YIL 15 SAYI 172 25 Haziran 2013 |
|
|
|
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! | |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
|
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
|
|
|
|
01 | |
Mahmut Selim GÜRSEL | |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi | |
|
|
Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız |
|
02 | |
Mustafa Nevruz SINACI | |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi | |
|
|
Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız |
|
03 | |
Mustafa TURAN | |
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi | |
|
|
Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız |
|
04 | |
İsa KAYACAN | |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi | |
|
|
Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız |
|
Mahfi EĞİLMEZ | |
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz! | |
HİTİTLERLE BULUŞMA...
Şapinuva'nın, 3 bin 500 yıllık caddesindeyim. Bir süredir ilgilendiğim uygarlığın dünyasındayım artık. Önümde Hitit eserleri, binlerce yıl öncesini hayal ediyorum
Ortaköy'deki kazı evinde, Prof. Dr. Aygül Süel ve bir bölüm öğrencisi bizi karşıladı. Kazı heyeti Aygül Süel başkanlığında, Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Mustafa Süel, Güneş Tabacı, asistan Esma Reyhan ve çeşitli üniversitelerin arkeoloji ve ilgili dallar mezunları ve öğrencilerinden oluşuyor. Her kazıda olduğu gibi burada da bakanlık temsilcisi var. Ona 'Hükümet' diyorlar. Kendimizi her türlü kötü koşula hazırladığımız için kazı evi bize beklediğimizden çok daha şirin göründü. Arkasında yine prefabrik bir yapı var. Kazıda bulunan ve birleştirilmeye çalışılan parçalar orada muhafaza ediliyor. Bu parçalar yüzlerce, hatta binlerce kırık dökük parçadan oluşuyor. Tıpkı bin parçalı beş ayrı puzzle'ın parçalarını karıştırıp, sonra birleştirmek gibi bir şey. Parçaların aynı olduğu anlaşılınca özel bir zamkla yapıştırılıyor ve bir bakıyorsunuz bir küp ya da içki kabı ortaya çıkmış. Güneş hanım ve asistanları restoratör olarak bu işi sabırla yapıyor. Zaman zaman arkeolog, Hititolog deyimleriyle karıştırılıp onlara restoratör yerine restorolog denilmesine sessizce gülüyorlar. Kazı evinde yemekleri Ortaköylü Sultan hanım yapıyor. En kıdemsiz öğrenciler yemek yapımı, temizlik ve bulaşık işlerine yardım ediyorlar. Mustafa Süel, kendilerinin de zamanında aynı işleri yaptığını anlattı. Şapinuva ve ortaya çıkışı Her şey birbirine karışık olarak başlamış. Önce Mustafa Süel'in Maşathöyük'te (Hititçe adı Tapigga) bulunan bir tablette kralın üç günlük mesafe tanımını esas alarak Osmanlı menzil haritalarında yaptığı çalışmalar ve yavaş yavaş Ortaköy'e gelişleri. Derken köylülerin buldukları tabletlerin yerlerinin belirlenmesi ve Ortaköy'den 3 kilometre uzaklıktaki Şapinuva'da kazıya karar verilmesi. Süel çifti yaklaşık 10 yıldır kazıyor Şapinuva'yı. Kazdıkça bulgular ve dolayısıyla merak artıyor. Bugüne kadar 3 bin 500 dolayında çivi yazılı tablet bulunmuş Şapinuva'da. Bu tabletlerin kabaca dörtte üçü Hitit, dörtte biri Hurri dilinde yazılı. Aygül hanım tabletleri okumaya uğraşıyor. Çivi yazısı son derecede zor okunabilen bir form. Hem yazılar çok küçük hem de tabletler kırık. Dolayısıyla cümleler kopuyor, anlam çıkarmak zorlaşıyor. Buna karşın çok yol alınmış. Kentin çarşısında bulunan kömürleşmiş tahta hatıl parçaları üzerinden yapılan tarihleme, MÖ 1340'ı gösteriyor. Yani Şapinuva aşağı yukarı 3 bin 500 yıl öncesinden kalma bir kent. Belki daha da eski. Çünkü o tahtalar sonraki yıllarda konmuş da olabilir. Ama en azından 3 bin 500 yıllık bir Hitit kentinin kazıldığını söylemek mümkün. Kazı alanına gitmek için sabırsızlanıyordum. Baktım Sevgin benden de heyecanlı. Kucağındaki kediyi bıraktı ve yola çıktık. 10 dakika sonra kazı alanındaydık. Bir yandan kazı çalışması sürerken Mustafa Süel bizi gezdirmeye başladı. Bugüne kadar çıkarılmış dört büyük bölüm var. A bölümü denilen yerde büyük bir idare binası ya da sarayın duvar kalıntıları bulunuyor. Duvarlar bir ya da iki kat taş bloktan oluşuyor. Taş bloklar insanı şaşkınlığa düşürecek biçimde girinti ve çıkıntılarla birbirine kilitlenmiş. Dolayısıyla herhangi bir çimento benzeri malzemeye gereksinim kalmadan sapasağlam duruyorlar. Kerpiç yerine taş olsaydı Duvarların
içinde yine duvarlarla bölünmüş odalar ve bölümler var. Bina, taş blokların
üstünde kerpiç tuğlalarla yükseliyor. Özgün biçiminde tahta dikmeler
üzerinde tavanlar oluşuyormuş. Bugün ne kerpiç tuğlalı üst duvarları ne de
tavanları görmek mümkün. Zaten Hitit kentlerinin en büyük şanssızlığı bu.
Binaların tamamı taş bloklarla yapılsaydı Becerikli Hitit ustalarından izler İkinci önemli kazı alanı Ağılönü denilen mevkide. Orada da birçok yapı çıkarılmış ortaya. Fırınlar ve ocaklar var. Büyük olasılıkla Hititçede Egiş Kinti denilen işlikler bunlar. Yani bir yandan çeşitli işliklerde iş yapıyor ustalar, bir yandan da yaptıklarını sergileyip satıyorlar. Çünkü satış yerlerine benzer bulgular var. Ağılönü'nde, çakıldan biraz daha büyük taşlar üzerine oturtulmuş büyük ve yassı taş bloklardan oluşan bir cadde var. Binlerce yılın depremine meydan okuyacak kalitede yapılmış bir Hitit caddesinde yürümek büyük keyifti doğrusu. Bir süredir üzerinde uğraştığım Hititlerin dünyasının içindeydim artık. Bu tadı Hattuşa'da ve Alacahöyük'de de almıştım. Ama burası çok daha yeni çıkarıldığı için daha heyecan verici geldi bana. Ve bundan 3 bin 500 yıl önce Anadolu'da büyük bir imparatorluk kurmuş olan Hititleri gözlerimin önünde daha iyi canlandırmamı sağladı bu. Kazı alanı yer yer brandalarla örtülü. Nedeni ise çok açık. Hâlâ bozulmamış kerpiçler var. Onların güneş altında bozulmasını önlemek için üstlerini kapatıyorlar. Yani marifet yalnızca kazmak değil, bulunanı da korumak. O konuda Mustafa Süel ve kazı heyetinin hassasiyeti doruğa ulaşmış durumda. Sanılandan uzun kalmış olabilirler Ağılönü'nde ilginç bazı bulgular daha var. Taş bloklardan oluşan kaliteli yapının üzerinde eğreti taşlardan oluşan bir başka kat daha var. Sanki buralar yıkıldıktan ve belki terk edildikten sonra yeniden Hititler gelip yıkıntılar üzerinde yeni binalar yapmışlar. Benzer bir mimarinin izleri görülüyor. Eğer böyleyse Hititlerin deniz kavimlerinin istilasından sonra buraları tümüyle terk etmeyip bir süre sonra yeniden yerleştikleri tahmin edilebilir. Doğal olarak bunlar yalnızca spekülasyon. Ama spekülasyonlar doğru çıkarsa Hititlerin buralarda sanılandan daha uzun yaşadığı anlaşılacak. Aygül hanım bana brandanın altında korunan bir suyolunu gösterdi. Atık suyu taşımak için yapılmış bir ark görünümünde. Kent krallığından imparatorluğa Hititlerin Anadolu'ya M.Ö. 1800'lerde geldikleri sanılıyor. Kısa sürede Kızılırmak yayının içine ve dışına yerleşmişler. Hititlerin Hint-Avrupa kökenli bir dil kullandıkları biliniyor. MÖ 1200'lere kadar Anadolu ve Suriye'nin bir bölümünde egemen olmuşlar ve kent krallığından, büyük bir imparatorluk kurmuşlar. Kadeş Savaşı'nda Mısır'ı yenmişler (Bu savaşta Hitit Kralı Muvatalli, Mısır Firavunu da II. Ramses. Tarihin bilinen ilk önemli barış antlaşmasını (Kadeş Barış Antlaşması) Mısır'la yapmışlar (Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses arasında). MÖ 1200'lerde Anadolu'yu kasıp kavuran deniz kavimlerinin istilasından kaçarak Güneydoğu Anadolu'ya sığındıkları ve 500 yıl kadar daha varlıklarını sürdürdükleri, sonra geldikleri gibi gizemli bir biçimde silindikleri sanılıyor. Hititler konusunda daha fazla bilimsel bilgi almak isteyenler Trevor Bryce'ın 'The Kingdom of the Hittites' (Oxford Yayınları, 1999) adlı kitabını okuyabilir. *** BAŞLARKEN Geçen yıl Radikal'de ve NTVMSNBC'de Hititler üzerine yazılarım yayımlandıktan bir süre sonra Çorum/Ortaköy'de yaklaşık 10 yıl önce gün yüzüne çıkarılmış Hitit kenti Şapinuva'nın kazı heyeti başkanı Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Hititolog Prof. Dr. Aygül Süel'den kazıya katılma daveti almıştım. Kazı döneminin bitişi yakın olduğu için bu işi 2001 yılında yapmaya karar vermiştik. Aslında Aygül hoca kazının eylül sonuna kadar süreceğini söylediği için ağırdan alıyordum. Ne var ki kazı dönemini eylül ortasında kapatmaya karar vermişler. Çünkü ödenek bitmiş. Bu yılki kazıyı da kaçırmamak için eşimle yola çıktık. İzlediğimiz yol Ankara-Sungurlu-Boğazkale-Alaca-Kızıllı Köyü-Ortaköy idi. Kafamda planladığım süre en çok dört saatti ancak beş saat sürdü. Yollar berbat. Daha önce de geçtiğim Ankara-Çorum arası bitmemiş senfoniye benziyor. Yolun bir an önce bitirilmesi gerek. Aksi takdirde bu yollarla oralara turist gitmez. Şapinuva 10 yıldır kazılıyor. Kentin yüzde 5'i bile çıkarılamamış. Bu hızla giderse kentin tümünün çıkarılması için 150 yıl gerekir. Ödenek, zaman, her şey sınırlı. Çünkü devletin olanakları sınırlı. Buna karşılık Hattuşa'da, Şapinuva'da, Alacahöyük'te ve diğer kazı alanlarında inanılmaz bir özveriyle çalışıyor arkeologlar, Hititologlar, restoratörler ve öğrencileri. Bir tablet için aylar harcanıyor. Bu toprakların geçmişini öğrenebilmek, bugüne dersler çıkarabilmek için... Bu alanda özel kesime büyük görevler düşüyor. Bu kazılara destek olmak gerek. Bulunan her kent, her yeni saray, her yeni tablet hem kültürel birikimimize katkı yapacak hem de turizm gelirlerimize. 'Anitta'nın Laneti' kitabından elde edeceğim telif kazancının bir kısmını Şapinuva kazısında kullanılmak üzere bağışlayacağım. Anadolu, binlerce yıldır pek çok uygarlık tarafından yakılıp yıkıldığı ve yağmalandığı için ne doğru dürüst mezar kalmış ne de değerli bir şey. Şimdiye dek Hitit mezarı bulunmamasının nedeni bu olabilir. O nedenle filanca yerde mezar var, altın gömülü diyenlere inanmayın. Olsa olsa taş duvarlar, kırık dökük tabletler vardır. Onlar da bu işin uzmanlarından başkasının işine yaramaz. Çorum, Hitit uygarlığının merkezi. İnsanları son derece cana yakın. Buna
karşın üzerinde yaşadıkları 4 bin yıllık uygarlığa gereken ilgiyi
göstermiyorlar. Çorum Haber ve diğer gazeteler tarih bilincini aşılamak için
sürekli bu araştırmaları yayımlıyor. VE 'KRAL' KARŞIMIZDA Süel 'Bir sürprizimiz var' diyerek örtüyü kaldırdı. Bir Hitit tanrısı ya da kralına ait taş kabartmayı görünce heyecandan yüreğim ağzıma geldi. 'II. Şuppiluliuma' dedim. 3 bin 500 yıldır oradaydı Mahfi EĞİLMEZ Şapinuva kalıntılarının B bölümü, çevresi ve üzeri kapatılmış bir büyük çarşı. Buranın kapatılmasının nedeni yine kerpiç. Yapıda bol miktarda kerpiç bulunduğu için bozulmaması amacıyla yanlarına tuğladan duvar örülüp, üstü demir direkler üzerine yerleştirilmiş eğimli bir çatıyla kaplanmış. Çarşı 1200 metrekare büyüklüğünde. Taşlarla örülü bir yolun sonundaki büyük kapı geçilerek giriliyor. At arabaları küpler içinde getirdikleri malları burada teslim ediyor. Kapının hemen yanında bir envanter odası var. Yani gelen mallar burada sayılıp, tartılıp kayda alınıyor. Büyük girişin yanında yayaların girmesi için daha dar bir kapı var. Buradan da 'bagajsız yolcular' geçiyor anlaşılan. İçeride ancak bir insanın yürüyebileceği genişlikte yollar, iki yanında da büyüklü küçüklü küplerin yerleştirildiği alanlar var. Küplerin en küçüğü 1, en büyüğü 3 ton sıvı ya da hububat alacak büyüklükte. Kerpiç kullanılarak oturduğu yere sabitlenmiş olan küplerin hepsi kırık. 73 küpte 150 ton mal Çarşıda 73 tane küp bulunuyor. Büyüklü küçüklü küpler ortalama 2 ton alıyor dersek yalnızca küplerine yaklaşık 150 ton mal depolanabilen bir çarşıyla karşı karşıya olduğumuzu şaşkınlıkla fark ediyoruz. Küplere ek olarak bazı boş bölümler var. Büyük olasılıkla oralara da çuvallarla gelen mallar ya da tekstil ürünleri konuluyordu. Bunları da hesaba katarsak yaklaşık 200 ton mal alabilen bir çarşı söz konusu. Aralardaki boşlukların ne olduğunu soruyorum Mustafa Süel'e. "Dikmelerin boşlukları" diyor. Yani tahta dikmeler varmış ve çarşının üzeri kapalıymış. 3 bin 500 yıl önce 1200 metrekare büyüklüğünde bir kapalı çarşı. Kerpiçin o kadar zaman nasıl dayandığının yanıtı da kendiliğinden geliyor bu açıklamayla. Kapalı olduğu için uzun süre dayanmış. Sonra da toprak örtmüş üstünü ve kerpiçin bir bölümü bugüne kadar gelmiş. Maşrapası bile duruyor Küplerden birinin içinde kırık bir toprak maşrapa bulunmuş. 2 metre çapındaki bir küpün ağzı da geniş olmalı doğal olarak. O maşrapalarla küplerin içindeki sıvı (zeytinyağı, şarap ya da bira) veya hububat (buğday, nohut ya da arpa) alınıp, satılıyor olmalıydı. İnsan çarşının organizasyonuna ve boyutlarına bakınca bunun çarşıdan da öte bir şey olduğunu düşünüyor. İçinde birden fazla küpün yan yana geldiği alanlar, daracık yollara bakınca sanki bir emtia borsasıyla karşı karşıya olduğumuz izlenimi doğuyor. Yani halka değil de yalnızca alış veriş yapmaya yetkili olanlara açık bir yer gibi. Eğer öyleyse dünyanın ilk borsası olabilir burası. Öyle olup olmadığı tabletlerin açıklanmasından sonra çıkacak ortaya. Mustafa Süel, çarşıdaki küplerden birinin içinde bir tekstil parçası bulduklarını anlattı. Dokunsanız dağılıverecek gibi. Dağılmayı önlemek için özel bir sıvıya bulayıp 'konserve'lediklerini söyledi. Parça, tülbentten inceymiş. Büyük olasılıkla küplerin geniş ağızlarını örterek bir yandan hava almasını bir yandan da toz girmesini önlemeye yarıyordu. Çarşının ortasında bir de Pers mezarı var. Altında ne olduğunu bilmeden toprağı derinlemesine kazarak ölüsünü gömmüş Persli. Anadolu'nun ilginç kaderi bu. Nereyi kazsanız birden fazla uygarlık üst üste çıkıyor. Öyle olunca da hepsi bir öncekinin kalıntılarını tahrip ediyor. C bölümü ilk kez bu yıl kazılıyor. Kazı başladıktan kısa bir süre sonra taş blok duvarlar ortaya çıkmış. Aygül Süel, daha biz Çorum'a doğru yola çıkmadan önce telefonda bana sürprizleri olduğunu söylemişti. C alanına hep birlikte gittik. Hummalı bir çalışma var. Asistan Esma Reyhanlı, öğrenciler ve işçiler büyük özenle kazıyorlardı. Aygül hanım "Sürprizlerin biri burada" dedi. Çevreme baktım, bildiğimiz taş duvarlar ve büyük olasılıkla kerpiç olduğu için bozulmasın diye üstü örtülü bölümler. Başka şey göremedim. Mustafa Süel örtünün diğer taraflara göre yüksek bölümünü kaldırdığında heyecandan yüreğim ağzıma geliyor sandım. İşte oradaydı. Bir ortostad. Yaklaşık 20 santim eninde bir taş blok üzerine kabartma olarak yapılmış bir Hitit tanrısı ya da kralı. Daha ilk bakışta Hattuşa'da bir mağarada bulunan imparatorluk döneminin bilinen son kralı II. Şuppiluliuma'ya ait kabartmayla aynı olduğu izlenimi doğdu "II. Şuppiluliuma bu" dedim. Sonra acele ettiğimi fark ederek sustum. 'Anitta'nın Laneti' kitabında resmine yer verdiğim (167. Sayfa) II. Şuppiluliuma'nın kabartmasına çok benziyor. Onda okluk yoktu, bunda var. Tanrı mı kral mı olduğunu anlamak mümkün değil. Kabartmanın baş bölümü kırık ve parça henüz bulunamamış. Baş bölümü olsa külahına bakıp ayırım yapmak mümkün olacak. Omzundan aşağıya doğru sarkmış yayı, beli hizasında taşıdığı okluğu (sadak) ve ucu yukarı kıvrık ayakkabılarıyla 3 bin 500 yıldır orada duruyor. Biz kazıya gelmeden iki gün önce bulunmuş. Gerçekten müthiş bir şey. Bu ortostad bir saray ya da eşdeğer bir binanın karşısında olduğumuzu gösteriyor. Zaten giriş taşları ve onların yanında çıkarılan üzeri hiyeroglifli bir taş blok da bunu gösteriyor. Bu bölümün bulunduğu yer iki metre kazılarak ortaya çıkarılmış. Henüz kazılmamış bölümde büyük olasılıkla binanın geri kalanı ve umarım ki kabartmanın baş kısmı çıkacak. Ve bir mezar bulunuyor İkinci önemli kazı alanı Ağılönü denilen mevkide. Orada da birçok yapı çıkarılmış ortaya. Fırınlar ve ocaklar var. Büyük olasılıkla Hititçede Egiş Kinti denilen işlikler bunlar. Yani bir yandan çeşitli işliklerde iş yapıyor ustalar, bir yandan da yaptıklarını sergileyip satıyorlar. Çünkü satış yerlerine benzer bulgular var. Ağılönü'nde, çakıldan biraz daha büyük taşlar üzerine oturtulmuş büyük ve yassı taş bloklardan oluşan bir cadde var. Binlerce yılın depremine meydan okuyacak kalitede yapılmış bir Hitit caddesinde yürümek büyük keyifti doğrusu. Bir süredir üzerinde uğraştığım Hititlerin dünyasının içindeydim artık. Bu tadı Hattuşa'da ve Alacahöyük'de de almıştım. Ama burası çok daha yeni çıkarıldığı için daha heyecan verici geldi bana. Ve bundan 3 bin 500 yıl önce Anadolu'da büyük bir imparatorluk kurmuş olan Hititleri gözlerimin önünde daha iyi canlandırmamı sağladı bu. Kazı alanı yer yer brandalarla örtülü. Nedeni ise çok açık. Hâlâ bozulmamış kerpiçler var. Onların güneş altında bozulmasını önlemek için üstlerini kapatıyorlar. Yani marifet yalnızca kazmak değil, bulunanı da korumak. O konuda Mustafa Süel ve kazı heyetinin hassasiyeti doruğa ulaşmış durumda. Hititolog olmak isteyenlere... 'Anitta'nın Laneti' adlı kitabı okuyan birçok genç bana e-postayla arkeolog veya Hititolog olmak istediğini yazmıştı. Benzer bir gelişimi Asaf Savaş Akat ve Deniz Gökçe ile ortaklaşa yaptığımız ekodiyalog programında da yaşamıştık. Pek çok lise mezunu, bu program nedeniyle ekonomi okumaya yönlendi. Hatta çok daha yüksek puanlı bölümleri bırakıp ekonomi eğitimine dönenler oldu. Umarım böylesine zengin bir kültür birikimine sahip olan Türkiye'de arkeoloji ve Hititoloji okumak isteyenlerin hem sayısı hem de kalitesi artar. Gençlere birkaç söz Arkeoloji veya Hititoloji okumak isteyen gençlere birkaç söz söylemek istiyorum. Sakın ola bu işi benim anlattığım gibi renkli ve kolay sanmayın. Arkeoloji veya Hititoloji okuduktan sonra hemen şöhrete ulaşacağınızı ve ardından televizyona çıkacağınızı düşünmeyin. Her meslek dalında olduğu gibi bu da büyük fedakârlık ve disiplinli çalışmayı gerektiriyor. Yaşamda kolay şey yok. Varsa da size rastlaması tesadüf olabilir. Bu meslekler de tıpkı iktisatçılık gibi. Mezun olmak ayrı, gerçek anlamda arkeolog ya da Hititolog olmak ayrı. Yıllarca çalışmak, okumak, kazılarda asistanlık yapmak, tebliğ sunmak gerek. Bu işe gönül vermiş bir insanın Türkiye'de ve hatta dünyada başarılı olmaması diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü Türkiye, pek çok uygarlığın beşiği. Yani laboratuvarlara sahip. Almanların, İtalyanların, İngilizlerin kendi ülkelerinde edindikleri teorik bilgileri Türkiye'ye gelip pratiğe dönüştürmesine karşın biz kendi laboratuvarlarımızı yeterince kullanamıyoruz. Bütün sorun burada. Bunun da tek nedeni var: İlgisizlik. *** Şapinuva'da şiirli bir gece Kazı, bütün toz toprağına ve yoruculuğuna karşılık son derecede zevkli ve heyecan verici bir şey. Antik tarihe ait bir şeyler bulmak, onları gün yüzüne çıkarmak, değerlendirmek, tarihlemeye çalışmak müthiş heyecan verici. Birden amatörlüğümü unutup bazı yorumlar yapmaya dalmış buldum kendimi. Aygül ve Mustafa Süel son derecede hoşgörülü insanlar oldukları için zaman zaman bu yorumlarıma katılıp zaman zaman nazik biçimde düzelttiler beni. Kazının çizimlerini gösterdiler. Yemekten sonra sohbet ettik. Ben, Sevgin, Aygül ve Mustafa Süel, Aslıhanlar (iki Aslıhan var), Güneş hanım, Hülya, Ali ve Murat. Bulunan parçaların sayım ve değerlendirmesini bitirdikten sonra bize 'hükümet' de katıldı. Öncesinde milatın... Ortostad'ın bulunduğu gün Hüseyin Morhamam'ın (kim olduğunu sormayın) yazdığı 'Bir Hitit Dönemi Şehri Şapinuva'da' adlı şiiri Hülya çok güzel okudu: Eylül akşamlarında Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!
|
|
05 | |
Selma GÜRSEL | |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi | |
|
|
|
|
Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız |
|
06 | |
Ayşe ÇOBAN | |
Ayşe ÇOBAN Hayat Hikayesi | |
|
|
Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız |
|
07 | |
Üzeyir Lokman ÇAYCI | |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi | |
|
|
Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız |
|
08 | |
Arap KURT | |
Arap KURT Hayat Hikayesi | |
|
|
Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız |
|
09 | |
Ahmet CANBABA | |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi | |
|
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! | |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! | |
1 |
|
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara, Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | |
1 |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM | |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|