YIL 15  SAYI 180    25 Şubat 2014

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL YAŞADIKÇA ÖĞRENMEK
Mustafa Nevruz SINACI AÇILIM REZALETİ VE İLERİ DEMOKRASİ KÂBUSU
Müslüm TUNABOYLU BİRDE SEÇİM BARAJIMIZ VAR
Mustafa Nevruz SINACI 100 MİLYAR EURO PİŞKİNLİĞİ

 

 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
YAŞADIKÇA ÖĞRENMEK
İnsanlık tarihi boyunca yaşayan canlıların tamamı dünyaya geldikleri zaman yaratıcısının ona öğrettikleri ile gelirler. İlk anlardan sonra bu bilgilerini dünya hayatında faydalanma maksadı ile geliştirmeye ve kendilerine öğretilenle adapte etmeye çalışırlar. Bütün canlılarda bu öğrenme duygusunun olduğu tespit edilmeye başlanmıştır.
Beşer olarak biz insanların birinci vazifesi öğrenmek olduğu düşüncesi ile bizlerin öğrenmek ve öğretebilmek için çalışmalar yapmamız yaratılışımızın gereği olsa gerek. Bizlerin yaş ve meslek ile ilgisi olmayan öğrenme refleksimiz bizleri yeni ve bilmediğimiz şeylerin neler olduğunu yaratan tarafından bilgi dolu fakat kullanma imkânı olmayan beynimizi bilgilerle öğrenerek yenilemek gereği hâsıl olur.
Gözlemlerinizde muhakkak görmüşsünüzdür ki; yeni doğmuş insanoğlu ilk önce nefes almayı öğrenmek için bütün gücü ile ağlayarak dünyaya gelmektedir. Yeni geldiği dünyanın ne olduğunu anlamak için şayet yaratan eksiksiz olarak beş duyusunu yarattı ise etrafını dinlemeye, elleri ile bir şeyler tutmaya, hareket ede her şeyi gözleri ile takip etmeye başlar. Bunların ne olduğunu; neler için kullanıldığını beynine emirler vererek kaydetmeye çalışır. Daha sonraki tecrübelerinde bu bilgileri geliştirerek detayları ile faydalanmak için biriktirir ve zamanı gelince veya ihtiyacı olunca kullanmaya çalışır.
Bizler belirli yaşlara geldikçe öğrenme ve bilgilerimizi geliştirme safhalarımızı geliştirir ve o bilgiler ışığında çalışmalarımıza yön vermeye çalışırız.
Yaşadıkça yaşlanmakla birlikte artık pek kullanmadığımız veya hiç kullanmadığımız his ve bilgilerimizi beynimiz siler ve hatırlayamayız. Bu hatırlamama artık belli bir yaş dilimine geldikçe çoğalır ve yaşlılık alameti olarak bizlerle birlikte beynimizin bize bildirdikleri ile yaşar ve ağlayarak geldiğimiz dünyadan göçer gideriz.
Bizlerin bilgi ve birikimlerini ben her zaman yazmamızı savunurum. Her insanın kendisine göre bir bilgi birikimi vardır. Bir duvarcı ustasının birikimleri ile bir ressamın birikimleri bir olmadığı gibi, bir matematikçinin birikimleri ile yazarın birikimleri bir olmaz. Her bilgi sahibinin birikimleri kendine has gözlemlere dayandığı için başka başka olabilmektedir. Biz fani ve bu dünyada belli bir süre yaşayarak göçeceğimiz için bilgilerimizi yazıp birilerine lazım olur diye yayınlamaya çalışmalıyız.
Emekli olduğum Kütüphanelerinde görevleri bu bilgileri tasnifleyerek araştırmak ve faydalanmak için raflarında yıllarca bekletmeleri bu yüzdendir. Herhangi bir kitap kütüphanede belki yüzlerce sene bekledikten sonra bir kişinin aradığı konuyu ihtiva ettiğinden okuyucu veya araştırmacısı tarafından incelenir. İşte o zaman o kitap görevini, o kütüphane yıllarca raflarında beklettiği kitabın gereğini yaptığını bilmelidir. Çağdaş kütüphaneciler olarak bunları tersten algılamakla birlikte kitap düşme ve okunmuyor, istenmiyor gerekçesi ile kitapları da katletmemiz doğru değildir. Şu an Devletin himayesinde bulunan ve üvey evlat olarak benim zamanımda da bu günde bulunan kütüphane ve bağlı olduğu Genel Müdürlüğünün ve illerde bulunan kütüphanelerin Devlet himayesinden il himayesine geçirilme çabaları yanlış politika olarak bence uygulanmamalıdır.
Öğrenmenin sınırı yoktur. Her şeyi öğrendiğini iddia eden şahıslar aslında hiçbir şeyi bildiğini bile bilemediklerinden, öğrendikleri ufak bir bilgi kırıntısı ile ben her şeyi biliyorum bencilliğine girerler. Düşüncenin sınırsızlığı içinde zaman diliminin sınırsızlığını anlayabilmek için insanın bilinçli bir şekilde geldiği dünyanın neresi olduğunu ve gideceği dünyanın neresi olduğunu bilmesi ve idrak etmesi gerekir. Bunu az çok anlayabilir ve en son semavi din olarak Müslümanlığın olmazsa olmazlarında “hem hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahrete” çalışması gerekliliğini bilirler. Öğrenmenin insanın akıl yürüttüğü çağa geldiğinde bu bilgi temelini iyice kavraması ve bu eşitliği bozmaması gereklidir. Eğer ahrete çalışılırsa belki rızkı kadar faydalanacağı ve yaşayacağı ile insanlara faydalı olmayarak bencillik ederek sadece ahreti için sadece kendisine çalışmış olması olarak yorumlanabilir. Sadece dünyası ecen çalışmayı seçer ise dünyadaki menfaatlerin sadece kendisi için olmasının hazını duyarak dünyalığını biriktirir ve sadece kendisini düşünmüş olur. Hem ahretini, hem dünyasını düşünür ise ahret için çalışırken dünyadaki ortak değerlerin hak, hukuk, paylaşma, verme gibi hasletler ile ahireti içinde tekrar faydalı çalışmalar yapabilir, dünya işlerinde de aynı şekilde başkalarını hakkına göz dikmeme, maddi açlık duygusunu ahreti ile bastırarak bilgi ve emek vererek çalışmaya başlar ve üretir.
 Bir düşüncede bizlerin ne zaman nerede ne gibi yenilikleri göreceğimiz bizim araştırmamız ve öğrenmemiz ile ilgilidir. Bu nedenle “Beşikten ölüme kadar ilim öğren” denilmesinin amacı budur.

 

 
 
 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
AÇILIM REZALETİ VE İLERİ DEMOKRASİ KÂBUSU
            İleri demokrasi, kardeşlik-barış ve demokratikleşme süreci gibi, dayatmalarla oynanan menfur oyun ve “Milli Dava Kıbrıs’ı da kapsayacak biçimde” etki alanı genişleyen senaryo kurgularının aslı, esası, hedef, amaç ve mahiyeti bütün yönleri ile ortaya çıktı.
            Açıklandı ve anlaşıldı. Vahamet bütün boyutlarıyla görüldü.
            İŞTE OYNANAN OYUN, MENFUR EMELLER VE ACI GERÇEKLER
            Her şey 30 Eylül 2013 günü açıklanan sözde demokratikleşme; Özde demokrasi, insan hakları, eşitlik, adalet ve hukukun deformasyonu; Siyasal, sosyal, toplumsal, fiziki/fiili ve ilmi “kuvvetler ayrılığı” varlığı’nın anlamsızlaştırılarak tekelleşmesi operasyonu ile ivme kazandı.
            “Anayasa Uzlaşma (yeni anayasa imal ve inşa) Komisyonu” akamete uğrayınca zuhur eden panik; “Hak yolunda ve millet hizmetinde muktedir olamayan iktidarı” adalet ve hukuk dışı arayışlara itti. Ne için?.. Kurucu Unsurun tesis-temin ettiği; 11 Kasım 1938 karşı devrimi ile ihanet sürecine giren Cumhuriyet Halk Partisinin yozlaştırdığı (malum ve menfur istibdat döneminde yozlaştırılan, saptırılan, istismar ve suiistimal edilen) rejimi.; 07 Ocak 1946’den başlayıp 27 Mayıs 1960’a kadar özenle imar, inşa ve ihya edilip orijinal haline dönüştürülen eseri imha, bölünmez bütünlüğü parçalama, ittihat ve tevhit-i ilga!
On bir yıldır yapılmak istenen, artık bütün yönleriyle ortaya çıkan amaç bu. Kinayeten adına kardeşlik ve barış denilen; Vatana, insana ve İslâm’a ihanet yolunda, amaca ulaşmak için, her şeyin mubah sayıldığı; Yalan-talan, hırsız-yolsuz, anarşi, terör-tedhiş yoldaşlığının icabı ifa edilen, “açılım”ların yüz karası, içler acısı ve utanç verici haline bakın:        
DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ’NDEN!...
            “Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyor; birazdan Türkiye’ye ve dünyaya ilan edeceğimiz demokratikleşme paketinin, ülke, millet, bölge; ekonomi ve demokrasimiz; en önemlisi de birlik ve kardeşliğimiz için hayırlara vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.”
 “Özellikle, 3 Kasım 2002 seçimleriyle oluşan, 11 yıldır aynı istikamet doğrultusunda fedakârca görev yapan, milli iradeyi en güçlü şekilde savunup, milletin talepleri yönünde çalışan Meclis’imize, değerli milletvekillerimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum”
 “İç barışımızı güçlendirecek, toplumsal birlik ve bütünlüğümüzü, geliştirecek, huzurumuzu tahkim edecek her adım, milletimizin en büyük temennisidir. Bu paketle, Türkiye’nin istiklâlini güçlendiriyor, özgürlük alanını genişletiyor, ufkunu daha da açıyor ve umudunu çoğaltıyoruz. En önemlisi de, şehitlerimizin uğruna can verdikleri milletimizin, birliğini, kardeşliğini, dayanışmasını daha da pekiştiriyoruz. Böylece vasiyetlerini yerine getirdiğimiz tüm şehitlerimizi, bu anlamlı günde bir kez daha rahmetle, minnetle yâd ediyor; Allah Onlardan razı olsun, mekânları inşallah Cennet olsun diye dua ediyoruz”,
“1950’de başlayan demokratikleşme tarihimiz..”
 “Siyasi Partiler Kanunu’nun 11’inci maddesinde yapacağımız değişiklikle, partilere üye olmayı daraltan, kısıtlayan bazı engelleri ortadan kaldırıyor, Seçim Kanunu hükümlerine göre, oy verme hakkına sahip olan herkesin, partilere de üye olabilmesinin önünü açıyoruz. Bu amaçla, 11’inci Maddenin B bendindeki 6 kısıtlayıcı engeli ortadan kaldırıyor, yine Siyasi Partiler Kanunu’nda yapacağımız değişiklikle, farklı dil ve lehçelerde propaganda imkânını getiriyoruz. 298 Sayılı Kanunu’nun ilgili maddesini değiştirerek, parti ve adaylar tarafından yapılacak propagandalarda, Türkçenin yanında farklı dil ve lehçelerin de kullanılabilmesini mümkün hale getiriyoruz. Aynı şekilde, ön seçimlerde farklı dil ve lehçelerde propaganda imkânını getiriyoruz. SP Kanunu’nun 43’üncü Maddesindeki kısıtlayıcı hükmü kaldırıyor, ön seçimlerde de Türkçeden başka dil ve lehçeyle propaganda imkânını partilere sağlıyoruz…”
17 ARALIK OPERASYONU VE GERÇEKLER
Öncelikle yukarda sözü edilen: “Muhabbet, demokratikleşme, birlik ve kardeşlik.; Fedakârca görev yapan, milli iradeyi en güçlü şekilde savunup, milletin talepleri yönünde çalışan Meclis; İç barışımızı güçlendirecek, toplumsal birlik ve bütünlüğümüzü, geliştirecek, huzurumuzu tahkim edecek her adım.; Bu demokratikleşme paketiyle, Türkiye’nin istiklalini güçlendiriyor, özgürlük alanını daha da genişletiyor, ufkunu daha da açıyor ve umudunu daha da çoğaltıyoruz. En önemlisi de, bu paketle, şehitlerimizin uğruna can verdikleri milletimizin, birlik, kardeşlik ve dayanışmasını pekiştiriyoruz; 1950’de başlayan demokratikleşme tarihi!.”         17 Aralık’tan bu güne açıkça görülmüş, anlaşılmıştır ki; Pakette yer alan bu ve benzeri sözler kesinlikle samimi değil, sadece bir oyalama, göz boyama, hile ve aldatmacadır. Çünkü aynı paketin sonlarında yer alan: “SP Kanunu’nun 11’inci maddesinde yapılacak değişiklikle, partilere üye olmayı daraltan, kısıtlayan engeller ortadan kaldırılacak; Seçim Kanununa göre, oy verme hakkına sahip olan herkesin, partilere de üye olabilmesinin önü açılacaktır…”
Siyasi Partiler Kanunu’ndan “adalet, fazilet, insanlık ve hukuk” atılmak isteniyor.
SPK 2. Bölüm: Siyasi Partilere Üye Olma:
MADDE 11 - (Değişik 1. fıkra: 4445 - 12.8.1999) On sekiz yaşını dolduran, medeni ve siyasi hakları kullanma ehliyetine sahip bulunan her Türk vatandaşı bir siyasi partiye üye olabilir. Ancak; (a) Hâkimler ve Savcılar, Sayıştay dâhil yüksek yargı organları mensupları, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, Silahlı Kuvvetler mensupları ile yükseköğretim öncesi öğrencileri siyasi partilere üye olamazlar.
b) (Paket Gereği Kanundan Çıkartılacak Hükümler)
1 - Kamu hizmetlerinden yasaklılar,
2 - Zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar,
2. Basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle mahkum olanlar,
3 - Herhangi bir suçtan dolayı ağır hapis veya taksirli suçlar hariç üç yıl veya daha fazla hapis cezasına mahkûm olanlar, 3. Taksirli suçlar hariç beş yıl ağır hapis veya beş yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkûm olanlar,
4 - Türk Ceza Kanununun ikinci Kitabının birinci babında yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini alenî olarak tahrik etme suçundan mahkûm olanlar,
5 - Türk Ceza Kanununun 312. maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme suçlarından mahkûm olanlar, 5. Terör eyleminden mahkûm olanlar,
6 - Siyasi partilere üye olamazlar ve üye kaydedilemezler. Yükseköğretim elemanları, yasaklamanın dışındadır. Bunlar hakkında Yükseköğretim Kanunu uygulanır.
 
ÜYELİĞE KABUL ŞARTLARI
 
MADDE 12 - Siyasî parti üyesi olmaya kanuna göre engel hali bulunmayanların üyeliğe kabul şartları parti tüzüklerinde gösterilir. Tüzükte üyelik için başvuranlar arasında dil, ırk, cinsiyet, din, mezhep, aile, zümre, sınıf ve meslek farkı gözeten hükümler bulunamaz.
Siyasî partiler üye olma istemlerini sebep göstermeksizin de reddedebilirler. Ancak, üyeliğe kaydını isteyenin istemini reddeden teşkilatın bir üste kademesine, parti tüzüğünde gösterilen şekilde itiraz hakkı vardır. İtiraz üzerine verilen karar kesindir.
 
ÖNSEÇİMDE PROPAGANDA İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
 
MADDE 43 - Aday yoklamalarına katılan aday adayları için propaganda yapmak amacı ile açık hava toplantıları, örf ve âdete göre sohbet toplantısı sayılanlar hariç olmak üzere kapalı salon toplantıları tertiplenemez, duvar ilânı, el ilânı ve her nevi matbua, ses ve görüntü bantlarıyla propaganda yapılamaz. Bu tür toplantılarda başka aday adaylarına karşı kötüleyici beyanlarda bulunulması yasaktır.
Siyasî partiler, tüzüklerinde gösterilmek kaydıyla aday adayları için bunların vereceği bilgileri de esas alarak aday adaylarının meslek veya sanat hayatlarındaki derece, başarı ve eserlerini, memlekete yaptığı hizmetleri gösterir, vesikalık fotoğraflarını taşıyan matbualar bastırıp dağıtabilir. Aday adaylarının soyadı alfabe sırasına göre düzenlenecek benzer bilgileri içeren matbualar sandık başlarına asılabilir.
Aday adayları, mensup oldukları partinin programı, büyük kongresinin ve yetkili merkez organlarının kararları ile partinin seçim bildirisi dışında, milli mahalli yahut mesleki çapta herhangi bir vaatte bulunamazlar ve Türkçe'den başka dil ve yazı kullanamazlar.
Aday adayları, önseçimlerde oy kullanacak partili üyelere veya yakınlarına maddi çıkar sağlama amacı güdemezler; önseçimlerde oy kullanacakları etkilemek maksadıyla meşru ve hukuka uygun olmayan davranışlarda bulunamazlar…”
Hesaplanan bu değişiklikler hayata geçtiğinde:
1. Hiç af çıkartmadıkları yalanına rağmen, esasa müteallik yasa “paket ve torba” biçim düzenlemelerle “denetimli serbestlik” ve sair nam ve kapsamlar altında hapisten çıkan 100 bin civarında suçlu,
2. Yukarda arz ve ifade edilen 2820     Sayılı Siyasi Partiler Kanunu 11/b fıkrasının iptali ile yüz binlerce insanlık düşmanı, alçak, namussuz, şerefsiz-soysuz, karaktersiz mahlûk, hırsız -yolsuz, anarşist, terörist, katil, ırz düşmanı, bebek katili cani ve hain serbestçe siyasi partilere üye olabilecek.; Canları isterse parti kurabilecek ve her düzeyde seçme-seçilme hakkına sahip hale getirilecekler… 
3. Siyaset iyice “iyi insan, iyi, onurlu, sorumlu, namuslu ve dürüst vatandaşların hakkı, işi ve görevi” olmaktan çıkacak; Bütünüyle pislik domuzlarının eline kalacaktır.
 
            KİRLİ ELLER VE MENFUR EMELLER
           
Bu değişiklik istemi, öteden beri plânlanan ve kerameti kendinden menkul paketlerle Meclise dikte edilen müstakbel hedef belli olmuştur. Bu menfur süreçle, en başta bebek katili olmak üzere, bilumum hırsız, yolsuz, soysuz, katil, hain, terör-tedhiş unsuru canilerle bölücü unsurlar meclise taşınmak istenmektedir. Bizim gaflet, dalâlet ve hıyanet ile malûl muhalefet, ya hâlâ, bu vahim ihanete uyanamamış, ya da “işin işbirlikçiliğine” yatmış olsa gerektir!
Yazışma Adresi: P.K. 118 [06 442] Yenişehir-ANKARA

 

 
 
 
 
 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Müslüm TUNABOYLU
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
BİRDE SEÇİM BARAJIMIZ VAR
Yazılı ve görsel yayın organlarının son yıllarda kutup bölgesinde bulunan buz dağlarının inanılmaz bir şekilde erimeye başladığı, bu olgunun yer kürede hava koşullarının değişimine neden olacağı belirtiliyordu. Bilim dalı ile ilgilenen insanların düşün ve görüşleri her nedense insanımızın pek ilgisini çekmiyor. Biz yer küredeki meteorolojik değişimleri ancak yaşadıkça öğrenmeyi tercih ediyoruz.
Üç çeyrek yüzyılı geçen bir ömür içersinde dünyanın yağmur yağışını görmemiş ya da yaşamamış bölgelerinde geçtiğimiz yıl felaketle sonuçlanın yağışların oluşması yöre insanlarını ve dünyayı şaşkınlığa çevirdi. Orta Anadolu Bölgesinde Ocak ayında gök gürültüsü sesinin şimdiye dek duyulmamış olmasının verdiği bir alışkanlığın, yağmur yağışı öncesi duyulan gök gürültüsü sesleri duyanları olduğunca etkilemiştir.
Geçtiğimiz yılın son aylarında Çorum un zirve köylerinden birisine 53 yıl aradan sonra yaptığım bir geziyi ve anılarımı aktarmıştım. Bu zirve köy halkı meteorolojik olayların her yıl değişime uğrama nedenlerini çok kısa olarak il sınırları içersinde ve yörede yapılan barajların su toplamasından kaynaklandığını, önümüzdeki yıllarda değişimi daha çok görebileceklerini belirtmişlerdi.
Geçmişten günümüze taşınan çok güzel öğütler vardır. Baba, ihtiyarlamış hatta ölümcül bir yatağa düştüğünü görünce tek oğluna seslenerek “Bak oğlum ben yakında bu dünyadan göç edeceğe benziyorum. Sen daha çok küçüksün geçimini sağlamada acemisin.Ben dünyamı değiştirince yapacağın ilk iş komşu amcana her sabah bir göz atacaksın. O tarlaya gidiyorsa sende gideceksin, evden ellerinde çapa ile çıkarlarca sende çapayı alıp bahçeye gidip ekilenleri çapalayacaksın”.
Babanın çok kısa ve öz örnek öğüdü bana göre yurdumuzun çoğu yerleşim biriminde uygulanmakta, teknolojideki değişim ve gelişmelerden bir türlü yararlanmaya ayak uyduramayışımız sonucudur ki bir felaket sonrası suçu hemen bir başkasına yükleriz. Asıl suçlu biziz başkası değil. Bu topraklar üzerinde yaşayanların bir vatandaşlığı, bir yurttaşlığı bulunduğunu, yirmi birinci yüzyıla gelmişiz hala okur-yazarlıkla uğraşıyoruz. Şu okur-yazarlık konusunu ne zaman bitireceğiz? Bana göre, asıl sorunumuz eğitimde insanımıza biraz ilgisiz oluşumuzdan kaynaklanıyor. Bencillik bizi bazı gelişmelerde olduğunca etkiliyor. Bilim adamlarının uyarılarına artık uymamız gerektiğini bilmeliyiz. Hava raporları hemen her gün en çok üzerinde durulan bültenleri oluşturuyor. Radyo ve televizyon yayınlarında oluşacak durumlarla ilgili bilgiler yüzde olarak ellinin üzerinde doğruluk kazanmış durumdadır.
1970 li yılların ikinci yarısında o dönemde adı Yeşilköy Meteoroloji istasyonuna Milliyet Gazetesi muhabiri olarak gitmiş, hava durumlarını gösteren haritalar üzerinde verilen bilgilere tanık olmuştum. O zaman uzayda Londra ile Hindistan arasında ki mesafedeki hava oluşumunu bir kareden büyütülerek hareket edildiğini görünce çok etkilenmiştim. Bir karelik fotoğraf için devletin ödediği ücreti de öğrenmek istemiştik, ancak ilgili bunu ilerde öğrenmeniz mümkün diyerek sorumuzu yanıtlamıştı.
Geçen gün bir yerel gazetede çayımı yudumlarken, konuşurken kulağıma Çorum da ki barajların hava değişimine neden olduğu, artık çok soğuk bir iklimin geçmişte kaldığı belirtilirken ikinci bir espri kulağımı tırmaladı. Nedir o diye sorduğumda “BİRDE SEÇİM BARAJIMIZ VAR” dendi. Doğrusunu isterseniz bu espriye şapka çıkarılır.
Anadolu ya ve Anadolu insanına bakışımız artık değişmelidir diye düşünüyor okurlarımı saygılarla selamlıyorum.

 

 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
 100 MİLYAR EURO PİŞKİNLİĞİ
Yukarıda yazılı miktar, dünya devletlerinden neredeyse yarısının resmi ve yasal yıllık bütçelerinden çok daha fazla! Öyle ki, kamu/millet yararı için namuslu/dürüst, demokrat, iffetli ve şerefli kadrolar tarafından harcansa eğer; Ülkemiz iki kat daha zengin, % 75 daha ucuz; Bu paralelde, daha mutlu, daha müreffeh, özgür, bağımsız, huzurlu ve güçlü kılınabilir…
Yazılı/sesli/görsel/sosyal medyada, 17 Aralık resmi operasyonu sonucu; Sanıklar tarafından alınan rüşvet, komisyon, yolsuzluk, hırsızlık bedeli olarak telâffuz edilen rakam bu. Henüz dünyada benzeri görülmemiş, akıllara ziyan muazzam bir miktar!. İğrenç haram, Yüce Dinimizin kutsal ifadesiyle ‘ölmüş kardeşlerin çiğ eti’ mesabesinde kirli ve muhtemelen kanlı, lâğım çukurundan intikal, cerahat kokulu dolarlar, eurolar, liralar acaba “ne karşılığı” edinildi?
Hükümet üyesi üç bakan oğlunun, kendisine devletin, milletin namusu ile tüyü bitmemiş yetimin hakkı emanet edilen bir banka genel müdürü, sözde iş adamı kisvesinde nevzuhur kişilerin “yolsuzluk iddiasıyla” tutuklanmaları; Bazı saf ve sabit kafalı (iğfal edilmiş) beyinlerce, AKP ile Cemaat arasındaki amansız savaş, rekabet ve yarışın ürünü sanılmakta!..
Bu çok yanlış, asılsız, anlamsız ve mesnetsiz bir tasavvur tarzıdır.
Üstelik böylesine geçersiz, dayanaksız ve kabili imkânsız saçma-sapan iddiaya, kimi ünlü yazarların da katıldığını, katılmakla kalmayıp şuursuzca inandığını hayret, üzüntü, dehşetle ve taaccüple gör­mekteyiz. Olayın genel anlatımı, kamuoyuna sunum ve yorumunda da, aynı yanlış tema’nın ağırlıkla işlenmesi, dillendirilmesi ve “rüşvet, yolsuzluk, gasp-irtikap ve suiistimal” vakıasının; Hükümete karşı düzenlenmiş bir komplo gibi deklere edilmesi tam bir facia ve cehalet; Bilerek ve isteyerek pisliğe bulaşmış, üstelik de suçüstü yakalanmış kimseler için hükümete leke sürmek hıyanet, gaflet ve dâlalettir.
Kaldı ki fiili ve hukuki kuvvetler ayrılığı, devletin devamlılığı, adalet ahlâkı ve umur-u devlet sorumluluğu/yükümlülüğü dairesinde tüm Cumhuriyet Savcıları ile Adalet cihazının bilumum teşkilâtı: Sadece ve yalnızca Anayasa, kanunlar ve “faziletle mündemiç vicdanları ile kaim” tarafsız ve bağımsız bir erktir. Buna yasama ve yürütme erkleri mukabildir. Kuvvetlerin hiç birisi, bir diğerini şamil olmayıp; Polis, sadece adalet ve faziletin emrindedir.
Dolayısıyla: Devlette devamlılık, sağlamlık, insan hakları, eşitlik, hak, adalet, evrensel hukuk dâhilinde sürdürülebilirlik bu şekilde kabil ve mümkün olabilir. Ayrıca, milli gelenekler, ilmi gerekler, adet, örf, din, inanç ve kültür formasyonunun gerekli kıldığı ahlâk tüzesi de siyaset, hükümet ve kurumlarca korunmak, mutlaka uygulanmak zorunda ve durumunda olunan değerlerdir.
Şu hale nazaran: 
RTE ve hükümeti ile Cemaat arasında mevcudiyeti iddia olunan ihtilâf, malum ve güncel medyadan görüp öğrendiğimiz binlerce belge, ihbar, görsel materyal ve suçüstü tutanakları ile sabit.; Türk Milletinin alçakça ve kalleşçe maruz kaldığı soygun-vurgun, menfur yalan-talan furyasının iğrenç suçluları ile suç örgütünün mazur görülme, örtbas edilme, yok sayılma nedeni olamaz.
Eğer babaları bakan, koltukları kalın olmasaydı bu eşhas devasa soygun ve uluslar arası bir vurgun aktörü olamazlardı. Bu nedenle: Başta aile babası,  diğer yardım-yataklık unsurları, uzantı ve bağlantıları, herkim olursa olsunlar derdest edilmek, tutuklanmak, sorgulanmak ve yargılanmak zorundadır.
Bu rezilliğe devlet sırrının deşifresi, hükümete komplo, açılıma çengel, iftira ve tefrika damgası vurmaya kalkmak adalet, hukuk ve gerçeğe ihanettir. 
 

 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

VAKTİN KIYMETİNİ BİLMEK
Seminer ve konferanslarımda yeri geldikçe  sık sık muhataplarıma  şu sözü hatırlatırım:“İnsan kadar vaktini öldüren katil yoktur.”Eşimin bana naklettiği bu sözü ,derslerde hocası Ord.Prof. Süheyl Ünver çok tekrar edermiş.Gerçekten de üzülerek belirtelim ki,zaman mefhumunun  kıymetini bilemeyen ve bu sermayeyi har vurup harman savuran bir toplumuz.           
            Randevulaşma vakitleri bizde genelde yaklaşık olarak verilir ve denir ki :“Şurada saat 13 ile 14 arasında buluşalım.Oysa zaman kavramında çok hassas olan Batı toplumlarında buluşma vakitleri dakika olarak verilir ve herkes bu disipline riayet eder.Aslında bizim kültürümüzde zamanın kıymeti çok çok önemlidir.Bu öneme binaendir ki,Yüce Kudret vakit üzerine yemin eder.Atalarımız ise:“Vakit nakittir.”derler.Zaman bir kılıçtır.Sen onu kesmezsen o seni keser.Bişri Hafi:“Dün öldü,bugün can veriyor,yarın ise henüz doğmadı.Zamanınızı bu açıdan görün ve yararlı iş yapın.”diyerek vaktin önemine işaret ederken,Mevlana da:“Yarın yaparım,yarın yaparım deme.Zira kaç yarın geçti ne yaptın ki yarın ne yapacaksın?Tembel çiftçinin tohumu heybesinde kaldığı gibi,senin de hevesin kursağında kalmasın.Ne yapacaksan bu günden yap.”der.
            Ömür takviminin yaprakları her gün kopmaktadır.Bir sonraki güne kavuşup kavuşamayacağı  na senedi olmayan insan,acaba neye güvenerek zamanı kumara verircesine boşa harcamaktadır?Kitap okumamasını “vaktim yok” gerekçesine  bağlayan yığın yığın insanlar,kahvehanelerde,TV başında,çarşıda, pazarda ve fındık kabuğunu doldurmayan avcı muhabbetleriyle zaman harcamalarını hangi  mantıkla izah edeceklerdir?Zaman,sessiz bir testere gibi ömür sermayesini kesip yok etmektedir.Onun için basit insanlar zamanını nasıl harcayacağını bilmeden gaflet içinde hareket ederken,akılı insanlar da onu ,pahası biçilmez bir cevher olduğu bilinci içinde, saniyesini hesap ederek ve değerlendirerek çok cimrice harcama gayreti içindedirler.     Peygamberimiz bu hususa işaret ederek buyurur ki:“İnsanlar iki nimetin kıymetini gereği gibi bilemezler.Bunlardan biri boş vakitleri,diğeri de sıhhatleridir.” Tüm insanlara eşit olarak tahsis edilen ender nimetlerden biri de zamandır.Biz onun her saniyesini bir altın olarak düşünürsek,her sabah bankamızdaki hesabımıza 86 400 altın yatırılmakta ve ertesi güne devretmeden o gün harcamamız istenmektedir.Bu keyfiyette de irademize herhangi bir baskı yapılmamaktadır.Böyle bir durumda her gün akşam olunca,ben bu gün bunca altını nerede,nasıl harcadım diye bir hesap yapmayan ve karını,zararını hesap etmeyen insanın,iflas eden tüccar durumuna düşme tehlikesi yok mudur?En basitinden her gece sekiz saat uyuyan bir insan yılda,dört ay uyumuş oluyor.Başka bir ifade ile bir yılın üçte birini uyuyarak geçirmektedir.Her gün dört saatini kahvehanede geçiren bir insan da,yılın dörtte birini,yani tam üç ayını,altmış yıllık ömrünün de onbeş senesini  bu şekilde harcamaktadır. 
            İsterseniz zamanlarını akıllıca kullanan insanlardan bir kaç misal verelim ve hangi şartlarda neler başardıklarını görelim:
            Büyük Türk hakanı Yavuz,savaş meydanlarına kütüphanesini de götürüyor ve her gün 7-8 saat okuyordu.Günde bir öğün yemek yiyor ve az uyuyordu.Bu sayede seksen senede olacak işleri sekiz seneye sığdırmıştı.
            Nelson,bütün başarılarının sırrını işlerini vaktinde yapmaya borçlu olduğu şeklinde açıklamıştır.
            Ünlü Hatip Dr.Parker Cadman,11 yaşında girdiği maden ocaklarnda el arabasını kömürle dolduruyordu.Bir başkası onu boşaltırken geçen iki dakikaları okuyarak değerlendiriyordu.Bu olumsuz şartlarda vaktini değerlendirip okuduğu binden fazla kitap sayesinde bu makama ulaşıyor.
            ABD’nin başkanlarından Abraham Lincolin,çocukluğunda bir çiftçinin yanında ırgat olarak  çift sürerken hayvanlara ıstırahat verdiğinde,daha sonra da bir bakkal çıraklığı yaparken müşteri olmadığı zamanlarda kitap okuyarak vaktini değerlendirmiştir.Bu birikimle dışardan okulları bitirmiş ve o makama çıkmıştır.
            Madame de Genlis,kitaplarından çoğunu,ders verdiği asilzadeleri beklerken geçen boş zamanlarında yazdığını,Dr.Burney de,müzik dersi vermek için at sırtında bir öğrencisinden ötekine giderken yolda geçen boş vaktinde Fransızca ve İtalyanca’yı öğrendiğini belirtirler.
            Churchill ,yaptığı resmi  ziyaretlerde kalacağı oteldeki odasına okuyacağı kitapların konulmasını her defasında isterdi.Bu alışkanlığı sayesinde 6 ciltten meydana gelen “II.Dünya Harbi Tarihi”adlı eserini yazmış ve Nobel ödülünü kazanmıştır.
            Zamanında bir adım atmayan tembel,sonradan yüz adım atmak zorunda kalır…Zamanın değerini yapacak işi olan bilir.
            Daguesseau,eski Fransız başbakanlarındandır.O da sofrada yemek vaktini beklerken kalın hacimli bir kitap yazmıştır.
            Elihu Burrıtt,demirci olarak çalıştığı sıralarda sekiz dil ve yirmi iki Avrupa lehçesini öğrendiğini ifade ile,kendisini yetiştirmesini dehasına değil,“boş vakitler”denen değerli zaman parçalarını kullanarak elde ettiğini belirtmektedir.
            Walt Disney,bir firmanın pazarladığı ürünlerin resmini, farelerin cirit attığı bir bodrumda çiziyordu.Saniyesinin dahi hesabını yaparak çalışıyor ve bu yöntemle hem işini yapıyor,hem de“Miki Fare”yi yazma performansını gösteriyordu.
            Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.Tarihte ve bugüne baktığımız zaman; başarılı tüm insanların,vakitlerini değerlendirerek hayatlarını tanzim eden insanlar olduğunu  görürüz.
            Zamanı değerlendirme hususunda,akşamki işi sabaha bırakmadan ve günlük işleri  öncelik sırasına göre planlayarak hareket etmek gerekir.Zaman bize değil,biz zamana hakim olmalıyız.İnsanlarm ız faydasız işlerden ve maleyani lakırdıdan uzaklaşarak,en önemli işlerini en üretken saatlerde yapmaya odaklanmalıdır.Bu arada iki işi bir anda yapmayı öğrenerek,hedefler belirlenmeli ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi esnasında da vakti nakde çevirebilmelidir. Unutmayalım ki,bizim hoyratça kullandığımız zamanı,gelişmiş ülkeler çok rasyonelce kullanarak bu başarıyı yakalamışlardır.

 

 
 
 
 
 
 
 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahfi EĞİLMEZ
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz!
 
HİTİTLERDE BAYRAM 2
 

Hititler, çok tanrılıydılar. O kadar çok tanrıları vardı ki onlara 'bin tanrılı halk', ülkelerine de 'bin tanrılı ülke' adı veriliyor. Hititlerin, tanrıları kadar olmasa da, bayramları da çoktu. Bu bayramların önemli bir bölümü doğayla bağlantılıydı: Ay bayramı, yıl bayramı, sonbahar bayramı, ilkbahar bayramı, gök gürültüsü bayramı. Hititlerin önemli bayramlarından birisi, aynı zamanda büyük bir festival niteliği de taşıyan ilkbahar bayramı ve Purulli Festivali'ydi. İlkbahar gelince, kış mevsiminin durgunluğundan çıkılır, doğanın yeniden canlanmasıyla yeni ürünler alınmaya başlanırdı. Purulli Festivali işte bu yeniden doğuşu kutlamak amacına yönelikti. O kadar önem verilen bir ayindi ki bazen krallar savaş için gittikleri seferlerden buna katılmak üzere başkent Hattuşa'ya geri dönerlerdi.

Hititlerin bilinen bayram kutlamaları uzun süreli kutlamalardı. Bunları üst üste yazmaya kalksak neredeyse yılın dörtte biri bayramlarla geçiriliyodu. Yani bayramların uzun sürmesi bugüne özgü bir şey değil. Anadolu'da bayramlar binlerce yıldır uzun sürüyor. Bunun ekonomik gelişmeye olumsuz etkisi varsa, bu, en azından binlerce yıllık bir etki.

Hitit bayramlarında, tanrılara adanmış adaklar yerine getirilir, özel olarak hazırlanmış sunak yerlerinde onlara armağanlar sunulurdu. Tanrılar için hayvanlar da kurban edilir ve kurban edilen hayvandan kesilen etler yine aynı sunak bölmelerine konulmak suretiyle tanrılara sunulurdu. O.R.Gurney'in anlattığına göre: "Hayvanlar, kanlarının akması için boğazlarından kesilerek kurban edilirdi ve bu nedenle bir hayvanı kurban ederken kullanılan kelimeler, yere dökülerek yerine getirilen bir içecek adağında veya libasyonda söylenenlerle aynıydı." (Hititler, Dost Yayınları, 2001, s. 129.) Bu tür bir kurban kesme işlemi sonucunda hayvanın kesilen etlerinin tapınaklardaki bölmelere adak olarak konulmasının yanı sıra, ekmeğin parçalara bölünüp adak bölmelerine konulduğunu, üzerine şarap döküldüğünü de biliyoruz. Bunların yanı sıra her mevsimde kentte yetişen ilk ürünlerden bir bölümünün yine bu bölmelere adak olarak konulması söz konusuydu.

Acaba tanrılar, kendileri için bırakılan bu kurbanlara ve diğer şeylere nasıl ulaşıyorlardı? Hititolog Profesör Aygül Süel, çözümlediği tabletlerden hareketle yukarıdaki soruyu şöyle yanıtlıyor: "Kurban maddeleri, öyle bir şekilde konulup sunulmalıydılar ki, tanrılar onları insanlara göre, esrarlı ve anlaşılmaz bir tarzda tatmalıydılar. Bu da gerçekte kurban maddelerinin tanrının ruhuna ulaşması amacıyla tapınak adamları tarafından yenmesi ile mümkün olabilirdi." (Aygül Süel, Hitit Kaynaklarında Tapınak Görevlileri İle İlgili Bir Direktif Metni, AÜDTCF, 1985, s.161.) Yani tanrılar, kendilerine sunulan bu maddeleri, kendi tapınaklarının görevlileri aracılığıyla yemiş ve kabul etmiş olurlardı.

Demek ki Anadolu'da, binlerce yıldan beri bayram sayısı fazla ve kutlama süreleri de uzun. Bayramlarda kurban kesme âdeti var ve bu kurbanlar tanrıya adanmış olsa da birilerinin yiyeceği oluyor.
Binlerce yılda din değişmiş, insanlar değişmiş, bayramlar değişmiş ama âdetler aşağı yukarı aynı kalmış.

Bayramınız kutlu olsun.

Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!

 
 
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
HAZIR YUFKA GÜL BÖREĞİ
Hazır Yufka
Peynir
Bir bardak sıvı yağ
Bir yumurta
Hazır yufka alınarak sert bir zenime açılır ve Bıcak ile önce ortadan ikiye sonra diklemesine kesilerek dörde bölünür.
Bir tabağa yumurta kırılarak sarısı alınır kenarda bekletilir.
Her bir parçanın içerisine peynir konularak sigara böreği gibi rülo uç taraf kadar sarılır. Sarılan bu börek tekrar ucundan başlanarak gül şeklinde bükülür uç taraf da kırılan yumurtanın akına  batırılarak yufka hamurunun yapışması sağlanır.
Tavaya konulan sıvı yağ kızınca hazır yufka gül böreği tavaya konulur kızarınca arka kısmı da kızartılır ve sıcak olarak servis yapılır.

 

 
 
 
 
 
 

 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
BİZİMKİ
Gözükmekte uzaklardan bizim Ülkemizin de sonu sırası.
İyi olacak diye gösterilen ve yutturulmaya çalışılan senaryosu.
Bakıyorsun idare edenler mutlu ve gittikçe zenginleşiyor
Emekli memur işçi verilenlerle yetinmeye çalışıyor.
Ey Hak yiyenler! Hakkımı elimden ayanlar; hakkımı verin!
Benim ancak yapabileceğim bu dizide yazdığım sözlerim.
Hak’ın kim olduğunu bilmeyenler görecekler Hak’kı;
Oraya elde ettiklerini götüremeyecekler azık!
Bu dünyada hakkı yenene yazık; diğerine kazık!
24 Ocak 2011 Çorum
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Muhsin AKTAŞ
Muhsin AKTAŞ Hayat Hikayesi
KÖR KURŞUNLA VUR BENİ
Pamuk elin üşüyüp başına çiğ yağarsa
Ayrılık şarkıları gökyüzüne ağarsa
Gideceğim diyerek bedeni ter boğarsa
Ölüm şekli fark etmez barutlara kar beni

Güneş yere inerek gölgemizi vurursa
Yıldızlar üzerinde benden ayrı durursa
Gideceğim diyerek içini zor bürürse
Ölüm şekli fark etmez mayınlara sar beni

Çiçek dalından kopup sokaklarda solarsa
Sevdanın rengi solup sarı renge çalarsa
Gideceğim diyerek içine kar dolarsa
Ölüm şekli fark etmez bombalara kur beni

Aşk bülbülün susarak yıldızlara küserse
Mizabiyi bırakıp yâd ellere eserse
Gideceğim diyerek gönlünü kor basarsa
Ölüm şekli fark etmez, kör kurşunla vur beni

 
 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ahmet CANBABA
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi
KIPIRDAMADI
Çocuk ufaktı bir gün
Kuzu aldılar eve
Besleyip büyüttüler
Kuzuyu seve seve
Sanki kuzu çocuğun
Canı ciğeri gözü
Babası çocuğuna
Vermişti kesmem sözü
Kurban bayramı sabah
Kesildi canım kuzu
Ruhu candan ayırdı.
Sevap işledik diye
Kendisini kayırdı
Çocuksa kesik başı
Okşarken çıkık dili
Döktü gözünden yaşı
Eli kıpırdamadı
Babası uzatırken
Çocuğuna mendili
Kesmek öyle kutsaldı
Kılı kıpırdamadı
Çocuk hala hayvanı
Öperek kokluyordu
Canı gelecek sanıp
Dilini yokluyordu
Sevdi okşadı ama
Dili kıpırdamadı
Donup kalırken öyle
Döktü gözünden yaşı
Eli kıpırdamadı
Kuzu çoktan ölmüştü
Dili kıpırdamadı
Yandı orman yandı gök
Sen yangına benzin dök
Çok büyük bir başarı
Yanıyor börtül böcek
Dumanlar öbek öbek
Yasa bürünmüş dağın
Doruğunda bulutlar
Hava durgun gün sıcak
Al bulutlu şafağın
Alı kıpırdamadı
Köz de yaban güllerin
Gülü kıpırdamadı
Yağmur gelir sel akar
Yamaçta toprak yok ki
Dağ taş sinmiş is kokar
Çalıda yaprak yok ki
Dağda yanmış ağacın
Dalı kıpırdamadı
Esse de rüzgar sessiz
Çalı kıpırdamadı
Hava sanki nefessiz
Yarınlara küs kalıp
Yağmur yağsa da yıllar
Ölü toprağın üstü
Kel kalmaktan bunalıp
Ne toprağa can geldi
Ne suçluya merhamet
Kalan leşti binlerce
Ölü kıpırdamadı
Yakan binlerce cani
Yakan binlerce deli
Nasıl varır ormanı
Yakmaya insan eli
Ses verdi dağlar taşlar
Deli kıpırdamadı
Hayat sundu tabiat
Ölü kıpırdamadı.

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

181 SAYI 25 Mart 2014 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!