|
YIL 14 SAYI 165 25 Kasım 2012 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL KUTLAMALAR VE BİZLER
-
Mustafa TURAN ÖĞRETME; ÖĞRETMEN OLUNCA
-
Atilla ALPAY ESKİ ÇORUM EVLERİNİN ÖZELLİKLERİ VE YAŞAM
-
Mustafa Nevruz SINACI İLERİ DEMOKRASİ DİKTATÖRLÜĞÜ
-
İsa KAYACAN SEVİNÇ DOĞANCAN GÜVEN’DEN İSMET İNÖNÜ’YE
-
Selma GÜRSEL DOMATESLİ
BULGUR PİLAVI
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
KUTLAMALAR VE
BİZLER
-
Toplumlukla yaşama gereklerimizin açık göstergesi ve
zamanın akışı içinde bizler bazı anları veya günleri
veyahut ta haftaları ve hatta aylar ile yılları bazı
önemli olaylarımıza böleriz.
-
Aslında bu yaşadığımız zaman
diliminde bu kutlamaların ne denli bilinmezlikten
gelindiği, ne derece bilindiği veya ne derece de de
kutlandığı şüphelidir.
-
Artık robotlaşan bir beden iye yaşadığımız bu
günlerde, bizlerin vücuda faydadan çok zarar veren
yiyecek ve içecek alışkanlıkları gibi zamanımızın
değerini ve kıymetini bilemez duruma getirildik. O
kadar ileri gidildi ki genetiği oynanmış yiyeceklerle
beslenir, alışkanlık yapacak ve tiryakiliği olmaz ise
olmaz bir bağımlı hale getirildik. Yıllar içinde bu
zaman içinde insanlar yetiştirildikleri dini görüşleri
ile eğitim ve gelenek göreneklere göre artık
bilinçlenmiş veya şartlanmış olarak görebiliriz.
Bizler beslenme ve yaşamalarımız artık gelir
seviyemizin çok üzerinde bir gelire sahip olmamız için
monoton bir çalışma temposu ile yaşama diliminde
bulunmaktayız. Bu dilimde yaşayan bizlerin bazen en
önemli kutlamalarımızı unutur veya unutur gözükmeye
başladık.
-
Ülkemizin dini, milli ve geleneksel kutlamaları
bulunmaktadır. Artık dini bayramlarımız bir işten
uzaklaşma olarak gözükmektedir. Tatil yapabilecek
gelirleri olanlar için dini bayram tatillerini bekler
oldular. Bu günler gelir gelmez hemen evlerinden
uzaklaşarak kendilerini ziyaret ederek kutlamak için
gelenleri de görmemiş ve ağırlamamış oluyorlar.
-
Milli Bayramlarımız Ülkemizde ise artık iktidarca
unutturulmaya çalışılarak üstleri örtülme için adeta
sistemli bir girişim ve yok etme çabaları ise bazı
kimselerce önlenmeye çalışılmakta ise de fazla bir
etkinliği gözükmemektedir. Haftaların önemleri de aynı
hafta içinde başka bir kutlamanın girmesi ile
karışmakta olması da haftalara ilgilerin azalmasına
sebebiyet veriyor görüşündeyim.
-
Ayrıca kutlamaların sadece belirlenmiş günlerde
kutlanmasına da karşıyım. Bir yıl içinde kutladığımız
ve kutlayacağımız hafta ve günlerin sadece bu gün ve
haftalara ait olduğu düşüncesi ile insanlar adeta
şartlandırıyoruz. Ülkemizde kutlanan bu gün ve
haftalar her gün insanların bilinci ile birlikte
bilgisinin artması için kutlama girişimlerimi daha
bilinçli olarak düzenlemeliyiz. Bu bilgileri sadece o
gün için değil devamlı olarak bilgimizin içinde
olmasını sağlamalıyız.
-
Gelelim belirli gün ve haftalar bölümüne: Kasım Ayı
içerisinde kutlanan bulabildiğim aşağıda bulunan
haftalar ve kutlamaları kutlar nicelerine ermemizi
dilerim!
-
29
Ekim-4 Kasım Kızılay Haftası
01-07 Kasım Harf İnkılâbı Haftası 2-8 Kasım Lösemili
Çocuklar Haftası
3-9 Kasım Organ Bağışı ve Nakli Haftası
8 Kasım Dünya Şehircilik Günü
10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü 10-16 Kasım Atatürk
Haftası
11-15 Kasım Dünya Çocuk Kitapları Haftası 12 Kasım
Afet Eğitimi Hazırlık Günü14 Kasım Dünya Diyabet Günü
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü
20 Kasım Dünya Felsefe Günü
22 Kasım Diş Hekimleri Günü
22 Kasım'ı içine alan hafta Ağız ve Diş Sağlığı
Haftası
24 Kasım Öğretmenler Günü 24-30 Kasım Öğretmenler
Haftası
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle mücadele günü
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa TURAN |
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
|
-
ÖĞRETME; ÖĞRETMEN OLUNCA
-
Keyfiyet,
her zaman kemiyetten önemlidir dostlar. Bu ülkeye çok değil,
ideal sahibi öğretmen lazımdır. Herkes öğretmen olabilir.
Ancak, mesele ideal sahibi iyi bir öğretmen olabilmektir.
Öğrencilerin gönüllerinde ve zihinlerinde iyi bir ad, güzel
bir yad bırakabilmektir. Ehliyetli, dirayetli, liyakatlı, on
parmağında on hüner olan, donanımlı ve performans sahibi
öğrenciler yetiştirip bu vatana ve aziz millete sıradan değil,
sıra dışı üstün hizmetler sunabilmektir.
-
Hz. İsa (as)
da bir öğretmendi. Çarmıha gerilmeyi göze alarak yetiştirdiği
12 havarisiyle (öğretmeniyle) o kadar etki bıraktı ki, bu gün
dünyanın yarıdan fazlası O’nun dininin temsilcisidir. Demek ki
öğretmen öğretmen olunca mağarada dahi yetiştirdiği öğrenciler
dünyayı şekillendirebiliyormuş.
-
Hz. Muhammed
(sav) de bir öğretmendi. “Ben ancak bir muallim olarak
gönderildim” diyordu. Tek başına ortaya çıkan bu insanlık
ehramının zirvetaşı, gaye insan ve ufuk Peygamber, Rabbinden
aldığı ilk “OKU!” mesajıyla, kaba saba, cahil cuhela bir
toplumu kısa zamanda temelinden dönüştürüp, dünyaya örnek olan
ve yön veren İslam medeniyetinin temellerini atabiliyordu.
Medinede Mecid-i Nebevi’nin bir köşesine kurduğu Ashab-ı Suffa
okulu ile,ilmin kapısı Hz. Ali gibi nice alimler, Ebu Hureyre
gibi nice muhaddisler, Musab Bin Umeyr gibi nice öğretmenler
yetiştirmişti. Uhut savaşına ben de gideceğim diye 9 yaşında
beline taktığı kılıç kendinden büyük Said El-Hudri’ye Kainat
Efendisi: “Ya Said! Biz savaşa gidiyoruz. Medinede korunmaya
muhtaç yaşlılar var. Kadınlar var. Sen de dön onları koru”
diyerek öğretmenlik formasyonunun en âlâ ve en muşahhas
numunesini veriyordu. Demek ki, öğretmen öğretmen olunca, çöl
ortasında ve hurma dallarının gölgesinde yetiştirdiği
öğrencilerle dünyayı, bir başka dünyaya dönüştürebiliyordu.
-
Hoca Ahmet
Yesevi de bir öğretmendi. Yeriştirdiği talebeleri olan Horasan
Erenleri, bütün bir Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasını
sağlamışlardı. Mevlana’da bir öğretmendi. Ama O öyle bir
evrensel öğretmendi ki, vefatından 800 yıl sonra, bir yılda
Topkapı Sarayı’nı ziyaret eden insandan, daha fazla insanı,
dünyanın her tarafından Konya’ya ve huzuruna bir günde
toplayabiliyor ve İzzeddin Keykavus gibi cihan hükümdarı
yetiştirebiliyordu. Hacı Bektaşi Veli de bir öğretmendi. Ama
O, incinse de incinmeyen, eline, beline, diline sahip, ilim,
irfan ve edep sahibi öğrenciler yetiştirmişti. Şeyh Edebali de
bir öğretmendi. Ama O öyle bir öğretmendi ki, Cihan devletinin
temellerini atan Osman Gazi gibi nice öğrenciler
yetiştirmişti. Molla Gürani, Molla Hüsrev ve Akşemseddin de
birer öğremen idiler. Onların elinde şekillenen ve eleğinden
geçen Fatih, İstanbul gibi bir dünya şehrini fethedebilmişti.
Öğretmeninin karşısında O’nun elleri titriyor ve surlardan
içeri girerken kendisine çiçek sunan Bizans kızlarına: “Siz bu
çiçekleri benim öğretmenime verin”diye Akşemseddin’i işaret
ediyordu.
-
Molme de bir
öğretmendi. Ama O yetiştirdiği öğrencisi Napolyon’nun
yumruklarına hedef olmuştu. Çünkü O’nun ölçeği yanlıştı. Ölçek
yanlış olunca, ölçümler de yanılmıştı. Buna karşı,
Kemalpaşazade’nin yetiştirdiği Cihangir Yavuz, öğretmeninin
atının ayağından sıçrayan çamuru şeref olarak addediyor ve ona
saygı duyuyordu. İşte bu performansla 8 yılda Osmanlı
coğrafyasına iki Osmanlı daha ilave edebiliyordu.
-
Öğretmen
Ebussuud Kanuni’yi, Öğretmen Sadettin Efendi III. Mehmet’i,
öğretmen Aziz Mahmut Hüdai de I. Ahmet gibi cihan hükümdarları
yetiştirmişlerdi.
-
Kemal Bey de
bir Matematik öğretmeniydi. Ama O, Mustafa Kemal gibi bir
öğrenci yetiştirmişti ki, o öğrenci Çanakkale’de düşmanı
durdurmakla kalmıyor, peşine taktığı bütün bir milletle,
hileyle değil çileyle, cehaletle değil, ilim ve irfanla
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruyor ve mensubu olduğu milletin
Başöğretmeni oluyordu. Hedef olarak da muasır medeniyeti
gösteriyordu.
-
Yıllarca bu
milletin başına geçip onu idare ettiğini sanan liyakatsız,
dirayetsiz, çapsız ve hicapsız, Rabbini ve haddini bilmeyen
sözde devlet adamlarını yetiştirenler de birer öğretmendi. Ama
O öğretmenler yetiştiremedikleri öğrencileri ile, muasır
medeniyeti yakalamada bu millete yarım asırdan daha fazla
zaman kaybettiriyorlardı. Bu büyük utanç ve vebal onların
omuzlarında mahşere dek devam edecektir.
-
Öğretmen, o öğretmendir ki, yedi veren güller gibi vatan,
bayrak kokan, ilim, irfan kokan, başarı ve performans kokan
öğrenciler yetiştirerek koca bir milletin maküs talihini
değiştirir. Bu ideal öğretmeni alkışlamak da, benim uçsuz
bucaksız bir bahtiyarlığım olur. Selam olsun böylesi eli
öpülecek öğretmenlere.
|
|
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
-
ESKİ
ÇORUM EVLERİNİN ÖZELLİKLERİ VE YAŞAM :
-
Tarihi Çorum
Evlerinin bugün ki ayakta kalanları ve tarihi eser kapsamına
alınanlar ancak ikinci kuşak yapılardır. Eski ve nevi şahsına
münhasır Çorum evlerinden birkaç müştemilat(Tekkeli Hoca-Eşref
Ertekin-evinden kalanlar ile–köyler ve bazı ilçelerdekiler
hariç-nerede ise hiç bir şey kalmamıştır.
-
İkinci kuşak
yapıların inşasına Tanzimat’ın ilanı ile başlanmış, Ebniye
nizamnameleri ve bina standartları belirlenmiş ve inşaat
işleri fenni bir hale getirilmişti.
-
Bulundukları
arsa üzerinde cadde veya yol kenarlarına yaklaşan bu binalar
her ne kadar asri olmuşlarsa da Osmanlı’dan gelen kafes
geleneğini uzun yıllar devam ettirmişlerdir.2
(Bir müddet sonra bu cephelerde revizyona uğramış kafesler
atılmış, cumbaları iptal edilmiş ve balkonlar eklenmiş; arka
bahçeleri küçülmüş, oda sayıları ve fonksiyonları da iyice
azalmıştı.) Varlıklı ailelerin iki katlı büyük konakları da
bulunmakla birlikte üç katlı olanları nadirdi. (İlçelerimizden
sadece İskilip üç katlı ve ikinci kuşak evleri ile maruftur.)
-
Gerçekte
tarihi veya eski Çorum evleri denilen kavram; büyük ailelerin
yaşadığı, harem ve selamlık esasına göre düzenlenmiş; toprağa
dayalı kapalı bir ev ekonomisinin sürdürüldüğü, büyükçe
bahçeler içinde münferit yapılardı.
-
Ahırları,
haymalıkları, kış için mahsul veya erzak depolama yerleri,
kilerleri, çamaşırhaneleri ve pekmez kaynatma mahalleri olan
çok fonksiyonlu evlerdi. Genellikle açık sofalı(Hayat veya
divanhane de denilir.) olan bu yapılar tek katlı olur; bütün
odalar bu sofaya açılırdı. Her oda kendi ısınma ve temizlenme
problemini kendi içinde çözerdi. Bir baş oda veya orta odada
toplanılır, yemekler yer sofrasında ve birlikte yenilirdi.
-
En tipik
olanları yan yana dizilmiş odaların önünde geniş ve açık
sofanın, ahşap parmaklıklarla ve masif çam direklerle
çevrildiği, zemini kırmızı pişmiş toprak tuğla ,(karo)
döşeli, bahçe içerisinde, etrafı toprak veya taştan yüksek bir
duvarla çevrili; sokakla hiç bir ilişkisi olmayan: geniş
bahçeye ve atmosfere açık olarak inşa edilenleriydi.
-
Eski Türk
evlerinin karakteristik özelliği olan tepe penceresi yani
renkli camlı, vitraylı pencereler bazı varlıklı insanların
evlerinde bulunurdu.(Bu tür yapılara Kastamonu, Bursa ve
İstanbul’da sık rastlanmaktaydı.)
-
Zeminden
sekiz on basamak kadar yüksekti ve taş bir temel üzerine
oturmaktaydı. Bazen de su basman seviyeleri hizasında ahırları
ve muhtelif depolama birimleri yer alırdı. Sofadaki sabit
mobilyaları uzun ahşap sedirler, ahşap erzak dolapları ve
ahşap merdivenler ile parmaklıklardı. Mimaride ve fonksiyonda
iklimin etkisi olduğu kadar sahibinin gelir etkisi de
önemliydi. Ama ana fonksiyon şeması değişmezdi. İnancın etkisi
gereği haremlik –selamlık (baş oda) kavramı çok uzun yıllar
büyük ailelerle birlikte yaşadı.
-
Oda tavan
yükseklikler birinci kuşak evlerde alçaktı. Odalar halılar,
sofalar kilim ve yolluklarla kaplanırdı. Oda zeminlerini
birkaç kat çeşitli (kırmızı ve beyaz toprak ve üstü hasır
zeminleri ) halı veya kilimler örterdi. Bunların varlığı insan
ve yer ilişkisini belirlerdi ve aynı zamanda da birer de
kültürel miras sayılmaktaydılar. Yemekler yerde yenir, yerde
ibadet edilir, yerde yatılır ve uyunurdu. Sadece ahşap
sedirler bu ilişkiyi bozardı. Bahçeli düzen yaşamı, toprak
üzerinde geçen zamanı belki ahireti hatırlatırdı.
-
Binaların
uygun yerlerinde üzerlik denilen kurutulmuş bitki manzumeleri
sallandırılır bunların yakılması ile nazar ve cin etkisinin
uzaklaştırılacağına inanılırdı. Kapıların üstüne at nalları
takılır veya yüksek bir yerlere bazen de bina alınlarına,
köşelerine geyik boynuzları asılırdı. Cam altı tekniği ile
yazılmış veya çini levhalarda “Maaşalah,Ya malik- ül Mülk veya
Ya sahib-ül Mülk” yazılır görünecek bir yere ön cephelerin en
yüksek yerlerine takılırdı.
-
Baş oda
bahsettiğimiz gibi evin en önemli misafir odasıydı. Evin
yaşlıları, erkekleri genellikle burada oturur ve toplanırlar;
misafirler buraya Kabul edilirdi. Ayrıca her ailenin birde
kendi odası olurdu. Yine bu ilk kuşak evler bulunduğu cadde ve
sokaktan görünmezlerdi. Tam mahremiyet kesb ederler ve
bulundukları arsanın en uzak köşesine inşa edilirlerdi. Yaşama
mekânına ulaşmak için büyükçe bir bahçeyi geçmek gerekirdi. Bu
bahçelerde demirbaş olarak dut, ayva, vişne ceviz vb ağaçlar
olur,; açık sofa önü ve çardaklar asmalar ile kaplanırdı. Bu
evlerde son otuz yıla gelinceye kadar mutlaka-büyükbaş veya
küçükbaş hayvanlar da hayvan beslenir; süt ve yoğurt gibi
hayvansal gıdalar hep evde hazırlanırdı. Ekmek yapımı başlı
başına bir hadiseydi. Temel gıda maddesi olan ekmek yarı
yarıya kepekli kara değirmen unundan yufka formunda açılır.
Kurutulur, yenileceği zaman ıslatılarak, yumuşatılarak
tüketilirdi. Bağ bahçeye ulaşım ve her türlü nakliyat at
arabaları ile olurdu. Evlerin pek çoğunun ahırları ve at
arabaları vardı. Bahçesinde türlü çeşitli sebze ve meyve
yetiştirilen bu yapıların birer de kuyuları mutlaka bulunurdu.
-
Yapı tekniği
açısından ahşap karkaslama üzerine (iskedos) ve toprak tuğlalı
kireç harcı ile örülerek inşa edilen bu binalar tatlı kireç
sıva ile sıvanır ve toprak boyalarla boyanırdı. Masif çıralı
çam taşıyıcı direklerinin bugünkü kolonlar yerine geçtiği bu
yapıların yüzyılı aşkın yakın ömürleri olurdu. Elekrik
olmadığı için önceleri zeytinyağı kandilleri ve sonraları da
gaz lambaları ile aydınlanma temin edilirdi.V arlıklı aileler
gazyağlı lüks lambası kullanırdı.
-
Isınma
önceleri duvara gömülü ocaklarla sağlanır ve bunlarda aynı
zamanda yemekte pişirilirdi. İlave olarak mangal kullanımı son
derece yaygındı. Daha sonra sobalar kullanılmaya başlandı ve
kömür tüketimi yaygınlaştı. Kapalı bir ekonominin hüküm
sürdüğü eski yapılarda dışarıdan gazyağı ,tuz ,kelle şeker ve
baharat haricinde pek bir şey satın alınmaz ; herkes kendi
yiyeceğini kendi hazırlardı. Mimari tasarım olarak ortak
özellikleri daima mütevazı bir ruh taşımalarıydı. Hele mahalle
odaları denilen ve her mahallede bir veya birkaç tane
bulunan-semtin ileri gelenlerinin akşam kahve sohbetleri
yaptığı ve halledilmesi gereken meselelerin konuşulduğu özel
yapılar da zamanın sosyolojik ve anlayışına çok uygundu. Ege’
deki yapılarda görülen ve antik Yunandan kalma cephe
süslemeleri ile Karadeniz yapılarındaki ahşap detaylar Çorum
evlerinde hiç görülmezdi.
-
İkinci kuşak
evlerde belirgin olan yabancı detaylar, (demir parmaklık ve
şebeke işleri, kapı kilit ve bazı metal malzemeler) Ermeni
ustaların elinden çıkardı. Pişmiş toprak tuğla ile ocak
arkalarına örülerek yangına karşı koruma sağlayan kalkan
duvarlar Çorum evlerinde birçoklarında yoktu. Yine bazılarında
da pişmiş toprak borularla-pöğrek-ısıtma ve atık sular için
gerekli fenni detayların da düşünülmüş olması hayret
vericiydi. Bir eski Çorum evi Anadolu Türk evinin ta
kendisiydi. Bu eski evlerin yaşayan benzerlerini ancak
Bursa’nın Selçuklulardan günümüze intikal etmiş olan Cumalı
Kızık köyünde görmekteyiz. (Tarihi çevresiyle ün salan
Safranbolu evleri, kozmopolit çizgiler ve her kültürden izler
taşıyan İstanbul evleri, hatta Boğaziçi yalıları, kalın taş
duvarlı Erzurum evleri bile Anadolu evi özelliği taşımamakta;
ancak bulundukları yöreyi yansıtmaktadırlar.)
-
Eski Çorum
Evleri mobilyasızdı. Yataklar yere serilir ertesi sabah
dolaplara kaldırırdı. Oturma birimleri ot yastıklı ve ahşap
divanlardan ibaretti. Bakırdan üretilmiş muhtelif kaplar;
kalaylanarak kullanılır, mangal, rahle, muhtelif günlük
kullanım malzemelerinden başka bir şey bulunmazdı. Yaşam
mütevazi ve az sayıdaki eşya ile sürüp giderdi. Beton ve demir
çağına gelinceye kadar bu tek katlı ev tipleri yakın ve uzak
çevrede görülmeyen bir asma kültürüne de ev sahipliği
yapmışlardır. Birçok il ve ilçede sokağa asma dikme adetinin
bulunmadığı; ancak arasta ve açık avlulu çarşılarda
görebileceğimiz bu olayın şehrimizde son derece yaygın olması
hayret vericidir. Evin dış duvarının kenarına dikilen bir
asmanın bütün sokağa gölgelik yaptığı, gelen ve geçenlerin
üzümlerinden istifade ettiği, kapı önlerinde oturan yaşlıları
güneşten koruması gibi özellikleri bilhassa Yeniyol,
Yavruturna ve Kale mahallelerinde hala görmek mümkündür. Eski
insanların zarif yaşama kültürünü tarihi ve doğal çevreyi
birleştiren bu düşüncesine böylece hayran olmamak elde
değildir.
-
Bugün ise
bütün bunlardan bahsetmek artık imkansızdır. (Gayri
Müslümlerin eski Çorum’ un hayatındaki rolleri-başka illerdeki
gibi-Tarihi yaşama çevresini etkileyecek kadar uzun ömürlü ve
etkin olmamıştır. Bu itibarla Çorum’daki hemen bütün yapılar,
günümüze kalan ahşap minareli camiiler, hanlar, kale,
köprüler, köy konakları, bağ evleri, sokak çeşmeleri, eski
okullar binaları vb mimari unsurlar hep nev-i şahsına
münhasırdır yani orijinal Müslüman-Türk Veya özgün İç Anadolu
üslubu olmuştur diyebiliriz.)
|
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
İLERİ DEMOKRASİ DİKTATÖRLÜĞÜ
-
“Tevil
etmeye gerek görmeden ifade ediyoruz; Türkiye’de bir Diktatör
var. Türkiye’de Diktatörlük rejiminin nihai dinamikleri hayata
geçirilmek isteniliyor. Diktatörlüğün tüm tezahürleri
Türkiye’de yaşanıyor. Tarihte yaşanan diktatörlük süreçleri
Türkiye’de yaşanıyor. Toplum; inançlar, etnik yapılar, tarihi
değerler, Cumhuriyet değerleri, sosyal ve ekonomik gruplar
üzerinden ayrıştırılıyor. Nefret söylemi Diktatör eliyle
tırmandırılıyor. Yaşadığımız rejimde; Siyasilerin,
Muhaliflerin özel hayatları yasa dışı yollarla izleniyor,
görüntüleniyor. Bu görüntüler İktidar tarafından şantaj ve
tehdit aracı olarak kullanılıyor. Fail ve sorumlular
bulunamıyor. Başbakan Yardımcısına suikast iddiasıyla Kozmik
Odalara giriliyor. Devletin stratejik sırları deşifre
ediliyor. Ancak suikastın sorumluları bir türlü bulunamıyor.
Kamuoyu gelişmelerden her nedense bilgilendirilmiyor. Gizli
sürdürülen adli soruşturmalar Hükümet’in gayri resmi organı
niteliğindeki basın organlarına Kolluk tarafından servis
ediliyor, Şüpheliler itibarsızlaştırılıyor, infaz ediliyor;
ancak servisi yapan mekanizmalar tespit edilemiyor.
-
ÖSYM odaklı;
KPSS, Yargıçlık Sınavları, TUS, Komiser Yardımcılığı Sınav
Soruları servis ediliyor, ancak failler bir türlü ortaya
çıkarılamıyor. Yargı da karartma ortamına iştirak ediyor;
Konya’da kömür ve gıda yardımlarının dağıtıldığı bilgileri
içeren Sosyal Yardımlaşma Vakfı Defteri kayboluyor, failler
her nasılsa tespit edilemiyor, Savcılıklar takipsizlik kararı
veriyor. Enerji Bakanlığı bağlantılı olarak 1 Milyar Dolar
seviyesinde kömür yolsuzluğu yapıldığına dair Hazine Raporları
esas alınarak Savcılığa suç duyurusu yapılıyor. Savcılıkta
dosya 3 yıldır sumen altı ediliyor faillere ulaşılmıyor. Gece
yarısı Torba Kanun uygulamasıyla bu yolsuzluğun araştırılması
engelleniyor. İktidara mensup Milletvekillerinin yolsuzluk
fezlekeleri kayboluyor, ortadan kaldırılıyor, bu işlemleri
yapan Savcı bir türlü bulunamıyor. Basın üzerinde oto sansür
kurumsal hale geliyor, oto sansürün yeni yöntemleri gelişiyor,
muhalif gazetecilerin karşısına Hükümet Komiseri niteliğinde
zaptiyeler yerleştiriliyor. Muhalif olmanın sembolü karikatür
sanatı, İktidar sözcülüğünün temsilciliğine dönüşüyor.
Karikatür sanatı nitelik değiştiriyor.
-
Bu rejimde:
Uludere faciasının, Suriye’de düşen uçağın, 29 Ekim
kutlamalarına ilişkin istihbaratın nereden geldiği bir türlü
öğrenilemiyor. Devlet eliyle karartma uygulanıyor. Deniz
Yıldırım ismindeki bir Gazeteci hakkında Yargıç ve Savcı
dışında birileri “tutukluluğun devamına” şeklinde yazılı not
düşüyor, Deniz Yıldırım tahliye edilmiyor. Bu notu düşen, bu
kararı veren illegal merci bir türlü ortaya çıkartılamıyor.
Bir milletvekili veya bakan hakkında 2004 yılında İsviçre’den
valiz dolusu döviz getirdiği iddiaları basında yer alıyor,
ancak olay tahkik edilemiyor. Yazıdaki iddialar tekzip dahi
edilemiyor.
-
Bu rejimde;
Başbakan hakkında İsviçre’de 8 ayrı banka hesabının olduğu
iddiaları dile getiriliyor. Ancak, Başbakan ilgili ülkeden
aksine bir belge alma girişiminde bulunmuyor.
-
Kamuoyu da
bunları konuşamıyor, konuşamaz hale geliyor. Suudi Arabistan
Kralının, Başbakan ve Cumhurbaşkanına verdiği hediyelerin
tutarı ve akıbeti bir türlü öğrenilemiyor.Bu rejimde; Yargı’da
Hakkı Manav’lar yaratılıyor. Mahrumiyet bölgelerinde 1 ay
görev yapan Savcı’lar, Yargıçlar Adalet Bakanlığı bünyesine
alınıyor. Şehit düşen Doğu Beyazıt ve Ovacık Savcı’larına
Koruma verilmiyor. Hükümet ile yakın ilişkileri olduğu bilinen
Danıştay başkanı, suç örgütü üyeleri ile 3 kez ve ayrıca özel
araçta görüntüleniyor. Ancak, hakkında yargı prosedürleri
işletilmiyor ve Danıştay kurum olarak zan altında bırakılıyor.
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın emek ve tasarrufları
üzerinden yolsuzluk yapan Deniz Feneri sanıkları Hükümet
eliyle korunuyor. Alman Yargı Organlarının tespit ve
hükümlerine göre “100 Yılın Soygunu ve
tasarrufları üzerinden yolsuzluk yapan Deniz Feneri sanıkları
Hükümet eliyle korunuyor. Alman Yargı Organlarının tespit ve
hükümlerine göre “100 Yılın Soygunu Olan” bu yolsuzluğu
soruşturan Savcı’lar görevden alınabiliyor. Yolsuzluk
yapanları korumak için Hükümet Üyeleri’nin “Köstebeklik”
yaptığını gösteren bulgular ortaya çıkıyor. Adalet ve İçişleri
Bakanı soruşturmaya müdahale ediyor, delilleri karartıyor.”
-
Bu rejimde
‘Ağaoğulları’ yaratılıyor. Ağaoğulları kavramını, Kamu
yönetimindeki hukuksuzluk ve haksızlıkları ifade anlamında
kullanıyoruz. Bu yolla Kamu alanları, orman alanları talan
ediliyor. Ancak, unutulmamalıdır ki, Ağaoğulları sonuçta
Diktatörlerin elinde patlar, toplum ağır bedeller öder.
Diktatör, açlık grevinin 50. Gününde olan insanları taciz
ediyor, buna tenezzül; İnsaf ve vicdanla bağdaşmayacak şekilde
ölüm sınırındaki insanları rencide ediyor. Diktatör, ülkenin
Cumhurbaşkanı’nı hedef alarak , “Benim Valime nasıl talimat
verirsin….” diyerek aslında faşizan zihniyetini itiraf ediyor.
“Ben Devletim” diyor. Demokrasiden, insan haklarından,
Devletin sorumluluğundan nasibini almadığını bir anlamda
itiraf ediyor, tescil ettiriyor. Vali’nin, Cumhurbaşkanını ve
Devleti temsilen görev yaptığını kabullenemiyor. Devletin
Vali’lerini, Parti’nin Vali’leri ve kendisinin çalışanı
zannediyor.
İşte bu ülkede faşizan süreç yaşanırken, Siyasi İktidar bir
taraftan da, Darbeleri Araştırma Komisyonu adı altında “Sanal
bir gösteriyi” sergiliyor. Bu gerçekler daha da
çoğaltılabilir. Bir belgenin İngilizce fotokopisini ilişikte
sunuyorum. Tercümesini yaptırdık. ABD Ankara Büyükelçiliğinin
düzenlemiş olduğu 24 Kasım 2008 tarihli bu belgeye göre;
Türkiye Cumhuriyeti Emniyet Genel Müdürlüğü, Silivri ve bağlı
davalarla ilgili olarak ABD Elçiliğine raporlama yapıyor,
brifingler veriyor. Yaptıkları açıklama ve değerlendirmelerde,
soruşturma ve yargılamalar sonucunda, şüphelilerin
mahkûmiyetinden emin olduklarını dile getiriyor, ayrıntıları
anlatıyorlar. Emniyet birimleri yargılama yapıyor, hüküm
kuruyorlar. Mezkûr belgeye göre; Başbakan’ın, Silivri
soruşturması ve bağlı dosyalarla ilgili olarak davayı
yürütenlerle haftalık toplantılar yaptığı ifade ve tespit
ediliyor. Ortaya çıkan tablonun özeti şudur: Başbakan, Silivri
ve bağlı olaylarla ilgili soruşturma dosyalarının doğrudan
içindedir. Kolluk gücü, Siyasi iktidarın emir ve talimatları
doğrultusunda görev yapmakta; Bu çalışmalarda, ABD
mercilerinin izni ve icazeti alınmakta, bilgilendirmeler
yapılmaktadır. Bu tablo, aslında şaşılacak ya da yadırganacak
bir tablo değildir. AKP’nin Türkiye’yi getirdiği dramatik ve
kaçınılmaz sonuçtur. Esasen; bir ülkede Diktatörlük varsa,
Diktatörlük rejimi kurumsal hale gelmiş ise, Diktatör
kaçınılmaz olarak yurt dışı dinamiklerle ilişkiye girer. Bu
ilişki türü ve niteliği konjonktüre göre, Okyanus ötesi de,
berisi de olabilir. Bir ülke; siyasi ve ekonomik anlamda nasıl
sömürgeleştirilir, nasıl ayrıştırılır? Bu tarihi süreçten söz
ediyoruz. Bu süreç öyle bir süreçtir ki, sürecin sonunda;
Yargı mekanizmaları kritik davalarda delilleri araştıramazlar,
delillerden korkar hale gelirler. Zira deliller
araştırıldığında Yargı mekanizmasının illegal yapılanma içinde
olduğu ortaya çıkar. Türkiye’de Mahkemeler, gerçeklerin ortaya
çıkmasından korkmaktadır. Bunun en bariz ve acımasız örneği
Balyoz Yargılamasında ortaya çıkmıştır. Böyle bir tabloda,
adalet, hukuk ve toplumsal barışın tesisinden söz edilemez.
Böyle bir sürecin devamında kaçınılmaz olarak intikam ve
husumet tohumları yeşerecektir. Bir toplum işte böyle ayrışır,
böyle ayrıştırılır.
-
Değerli
Basın Mensupları!
-
Diktatör’ler; kişisel ve siyasi hırsları uğruna ve ayrıca
Devlet yönetiminde yaratmış oldukları yolsuzlukları ve
hukuksuzlukları kamufle etmek amacıyla, İç ve Dış Savaş dahil,
Türkiye’yi her maceraya sürüklemekten kaçınmayacaklardır. Bu
kaygımızı halkımızın dikkat, takdir ve sorumluluğuna tevdi
ediyoruz.
-
Narsist bir
özgüvenin; Kifayetsiz ve muhteris bir yönetim anlayışının;
Marazileşen bir kibrin yol açtığı ve açacağı kabirlerden söz
ediyoruz. Elbette umudumuzu ve kararlılığımızı kaybetmiyoruz;
Halkımız 29 Ekim tarihinde Cumhuriyet’in kurulduğu Ulus
Meydanından haykırmış, bu oyuna izin vermeyeceğini, demokratik
yollardan hesabını soracağını, dile getirmiştir. Türkiye
Cumhuriyeti Yurttaşları arasında “Ötekiyi” yaratmadan hep
birlikte Haramilerin Saltanatına son verecek, yeniden Bağımsız
Türkiye’yi inşa edeceğiz…” (Atilla Kart, Konya Milletvekili,
02.11.2012 tarihli Ankara Basın Toplantısı.)
-
Buyurun
“YORUM” Sizin!
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- SEVİNÇ DOĞANCAN GÜVEN’DEN İSMET İNÖNÜ’YE
-
Sevinç Doğancan Güven şair,
yazar, ressam. Yazdıkları, yayınladıkları dikkat çekiyor, göz dolduruyor.
-
Bir zarf dolusu şiiri geldi
geçenlerde Sevinç hanımın. Bunlar içinde, rahmetli İsmet İnönü’ye gönderi,
gönlüyle söyleşileri, Çanakkale anlatımları, arayışları, askerlere yazılan
mektupları, artılar-eksiler var mısra mısra şekillenmiş.
-
- İSMET İNÖNÜ’YE GÖNDERİ
-
Sevinç Doğancan Güven,
rahmetli İsmet İnönü’ye duygularını gönderiyor, sonunda da acele cevap
bekliyor. Önce selam gönderiyor, mübarek ellerinden öpüyor İsmet İnönü’nün.
Doğu şivesiyle “Nasılsın iyi misen? diye soruyor.
-
- Şehrin tüm ışıkları,
- Yandı paşam,
- Bizleri soriysan,
- Karanlıklar, sisler içindeyiz.,
-
-
Diyerek, Ankara’nın
suskunluğundan rahatsız olduğunu dile getiriyor. Ankara’nın mahsunluğu,
Kalenin küskünlüğü, Türk bayrağının üzgünlüğü karşısındaki sıkıntılarını
birbir sayıyor Sevinç Doğancan Güven.
-
- Ötede Tunalı..
- Tunalı, renk cümbüşü,
- Kırmızı, turuncu, mor, sarı,
- Paşam, Tunalı bir düş..
- Genç kuşağın otağı,
- Ve de varsılların moda sarayı..
-
-
Mısralarıyla yakınmalarını
sıralamaya devam ediyor Sevinç hanım. Bugün, Altındağ’ın, Çankaya’nın ve
Ankara’nın tüm semtlerinin, mahallelerinin, şehrin bütününün tanınacak halde
olmadığını sıralıyor, sıralıyor. Sonra mısralara dökülen duygularıyla
karşılaşmamız sürüyor:
-
- Keçiören ocak olmuş, yanıyır,
- Etlik onulmaz yara, kanıyır,
- Atam, Bahçeli’de,
- Rasattepede,
- Kırgın-üzgün,
- Boylu boyunca yatıyır.
-
-
Ankara’nın derdi her geçen
gün arttığı için, bu sıkıntıların sıralanışında zorlanıldığını dile getirerek;
“Başkent’ten /binlerce saygı, selam Paşam/ Nurlarda yatsın Atam/Oğullarım,
askerlerim, Makbule anam/Nurda yatsın Mevhibe anam” dedikten sonra, gönderinin
sonuna geliniyor ve şöyle bitiriliyor efendim:
-
- Nemleketim cennet ama,
- Milletimdir cayır cayır yanan,
- Paşam
- Mektubu hürmetle sonliyrem,
- Hemi de,
- Acele cevap bekliyrem…
-
-
Sevinç Doğancan Güven’e
İsmet İnönü’den cevap gelirse ve bu cevap bize ulaştırılırsa, o cevaptan da
sözederiz inşallah!
- YILIN SON HABERİ:
-
Gazeteci-Yazar İsa
Kayacan’a 209.cu plaket, kısa adı SAKÜDER olan “Sanat ve Sanatkârlar
Topluluğu” Derneği’nden geldi. Söz konusu plakette yazılanlar:
-
Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; Cumhuriyetimizin 85. ci yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlemiş olduğumuz “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu
şiir yarışmamızda Jüri Üyesi olarak katkılarınız nedeniyle, teşekkürlerimizi
sunarız. (Sevgi Eser, SAKÜDER Yönetim Kurulu Başkanı-24 Aralık 2008, Ankara)
|
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
DOMATESLİ BULGUR PİLAVI
-
Orta boyda
beş domates
-
İstenildiği kadar yeşilbiber
-
Bir çay
bardağı zeytinyağı
-
Bir ölçü
bulgur
-
Bir kaşık
salça
-
Bir yemek
kaşığı tuz
-
Bir yemek
kaşığı tereyağı
-
Bulgur
için marketlerden alınacak iyi kalite bir kilo pilavlık
bulgur kullanacağınız kadar yani ölçünüz kadar bulgur
doldurulur ve bir tepsiye dökülerek taş veya yabancı madde
var mı diye ayıklanır. Domatesle ve biberler güzelce
yıkanarak bir süzgeçte bekletilir.
-
Pilav için
kullanacağınız tencere kısık ateşin üzerine konulur
zeytinyağı tencerede ısıtılır ısınma esnasında domateslerin
kabuğu soyularak küçük parçalar halinde doğranır. Isınmış
zeytinyağının içerisine atılır kaşıkla karıştırılarak
biberler doğranır. Biberler de tencereye atıldıktan sonra
üzerine pilavlık bulgur dökülür. Bulgur ölçüsü ile de bir
ölçü sıcak su konulur. Bir kaşık salça konulur, tereyağı
konulur, tuzu ve istenirse kırmızıbiber de eklenir. Pilavlık
bulgur suyu çekene kadar kısık ateşte bırakılır. Sonra
pilavın biraz bekletilerek karıştırılır ve sıcak olarak
servis yapılır!
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
07 |
|
|
|
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
Orhan AFACAN |
Orhan AFACAN Hayat Hikayesi
|
-
NE ZAMAN SENİ GÖRSEM KABE'DEYİM
Ne zaman seni görsem, Kâbe’deyim
Sık görüşelim Hacı Arkadaşım.
Kâbe’yi gören gözünden öpeyim,
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.
Hastalanırsan yine başındayım
Pamukla su verme telaşındayım.
Sana hizmette hep genç yaşındayım
Sık görüşelim Hacı Arkadaşım.
Anlatma sık sık gördüğün rüyayı.
Her zaman pusuda düşün riyayı
Fani bir aşkla sevelim dünyayı
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım…
Duaya başla ben; Âmin, diyeyim.
Gözyaşlarını gözümle sileyim.
Kendimi senle cennette bileyim
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım..
İhramı giyelim yine Teninde
En çok istediğin budur senin de
Ecri çok Allah için sevmenin de
Sık Görüşelim Hacı arkadaşım.
Özlemin fazla
Kâbe’ye senin de
Hep ordasın çare olsa elinde.
Huzurumsun, ruhumsun bedenimde
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.
Sen Hıra’ya
git; ben Sevr’de kalayım.
Peygamberi dizimde yatırayım.
Gördüklerimi, gel de anlatayım
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım
Anılar bir yanda, dua bir yanda
Bizden bahtiyarı var mı dünyada
Galiba ömrüm sona yaklaşmada.
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.
Hamza’nın yası var Uhut dağında.
Ben olayım Vahşi’nin tuzağında.
Muhammed de, Gül’ açsın dudağında
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.
Ne büyük değil mi İmanın Kadri
İmanla kazandı o büyük Bedri.
Verse de Hak hasretine sabrı.
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.
Kol kola gezdik seninle Tavafta.
Namazlara durduk yan yana safta.
Yıl gibi geliyor sensiz bir hafta
SIK GÖRÜŞELİM HACI ARKADAŞIM
|
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
-
SEVGİ
- Sevgi gönüllerde
kapı çalmaktır
- Sevgi emeklerin
yarışmasıdır
- Sevgi ışığına
teslim olmaktır
- Acıların kana
karışmasıdır
-
- Göz yordamı ile
dikizleyerek
- Tedirgin kuşkulu
yol izleyerek
- Provasız sevip
tökezleyerek
- Suçlu arzuların
duruşmasıdır
-
- Göz bakışa
konaklamış kaçında
- Sevgi gurbet ele
gitmiş göçünde
- Bir tadımlık
aşkta düşler içinde
- Kuvvetli arzuya
erişmesidir
-
- Benzemektir dalda
çiçek açmışa
- Tabu yıkıp zor
yolları seçmişe
- Bir çileli
yolculuktur geçmişe
- Dikenlerin gülle
barışmasıdır
-
- Sevgiye susamış
bekler hazların
- Heyecan içinde
titrer dizlerin
- İçinde sır saklı
gülen gözlerin
- Islak kirpiklerle
görüşmesidir
-
- Suyun aynasında
akıp geçerek
- Sevgi boyutuna
bakıp geçerek
- Zenginliğe dudak
büküp geçerek
- Aşkın gönüllerde
vuruşmasıdır
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
166 SAYI 25 Aralık 2012 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |