|
YIL 15 SAYI 180 25 Şubat 2014
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL
YAŞADIKÇA ÖĞRENMEK
-
Mustafa Nevruz SINACI AÇILIM REZALETİ VE İLERİ DEMOKRASİ
KÂBUSU
-
Müslüm TUNABOYLU BİRDE SEÇİM
BARAJIMIZ VAR
-
Mustafa Nevruz SINACI 100 MİLYAR EURO
PİŞKİNLİĞİ
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
YAŞADIKÇA ÖĞRENMEK
İnsanlık tarihi boyunca
yaşayan canlıların tamamı dünyaya geldikleri zaman
yaratıcısının ona öğrettikleri ile gelirler. İlk anlardan
sonra bu bilgilerini dünya hayatında faydalanma maksadı ile
geliştirmeye ve kendilerine öğretilenle adapte etmeye
çalışırlar. Bütün canlılarda bu öğrenme duygusunun olduğu
tespit edilmeye başlanmıştır.
Beşer olarak biz insanların
birinci vazifesi öğrenmek olduğu düşüncesi ile bizlerin
öğrenmek ve öğretebilmek için çalışmalar yapmamız
yaratılışımızın gereği olsa gerek. Bizlerin yaş ve meslek
ile ilgisi olmayan öğrenme refleksimiz bizleri yeni ve
bilmediğimiz şeylerin neler olduğunu yaratan tarafından
bilgi dolu fakat kullanma imkânı olmayan beynimizi
bilgilerle öğrenerek yenilemek gereği hâsıl olur.
Gözlemlerinizde muhakkak
görmüşsünüzdür ki; yeni doğmuş insanoğlu ilk önce nefes
almayı öğrenmek için bütün gücü ile ağlayarak dünyaya
gelmektedir. Yeni geldiği dünyanın ne olduğunu anlamak için
şayet yaratan eksiksiz olarak beş duyusunu yarattı ise
etrafını dinlemeye, elleri ile bir şeyler tutmaya, hareket
ede her şeyi gözleri ile takip etmeye başlar. Bunların ne
olduğunu; neler için kullanıldığını beynine emirler vererek
kaydetmeye çalışır. Daha sonraki tecrübelerinde bu bilgileri
geliştirerek detayları ile faydalanmak için biriktirir ve
zamanı gelince veya ihtiyacı olunca kullanmaya çalışır.
Bizler belirli yaşlara
geldikçe öğrenme ve bilgilerimizi geliştirme safhalarımızı
geliştirir ve o bilgiler ışığında çalışmalarımıza yön
vermeye çalışırız.
Yaşadıkça yaşlanmakla
birlikte artık pek kullanmadığımız veya hiç kullanmadığımız
his ve bilgilerimizi beynimiz siler ve hatırlayamayız. Bu
hatırlamama artık belli bir yaş dilimine geldikçe çoğalır ve
yaşlılık alameti olarak bizlerle birlikte beynimizin bize
bildirdikleri ile yaşar ve ağlayarak geldiğimiz dünyadan
göçer gideriz.
Bizlerin bilgi ve
birikimlerini ben her zaman yazmamızı savunurum. Her insanın
kendisine göre bir bilgi birikimi vardır. Bir duvarcı
ustasının birikimleri ile bir ressamın birikimleri bir
olmadığı gibi, bir matematikçinin birikimleri ile yazarın
birikimleri bir olmaz. Her bilgi sahibinin birikimleri
kendine has gözlemlere dayandığı için başka başka
olabilmektedir. Biz fani ve bu dünyada belli bir süre
yaşayarak göçeceğimiz için bilgilerimizi yazıp birilerine
lazım olur diye yayınlamaya çalışmalıyız.
Emekli olduğum
Kütüphanelerinde görevleri bu bilgileri tasnifleyerek
araştırmak ve faydalanmak için raflarında yıllarca
bekletmeleri bu yüzdendir. Herhangi bir kitap kütüphanede
belki yüzlerce sene bekledikten sonra bir kişinin aradığı
konuyu ihtiva ettiğinden okuyucu veya araştırmacısı
tarafından incelenir. İşte o zaman o kitap görevini, o
kütüphane yıllarca raflarında beklettiği kitabın gereğini
yaptığını bilmelidir. Çağdaş kütüphaneciler olarak bunları
tersten algılamakla birlikte kitap düşme ve okunmuyor,
istenmiyor gerekçesi ile kitapları da katletmemiz doğru
değildir. Şu an Devletin himayesinde bulunan ve üvey evlat
olarak benim zamanımda da bu günde bulunan kütüphane ve
bağlı olduğu Genel Müdürlüğünün ve illerde bulunan
kütüphanelerin Devlet himayesinden il himayesine geçirilme
çabaları yanlış politika olarak bence uygulanmamalıdır.
Öğrenmenin sınırı yoktur.
Her şeyi öğrendiğini iddia eden şahıslar aslında hiçbir şeyi
bildiğini bile bilemediklerinden, öğrendikleri ufak bir
bilgi kırıntısı ile ben her şeyi biliyorum bencilliğine
girerler. Düşüncenin sınırsızlığı içinde zaman diliminin
sınırsızlığını anlayabilmek için insanın bilinçli bir
şekilde geldiği dünyanın neresi olduğunu ve gideceği
dünyanın neresi olduğunu bilmesi ve idrak etmesi gerekir.
Bunu az çok anlayabilir ve en son semavi din olarak
Müslümanlığın olmazsa olmazlarında “hem hiç ölmeyecekmiş
gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahrete” çalışması
gerekliliğini bilirler. Öğrenmenin insanın akıl yürüttüğü
çağa geldiğinde bu bilgi temelini iyice kavraması ve bu
eşitliği bozmaması gereklidir. Eğer ahrete çalışılırsa belki
rızkı kadar faydalanacağı ve yaşayacağı ile insanlara
faydalı olmayarak bencillik ederek sadece ahreti için sadece
kendisine çalışmış olması olarak yorumlanabilir. Sadece
dünyası ecen çalışmayı seçer ise dünyadaki menfaatlerin
sadece kendisi için olmasının hazını duyarak dünyalığını
biriktirir ve sadece kendisini düşünmüş olur. Hem ahretini,
hem dünyasını düşünür ise ahret için çalışırken dünyadaki
ortak değerlerin hak, hukuk, paylaşma, verme gibi hasletler
ile ahireti içinde tekrar faydalı çalışmalar yapabilir,
dünya işlerinde de aynı şekilde başkalarını hakkına göz
dikmeme, maddi açlık duygusunu ahreti ile bastırarak bilgi
ve emek vererek çalışmaya başlar ve üretir.
Bir düşüncede bizlerin ne zaman nerede ne gibi yenilikleri
göreceğimiz bizim araştırmamız ve öğrenmemiz ile ilgilidir.
Bu nedenle “Beşikten ölüme kadar ilim öğren” denilmesinin
amacı budur.
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
AÇILIM REZALETİ VE
İLERİ DEMOKRASİ KÂBUSU
-
İleri demokrasi,
kardeşlik-barış ve demokratikleşme süreci gibi,
dayatmalarla oynanan menfur oyun ve “Milli Dava
Kıbrıs’ı da kapsayacak biçimde” etki alanı genişleyen
senaryo kurgularının aslı, esası, hedef, amaç ve
mahiyeti bütün yönleri ile ortaya çıktı.
-
Açıklandı ve
anlaşıldı. Vahamet bütün boyutlarıyla görüldü.
-
İŞTE OYNANAN OYUN,
MENFUR EMELLER VE ACI GERÇEKLER
-
Her şey 30 Eylül
2013 günü açıklanan sözde demokratikleşme; Özde
demokrasi, insan hakları, eşitlik, adalet ve hukukun
deformasyonu; Siyasal, sosyal, toplumsal, fiziki/fiili
ve ilmi “kuvvetler ayrılığı” varlığı’nın
anlamsızlaştırılarak tekelleşmesi operasyonu ile ivme
kazandı.
-
“Anayasa Uzlaşma
(yeni anayasa imal ve inşa) Komisyonu” akamete
uğrayınca zuhur eden panik; “Hak yolunda ve millet
hizmetinde muktedir olamayan iktidarı” adalet ve hukuk
dışı arayışlara itti. Ne için?.. Kurucu Unsurun
tesis-temin ettiği; 11 Kasım 1938 karşı devrimi ile
ihanet sürecine giren Cumhuriyet Halk Partisinin
yozlaştırdığı (malum ve menfur istibdat döneminde
yozlaştırılan, saptırılan, istismar ve suiistimal
edilen) rejimi.; 07 Ocak 1946’den başlayıp 27 Mayıs
1960’a kadar özenle imar, inşa ve ihya edilip orijinal
haline dönüştürülen eseri imha, bölünmez bütünlüğü
parçalama, ittihat ve tevhit-i ilga!
-
On
bir yıldır yapılmak istenen, artık bütün yönleriyle
ortaya çıkan amaç bu. Kinayeten adına kardeşlik ve
barış denilen; Vatana, insana ve İslâm’a ihanet
yolunda, amaca ulaşmak için, her şeyin mubah
sayıldığı; Yalan-talan, hırsız-yolsuz, anarşi,
terör-tedhiş yoldaşlığının icabı ifa edilen,
“açılım”ların yüz karası, içler acısı ve utanç verici
haline bakın:
-
DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ’NDEN!...
-
“Sizleri en kalbi
muhabbetlerimle selamlıyor; birazdan Türkiye’ye ve
dünyaya ilan edeceğimiz demokratikleşme paketinin,
ülke, millet, bölge; ekonomi ve demokrasimiz; en
önemlisi de birlik ve kardeşliğimiz için hayırlara
vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.”
-
“Özellikle, 3 Kasım 2002 seçimleriyle oluşan, 11
yıldır aynı istikamet doğrultusunda fedakârca görev
yapan, milli iradeyi en güçlü şekilde savunup,
milletin talepleri yönünde çalışan Meclis’imize,
değerli milletvekillerimize huzurlarınızda teşekkür
ediyorum”
-
“İç barışımızı güçlendirecek, toplumsal birlik ve
bütünlüğümüzü, geliştirecek, huzurumuzu tahkim edecek
her adım, milletimizin en büyük temennisidir. Bu
paketle, Türkiye’nin istiklâlini güçlendiriyor,
özgürlük alanını genişletiyor, ufkunu daha da açıyor
ve umudunu çoğaltıyoruz. En önemlisi de,
şehitlerimizin uğruna can verdikleri milletimizin,
birliğini, kardeşliğini, dayanışmasını daha da
pekiştiriyoruz. Böylece vasiyetlerini yerine
getirdiğimiz tüm şehitlerimizi, bu anlamlı günde bir
kez daha rahmetle, minnetle yâd ediyor; Allah Onlardan
razı olsun, mekânları inşallah Cennet olsun diye dua
ediyoruz”,
-
“1950’de başlayan demokratikleşme tarihimiz..”
-
“Siyasi Partiler Kanunu’nun 11’inci maddesinde
yapacağımız değişiklikle, partilere üye olmayı
daraltan, kısıtlayan bazı engelleri ortadan
kaldırıyor, Seçim Kanunu hükümlerine göre, oy verme
hakkına sahip olan herkesin, partilere de üye
olabilmesinin önünü açıyoruz. Bu amaçla, 11’inci
Maddenin B bendindeki 6 kısıtlayıcı engeli ortadan
kaldırıyor, yine Siyasi Partiler Kanunu’nda
yapacağımız değişiklikle, farklı dil ve lehçelerde
propaganda imkânını getiriyoruz. 298 Sayılı Kanunu’nun
ilgili maddesini değiştirerek, parti ve adaylar
tarafından yapılacak propagandalarda, Türkçenin
yanında farklı dil ve lehçelerin de kullanılabilmesini
mümkün hale getiriyoruz. Aynı şekilde, ön seçimlerde
farklı dil ve lehçelerde propaganda imkânını
getiriyoruz. SP Kanunu’nun 43’üncü Maddesindeki
kısıtlayıcı hükmü kaldırıyor, ön seçimlerde de
Türkçeden başka dil ve lehçeyle propaganda imkânını
partilere sağlıyoruz…”
-
17 ARALIK OPERASYONU VE
GERÇEKLER
-
Öncelikle yukarda sözü edilen: “Muhabbet,
demokratikleşme, birlik ve kardeşlik.; Fedakârca görev
yapan, milli iradeyi en güçlü şekilde savunup,
milletin talepleri yönünde çalışan Meclis; İç
barışımızı güçlendirecek, toplumsal birlik ve
bütünlüğümüzü, geliştirecek, huzurumuzu tahkim edecek
her adım.; Bu demokratikleşme paketiyle, Türkiye’nin
istiklalini güçlendiriyor, özgürlük alanını daha da
genişletiyor, ufkunu daha da açıyor ve umudunu daha da
çoğaltıyoruz. En önemlisi de, bu paketle,
şehitlerimizin uğruna can verdikleri milletimizin,
birlik, kardeşlik ve dayanışmasını pekiştiriyoruz;
1950’de başlayan demokratikleşme tarihi!.” 17
Aralık’tan bu güne açıkça görülmüş, anlaşılmıştır ki;
Pakette yer alan bu ve benzeri sözler kesinlikle
samimi değil, sadece bir oyalama, göz boyama, hile ve
aldatmacadır. Çünkü aynı paketin sonlarında yer alan:
“SP Kanunu’nun 11’inci maddesinde yapılacak
değişiklikle, partilere üye olmayı daraltan,
kısıtlayan engeller ortadan kaldırılacak; Seçim
Kanununa göre, oy verme hakkına sahip olan herkesin,
partilere de üye olabilmesinin önü açılacaktır…”
-
Siyasi Partiler Kanunu’ndan “adalet, fazilet, insanlık
ve hukuk” atılmak isteniyor.
-
SPK
2. Bölüm: Siyasi Partilere Üye Olma:
-
MADDE 11 - (Değişik 1. fıkra: 4445 - 12.8.1999) On
sekiz yaşını dolduran, medeni ve siyasi hakları
kullanma ehliyetine sahip bulunan her Türk vatandaşı
bir siyasi partiye üye olabilir. Ancak; (a) Hâkimler
ve Savcılar, Sayıştay dâhil yüksek yargı organları
mensupları, kamu kurum ve kuruluşlarının memur
statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından
işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri,
Silahlı Kuvvetler mensupları ile yükseköğretim öncesi
öğrencileri siyasi partilere üye olamazlar.
-
b)
(Paket Gereği Kanundan Çıkartılacak Hükümler)
-
1 -
Kamu hizmetlerinden yasaklılar,
-
2 -
Zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik inancı kötüye kullanma,
dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve
istihlâk kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları,
resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya
devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle
mahkûm olanlar,
-
2.
Basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma,
dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve
istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları,
resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya
devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle
mahkum olanlar,
-
3 -
Herhangi bir suçtan dolayı ağır hapis veya taksirli
suçlar hariç üç yıl veya daha fazla hapis cezasına
mahkûm olanlar, 3. Taksirli suçlar hariç beş yıl ağır
hapis veya beş yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkûm
olanlar,
-
4 -
Türk Ceza Kanununun ikinci Kitabının birinci babında
yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini alenî
olarak tahrik etme suçundan mahkûm olanlar,
-
5 -
Türk Ceza Kanununun 312. maddesinin ikinci fıkrasında
yazılı halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge
farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik
etme suçlarından mahkûm olanlar, 5. Terör eyleminden
mahkûm olanlar,
-
6 -
Siyasi partilere üye olamazlar ve üye kaydedilemezler.
Yükseköğretim elemanları, yasaklamanın dışındadır.
Bunlar hakkında Yükseköğretim Kanunu uygulanır.
-
-
ÜYELİĞE KABUL ŞARTLARI
-
-
MADDE 12 - Siyasî parti üyesi olmaya kanuna göre engel
hali bulunmayanların üyeliğe kabul şartları parti
tüzüklerinde gösterilir. Tüzükte üyelik için
başvuranlar arasında dil, ırk, cinsiyet, din, mezhep,
aile, zümre, sınıf ve meslek farkı gözeten hükümler
bulunamaz.
-
Siyasî partiler üye olma
istemlerini sebep göstermeksizin de reddedebilirler.
Ancak, üyeliğe kaydını isteyenin istemini reddeden
teşkilatın bir üste kademesine, parti tüzüğünde
gösterilen şekilde itiraz hakkı vardır. İtiraz üzerine
verilen karar kesindir.
-
-
ÖNSEÇİMDE PROPAGANDA İLE İLGİLİ
HÜKÜMLER
-
-
MADDE 43 - Aday yoklamalarına katılan aday adayları
için propaganda yapmak amacı ile açık hava
toplantıları, örf ve âdete göre sohbet toplantısı
sayılanlar hariç olmak üzere kapalı salon toplantıları
tertiplenemez, duvar ilânı, el ilânı ve her nevi
matbua, ses ve görüntü bantlarıyla propaganda
yapılamaz. Bu tür toplantılarda başka aday adaylarına
karşı kötüleyici beyanlarda bulunulması yasaktır.
-
Siyasî partiler, tüzüklerinde gösterilmek kaydıyla
aday adayları için bunların vereceği bilgileri de esas
alarak aday adaylarının meslek veya sanat
hayatlarındaki derece, başarı ve eserlerini, memlekete
yaptığı hizmetleri gösterir, vesikalık fotoğraflarını
taşıyan matbualar bastırıp dağıtabilir. Aday
adaylarının soyadı alfabe sırasına göre düzenlenecek
benzer bilgileri içeren matbualar sandık başlarına
asılabilir.
-
Aday adayları, mensup oldukları partinin programı,
büyük kongresinin ve yetkili merkez organlarının
kararları ile partinin seçim bildirisi dışında, milli
mahalli yahut mesleki çapta herhangi bir vaatte
bulunamazlar ve Türkçe'den başka dil ve yazı
kullanamazlar.
-
Aday adayları, önseçimlerde oy kullanacak partili
üyelere veya yakınlarına maddi çıkar sağlama amacı
güdemezler; önseçimlerde oy kullanacakları etkilemek
maksadıyla meşru ve hukuka uygun olmayan davranışlarda
bulunamazlar…”
-
Hesaplanan bu değişiklikler hayata geçtiğinde:
-
1.
Hiç af çıkartmadıkları yalanına rağmen, esasa
müteallik yasa “paket ve torba” biçim düzenlemelerle
“denetimli serbestlik” ve sair nam ve kapsamlar
altında hapisten çıkan 100 bin civarında suçlu,
-
2.
Yukarda arz ve ifade edilen 2820 Sayılı Siyasi
Partiler Kanunu 11/b fıkrasının iptali ile yüz
binlerce insanlık düşmanı, alçak, namussuz,
şerefsiz-soysuz, karaktersiz mahlûk, hırsız -yolsuz,
anarşist, terörist, katil, ırz düşmanı, bebek katili
cani ve hain serbestçe siyasi partilere üye
olabilecek.; Canları isterse parti kurabilecek ve her
düzeyde seçme-seçilme hakkına sahip hale
getirilecekler…
-
3.
Siyaset iyice “iyi insan, iyi, onurlu, sorumlu,
namuslu ve dürüst vatandaşların hakkı, işi ve görevi”
olmaktan çıkacak; Bütünüyle pislik domuzlarının eline
kalacaktır.
-
-
KİRLİ ELLER VE
MENFUR EMELLER
-
-
Bu
değişiklik istemi, öteden beri plânlanan ve kerameti
kendinden menkul paketlerle Meclise dikte edilen
müstakbel hedef belli olmuştur. Bu menfur süreçle, en
başta bebek katili olmak üzere, bilumum hırsız,
yolsuz, soysuz, katil, hain, terör-tedhiş unsuru
canilerle bölücü unsurlar meclise taşınmak
istenmektedir. Bizim gaflet, dalâlet ve hıyanet ile
malûl muhalefet, ya hâlâ, bu vahim ihanete uyanamamış,
ya da “işin işbirlikçiliğine” yatmış olsa gerektir!
-
Yazışma Adresi: P.K. 118 [06 442] Yenişehir-ANKARA
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi |
BİRDE SEÇİM
BARAJIMIZ VAR
Yazılı ve görsel yayın organlarının son yıllarda kutup
bölgesinde bulunan buz dağlarının inanılmaz bir şekilde
erimeye başladığı, bu olgunun yer kürede hava koşullarının
değişimine neden olacağı belirtiliyordu. Bilim dalı ile
ilgilenen insanların düşün ve görüşleri her nedense
insanımızın pek ilgisini çekmiyor. Biz yer küredeki
meteorolojik değişimleri ancak yaşadıkça öğrenmeyi tercih
ediyoruz.
Üç çeyrek yüzyılı geçen bir ömür içersinde dünyanın yağmur
yağışını görmemiş ya da yaşamamış bölgelerinde geçtiğimiz
yıl felaketle sonuçlanın yağışların oluşması yöre
insanlarını ve dünyayı şaşkınlığa çevirdi. Orta Anadolu
Bölgesinde Ocak ayında gök gürültüsü sesinin şimdiye dek
duyulmamış olmasının verdiği bir alışkanlığın, yağmur yağışı
öncesi duyulan gök gürültüsü sesleri duyanları olduğunca
etkilemiştir.
Geçtiğimiz yılın son aylarında Çorum un zirve köylerinden
birisine 53 yıl aradan sonra yaptığım bir geziyi ve
anılarımı aktarmıştım. Bu zirve köy halkı meteorolojik
olayların her yıl değişime uğrama nedenlerini çok kısa
olarak il sınırları içersinde ve yörede yapılan barajların
su toplamasından kaynaklandığını, önümüzdeki yıllarda
değişimi daha çok görebileceklerini belirtmişlerdi.
Geçmişten günümüze taşınan çok güzel öğütler vardır. Baba,
ihtiyarlamış hatta ölümcül bir yatağa düştüğünü görünce tek
oğluna seslenerek “Bak oğlum ben yakında bu dünyadan göç
edeceğe benziyorum. Sen daha çok küçüksün geçimini sağlamada
acemisin.Ben dünyamı değiştirince yapacağın ilk iş komşu
amcana her sabah bir göz atacaksın. O tarlaya gidiyorsa
sende gideceksin, evden ellerinde çapa ile çıkarlarca sende
çapayı alıp bahçeye gidip ekilenleri çapalayacaksın”.
Babanın çok kısa ve öz örnek öğüdü bana göre yurdumuzun çoğu
yerleşim biriminde uygulanmakta, teknolojideki değişim ve
gelişmelerden bir türlü yararlanmaya ayak uyduramayışımız
sonucudur ki bir felaket sonrası suçu hemen bir başkasına
yükleriz. Asıl suçlu biziz başkası değil. Bu topraklar
üzerinde yaşayanların bir vatandaşlığı, bir yurttaşlığı
bulunduğunu, yirmi birinci yüzyıla gelmişiz hala
okur-yazarlıkla uğraşıyoruz. Şu okur-yazarlık konusunu ne
zaman bitireceğiz? Bana göre, asıl sorunumuz eğitimde
insanımıza biraz ilgisiz oluşumuzdan kaynaklanıyor.
Bencillik bizi bazı gelişmelerde olduğunca etkiliyor. Bilim
adamlarının uyarılarına artık uymamız gerektiğini
bilmeliyiz. Hava raporları hemen her gün en çok üzerinde
durulan bültenleri oluşturuyor. Radyo ve televizyon
yayınlarında oluşacak durumlarla ilgili bilgiler yüzde
olarak ellinin üzerinde doğruluk kazanmış durumdadır.
1970 li yılların ikinci yarısında o dönemde adı Yeşilköy
Meteoroloji istasyonuna Milliyet Gazetesi muhabiri olarak
gitmiş, hava durumlarını gösteren haritalar üzerinde verilen
bilgilere tanık olmuştum. O zaman uzayda Londra ile
Hindistan arasında ki mesafedeki hava oluşumunu bir kareden
büyütülerek hareket edildiğini görünce çok etkilenmiştim.
Bir karelik fotoğraf için devletin ödediği ücreti de
öğrenmek istemiştik, ancak ilgili bunu ilerde öğrenmeniz
mümkün diyerek sorumuzu yanıtlamıştı.
Geçen gün bir yerel gazetede çayımı yudumlarken, konuşurken
kulağıma Çorum da ki barajların hava değişimine neden
olduğu, artık çok soğuk bir iklimin geçmişte kaldığı
belirtilirken ikinci bir espri kulağımı tırmaladı. Nedir o
diye sorduğumda “BİRDE SEÇİM BARAJIMIZ VAR” dendi. Doğrusunu
isterseniz bu espriye şapka çıkarılır.
Anadolu ya ve Anadolu insanına bakışımız artık değişmelidir
diye düşünüyor okurlarımı saygılarla selamlıyorum.
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- 100 MİLYAR EURO PİŞKİNLİĞİ
-
Yukarıda yazılı
miktar, dünya devletlerinden neredeyse yarısının resmi ve yasal yıllık
bütçelerinden çok daha fazla! Öyle ki, kamu/millet yararı için namuslu/dürüst,
demokrat, iffetli ve şerefli kadrolar tarafından harcansa eğer; Ülkemiz iki
kat daha zengin, % 75 daha ucuz; Bu paralelde, daha mutlu, daha müreffeh,
özgür, bağımsız, huzurlu ve güçlü kılınabilir…
-
Yazılı/sesli/görsel/sosyal medyada, 17 Aralık resmi operasyonu sonucu;
Sanıklar tarafından alınan rüşvet, komisyon, yolsuzluk, hırsızlık bedeli
olarak telâffuz edilen rakam bu. Henüz dünyada benzeri görülmemiş, akıllara
ziyan muazzam bir miktar!. İğrenç haram, Yüce Dinimizin kutsal ifadesiyle
‘ölmüş kardeşlerin çiğ eti’ mesabesinde kirli ve muhtemelen kanlı, lâğım
çukurundan intikal, cerahat kokulu dolarlar, eurolar, liralar acaba “ne
karşılığı” edinildi?
-
Hükümet üyesi üç
bakan oğlunun, kendisine devletin, milletin namusu ile tüyü bitmemiş yetimin
hakkı emanet edilen bir banka genel müdürü, sözde iş adamı kisvesinde nevzuhur
kişilerin “yolsuzluk iddiasıyla” tutuklanmaları; Bazı saf ve sabit kafalı
(iğfal edilmiş) beyinlerce, AKP ile Cemaat arasındaki amansız savaş, rekabet
ve yarışın ürünü sanılmakta!..
-
Bu çok yanlış,
asılsız, anlamsız ve mesnetsiz bir tasavvur tarzıdır.
-
Üstelik böylesine
geçersiz, dayanaksız ve kabili imkânsız saçma-sapan iddiaya, kimi ünlü
yazarların da katıldığını, katılmakla kalmayıp şuursuzca inandığını hayret,
üzüntü, dehşetle ve taaccüple görmekteyiz. Olayın genel anlatımı, kamuoyuna
sunum ve yorumunda da, aynı yanlış tema’nın ağırlıkla işlenmesi,
dillendirilmesi ve “rüşvet, yolsuzluk, gasp-irtikap ve suiistimal” vakıasının;
Hükümete karşı düzenlenmiş bir komplo gibi deklere edilmesi tam bir facia ve
cehalet; Bilerek ve isteyerek pisliğe bulaşmış, üstelik de suçüstü yakalanmış
kimseler için hükümete leke sürmek hıyanet, gaflet ve dâlalettir.
-
Kaldı ki fiili ve
hukuki kuvvetler ayrılığı, devletin devamlılığı, adalet ahlâkı ve umur-u
devlet sorumluluğu/yükümlülüğü dairesinde tüm Cumhuriyet Savcıları ile Adalet
cihazının bilumum teşkilâtı: Sadece ve yalnızca Anayasa, kanunlar ve
“faziletle mündemiç vicdanları ile kaim” tarafsız ve bağımsız bir erktir. Buna
yasama ve yürütme erkleri mukabildir. Kuvvetlerin hiç birisi, bir diğerini
şamil olmayıp; Polis, sadece adalet ve faziletin emrindedir.
-
Dolayısıyla:
Devlette devamlılık, sağlamlık, insan hakları, eşitlik, hak, adalet, evrensel
hukuk dâhilinde sürdürülebilirlik bu şekilde kabil ve mümkün olabilir. Ayrıca,
milli gelenekler, ilmi gerekler, adet, örf, din, inanç ve kültür formasyonunun
gerekli kıldığı ahlâk tüzesi de siyaset, hükümet ve kurumlarca korunmak,
mutlaka uygulanmak zorunda ve durumunda olunan değerlerdir.
-
Şu hale nazaran:
-
RTE ve hükümeti
ile Cemaat arasında mevcudiyeti iddia olunan ihtilâf, malum ve güncel medyadan
görüp öğrendiğimiz binlerce belge, ihbar, görsel materyal ve suçüstü
tutanakları ile sabit.; Türk Milletinin alçakça ve kalleşçe maruz kaldığı
soygun-vurgun, menfur yalan-talan furyasının iğrenç suçluları ile suç
örgütünün mazur görülme, örtbas edilme, yok sayılma nedeni olamaz.
-
Eğer babaları
bakan, koltukları kalın olmasaydı bu eşhas devasa soygun ve uluslar arası bir
vurgun aktörü olamazlardı. Bu nedenle: Başta aile babası, diğer
yardım-yataklık unsurları, uzantı ve bağlantıları, herkim olursa olsunlar
derdest edilmek, tutuklanmak, sorgulanmak ve yargılanmak zorundadır.
-
Bu rezilliğe
devlet sırrının deşifresi, hükümete komplo, açılıma çengel, iftira ve tefrika
damgası vurmaya kalkmak adalet, hukuk ve gerçeğe ihanettir.
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
VAKTİN KIYMETİNİ BİLMEK
Seminer ve konferanslarımda
yeri geldikçe sık sık muhataplarıma şu sözü
hatırlatırım:“İnsan kadar vaktini öldüren katil
yoktur.”Eşimin bana naklettiği bu sözü ,derslerde hocası Ord.Prof.
Süheyl Ünver çok tekrar edermiş.Gerçekten de üzülerek
belirtelim ki,zaman mefhumunun kıymetini bilemeyen ve bu
sermayeyi har vurup harman savuran bir toplumuz.
Randevulaşma vakitleri bizde genelde
yaklaşık olarak verilir ve denir ki :“Şurada saat 13 ile 14
arasında buluşalım.Oysa zaman kavramında çok hassas olan
Batı toplumlarında buluşma vakitleri dakika olarak verilir
ve herkes bu disipline riayet eder.Aslında bizim
kültürümüzde zamanın kıymeti çok çok önemlidir.Bu öneme
binaendir ki,Yüce Kudret vakit üzerine yemin eder.Atalarımız
ise:“Vakit nakittir.”derler.Zaman bir kılıçtır.Sen onu
kesmezsen o seni keser.Bişri Hafi:“Dün öldü,bugün can
veriyor,yarın ise henüz doğmadı.Zamanınızı bu açıdan görün
ve yararlı iş yapın.”diyerek vaktin önemine işaret
ederken,Mevlana da:“Yarın yaparım,yarın yaparım deme.Zira
kaç yarın geçti ne yaptın ki yarın ne yapacaksın?Tembel
çiftçinin tohumu heybesinde kaldığı gibi,senin de hevesin
kursağında kalmasın.Ne yapacaksan bu günden yap.”der.
Ömür takviminin yaprakları her gün
kopmaktadır.Bir sonraki güne kavuşup kavuşamayacağı na
senedi olmayan insan,acaba neye güvenerek zamanı kumara
verircesine boşa harcamaktadır?Kitap okumamasını “vaktim
yok” gerekçesine bağlayan yığın yığın
insanlar,kahvehanelerde,TV başında,çarşıda, pazarda ve
fındık kabuğunu doldurmayan avcı muhabbetleriyle zaman
harcamalarını hangi mantıkla izah edeceklerdir?Zaman,sessiz
bir testere gibi ömür sermayesini kesip yok etmektedir.Onun
için basit insanlar zamanını nasıl harcayacağını bilmeden
gaflet içinde hareket ederken,akılı insanlar da onu ,pahası
biçilmez bir cevher olduğu bilinci içinde, saniyesini hesap
ederek ve değerlendirerek çok cimrice harcama gayreti
içindedirler. Peygamberimiz bu hususa işaret ederek
buyurur ki:“İnsanlar iki nimetin kıymetini gereği gibi
bilemezler.Bunlardan biri boş vakitleri,diğeri de
sıhhatleridir.” Tüm insanlara eşit olarak tahsis edilen
ender nimetlerden biri de zamandır.Biz onun her saniyesini
bir altın olarak düşünürsek,her sabah bankamızdaki
hesabımıza 86 400 altın yatırılmakta ve ertesi güne
devretmeden o gün harcamamız istenmektedir.Bu keyfiyette de
irademize herhangi bir baskı yapılmamaktadır.Böyle bir
durumda her gün akşam olunca,ben bu gün bunca altını
nerede,nasıl harcadım diye bir hesap yapmayan ve
karını,zararını hesap etmeyen insanın,iflas eden tüccar
durumuna düşme tehlikesi yok mudur?En basitinden her gece
sekiz saat uyuyan bir insan yılda,dört ay uyumuş
oluyor.Başka bir ifade ile bir yılın üçte birini uyuyarak
geçirmektedir.Her gün dört saatini kahvehanede geçiren bir
insan da,yılın dörtte birini,yani tam üç ayını,altmış yıllık
ömrünün de onbeş senesini bu şekilde harcamaktadır.
İsterseniz zamanlarını akıllıca kullanan
insanlardan bir kaç misal verelim ve hangi şartlarda neler
başardıklarını görelim:
Büyük Türk hakanı Yavuz,savaş meydanlarına
kütüphanesini de götürüyor ve her gün 7-8 saat
okuyordu.Günde bir öğün yemek yiyor ve az uyuyordu.Bu sayede
seksen senede olacak işleri sekiz seneye sığdırmıştı.
Nelson,bütün başarılarının sırrını işlerini
vaktinde yapmaya borçlu olduğu şeklinde açıklamıştır.
Ünlü Hatip Dr.Parker Cadman,11 yaşında
girdiği maden ocaklarnda el arabasını kömürle
dolduruyordu.Bir başkası onu boşaltırken geçen iki
dakikaları okuyarak değerlendiriyordu.Bu olumsuz şartlarda
vaktini değerlendirip okuduğu binden fazla kitap sayesinde
bu makama ulaşıyor.
ABD’nin başkanlarından Abraham Lincolin,çocukluğunda
bir çiftçinin yanında ırgat olarak çift sürerken hayvanlara
ıstırahat verdiğinde,daha sonra da bir bakkal çıraklığı
yaparken müşteri olmadığı zamanlarda kitap okuyarak vaktini
değerlendirmiştir.Bu birikimle dışardan okulları bitirmiş ve
o makama çıkmıştır.
Madame de Genlis,kitaplarından çoğunu,ders
verdiği asilzadeleri beklerken geçen boş zamanlarında
yazdığını,Dr.Burney de,müzik dersi vermek için at sırtında
bir öğrencisinden ötekine giderken yolda geçen boş vaktinde
Fransızca ve İtalyanca’yı öğrendiğini belirtirler.
Churchill ,yaptığı resmi ziyaretlerde
kalacağı oteldeki odasına okuyacağı kitapların konulmasını
her defasında isterdi.Bu alışkanlığı sayesinde 6 ciltten
meydana gelen “II.Dünya Harbi Tarihi”adlı eserini yazmış ve
Nobel ödülünü kazanmıştır.
Zamanında bir adım atmayan tembel,sonradan
yüz adım atmak zorunda kalır…Zamanın değerini yapacak işi
olan bilir.
Daguesseau,eski Fransız
başbakanlarındandır.O da sofrada yemek vaktini beklerken
kalın hacimli bir kitap yazmıştır.
Elihu Burrıtt,demirci olarak çalıştığı
sıralarda sekiz dil ve yirmi iki Avrupa lehçesini
öğrendiğini ifade ile,kendisini yetiştirmesini dehasına
değil,“boş vakitler”denen değerli zaman parçalarını
kullanarak elde ettiğini belirtmektedir.
Walt Disney,bir firmanın pazarladığı
ürünlerin resmini, farelerin cirit attığı bir bodrumda
çiziyordu.Saniyesinin dahi hesabını yaparak çalışıyor ve bu
yöntemle hem işini yapıyor,hem de“Miki Fare”yi yazma
performansını gösteriyordu.
Bu örnekleri daha da çoğaltmak
mümkündür.Tarihte ve bugüne baktığımız zaman; başarılı tüm
insanların,vakitlerini değerlendirerek hayatlarını tanzim
eden insanlar olduğunu görürüz.
Zamanı değerlendirme hususunda,akşamki işi
sabaha bırakmadan ve günlük işleri öncelik sırasına göre
planlayarak hareket etmek gerekir.Zaman bize değil,biz
zamana hakim olmalıyız.İnsanlarm ız faydasız işlerden ve
maleyani lakırdıdan uzaklaşarak,en önemli işlerini en
üretken saatlerde yapmaya odaklanmalıdır.Bu arada iki işi
bir anda yapmayı öğrenerek,hedefler belirlenmeli ve bu
hedeflerin gerçekleştirilmesi esnasında da vakti nakde
çevirebilmelidir. Unutmayalım ki,bizim hoyratça
kullandığımız zamanı,gelişmiş ülkeler çok rasyonelce
kullanarak bu başarıyı yakalamışlardır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahfi EĞİLMEZ |
Mahfi EĞİLMEZ
Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz! |
-
-
HİTİTLERDE BAYRAM 2
-
Hititler, çok tanrılıydılar. O
kadar çok tanrıları vardı ki onlara 'bin tanrılı halk', ülkelerine de 'bin
tanrılı ülke' adı veriliyor. Hititlerin, tanrıları kadar olmasa da,
bayramları da çoktu. Bu bayramların önemli bir bölümü doğayla bağlantılıydı:
Ay bayramı, yıl bayramı, sonbahar bayramı, ilkbahar bayramı, gök gürültüsü
bayramı. Hititlerin önemli bayramlarından birisi, aynı zamanda büyük bir
festival niteliği de taşıyan ilkbahar bayramı ve Purulli Festivali'ydi.
İlkbahar gelince, kış mevsiminin durgunluğundan çıkılır, doğanın yeniden
canlanmasıyla yeni ürünler alınmaya başlanırdı. Purulli Festivali işte bu
yeniden doğuşu kutlamak amacına yönelikti. O kadar önem verilen bir ayindi
ki bazen krallar savaş için gittikleri seferlerden buna katılmak üzere
başkent Hattuşa'ya geri dönerlerdi.
Hititlerin bilinen bayram kutlamaları uzun süreli kutlamalardı. Bunları üst
üste yazmaya kalksak neredeyse yılın dörtte biri bayramlarla geçiriliyodu.
Yani bayramların uzun sürmesi bugüne özgü bir şey değil. Anadolu'da
bayramlar binlerce yıldır uzun sürüyor. Bunun ekonomik gelişmeye olumsuz
etkisi varsa, bu, en azından binlerce yıllık bir etki.
Hitit bayramlarında, tanrılara adanmış adaklar yerine getirilir, özel olarak
hazırlanmış sunak yerlerinde onlara armağanlar sunulurdu. Tanrılar için
hayvanlar da kurban edilir ve kurban edilen hayvandan kesilen etler yine
aynı sunak bölmelerine konulmak suretiyle tanrılara sunulurdu. O.R.Gurney'in
anlattığına göre: "Hayvanlar, kanlarının akması için boğazlarından kesilerek
kurban edilirdi ve bu nedenle bir hayvanı kurban ederken kullanılan
kelimeler, yere dökülerek yerine getirilen bir içecek adağında veya
libasyonda söylenenlerle aynıydı." (Hititler, Dost Yayınları, 2001, s. 129.)
Bu tür bir kurban kesme işlemi sonucunda hayvanın kesilen etlerinin
tapınaklardaki bölmelere adak olarak konulmasının yanı sıra, ekmeğin
parçalara bölünüp adak bölmelerine konulduğunu, üzerine şarap döküldüğünü de
biliyoruz. Bunların yanı sıra her mevsimde kentte yetişen ilk ürünlerden bir
bölümünün yine bu bölmelere adak olarak konulması söz konusuydu.
Acaba tanrılar, kendileri için bırakılan bu kurbanlara ve diğer şeylere
nasıl ulaşıyorlardı? Hititolog Profesör Aygül Süel, çözümlediği tabletlerden
hareketle yukarıdaki soruyu şöyle yanıtlıyor: "Kurban maddeleri, öyle bir
şekilde konulup sunulmalıydılar ki, tanrılar onları insanlara göre, esrarlı
ve anlaşılmaz bir tarzda tatmalıydılar. Bu da gerçekte kurban maddelerinin
tanrının ruhuna ulaşması amacıyla tapınak adamları tarafından yenmesi ile
mümkün olabilirdi." (Aygül Süel, Hitit Kaynaklarında Tapınak Görevlileri İle
İlgili Bir Direktif Metni, AÜDTCF, 1985, s.161.) Yani tanrılar, kendilerine
sunulan bu maddeleri, kendi tapınaklarının görevlileri aracılığıyla yemiş ve
kabul etmiş olurlardı.
Demek ki Anadolu'da, binlerce yıldan beri bayram sayısı fazla ve kutlama
süreleri de uzun. Bayramlarda kurban kesme âdeti var ve bu kurbanlar tanrıya
adanmış olsa da birilerinin yiyeceği oluyor.
Binlerce yılda din değişmiş, insanlar değişmiş, bayramlar değişmiş ama
âdetler aşağı yukarı aynı kalmış.
Bayramınız kutlu olsun.
Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde
yayınlanmıştır!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- HAZIR YUFKA GÜL BÖREĞİ
- Hazır Yufka
- Peynir
- Bir bardak sıvı yağ
- Bir yumurta
-
Hazır yufka alınarak sert
bir zenime açılır ve Bıcak ile önce ortadan ikiye sonra
diklemesine kesilerek dörde bölünür.
-
Bir tabağa yumurta
kırılarak sarısı alınır kenarda bekletilir.
-
Her bir parçanın içerisine
peynir konularak sigara böreği gibi rülo uç taraf kadar
sarılır. Sarılan bu börek tekrar ucundan başlanarak gül
şeklinde bükülür uç taraf da kırılan yumurtanın akına
batırılarak yufka hamurunun yapışması sağlanır.
-
Tavaya konulan sıvı yağ
kızınca hazır yufka gül böreği tavaya konulur kızarınca
arka kısmı da kızartılır ve sıcak olarak servis yapılır.
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
BİZİMKİ
Gözükmekte uzaklardan bizim Ülkemizin de sonu sırası.
İyi olacak diye gösterilen ve yutturulmaya çalışılan senaryosu.
Bakıyorsun idare edenler mutlu ve gittikçe zenginleşiyor
Emekli memur işçi verilenlerle yetinmeye çalışıyor.
Ey Hak yiyenler! Hakkımı elimden ayanlar; hakkımı verin!
Benim ancak yapabileceğim bu dizide yazdığım sözlerim.
Hak’ın kim olduğunu bilmeyenler görecekler Hak’kı;
Oraya elde ettiklerini götüremeyecekler azık!
Bu dünyada hakkı yenene yazık; diğerine kazık!
24 Ocak 2011 Çorum |
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ Hayat Hikayesi |
KÖR KURŞUNLA VUR BENİ
Pamuk elin üşüyüp başına çiğ yağarsa
Ayrılık şarkıları gökyüzüne ağarsa
Gideceğim diyerek bedeni ter boğarsa
Ölüm şekli fark etmez barutlara kar beni
Güneş yere inerek gölgemizi vurursa
Yıldızlar üzerinde benden ayrı durursa
Gideceğim diyerek içini zor bürürse
Ölüm şekli fark etmez mayınlara sar beni
Çiçek dalından kopup sokaklarda solarsa
Sevdanın rengi solup sarı renge çalarsa
Gideceğim diyerek içine kar dolarsa
Ölüm şekli fark etmez bombalara kur beni
Aşk bülbülün susarak yıldızlara küserse
Mizabiyi bırakıp yâd ellere eserse
Gideceğim diyerek gönlünü kor basarsa
Ölüm şekli fark etmez, kör kurşunla vur beni
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
KIPIRDAMADI
Çocuk ufaktı bir gün
Kuzu aldılar eve
Besleyip büyüttüler
Kuzuyu seve seve
Sanki kuzu çocuğun
Canı ciğeri gözü
Babası çocuğuna
Vermişti kesmem sözü
Kurban bayramı sabah
Kesildi canım kuzu
Ruhu candan ayırdı.
Sevap işledik diye
Kendisini kayırdı
Çocuksa kesik başı
Okşarken çıkık dili
Döktü gözünden yaşı
Eli kıpırdamadı
Babası uzatırken
Çocuğuna mendili
Kesmek öyle kutsaldı
Kılı kıpırdamadı
Çocuk hala hayvanı
Öperek kokluyordu
Canı gelecek sanıp
Dilini yokluyordu
Sevdi okşadı ama
Dili kıpırdamadı
Donup kalırken öyle
Döktü gözünden yaşı
Eli kıpırdamadı
Kuzu çoktan ölmüştü
Dili kıpırdamadı
Yandı orman yandı gök
Sen yangına benzin dök
Çok büyük bir başarı
Yanıyor börtül böcek
Dumanlar öbek öbek
Yasa bürünmüş dağın
Doruğunda bulutlar
Hava durgun gün sıcak
Al bulutlu şafağın
Alı kıpırdamadı
Köz de yaban güllerin
Gülü kıpırdamadı
Yağmur gelir sel akar
Yamaçta toprak yok ki
Dağ taş sinmiş is kokar
Çalıda yaprak yok ki
Dağda yanmış ağacın
Dalı kıpırdamadı
Esse de rüzgar sessiz
Çalı kıpırdamadı
Hava sanki nefessiz
Yarınlara küs kalıp
Yağmur yağsa da yıllar
Ölü toprağın üstü
Kel kalmaktan bunalıp
Ne toprağa can geldi
Ne suçluya merhamet
Kalan leşti binlerce
Ölü kıpırdamadı
Yakan binlerce cani
Yakan binlerce deli
Nasıl varır ormanı
Yakmaya insan eli
Ses verdi dağlar taşlar
Deli kıpırdamadı
Hayat sundu tabiat
Ölü kıpırdamadı. |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
181 SAYI 25 Mart 2014 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |