YIL 15     SAYI 173    25 Temmuz 2013   

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

 

 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
SİZLERİN BİLGİSİNE!
ÇORUM 1997 adlı çalışmamda ÇORUMLULAR bölümünü geliştirmeyi düşünmekteyim.
Sanal olarak yayında olan bu çalışmamda bazı hemşerilerimizce eksik gözüken Kamu çalışanlarının ve idarecilerin, ticaret erbaplarının, sanayici ve yatırımcıların, esnaf ve sanatkâr şahıslar ile Çorum’a hizmeti geçen hemşerilerimizin ve bütün siz bütün Çorumluların da bu çalışmada bulunmasını arzulamaktayım. 
Yeni çalışmamı Çorum’un yetiştirdiği bütün hemşerilerime açmayı, onlarında hayat hikâyelerini yayımlamayı amaçlamaktayım.
 Bu çalışmamın amacı bilindiği gibi, hepimiz bir gün tarihin tozlu sayfalarına katılarak yok olacağız. Bu yok oluşun, bizlerden sonra gelecek kuşaklar için bir bilgi, bir kaynakça olması, en azından bu çalışmamda hayat hikâyeleri ile yaşamalarını arzu etmekteyim.
Bilindiği üzere bu gibi çalışmalar Avrupa’da oldukça yaygın olmakla beraber, Türkiye’de ise bir elin parmağı kadar az bulunmakla beraber,  bu çalışmaların da ticari bir faaliyet olarak sürmesi, bu eserlerin maliyetinin çok yüksek olması nedeniyle, pek sık olarak yapılamamaktadır.
Bu çalışma için sizlerin de bir resim ve yaptıkları hizmetleri anlatan hayat hikâyelerini, göndermeleri gerekmektedir. Sizler dedelerinizi ve babalarınızın da bu kitapta bulunmasını sağlayabilirsiniz. Bu çalışmamızın belli bir süre içerisinde tamamlanması için bilgilerinizin acil olarak gönderilmesi gerekmektedir.
Yeni çalışmayı CD olarak hazırlamak gereğini düşünmekteyim. Ayrıca 1938 tarihinde Çorum Halkevi tarafından yayınlanmış olan 61 sayı dergi resim olarak sayfalar halinde CD ye aktarılmış olup isteyenlere ulaştırılacak hale getirilmiştir. Yine yayınevimizin yayınladığı Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve Edebiyat Dergisinin CD ye aktarma işlemlerini de yapmaya devam etmekteyim.

Mahmut Selim GÜRSEL

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 

 2

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahfi EĞİLMEZ
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz!

 

ŞAPİNUVA'DA KRAL İZLERİ
 

Şapinuva'dan çıkarılan ve üzerinde çivi yazısı bulunan bıçakların Büyük Kral'a ait olduğu anlaşıldı. Buna göre kent bir dönem başkentlik yapmış. Çıkarılan tabletler okunduğunda, ortaya bilgi hazinesi çıkacak

 

Sabah erkenden uyandık ama yeteri kadar erken değilmiş. Çünkü kazı ekibi, başlarında Mustafa Süel olduğu halde kazı alanına gitmişlerdi. Aygül hanım bizi beklemişti. Bir yandan kahvaltı ettik, bir yandan kazı ve Hititler üzerine sohbet ettik. Sonra kazı alanına gittiğimizde önceki gün göremediğimiz
ayrıntıları yeniden değerlendirdik. C alanında sürüp giden kazıyı izlemeye başladık. Aslında malayı ve fırçayı elime alıp kazıya katılmaya içim gidiyordu ama disiplini bozmamak için bunu teklif edemiyordum. Kızlar ve delikanlılar, işçilerle birlikte yerlere oturmuşlar, ellerinde malalar, fırçalar ve kazmalarla kazıya devam ediyordu. Bir yandan da işçiler çıkan toprağı el arabalarına doldurup taşıyordu. Toprak el arabasına konuldukça ya malayla taranıyor ya da elekten geçiriliyordu, içinde herhangi değerli bir şey yanlışlıkla atılmasın diye.

Bugün önemli bir gün çünkü Meral Okay, CNN Türk'ten Emrah Cengiz ve Sabah'tan Aslı Perker gelecek. Çekim ve söyleşi yapılacak. Meral Okay'ın gelecek olması kazı ekibinde bir heyecan yarattı. Herkes heyecanla başladı onları beklemeye. O arada biz ikinci plana düşmüş olduk. Eh ne yapalım, o da Meral Okay yani. Ben bir yandan kazıyı izliyorum bir yandan Meral Okay ve arkadaşlarının yollarda nasıl bir faciayla karşılaştığı hakkında cep telefonuyla bilgi almaya çalışıyorum. Meral Okay telefonda gayet sakin biçimde "Biz çok iyiyiz" dedikçe şaşırıyorum.
Öğlen yemeği için kazı evine döndük. Mustafa Süel ve asistanları yemeklerini işçilerle kazı yerinde yiyor, Aygül hanım bizimle geldi. Kazı evinde yapılan yemek, kazı alanına da taşınıyor. Yemekte Sultan hanımın sulu bulgur pilavı vardı. Başladık Hitit yemekleri üzerine sohbete. Ben meslekten değilim ya yakıştırma yapmam kolay oluyor. Eh Aygül hanım da hoşgörü gösterdiğine göre düşüncelerimi kısıtlamanın bir anlamı yok.

İkinci sürpriz, dokuz bıçak

Yemekten sonra Aygül hanım ikinci büyük sürprizi gösterdi. Bu da olağanüstü bir bulgu. C bölümünde, yani ortostadın çıktığı yerde dokuz adet orak biçiminde bıçak bulunmuş. Bunlar tıpkı Yazılıkaya'daki 12 Tanrı'nın elinde tuttuğu orak benzeri bıçaklara benziyor. "Olağanüstü" dedim. Aygül hanım "Asıl olağanüstülük burada" diyerek bıçağın üzerindeki çivi yazısını gösterdi. Diziliş bana tanıdık geldi ama çözemediğim için soran gözlerle Aygül hanıma baktım. Gülerek "Lugal-Gal" dedi. Yani Hitit dilinde 'Büyük Kral'. Dondum kaldım. "Yani" dedim, "Bu Hattuşa'da oturan Büyük Hitit Kralına'mı ait?" Aygül hanım, "Evet onun sarayına ait. Biz Büyük Kral'ın hiç değilse belirli bir dönem burada oturduğunu sanıyoruz" yanıtı verdi. "O zaman burası Hitit Kralı için tıpkı günümüzdeki İngiltere Kraliçesi'nin yazlık rezidansı gibi bir görev görmüş olmalı."

Aygül hanım yine gülerek "Daha ötesi. Şapinuva bir dönem Hititlere başkentlik etmiş gibi görünüyor" dedi. Hitit Kralı Muvatalli'nin Kadeş Savaşı'na giderken başkenti Hattuşa'dan Tarhuntaşşa'ya taşıdığı düşünülürse Şapinuva'nın da bir süre başkent olması mümkün. Sonra tabletlere ve çarşıda bulunan mühürlere geldi sıra. Sevgin de ben de her tablete baktığımızda daha fazla heyecanlanıyorduk. Benzer tabletleri müzelerde görmüş olmak farklı bir şeydi. Bu tabletleri gören çok az sayıda kişi arasına girmiştik. Küçücük küçücük çivi yazılı tabletler. Tabletler, ıslak kil üzerine üçgen biçiminde yontulmuş ince tahta çubukların bastırılmasıyla yazılan yazılardan oluşuyor. Bu tahta çubuk kil üzerine bastırıldığında çiviye benzer izler bıraktığı için bu tür yazıya 'çivi yazısı' deniyor. Sonra tabletler pişiriliyor ve öylece saklanıyor. Son derecede sağlam. İyi ki de öyle. Yoksa geriye hiçbir iz kalmazdı. Kim bilir neler yazılı, ne kadar önemli olaylar ve ilişkiler anlatılıyor. Aygül hanım bunları tek tek okuyup değerlendirmeye çalışıyor. Değerlendirmeleri bittiğinde ortaya müthiş bir bilgi hazinesi çıkacak.

Tam çivi yazısının heyecanına dalıp gitmişken cep telefonum çaldı. Meral Okay "Biz Şapinuva'dayız, siz neredesiniz?" diye soruyor. Oysa biz onları kazı evinden alıp da oraya götürmeyi planlıyorduk. Hemen Şapinuva'ya gittik. Baktım Meral Okay kazı ekibiyle çoktan kaynaşmış. Oysa ben onu "Ve karşınızda Meral Okay" diyerek takdim etmeyi düşünmüştüm.
Herkes Meral Okay'la meşgulken ben de malayı ve fırçayı alıp Mustafa Süel ve Esma Reyhan'ın yanında kazıya daldım. İçimde bir istek, şu ortostadın kırık parçasını bulabilsem diye. Ama bu işler öyle kolay değil. Kazının ortasında geleceksin, malayı alıp iki üç yer kazacaksın ve parçayı bulacaksın. Yok öyle şey. Burayı 10 yıldır kazıyorlar. Yine de 3 bin 500 yıllık bir tarihi ellemek ve kazmak müthiş bir şey (Bir de o parçayı tesadüf eseri bulabilseydim o zaman görecektiniz siz beni).

Kazı hakkında ilk kapsamlı sunuş

Birden fark ettim ki kendimi kaptırmış, kazı ve Şapinuva hakkında Meral Okay, Aslı Perker ve Emrah Cengiz'e bilgiler veriyorum. Söyleşiler yaptık. Ortostadı, A ve B bölümleriyle Ağılönü'nü de görüntüledikten sonra çalışma günü bitti. Sonra kazı evindeki buluntuları görüntüledi arkadaşlar. Böylece Şapinuva kazısı ve bulguları kamuoyuna ilk kez böyle kapsamlı sunulmuş olacak. İleriki yıllarda ortaya çıkacak yeni bulgularla çok daha görkemli sunumlar yapılacağı kuşkusuz.

Kent ikiye bölünmüş

Şapinuva tıpkı Hattuşa gibi iki bölümden oluşuyor: Aşağı kent ve yukarı kent. Şu anda kazılan yer Şapinuva'nın aşağı kent bölümü. Eğer Ağılönü mevkii yukarı kentin bir parçası değilse, yukarı kente henüz hiç girilmemiş demektir. Yukarı kentin, tepelerin yamacında uzandığı düşünülüyor. Kamulaştırma işlemleri sürüyor. Yukarı kentten de pek çok şey çıkacak büyük olasılıkla. Belki saray, tapınaklar, arşivler ve idare binaları. Ve belki bazı konutlar. Sonraki yıllar bize çok şeyler gösterecek kuşkusuz ve Hitit uygarlığı gizeminin bir bölümünün daha çözülmesine yardımcı olacak.

Çorum Haber Gazetesi yönetim kurulu üyeleri ve gazetenin genel yayın yönetmeni Mehmet Yolyapar da kazıda bizimle birlikte bulundu. O da gazetesi için görüntüledi bu olağanüstü kenti. Akşam Çorum Haber Gazetesi ile Otel Anitta'nın ortaklaşa düzenlediği söyleşi ve imza gecesine katıldık.

'Anitta'nın Laneti'ne Anitta'da imza

'Anitta'nın Laneti' kitabının Otel Anitta'da düzenlenen bir günde imzaya açılması çok hoştu doğrusu. 'Anitta'nın Laneti'nin Otel Anitta ile hiçbir ilgisi yok. Tek ilgi ikisinin de adını Hititlerin bilinen ikinci kralı Anitta'dan alması. Gece otelde kaldık. Hitit uygarlığının başkenti Hattuşa'yı, Şapinuva'yı, Alacahöyük'ü görmek için Çorum'a gideceklere bu otelde kalmalarını öneririm. Temiz ve özenli.

***

Çivi yazısını okumak için

Çivi yazısını okumak müthiş bir şey. Her şeyden önce bu yazının kime ait olduğunu bileceksiniz. Yani Hitit dilinde mi yazılmış yoksa Hurri dilinde mi? Çivi yazısını kullanan başka kavimler de var. Dolayısıyla öncelikle çivi yazısının hangi dilde yazılmış olduğunu anlamak gerekiyor. Diyelim ki elinizde Hitit dilinde ve çivi yazısıyla yazılmış bir tablet var. Bunların Hititçe karşılıklarını bulup Latin alfabesine dönüştürmek gerekli. Diyelim ki bunları yaptınız ve karşınıza heceler çıktı. O hecelerin anlamlarını bulmadan bir yere varamazsınız. Tabletler kırık ve dolayısıyla heceler bölündüğü için iş iyice zorlaşıyor. Çivi yazılı tabletler, tablet üzerinden değil bunlardan kopya edilen kâğıtlardan okunuyor.

***

Hitit başkenti Hattuşa

Boğazkale (Hattuşa) Belediye Başkanı İbrahim Bostanlı, Çorum'daki söyleşiye gelmişti. Radikal'de 'Hattuşa'dan bir mektup' başlıklı köşe yazımı okuyanlar hatırlayacaklar.

İbrahim bey o mektubu yazan kişi. Beni ve eşimi Boğazkale'ye davet etti. Ertesi sabah Boğazkale'ye, Hitit başkentine doğru yola çıktık.

Bu Boğazkale adına hiç alışamadım. 4 bin yıllık Hattuşa'yı Türkçe olmadığı için Boğazkale yapmışız. Bana sorarsanız büyük hata. Bu tür tarihi yerleri özgün adlarıyla korumak en akıllıca iş olur. Bu, turistler açısından da büyük kolaylık sağlar. Aksi takdirde Ankara'nın adını da değiştirmemiz gerekecek. Çünkü Ankara'nın özgün adı olan Ankyra da Frigçe gemi çıpasından geliyor.

Almanlar biliyor, biz bilmiyoruz

Bir devlet büyüğümüz Almanya'ya ziyarete gittiğinde Almanlar kendisine Hattuşa'daki kazıyı sorunca konuyu bilmediği için mahcup olmuş. Bu yüzden Hattuşa'yı görmeye karar vermiş. Yani Almanlar Hattuşa'yı sormasa belki de ölene kadar oraları görmeyecekti.

Boğazkale'de, ilçenin önde gelenleriyle söyleşi yaptık. Ve Hattuşa kazı evine gittik.

Kazı evine giderken benim arabama bindik. Çünkü belediye başkanının otomobili yok. Kendisine resmi araç verilmemiş. Yani belediye başkanı Hattuşa'yı görmeye ya yürüyerek gidecek ya da birisinden araç isteyecek. Bırakın otomobili, faksı bile yeni alınmış. Buna karşılık Boğazkale'deki Hattuşa kazı evi, Ortaköy'deki Şapinuva kazı eviyle karşılaştırılamayacak kadar lüks. Bu da çok normal çünkü Hattuşa neredeyse 100 yıldır kazılıyor. Üstelik Almanların Hattuşa'ya özel ilgisi ve maddi katkısı var. Hattuşa kazısını 1994'ten bu yana Jürgen Seeher ve eşi Ayşe Baykal Seeher yürütüyor. Asistanları da var. Kazı evinde Hattuşa kazısı üzerine konuştuk Seeher çiftiyle. Bize yeni buldukları bir mühür ile el biçimindeki iki sunu kabını gösterdiler. Sunu kapları Şapinuva'da bulunanlarla aynı stilde. Geçen yıl Hattuşa'yı gezerken Jürgen Seeher'in Hattuşa Rehberi (Hitit Başkentinde Bir Gün) adlı kitabını okumuş ve birçok yeni şey öğrenmiştim. Sevgin'le birlikte kenti gezerken Seeher ve arkadaşları kazı yapıyorlardı. Bugün şöyleşimizden anlıyorum ki o zaman havuz-ları ortaya çıkarmaya uğraşıyorlarmış. Kazıyı uzaktan izledik.
Tanışmadığımız için rahatsız etmemek için yanına gitmedik. Oysa gitsek daha yakından izlemek olanağı olurmuş. Seeher çifti son derecede candan insanlar. Bize geçen yıl bulup bu yıl bir bölümünü açtıkları beş su havuzunun çizimini gösterdiler.

Yeraltını okumanın yolları

Yerin altında bir şeyler olduğunu anlamanın, birbirine rakip olmayan, birkaç yolu var. İlki köylülerin bulup getirdiği tablet, küp parçası gibi şeylerin olduğu yeri kazmak. Bu en basiti. İkincisi höyük denilen ve doğal yapıdan farklı, sonradan oluştuğu anlaşılan toprak tepeciklerini kazmak. Üçüncüsü teknolojiyi kullanmak. Seeher, Hattuşa'da teknolojiyi kullanıyor. Altında bir şeyler olduğunu düşündükleri yere elektrik akımı verip hız ve yoğunluk ölçüyorlar. Bu ölçümleri bilgisayara yükleyip de tarayınca sonuç ortaya çıkıyor.

Seeher bize havuzların nasıl bulunduğunu bilgisayar çıktılarıyla gösterdi. Çıktılar, havuzları olduğu gibi gösteriyor. Sonra bunların üç yerine açılan çukurlar, aranılan havuzlara ulaşıldığını ortaya koyuyor.

Zamanımız dar olmasaydı Hattuşa'da da kazıya katılmak için izin isteyecektim Seeher'den. Ama zamanımız yoktu. Jürgen ve Ayşe Baykal Seeher'e veda edip ayrıldık kazı evinden.

Uzun uzun Boğazkale'ye baktım. Hitit başkentinin 3 bin 500 yıl öncesinden daha bakımsız olduğu konusunda belediye başkanının yazdığı mektupta hiçbir abartı olmadığını gördüm. Belediye Başkanı ne düşündüğümü anlamış olmalı ki "Mahfi bey" dedi, "Turist gelince sevinemiyoruz. Tam tersine şikâyet edecek diye korkuyoruz. Tuvaletimiz yok, hiçbir şeyimiz yok. Gelirlerimiz bu ilçenin bakımını yapmaya yeterli değil. Ören yeri gelirlerini alamıyoruz ki bir şeyler yapalım."

Boğazkalelilere teşekkür edip Hitit topraklarından yavaş yavaş ayrıldık. Gerçekten yavaş yavaş, çünkü daha önce de belirttiğim gibi Çorum-Ankara yolunda hızlı gidilemiyor.

Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
BU MECLİS “İÇ SAVAŞ” ÇIKARIR
Aslında, her ne kadar adı ve kurumsal anılış biçimi “Türkiye Büyük Millet Meclisi” ise de, bu şanlı ad’ın kadim mana ve tarihi muhtevası ile “parlamenter” namıyla maruf kutsal çatı altında iş görenler, taban tabana aykırı ve inadına zıttır. Özellikle “Kurucu Meclis” vasfı ile efsanevi “Milli Mücadele ”den mütevellit  “Gazi” unvanıyla müseccel ve “İslâm Halifeliği şahsında mündemiç” yüce bir isimle müsemma olma (ad ile örtüşme) yönünden, (mevcut hal ve cari durum itibarıyla) aralarında çok büyük çelişkiler bulunmaktadır.
Çok kısa, özel ve özne cihetiyle tarihe bakalım. Şöyle ki:
“İlk başkanı Mustafa Kemal (AtaTürk) olan TBMM, son “hür ve hükümran” Türk devleti “Türkiye Cumhuriyeti”nin kurucusudur. Kuruluş amacı ile varlık nedeni bakımından “Millet adına tek egemendir.”  Millet Meclisi’nin üzerinde hiç bir güç, hiç bir irade, vesayet veya makam yoktur. Yasama, yürütme ve yargı dâhil,  adı ‘kuvvetler birliği’ veya ‘kuvvetler ayrılığı’ (isim ve biçim her ne olursa olsun) nihayetinde bütün hak, kuvvet ve yetkilerin tek ve yegâne sahibidir. Zira yargı, yasama ve yürütme (icra) gücü: Milli “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” umdesi gereği Türk Milleti’ne aittir. Türk Milleti; Türkiye Cumhuriyeti’ni fiilen kuran ve “Milli Mücadele’yi” yapan millettir. TBMM’nin üstünde bir güç tanınamaz. TBMM Gazi’dir. Milli Kurtuluş Savaşını sevk, idare ve idame etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve TBMM Ebed müddettir, devamlılık arz eder. Şiarı: adalet ahlâkı, kadim gelenekler, hukuk, hakkaniyet, egemenlik ve insan haklarına saygı muvacehesinde tam bağımsızlıktır.
1923-1946 yılları arası meclis iki dereceli sistemle oluşurdu.
Buna göre: “İntihabı evvel” denilen birinci derecede: Önce bizatihi halk tarafından, yörenin en namuslu, dürüst, tahsilli, terbiyeli, seviye ve seciyesi (ahlâk ve karakteri yüksek) vatandaşlar arasından delege seçilir; Bu delegeler de “yöreye isabet eden vekil sayısının iki katı” aday adayı belirlerdi. İkinci derece olan “intihabı sani” aşamasında. Vilâyet delegeleri tarafından ilçelerden gelen adaylar arasından, “İl Vekil Sayısı” kadarı fiilen seçimlere katılır ve Ankara’ya gönderilir; Yani seçilenlerin istisnasız tamamı Millet Vekili olup; İki dereceli sistem gereği doğrudan halk tarafından ve yerinden seçilip Meclise gönderilirlerdi.”
1946’da Halk Partisi tarafından ilk kez “tek dereceli” seçim öngörüldü. Partizan ve Jandarma teminatlı “Açık Oy Gizli Sayım” esaslı bu usul; Yalnız Türkiye’nin değil, belki de dünya tarihinin en iğrenç seçim sahtekârlığı, (tam bir alçaklık, hile ve kalleşlik) olarak siyaset tarihine geçmiştir. Ancak, bundan sonradır ki; O’da, daima itiraz, muvazaa, şikâyet, şaibe ve tartışma konusu olacak biçimde uygulanan “yargı gözetimi” ihdas edilmiştir.”
Şimdilerde kullanılan bilgisayarlı sistem ise: Tam bir sır, gizem ve şaibeden ibarettir.
Halkın vekil seçiminde artık hiçbir dahli yoktur. Resmi delege seçimi, önseçim veya teşkilât yoklaması bile yapılmamaktadır. Evvelinde telâffuz bile edilmeyen (kürsü masuniyeti hariç) dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyazlar “Millet Vekilliği” kurumunu lekelemiş, şaibeye bulamış, yok etmiş ve kurutmuştur. Halkın kanaatine göre: Şu haliyle parlamentoda “vesayet, sulta, cunta ve dikta” hâkimdir. Devlet idaresinde milletin vekil ve iradesi yoktur.  
 Dolayısıyla bunlar, memlekette ne huzur, ne asayiş, ne milli birlik ve ne de Misak-ı Milli bırakmaz. Bu gidiş ülkeyi adım adım iç savaşa, bölünmeye götürür. Eğer millete vekâlet edenler, etnik fanatizme sarılırsa, yıllarca, silah olarak kullanmak istedikleri etnik kökenlerini fırsat buldukça, Türk düşmanlığına yöneltirlerse, bunun sonucu kesinlikle iç savaştır. Evet, bu emare kıstasları maalesef böyle, öyle yapıyorlarsa (ki, öyle) bu vekiller, devletin zayıfladığını gördükçe, içlerindeki kini kusmaya başladılar Batılı dostlarının menfur himayeleri gölgesinde, bildikleri tüm hainlikleri gerçekleştiriyorlar. Türk milletinin gözünün içine baka, baka lânetli soy, kin ve komplekslerinin intikamını almaya çalışmaktalar. Bunu yaptıkları bir vakıa; Yani millet buna her gün şahit olmakta; Verdikleri demeç veya attıkları kimi nutuklarını izleyerek görmekteyiz ki, parlamentoda sözde Kürt, Rum, Yunan, Ermeni ve Yahudi lobileri mevcut!    
Üstelik asla ‘Milli Devlet’ten yana değil; Milli Devlete karşı!
Olacak şey değil!

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
ETLİ PIRASA
1 Kilogram pırasa
200 Gram kuş başı veya kıyma
Tek avuç pirinç
1 Baş soğan
1 kaşık salça
İstenildiği kadar tuz
            Önce pırasaların saçakları ve sararmış yaprakları ayıklanır. Sonra iki santim boyunda doğranır. Doğranan pırasalar bir kapta bir miktar su içinde bekletilir. Sonra birkaç kere süzülerek yıkanır.
            Tencereye ister katı ister sıvı yağ konularak üzerine kuşbaşı doğranmış et konulur ve soğan doğranarak ateşe konulur Üzerine önce tuz ve salça konularak ve et ve soğan haşlanır.
Pırasalar yıkayıp süzülen pırasa eklenir. Sonra üzerine bir miktar su konarak kapağı kapatılır bir miktar pişmeye konulur. Bir müddet sonra pişen pırasanın üzerin Bir kapta yıkadığımız pirinç konularak tekrar bir miktar sıcak su konur ve pirinç pişince yemek pişirilir. Yemek sıcak servis edilir istenilirse tabakta limon istenildiği kadar sıkılır.

 

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Adile TÜRKMEN
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi
VEDA MEKTUBU
Sen yazmışsın okudum,
Sana veda mektubunu,
Hıçkırarak ağladım,
Senin cevabın bu muydu?
 
Unut diyorsun bana,
Beni ve mazimizi,
Zalim gurbet ellerde,
Seni unutmak mümkün mü?
 
Sen bırakıp gideceksin
Beni terk edeceksin,
Ben burada ağlarken,
Sen nasıl güleceksin?

 

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Orhan AFACAN
Orhan AFACAN Hayat Hikayesi
GÜL KURUSU GÖZLERİN
Yine yollara dalmış
Gül Kurusu Gözlerin.
Bana hasreti salmış
Gül Kurusu Gözlerin.
 
Sözün bittiği yerde
Gözümde perde perde
Deva içimde derde
Gül Kurusu Gözlerin
 
Bazen alev, bazen su
Bakışı aşk duygusu
Gönlümün tek doğrusu
Gül Kurusu Gözlerin.
 
Hep mahmur makamında,
Arzular meyanında
Aşk, aşk nakaratında
Gül Kurusu Gözlerin.

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

 
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

174 SAYI 25 Ağustos 2013 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!