YIL 15     SAYI 172    25 Haziran 2013  

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL LİDER NEDİR?
Mustafa Nevruz SINACI GEZİ PARKI EYLEMLERİ !
Mustafa TURAN NEREDE O ESKİ   RAMAZANLAR?
İsa KAYACAN YENİGÜN VE SES-15’E YENİDEN MERHABA
Mahfi EĞİLMEZ HİTİTLERLE BULUŞMA
Selma GÜRSEL YANIÇ
Ayşe ÇOBAN DUYGULAR DİLE GELİNCE
Üzeyir Lokman ÇAYCI AYNA
Arap KURT KADIN GÜLDÜ
Ahmet CANBABA HEDEF

 

 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
LİDER NEDİR?
Halkın düzensiz ve karışık işlerini düzenleyerek, onlara gelecek zararları yok etmek, halkın haklarını vererek halka yapılacak zulmü yok edecek, siyasetin her türlüsünü uygulama alanları bularak insaflı olarak adaletli bir lidere ihtiyaç vardır.
Halkın insaf ve adil bir değerlerde olan devlet başkanını ihtiyacı; yağmur sıkıntısı kıtlık çağırışımı yaptığında bu sıkıntıya uğrayan bölge halkının ihtiyacından daha çoktur.
Yağmura ihtiyacın vakti ve yağmur zamanı ile sınırlıdır. Kuraklıkta her gün yağmur yağması istenmez. Halkın insaflı ve adil değerdeki lidere ihtiyacı halk kendisini idare etmesi için devamlı ihtiyaç duyar.
Liderin yönetiminde bulunan toplulukta ahlak bakımından; iyi, normal ve zararlı insanlar olması normaldir. Bu bir tabiattır. Yaratılış itibari ile aynen bir aktar dükkânın da bulunan ilaç kavanozlarında bulunan faydalı, katkı için ve zehirli materyallere benzer. Nasıl aktar bu kavanozdaki materyallerin neye yaradığını bildiği gibi lider de topluluğunda bulunan insanları ayırmasını ve onlara da dikkat etmesi gerekir.
Halkın lideri olmaz ise halk birbirinden ayrılır ve uzaklaşırlar. Kimi tehlikeli yerlere gider, kimi kargaşa içinde ne yaptığını bilmeyerek topluluğa zarar verir. Lidersiz topluluklar birbirine girer ve haklı ile haksız ayırt edilemez duruma gelir. Lider bu halkın haklısı ile haksızını ayırarak halka hâkim ve arabulucu olur veya arabulucu olacak hâkimi tayin eder.
Lider; bilgi ile kendisini yetiştirir ve bilgi ile iş görürse kazanır. İlimden yoksun bir lider, aklına estikçe isteklerine uyar, dilediğini yapar, bilgi ve ilimden yoksun olduğu için verdiği faydasız istek ve emirlerle idare ettiklerini ve kendisini küçültür. İlim öğrenmiş bir lider aklına esen, dilediğini yapmaz ilim sayesinde kendisini nefsani ve dünya işlerinde kendisini firenler, istek ve nefsinin esiri olmaz, onlara hâkim olur. Yapacağı işleri doğru ve iyi sonuç verecek hedeflere çevirir.
Lider; kendisinde terbiye şartlarını tam ve en az hata ile göz önünde bulundurmaları gereklidir. Yöneteceği toplumum menfaatlerini yeterince gözetmek, memlekete sıhhatli bir yaşamı gerçekleştirerek çevre ve toplumun sıhhatli yaşamalarını sağlamak, adili ve adaleti bir birinden üstün olmayan halkı ayırmaması gerektiğini yönetimini de terbiye dâhilinde yapılması gerektiğini bilir.

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
 GEZİ PARKI EYLEMLERİ !
Önce; Devletin, hükümetin, bütün kurum ve kuruluşları ile kamunun sahibi ve Türkiye Cumhuriyeti Tapusunun asaleten maliki; Sevgili ve değerli halkımızı aydınlatmak amacıyla bir girizgâh, ön açıklama yapalım:  Nedir bu kıyametin ve şeametin kaynağı gezi parkı?...
Gezi Parkı, İstanbul'un Beyoğlu İlçesi'nde, Taksim Meydanı'nın kuzeydoğusunda ve Cumhuriyet, Asker Ocağı ile Mete caddeleri arasında yer almakta.
Burada 1806 yılında Halil Paşa Topçu Kışlası yapıldı. 31 Mart Olaylarının (1909) odağı oldu. 1922’de Stad’a çevrildi. 
Milli Takımın ilk resmi futbol maçı Romanya ile, bu statta 26 Ekim 1923'de oynandı. Maç 2-2 berabere sonuçlandı. Şehircilik uzmanı Henri Prost tarafından hazırlanan imar planı uyarı mimari ve tarihi açıdan önemine rağmen kışla, 1940’da İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’ca istimlâk edilerek yıkıldı ve İstanbul’un Cumhuriyet döneminde yapılan ilk parkı oldu. Günün son derece sınırlı imkânları ile çok güzel tanzim edildi; ağaçlar, yeşillik ve çiçeklerle bezendi. Mermer parmaklıklı merdivenler, Boğaziçi'ne bakan oturma mekânları, sağlam, zarif banklar, bakımlı çim sahaları, Gezi'yi cazibe merkezi haline getirdi. 1944'te dönemin Cumhurbaşkanı İnönü'nün at üzerindeki heykelinin kaidesi inşa edildi. Ancak heykel hiçbir zaman dikilemedi. 1950'de DP iktidara geldikten sonra da, atlı heykel uzun süre bir depoda bekletildi. Sonunda kaide söküldü. Heykel buraya değil, Maçka'daki Taşlık Parkı'na dikildi.
Buna rağmen Gezi Parkı uzun bir süre "İnönü Gezisi" olarak adlandırıldı.
Kışlanın yıkılmasından sonra, çevre otellerine tahsis edilen alanlar; peşkeşler ve yerel düzenlemeler ile park alanı çok küçüldü. Buna rağmen şehir merkezinde önemli bir dinlenme yeri olmasına rağmen müteakip düzenlemelerle değişti. 38.000 m² alan’a sahip Gezi Parkı, 1991 - 92 arasında revize edildi. Dikdörtgen planlı parkın ortasına fıskiyeli büyük bir havuz inşa edildi. Park altı Cumhuriyet Caddesi tarafına, kot farkından yararlanılarak dükkân, kafe ve bir sanat galerisinin bulunduğu kapalı mekânlar inşa edilerek 1967'de bugünkü halini aldı...
İşte, parkın öz geçmişine dair bütün hikâye bundan ibaret... Şimdi günümüze gelelim:
28 Mayıs 2013 günü, Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Parkın bir duvarının yıkılmaya başlanması ve bazı ağaçların taşınması üzerine; Gezi Parkı’na gelen çevre sakinleri tarafından protesto gösterileri başladı. Buna mukabil Polis eyleme müdahale etti. Ardından bu parkta başlayan eylemler, iktidara karşı ülke çapında protesto gösterilerine dönüştü.
 PEKİ MESELE NEDİR?..
            1. Mesele: Başta, 2011’den bu yana yargı ve eylem bazında süren; Ankara-Çankaya 100. Yıl Birlik Parkını rant alanına dönüştürme girişimi olmak üzere; AOÇ yağması, ilk, orta ve lise bina ve bahçelerinin satışı; 2B yağması; Dünyanın en güzel en temiz sahillerinin, imar ve inşa yasağı hiçe sayılarak adeta peşkeş çekilmesi; 
Çoğunluğu yabancılar tarafından kurulan turistik tesis ve sanayi işletmelerin kimyasal atık, lâğım ve sair pisliklerin denize akıtılmasına göz yumulması; Verimli alanların iskâna açılması, ovalara sanayi siteleri, fabrika kurulması; Konya’nın Ereğli İlçesinin, yeşil bir cennetten, korkunç bir kum cehennemine dönüştürülmesi gibi çok büyük suçların müsebbibidir AKP. Ayrıca, HES ve mümasil rant odaklı spekülâtif projelerle yol açılan çevre felâketleri saymakla bitmez. Bunun bir de; Bastırılan enflâsyon, piyasa anarşisi, gasp-irtikap bankacılığı, fahiş fiyat, kamu zararına keyfi özelleştirmeler ve arada yapılan “torba/paket” düzenlemeleri ile “resmi, insan hakları, eşitlik ve adalete dayalı” hukuk devletinde yaratılan büyük tahribatlar... Muhalefetin yokluğunda tam bir felâket…
            2. Mesele: Haksızlığa uğrayan kişi, kurum ve kitleler için “hak aramak”: Anayasa ve kanunların gösterdiği yolda; Hukukun içinde kalmak ve başka insanlar ile kamusal alana asla zarar vermemek kaydı şartıyla meşru bir hak; Hatayı telâfi, hakkı iade, zararı tazmin ise kamu adına hükümetin zorunlu görevidir. Şu kadar ki: Terör, tedhiş, hasar, zarar ve saldırı suçtur…
            3. Mesele: Hak eylemi, grev, protesto ve gösterilerde emniyet, huzur, disiplin, düzen ve intizamı sağlamak; Muhtemel taşkınlıklara karşı önceden tedbir almak ve provokatörleri izole ederek güvenliği sağlamak hükümetin görevidir. Hükümet bunu da başaramamıştır...

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa TURAN
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
NEREDE O ESKİ   RAMAZANLAR?
Ramazanları,1970’li yıllarda bir dönem Osmanlı’ya başkentlik yapmış ve hâlâ buram buram tarih kokan Bilecik ve Bursa’da,1980’li yıllarda da ondan daha fazla Osmanlı olan ve tarihi, coğrafyası ve kültürüyle dünyada bir benzerinin daha bulunmadığı İstanbul’da yaşadım. Dolayısıyla bir mukayese yapma imkanına sahip olduğumu düşünüyorum.
Ramazanı yaşama noktasında her üç tarihi yer de birbirine benzemekle birlikte, aralarında küçük nüanslar vardı.
Ancak Bilecik ve Bursa Osmanlı’nın kuruluş devirlerinde şekillendiği için, daha çok Selçuklu mimari yapısı görülürken, gelenek, görenek ve sosyal yaşantı açısından  da Selçuklu Osmanlı sentezi  hissedilirdi. Mesela; Ulucami’de Kur’an sesiyle, şadırvanın su sesinin izdivacından doğan, mimari yapı ve ahengin kristalize ettiği havayı yaşayarak teravih namazı kılmanın hazzı, hiçbir kavramla ifade edilemez. Ancak yaşanır. Aynı aheng ve manevi havanın belki de daha zenginleştirilmişini İstanbul Eyüp Sultan’da yaşamanız mümkündür. Serin bir Ramazan akşamında henüz yatsı ezanı okunmadığı halde, cami içi ve dışıyla beraber hınca hınç dolması üzerine, birer kağıt seccade temin ederek, değerli bir dostumla birlikte mabedin yaklaşık 150 metre ötesinde ve beklide imamın da önünde, minareden yükselen şahane ve davudi bir ses eşliğinde kıldığımız teravihin muazzam zevki, hâlâ dimağımdadır. Her dört rekatın arasında teravihin bitmemesi ve bu manevi hazzın biraz daha uzaması için dua ettiğimi hatırlıyorum.
Süleymaniye’de, Fatih’de, Sultanahmet’de, Hırka-i Şerif’de gördüğünüz ve sahura kadar devam eden coşkulu insan seli ve o manevi atmosfer insana Ramazanı daha güzel yaşatıyor. Ramazan pideleri ve o kutsal aya mahsus tatlılar, börekler, her çeşit zengin menüler, bunları büyük zevkle hazırlayan insanlarımız hem maddi, hem de manevi açıdan adeta iple çekiyorlar bu mübarek ayı. Bu yönüyle Ramazanı buralarda yaşamak ayrı bir zevk konusu oluyor. Elbette her yerin ayrı gelenek, görenek ve adetleri vardır. Ama değişmeyen ortak payda şudur: Her biri bu mübarek ayı büyük bir sevinçle karşılıyor ve hüzünle uğurluyor. Gereği gibi de değerlendirmeye çalışıyor.
Öte yandan Ramazan ilahileri, manileri ve fıkraları da toplumumuzda çok yaygın olarak kullanılıyor. Bir kaçını burada verelim.
 Koca Ragıp Paşa konağında iftar vermiş ve oruç üzerine sohbet yapılıyordu. Paşa bir ara  Şair Haşmet’e dönerek:
            “ – Senin de borcun var mı?” dedi. Haşmet de: “ Var efendim, hiç olmaz mı? Bakkala bin kuruş, kasaba 500 kuruş…” derken, Paşa güldü ve:
            “ – Be adam ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı?” diye soruyorum. Haşmet de:
            “ – Kusura bakmayın Paşam siz ancak kul borcunu sorarsınız. Oruç borcunu Allah sorar” diye cevap verdi.
            Rahmetli dayım vardı. Çevresinde Hasan ağa diye tanınırdı. Kalabalık bir iftar sofrasında yemek başlıyor. Köylerde daha ziyade yemekler ortaya konur ve herkes aynı kaptan yer. Çorba gelir sofraya, herkes basar kaşığı, tam tabakta çorba bitmek üzereyken,bizim dayıya :
 “-Çek Hasan Ağa! Sünnetleyiver çorbayı” denir. Sırada etli kuru fasulye vardır. Yine herkes yer ve azalınca: “Çek Hasan Ağa! Bunu da sünnetleyiver”.Pilav gelir aynı şekilde. Nihayetinde sofraya bir tepsi nefis ve leziz baklava gelir. Herkes baklava yemeğe başlar. Tepsi yarıyı geçmeye başlayınca, bizim dayı bakar ki, kimse çek Hasan Ağa demiyor. Kocaman baklava tepsini tutar ve biraz da yüksek sesle kendi kendine: “Çek Hasan Ağa” diyerek kendi önüne çekince sofradakiler bakakalırlar.“ Her yemeği biz sünnetliyoruz da baklavayı niye biz sünnetlemeyelim” deyince, topluca gülüşürler ve haklısın afiyet olsun derler.
Bir defasında iftar sofrasında Hz. Peygamber sahabeyle beraber iftar ediyorlardı. Allah Resulü sırf bir gönlü sevindirsin diye, yediği zeytinlerin çekirdeklerini fark ettirmeden Hz. Ali’nin önüne koyuyordu. Yemeğin sonunda Hz. Ali’nin önünde bolca zeytin çekirdeği birikmişti.
Allah Resulü:
“ – Ya Ali ! Sen ne kadar çok zeytin yemişsin öyle” buyurdular. Hz. Ali de şöyle dedi:
            “ – Ben de deminden beri onu düşünüyordum. Acaba Allah’ın Resulü zeytini çekirdeğiyle birlikte mi yiyor diye.”
            Hani bir tekerleme vardır:“      
Muhammed’den oldu muhabbet hasıl,
Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl?
”On bir ayın sultanı Ramazanda muhabbetler daha bir koyu olur. “Gönül ne kahve ister, ne kahvehane. Gönül ahbap ister kahve bahane.” denildiği gibi, arkadaşlıklar, ahbaplıklar, komşuluklar daha da pekişir Ramazanlarda. Gönüller sevindirilir, kırık kalpler onarılır, bayramlarda küskünler barışır. İnsanlar hayır ve hasenatta yarışır. Açlar doyurulur. Çıplaklar giydirilir. Düşenler kaldırılır. Öksüz ve yetimler sevindirilir. Ağlayanlar güldürülür. Yediden yetmişe topluma bir huzur, bir manevi hava hakim olur.
            Gerek sosyal, gerekse manevi açıdan baktığımızda, Ramazan, bizim tarihimizde ve kültürümüzde çok önemli bir yer tutar. Bir takım değerlerimiz bir miktar erozyona uğrasa da bugün hâlâ canlılığını korumaktadır. Her ne kadar gençliğimiz teknolojik gelişmelerin etkisinde kalsa da, gelenek, görenek, örf ve adetlerine bağlıdır. Dînî ve Milli değerlerini canından aziz bilecek duyarlılığa sahiptir. Ancak yine de bizi biz yapan dinamiklerimizi, yüce özelliklerimizi ve ulvi güzelliklerimizi muhafaza edip yaşatmak noktasında her türlü hassasiyet gösterilmelidir

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
 YENİGÜN VE SES-15’E YENİDEN MERHABA
Zaman içinde oluşanlar, sonuçları itibariyle karşımıza çıkanlar. Süreklilik içinden ayrılıp “mola” verişler. Ayrılışların ardından yine aynı yayın organının sütunlarında görülmeye başlayan imzalar.
Burdur ilimiz merkezinde günlük yayınlanan “Yenigün” Gazetesi… Burdur ilimize bağlı Bucak ilçemizde günlük yayınlanan “Ses 15” gazetesi. Bu gazetelerin sütunlarında yazılanlarımızın sizlerle yeniden merhabalaşmaya başlayışları.
 
YENİGÜN GAZETESİ
Burdur ilimiz merkezinde günlük yayınlanıyor. Kuruluş tarihi: 01.09.1954. Kurucuları: Osman Şan, Muharrem Tuncel, Sahibi: Muharrem Tuncel. Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni: Kürşat Tuncel. Sayfa Editörü: Şadiye Ünal. Muhabirler: E. Selcan Tuncel, Harun Sivrikaya, Ali Kapan.
Sekiz sayfalık Yenigün Gazetesinin 14 Kasım 2008 tarih ve 16 bin 570 sayılı nüshasının ilk sayfasında, “Prof. Dr. İsa Kayacan tekrar aramızda… Uzun yıllar gazetemizde köşe yazarlığı yapan. Hemşehrimiz, Anadolu Basınının hamisi, yazar-şair Prof.Dr. İsa Kayacan ara verdiği yazılarına tekrar başladı. Üstad Kayacan’a aramıza tekrar katıldığı için teşekkür eder, başarılar dileriz”. şeklinde bir anons.
Yenigün’ün köşe yazarlarından gazeteci hemşehrim Mesut Madan, 19 Kasım 2008 tarihli Yenigün’deki makalesinde “hoş geldin usta” başlığıyla, bana iltifatlarda bulunarak,”kısa bir aradan sonra yazılarıyla aramızda. Hoş geldin büyük usta İsa Kayacan” cümleleriyle beni şımarttı. Teşekkürler sevgili Madan.. Sende mütevaziliğini hiç bozmadın biliyor musun?.
Yenigün’ün masamda bulunan sayılarından bazı başlıklar aktarmak istiyorum:
-Kilise “Fosil Müze”ye dönüşecek (16577), Piribaşlar Evi’nin restorasyon ihalesi yapıldı (16576) Akif’e yakışan etkinlik (16575), Baki Varol, Demokrat Parti Merkez Karar Kurulu’na seçildi (16575), Burdur’da Akif rüzgarı (16574), MAKÜ, ek ödenekte de birinci sırada yeralıyor (16574), Başkan Akaya, AK Parti’den Aday adaylığı için dün müracaat etti (16573).
Not: S. Selcan Tuncel, Şadiye Ünal, Harun Sivrikaya, Ali Kaplan’ın biyografileriyle birer fotoğrafını (Burdur’un Saz ve Söz Ustaları–2) adlı kitabım için bekliyorum (İK).
 
SES–15 GAZETESİ
Burdur iline bağlı, Bucak ilçesinde pazartesi hariç günlük yayınlanan 8 sayfalık gazete. Kuruluş tarihi: 23 Kasım 1999. Sahibi: Bucak Radyo TV A.Ş, Mesul Müdürü: Melike Korkmaz Elibol, Sayfa editörü: Fatma Aktaş, Burdur Temsilcisi: Nuri Yıldırım, Muhabirleri: Duray Çitekçi, Hüseyin Dilek, Ramazan Arısoy.
Hayırsever işadamı Mehmet Cadıl’ın medya kuruluşlarından biri olan Ses–15 Gazetesinin değişik sayıları masamda. Bu sayılardan aldığım haber başlıklarından bazıları efendim:
-Cadıl’dan öğrencilere moral (1362), Sorun teknoloji değil, çırak olmayışı (1363), Bucak’ta konut fiyatları düştü (1364), kışlık ayakkabı alırken dikkat (1365), Sanatçı Sümer Ezgü bir röportajında, “Öldüğümde mezarımı doğduğum yer olan Bucak’ta olmasını istiyorum” dedi. Anadolu Lisesi birinci oldu (1366), Polonya ile işbirliği ve dostluklar pekiştirildi (1367), Vefat etmiş öğretmenler unutulmadı (1368).
Not: Hüseyin Dilek, Melike Korkmaz Elibol, Fatma Aktaş, Duray Çitekçi, Ramazan Arısoy’un biyografi ve fotoğraflarını (Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2) adlı kitabım için bekliyorum (İK).

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 

 5

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahfi EĞİLMEZ
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz!

 

HİTİTLERLE BULUŞMA...
 

Şapinuva'nın, 3 bin 500 yıllık caddesindeyim. Bir süredir ilgilendiğim uygarlığın dünyasındayım artık. Önümde Hitit eserleri, binlerce yıl öncesini hayal ediyorum

 

Ortaköy'deki kazı evinde, Prof. Dr. Aygül Süel ve bir bölüm öğrencisi bizi karşıladı. Kazı heyeti Aygül Süel başkanlığında, Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Mustafa Süel, Güneş Tabacı, asistan Esma Reyhan ve çeşitli üniversitelerin arkeoloji ve ilgili dallar mezunları ve öğrencilerinden oluşuyor. Her kazıda olduğu gibi burada da bakanlık temsilcisi var. Ona 'Hükümet' diyorlar. Kendimizi her türlü kötü koşula hazırladığımız için kazı evi bize beklediğimizden çok daha şirin göründü. Arkasında yine prefabrik bir yapı var. Kazıda bulunan ve birleştirilmeye çalışılan parçalar orada muhafaza ediliyor. Bu parçalar yüzlerce, hatta binlerce kırık dökük parçadan oluşuyor. Tıpkı bin parçalı beş ayrı puzzle'ın parçalarını karıştırıp, sonra birleştirmek gibi bir şey. Parçaların aynı olduğu anlaşılınca özel bir zamkla yapıştırılıyor ve bir bakıyorsunuz bir küp ya da içki kabı ortaya çıkmış. Güneş hanım ve asistanları restoratör olarak bu işi sabırla yapıyor. Zaman zaman arkeolog, Hititolog deyimleriyle karıştırılıp onlara restoratör yerine restorolog denilmesine sessizce gülüyorlar. Kazı evinde yemekleri Ortaköylü Sultan hanım yapıyor. En kıdemsiz öğrenciler yemek yapımı, temizlik ve bulaşık işlerine yardım ediyorlar. Mustafa Süel, kendilerinin de zamanında aynı işleri yaptığını anlattı.

Şapinuva ve ortaya çıkışı

Her şey birbirine karışık olarak başlamış. Önce Mustafa Süel'in Maşathöyük'te (Hititçe adı Tapigga) bulunan bir tablette kralın üç günlük mesafe tanımını esas alarak Osmanlı menzil haritalarında yaptığı çalışmalar ve yavaş yavaş Ortaköy'e gelişleri. Derken köylülerin buldukları tabletlerin yerlerinin belirlenmesi ve Ortaköy'den 3 kilometre uzaklıktaki Şapinuva'da kazıya karar verilmesi. Süel çifti yaklaşık 10 yıldır kazıyor Şapinuva'yı. Kazdıkça bulgular ve dolayısıyla merak artıyor. Bugüne kadar 3 bin 500 dolayında çivi yazılı tablet bulunmuş Şapinuva'da. Bu tabletlerin kabaca dörtte üçü Hitit, dörtte biri Hurri dilinde yazılı. Aygül hanım tabletleri okumaya uğraşıyor. Çivi yazısı son derecede zor okunabilen bir form. Hem yazılar çok küçük hem de tabletler kırık. Dolayısıyla cümleler kopuyor, anlam çıkarmak zorlaşıyor. Buna karşın çok yol alınmış.

Kentin çarşısında bulunan kömürleşmiş tahta hatıl parçaları üzerinden yapılan tarihleme, MÖ 1340'ı gösteriyor. Yani Şapinuva aşağı yukarı 3 bin 500 yıl öncesinden kalma bir kent. Belki daha da eski. Çünkü o tahtalar sonraki yıllarda konmuş da olabilir. Ama en azından 3 bin 500 yıllık bir Hitit kentinin kazıldığını söylemek mümkün. Kazı alanına gitmek için sabırsızlanıyordum. Baktım Sevgin benden de heyecanlı. Kucağındaki kediyi bıraktı ve yola çıktık. 10 dakika sonra kazı alanındaydık. Bir yandan kazı çalışması sürerken Mustafa Süel bizi gezdirmeye başladı. Bugüne kadar çıkarılmış dört büyük bölüm var. A bölümü denilen yerde büyük bir idare binası ya da sarayın duvar kalıntıları bulunuyor. Duvarlar bir ya da iki kat taş bloktan oluşuyor. Taş bloklar insanı şaşkınlığa düşürecek biçimde girinti ve çıkıntılarla birbirine kilitlenmiş. Dolayısıyla herhangi bir çimento benzeri malzemeye gereksinim kalmadan sapasağlam duruyorlar.

Kerpiç yerine taş olsaydı

Duvarların içinde yine duvarlarla bölünmüş odalar ve bölümler var. Bina, taş blokların üstünde kerpiç tuğlalarla yükseliyor. Özgün biçiminde tahta dikmeler üzerinde tavanlar oluşuyormuş. Bugün ne kerpiç tuğlalı üst duvarları ne de tavanları görmek mümkün. Zaten Hitit kentlerinin en büyük şanssızlığı bu. Binaların tamamı taş bloklarla yapılsaydı
bugüne kalacak kalıntılar çok daha görkemli olacaktı. Ama kerpiç uzun süre dayanamıyor. Hele hele 3 bin 500 yıl dayanması olanaksız. O nedenle bir metre yüksekliğinde taş bloklara bakarak binaları hayal etmek durumundasınız. Oysa örneğin Mısır uygarlığının kalıntıları hemen tümüyle taş bloklarla yükseldiği için neredeyse yapıldığı haline yakın bir konumda duruyor hâlâ.
İdare binasının biraz ilerisinde Hitit başkenti Hattuşa'dan bildiğimiz bir sur ya da çevirme duvarı var. Bu çevirme duvarı Hattuşa surlarından biraz farklı. İki duvar arası toprakla kaplı değil. Duvarların arasında bulunan küpler bunu gösteriyor bize. Demek ki taş blokların bittiği yerden itibaren kerpiç tuğlalarla belirli bir yüksekliğe ulaşıldıktan sonra iki duvar arası, nöbetçilerin üzerinde yürüyebilmesini sağlamak için tahta hatıllarla kapatılıyor ve aradaki boşluk depo olarak kullanılıyormuş. Tıpkı Hattuşa surlarındaki gibi bunlarda da belirli aralıklarla gözcü kuleleri var. Kulelerin bugüne kalmış olan temellerinden anlaşılıyor bu. Ondan sonrası yine hayal gücünü kullanmaya bağlı. Çevirme duvarı bir süre sonra ilginç bir biçimde çatallaşarak Y harfine benzer bir görünüm vermeye başlıyor. Y'nin çatalının ortasındaki alan henüz kazılmadığı için orada ne olduğu bilinmiyor. Oradan da bir bina çıkabilir. Aksi takdirde Y biçiminde bir çevirme duvarının hiçbir anlamı yok gibi görünüyor.

Becerikli Hitit ustalarından izler

İkinci önemli kazı alanı Ağılönü denilen mevkide. Orada da birçok yapı çıkarılmış ortaya. Fırınlar ve ocaklar var. Büyük olasılıkla Hititçede Egiş Kinti denilen işlikler bunlar. Yani bir yandan çeşitli işliklerde iş yapıyor ustalar, bir yandan da yaptıklarını sergileyip satıyorlar. Çünkü satış yerlerine benzer bulgular var. Ağılönü'nde, çakıldan biraz daha büyük taşlar üzerine oturtulmuş büyük ve yassı taş bloklardan oluşan bir cadde var. Binlerce yılın depremine meydan okuyacak kalitede yapılmış bir Hitit caddesinde yürümek büyük keyifti doğrusu. Bir süredir üzerinde uğraştığım Hititlerin dünyasının içindeydim artık. Bu tadı Hattuşa'da ve Alacahöyük'de de almıştım. Ama burası çok daha yeni çıkarıldığı için daha heyecan verici geldi bana. Ve bundan 3 bin 500 yıl önce Anadolu'da büyük bir imparatorluk kurmuş olan Hititleri gözlerimin önünde daha iyi canlandırmamı sağladı bu. Kazı alanı yer yer brandalarla örtülü. Nedeni ise çok açık. Hâlâ bozulmamış kerpiçler var. Onların güneş altında bozulmasını önlemek için üstlerini kapatıyorlar. Yani marifet yalnızca kazmak değil, bulunanı da korumak. O konuda Mustafa Süel ve kazı heyetinin hassasiyeti doruğa ulaşmış durumda.

Sanılandan uzun kalmış olabilirler

Ağılönü'nde ilginç bazı bulgular daha var. Taş bloklardan oluşan kaliteli yapının üzerinde eğreti taşlardan oluşan bir başka kat daha var. Sanki buralar yıkıldıktan ve belki terk edildikten sonra yeniden Hititler gelip yıkıntılar üzerinde yeni binalar yapmışlar. Benzer bir mimarinin izleri görülüyor. Eğer böyleyse Hititlerin deniz kavimlerinin istilasından sonra buraları tümüyle terk etmeyip bir süre sonra yeniden yerleştikleri tahmin edilebilir. Doğal olarak bunlar yalnızca spekülasyon. Ama spekülasyonlar doğru çıkarsa Hititlerin buralarda sanılandan daha uzun yaşadığı anlaşılacak.

Aygül hanım bana brandanın altında korunan bir suyolunu gösterdi. Atık suyu taşımak için yapılmış bir ark görünümünde.

Kent krallığından imparatorluğa

Hititlerin Anadolu'ya M.Ö. 1800'lerde geldikleri sanılıyor. Kısa sürede Kızılırmak yayının içine ve dışına yerleşmişler. Hititlerin Hint-Avrupa kökenli bir dil kullandıkları biliniyor. MÖ 1200'lere kadar Anadolu ve Suriye'nin bir bölümünde egemen olmuşlar ve kent krallığından, büyük bir imparatorluk kurmuşlar. Kadeş Savaşı'nda Mısır'ı yenmişler (Bu savaşta Hitit Kralı Muvatalli, Mısır Firavunu da II. Ramses. Tarihin bilinen ilk önemli barış antlaşmasını (Kadeş Barış Antlaşması) Mısır'la yapmışlar (Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses arasında). MÖ 1200'lerde Anadolu'yu kasıp kavuran deniz kavimlerinin istilasından kaçarak Güneydoğu Anadolu'ya sığındıkları ve 500 yıl kadar daha varlıklarını sürdürdükleri, sonra geldikleri gibi gizemli bir biçimde silindikleri sanılıyor. Hititler konusunda daha fazla bilimsel bilgi almak isteyenler Trevor Bryce'ın 'The Kingdom of the Hittites' (Oxford Yayınları, 1999) adlı kitabını okuyabilir.

***

BAŞLARKEN

Geçen yıl Radikal'de ve NTVMSNBC'de Hititler üzerine yazılarım yayımlandıktan bir süre sonra Çorum/Ortaköy'de yaklaşık 10 yıl önce gün yüzüne çıkarılmış Hitit kenti Şapinuva'nın kazı heyeti başkanı Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Hititolog Prof. Dr. Aygül Süel'den kazıya katılma daveti almıştım. Kazı döneminin bitişi yakın olduğu için bu işi 2001 yılında yapmaya karar vermiştik.

Aslında Aygül hoca kazının eylül sonuna kadar süreceğini söylediği için ağırdan alıyordum. Ne var ki kazı dönemini eylül ortasında kapatmaya karar vermişler. Çünkü ödenek bitmiş. Bu yılki kazıyı da kaçırmamak için eşimle yola çıktık. İzlediğimiz yol Ankara-Sungurlu-Boğazkale-Alaca-Kızıllı Köyü-Ortaköy idi. Kafamda planladığım süre en çok dört saatti ancak beş saat sürdü. Yollar berbat. Daha önce de geçtiğim Ankara-Çorum arası bitmemiş senfoniye benziyor. Yolun bir an önce bitirilmesi gerek. Aksi takdirde bu yollarla oralara turist gitmez.

Şapinuva 10 yıldır kazılıyor. Kentin yüzde 5'i bile çıkarılamamış. Bu hızla giderse kentin tümünün çıkarılması için 150 yıl gerekir. Ödenek, zaman, her şey sınırlı. Çünkü devletin olanakları sınırlı. Buna karşılık Hattuşa'da, Şapinuva'da, Alacahöyük'te ve diğer kazı alanlarında inanılmaz bir özveriyle çalışıyor arkeologlar, Hititologlar, restoratörler ve öğrencileri. Bir tablet için aylar harcanıyor. Bu toprakların geçmişini öğrenebilmek, bugüne dersler çıkarabilmek için... Bu alanda özel kesime büyük görevler düşüyor. Bu kazılara destek olmak gerek. Bulunan her kent, her yeni saray, her yeni tablet hem kültürel birikimimize katkı yapacak hem de turizm gelirlerimize.

'Anitta'nın Laneti' kitabından elde edeceğim telif kazancının bir kısmını Şapinuva kazısında kullanılmak üzere bağışlayacağım.

Anadolu, binlerce yıldır pek çok uygarlık tarafından yakılıp yıkıldığı ve yağmalandığı için ne doğru dürüst mezar kalmış ne de değerli bir şey. Şimdiye dek Hitit mezarı bulunmamasının nedeni bu olabilir. O nedenle filanca yerde mezar var, altın gömülü diyenlere inanmayın. Olsa olsa taş duvarlar, kırık dökük tabletler vardır. Onlar da bu işin uzmanlarından başkasının işine yaramaz.

Çorum, Hitit uygarlığının merkezi. İnsanları son derece cana yakın. Buna karşın üzerinde yaşadıkları 4 bin yıllık uygarlığa gereken ilgiyi göstermiyorlar. Çorum Haber ve diğer gazeteler tarih bilincini aşılamak için sürekli bu araştırmaları yayımlıyor.
1930'lu yıllarda Atatürk'ün hasta hasta gittiği kazılara gidin lütfen. Gidin ve oradaki insanlara moral verin. Hele hele Almanya'ya gidecekseniz, önce Hattuşa'yı mutlaka görün. Orada Hattuşa kazısındaki son gelişmeleri sorarlar ve bilmediğiniz için mahcup olabilirsiniz. Biz buralarla ilgilenmezsek kendimizi yabancıların yazdıklarını tercüme edip tartışır halde buluruz...

VE 'KRAL' KARŞIMIZDA

Süel 'Bir sürprizimiz var' diyerek örtüyü kaldırdı. Bir Hitit tanrısı ya da kralına ait taş kabartmayı görünce heyecandan yüreğim ağzıma geldi. 'II. Şuppiluliuma' dedim. 3 bin 500 yıldır oradaydı

Mahfi EĞİLMEZ

Şapinuva kalıntılarının B bölümü, çevresi ve üzeri kapatılmış bir büyük çarşı. Buranın kapatılmasının nedeni yine kerpiç. Yapıda bol miktarda kerpiç bulunduğu için bozulmaması amacıyla yanlarına tuğladan duvar örülüp, üstü demir direkler üzerine yerleştirilmiş eğimli bir çatıyla kaplanmış. Çarşı 1200 metrekare büyüklüğünde. Taşlarla örülü bir yolun sonundaki büyük kapı geçilerek giriliyor. At arabaları küpler içinde getirdikleri malları burada teslim ediyor. Kapının hemen yanında bir envanter odası var. Yani gelen mallar burada sayılıp, tartılıp kayda alınıyor. Büyük girişin yanında yayaların girmesi için daha dar bir kapı var. Buradan da 'bagajsız yolcular' geçiyor anlaşılan. İçeride ancak bir insanın yürüyebileceği genişlikte yollar, iki yanında da büyüklü küçüklü küplerin yerleştirildiği alanlar var. Küplerin en küçüğü 1, en büyüğü 3 ton sıvı ya da hububat alacak büyüklükte. Kerpiç kullanılarak oturduğu yere sabitlenmiş olan küplerin hepsi kırık.

73 küpte 150 ton mal

Çarşıda 73 tane küp bulunuyor. Büyüklü küçüklü küpler ortalama 2 ton alıyor dersek yalnızca küplerine yaklaşık 150 ton mal depolanabilen bir çarşıyla karşı karşıya olduğumuzu şaşkınlıkla fark ediyoruz. Küplere ek olarak bazı boş bölümler var. Büyük olasılıkla oralara da çuvallarla gelen mallar ya da tekstil ürünleri konuluyordu.

Bunları da hesaba katarsak yaklaşık 200 ton mal alabilen bir çarşı söz konusu. Aralardaki boşlukların ne olduğunu soruyorum Mustafa Süel'e. "Dikmelerin boşlukları" diyor. Yani tahta dikmeler varmış ve çarşının üzeri kapalıymış. 3 bin 500 yıl önce 1200 metrekare büyüklüğünde bir kapalı çarşı. Kerpiçin o kadar zaman nasıl dayandığının yanıtı da kendiliğinden geliyor bu açıklamayla. Kapalı olduğu için uzun süre dayanmış. Sonra da toprak örtmüş üstünü ve kerpiçin bir bölümü bugüne kadar gelmiş.

Maşrapası bile duruyor

Küplerden birinin içinde kırık bir toprak maşrapa bulunmuş. 2 metre çapındaki bir küpün ağzı da geniş olmalı doğal olarak. O maşrapalarla küplerin içindeki sıvı (zeytinyağı, şarap ya da bira) veya hububat (buğday, nohut ya da arpa) alınıp, satılıyor olmalıydı. İnsan çarşının organizasyonuna ve boyutlarına bakınca bunun çarşıdan da öte bir şey olduğunu düşünüyor. İçinde birden fazla küpün yan yana geldiği alanlar, daracık yollara bakınca sanki bir emtia borsasıyla karşı karşıya olduğumuz izlenimi doğuyor. Yani halka değil de yalnızca alış veriş yapmaya yetkili olanlara açık bir yer gibi. Eğer öyleyse dünyanın ilk borsası olabilir burası. Öyle olup olmadığı tabletlerin açıklanmasından sonra çıkacak ortaya. Mustafa Süel, çarşıdaki küplerden birinin içinde bir tekstil parçası bulduklarını anlattı. Dokunsanız dağılıverecek gibi. Dağılmayı önlemek için özel bir sıvıya bulayıp 'konserve'lediklerini söyledi. Parça, tülbentten inceymiş. Büyük olasılıkla küplerin geniş ağızlarını örterek bir yandan hava almasını bir yandan da toz girmesini önlemeye yarıyordu. Çarşının ortasında bir de Pers mezarı var. Altında ne olduğunu bilmeden toprağı derinlemesine kazarak ölüsünü gömmüş Persli. Anadolu'nun ilginç kaderi bu. Nereyi kazsanız birden fazla uygarlık üst üste çıkıyor. Öyle olunca da hepsi bir öncekinin kalıntılarını tahrip ediyor. C bölümü ilk kez bu yıl kazılıyor. Kazı başladıktan kısa bir süre sonra taş blok duvarlar ortaya çıkmış. Aygül Süel, daha biz Çorum'a doğru yola çıkmadan önce telefonda bana sürprizleri olduğunu söylemişti. C alanına hep birlikte gittik. Hummalı bir çalışma var. Asistan Esma Reyhanlı, öğrenciler ve işçiler büyük özenle kazıyorlardı. Aygül hanım "Sürprizlerin biri burada" dedi. Çevreme baktım, bildiğimiz taş duvarlar ve büyük olasılıkla kerpiç olduğu için bozulmasın diye üstü örtülü bölümler. Başka şey göremedim. Mustafa Süel örtünün diğer taraflara göre yüksek bölümünü kaldırdığında heyecandan yüreğim ağzıma geliyor sandım. İşte oradaydı. Bir ortostad. Yaklaşık 20 santim eninde bir taş blok üzerine kabartma olarak yapılmış bir Hitit tanrısı ya da kralı. Daha ilk bakışta Hattuşa'da bir mağarada bulunan imparatorluk döneminin bilinen son kralı II. Şuppiluliuma'ya ait kabartmayla aynı olduğu izlenimi doğdu "II. Şuppiluliuma bu" dedim. Sonra acele ettiğimi fark ederek sustum. 'Anitta'nın Laneti' kitabında resmine yer verdiğim (167. Sayfa) II. Şuppiluliuma'nın kabartmasına çok benziyor. Onda okluk yoktu, bunda var. Tanrı mı kral mı olduğunu anlamak mümkün değil. Kabartmanın baş bölümü kırık ve parça henüz bulunamamış. Baş bölümü olsa külahına bakıp ayırım yapmak mümkün olacak. Omzundan aşağıya doğru sarkmış yayı, beli hizasında taşıdığı okluğu (sadak) ve ucu yukarı kıvrık ayakkabılarıyla 3 bin 500 yıldır orada duruyor. Biz kazıya gelmeden iki gün önce bulunmuş. Gerçekten müthiş bir şey. Bu ortostad bir saray ya da eşdeğer bir binanın karşısında olduğumuzu gösteriyor. Zaten giriş taşları ve onların yanında çıkarılan üzeri hiyeroglifli bir taş blok da bunu gösteriyor. Bu bölümün bulunduğu yer iki metre kazılarak ortaya çıkarılmış. Henüz kazılmamış bölümde büyük olasılıkla binanın geri kalanı ve umarım ki kabartmanın baş kısmı çıkacak.

Ve bir mezar bulunuyor

İkinci önemli kazı alanı Ağılönü denilen mevkide. Orada da birçok yapı çıkarılmış ortaya. Fırınlar ve ocaklar var. Büyük olasılıkla Hititçede Egiş Kinti denilen işlikler bunlar. Yani bir yandan çeşitli işliklerde iş yapıyor ustalar, bir yandan da yaptıklarını sergileyip satıyorlar. Çünkü satış yerlerine benzer bulgular var. Ağılönü'nde, çakıldan biraz daha büyük taşlar üzerine oturtulmuş büyük ve yassı taş bloklardan oluşan bir cadde var. Binlerce yılın depremine meydan okuyacak kalitede yapılmış bir Hitit caddesinde yürümek büyük keyifti doğrusu. Bir süredir üzerinde uğraştığım Hititlerin dünyasının içindeydim artık. Bu tadı Hattuşa'da ve Alacahöyük'de de almıştım. Ama burası çok daha yeni çıkarıldığı için daha heyecan verici geldi bana. Ve bundan 3 bin 500 yıl önce Anadolu'da büyük bir imparatorluk kurmuş olan Hititleri gözlerimin önünde daha iyi canlandırmamı sağladı bu. Kazı alanı yer yer brandalarla örtülü. Nedeni ise çok açık. Hâlâ bozulmamış kerpiçler var. Onların güneş altında bozulmasını önlemek için üstlerini kapatıyorlar. Yani marifet yalnızca kazmak değil, bulunanı da korumak. O konuda Mustafa Süel ve kazı heyetinin hassasiyeti doruğa ulaşmış durumda.

Hititolog olmak isteyenlere...

'Anitta'nın Laneti' adlı kitabı okuyan birçok genç bana e-postayla arkeolog veya Hititolog olmak istediğini yazmıştı. Benzer bir gelişimi Asaf Savaş Akat ve Deniz Gökçe ile ortaklaşa yaptığımız ekodiyalog programında da yaşamıştık. Pek çok lise mezunu, bu program nedeniyle ekonomi okumaya yönlendi. Hatta çok daha yüksek puanlı bölümleri bırakıp ekonomi eğitimine dönenler oldu. Umarım böylesine zengin bir kültür birikimine sahip olan Türkiye'de arkeoloji ve Hititoloji okumak isteyenlerin hem sayısı hem de kalitesi artar.

Gençlere birkaç söz

Arkeoloji veya Hititoloji okumak isteyen gençlere birkaç söz söylemek istiyorum. Sakın ola bu işi benim anlattığım gibi renkli ve kolay sanmayın. Arkeoloji veya Hititoloji okuduktan sonra hemen şöhrete ulaşacağınızı ve ardından televizyona çıkacağınızı düşünmeyin. Her meslek dalında olduğu gibi bu da büyük fedakârlık ve disiplinli çalışmayı gerektiriyor. Yaşamda kolay şey yok. Varsa da size rastlaması tesadüf olabilir. Bu meslekler de tıpkı iktisatçılık gibi. Mezun olmak ayrı, gerçek anlamda arkeolog ya da Hititolog olmak ayrı. Yıllarca çalışmak, okumak, kazılarda asistanlık yapmak, tebliğ sunmak gerek. Bu işe gönül vermiş bir insanın Türkiye'de ve hatta dünyada başarılı olmaması diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü Türkiye, pek çok uygarlığın beşiği. Yani laboratuvarlara sahip. Almanların, İtalyanların, İngilizlerin kendi ülkelerinde edindikleri teorik bilgileri Türkiye'ye gelip pratiğe dönüştürmesine karşın biz kendi laboratuvarlarımızı yeterince kullanamıyoruz. Bütün sorun burada. Bunun da tek nedeni var: İlgisizlik.

***

Şapinuva'da şiirli bir gece

Kazı, bütün toz toprağına ve yoruculuğuna karşılık son derecede zevkli ve heyecan verici bir şey. Antik tarihe ait bir şeyler bulmak, onları gün yüzüne çıkarmak, değerlendirmek, tarihlemeye çalışmak müthiş heyecan verici. Birden amatörlüğümü unutup bazı yorumlar yapmaya dalmış buldum kendimi. Aygül ve Mustafa Süel son derecede hoşgörülü insanlar oldukları için zaman zaman bu yorumlarıma katılıp zaman zaman nazik biçimde düzelttiler beni. Kazının çizimlerini gösterdiler. Yemekten sonra sohbet ettik. Ben, Sevgin, Aygül ve Mustafa Süel, Aslıhanlar (iki Aslıhan var), Güneş hanım, Hülya, Ali ve Murat. Bulunan parçaların sayım ve değerlendirmesini bitirdikten sonra bize 'hükümet' de katıldı. Öncesinde milatın... Ortostad'ın bulunduğu gün Hüseyin Morhamam'ın (kim olduğunu sormayın) yazdığı 'Bir Hitit Dönemi Şehri Şapinuva'da' adlı şiiri Hülya çok güzel okudu:

Eylül akşamlarında
Düşümde
Karanlığın, aydınlığa
Aydınlığın, karanlığa karıştığı
Apansız gelen uykumun tam ortasında
Şapinuva'da,
Hitit şehrindeyim
Öncesinde milatın
İki binlerde
Çevrilmiş çepeçevre duvarın yanıbaşındayım belki de.
Eylül akşamlarında
Düşümde
Şapinuva'dayım
Bir Hitit şehrinde
Yazın güze
Güzün hazanına merhabasındayım belki de.
Eylül akşamlarında
Düşümde
Şapinuva'dayım ağıl önünde
Dibindeyim taş duvarın
Şakağımda bir elim
Yıldızları gözlüyorum gökyüzünde
Kimi sönük, fersiz, mecalsiz
Kimi inadına ötekinin
Ziya saçar etrafına bedelsiz.
Şapinuva akşamlarının görkeminde
Arkadaşım, sırdaşım belki de.
Eylül akşamlarında
Düşümde
Şapinuva'dayım
Bir Hitit şehrinde
Kenarında şehrin
Sıvasında kerpiç evin
Çömlekçinin yanındayım
Çamurunda kilin
Dönerken çarkı aheste
Şapi usta şekil verirken 'Kantoros'a elinde.
Odun atarken
Harlarken ateşini fırının içindeyim
Yanıyorum, yanıyorum belki de.
Şapinuva'da bir
Hitit şehrinde
Düşümde yaşıyorum belki de.

Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
YANIÇ

 

500 gram ıspanak
250 Gram Kıyma
1 kilogram Un
Bir miktar yaş maya
1 yemek kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı pul biber
2 orta boy kuru soğan
 
            Ispanakların başları alınarak kesilerek temizlenir. Büyük bir leğen veya kovada ayıklanan ıspanak ıslatılır. Üç beş kere ıspanak bol suda yıkanarak süzgece alınır.
            Ispanaklar süzülürken 1 kilo una maya ve 1 yemek kaşığı tuz katılarak ılık su ile kulak su memesi katılığında yoğrulur ve dinlenmeye bırakılır.
            Yaş kıyma bir kapta kızartılarak bir kenara alınır.    
Yıkanan ıspanak alınarak bıçak ile küçük küçük olarak tahta üzerinde doğranır bir tepsiye alınarak üzerine soğanlar da doğranır kızartılan kıyma da ıspanağın üzerine dökülür ve tuz,pul biberi de ilave edilerek harç güzelce karıştırılır.
Dinlenen hamur yumurta büyüklüğünde yumak tutulur ve bu yumaklar oklava ile iki tanesi tek tek  bir karış büyüklüğündü açılarak hazırlanan malzeme açılan yufkanın yarısına  konularak yufkanın diğer yarısı katlanarak parmakla bastırılır yapıştırır ve ısıtılan yanmaz tavaya çok az miktarda yağ sürülerek yanıç kısık ateşte kızartılır diğer yüzü de kızartılarak bir temiz kağıda alınır ve tereyağı veya katı yağ ile yağlanır. Biraz soğuyan yanıç kesilerek hemen servis yapılır.

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 06
 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ayşe ÇOBAN
Ayşe ÇOBAN Hayat Hikayesi
DUYGULAR DİLE GELİNCE
Kıymetli Hocam’a sevgi ve saygılarımla.
 
Duydum ki; Çorum’a gelmiş bir yazar,
Görüştüm bilgili,görgülü bir can.
Yaşlanmış ama genç değmesin nazar,
Akrabayız nasıl kaynamasın kan.
 
Onunla tanışmak nasipmiş bana.
Şairlik vesile olmuştur buna.
Şiiri beğenir gider hoşuna,
“Ayşe Sultan” der o bana her zaman.
Canlı bir tarihtir bu ak saçlı can,         
Bu bilge,bu kibar,bu aydın insan.
Onu saygı ile anarım her an,
Sayın hocamızdır Abdullah Ercan.

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

 
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
AYNA
Kişi kendini görür
Aynada...
Düşünce ötelerinde kalır
Zaman zaman...
Eğri görür
Ters görür...
Suçlu arar daima
Yırtık pırtık
Bez görür...
Suçlanacak
İnsanın kendisi
Bilmeden suçlayamaz
İnsanın efendisi...
İnsan ister
Paris’te yaşasın
İster Konya’da
Değişmez gerçekler
Dünyada...
Kişi kendini görür
Aynada...
Mantes la Ville – 21.11.1995 / 18.30

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Arap KURT
Arap KURT Hayat Hikayesi
KADIN GÜLDÜ
Bu sabah bir kadın öldü
Her gün bir kadın ölüyordu aynı yerde,
Çiğ düşerdi üzerlerine
Seher vaktinde yazgıya boyun eğen kelebek gibi...
 
Toplandı başına sevenleri;
Ağladılar,
Dövündüler,
Ama nafileydi gayretleri
Kaskatı yatıyordu kadın
Çimenlerin üstünde
Ve
Bir adam dokundu
Soğuk bedenine
Ne ağladı
Ne de dövündü.
Sadece dokundu
Gül tenine
Kadın güldü...
 
Beklediği de buydu sanki kadının...
Uzak bir ihtimaldi
Bir sonucu mu neydi bu fıtratının!
Yaşarken göremediği huzur
Arzuladığı dokunuş
Çok yaman çelişkiydi ölümden sonraki vuslat
Kim bilebilirdi ki,
Kadın gülecek,
 
Kadın gül/dü
Adam/sa böcek...

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ahmet CANBABA
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi
HEDEF      
Kim önüne çıksa herkes tersliyor
Hiç kimseye bir şey sorulmuyor ki
Örtülür  yüzüne  bütün  kapılar
İşlere  akıl sır  erilmiyorki
 
Karın doyurmuyor yazsan dörtlüğü
Yüreği  yumuşak  bilmez  sertliği
Yokluk , biliyorsun  bozar  mertliği
Söz versen sözünde  durulmuyor ki
 
İşi gücü para   sıfırlı   sayı
Alır  avantadan  en  büyük  payı
Sende  herkes  gibi  ararsın  dayı 
Torpilsiz bir işe girilmiyor ki
 
Günler  acımasız  dinlemez  aman
Bir dakika bile  yol  vermez  zaman
Yüreklerde ateş  gözlerde duman 
Bir metre önümüz görülmüyor ki
 
Hiç yolsuzluk görmedimki böylebir
Bir akıl ver ne yapayım   söyle  bir
Yaratana  sığınıp ta    şöyle  bir
Gözünün  üstüne  vurulmuyor ki
 
İnsanlar   kuyrukta hak arıyorlar
Çokları yalvarıp yakarıyorlar
Önüne engeller çıkarıyorlar
Gideceğin yere varılmıyor ki

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

173 SAYI 25 Temmuz 2013 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!