|
YIL 16 SAYI 183 25-Mayıs-2014
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
|
|
GERDEK KAYA |
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
BİR TARİHİ MEKAN VE ANIM |
geçen gün bir arkadaşımın sayfasın incelerken bir resim dikkatimi çekti.
Kendisine buranın "Gerdek Kaya" mı olduğunu sordum o da evet burası gerdek kaya
diye cevap verdi. Resmi yeni sayı dergimde kullanmak için kendisinden müsaade
istedim sağ olsun yayınlayabilirsiniz diye cevap verdi. |
GERDEK KAYANIN 1923 DEKİ HALİ |
|
GERDEK KAYANIN BU GÜNKÜ HALİ |
|
|
Gerdek Kaya'nın bu günkü hali Resim
Recep PEKEL |
|
-
1921 Çorum Tarihi
Nazmi Tuğrul ne hale gelmiş 1963 te keşfe gelmiştik.
Sütunlar o zaman mevcuttu. Rahmetli Abdullan Özüyağlı,
Rahmetli Salim Özbakır, Kardeşi Salim Özbakır, Halil
Ceyhan, ben Yukarıdan arkadaşlarla çıktık ipe
tutunarak aşağıya indim. Arkadaşlar da yukarıya
tırmanarak çıktılar. Diğer arkadaşlar ipi tutarken ben
mezarı incelemeye başladım. En son çıkan arkadaş ipi
bırakınca aşağıya ipi düşürdük. Bir gelen olur ise
diye bekledik, buraya geldiğimizden de kimsenin haberi
yoktu Mezar odasını araştırdık. Mezar yataklarında
yattık taş olduğu halde vücut yapımızı incitmeden
yatılacak şekilde idi.
-
Akşam ezanı okunur
iken 300 metre öteden birisi geçiyordu. Bağırdık
çağırdık nafile sesimizi duyuramadık. Rahmetli Salim
silaha meraklı idi. Eski bir Karadağ tabanca var ki
menzili 2000 metre. Salim Havaya bir el ateş etti adam
korkudan tam siper oldu. Biraz sonra doğruldu ayağa
kalktı. Yukarıda olduğumuzdan ne yaptığını görüyorduk.
-
Ben silahı aldım
aramın önüne doğru ateş ettim. Adamın on metre kadar
önüne kurşun saplandı bir toz bulutçuğu meydana geldi.
Adam temelli korktu. Bende korktum kurşun sekebilir
adamı yaralayabilir veya öldürebilirdim. Birazdan
hareket ettiğini gördük sevindik. Hep bir ağızdan Amca
buz burada kaldık diye sesimizin çıktığı kadar
bağırdık. Adam sine sine mezar anıtın altına kadar
geldi. Baktı yukarıdayız. Bize küfrün bini bir para
bizden ses yok.
-
Biz adama yalvarmaya
başladık yukarıdan ili al da salla diye. Adam halin
bize küfrediyordu, demek ki adamı epey korkutmuştuk.
-
Sonra adam ne düşündü
ise ipi aldı yukarı çıktı aşağı ipi bize salladı ipi
toplayıp mezar odasına aldık.
-
Adam bizi ineceğimiz
yerde aşağı inmemizi bekliyor. Nasıl olsa tek tek
inerler bende onları bir güzel pataklarım diye
düşünüyor olsa gerek.
-
Biz; Amca sağ ol git
diyoruz adam bir türlü gitmiyordu.
-
Ben aşağıya inmek için
arkadaşlara söyledim. Onlar sakın inme adam seni döver
dediler. Ben salimden silahı alarak gömleğimin
altından belime soktum ipe tutunarak aşağı indim.
-
Ayağım yere değmeden
adam arkamdan bir yumruk vurdu ve küfür etti. Acıya
dayandım ipi bıraktım gömleğin altında bulunan Karadağ
çektim. Hadi bakıyım bir daha vur dedim. Adam silahı
görünce arkasına bakmadan kaçtı giderken havaya son
kurşunu da attım Namlu param parça oldu. antika
tabanca üç atıma dayanamamış intihar etmişti.
-
Arkadaşlar aşağı
indiler sonuncu arkadaşı da yukarıdan çektik.
-
Gerdek kaya maceramız
bizde hem korku hem de bir acı hatıra olarak kaldı.
-
Gerdek kayanın
arkasında olduğunu hatırladığım pırıl pırıl akan
dereden kana kana su içtik. Çoruma doğru yola çıktık.
-
Salim bana birkaç ay
kustu. Son mermiyi attın namluyu patlattın. Diye sitem
etti. Sonra barıştın.
-
Ölenlere Allah Rahmet
sağlara da selamet versin.
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahfi EĞİLMEZ |
Mahfi EĞİLMEZ
Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz! |
HİTİTLERDE DEVLET BENİM DEMEK
Anadolu'nun antik dönem
toplulukları arasında en fazla yazılı metin bırakmış olanlar Hititlerdir.
Başkent Hattuşa'da 30 binden fazla, Şapinuva'da 3 binden fazla tablet
bulundu. Hitit tabletlerinin önemlileri arasında I. Murşili'nin tanrılara
rüşvet ve şantaja kadar işi vardırdığı veba duasının yer aldığı tablet,
Anitta metni olarak anılan ve kralın Hattuşa'yı yeniden canlandıracaklara
yaptığı laneti anlatan metin, Kadeş Antlaşması'nın kil tablet versiyonu,
Tuthaliya ile Kurunta arasındaki antlaşmanın yazılı olduğu bronz tablet,
Telipinu fermanı ve Murşili'nin yıllıkları sayılabilir.
Murşili'nin yıllıkları 10 yıllık bir dönemi kapsıyor. Kırık ve eksik
tabletlerden yola çıkılarak tercüme edilmiş olan bu metin Murşili'nin
babasının ölümü ve genç yaşta tahta çıkıp karşılaştığı zorlukları nasıl
yendiğini ve yeniden imparatorluğu nasıl güce kavuşturduğunu anlatan epik
bir öykü gibi.
Bu metinlerden yola çıkarak Hitit krallarına ait unvanları öğrenebiliyoruz.
Hitit krallarına ait unvanlardan birisi 'majestem' anlamına gelmek üzere
'güneşim.' Örneğin bir başka krala mektup yolladıklarında, kendilerini
anlatmak için 'Krallar kralı, Hatti ülkesinin büyük kralı, güneşim...' diye
başlıyorlardı. Krallar kralı ifadesinin ne anlama geldiğini biliyoruz bugün.
Kendisine bağlı devletlerin krallarının da kralı olduğum ifade etmek için
kullanıyorlardı bu deyimi. Büyük kral da aşağı yukarı aynı anlama geliyor.
Yani Hatti ülkesinde başka krallar da var. Örneğin II. Ramses'le Kadeş
Savaşını yapmış olan Muvatalli Hitit tahtında otururken Hakpiş krallığına
kardeşi III. Hattuşili'yi oturtmuştu.
O da kral bu da kral karıştırılmasın diye kendisine Büyük Kral deniyordu.
Hitit kralları yazışma ya da antlaşmalarda da bu unvana dikkat ederlerdi.
Kendilerine bağlı bir devletin kralıyla ilişki söz konusuysa kendileri için
'Büyük Kral' ifadesini koyarlar, öteki için ise 'Filanca ülkenin kralı'
ifadesini yazarlardı. Hitit kralları kendilerine eşit güçte gördüklerine
'kardeşim' diye hitap ederlerdi yazışmalarda. Örneğin Kadeş Barış
Antlaşması'nı imzalamış olan Hitit kralı III. Hattuşili kendi unvanlarını
saydıktan sonra II. Ramses'e de 'Mısır'ın Büyük Kralı' ve
'kardeşim' diye hitap etmiştir. II. Ramses de çeşitli yazışmalarda III.
Hattuşili'ye 'kardeşim' diye hitap etmiştir. O dönemde Ortadoğu'da birbirine
denk durumda dört krallık olduğu ve bunların krallarının
büyük kral unvanını hak ettiği düşünülebilir: Hitit, Mısır, Babil ve Asur.
Bunlar zaman zaman güç kaybetse de yeniden güçlenip çıkmışlardır ortaya.
Hitit krallığının sembolü kartal kanatları üzerinde bir güneşti. Güneş,
Anadolu'da Hititlerden önce yaşamış olanların da yaygın olarak kullandığı
bir semboldür. Hititler, kendilerinden önce Anadolu'nun egemeni olan
Hattilerden öğrenmiş olsalar gerek bu güneş kurslarını. Antik kültürde güneş
çok önemliydi. Hitit kralının, Hitit krallığının sembolü olan güneşi alıp
kendisini güneşle sembolleştirerek kendisine 'güneşim' demesi aslında
'devlet benim' demenin bir ifadesi olabilir.
M.Ö. 1650'ye gelinceye kadar Anadolu'da kent krallıkları vardı. Hiçbiri
ötekini egemenliği altında toplayacak güce sahip olmadığı için Asurlu
tüccarlar Anadolu insanını alabildiğine sömürüyor, verdikleri borçlara talep
ettikleri faizler yüzde 130'lara varıyordu. Anadolu birliğini ilk
sağlayanlar Hititlerdir. Bu birliği sağladıktan sonra da Asurlu tüccarların
sömürüsüne son vermişlerdir. Anadolu'nun, Mezopotamya'ya karşı hem siyasal
hem de ekonomik bir güç olarak ortaya çıkışı böyle olmuştur. Sonra Bizans,
Selçuklu ve Osmanlılar sağlamıştır bu birliği ve hepsi merkezden yönetmiştir
Anadolu'yu. Fatih Sultan Mehmet merkezden yönetilen tek Hazine ile ekonomiyi
merkezi denetime almayı sistematize etmiştir. Osmanlı'nın batışında tek
Hazineden, her biri kendi başına hareket eden çoklu Hazine sistemine
geçilmesi önemli ölçüde etkili olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, devraldığı
bozulmuş Osmanlı yapısını tekrar tek ve merkezi Hazine sistemine geçerek
düzeltmiş ve ne yazık ki bu yapıyı sürdürememiştir. 1980 sonrasında mali
sistemdeki bozulmanın nedenlerinden birisi de bütçe dışı fonlarla
parçalanmış bir Hazine yapısının ortaya çıkmış olmasıdır. Mali yönetim
parçalandığında hesap da denetim de karışmaktadır.
Batı'nın deneyimlerine bakıldığında, yetkilerin, yerel yönetimlere
kaydırılmasıyla ekonominin güçlendiği görülüyor. Oysa yaşadığımız
toprakların tarihi, merkezi yönetimin güçlü olduğu, ekonominin tek elde
topladığı dönemlerde ekonomik sorunların azaldığını ortaya koyuyor.
Böyle bakınca başka ülkelerdeki farklı kültürlerin yarattığı düzenlemelerle
varılan olumlu sonuçların farklı kültüre dayalı topraklarda aynı olumlu
sonuçları vermesini beklemek çok doğru olmayabilir.
Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde
yayınlanmıştır!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
KİN, NEFRET VE HUSUMET
Yaratılmış olan bütün canlılarda;
yaratılışında inat, kin ve nefret unsurları
bulunmaktadır.
İnsanların en büyük yanlışlıklarından
birisi de emri altında bulunanları unutarak kendi zevk
ve sefaları ile eğlencelere kaptırarak mühim
işlerimizden uzaklaşmamızdır. Bu eksikliğimiz ile
hizmetlerde aksaklıklar. Dikkat edilecek adil
kararlarda yanlışlıklar, hüküm verirken taraf olma,
adam kayırma, eşit muameleden uzaklaşma gibi eksik
davranışlarda bulunma. İnsanları diğerleri gibi ayrı
sınıflarda görerek diğerlerinden yüz çevirme, layık
olmayan yerlere kişileri büyük işler için
atadıklarımız ve diğer yanlışlıklarımız emrimizde
yapılan yanlışlıklarımızı görenler zulme uğradıklarını
var sayarak kin ve nefret içinde yaratanlarına
yalvararak beddua ederler ve başka adil kişilerle
birlikte olmak için dua ederler.
Kin ateş gibi bir olgudur. Ne kadar güçlü
yanarsa onu söndürmek güç olur. Kin bir bulaşıcı
hastalık gibi insanları etkiler. Bu etkilenen insanlar
sel gibi olarak akarlar. Bu sele set çekmek ise çok
zordur. Kin ve nefreti güç kullanarak bastıramayız.
Kuvvetimiz kadarı ile önlediğimizi zanneder fakat onu
yer altına inmeye mecbur etmiş oluruz. Kin ve nefret
tohumları yer altında tekrar yeşererek daha kuvvetli
bir grup veya topluluk olarak karşımıza çıkar.
Kin ve nefret duygularını ancak yaptığımız
yanlışlıklardan döner isek önleme imkânımız olur.
Adaletli yönetimimiz ve davranışımız, kendimizin
isteklerindeki yanlışlıkları görmemiz ve aklımızı
kullanmamız gereklidir. İsteklerin aklına üstün
gelirse sana duyulan kin ve nefret daha da çoğalır.
-
Kin ve nefreti
karşındaki insanların sana cephe alması demektir. Sen
sana normal gözüken şeylerin karşındaki kişi veya
topluma ağır gelebileceğini düşünmezsen sonraki
pişmanlıklarını insana faydası olmaz. Karşındaki kin
ve nefret edeni azarlamak için normalin üstüne çıkma,
zorla istediklerini yaptırmak istersen senin zararına
olur.
-
27 Mayıs 2014
tarihinde verdiğim savunmamda şöyle yazmıştım:
-
KİN “öç almayı
gerektirecek şiddetli düşmanlık hareketlerin zeminini
oluşturan psikolojik bir hâl” olduğu
-
DÜŞMANLIK “husumet
beslenen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar
vermeye, onu mağlup etmeye yönelmiş kin duygusu”
olarak bilmekteyim.
-
HUSUMET İSE KİN VE
DÜŞMANLIK OLDUĞUNU; “husumet beslenen konuya karşı
tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek
şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini
oluşturan psikolojik bir hâl” olarak biliyorum.
-
HUSUMET BESLEMEK ise
hiddet ve kızgınlık demektir.
-
Bence Suç işleyen
birisi ile HUSUMET veya HUSUMETLİ OLUNMAZ!
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
ZİNCİRLERİ
KIRMAK, YÜZLEŞMEK VE HESAPLAŞMAK
-
Türk tarihinin belki
en karanlık, kasvetli, hain ve menfur; 91 yıllık genç
Cumhuriyetin ise en şiddetli, yakıcı-yıkıcı, tahrip
edici depremi; İnsaf, iz’an, merhamet, adalet ve hukuk
dışı bir “güdümlü kalkışma” olarak tam 54 yıl önce
vuku buldu.
-
Cumhuriyet tarihinin, İstiklâl
Harbi’nden sonra ilk ve tek halk hareketi, ‘Beyaz
İhtilâl’ nitelemesi ile taçlanmış; 14 Mayıs 1950’de,
katılma oranı’nın yüzde 89.3 olan seçimde 52.7; 1954
seçimlerinde % 57.6 ve 1957 seçimlerinde 47.9 (DP’nin
17 il teşkilâtı, Genel Merkez ile vaki olan, malum il
başkanlarının kapris ve ihtiraslarına dayalı
ihtilâfları yüzünden bu seçime katılmadıkları için
oran düşmüş görünmektedir!) , gibi rekor oy oranları
ile milletin itimadına mazhar olmuş demokratik, adil
ve yasal bir iktidar.; Şerefli ve şanlı Türk Orduna
‘KUMPAS’ kurularak, kalleşçe bir oyula tezgâha
getirilip, kalleşçe yıkılmış ve Türkiye
çökertilmiştir.
-
Akabinde kurulan yassı ada nam çadır
tiyatrosu, Türkiye Cumhuriyeti hukuk tarihinin derin
utancı ve dönem hâkimleri, savcıları, avukatları ve
akademisyen kisveli sözde aydınların ebedi yüz
karasıdır. Bu keferenin umumu Türkiye Cumhuriyetinin
alçakça, haince ve kalleşçe çökertilmesinden sorumlu;
Artçı etkileri günümüze kadar uzanan felâketin pay
sahipleridir.
-
Bu umursuz, onursuz ve sorumsuz mason,
dönme devşirme, ateist ve AB’ci sabetaylar sayesinde;
27 Mayıs gününden itibaren ard arda gerçekleştirilen
açılım ve atılımlarla.; Başta Atatürk İlkeleri ve Türk
İnkılâbı, Atatürk’ün Anayasası, fazilet anlamında
Cumhuriyet, adalet, Demokrasi, Hak karinesi, İnsan
Hakları ve Hukuk olmak üzere bütün değer, eser ve
birikimler yok edilmeye çalışıldı…
-
Meşru millet iktidarınca 10 yılda var
edilmiş 100 yıla bedel kalkınma çökertildi.
-
Binlerce yıllık tarihinin bilgi,
birikim ve fiili deneyiminin zirvesine ulaşmış ve
İstiklâl Savaşı Zaferi ile muzaffer Türk Ordusu;
Özellikle General ve Üst Subaylar olmak üzere “20”
bine yakın profesyonel asker terhis veya başka
kurumlara nakille tasfiye edildi.
-
Aslında 27 Mayıs darbesinde pek çok
acılar yaşandı. Başbakan ve bakanlar haksız ve
hukuksuz yere idam edildi. Yassıada’da büyük
eziyetler, zulümler, dramlar yaşandı. Ama bu
alçaklıkların bir var ki, hâlâ acısı, yıkıcı etkisi ve
tahribatı artarak sürüp gider. 27 Mayıs baş kaldırma
ve kalkışmasından dört gün sonra Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’dan toplanan 485 Kürt ağası, aşiret önderi ve
Demokrat Parti orijinli mahalli liderler Sivas
Kabakyazı’da 5. Er Eğitim Tugayı’nda askeri garnizon
içindeki kampta dokuz ay süren bir “zorunlu
misafirliğe” eziyet, işkence/zulüm ve asimetrik
psikolojik harekâta tabi tutuldular..
-
Dokuz ay süren bu
zorunlu misafirlik içerisinde Sivas’a getirilenlerin
yaşları 14 ile 70 arasında değişmekte idi. “27
Mayıs’ın öteki yüzü: Sivas Kampı” adlı kitapta Celal
Bayar’ın “Siyasal Kürtçülüğün merkezi” ve Hüsamettin
Cindoruk’un “Apo hareketinin imalât alanı ve kaynağı”,
olduğunu iddia ettiği ajitasyon, provokasyon ve bu
güne kadar akan kan’ın nefret tohumlarının ekildiği
anarşi, terör ve tedhişin kaynakları oluşturuldu.
-
Buna paralel olarak
“güden gücün” isteği doğrultusunda binlerce (sözde)
“Amerikan Barış Gönüllüsü” Doğu, Güney Doğu ve İç
Anadolu’yu sardı. Bunların tamamı CIA casusu idi.. Bir
taraftan da, o günlerde çokça söylenen “nesli kesici,
kısırlık yapıcı ve genetik yapıyı bozan”, Amerikan
yardımı Süt Tozu ve özel imal sandviç yıllarca
okullarda yedirildi..
-
Demokrat Parti
Milletvekillerinin maaş ve özlük hakları gasp ve
irtikap edilerek; 11. dönem Millet Vekillerinin 18
aylık maaş ve diğer özlük hakları ödenmedi. Üstüne
üstlük, bir de 27 Mayıs kinayeten “Özgürlük ve Anayasa
Bayramı” ilân edildi. Cumhuriyet tarihinin ilk meşru
ve silsile-i meratip ile emir-kademe zincirine uygun
müdahalesi olmasa bu utanç ve yüz karası, belki de
hâlâ devam ediyor olacaktı!
-
Şimdi: yeni bir
Anayasa yapmanın, yeni vesayetler yaratmanın ve
devletin beş bin yıllık çivilerini sökmeye çalışmanın
sırası değil!
-
Evvelâ 27 Mayıs’la
yüzleşmenin; Zincirleri kırmanın ve haksızlıkla,
hırsızlıkla geçen elli yıllık yolsuzluğun hesabını
sormak zamanıdır.
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa TURAN |
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
|
-
İSTANBUL’UN
FETHİ’NİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ
- Tarihimizde
bazı zamanlar ve bazı olaylar vardır ki, hayatî öneme haizdirler. Aynı
zamanda bu olaylar, tarihimizin de dönüm noktasını teşkil ederler. İşte
İstanbul’un fethi de bu olaylardan birisi, belki de en önemlisidir.
- İstanbul’un
fethini, tarihimizin bu altın sayfasını bir defa daha yad etmekle, bu mutlu
anı tekrar yaşamak imkanı bulmuş olacağız. Sevgili Peygamberimizin müjdesine
nail olan ecdadımızın ruhlarını da bir kez daha şad edeceğimizi umuyorum.
- Biz burada
fetih olayını tarihî açıdan ele alıp, Türk-İslâm tarihine ve dünya tarihine
etkilerini değerlendirmeye çalışacağız.
- Fetih, bir
beldenin silahla elde edilmesinden öte, çok daha derin manalar ihtiva eder.
Bu sebeple hem maddi, hem de manevi açıdan ele alınıp değerlendirilmelidir.
Zira, Fatih’le Akşemseddin arasındaki münasebeti sağlıklı kavramadan ne
Fatih’i ne de fethi gerçek veçhesiyle anlamak mümkündür. Daha sonra Fatih’in
şahsiyeti ve idealinden bahsedeceğiz. Ancak daha önce bir anekdotla Fatih’in
azim ve kararlılığını tesbit etmede yarar vardır.
- Fatih
1461’de Trabzon’un fethine giderken geçit vermez dağları nice güçlüklere
katlanarak aştı. Bunu gören Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın annesi Sare
Hatun: “Padişahım, bunca zahmet bir kale için değer mi?” deyince, Fatih’in
verdiği cevap onun idealinin en güzel resmidir! Maksadımız kale fethetmek
değildir. Bu zahmet din yolundadır. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize
gazi demek yalan olur.”
- İşte
İstanbul’un fethindeki derin manayı da aynı kategoride değerlendirmek
gerekir. Çünkü Fatih’in ideali çok yüce idi. Rumeli Hisarı yapılırken, buna
engel olmak niyetiyle gelen Bizans İmparatorunun elçilerine: “Benim gücümün
ulaştığı yere imparatorunuzun hayali dahi erişemez. Varın imparatorunuza
böylece söyleyin” sözü de bu yüce ideali ifade etmektedir. Kuşatma esnasında
da Bizans’ın anlaşma karşılığında vergi vermeyi kabul edeceğini bildiren
elçilere Fatih’in: “Buradan gitmekliğim mümkün değildir. Ya ben Bizans’ı
alırım. Ya da Bizans beni.” İfadeleri de Onun bu konudaki kararlılığını
göstermektedir. Napolyon gibi Fatih de, kurulacak bir cihan imparatorluğuna
ancak İstanbul’un başkentlik yapabileceğine inanmaktaydı. Fatih’in
ecdadından devraldığı misyon gereği, ülkesinin ortasında bağrına saplanmış
bir hançer gibi duran Bizans İmparatorluğunu yıkıp İstanbul’u alması icap
ediyordu. İstanbul fethedildiği takdirde Anadolu ve Rumeli toprakları
birbirine bağlandığı gibi, haçlı tahrikleri de son bulacaktı. Askerî
güvenlik sağlanacak, denizlerde hakimiyet kurulacak ve Anadolu Türk birliği
de tesis edilmiş olacaktı. Bütün bunların bir de dini boyutu vardı. Zira
Peygamberimiz bir hadisinde: “Kostantiniyye mutlaka fetholunacaktır. Onu
fetheden kumandan ne güzel kumandandır. Onu fetheden asker ne güzel
askerdir” buyurmak suretiyle fethi hedef göstermişti.
- Büyük
Selçuklular 1071’de Malazgirt Zaferiyle, Anadolu’nun kapılarını Müslüman
Türklere açmıştı. 1176’da Miryakefalon’da Anadolu Selçuklularının kazandığı
zafer, Anadolu’nun sonsuza dek Türk yurdu olduğunun tescili idi.
Osmanlıların Anadolu ve Rumelideki fetihleri de İstanbul’un fethinin
zeminini hazırlamıştı. İsmail Hami Danişmend’in ifadesine göre: “İstanbul
ideali Arap’tan Türk’e bütün dinî ve efsanevî motifleriyle beraber intikal
etmişti.” Üstelik İstanbul tarih boyunca stratejik önemi ve tabii
güzellikleriyle bütün milletlerin ilgi odağı durumundaydı. Şair Yahya Kemal:
“Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” diye tavsir ediyordu
İstanbul’u.
- “Kostantiniyye dünyevi olduğu nisbette uhrevî bir saadet yoluydu. İstanbul
üzerine yürümek din ve dünya cennetine sefer etmek gibiydi.” (51) Şehrin
kuşatılması safhasında Tarihçi Barbara der ki: “İstanbul halkının tamamının
bir ayda yapamayacağını Türk ordusu bir gecede yapmayı başarmıştı.” Tacizade
Cafer Çelebi de: “Öyle bir hazırlık başladı ki; bir yılda yapılan bir aya,
bir ayda yapılan bir güne sığdırılmalıydı” ifadesine yer verir.
- 6 Nisan
1453’te başlayan kuşatma devam ederken Fatih, dünya savaş tarihinin en
dâhice kararını verir, ve bir gecede gemileri karadan yürüterek Haliç’e
indirir. 53 gün süren kuşatmadan sonra 29 Mayıs 1453’te fetih müyesser olur
ve Fatih muzaffer bir komutan olarak şehre girip doğruca Ayasofya’ya gider.
Kilisede toplanan Hristiyan halka Peygamberimizin Mekke’nin fethinde, Hz.
Ömer’in de Kudüs’ün fethinde gösterdikleri hoşgörüyü gösterir. Şayet
Fatih’in yerinde Hristiyan bir hükümdar olsaydı ve İstanbul halkı da
Müslüman olsaydı, böyle bir zafer sarhoşluğu içinde halkın hepsini kılıçtan
geçireceğinden hiç kuşku yoktur. Çünkü tarih bu şekilde nice olaylara
şahittir. Tarihçi Yılmaz Öztuna’nın: “Son Bizans başbakanının ‘Bizansta
kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim’ sözü
cihan tarihinin pek maruf sözleri arasında yer almıştır. Çünkü Avrupa’nın
toleransı Türklerinkine nisbetle pek ilkeldi” tesbiti büyük bir gerçeği
yansıtmaktadır.
- “Artık
Fatih ünvanını hak kazanmış olan II. Sultan Mehmet, hiç değilse o zamanki
harp kaidelerine uyarak, esir ettiği halkı başka yerlere sürer yahut
satabilirdi. Bu türlü hareket etmeyi isteseydi mucip sebebi de hazırdı.
Halbuki genç Fatih, değil o devrin, XX. asrın dahi anlayamayacağı bir
yumuşaklık ve şefkatle, esir aldığı bu şehir halkını uzun vadeli taksitlere
bağlayarak kurtulmaları esasını kabul etti. Halbuki ayın tarihlerde,
Akdenizin garp ucundaki engizisyon mahkemeleri, insanları fikirlerinden
dolayı ateşte yakıyordu.” (52)
- İstanbul’un
fethi, sadece Türk-İslâm dünyasında değil, tüm dünyada sonuçları itibarıyla
büyük yankılar uyandırmıştır. Öncelikle Türk-İslâm dünyasındaki yankılara
baktığımız zaman görürüz ki; bu fetih tarih boyunca Türk milletine nasip
olmuş en büyük şereftir. Çünkü olayın çağlara damgasını vuracak çok önemli
bir boyutu vardır. Zira İstanbul’u fethetmek bütün İslamlar için en yüce bir
idealdi. “Bir ayette geçen BELDETÜN TAYYİBETÜN ibaresinden İstanbul’un
kastedildiği manasını çıkaran alimler, ebced hesabıyla fetih tarihini
bularak Türklerin Cenab-ı Hakkın böylesine büyük lütfuna mazhar olduğu
manasını çıkarmışlardır. Büyük Hakan Fatih Sultan Mehmet’in hocası
Akşemseddin’in velilik gözü ile fetih vaktini tayin edip, gün, saat ve
yerini söylemesi de bu inancı doğrulamaktadır.” (53)
- Sevgili
Peygamberimiz de fethi gerçekleştirecek orduyu müjdelemişti. Bu yüzden bunu
gerçekleştirmeyi her müslüman cana minnet bilmekteydi. Önce Emeviler, daha
sonra da Abbasiler İstanbul’u kuşattılarsa da bir sonuç elde edememişlerdi.
- O günün
şartlarında çok muhkem surları ve güçlü savunması olduğu için, Bizansı ne
Yıldırım’ın, ne Musa Çelebi’nin ve ne de II. Murat’ın, kuşattığı halde
alamadığını görmekteyiz. Şimdi yüzyıllar boyu uğraşılıp ta bir türlü
erişilemeyen fethi gerçekleştiren, başta Fatih olmak üzere onun askeri ve
halkı ile, tüm Türk-İslâm dünyasının sevinmesi kadar doğal bir şey olamaz.
- Bir yandan
Mısır Memlüklü Devleti’nde bayram havası eserken, öte yandan Güney
Hindistan’da Behmeni Sultanlığı elçiler yollayarak Fatih’e tebriklerini
bildirmekteydi. Abbasi halifesi ise Türk şehitlerinin ruhuna Kur’ân ziyafeti
çekiyordu. İstanbul’da da başta gaziler olmak üzere günlerce süren zafer
şenlikleri yapılmakta ve halk bayram sevinci yaşamaktaydı. Büyük tarihçi
Hoca Sadettin Efendi: “Çan sesleri sustu, yerini tekbir sesleri aldı.”
İfadesinde bulunuyor. Prof. Osman Turan da, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi
Tarihi adlı eserinde diyor ki: “Nihayet bu büyük fetih II. Sultan Mehmet’e
nasip olmuş ve Fatih “Müjdelenen kumandan”, askerleri de “Müjdelenen
askerler” olmak şerefine kavuşmuştur.” Böylesi bir şeref şahikasında
taçlananların bayram yapmaları en tabii haklarıdır.
- “İslam
tarihinde bu bir gelenektir. Fetihten sonra hemen bir cami yaptırılır, buna
zaman yetmediği hallerde fethedilen bölgenin en büyük kilisesi camiye
çevrilir. Ve İslâm’da hürriyet ve hakimiyetin sembolü olan cuma namazı
kılınırdı. Cuma namazında sultan veya onun adına bir âlim hutbe okur,
hutbenin ikinci kısmının sonunda beldenin fatihinin de adı anılırdı,
devletinin-milletinin payidar olması için dua edilirdi. Fatih de öyle yaptı.
Şehrin en büyük kilisesini (Ayasofyayı) camiye çevirdi ve ilk cuma namazını
kıldı.” (54) “Fatih Sultan Mehmet sur dahilinde ilk defa Ayasofya odalarını
medreseye çevirdiği gibi sur haricinde de bugün Eyüp dediğimiz mahalde
Peygamberimiz ashabından (Medine’ye hicret buyurdukları zaman bir müddet
evinde misafir kaldığı) Halit b. Zeyd Ebu Eyyub Ensari’nin kabrinin yanına
bir cami, bir de medrese yaptırarak az zamanda buranın imarını temin
etmiştir.”(55)
- “Fatih
İstanbul’u fethedip büyük zaferi kazandıktan sonra, diğer hükümdarlar gibi
acaba niçin mağrur olmadı?” sualine N. Sami Banarlı şöyle bir tesbitle cevap
verir: “Tereddütsüz söylenebilir ki, misafir olduğu odasının rafında bir
Kur’ân bulunduğu için gece sabaha kadar ayakta bekleyen Osman Bey’in torunu
bu vicdan terbiyesini o asırlardaki Türk ruhunu yine asırlarca beslemiş
böyle manevi bir kaynaktan almıştı.”
- Fethin
gerçekleşmesinden sonra Türk tarihinin olduğu gibi, dünya tarihinin seyri de
değişmiştir. Özellikle Avrupa’nın tutumu kelimenin tam anlamıyla güçsüzlüğe
işaret etmektedir.
- Alman
İmparatoru III. Friedrich papaya yazdığı bir mektupta şöyle diyor: “Mehmet
çoktandır aramızda hükümferma bulunuyor. Türk kılıcı çoktan beri başımızın
üzerinde asılıdır. Karadeniz çoktan bize kapalı ve Romanya çoktan Türklerin
hakimiyetindedir. Oradan Macaristanı ve sonra Almanya’yı ele geçirecekler.
İngiltere ve Fransa kralları birbirlerine karşı silaha sarıldılar. İspanya
nadir anlardaki huzura kavuşuyor. İtalya ise asla sulha kavuşamayacaktır.”
Alman imparatorunun bu mektubundan Avrupa’nın siyasi yapısını ve perişan
halini görmekteyiz.
- İstanbul’un
fethi sırasında dünyanın toplam nüfusu 400 milyon civarındadır. Yılmaz
Öztuna’nın ifadesine göre bu nüfusun 275 milyonu Asya da, 70 milyonu
Afrika’da yaşamaktaydı.
- Fetih’ten
sonra Avrupa Türklere karşı bazı tedbirlere başvurduysa da hiç bir netice
alamadı. Papa’nın haçlı seferi düzenleme çabaları da bir işe yaramadı.
Aslında aşırı bir Türk düşmanı olan tarihçi G. Sclumberger der ki: “Türkler
tarafından İstanbul’un fethi, cihan tarihinin en büyük hadiselerinden birini
teşkil etmiştir. Bu fethin, Avrupa’nın mukadderatı üzerindeki tesiri, büyük
olmuştur. Doğu Avrupa’da Türklere, asırlar boyunca üstünlük temin
etmiştir... Bu hadise hemen hemen tarihin akışını değiştirmiştir. “Yine bir
tarihçi olan Franz Babinger de: “Cihan tarihinde bir dönüm noktası meydana
getirecek olan bu saatin tesiri her yerde hissedildi. Batıda bu hadisenin
yarattığı muazzam akis herkesi, İstanbul’un memleketler değer bir belde
olduğuna inandırdı.” demektedir.
- Şehirleri
çevreleyen surların top gülleleriyle yıkılabileceği anlaşılmış ve bu sayede
krallar, Avrupadaki derebeylik düzenine son vermişlerdi. İpek ve Baharat
yolunun Türklerin eline geçmesiyle, Avrupa’lı denizciler başka deniz yolları
aramaya başladılar. Böylece coğrafi keşifler ortaya çıktı ki bu durum
Avrupa’nın daha sonraları maküs talihini yenmesine vesile olacaktır. Zira
artık Rönesans ve Reform hareketleriyle, ilimde, inançta, teknikte, edebiyat
ve sanatta Avrupa’nın önü açılacak, sanayi inkılabıyla da hızlanıp
güçlenecektir. Avrupalı bilim adamlarının pek çoğu, Rönesansın Fatih’in
İstanbul’u ilk fethiyle başladığına, Fatih, II. Beyazıt ve Yavuz’un
toleransı sayesinde amacına ulaştığına inanmaktadır.
- Tarihçi
Hammer: “Bizans İmparatorluğunun düşmesi bin yıllık bir mevcudiyetten sonra
taht şehri İstanbul’un Türklerin eline geçmesi, Avrupa milletleri için bir
mücadele devresi açmıştır. Bu mücadele Avrupa için felaketli geçecektir”
demektedir.
- Fransız
Akademisinden Rene Grousset-İstanbul’un fethi hadisesini hazırlayan
sebepleri, L’Empire Du Levant adlı eserinde, dile getirir ve der ki: “Eğer
Bizans seddi yıkılsa idi, Müslüman fethi 1453’de değil 673 veya 717’de
gerçekleşse idi, henüz rüşdünü idrak etmemiş olan Avrupanın hali ne olurdu?
Hiç bir rönesans hareketi mümkün olmazdı. Araplar ancak Suriye’yi,
Mezopotamya’yı ve Mısır’ı Yunanlılıktan kurtarmışlar ve yeniden
Sami’leştirmişlerdir. Türkler ise, Küçük Asya’nın en büyük kısmını
Yunanlılıktan ayırdılar ve Turanileştirdiler... 1064’den 1081’e kadar,
Anadolu yarımadası yeni bir Türkistan oldu... 1453, 1081’de gerçekleşiyordu.
Batının müdahalesi durumu değiştirdi... Sözümü şu noktayı belirterek
bağlamak isterim ki kitabım, Avrupa dışı kültür ve medeniyetlere karşı hiç
bir peşin hükümle malül değildir. Avrupa medeniyeti dışında bilhassa İslâm
dininden olan milletler, insanlık medeniyetine o kadar yüksek safhalar
yaşatmışlardır ki, taraf tutmayan bir tarihçi, onlara düşman hiç bir
temayüle sahip olamaz. Sonunda Roma İmparatorluğunun fethi işini Osmanlılar
başarmışlardır. Çünkü Marmara kıyılarında idiler. Çünkü birbirini takip eden
çok büyük hükümdarlara sahip olmak mazhariyetine erişmişlerdir. Bu
hükümdarlar, mukayese kabul etmez askerlik dehasına sahiptiler. Ne
istediklerini bilmişler ve fütuhattan başka hiç bir emel taşımıyorlardı.
Osmanoğulları, Peygamberin seferlerindeki mukaddes gayeyi, asırlar sonra
canlandırmışlardır.”
- Bu devirde
her alanda Türklerin Avrupalılardan üstün olduklarını müşahede ediyoruz.
Dolayısıyla, Fatih onlardan bir şey almayı düşünmemekteydi. Onun gayesi,
Bizansı yıkıp Ortodoksluğu himaye ettiği gibi, İtalya’yı da alıp İslâmi
esaslarla Eski Roma İmparatorluğunu tekrar ihya etmekti. Tarihçi Yılmaz
Öztuna: “Kimse 21 yaşındaki II. Mehmet’in deha derecesini, asırlardan beri
görülmemiş kudrette bir şahsiyet olduğunu kestiremezdi. Kimse büyük topları
ve başka görülmemiş silahları tahmin edemezdi. Karadan donanma
yürütüleceğini kimsenin aklı kesmezdi” diyerek bu açıdan bakıldığında fethin
ihtişamına dikkat çekiyor.
- Öte yandan
batılı ilim adamı Grenard da Türklerin büyük başarılarının sırrını şöyle
dile getiriyor: “Türklerin Balkanları ve Anadolu’yu tek devlet halinde
toparlayabilmelerinin sırrı, Türkler’in atalardan kalma otorite ve disiplin
gelenekleri ile Osmanoğulları hanedanının istisnai derecede devamlılık
kudretindedir.”
- Hangi
açıdan ele alınıp değerlendirilirse değerlendirilsin İstanbul’un fethi,
dünya tarihine altın harflerle yazılmış emsali bulunmaz bir kahramanlık
destanı ve Türklerin en büyük zaferlerinden biridir. Türk tarihinde ve Cihan
tarihinde önemli bir dönüm noktası meydana getiren fethi gerçekleştiren
kutlu kumandan Fatih’i ve onun müjdeli askerlerini rahmet ve minnetle
anıyoruz.
- Fetih olayı
ve Fatih’i kaleme aldığımız şiirimizin son kıtasıyla noktalayalım inşallah.
- Güzel
komutan, güzel er beraatın aldın,
- Ey Yüce
Fatih! Övgü dolu Rasûl sözünden,
- Çağlar
üstünde cihan tarihine nam saldın,
- Rehber
kılıp İslâmı, yürüyünce izinden.
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
KAYSI
REÇELİ
2 kilo şekerpare kaysı
2 kilo toz şekeri
3 küçük topak limon tuzu
Kaslılar önce yıkanır.
Çekirdekleri çıkartılır. İkiye bölünen kaysılar tencereye konulur.
Üzerine şeker dökülür. Bir iki saat kadar bekletilir,kaysılar
sulanır. Şeker ıslanmış olur. Tencere kısık ateşe konularak
karıştırılır,kaynamaya başlayınca limontuzu ilave edilir. Kaynamaya
başlayan reçelin üzerine köpük gelir,bu köpük delikli kepçe veya
kaşıkla alınır atılır. Kaynamaya başlayınca beş dakika
kaynatılır,tencere ateşten alınarak soğumaya bırakılır. İyice
soğuduktan sonra beş dakika daha kaynatılır bu işlem üçüncü kez
yapılır,soğuyan reçel kavanoza konur istenildiği zaman yenilir.
|
|
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Özgür BİÇER |
Özgür BİÇER Hayat Hikayesi |
- CANIMIN PARÇALARINA
- Nasılda biçare oluyorum
- Duyunca olanları
- Kımıldamıyor saatler
- Yüreğime akıyor göz yaşlarım.
- Canımın parçaları şimdi nasıllar
- Hiç bilmiyorum
-
- Hayatımın anlamıydı o şehir
- Sanki yeniden doğmuştum orda.
-
- O şehirdeyken,
- Hayatımdaki bütün anlamsızlıkları silmiştim.
- Erdemlerle donatmıştım uçarı halimi.
-
- Canımın parçaları şimdi nasıllar
- Hiç bilmiyorum.
-
- Onlara uzanmıyor elim,
- Biçare üzülüyorum.
-
- Elimden bir şey gelmiyor.
- Elimden hiç bir şey gelmiyor,
- Canımın parçaları şimdi,
- Nasıllar? hiç bilmiyorum.
- 18.03.2002 ÇORUM
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Şükrü GÜLTEPE |
Şükrü GÜLTEPE Hayat Hikayesi
|
SARI ÇİĞDEM
Karlar erir sarı çiğdem bitersin
Güneş vurur ılgıt ılgıt erirsin,
Kelebekler dallarına konarsın,
Güzel kokun etrafına saçarsın.
Çiğdemler sararmış buğday sarısı,
Dallarına konmuş bal arısı,
Doğayı sarmış güzel kokusu,
Dünyaya bedeldir bir tek yarısı.
Kır,bayırda dalga dalga sallanır.
Düzgar eser,papatyalar dallanır.
Güneş doğar çiçeklerin ballanır.
Bin bir çiçek açar,doğa allanır.
Sarı çiğdem neden boyun eğersin,
Beni üzgün koyup nere gidersin
Bahar gelir çiçeklerin açarsın,
Sen güzelsin,çiçeklere yetersin.
Sarı çiğdem sarp kuyuda bitersin
Kekik konar dallarında ötersin
Sen güzelsin,çiçeklere yetersin
Altın sarı çiğdemsin çalım satarsın.
Sarı çiğdem,senden ayrı kalamam.
Başka renkten ilham bile alamam.
Benden ayrı kaldım bende gülemem.
Yollar sarptır,yollarını bulamam.
Sarı çiğdem,ben gönlümü bağladım.
Gece gündüz,hayalinle ağladım.
Senden ayrılınca bağrım dağladım,
Gözyaşlarım ırmak olup çağladım.
GÜLTEPE baharda gölünü özler,
Çiğdemler kurumuş,yolunu gözler.
Bahar gelsin diye ciğeri sızlar,
Böyle geçerde baharla yazın.
09.08.2002 |
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
DÜNYA MAHKEMESİ
Geldi evine geldi posta ile mahkemen var şu güne diye
bir celp
İstersen gitme, birinci celsede gitmezsen gelecek evine
polis
Utanmak mı gerek, korkmak mı bilmeden kala kaldım orada
Bakarsın aval aval celbi getiren görevli kişinin bon bon
yüzüne
Postacı görevini yapmak için uzatır tebliğ kâğıdını sana
imzala
Ne yapacağını bilmeden imzalarsın belgeyi aldım diye
çağrıyı
Yırtar verir eline bir tarafı yırtılmış bilgisayardan
çıkmış matbu bir zarf
Ellerin titrer, açarsın baka kalırsın, birkaç yaş birden
ihtiyarlarsın.
Bakarsın şikâyet sonucu üzerine atılmış üç madde ile
suçlanmışsın
Bir zamanlar lazım olur diye tutmuşsun bazı hukuk
bilgileri
Birincisi ne diye bakarsın bilgisayarındaki “Kara kaplı”
defterine
“Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse”
Suçlu bulur isen bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası
İkincisini arar bulursun “Kara Kaplı” defterden yine
“Özel hayatına ilişkin görüntü ve sesleri hukuka aykırı
ifşa”
Suçun sabitlenir ise iki yıldan beş yıla kadar hapis
cezası.
Bakınca celp kâğıdına istemeden de olsa ellerin titrer.
Üçüncüsü cezadan ağır yazar ve çizer olanların kararına
“Kasten işlemiş olduğu suç için hapis cezasına
mahkûmiyet”
İşte en çok zora giden de bu maddeleri öğrenmek yıktı
beni
“Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin
üstlenilmesinden”
“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden” Aday olmazsam
da yine;
“Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim”
İstemem bu görevleri verseler de;
“Atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde
istihdam edilmekten,”
“Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları
kullanmaktan,” olan bir oyumda gitti
“Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir
hizmette bulunmaktan,”
“Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi
parti” Beni ilgilendirmese de bunlar
“tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi
olmaktan, “ Beklemem bu görevleri halktan,
“Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşunun,
iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu
altında
serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,”
İşte bu yaptığım sanal da olsa
“Yoksun bırakılır.” Demişti Kanun koyan, uygulayan
yargılayan.
En önemlisi de ikinci maddedeki hüküm idi bana göre bu
madde
“Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu
hapis cezasının
infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.”
Demiş Kanun.
İşte buda sizlerden ayrı kalarak yazamayarak,
çekemiyerek, yayınlayamayarak.
“Geldi başa bir kada nere gidem imdada” Sorduk avukat
arkadaşlara ses yok
Anladım bu suçlardan kurtulmak oldukça zor ve ırak mı
ırak
İş başa düştü. En büyük sor da söyleyeyim diyen,
bilirsen aradığını sana gösteren
Internet kullananlar artık onsuz yapamadığı bir arama
motoru olan Google ile
Sordum derdimi, aldım cevabımı, bildiğim zannettiğim
konuları onaylatmak babından
Kanunun madde ve yorumları açısından gösterdi bana bütün
sorduklarımı.
Birinci celsede bulduklarımdan verdim bir ek savunma,
ertelendi mahkemem
Bir sonraki ayın tarihine. İçimden keşke ayın yirmi
yedisi olsa idi dedim.
Benim için çok önemli bir ayın bir zaman dilimi idi bu o
zaman diliminde
Sonuçlanır diye geçirmiştim inanın ki kalbimde. İkinci
celse oldu gittik huzura
Savunduk kendimi bildiğim kadarı ile beni Türk Milleti
Adına yargılayan hazurun önünde
Dinlediler, talebimin birisini ret ettiler, bende
bildiğim kadar son talebimin
Vermek isterim savunmamı Mahkememiz huzuruna yazılı
olarak dedim.
Kabul ettiler celse ayın beş günlük süre ile bana mühlet
lütfettiler
Üzüldüm süre çok kısa idi. Bu dava ile bana göre
anlatılacak çok bilgi var idi.
Eve geldim uyumadım, uyutmadım yazdım okuttum en büyük
yardımcım olana
O okudu görmediğim harf hatalarını buldu söyledi
düzelttik kendimizce
Savunmak tamı tamına kırk üç A dört kağıdı olmuştu, sıra
tarihini atmaya geldi.
Atığım tarih kalbimden geçirdiğim ayın yirmi yedisi idi
kahkaha ile güdüm
Gözlerim doldu, Rabbim nasip etmişti benim istediğim o
ayın o gününü,
Bilgisayardan baktım o gün gerekçeli karar çıkmıştı
hakkımızda,
Allah C.C. hayra yorar diye gittim Adalet Sarayına
Ön bürodan aldım kararı, Hak yerini bulmuştu. BERAT
etmiştim dünya mahkemesinden
On iki Haziran da da var Rabbimin BERAT Gecesi. İnşallah
ondan da berat ederiz
Bu satırları okuyan ve tüm Müslümanlarla birlikte
BERATIMIZI alırız sağ elimize!
27 Mayıs 2014 11.40
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
184 SAYI 25 Haziran 2014 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |