ve kuruluşların çatısında zulüm yaşanırsa, o binada adaletin varlığından söz edilemez. Halkın idaresiyle iştigal edip; En az Hazreti Ömer veya aynı dönemin “putperest İran Kisrası Nûşirevan” kadar adil olamayan Amirler ile; “Adaletsiz amirler karşısında dilsiz şeytan kesilen Âlimler” manâ itibarıyla sadece bir Köpek hükmündedirler. Biline… 
Netice olarak:
            Adaleti Meclisler tesis; Yargı cihazı temin ve Hükümet’ler ifa ve icraya mecburdur. 
 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
UN HELLESİ ÇORBASI  (UN KAVURMASI)
Malzemesi 3 kaşık un
Yarım yemek kaşığı salça
8 su bardağı su
1 kaşık tereyağı veya katı margarin
bir miktar tuz bir
miktar kırmızı pul biber
            3 kaşık un alüminyum tencereye konularak doğrudan yağsız olarak kısık ateşte devamlı karıştırılarak un pembeleşene kadar kavrulur.
Kavrulan un dinlenmesi için bir kenara konur soğuyan un eleğe alınarak pürtüklermiş unların ayrılması için elenir kalan pürtüklü un kaşık arkası ile ezilerek tekrar elenir. Kavrulmuş un tencereye konulur bir kaba 8 soğuk su bardağı su ölçülü olarak konulur. Su azar azar konularak tencerenin içine konulmuş kavrulmuş un üzerine dökülerek iyice karıştırılarak cıvıltılır ve karışa karıştıra ölçülü su eklenir.
Tencere kısık ateşte devamlı karıştırılarak kaynatılana kadar karıştırılır. Karıştırılırken bir miktar tuz atılır. Devamlı karıştırılmadığı takdirde cıvık un topaklanır. Kaynayan çorba bir kenara alınır.
Bir tavada bir kaşık katı yağ konularak kızdırılır yarım kaşık salça yağda özenir üzerine istenildiği kadar pul biber katılı.
Tencereden servis için tabağa alınan çorba üzerine bu tavada bulunan karıştırılan kaşıkla dökülerek servis yapılır.

 

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ayşe ÇOBAN
Ayşe ÇOBAN Hayat Hikayesi
DELİ GÖNÜL (1)
Deli gönül daldan dala konarsın,
Yuvan mı dağıldı ey deli gönül ?
Bir vefasız için ağlar yanarsın,
Değer mi sevgine hey deli gönül ?
Bir anda dolaştın yalan dünyayı,
Saniye dolmadan gördün rüyayı,
Sen kendine göre kurdun hülyayı,
Bilmem ne anladın bey deli gönül ?
Anlamadım başka elde ne buldun.
Her yere serildin eski bir çuldun.
Alemin gözünde bahtiyar kuldun.
Görülmez,nasıl bir şey deli gönül ?
Deli gönül,düşe kalka yoruldum.
Kirpikleri oktur,içten vuruldum.
Coşkun sular gibi aktım,duruldum.
Doldur kadehlere mey deli gönül.
Kar yağdı;başıma ağardı saçım.
Söyle gülüm,benim ne idi suçum ?
Fermanım elime verseler koçum.
Üflerim dudakta,ney deli gönül.
Deli gönül;var mı sevgiden yüce ?
Güneş gündüz doğar,ay ise gece.
Sükut altın imiş,söz gümüş hece.
İnsanı sevdiren,huy deli gönül.
Mert kişinin özü,sözü açıktır.
Akıllıyım diyen bil ki kaçıktır.
Sofice görünür,oysa kaçıktır.
Kişide aranan soy deli gönül.

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
NEYİNİ SEVEYİM AĞA
 
Yol göster diyorum;
Gösteriyorsun sopa!
Vuruyorsun sırtıma
Neyini seveyim ağa;
 
Adil olsan diyorum,
Suçluya hak veriyorsun
Suçsuzu hep geriyorsun.
Neyini seveyim ağa;
 
Anarşisti görüp af edip
Anarşiyi var ediyorsun
Adalet diyemiyorsun;
Neyini seveyim ağa;
 
Kafa keseni kınamayıp
Yalanı derliyor söylüyorsun!
Haklıları haksız kılıyorsun,
Neyini seveyim ağa;
 
Bir doğru söylediğin ile
Amel etmiyor dönüyorsun
Hep beni kandırıyorsun
Neyini seveyim ağa!
 
Hep bana Rabbena diyorsun
Cebin doldu daha ne istiyorsun
Senin neyin eksik kaldı
Neyini seveyim ağa!
 
Ayrım senin kitabında hak
İnsanları insan bırak,
Halkı ayırmak sende hak
Neyini seveyim ağa;
24/09/2014 ÇORUM

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

188 SAYI 25 Ekim 2014 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!