YIL 16  SAYI 183    25-Mayıs-2014

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

 

 

GERDEK KAYA

 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
BİR TARİHİ MEKAN VE ANIM
geçen gün bir arkadaşımın sayfasın incelerken bir resim dikkatimi çekti. Kendisine buranın "Gerdek Kaya" mı olduğunu sordum o da evet burası gerdek kaya diye cevap verdi. Resmi yeni sayı dergimde kullanmak için kendisinden müsaade istedim sağ olsun yayınlayabilirsiniz diye cevap verdi.

GERDEK KAYANIN 1923 DEKİ HALİ

GERDEK KAYANIN BU GÜNKÜ HALİ

 

Gerdek Kaya'nın bu günkü hali Resim Recep PEKEL

1921 Çorum Tarihi Nazmi Tuğrul ne hale gelmiş 1963 te keşfe gelmiştik. Sütunlar o zaman mevcuttu. Rahmetli Abdullan Özüyağlı, Rahmetli Salim Özbakır, Kardeşi Salim Özbakır, Halil Ceyhan, ben Yukarıdan arkadaşlarla çıktık ipe tutunarak aşağıya indim. Arkadaşlar da yukarıya tırmanarak çıktılar. Diğer arkadaşlar ipi tutarken ben mezarı incelemeye başladım. En son çıkan arkadaş ipi bırakınca aşağıya ipi düşürdük. Bir gelen olur ise diye bekledik, buraya geldiğimizden de kimsenin haberi yoktu Mezar odasını araştırdık. Mezar yataklarında yattık taş olduğu halde vücut yapımızı incitmeden yatılacak şekilde idi.
Akşam ezanı okunur iken 300 metre öteden birisi geçiyordu. Bağırdık çağırdık nafile sesimizi duyuramadık. Rahmetli Salim silaha meraklı idi. Eski bir Karadağ tabanca var ki menzili 2000 metre. Salim Havaya bir el ateş etti adam korkudan tam siper oldu. Biraz sonra doğruldu ayağa kalktı. Yukarıda olduğumuzdan ne yaptığını görüyorduk.
Ben silahı aldım aramın önüne doğru ateş ettim. Adamın on metre kadar önüne kurşun saplandı bir toz bulutçuğu meydana geldi. Adam temelli korktu. Bende korktum kurşun sekebilir adamı yaralayabilir veya öldürebilirdim. Birazdan hareket ettiğini gördük sevindik. Hep bir ağızdan Amca buz burada kaldık diye sesimizin çıktığı kadar bağırdık. Adam sine sine mezar anıtın altına kadar geldi. Baktı yukarıdayız. Bize küfrün bini bir para bizden ses yok. 
Biz adama yalvarmaya başladık yukarıdan ili al da salla diye. Adam halin bize küfrediyordu, demek ki adamı epey korkutmuştuk.
Sonra adam ne düşündü ise ipi aldı yukarı çıktı aşağı ipi bize salladı ipi toplayıp mezar odasına aldık.
Adam bizi ineceğimiz yerde aşağı inmemizi bekliyor. Nasıl olsa tek tek inerler bende onları bir güzel pataklarım diye düşünüyor olsa gerek.
Biz; Amca sağ ol git diyoruz adam bir türlü gitmiyordu.
Ben aşağıya inmek için arkadaşlara söyledim. Onlar sakın inme adam seni döver dediler. Ben salimden silahı alarak gömleğimin altından belime soktum ipe tutunarak aşağı indim.
Ayağım yere değmeden adam arkamdan bir yumruk vurdu ve küfür etti. Acıya dayandım ipi bıraktım gömleğin altında bulunan Karadağ çektim. Hadi bakıyım bir daha vur dedim. Adam silahı görünce arkasına bakmadan kaçtı giderken havaya son kurşunu da attım Namlu param parça oldu. antika tabanca üç atıma dayanamamış intihar etmişti.
Arkadaşlar aşağı indiler sonuncu arkadaşı da yukarıdan çektik.
Gerdek kaya maceramız bizde hem korku hem de bir acı hatıra olarak kaldı.
Gerdek kayanın arkasında olduğunu hatırladığım pırıl pırıl akan dereden kana kana su içtik. Çoruma doğru yola çıktık.
Salim bana birkaç ay kustu. Son mermiyi attın namluyu patlattın. Diye sitem etti. Sonra barıştın.
Ölenlere Allah Rahmet sağlara da selamet versin.

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahfi EĞİLMEZ
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz!

 

HİTİTLERDE DEVLET BENİM DEMEK

Anadolu'nun antik dönem toplulukları arasında en fazla yazılı metin bırakmış olanlar Hititlerdir. Başkent Hattuşa'da 30 binden fazla, Şapinuva'da 3 binden fazla tablet bulundu. Hitit tabletlerinin önemlileri arasında I. Murşili'nin tanrılara rüşvet ve şantaja kadar işi vardırdığı veba duasının yer aldığı tablet, Anitta metni olarak anılan ve kralın Hattuşa'yı yeniden canlandıracaklara yaptığı laneti anlatan metin, Kadeş Antlaşması'nın kil tablet versiyonu, Tuthaliya ile Kurunta arasındaki antlaşmanın yazılı olduğu bronz tablet, Telipinu fermanı ve Murşili'nin yıllıkları sayılabilir.

Murşili'nin yıllıkları 10 yıllık bir dönemi kapsıyor. Kırık ve eksik tabletlerden yola çıkılarak tercüme edilmiş olan bu metin Murşili'nin babasının ölümü ve genç yaşta tahta çıkıp karşılaştığı zorlukları nasıl yendiğini ve yeniden imparatorluğu nasıl güce kavuşturduğunu anlatan epik bir öykü gibi.

Bu metinlerden yola çıkarak Hitit krallarına ait unvanları öğrenebiliyoruz.

Hitit krallarına ait unvanlardan birisi 'majestem' anlamına gelmek üzere 'güneşim.' Örneğin bir başka krala mektup yolladıklarında, kendilerini anlatmak için 'Krallar kralı, Hatti ülkesinin büyük kralı, güneşim...' diye başlıyorlardı. Krallar kralı ifadesinin ne anlama geldiğini biliyoruz bugün. Kendisine bağlı devletlerin krallarının da kralı olduğum ifade etmek için kullanıyorlardı bu deyimi. Büyük kral da aşağı yukarı aynı anlama geliyor. Yani Hatti ülkesinde başka krallar da var. Örneğin II. Ramses'le Kadeş Savaşını yapmış olan Muvatalli Hitit tahtında otururken Hakpiş krallığına kardeşi III. Hattuşili'yi oturtmuştu.
O da kral bu da kral karıştırılmasın diye kendisine Büyük Kral deniyordu.

Hitit kralları yazışma ya da antlaşmalarda da bu unvana dikkat ederlerdi. Kendilerine bağlı bir devletin kralıyla ilişki söz konusuysa kendileri için 'Büyük Kral' ifadesini koyarlar, öteki için ise 'Filanca ülkenin kralı' ifadesini yazarlardı. Hitit kralları kendilerine eşit güçte gördüklerine 'kardeşim' diye hitap ederlerdi yazışmalarda. Örneğin Kadeş Barış Antlaşması'nı imzalamış olan Hitit kralı III. Hattuşili kendi unvanlarını saydıktan sonra II. Ramses'e de 'Mısır'ın Büyük Kralı' ve 'kardeşim' diye hitap etmiştir. II. Ramses de çeşitli yazışmalarda III. Hattuşili'ye 'kardeşim' diye hitap etmiştir. O dönemde Ortadoğu'da birbirine denk durumda dört krallık olduğu ve bunların krallarının büyük kral unvanını hak ettiği düşünülebilir: Hitit, Mısır, Babil ve Asur. Bunlar zaman zaman güç kaybetse de yeniden güçlenip çıkmışlardır ortaya. Hitit krallığının sembolü kartal kanatları üzerinde bir güneşti. Güneş, Anadolu'da Hititlerden önce yaşamış olanların da yaygın olarak kullandığı bir semboldür. Hititler, kendilerinden önce Anadolu'nun egemeni olan Hattilerden öğrenmiş olsalar gerek bu güneş kurslarını. Antik kültürde güneş çok önemliydi. Hitit kralının, Hitit krallığının sembolü olan güneşi alıp kendisini güneşle sembolleştirerek kendisine 'güneşim' demesi aslında 'devlet benim' demenin bir ifadesi olabilir.

M.Ö. 1650'ye gelinceye kadar Anadolu'da kent krallıkları vardı. Hiçbiri ötekini egemenliği altında toplayacak güce sahip olmadığı için Asurlu tüccarlar Anadolu insanını alabildiğine sömürüyor, verdikleri borçlara talep ettikleri faizler yüzde 130'lara varıyordu. Anadolu birliğini ilk sağlayanlar Hititlerdir. Bu birliği sağladıktan sonra da Asurlu tüccarların sömürüsüne son vermişlerdir. Anadolu'nun, Mezopotamya'ya karşı hem siyasal hem de ekonomik bir güç olarak ortaya çıkışı böyle olmuştur. Sonra Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar sağlamıştır bu birliği ve hepsi merkezden yönetmiştir Anadolu'yu. Fatih Sultan Mehmet merkezden yönetilen tek Hazine ile ekonomiyi merkezi denetime almayı sistematize etmiştir. Osmanlı'nın batışında tek Hazineden, her biri kendi başına hareket eden çoklu Hazine sistemine geçilmesi önemli ölçüde etkili olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, devraldığı bozulmuş Osmanlı yapısını tekrar tek ve merkezi Hazine sistemine geçerek düzeltmiş ve ne yazık ki bu yapıyı sürdürememiştir. 1980 sonrasında mali sistemdeki bozulmanın nedenlerinden birisi de bütçe dışı fonlarla parçalanmış bir Hazine yapısının ortaya çıkmış olmasıdır. Mali yönetim parçalandığında hesap da denetim de karışmaktadır.
Batı'nın deneyimlerine bakıldığında, yetkilerin, yerel yönetimlere kaydırılmasıyla ekonominin güçlendiği görülüyor. Oysa yaşadığımız toprakların tarihi, merkezi yönetimin güçlü olduğu, ekonominin tek elde topladığı dönemlerde ekonomik sorunların azaldığını ortaya koyuyor.

Böyle bakınca başka ülkelerdeki farklı kültürlerin yarattığı düzenlemelerle varılan olumlu sonuçların farklı kültüre dayalı topraklarda aynı olumlu sonuçları vermesini beklemek çok doğru olmayabilir.

Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
KİN, NEFRET VE HUSUMET
            Yaratılmış olan bütün canlılarda; yaratılışında inat, kin ve nefret unsurları bulunmaktadır.
            İnsanların en büyük yanlışlıklarından birisi de emri altında bulunanları unutarak kendi zevk ve sefaları ile eğlencelere kaptırarak mühim işlerimizden uzaklaşmamızdır. Bu eksikliğimiz ile hizmetlerde aksaklıklar. Dikkat edilecek adil kararlarda yanlışlıklar, hüküm verirken taraf olma, adam kayırma, eşit muameleden uzaklaşma gibi eksik davranışlarda bulunma. İnsanları diğerleri gibi ayrı sınıflarda görerek diğerlerinden yüz çevirme, layık olmayan yerlere kişileri büyük işler için atadıklarımız ve diğer yanlışlıklarımız emrimizde yapılan yanlışlıklarımızı görenler zulme uğradıklarını var sayarak kin ve nefret içinde yaratanlarına yalvararak beddua ederler ve başka adil kişilerle birlikte olmak için dua ederler.
            Kin ateş gibi bir olgudur. Ne kadar güçlü yanarsa onu söndürmek güç olur. Kin bir bulaşıcı hastalık gibi insanları etkiler. Bu etkilenen insanlar sel gibi olarak akarlar. Bu sele set çekmek ise çok zordur. Kin ve nefreti güç kullanarak bastıramayız. Kuvvetimiz kadarı ile önlediğimizi zanneder fakat onu yer altına inmeye mecbur etmiş oluruz. Kin ve nefret tohumları yer altında tekrar yeşererek daha kuvvetli bir grup veya topluluk olarak karşımıza çıkar.
            Kin ve nefret duygularını ancak yaptığımız yanlışlıklardan döner isek önleme imkânımız olur. Adaletli yönetimimiz ve davranışımız, kendimizin isteklerindeki yanlışlıkları görmemiz ve aklımızı kullanmamız gereklidir. İsteklerin aklına üstün gelirse sana duyulan kin ve nefret daha da çoğalır.
Kin ve nefreti karşındaki insanların sana cephe alması demektir. Sen sana normal gözüken şeylerin karşındaki kişi veya topluma ağır gelebileceğini düşünmezsen sonraki pişmanlıklarını insana faydası olmaz. Karşındaki kin ve nefret edeni azarlamak için normalin üstüne çıkma, zorla istediklerini yaptırmak istersen senin zararına olur.
27 Mayıs 2014 tarihinde verdiğim savunmamda şöyle yazmıştım:
KİN “öç almayı gerektirecek şiddetli düşmanlık hareketlerin zeminini oluşturan psikolojik bir hâl” olduğu
DÜŞMANLIK “husumet beslenen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar vermeye, onu mağlup etmeye yönelmiş kin duygusu” olarak bilmekteyim.
HUSUMET İSE KİN VE DÜŞMANLIK OLDUĞUNU; “husumet beslenen konuya   karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini oluşturan psikolojik bir hâl” olarak biliyorum.
 HUSUMET BESLEMEK ise hiddet ve kızgınlık demektir.
Bence Suç işleyen birisi ile HUSUMET veya HUSUMETLİ OLUNMAZ!

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 

 

 
 
 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
ZİNCİRLERİ KIRMAK, YÜZLEŞMEK VE HESAPLAŞMAK
Türk tarihinin belki en karanlık, kasvetli, hain ve menfur; 91 yıllık genç Cumhuriyetin ise en şiddetli, yakıcı-yıkıcı, tahrip edici depremi; İnsaf, iz’an, merhamet, adalet ve hukuk dışı bir “güdümlü kalkışma” olarak tam 54 yıl önce vuku buldu.
            Cumhuriyet tarihinin, İstiklâl Harbi’nden sonra ilk ve tek halk hareketi, ‘Beyaz İhtilâl’ nitelemesi ile taçlanmış; 14 Mayıs 1950’de, katılma oranı’nın yüzde 89.3 olan seçimde 52.7; 1954 seçimlerinde % 57.6 ve 1957 seçimlerinde 47.9 (DP’nin 17 il teşkilâtı, Genel Merkez ile vaki olan, malum il başkanlarının kapris ve ihtiraslarına dayalı ihtilâfları yüzünden bu seçime katılmadıkları için oran düşmüş görünmektedir!) , gibi rekor oy oranları ile milletin itimadına mazhar olmuş demokratik, adil ve yasal bir iktidar.; Şerefli ve şanlı Türk Orduna ‘KUMPAS’ kurularak, kalleşçe bir oyula tezgâha getirilip, kalleşçe yıkılmış ve Türkiye çökertilmiştir.
            Akabinde kurulan yassı ada nam çadır tiyatrosu, Türkiye Cumhuriyeti hukuk tarihinin derin utancı ve dönem hâkimleri, savcıları, avukatları ve akademisyen kisveli sözde aydınların ebedi yüz karasıdır. Bu keferenin umumu Türkiye Cumhuriyetinin alçakça, haince ve kalleşçe çökertilmesinden sorumlu; Artçı etkileri günümüze kadar uzanan felâketin pay sahipleridir.
            Bu umursuz, onursuz ve sorumsuz mason, dönme devşirme, ateist ve AB’ci sabetaylar sayesinde; 27 Mayıs gününden itibaren ard arda gerçekleştirilen açılım ve atılımlarla.; Başta Atatürk İlkeleri ve Türk İnkılâbı, Atatürk’ün Anayasası, fazilet anlamında Cumhuriyet, adalet,  Demokrasi, Hak karinesi, İnsan Hakları ve Hukuk olmak üzere bütün değer, eser ve birikimler yok edilmeye çalışıldı…
            Meşru millet iktidarınca 10 yılda var edilmiş 100 yıla bedel kalkınma çökertildi.  
            Binlerce yıllık tarihinin bilgi, birikim ve fiili deneyiminin zirvesine ulaşmış ve İstiklâl Savaşı Zaferi ile muzaffer Türk Ordusu; Özellikle General ve Üst Subaylar olmak üzere “20” bine yakın profesyonel asker terhis veya başka kurumlara nakille tasfiye edildi.
            Aslında 27 Mayıs darbesinde pek çok acılar yaşandı. Başbakan ve bakanlar haksız ve hukuksuz yere idam edildi. Yassıada’da büyük eziyetler, zulümler, dramlar yaşandı. Ama bu alçaklıkların bir var ki, hâlâ acısı, yıkıcı etkisi ve tahribatı artarak sürüp gider. 27 Mayıs baş kaldırma ve kalkışmasından dört gün sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan toplanan 485 Kürt ağası, aşiret önderi ve Demokrat Parti orijinli mahalli liderler Sivas Kabakyazı’da 5. Er Eğitim Tugayı’nda askeri garnizon içindeki kampta dokuz ay süren bir “zorunlu misafirliğe” eziyet, işkence/zulüm ve asimetrik psikolojik harekâta tabi tutuldular.. 
Dokuz ay süren bu zorunlu misafirlik içerisinde Sivas’a getirilenlerin yaşları 14 ile 70 arasında değişmekte idi. “27 Mayıs’ın öteki yüzü: Sivas Kampı” adlı kitapta Celal Bayar’ın “Siyasal Kürtçülüğün merkezi” ve Hüsamettin Cindoruk’un “Apo hareketinin imalât alanı ve kaynağı”, olduğunu iddia ettiği ajitasyon, provokasyon ve bu güne kadar akan kan’ın nefret tohumlarının ekildiği anarşi, terör ve tedhişin kaynakları oluşturuldu.
Buna paralel olarak “güden gücün” isteği doğrultusunda binlerce (sözde)  “Amerikan Barış Gönüllüsü” Doğu, Güney Doğu ve İç Anadolu’yu sardı. Bunların tamamı CIA casusu idi.. Bir taraftan da, o günlerde çokça söylenen “nesli kesici, kısırlık yapıcı ve genetik yapıyı bozan”, Amerikan yardımı Süt Tozu ve özel imal sandviç yıllarca okullarda yedirildi..
Demokrat Parti Milletvekillerinin maaş ve özlük hakları gasp ve irtikap edilerek; 11. dönem Millet Vekillerinin 18 aylık maaş ve diğer özlük hakları ödenmedi. Üstüne üstlük, bir de 27 Mayıs kinayeten “Özgürlük ve Anayasa Bayramı” ilân edildi. Cumhuriyet tarihinin ilk meşru ve silsile-i meratip ile emir-kademe zincirine uygun müdahalesi olmasa bu utanç ve yüz karası, belki de hâlâ devam ediyor olacaktı!
Şimdi: yeni bir Anayasa yapmanın, yeni vesayetler yaratmanın ve devletin beş bin yıllık çivilerini sökmeye çalışmanın sırası değil!
Evvelâ 27 Mayıs’la yüzleşmenin; Zincirleri kırmanın ve haksızlıkla, hırsızlıkla geçen elli yıllık yolsuzluğun hesabını sormak zamanıdır.

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa TURAN
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
İSTANBUL’UN FETHİ’NİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ
Tarihimizde bazı zamanlar ve bazı olaylar vardır ki, hayatî öneme haizdirler. Aynı zamanda bu olaylar, tarihimizin de dönüm noktasını teşkil ederler. İşte İstanbul’un fethi de bu olaylardan birisi, belki de en önemlisidir.
İstanbul’un fethini, tarihimizin bu altın sayfasını bir defa daha yad etmekle, bu mutlu anı tekrar yaşamak imkanı bulmuş olacağız. Sevgili Peygamberimizin müjdesine nail olan ecdadımızın ruhlarını da bir kez daha şad edeceğimizi umuyorum.
Biz burada fetih olayını tarihî açıdan ele alıp, Türk-İslâm tarihine ve dünya tarihine etkilerini değerlendirmeye çalışacağız.
Fetih, bir beldenin silahla elde edilmesinden öte, çok daha derin manalar ihtiva eder. Bu sebeple hem maddi, hem de manevi açıdan ele alınıp değerlendirilmelidir. Zira, Fatih’le Akşemseddin arasındaki münasebeti sağlıklı kavramadan ne Fatih’i ne de fethi gerçek veçhesiyle anlamak mümkündür. Daha sonra Fatih’in şahsiyeti ve idealinden bahsedeceğiz. Ancak daha önce bir anekdotla Fatih’in azim ve kararlılığını tesbit etmede yarar vardır.
Fatih 1461’de Trabzon’un fethine giderken geçit vermez dağları nice güçlüklere katlanarak aştı. Bunu gören Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın annesi Sare Hatun: “Padişahım, bunca zahmet bir kale için değer mi?” deyince, Fatih’in verdiği cevap onun idealinin en güzel resmidir! Maksadımız kale fethetmek değildir. Bu zahmet din yolundadır. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.”
İşte İstanbul’un fethindeki derin manayı da aynı kategoride değerlendirmek gerekir. Çünkü Fatih’in ideali çok yüce idi. Rumeli Hisarı yapılırken, buna engel olmak niyetiyle gelen Bizans İmparatorunun elçilerine: “Benim gücümün ulaştığı yere imparatorunuzun hayali dahi erişemez. Varın imparatorunuza böylece söyleyin” sözü de bu yüce ideali ifade etmektedir. Kuşatma esnasında da Bizans’ın anlaşma karşılığında vergi vermeyi kabul edeceğini bildiren elçilere Fatih’in: “Buradan gitmekliğim mümkün değildir. Ya ben Bizans’ı alırım. Ya da Bizans beni.” İfadeleri de Onun bu konudaki kararlılığını göstermektedir. Napolyon gibi Fatih de, kurulacak bir cihan imparatorluğuna ancak İstanbul’un başkentlik yapabileceğine inanmaktaydı. Fatih’in ecdadından devraldığı misyon gereği, ülkesinin ortasında bağrına saplanmış bir hançer gibi duran Bizans İmparatorluğunu yıkıp İstanbul’u alması icap ediyordu. İstanbul fethedildiği takdirde Anadolu ve Rumeli toprakları birbirine bağlandığı gibi, haçlı tahrikleri de son bulacaktı. Askerî güvenlik sağlanacak, denizlerde hakimiyet kurulacak ve Anadolu Türk birliği de tesis edilmiş olacaktı. Bütün bunların bir de dini boyutu vardı. Zira Peygamberimiz bir hadisinde: “Kostantiniyye mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir” buyurmak suretiyle fethi hedef göstermişti.
Büyük Selçuklular 1071’de Malazgirt Zaferiyle, Anadolu’nun kapılarını Müslüman Türklere açmıştı. 1176’da Miryakefalon’da Anadolu Selçuklularının kazandığı zafer, Anadolu’nun sonsuza dek Türk yurdu olduğunun tescili idi. Osmanlıların Anadolu ve Rumelideki fetihleri de İstanbul’un fethinin zeminini hazırlamıştı. İsmail Hami Danişmend’in ifadesine göre: “İstanbul ideali Arap’tan Türk’e bütün dinî ve efsanevî motifleriyle beraber intikal etmişti.” Üstelik İstanbul tarih boyunca stratejik önemi ve tabii güzellikleriyle bütün milletlerin ilgi odağı durumundaydı. Şair Yahya Kemal: “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” diye tavsir ediyordu İstanbul’u.
“Kostantiniyye dünyevi olduğu nisbette uhrevî bir saadet yoluydu. İstanbul üzerine yürümek din ve dünya cennetine sefer etmek gibiydi.” (51) Şehrin kuşatılması safhasında Tarihçi Barbara der ki: “İstanbul halkının tamamının bir ayda yapamayacağını Türk ordusu bir gecede yapmayı başarmıştı.” Tacizade Cafer Çelebi de: “Öyle bir hazırlık başladı ki; bir yılda yapılan bir aya, bir ayda yapılan bir güne sığdırılmalıydı” ifadesine yer verir.
6 Nisan 1453’te başlayan kuşatma devam ederken Fatih, dünya savaş tarihinin en dâhice kararını verir, ve bir gecede gemileri karadan yürüterek Haliç’e indirir. 53 gün süren kuşatmadan sonra 29 Mayıs 1453’te fetih müyesser olur ve Fatih muzaffer bir komutan olarak şehre girip doğruca Ayasofya’ya gider. Kilisede toplanan Hristiyan halka Peygamberimizin Mekke’nin fethinde, Hz. Ömer’in de Kudüs’ün fethinde gösterdikleri hoşgörüyü gösterir. Şayet Fatih’in yerinde Hristiyan bir hükümdar olsaydı ve İstanbul halkı da Müslüman olsaydı, böyle bir zafer sarhoşluğu içinde halkın hepsini kılıçtan geçireceğinden hiç kuşku yoktur. Çünkü tarih bu şekilde nice olaylara şahittir. Tarihçi Yılmaz Öztuna’nın: “Son Bizans başbakanının ‘Bizansta kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim’ sözü cihan tarihinin pek maruf sözleri arasında yer almıştır. Çünkü Avrupa’nın toleransı Türklerinkine nisbetle pek ilkeldi” tesbiti büyük bir gerçeği yansıtmaktadır.
“Artık Fatih ünvanını hak kazanmış olan II. Sultan Mehmet, hiç değilse o zamanki harp kaidelerine uyarak, esir ettiği halkı başka yerlere sürer yahut satabilirdi. Bu türlü hareket etmeyi isteseydi mucip sebebi de hazırdı. Halbuki genç Fatih, değil o devrin, XX. asrın dahi anlayamayacağı bir yumuşaklık ve şefkatle, esir aldığı bu şehir halkını uzun vadeli taksitlere bağlayarak kurtulmaları esasını kabul etti. Halbuki ayın tarihlerde, Akdenizin garp ucundaki engizisyon mahkemeleri, insanları fikirlerinden dolayı ateşte yakıyordu.” (52)
İstanbul’un fethi, sadece Türk-İslâm dünyasında değil, tüm dünyada sonuçları itibarıyla büyük yankılar uyandırmıştır. Öncelikle Türk-İslâm dünyasındaki yankılara baktığımız zaman görürüz ki; bu fetih tarih boyunca Türk milletine nasip olmuş en büyük şereftir. Çünkü olayın çağlara damgasını vuracak çok önemli bir boyutu vardır. Zira İstanbul’u fethetmek bütün İslamlar için en yüce bir idealdi. “Bir ayette geçen BELDETÜN TAYYİBETÜN ibaresinden İstanbul’un kastedildiği manasını çıkaran alimler, ebced hesabıyla fetih tarihini bularak Türklerin Cenab-ı Hakkın böylesine büyük lütfuna mazhar olduğu manasını çıkarmışlardır. Büyük Hakan Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin’in velilik gözü ile fetih vaktini tayin edip, gün, saat ve yerini söylemesi de bu inancı doğrulamaktadır.” (53)
Sevgili Peygamberimiz de fethi gerçekleştirecek orduyu müjdelemişti. Bu yüzden bunu gerçekleştirmeyi her müslüman cana minnet bilmekteydi. Önce Emeviler, daha sonra da Abbasiler İstanbul’u kuşattılarsa da bir sonuç elde edememişlerdi.
O günün şartlarında çok muhkem surları ve güçlü savunması olduğu için, Bizansı ne Yıldırım’ın, ne Musa Çelebi’nin ve ne de II. Murat’ın, kuşattığı halde alamadığını görmekteyiz. Şimdi yüzyıllar boyu uğraşılıp ta bir türlü erişilemeyen fethi gerçekleştiren, başta Fatih olmak üzere onun askeri ve halkı ile, tüm Türk-İslâm dünyasının sevinmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Bir yandan Mısır Memlüklü Devleti’nde bayram havası eserken, öte yandan Güney Hindistan’da Behmeni Sultanlığı elçiler yollayarak Fatih’e tebriklerini bildirmekteydi. Abbasi halifesi ise Türk şehitlerinin ruhuna Kur’ân ziyafeti çekiyordu. İstanbul’da da başta gaziler olmak üzere günlerce süren zafer şenlikleri yapılmakta ve halk bayram sevinci yaşamaktaydı. Büyük tarihçi Hoca Sadettin Efendi: “Çan sesleri sustu, yerini tekbir sesleri aldı.” İfadesinde bulunuyor. Prof. Osman Turan da, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi adlı eserinde diyor ki: “Nihayet bu büyük fetih II. Sultan Mehmet’e nasip olmuş ve Fatih “Müjdelenen kumandan”, askerleri de “Müjdelenen askerler” olmak şerefine kavuşmuştur.” Böylesi bir şeref şahikasında taçlananların bayram yapmaları en tabii haklarıdır.
“İslam tarihinde bu bir gelenektir. Fetihten sonra hemen bir cami yaptırılır, buna zaman yetmediği hallerde fethedilen bölgenin en büyük kilisesi camiye çevrilir. Ve İslâm’da hürriyet ve hakimiyetin sembolü olan cuma namazı kılınırdı. Cuma namazında sultan veya onun adına bir âlim hutbe okur, hutbenin ikinci kısmının sonunda beldenin fatihinin de adı anılırdı, devletinin-milletinin payidar olması için dua edilirdi. Fatih de öyle yaptı. Şehrin en büyük kilisesini (Ayasofyayı) camiye çevirdi ve ilk cuma namazını kıldı.” (54) “Fatih Sultan Mehmet sur dahilinde ilk defa Ayasofya odalarını medreseye çevirdiği gibi sur haricinde de bugün Eyüp dediğimiz mahalde Peygamberimiz ashabından (Medine’ye hicret buyurdukları zaman bir müddet evinde misafir kaldığı) Halit b. Zeyd Ebu Eyyub Ensari’nin kabrinin yanına bir cami, bir de medrese yaptırarak az zamanda buranın imarını temin etmiştir.”(55)
“Fatih İstanbul’u fethedip büyük zaferi kazandıktan sonra, diğer hükümdarlar gibi acaba niçin mağrur olmadı?” sualine N. Sami Banarlı şöyle bir tesbitle cevap verir: “Tereddütsüz söylenebilir ki, misafir olduğu odasının rafında bir Kur’ân bulunduğu için gece sabaha kadar ayakta bekleyen Osman Bey’in torunu bu vicdan terbiyesini o asırlardaki Türk ruhunu yine asırlarca beslemiş böyle manevi bir kaynaktan almıştı.”
Fethin gerçekleşmesinden sonra Türk tarihinin olduğu gibi, dünya tarihinin seyri de değişmiştir. Özellikle Avrupa’nın tutumu kelimenin tam anlamıyla güçsüzlüğe işaret etmektedir.
Alman İmparatoru III. Friedrich papaya yazdığı bir mektupta şöyle diyor: “Mehmet çoktandır aramızda hükümferma bulunuyor. Türk kılıcı çoktan beri başımızın üzerinde asılıdır. Karadeniz çoktan bize kapalı ve Romanya çoktan Türklerin hakimiyetindedir. Oradan Macaristanı ve sonra Almanya’yı ele geçirecekler. İngiltere ve Fransa kralları birbirlerine karşı silaha sarıldılar. İspanya nadir anlardaki huzura kavuşuyor. İtalya ise asla sulha kavuşamayacaktır.” Alman imparatorunun bu mektubundan Avrupa’nın siyasi yapısını ve perişan halini görmekteyiz.
İstanbul’un fethi sırasında dünyanın toplam nüfusu 400 milyon civarındadır. Yılmaz Öztuna’nın ifadesine göre bu nüfusun 275 milyonu Asya da, 70 milyonu Afrika’da yaşamaktaydı.
Fetih’ten sonra Avrupa Türklere karşı bazı tedbirlere başvurduysa da hiç bir netice alamadı. Papa’nın haçlı seferi düzenleme çabaları da bir işe yaramadı. Aslında aşırı bir Türk düşmanı olan tarihçi G. Sclumberger der ki: “Türkler tarafından İstanbul’un fethi, cihan tarihinin en büyük hadiselerinden birini teşkil etmiştir. Bu fethin, Avrupa’nın mukadderatı üzerindeki tesiri, büyük olmuştur. Doğu Avrupa’da Türklere, asırlar boyunca üstünlük temin etmiştir... Bu hadise hemen hemen tarihin akışını değiştirmiştir. “Yine bir tarihçi olan Franz Babinger de: “Cihan tarihinde bir dönüm noktası meydana getirecek olan bu saatin tesiri her yerde hissedildi. Batıda bu hadisenin yarattığı muazzam akis herkesi, İstanbul’un memleketler değer bir belde olduğuna inandırdı.” demektedir.
Şehirleri çevreleyen surların top gülleleriyle yıkılabileceği anlaşılmış ve bu sayede krallar, Avrupadaki derebeylik düzenine son vermişlerdi. İpek ve Baharat yolunun Türklerin eline geçmesiyle, Avrupa’lı denizciler başka deniz yolları aramaya başladılar. Böylece coğrafi keşifler ortaya çıktı ki bu durum Avrupa’nın daha sonraları maküs talihini yenmesine vesile olacaktır. Zira artık Rönesans ve Reform hareketleriyle, ilimde, inançta, teknikte, edebiyat ve sanatta Avrupa’nın önü açılacak, sanayi inkılabıyla da hızlanıp güçlenecektir. Avrupalı bilim adamlarının pek çoğu, Rönesansın Fatih’in İstanbul’u ilk fethiyle başladığına, Fatih, II. Beyazıt ve Yavuz’un toleransı sayesinde amacına ulaştığına inanmaktadır.
Tarihçi Hammer: “Bizans İmparatorluğunun düşmesi bin yıllık bir mevcudiyetten sonra taht şehri İstanbul’un Türklerin eline geçmesi, Avrupa milletleri için bir mücadele devresi açmıştır. Bu mücadele Avrupa için felaketli geçecektir” demektedir.
Fransız Akademisinden Rene Grousset-İstanbul’un fethi hadisesini hazırlayan sebepleri, L’Empire Du Levant adlı eserinde, dile getirir ve der ki: “Eğer Bizans seddi yıkılsa idi, Müslüman fethi 1453’de değil 673 veya 717’de gerçekleşse idi, henüz rüşdünü idrak etmemiş olan Avrupanın hali ne olurdu? Hiç bir rönesans hareketi mümkün olmazdı. Araplar ancak Suriye’yi, Mezopotamya’yı ve Mısır’ı Yunanlılıktan kurtarmışlar ve yeniden Sami’leştirmişlerdir. Türkler ise, Küçük Asya’nın en büyük kısmını Yunanlılıktan ayırdılar ve Turanileştirdiler... 1064’den 1081’e kadar, Anadolu yarımadası yeni bir Türkistan oldu... 1453, 1081’de gerçekleşiyordu. Batının müdahalesi durumu değiştirdi... Sözümü şu noktayı belirterek bağlamak isterim ki kitabım, Avrupa dışı kültür ve medeniyetlere karşı hiç bir peşin hükümle malül değildir. Avrupa medeniyeti dışında bilhassa İslâm dininden olan milletler, insanlık medeniyetine o kadar yüksek safhalar yaşatmışlardır ki, taraf tutmayan bir tarihçi, onlara düşman hiç bir temayüle sahip olamaz. Sonunda Roma İmparatorluğunun fethi işini Osmanlılar başarmışlardır. Çünkü Marmara kıyılarında idiler. Çünkü birbirini takip eden çok büyük hükümdarlara sahip olmak mazhariyetine erişmişlerdir. Bu hükümdarlar, mukayese kabul etmez askerlik dehasına sahiptiler. Ne istediklerini bilmişler ve fütuhattan başka hiç bir emel taşımıyorlardı. Osmanoğulları, Peygamberin seferlerindeki mukaddes gayeyi, asırlar sonra canlandırmışlardır.”
Bu devirde her alanda Türklerin Avrupalılardan üstün olduklarını müşahede ediyoruz. Dolayısıyla, Fatih onlardan bir şey almayı düşünmemekteydi. Onun gayesi, Bizansı yıkıp Ortodoksluğu himaye ettiği gibi, İtalya’yı da alıp İslâmi esaslarla Eski Roma İmparatorluğunu tekrar ihya etmekti. Tarihçi Yılmaz Öztuna: “Kimse 21 yaşındaki II. Mehmet’in deha derecesini, asırlardan beri görülmemiş kudrette bir şahsiyet olduğunu kestiremezdi. Kimse büyük topları ve başka görülmemiş silahları tahmin edemezdi. Karadan donanma yürütüleceğini kimsenin aklı kesmezdi” diyerek bu açıdan bakıldığında fethin ihtişamına dikkat çekiyor.
Öte yandan batılı ilim adamı Grenard da Türklerin büyük başarılarının sırrını şöyle dile getiriyor: “Türklerin Balkanları ve Anadolu’yu tek devlet halinde toparlayabilmelerinin sırrı, Türkler’in atalardan kalma otorite ve disiplin gelenekleri ile Osmanoğulları hanedanının istisnai derecede devamlılık kudretindedir.”
Hangi açıdan ele alınıp değerlendirilirse değerlendirilsin İstanbul’un fethi, dünya tarihine altın harflerle yazılmış emsali bulunmaz bir kahramanlık destanı ve Türklerin en büyük zaferlerinden biridir. Türk tarihinde ve Cihan tarihinde önemli bir dönüm noktası meydana getiren fethi gerçekleştiren kutlu kumandan Fatih’i ve onun müjdeli askerlerini rahmet ve minnetle anıyoruz.
Fetih olayı ve Fatih’i kaleme aldığımız şiirimizin son kıtasıyla noktalayalım inşallah.
Güzel komutan, güzel er beraatın aldın,
Ey Yüce Fatih! Övgü dolu Rasûl sözünden,
Çağlar üstünde cihan tarihine nam saldın,
Rehber kılıp İslâmı, yürüyünce izinden.

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
KAYSI REÇELİ
2 kilo şekerpare kaysı
2 kilo toz şekeri
3 küçük topak limon tuzu
            Kaslılar önce yıkanır. Çekirdekleri çıkartılır. İkiye bölünen kaysılar tencereye konulur. Üzerine şeker dökülür. Bir iki saat kadar bekletilir,kaysılar sulanır. Şeker ıslanmış olur. Tencere kısık ateşe konularak karıştırılır,kaynamaya başlayınca limontuzu ilave edilir. Kaynamaya başlayan reçelin üzerine köpük gelir,bu köpük delikli kepçe veya kaşıkla alınır atılır. Kaynamaya başlayınca beş dakika kaynatılır,tencere ateşten alınarak soğumaya bırakılır. İyice soğuduktan sonra beş dakika daha kaynatılır bu işlem üçüncü kez yapılır,soğuyan  reçel kavanoza konur istenildiği zaman yenilir.

 

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Özgür BİÇER
Özgür BİÇER Hayat Hikayesi
CANIMIN PARÇALARINA
Nasılda biçare oluyorum
Duyunca olanları
Kımıldamıyor saatler
Yüreğime akıyor göz yaşlarım.
Canımın parçaları şimdi nasıllar
Hiç bilmiyorum
 
Hayatımın anlamıydı o şehir
Sanki yeniden doğmuştum orda.
 
O şehirdeyken,
Hayatımdaki bütün anlamsızlıkları silmiştim.
Erdemlerle  donatmıştım uçarı halimi.
 
Canımın parçaları şimdi nasıllar
Hiç bilmiyorum.
 
Onlara uzanmıyor elim,
Biçare  üzülüyorum.
 
Elimden bir şey gelmiyor.
Elimden hiç bir şey gelmiyor,
Canımın  parçaları şimdi,
Nasıllar? hiç   bilmiyorum.
18.03.2002        ÇORUM

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Şükrü GÜLTEPE
Şükrü GÜLTEPE Hayat Hikayesi
SARI ÇİĞDEM
Karlar erir sarı çiğdem bitersin
Güneş vurur ılgıt ılgıt erirsin,
Kelebekler dallarına konarsın,
Güzel kokun etrafına saçarsın.

Çiğdemler sararmış buğday sarısı,
Dallarına konmuş bal arısı,
Doğayı sarmış güzel kokusu,
Dünyaya bedeldir bir tek yarısı.

Kır,bayırda dalga dalga sallanır.
Düzgar eser,papatyalar dallanır.
Güneş doğar çiçeklerin ballanır.
Bin bir çiçek açar,doğa allanır.

Sarı çiğdem neden boyun eğersin,
Beni üzgün koyup nere gidersin
Bahar gelir çiçeklerin açarsın,
Sen güzelsin,çiçeklere yetersin.

Sarı çiğdem sarp kuyuda bitersin
Kekik konar dallarında ötersin
Sen güzelsin,çiçeklere yetersin
Altın sarı çiğdemsin çalım satarsın.

Sarı çiğdem,senden ayrı kalamam.
Başka renkten ilham bile alamam.
Benden ayrı kaldım bende gülemem.
Yollar sarptır,yollarını bulamam.

Sarı çiğdem,ben gönlümü bağladım.
Gece gündüz,hayalinle ağladım.
Senden ayrılınca bağrım dağladım,
Gözyaşlarım ırmak olup çağladım.

GÜLTEPE baharda gölünü özler,
Çiğdemler kurumuş,yolunu gözler.
Bahar gelsin diye ciğeri sızlar,
Böyle geçerde baharla yazın.
09.08.2002

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

DÜNYA MAHKEMESİ
Geldi evine geldi posta ile mahkemen var şu güne diye bir celp
İstersen gitme, birinci celsede gitmezsen gelecek evine polis
Utanmak mı gerek, korkmak mı bilmeden kala kaldım orada
Bakarsın aval aval celbi getiren görevli kişinin bon bon yüzüne
Postacı görevini yapmak için uzatır tebliğ kâğıdını sana imzala
Ne yapacağını bilmeden imzalarsın belgeyi aldım diye çağrıyı
Yırtar verir eline bir tarafı yırtılmış bilgisayardan çıkmış matbu bir zarf
Ellerin titrer, açarsın baka kalırsın, birkaç yaş birden ihtiyarlarsın.
Bakarsın şikâyet sonucu üzerine atılmış üç madde ile suçlanmışsın
Bir zamanlar lazım olur diye tutmuşsun bazı hukuk bilgileri
Birincisi ne diye bakarsın bilgisayarındaki “Kara kaplı” defterine
“Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse”
Suçlu bulur isen bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası
İkincisini arar bulursun “Kara Kaplı” defterden yine
“Özel hayatına ilişkin görüntü ve sesleri hukuka aykırı ifşa”
Suçun sabitlenir ise iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası.
Bakınca celp kâğıdına istemeden de olsa ellerin titrer.
Üçüncüsü cezadan ağır yazar ve çizer olanların kararına
“Kasten işlemiş olduğu suç için hapis cezasına mahkûmiyet”
İşte en çok zora giden de bu maddeleri öğrenmek yıktı beni
“Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden”
“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden” Aday olmazsam da yine;
“Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim” İstemem bu görevleri verseler de;
“Atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,”
“Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan,” olan bir oyumda gitti
“Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,”
“Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti” Beni ilgilendirmese de bunlar
“tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan, “ Beklemem bu görevleri halktan,
“Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun,
iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında
serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,” İşte bu yaptığım sanal da olsa
“Yoksun bırakılır.” Demişti Kanun koyan, uygulayan yargılayan.
En önemlisi de ikinci maddedeki hüküm idi bana göre bu madde
“Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının
infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.” Demiş Kanun.
İşte buda sizlerden ayrı kalarak yazamayarak, çekemiyerek, yayınlayamayarak.
“Geldi başa bir kada nere gidem imdada” Sorduk avukat arkadaşlara ses yok
Anladım bu suçlardan kurtulmak oldukça zor ve ırak mı ırak
İş başa düştü. En büyük sor da söyleyeyim diyen, bilirsen aradığını sana gösteren
Internet kullananlar artık onsuz yapamadığı bir arama motoru olan Google ile
Sordum derdimi, aldım cevabımı, bildiğim zannettiğim konuları onaylatmak babından
Kanunun madde ve yorumları açısından gösterdi bana bütün sorduklarımı.
Birinci celsede bulduklarımdan verdim bir ek savunma, ertelendi mahkemem
Bir sonraki ayın tarihine. İçimden keşke ayın yirmi yedisi olsa idi dedim.
Benim için çok önemli bir ayın bir zaman dilimi idi bu o zaman diliminde
Sonuçlanır diye geçirmiştim inanın ki kalbimde. İkinci celse oldu gittik huzura
Savunduk kendimi bildiğim kadarı ile beni Türk Milleti Adına yargılayan hazurun önünde
Dinlediler, talebimin birisini ret ettiler, bende bildiğim kadar son talebimin
Vermek isterim savunmamı Mahkememiz huzuruna yazılı olarak dedim.
Kabul ettiler celse ayın beş günlük süre ile bana mühlet lütfettiler
Üzüldüm süre çok kısa idi. Bu dava ile bana göre anlatılacak çok bilgi var idi.
Eve geldim uyumadım, uyutmadım yazdım okuttum en büyük yardımcım olana
O okudu görmediğim harf hatalarını buldu söyledi düzelttik kendimizce
Savunmak tamı tamına kırk üç A dört kağıdı olmuştu, sıra tarihini atmaya geldi.
Atığım tarih kalbimden geçirdiğim ayın yirmi yedisi idi kahkaha ile güdüm
Gözlerim doldu, Rabbim nasip etmişti benim istediğim o ayın o gününü,
Bilgisayardan baktım o gün gerekçeli karar çıkmıştı hakkımızda,
Allah C.C. hayra yorar diye gittim Adalet Sarayına
Ön bürodan aldım kararı, Hak yerini bulmuştu. BERAT etmiştim dünya mahkemesinden
On iki Haziran da da var Rabbimin BERAT Gecesi. İnşallah ondan da berat ederiz
Bu satırları okuyan ve tüm Müslümanlarla birlikte BERATIMIZI alırız sağ elimize!
27 Mayıs 2014 11.40
 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

184 SAYI 25 Haziran 2014 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!