YIL 15     SAYI 174    25 Ağustos 2013

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL  30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI
Mustafa TURAN 26 AĞUSTOS’UN TÜRK TARİHİNDEKİ YERİ VE ANLAMI
Mustafa Nevruz SINACI DEF'COTO SULTA
İsa KAYACAN NAZLI’NIN BUZ PATENİ ŞAMPİYONLUĞU
Mahfi EĞİLMEZ HİTİTLERDE BAYRAM
Selma GÜRSEL DÜĞÜL AŞI
Adile TÜRKMEN SONBAHAR PINARI
Rıza HARDAL BU KUTSAL GÖREVDE
Üzeyir Lokman ÇAYCI BANA YETTİ ACILARIM
 
 

                                            

 

 

 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI
Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Ulusal Bayramı olarak her yıl 30 Ağustos günü Zafer Bayramı Türk Milletinin büyük bir coşku içerisinde kutladığı ulusal bayramlarından birisidir!
I. Dünya Savaşı bittiğinde Osmanlı Devleti; İtilaf Devletleri ile 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması, koşulları itibariyle Türk topraklarının tamamen işgalini hedef alıyordu. 10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı Devleti İtilaf Devletleri arasında imzalanan Sevr Antlaşması da Türk milletinin yok sayılmasına neden olan çok ağır koşullar bulunmakta idi.
Türk milleti bu antlaşma hükümlerini hiçbir zaman kabul etmediğini, Atatürk’ün önderliğinde başlattığı bağımsızlık mücadelesi ile bütün dünyaya ilan etmiştir.
19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla, Kurtuluş mücadelesine başlamış oldu.  Türk Milleti, Mustafa Kemal’in yapacağına güvenerek önderliğini kabul etti işgal kuvvetlerini Ülkemizden kovmanın ve topraklarımızda bağımsız olarak yaşamak için zorluğunu bilerek büyük bir hamle yapmaya girişti. Amasya Genelgesi’nin yayınlanmasının ardından yapılan Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Anadolu bir tek vücut olundu. Misak-ı Milli sınırları içinde Türk Vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı, düşmanla mücadele kararı alınmış oldu. Terhis edilmiş ordu toplandı Türk evlatlarının oluşturduğu düzenli ordu ile savaşa başlandı.
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Memleketin yönetim hakkı Türk milletine verilmiş oldu. Ankara’da Kurtuluş Savaşı’nın yönetildiği merkez olmuştu.
Ermeniler; Fransızların kışkırtmaları ile 7 Mart 1919’dan 6 Eylül 1921’e kadar; Adana, Kozan, Haçin (Saimbeyli), Şar, Göksun, Zeytun (Süleymanlı), Maraş bölgelerinde binlerce masum insanın ölümüne, onlarca köy ve kasabanın tahribine sebep oldu. Doğu Anadolu’da yaptıkları katliamları aynen burada da yaptılar. Ermeni isyanının en kanlı bölgesi, daha önce on Ermeni isyanı yaşanmış Saimbeyli ile 6 Ermeni isyanı yaşanmış Süleyman’lı oldu. En son olarak, 6 Eylül 1921’de Zeytun (Süleymanlı)’daki isyan bastırıldı ve Ermeni çetelerinin savaşma azimleri kırıldı.
10 Ocak 1921 Yunanlılar, 22 Haziran 1920'de Eskişehir'i alarak, Ankara'ya kadar ilerleyip, milli hareketi ortadan kaldırmak için harekete geçti. Bu arada düzenli ordu, Çerkez Ethem isyanı ile uğraşmaktaydı. I. İnönü Savaşı ile Yunan ilerleyişi 10 Ocak 1921'de durduruldu ve geri çekilmeleri sağlandı.
23 Mart 1921tarihinde Yunanlılar ’a itilaf devletleri destek verdiler. Yunanlılar tekrar geniş bir cepheden saldırıya geçti. Mustafa Kemal Türk ordusuna “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.” emrini verdi. Yunan ordusu İnönü mevzilerinde ikinci kez durdurularak geri püskürtüldü. II. İnönü Muharebesi 23 mart-1 Nisan 1921
Sakarya Meydan Muharebesi 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli savaş olarak da Türk Tarihe geçti. Sakarya Meydan Muharebesinden sonra, Mustafa Kemal’e TBMM tarafından, “Gazi” Unvanı ve “Mareşal” Rütbesi verildi.
Sakarya Savaşı sonunda Ülkemizi işgal eden güçlerin büyük bir taarruzla tamamen yok etme kararı alındı. 1922 yılı Ağustos ayına kadar savaş hazırlıkları tamamlandı. Yeni silahlar alındı. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hale getirilen toplar onarıldı. Mühimmatların elde edilmesi ve savaş eğitimlerinin tamamlanması ile ordu hazır hale getirildi.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Başkomutanlığında Türk Ordusu 26 Ağustos 1922’de düşmana saldırdı. Türk Ordusu, Düşman mevzileri bir saat içerisinde ele geçirildi
Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 yılında başlayan, 30 Ağustos1922 'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanmış oldu. 30 Ağustos’ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis’te vardı. Yunan ordusu İzmir’e kadar takip edildi ve 9 Eylül 1922’de İzmir tamamen düşmandan temizlendi. Artık Türk milleti vatanını tamamen düşmandan temizlemiş oluyordu.
Bu savaş, Atatürk’ün başkomutanlığında yapıldığı için “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” olarak adlandırıldı. Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni anmak için kutlanan Türk Milletinin Bayramdır.
30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder. Ve bu nedenle de Zafer Bayramı, ilk olarak 30 Ağustos 1923 günü Afyonkarahisar, Denizli, Kahramanmaraş, Ankara ve İzmir'de kutlanmıştır. Resmî olarak Zafer Bayramı ilân edilmesi 1935 yılının Mayıs ayında olmuştur.
Zafer Bayramı, tüm yurtta törenlerle kutlanır. Devlet erkânı ve birçok vatandaş, Ankara'da Anıtkabir'i, diğer illerde de anıt ve şehitlikleri ziyaret edip, Mustafa Kemal Atatürk'e, silah arkadaşlarına ve komutasında savaşmış askerlere şükranlarını sunar. Hemen hemen her yerleşim yerinde, askerî birlikler geçit törenlerine katılır. Ayrıca dış temsilciliklerde de çeşitli kutlamalar yapılır.
30 Ağustos günü, Türkiye'de resmî tatildir.
30 Ağustos gününde Her yıl, Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksekokulları bu tarihte mezun verir. Tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olur.
Zafer Bayramınızı Kutlar Nicelerine ermemizi dilerim!

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa TURAN
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
26 AĞUSTOS’UN TÜRK TARİHİNDEKİ YERİ ve ANLAMI
        Milletlerin ve devletlerin yaşamlarında bazı zamanlar ve bazı olaylar vardır ki, hayati öneme haizdirler. Mazi, hal ve istikbal köprülerini sağlam tesis eden milletlerin çağdaş bir yapıya kavuşarak,gelişip yükselecekleri ve varlıklarını ilanihaye devam ettirecekleri tabidir.
            26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferi ile, Atatürk’ün başkomutanlığında  26 Ağustos 1922’de başlayıp 30 Ağustos zaferi ile neticelenen Büyük taarruz, Türk tarihinin seyrini değiştiren olaylardandır.
            26 Ağustos 1071;Feth-i Mübin’in müjdesi, Anadolu’yu yurt edinmenin ve vatan sevgisinin bir ifadesidir.
            26 Ağustos 1922 ise; Anadolu’nun sonsuza dek Türk yurdu kalacağını, dünyaya ilan eden bir milletin gür sesi ve fırtına olup düşmanı denize döken kuvvetli nefesidir.
            Aslında Ağustos ayının her günü Türk zaferleriyle doludur. Tarihin en kesin neticeli ve iki saatlik meydan savaşı olan Mohaç ile Ertuğrul Gazi’ye Bizans sınırında bir dirlik verilmesine sebep olan Yassı Çemen savaşı da Ağustos zaferlerindendir.
            Bütün zaferlerimizde olduğu gibi, Ağustos zaferlerimizin temelinde yatan neden de, bizdeki vatan sevgisidir. Bilindiği üzere bizde vatan kutsaldır. Çünkü hadiste vatan sevgisinin imandan geldiği ifade edilir. Hatta Vatan  Namus olarak telakki edilir. Onun için ona kem bakan gözler oyulur, ona uzanan eller kırılır. ”Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunmaz ”ilkesi kanun kabul edilir. Bu bağlamda Napolyon der ki: “İnsanları yücelten iki büyük meziyet vardır. Erkeğin cesur, kadının namuslu olması! Bu iki meziyetin yanında hem kadını hem de erkeği şereflendiren iki fazilet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki, Türkler öldürülebilir lakin mağlup edilemezler.”
            Eskiden Türk ordusu İlkbaharda sefere çıkar, genellikle Ağustos ayında düşmanla karşılaşır ve kısa sürede zaferi kazanarak kıştan önce geri dönerdi. İşte bu sebepledir ki, Ağustos ayı zaferler ayı olarak tarihimize geçmiştir.
            Tarihimizde önemli bir yer tutan Ağustos zaferlerimizin anlamını düşünerek tümünü 26 Ağustos’un içinde toplayıp özet olarak sunmak gerekirse, çok önemli yorumlar ve neticeler ortaya çıkar.
            Peki o halde taşıdığı anlam itibarıyla 26 ağustos nedir?
            26 Ağustos; Bizans’ın kalesine atılan bir gol, Altaylardan Viyana’ya uzanan bir yol ve “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” diye kalkan bir koldur.
            26Ağustos;Malazgirtte kükreyen Alparslan’dır. Surlara bayrak asan Ulubatlı Hasandır. Dumlupınar da Başkomutan, Çanakkale’de patlayan volkan, Sakarya’da akan alkan ve yurdunu alçaklara çiğnetmemek için toprak altında kefensiz yatandır.
            26 Ağustos; Ünü  şahikalara yükselmiş kahramanlık destanları hayranlıkla dinlenen muzaffer bir ordunun, her zaferin yad edilişinde inleyen bir Anadolu’nun Hak’kı, haklıyı ve mazlumu kaldırıp, zulmü çiğneyen bir milletin yükselişidir.
            26 Ağustos; Türk’ün kendine güveni olan değişmez bir kanaat, düşmanın üzerine uçmak için takınılan bir çift kanat ve harp meydanlarında icra edilen üstün bir sanattır.
            26 Ağustos; Şehadetleri dinin temeli olan ezanlarımızın gür sesi, bağımsızlığımızın sembolü istiklal marşımızın bestesi ve milletimizin neşesidir.
            26 Ağustos; Bize açılan saadet kapısı, İstanbul’un fethedilmesine zemin oluşturan fethin altyapısı ve ebedi olarak Türk yurdu kalacağını tescil eden cennet Anadolu’muzun tapusudur.
            26 Ağustos; İlelebet üzerinde yaşayacağımız yurt ülküsü, İlây-ı Kelimetullah uğrundaki bir milletin zevkli çilesi, kahramanlık tarihimizin öyküsü, uğrunda seve seve can verilen yurdumuzun süsü ve bağımsızlığımızın ölçüsüdür.
            26 Ağustos; Attığını vuran, tuttuğunu koparan bir bilek, esareti, korkuyu ve tembelliği lügatinden silen bir yürektir.
            26 Ağustos; ”Ya istiklal,ya ölüm” parolasıyla cepheden cepheye koşan bir vatandaş, “O ruku olmasa dünyada eğilmez başlar” mısrasında ifadesini bulan onurlu bir baş ve bu cennet vatan için verilen kutsal bir savaştır.
            26 Ağustos; Ne doğuda Çin seddinin, ne kuzeyde buzulların, ne güneydeki çöllerin, ne de batıdaki kuvvetli orduların hızını kesemediği coşkulu bir sel, kılıcı ve kalemiyle yiğitliğini tarihe altın harflerle yazan mutlu bir eldir.
            26 Ağustos; Maziyi âtiye bağlayan kuvvetli bir bağ, uygarlık yolunda başkalarının hayalinin dahi ulaşamadığı görkemli bir dağ ve Türk toplumunun önüne aydınlık ufuklar açan bir çağdır.

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
DE’FACTO SULTA
           Neredeyse yarım asırdır devletin düzeni bozuk.
Milletin üstüne kâbus gibi çöken darbeler; eşitlik, hak, adalet ve hukuk düşmanlığı de’facto (resmen olmasa da fiilen) hükmünü sürdürüyor.
Rejim, haklı, doğru-dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu yurttaştan yana değil; Zengin, güçlü, paralı, onursuz, hırsız-yolsuz, milli servet ve kaynakları sorumsuzca israf eden, peşkeş çeken saltanat ve sulta unsurlarından yana.
Milli tarih-Milli hafıza, manevi değerler ve doğal stabilizatölere (temel toplumsal ilke ve denge unsurlarına) inadına bir direniş, başkaldırı, güzel adet, örf, ahlâk ve geleneklere karşı red bilinci oluşturulmaya; bunun yanı sıra “sorumluluk bilincinden arınmış, ilkesiz-onursuz ve sorumsuz birey” yani, prototip insan yaratılmaya çalışılıyor.
Bu uğurda yıllardır uygulanan psikolojik savaşla; Vatandaşın beynine, bilinçaltına, onu ümitsizlik, başarısızlık, hayal kırıklığı, kâbus, karamsarlık ve hüsrana sürükleyecek, hak yolunda-millet hizmetinde mücadele gücü ve direncini yıkacak-kıracak olumsuz mesajlar ve yönetimi denetleme iradesini ortadan kaldıracak sistematik telkinler empoze ediliyor.
Öyle ki; Halkın bilinçaltından toplumsal görgüler, örfler, adetler ve yasa kavramının ifade ettiği algılar, yozlaştırılmaya, çürütülmeye, anlamsızlaştırılmaya çalışılıyor. Bilincin bu özelliğinin keşfedilmesi ve teknolojinin de ilerlemesiyle, Subluminal Teknik yani bilinçaltına gizli mesaj gönderme yöntemiyle, samimi dindarlık ve özellikle saf (arı-duru) Müslümanlığa karşı; Dinler arası diyalog ve ılımlı İslâm gibi Watikan’ın menfur yöntemleri kullanılıyor.
Psikolojik savaş sürecinde bu mesajları bilinçaltına gönderme, aktive etme, çeşitli illegal yol ve yöntemlerle yapılmakta. Örneğin müzik, dizi, sıradan program, normal ve çizgi film, açık oturum, münferit hitap-sohbetlerle haber programlarının ses/görüntü altına insan kulağının duyamayacağı ama bilinçaltımızın algılayabileceği düzeyde ‘çok hassas’ dalga boyunda mesajlar yerleştirmek suretiyle insanlar üzerinde tahribat, akıl ve hafızalarda tahrifat yapıyorlar. Bazı siyasi partiler bile 25. kare denilen bu yöntemi zaman zaman kullanmaktan geri kalmıyor. Ekolojik denge, doğal doku ve bedensel tehdide yönelik DNA, RNA bozucu tohum kodlaması, sanayi kirliği, biyolojik savaş ve hormonal baskı da cabası.
Elli yılı mücavir bu süreçte Depresif ve şizofrenik, paralize bir yapı oluştu. İnsanların ruh beden imtizacı, vücut kimyası ve zihinlerini senkronize edecek, dengeleyebilecek sosyal ilâç ve unsurlar bir bir yok edildi. Buna paralel cinnet, cinayet, şiddet eğilimi ve gerilim arttı. İnsanlarımız artık geleceğinden umutsuz, yaşama sevincini yitirmiş, karamsar ve mutsuz.
İşte bu nedenle, Cumhuriyet’in temel (Atatürk) ilkeleri, insan hakları ve hukuka aykırı ayrıcalık, dokunulmazlık ve imtiyazlar ısrarla korunuyor. 27 Mayıs’tan bu güne demokrasi, hak, adalet, eşitlik ve hukuk kavramları muâllakta.. Seçimden siyasete, siyasetten başıboş piyasa (!) ekonomisine kadar şaibe bulaşmadık yer kalmadı. Cumhuriyet’in vazgeçilmezi ve temel ilkesi olan halk’a hizmet, art arda yaşanan hezimetler (kaos, kriz, bunalım ve buhran), eza, cefa, haksızlık, yolsuzluk ve aralarında ‘başbakan, bakan, parlamenter, general, emniyet müdürü, rektörler ile şehir ve büyük şehir belediye başkanları’ da bulunan bit, pire, kene, sülük ve vampirlerce yapılan sömürü, suiistimal ve hortumlarla halk canından bezdirildi.
Kamu vicdanını derinden sarsıldı, rencide edildi, yaralandı.
Türkiye’de yaşamak adeta bir zulüm ve işkence halini aldı.
TBMM’nin Genel Kurul duvarında “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılı. 549 kişi her gün bu temel emir ve ilkeye bakarak el kaldırıyor. Hani ‘Milli İrade’?
Amma bu “EL’LER” ne hikmetse bir türlü, haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soyguna, saltanat ve sultaya “DUR” demiyor. Ortalıkta dosyalar uçuşuyor, kimse Hâkime, Savcıya gidemiyor. Cumhuriyet’in savcıları ‘hak-adalet adına” durumdan vazife çıkartmıyor.
NEDEN? Çünkü, ülkemizde DE’FACTO saltanat ve SULTA hakim de ondan!...

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
 NAZLI’NIN BUZ PATENİ ŞAMPİYONLUĞU
Her canlı, hareket ediyor, düşünüyor, hedef veya hedefler tespit ediyor. Bu hedeflerin ulaşılması için gayret gösteriyor.
Nazlı Aykut torunum. Gelecek için hayalleri var, hedefleri var. Düşünce bazından eyleme dönüştürmek istiyor. Başlangıç çalışmaları var düşündükleriyle ilgili. Başarılı görünüyor maşallah. Bir masal anlatımıyla dile getirdiklerinden Nazlı’nın:
BUZ PATENİ SEVGİSİ
Nazlı buz pateni sevgisiyle ilgili şöyle bir düşünce oluşturmuş zihninde. Şampiyonluğa kadar gitmek istiyor. Buyurun Nazlı’nın anlatımından dinleyelim:
Sevgili arkadaşlar; Merhaba. Benim adım Nazlı. Ankara, Özel Arı Okullarının 4-A sınıfında okuyorum. Şimdi sizlere buz pateniyle ilgili bir düşünce yumağı sunmak, anlatmak istiyorum:
19 Şubat 1999 tarihinde çok karlı bir kış gününde Nazlı diye küçük bir kız çocuğu, daha henüz doğmamış, annesinin karnında doğmayı bekliyormuş. O gün annenin karnı sancılanmaya başlamış ve acilen hastaneye, doktora gitmişler. Anne ameliyat olmuş ve dünyaya “Nazlı” adında bir bebek gelmiş.
Orada Nazlı’nın, babası, anneannesi, dedesi iki de teyzesi varmış. Nazlı’yı görünce hemen kucaklarına almışlar.
Yıllar geçmiş ve bu kız büyümüş. 3 yaşında buz patenine merak salmış. Annesi O’nu 5 yaşında bir kulübe yazdırmış ve böylece devam etmiş. O gün bu kız, buz pateninde Dünya Şampiyonu olmak istemiş. Bu azmi ve kararlılığı O’nu şampiyonluğa yükseltmiş. İlk önce Türkiye şampiyonasında birinci olmuş ve daha sonraki yıllarda, Dünya Şampiyonluğuna katılmış. Dünya Şampiyonluğunda da birinci olarak, ülkesine madalya kazandırmış.
NAZLI’NIN HEDEFLERİ
Nazlı’nın yukarıdaki anlatımı kendisinin hayali ve hedefini gösteriyor. Çocukların, bütünüyle insanların hayali ve hedefinin, hedeflerinin olması ne güzel ve anlamlı değil mi?
Gelecek düşüncesi, planları ve hedefleri olmayan insanların geleceği olabilir mi?
NAZLI SORUYOR
Nazlı bazı bilgiler derlemiş. “Bunları biliyor musunuz?” diye soruyor. Bunlarla ilgili bilgiler efendim. Buyrun:
1- Elektrikli sandalye bir dişçi tarafından icat edilmiştir.
2- Hindistan’da oyun kağıtları yuvarlaktır.
3- Zürafaların ses telleri yoktur.
4- 18 Şubat 1979 tarihinde Sahra Çölü’ne kar yağmıştır.
5- Kangurular geri geri yürüyemezler,
6- Yunuslar bir gözü açık uyurlar,
7- Bir karınca kendi ağırlığının 50 katını taşıyabilirmiş.
SONUÇ
Torunum Nazlı Aykut’un dünyasında yer alanlar bunlar. O düşünüyor, gelecek için kendi çerçevesinde planlar yapıyor. Araştırıyor, derlemelerinin sonuçlarını arkadaşlarıyla paylaşıyor. Nazlı’nın gelecekte düşünceleriyle birlikte gelişmesi ve planladığı başarıların sahibi olması dileklerim ve tebriklerimle Nazlı’yı ve O’nun gibi düşünen çocuklarımızı kucaklıyorum efendim.

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 

 5

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahfi EĞİLMEZ
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz!
 
HİTİTLERDE BAYRAM
 

Anadolu'da bayramlar uzun süreli oluyor. Bu, yeni bir şey değil. Hititlerin bayramları da hem sayıca çok hem de uzun süreliydi. Üstelik genel bazı bayramların yanı sıra her kentin kendine özgü bayramları da vardı. Yalnızca başkent Hattuşa'da kutlanan bayramların sayısının 16 olduğu biliniyor. Bunların her birinin süresi üç gündü. Dolayısıyla bu bayramların toplamı 45 gün sürüyordu. Bunlara bir ay süren Purulli bayramını da eklersek bayram kutlamalarının 75 günlük bir süreye yayıldığını, bir başka deyişle yılın dörtte birini kapsadığını anlamış oluruz.

Bu bayramlara halkın katılımının ne derecede olduğunu, işlerin bayramlar süresince tatil edilip edilmediğini bilmiyoruz. Buna karşılık bayramların bir bölümünde şarkıcı, çalgıcı, gösterici gibi kişilerin görev aldığını bildiğimiz için halkın katılımının da söz konusu olduğunu kabul etmemiz gerek. Bazı bayramlar başrahip konumunda olan kralın, kraliçenin ve devletin önde gelen görevlilerinin katılımıyla sınırlıydı. Buna karşılık Purulli bayramı, bir bayramdan çok bir festival havasında yapılırdı. Amacı ilkbaharın gelişini kutlamak, doğanın yeniden canlanmasını selamlamaktı. Bayram kutlamaları sırasında Hitit efsanelerinin en ünlüleri olan cennetten düşen ay, cennet krallığı, Ullikummus'un şarkısı, İlluyanka efsanesi, Telipinu efsanesi canlandırılırdı. İlkbaharın kışı yenmesinin, bir başka deyişle doğanın yeniden doğuşunu kutlamanın bayramı olan Purulli bayramında canlandırılan İlluyanka efsanesi, özetle Fırtına Tanrısı ile dev yılan İlluyanka arasındaki savaşı anlatır. Bu savaşta Fırtına Tanrısı, İlluyanka'ya yenilince bütün tanrıları yardıma çağırır. Tanrıça İnara duruma el koyar ve bir festival düzenler. Amacı festivale İlluyanka'yı da çağırıp sarhoş etmek ve onu Fırtına Tanrısı'na teslim etmektir. Bu planını gerçekleştirmek için Hupaşiya adlı bir ölümlüden yardım ister. Hupaşiya bu yardıma Tanrıça İnara ile yatma koşuluyla razı olur. Tanrıça İnara süslenerek İlluyanka'nın inine gider ve onu festivale davet eder. Festivalde gerçekten de sarhoş olan İlluyanka'yı Hupaşiya bir ip ile bağlar ve Fırtına Tanrısı'na teslim eder. Fırtına Tanrısı İlluyanka'yı öldürür ve böylece ilkbahar, zorlu bir savaştan sonra kışı yenmiş ve dünyaya yenilenmeyi, yeniden doğuşu geri getirmiş olur. Efsanenin son bölümünde Tanrıça İnara, kendisine yardım eden ölümlü Hupaşiya'yı anlaşmalarına sadık kalmadığı için öldürür.

İlluyanka efsanesi değişik versiyonlarla sonraki uygarlıklara da yansımış ve günümüze kadar gelmiştir. Bugünkü bahar bayramı şenliklerinin kökeninde bu efsane ve baharın gelişi, ya da başka bir ifadeyle doğanın yeniden canlanması sevinci yatmaktadır.

MÖ 13. yüzyılın ikinci yarısında tamamlandığı anlaşılan Yazılıkaya açık hava tapınağı Hattuşa'nın yaklaşık iki kilometre kadar kuzey doğusunda yer almaktadır. Büyük kayalara oyularak yapılmış tanrı resimleri büyük bir buluşmayı canlandırmaktadır. Hitit panteonunun en önemli tanrıları ile tanrıçaları karşılıklı kayalar üzerinde baştanrı Teşup ile baştanrıça Hepat'ın arkasında merkeze doğru yürüyüş halinde resmedilmiştir. Yazılıkaya'nın içine girildiğinde burası insana küçük çapta bir arena, bir stadyum duygusu vermektedir. Büyük olasılıkla büyük bayram ve festivaller burada kutlanıyordu.
Hititlerin sosyal yapısını incelemenin en önemli katkısı günümüzde karşımıza çıkan pek çok konunun Anadolu'da binlerce yıldan beri var olduğunu kavramamızdır. Bugün bayramların ve dolayısıyla tatil sürelerinin uzunluğundan ve bu sürelerin uzunluğunun bizim ekonomik anlamda geri düşmemize yol açtığından şikâyet ediyoruz. Oysa Hititler bizden çok daha uzun süreli bayramlara ve dolayısıyla tatillere sahip oldukları halde çağının en ileri üç uygarlığından birisi konumuna yükselmişti.
Bayramınız kutlu olsun.

Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
DÜĞÜLAŞI 
MALZEMESİ: 5-6 porsiyon için.1 orta baş kuru soğan,bir yemek kaşığı tereyağı veya 2 yemek kaşığı sıvı yağ,bir yemek kaşığı salça veya büyük bir domates,5 yemek kaşığı kıyma,5 su bardağı su,1 su bardağı Düğül (ince bulgur),gereği kadar tuz. Soğanlar ince olarak doğranır.
Tencereye bir kaşık tereyağı konulur. Üç kaşık kavrulmuş ya da çiğ kıyma konulur. kıyma ve soğan ölünceye kadar kavrulur. Yarım kaşık salça veya mevsimine göre domates doğranır.
Beş bardak soğuk su ile karışım bu kaynatılır. Kaynayan suyun üzerine bir bardak Düğül konularak pişene kadar beklenir.
Pişen aş sıcak sıcak servis yapılır.

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Adile TÜRKMEN
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi
SONBAHAR PINARI
Bakma sitemime efkarımdandır.
Hüzünlü, hüzünlü esme ha dostum.
Varlıkla, yoklukta bir imtihandır,
Kahredip kadere küsme ha dostum!
 
Kurtuluş ne lafta, ne de sözdedir.
Kabuğa aldanma, gerçek özdedir.
Gönül bazen kışta, bazen yazdadır.
Yabanı bağrına basma ha kardeş.
 
Tohum kabuğu deldiği zaman,
Bahtıma gül açıp güldüğü zaman,
Allah’ın yardımı geldiği zaman,
Sakın aman verme hasma ha kardeş.

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Rıza HARDAL
Rıza HARDAL Hayat Hikayesi
BU KUTSAL GÖREVDE
Her Türk genci seve seve yapmalı
Bu kutsal görevi, kutsal görevi,
Karavana kazanından tatmalı,
Bu kutsal görevde, kutsal görevde!
 
Akşam geç yatarsın, sabah erken kalk
Bu kutsal görevi yap, hemen şipşak.
Şerefli silahın omuzuna tak,
Bu kutsal görevde, kutsal görevde!
 
Talim derler eğitimdir bir adı,
Eri, mareşali koruyor yurdu,
İçtima düdüğü, bandolar çaldı
Bu kutsal görevde, kutsal görevde!
 
En kutsal görevde nöbet beklemek,
Ondan sonra asker sırrı saklamak,
Vatanı uğruna canını vermek,
Bu kutsal görevde, kutsal görevde!
 
Her Türk sever yapar bu işi,
Yap kutsal görevde dökme gözyaşı,
Ya ŞEHİT oluyor, yahut da GAZİ
Bu kutsal görevde, kutsal görevde!
 
ŞEHİT oldum diye ana ağlama.
GAZİ oldum diye ciğer dağlama
Bu Vatanı düşmana paylama,
Bu kutsal görevde, kutsal görevde!
 
Vatan müdafaamız boyun borcumuz,
Böyle karılmıştır bizim harcımız.
Eli silah tutan yaşlı Gencimiz;
Bu kutsal görevde, kutsal görevde!
 
Anam diyor haydi oğlum ol GAZİ
Babam dedi ki ağlaman oğlu, kızı
HARDAL’IM der; sev koru yurdumuzu
Bu kutsal görevde, kutsal görevde!
19.09.2002 Çorum

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
BANA YETTİ ACILARIM
Sırt ağrıları gibi
Yamandı
Aralık soğukları
Düşlerime…
 
Paris süzüldü
Şiirlerimden
Demli çay gibi…
Gecenin karanlığında
Döktüm duygularımı…
 
Denizanası
Yarısını aldı
Ağrılarımın…
Londra’da
Kabardı tablolar,
Frakfurt’ta
Dil yarası sardı
Kuşlarımı…
 
Susuzluğuna
Uyandım
Beklentilerimin…
Bana yetti acılarım.
Mantes la Ville – 22.08.1998

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

175 SAYI 25 Eylül 2013 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!