YIL 14     SAYI 165    25 Kasım  2012

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL KUTLAMALAR VE BİZLER
Mustafa TURAN ÖĞRETME; ÖĞRETMEN OLUNCA
Atilla ALPAY ESKİ ÇORUM EVLERİNİN ÖZELLİKLERİ VE YAŞAM
Mustafa Nevruz SINACI İLERİ DEMOKRASİ DİKTATÖRLÜĞÜ
İsa KAYACAN SEVİNÇ DOĞANCAN GÜVEN’DEN İSMET İNÖNÜ’YE
Selma GÜRSEL DOMATESLİ BULGUR PİLAVI
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
KUTLAMALAR VE BİZLER
Toplumlukla yaşama gereklerimizin açık göstergesi ve zamanın akışı içinde bizler bazı anları veya günleri veyahut ta haftaları ve hatta aylar ile yılları bazı önemli olaylarımıza böleriz. 
Aslında bu yaşadığımız zaman diliminde bu kutlamaların ne denli bilinmezlikten gelindiği, ne derece bilindiği veya ne derece de de kutlandığı şüphelidir.
Artık robotlaşan bir beden iye yaşadığımız bu günlerde, bizlerin vücuda faydadan çok zarar veren yiyecek ve içecek alışkanlıkları gibi zamanımızın değerini ve kıymetini bilemez duruma getirildik. O kadar ileri gidildi ki genetiği oynanmış yiyeceklerle beslenir, alışkanlık yapacak ve tiryakiliği olmaz ise olmaz bir bağımlı hale getirildik. Yıllar içinde bu zaman içinde insanlar yetiştirildikleri dini görüşleri ile eğitim ve gelenek göreneklere göre artık bilinçlenmiş veya şartlanmış olarak görebiliriz. Bizler beslenme ve yaşamalarımız artık gelir seviyemizin çok üzerinde bir gelire sahip olmamız için monoton bir çalışma temposu ile yaşama diliminde bulunmaktayız. Bu dilimde yaşayan bizlerin bazen en önemli kutlamalarımızı unutur veya unutur gözükmeye başladık.
Ülkemizin dini, milli ve geleneksel kutlamaları bulunmaktadır. Artık dini bayramlarımız bir işten uzaklaşma olarak gözükmektedir. Tatil yapabilecek gelirleri olanlar için dini bayram tatillerini bekler oldular. Bu günler gelir gelmez hemen evlerinden uzaklaşarak kendilerini ziyaret ederek kutlamak için gelenleri de görmemiş ve ağırlamamış oluyorlar.
Milli Bayramlarımız Ülkemizde ise artık iktidarca unutturulmaya çalışılarak üstleri örtülme için adeta sistemli bir girişim ve yok etme çabaları ise bazı kimselerce önlenmeye çalışılmakta ise de fazla bir etkinliği gözükmemektedir. Haftaların önemleri de aynı hafta içinde başka bir kutlamanın girmesi ile karışmakta olması da haftalara ilgilerin azalmasına sebebiyet veriyor görüşündeyim.
Ayrıca kutlamaların sadece belirlenmiş günlerde kutlanmasına da karşıyım. Bir yıl içinde kutladığımız ve kutlayacağımız hafta ve günlerin sadece bu gün ve haftalara ait olduğu düşüncesi ile insanlar adeta şartlandırıyoruz. Ülkemizde kutlanan bu gün ve haftalar her gün insanların bilinci ile birlikte bilgisinin artması için kutlama girişimlerimi daha bilinçli olarak düzenlemeliyiz. Bu bilgileri sadece o gün için değil devamlı olarak bilgimizin içinde olmasını sağlamalıyız.
Gelelim belirli gün ve haftalar bölümüne: Kasım Ayı içerisinde kutlanan bulabildiğim aşağıda bulunan haftalar ve kutlamaları kutlar nicelerine ermemizi dilerim!
29 Ekim-4 Kasım Kızılay Haftası  
01-07 Kasım Harf İnkılâbı Haftası 2-8 Kasım Lösemili Çocuklar Haftası 
3-9 Kasım Organ Bağışı ve Nakli Haftası
8 Kasım Dünya Şehircilik Günü
10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü 10-16 Kasım Atatürk Haftası
11-15 Kasım Dünya Çocuk Kitapları Haftası 12 Kasım Afet Eğitimi Hazırlık Günü14 Kasım Dünya Diyabet Günü
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü
20 Kasım Dünya Felsefe Günü
22 Kasım Diş Hekimleri Günü
22 Kasım'ı içine alan hafta Ağız ve Diş Sağlığı Haftası
24 Kasım Öğretmenler Günü 24-30 Kasım Öğretmenler Haftası
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle mücadele günü

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa TURAN
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
ÖĞRETME; ÖĞRETMEN OLUNCA
Keyfiyet, her zaman kemiyetten önemlidir dostlar. Bu ülkeye çok değil, ideal sahibi öğretmen lazımdır. Herkes öğretmen olabilir. Ancak, mesele ideal sahibi iyi bir öğretmen olabilmektir. Öğrencilerin gönüllerinde ve zihinlerinde iyi bir ad, güzel bir yad bırakabilmektir. Ehliyetli, dirayetli, liyakatlı, on parmağında on hüner olan, donanımlı ve performans sahibi öğrenciler yetiştirip bu vatana ve aziz millete sıradan değil, sıra dışı üstün hizmetler sunabilmektir.
Hz. İsa (as) da bir öğretmendi. Çarmıha gerilmeyi göze alarak yetiştirdiği 12 havarisiyle (öğretmeniyle) o kadar etki bıraktı ki, bu gün dünyanın yarıdan fazlası O’nun dininin temsilcisidir. Demek ki öğretmen öğretmen olunca mağarada dahi yetiştirdiği öğrenciler dünyayı şekillendirebiliyormuş.
Hz. Muhammed (sav) de bir öğretmendi. “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim” diyordu. Tek başına ortaya çıkan bu insanlık ehramının zirvetaşı, gaye insan ve ufuk Peygamber, Rabbinden aldığı ilk “OKU!” mesajıyla, kaba saba, cahil cuhela bir toplumu kısa zamanda temelinden dönüştürüp, dünyaya örnek olan ve yön veren İslam medeniyetinin temellerini atabiliyordu. Medinede Mecid-i Nebevi’nin bir köşesine kurduğu Ashab-ı Suffa okulu ile,ilmin kapısı Hz. Ali gibi nice alimler, Ebu Hureyre gibi nice muhaddisler, Musab Bin Umeyr gibi nice öğretmenler yetiştirmişti. Uhut savaşına ben de gideceğim diye 9 yaşında beline taktığı kılıç kendinden büyük Said El-Hudri’ye Kainat Efendisi: “Ya Said! Biz savaşa gidiyoruz. Medinede korunmaya muhtaç yaşlılar var. Kadınlar var. Sen de dön onları koru” diyerek öğretmenlik formasyonunun en âlâ ve en muşahhas numunesini veriyordu. Demek ki, öğretmen öğretmen olunca, çöl ortasında ve hurma dallarının gölgesinde yetiştirdiği öğrencilerle dünyayı, bir başka dünyaya dönüştürebiliyordu.
Hoca Ahmet Yesevi de bir öğretmendi. Yeriştirdiği talebeleri olan Horasan Erenleri, bütün bir Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasını sağlamışlardı. Mevlana’da bir öğretmendi. Ama O öyle bir evrensel öğretmendi ki, vefatından 800 yıl sonra, bir yılda Topkapı Sarayı’nı ziyaret eden insandan, daha fazla insanı, dünyanın her tarafından Konya’ya ve huzuruna bir günde toplayabiliyor ve İzzeddin Keykavus gibi cihan hükümdarı yetiştirebiliyordu. Hacı Bektaşi Veli de bir öğretmendi. Ama O, incinse de incinmeyen, eline, beline, diline sahip, ilim, irfan ve edep sahibi öğrenciler yetiştirmişti. Şeyh Edebali de bir öğretmendi. Ama O öyle bir öğretmendi ki, Cihan devletinin temellerini atan Osman Gazi gibi nice öğrenciler yetiştirmişti. Molla Gürani, Molla Hüsrev ve Akşemseddin de birer öğremen idiler. Onların elinde şekillenen ve eleğinden geçen Fatih, İstanbul gibi bir dünya şehrini fethedebilmişti. Öğretmeninin karşısında O’nun elleri titriyor ve surlardan içeri girerken kendisine çiçek sunan Bizans kızlarına: “Siz bu çiçekleri benim öğretmenime verin”diye Akşemseddin’i işaret ediyordu.
Molme de bir öğretmendi. Ama O yetiştirdiği öğrencisi Napolyon’nun yumruklarına hedef olmuştu. Çünkü O’nun ölçeği yanlıştı. Ölçek yanlış olunca, ölçümler de yanılmıştı. Buna karşı, Kemalpaşazade’nin yetiştirdiği Cihangir Yavuz, öğretmeninin atının ayağından sıçrayan çamuru şeref olarak addediyor ve ona saygı duyuyordu. İşte bu performansla 8 yılda Osmanlı coğrafyasına iki Osmanlı daha ilave edebiliyordu.
Öğretmen Ebussuud Kanuni’yi, Öğretmen Sadettin Efendi III. Mehmet’i, öğretmen Aziz Mahmut Hüdai de I. Ahmet gibi cihan hükümdarları yetiştirmişlerdi.
Kemal Bey de bir Matematik öğretmeniydi. Ama O, Mustafa Kemal gibi bir öğrenci yetiştirmişti ki, o öğrenci Çanakkale’de düşmanı durdurmakla kalmıyor, peşine taktığı bütün bir milletle, hileyle değil çileyle, cehaletle değil, ilim ve irfanla Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruyor ve mensubu olduğu milletin Başöğretmeni oluyordu. Hedef olarak da muasır medeniyeti gösteriyordu.
Yıllarca bu milletin başına geçip onu idare ettiğini sanan liyakatsız, dirayetsiz, çapsız ve hicapsız, Rabbini ve haddini bilmeyen sözde devlet adamlarını yetiştirenler de birer öğretmendi. Ama O öğretmenler yetiştiremedikleri öğrencileri ile, muasır medeniyeti yakalamada bu millete yarım asırdan daha fazla zaman kaybettiriyorlardı. Bu büyük utanç ve vebal onların omuzlarında mahşere dek devam edecektir.
Öğretmen, o öğretmendir ki, yedi veren güller gibi vatan, bayrak kokan, ilim, irfan kokan, başarı ve performans kokan öğrenciler yetiştirerek koca bir milletin maküs talihini değiştirir. Bu ideal öğretmeni alkışlamak da, benim uçsuz bucaksız bir bahtiyarlığım olur. Selam olsun böylesi eli öpülecek öğretmenlere.

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
ESKİ ÇORUM EVLERİNİN ÖZELLİKLERİ VE YAŞAM :
Tarihi Çorum Evlerinin bugün ki ayakta kalanları ve tarihi eser kapsamına alınanlar ancak ikinci kuşak yapılardır. Eski ve nevi şahsına münhasır Çorum evlerinden birkaç müştemilat(Tekkeli Hoca-Eşref Ertekin-evinden kalanlar ile–köyler ve bazı ilçelerdekiler hariç-nerede ise hiç bir şey kalmamıştır.
İkinci kuşak yapıların inşasına Tanzimat’ın ilanı ile başlanmış, Ebniye nizamnameleri ve bina standartları belirlenmiş ve inşaat işleri fenni bir hale getirilmişti.
Bulundukları arsa üzerinde cadde veya yol kenarlarına yaklaşan bu binalar her ne kadar asri olmuşlarsa da Osmanlı’dan gelen kafes geleneğini uzun yıllar devam ettirmişlerdir.2
(Bir müddet sonra bu cephelerde revizyona uğramış kafesler atılmış, cumbaları iptal edilmiş ve balkonlar eklenmiş; arka bahçeleri küçülmüş, oda sayıları ve fonksiyonları da iyice azalmıştı.) Varlıklı ailelerin iki katlı büyük konakları da bulunmakla birlikte üç katlı olanları nadirdi. (İlçelerimizden sadece İskilip üç katlı ve ikinci kuşak evleri ile maruftur.)
Gerçekte tarihi veya eski Çorum evleri denilen kavram; büyük ailelerin yaşadığı, harem ve selamlık esasına göre düzenlenmiş; toprağa dayalı kapalı bir ev ekonomisinin sürdürüldüğü,  büyükçe bahçeler içinde münferit yapılardı.
Ahırları, haymalıkları, kış için mahsul veya erzak depolama yerleri, kilerleri, çamaşırhaneleri ve pekmez kaynatma mahalleri olan çok fonksiyonlu evlerdi. Genellikle açık sofalı(Hayat veya divanhane de denilir.) olan bu yapılar tek katlı olur; bütün odalar bu sofaya açılırdı. Her oda kendi ısınma ve temizlenme problemini kendi içinde çözerdi. Bir baş oda veya orta odada toplanılır, yemekler yer sofrasında ve birlikte yenilirdi.
En tipik olanları yan yana dizilmiş odaların önünde geniş ve açık sofanın, ahşap parmaklıklarla ve masif çam direklerle çevrildiği, zemini kırmızı pişmiş toprak tuğla ,(karo)
döşeli, bahçe içerisinde, etrafı toprak veya taştan yüksek bir duvarla çevrili; sokakla hiç bir ilişkisi olmayan: geniş bahçeye ve atmosfere açık olarak inşa edilenleriydi.
Eski Türk evlerinin karakteristik özelliği olan tepe penceresi yani renkli camlı, vitraylı pencereler bazı varlıklı insanların evlerinde bulunurdu.(Bu tür yapılara Kastamonu, Bursa ve İstanbul’da sık rastlanmaktaydı.)
Zeminden sekiz on basamak kadar yüksekti ve taş bir temel üzerine oturmaktaydı. Bazen de su basman seviyeleri hizasında ahırları ve muhtelif depolama birimleri yer alırdı. Sofadaki sabit mobilyaları uzun ahşap sedirler, ahşap erzak dolapları ve ahşap merdivenler ile parmaklıklardı. Mimaride ve fonksiyonda iklimin etkisi olduğu kadar sahibinin gelir etkisi de önemliydi. Ama ana fonksiyon şeması değişmezdi. İnancın etkisi gereği haremlik –selamlık (baş oda) kavramı çok uzun yıllar büyük ailelerle birlikte yaşadı.
 Oda tavan yükseklikler birinci kuşak evlerde alçaktı. Odalar halılar, sofalar kilim ve yolluklarla kaplanırdı. Oda zeminlerini birkaç kat çeşitli (kırmızı ve beyaz toprak ve üstü hasır zeminleri ) halı veya kilimler örterdi. Bunların varlığı insan ve yer ilişkisini belirlerdi ve aynı zamanda da birer de kültürel miras sayılmaktaydılar. Yemekler yerde yenir, yerde ibadet edilir, yerde yatılır ve uyunurdu. Sadece ahşap sedirler bu ilişkiyi bozardı. Bahçeli düzen yaşamı, toprak üzerinde geçen zamanı belki ahireti hatırlatırdı.
Binaların uygun yerlerinde üzerlik denilen kurutulmuş bitki manzumeleri sallandırılır bunların yakılması ile nazar ve cin etkisinin uzaklaştırılacağına inanılırdı. Kapıların üstüne at nalları takılır veya yüksek bir yerlere bazen de bina alınlarına, köşelerine geyik boynuzları asılırdı. Cam altı tekniği ile yazılmış veya çini levhalarda “Maaşalah,Ya malik- ül Mülk veya Ya sahib-ül Mülk” yazılır görünecek bir yere ön cephelerin en yüksek yerlerine takılırdı.
Baş oda bahsettiğimiz gibi evin en önemli misafir odasıydı. Evin yaşlıları, erkekleri genellikle burada oturur ve toplanırlar; misafirler buraya Kabul edilirdi. Ayrıca her ailenin birde kendi odası olurdu. Yine bu ilk kuşak evler bulunduğu cadde ve sokaktan görünmezlerdi. Tam mahremiyet kesb ederler ve bulundukları arsanın en uzak köşesine inşa edilirlerdi. Yaşama mekânına ulaşmak için büyükçe bir bahçeyi geçmek gerekirdi. Bu bahçelerde demirbaş olarak dut,  ayva, vişne ceviz vb ağaçlar olur,; açık sofa önü ve çardaklar asmalar ile kaplanırdı. Bu evlerde son otuz yıla gelinceye kadar mutlaka-büyükbaş veya küçükbaş hayvanlar da hayvan beslenir; süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalar hep evde hazırlanırdı. Ekmek yapımı başlı başına bir hadiseydi. Temel gıda maddesi olan ekmek yarı yarıya kepekli kara değirmen unundan yufka formunda açılır. Kurutulur, yenileceği zaman ıslatılarak, yumuşatılarak tüketilirdi. Bağ bahçeye ulaşım ve her türlü nakliyat at arabaları ile olurdu. Evlerin pek çoğunun ahırları ve at arabaları vardı. Bahçesinde türlü çeşitli sebze ve meyve yetiştirilen bu yapıların birer de kuyuları mutlaka bulunurdu.
Yapı tekniği açısından ahşap karkaslama üzerine (iskedos) ve toprak tuğlalı kireç harcı ile örülerek inşa edilen bu binalar tatlı kireç sıva ile sıvanır ve toprak boyalarla boyanırdı. Masif çıralı çam taşıyıcı direklerinin bugünkü kolonlar yerine geçtiği bu yapıların yüzyılı aşkın yakın ömürleri olurdu. Elekrik olmadığı için önceleri zeytinyağı kandilleri ve sonraları da gaz lambaları ile aydınlanma temin edilirdi.V arlıklı aileler gazyağlı lüks lambası kullanırdı.
Isınma önceleri duvara gömülü ocaklarla sağlanır ve bunlarda aynı zamanda yemekte pişirilirdi. İlave olarak mangal kullanımı son derece yaygındı. Daha sonra sobalar kullanılmaya başlandı ve kömür tüketimi yaygınlaştı. Kapalı bir ekonominin hüküm sürdüğü eski yapılarda dışarıdan gazyağı ,tuz ,kelle şeker ve baharat haricinde pek bir şey satın alınmaz ; herkes kendi yiyeceğini kendi hazırlardı. Mimari tasarım olarak ortak özellikleri daima mütevazı bir ruh taşımalarıydı. Hele mahalle odaları denilen ve her mahallede bir veya birkaç tane bulunan-semtin ileri gelenlerinin akşam kahve sohbetleri yaptığı ve halledilmesi gereken meselelerin konuşulduğu özel yapılar da zamanın sosyolojik ve anlayışına çok uygundu. Ege’ deki yapılarda görülen ve antik Yunandan kalma cephe süslemeleri ile Karadeniz yapılarındaki ahşap detaylar Çorum evlerinde hiç görülmezdi.
İkinci kuşak evlerde belirgin olan yabancı detaylar, (demir parmaklık ve şebeke işleri, kapı kilit ve bazı metal malzemeler) Ermeni ustaların elinden çıkardı. Pişmiş toprak tuğla ile ocak arkalarına örülerek yangına karşı koruma sağlayan kalkan duvarlar Çorum evlerinde birçoklarında yoktu. Yine bazılarında da pişmiş toprak borularla-pöğrek-ısıtma ve atık sular için gerekli fenni detayların da düşünülmüş olması hayret vericiydi. Bir eski Çorum evi Anadolu Türk evinin ta kendisiydi. Bu eski evlerin yaşayan benzerlerini ancak Bursa’nın Selçuklulardan günümüze intikal etmiş olan Cumalı Kızık köyünde görmekteyiz. (Tarihi çevresiyle ün salan Safranbolu evleri, kozmopolit çizgiler ve her kültürden izler taşıyan İstanbul evleri, hatta Boğaziçi yalıları, kalın taş duvarlı Erzurum evleri bile Anadolu evi özelliği taşımamakta; ancak bulundukları yöreyi yansıtmaktadırlar.)
Eski Çorum Evleri mobilyasızdı. Yataklar yere serilir ertesi sabah dolaplara kaldırırdı. Oturma birimleri ot yastıklı ve ahşap divanlardan ibaretti. Bakırdan üretilmiş muhtelif kaplar; kalaylanarak kullanılır, mangal, rahle, muhtelif günlük kullanım malzemelerinden başka bir şey bulunmazdı. Yaşam mütevazi ve az sayıdaki eşya ile sürüp giderdi. Beton ve demir çağına gelinceye kadar bu tek katlı ev tipleri yakın ve uzak çevrede görülmeyen bir asma kültürüne de ev sahipliği yapmışlardır. Birçok il ve ilçede sokağa asma dikme adetinin bulunmadığı; ancak arasta ve açık avlulu çarşılarda görebileceğimiz bu olayın şehrimizde son derece yaygın olması hayret vericidir. Evin dış duvarının kenarına dikilen bir asmanın bütün sokağa gölgelik yaptığı, gelen ve geçenlerin üzümlerinden istifade ettiği, kapı önlerinde oturan yaşlıları güneşten koruması gibi özellikleri bilhassa Yeniyol, Yavruturna ve Kale mahallelerinde hala görmek mümkündür. Eski insanların zarif yaşama kültürünü tarihi ve doğal çevreyi birleştiren bu düşüncesine böylece hayran olmamak elde değildir.
Bugün ise bütün bunlardan bahsetmek artık imkansızdır. (Gayri Müslümlerin eski Çorum’ un hayatındaki rolleri-başka illerdeki gibi-Tarihi yaşama çevresini etkileyecek kadar uzun ömürlü ve etkin olmamıştır. Bu itibarla Çorum’daki hemen bütün yapılar, günümüze kalan ahşap minareli camiiler, hanlar, kale, köprüler, köy konakları, bağ evleri, sokak çeşmeleri, eski okullar binaları vb mimari unsurlar hep nev-i şahsına münhasırdır yani orijinal Müslüman-Türk Veya özgün İç Anadolu üslubu olmuştur diyebiliriz.)

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
İLERİ DEMOKRASİ DİKTATÖRLÜĞÜ
“Tevil etmeye gerek görmeden ifade ediyoruz; Türkiye’de bir Diktatör var. Türkiye’de Diktatörlük rejiminin nihai dinamikleri hayata geçirilmek isteniliyor. Diktatörlüğün tüm tezahürleri Türkiye’de yaşanıyor. Tarihte yaşanan diktatörlük süreçleri Türkiye’de yaşanıyor. Toplum; inançlar, etnik yapılar, tarihi değerler, Cumhuriyet değerleri, sosyal ve ekonomik gruplar üzerinden ayrıştırılıyor. Nefret söylemi Diktatör eliyle tırmandırılıyor. Yaşadığımız rejimde; Siyasilerin, Muhaliflerin özel hayatları yasa dışı yollarla izleniyor, görüntüleniyor. Bu görüntüler İktidar tarafından şantaj ve tehdit aracı olarak kullanılıyor. Fail ve sorumlular bulunamıyor. Başbakan Yardımcısına suikast iddiasıyla Kozmik Odalara giriliyor. Devletin stratejik sırları deşifre ediliyor. Ancak suikastın sorumluları bir türlü bulunamıyor. Kamuoyu gelişmelerden her nedense bilgilendirilmiyor. Gizli sürdürülen adli soruşturmalar Hükümet’in gayri resmi organı niteliğindeki basın organlarına Kolluk tarafından servis ediliyor, Şüpheliler itibarsızlaştırılıyor, infaz ediliyor; ancak servisi yapan mekanizmalar tespit edilemiyor.
ÖSYM odaklı; KPSS, Yargıçlık Sınavları, TUS, Komiser Yardımcılığı Sınav Soruları servis ediliyor, ancak failler bir türlü ortaya çıkarılamıyor. Yargı da karartma ortamına iştirak ediyor; Konya’da kömür ve gıda yardımlarının dağıtıldığı bilgileri içeren Sosyal Yardımlaşma Vakfı Defteri kayboluyor, failler her nasılsa tespit edilemiyor, Savcılıklar takipsizlik kararı veriyor. Enerji Bakanlığı bağlantılı olarak 1 Milyar Dolar seviyesinde kömür yolsuzluğu yapıldığına dair Hazine Raporları esas alınarak Savcılığa suç duyurusu yapılıyor. Savcılıkta dosya 3 yıldır sumen altı ediliyor faillere ulaşılmıyor. Gece yarısı Torba Kanun uygulamasıyla bu yolsuzluğun araştırılması engelleniyor. İktidara mensup Milletvekillerinin yolsuzluk fezlekeleri kayboluyor, ortadan kaldırılıyor, bu işlemleri yapan Savcı bir türlü bulunamıyor. Basın üzerinde oto sansür kurumsal hale geliyor, oto sansürün yeni yöntemleri gelişiyor, muhalif gazetecilerin karşısına Hükümet Komiseri niteliğinde zaptiyeler yerleştiriliyor. Muhalif olmanın sembolü karikatür sanatı, İktidar sözcülüğünün temsilciliğine dönüşüyor. Karikatür sanatı nitelik değiştiriyor.
Bu rejimde: Uludere faciasının, Suriye’de düşen uçağın, 29 Ekim kutlamalarına ilişkin istihbaratın nereden geldiği bir türlü öğrenilemiyor. Devlet eliyle karartma uygulanıyor. Deniz Yıldırım ismindeki bir Gazeteci hakkında Yargıç ve Savcı dışında birileri “tutukluluğun devamına” şeklinde yazılı not düşüyor, Deniz Yıldırım tahliye edilmiyor. Bu notu düşen, bu kararı veren illegal merci bir türlü ortaya çıkartılamıyor. Bir milletvekili veya bakan hakkında 2004 yılında İsviçre’den valiz dolusu döviz getirdiği iddiaları basında yer alıyor, ancak olay tahkik edilemiyor. Yazıdaki iddialar tekzip dahi edilemiyor.
Bu rejimde; Başbakan hakkında İsviçre’de 8 ayrı banka hesabının olduğu iddiaları dile getiriliyor. Ancak, Başbakan ilgili ülkeden aksine bir belge alma girişiminde bulunmuyor.
Kamuoyu da bunları konuşamıyor, konuşamaz hale geliyor. Suudi Arabistan Kralının, Başbakan ve Cumhurbaşkanına verdiği hediyelerin tutarı ve akıbeti bir türlü öğrenilemiyor.Bu rejimde; Yargı’da Hakkı Manav’lar yaratılıyor. Mahrumiyet bölgelerinde 1 ay görev yapan Savcı’lar, Yargıçlar Adalet Bakanlığı bünyesine alınıyor. Şehit düşen Doğu Beyazıt ve Ovacık Savcı’larına Koruma verilmiyor. Hükümet ile yakın ilişkileri olduğu bilinen Danıştay başkanı, suç örgütü üyeleri ile 3 kez ve ayrıca özel araçta görüntüleniyor. Ancak, hakkında yargı prosedürleri işletilmiyor ve Danıştay kurum olarak zan altında bırakılıyor. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın emek ve tasarrufları üzerinden yolsuzluk yapan Deniz Feneri sanıkları Hükümet eliyle korunuyor. Alman Yargı Organlarının tespit ve hükümlerine göre “100 Yılın Soygunu  ve tasarrufları üzerinden yolsuzluk yapan Deniz Feneri sanıkları Hükümet eliyle korunuyor. Alman Yargı Organlarının tespit ve hükümlerine göre “100 Yılın Soygunu Olan” bu yolsuzluğu soruşturan Savcı’lar görevden alınabiliyor. Yolsuzluk yapanları korumak için Hükümet Üyeleri’nin “Köstebeklik” yaptığını gösteren bulgular ortaya çıkıyor. Adalet ve İçişleri Bakanı soruşturmaya müdahale ediyor, delilleri karartıyor.”
Bu rejimde ‘Ağaoğulları’ yaratılıyor. Ağaoğulları kavramını, Kamu yönetimindeki hukuksuzluk ve haksızlıkları ifade anlamında kullanıyoruz. Bu yolla Kamu alanları, orman alanları talan ediliyor. Ancak, unutulmamalıdır ki, Ağaoğulları sonuçta Diktatörlerin elinde patlar, toplum ağır bedeller öder. Diktatör, açlık grevinin 50. Gününde olan insanları taciz ediyor, buna tenezzül; İnsaf ve vicdanla bağdaşmayacak şekilde ölüm sınırındaki insanları rencide ediyor. Diktatör, ülkenin Cumhurbaşkanı’nı hedef alarak , “Benim Valime nasıl talimat verirsin….” diyerek aslında faşizan zihniyetini itiraf ediyor. “Ben Devletim” diyor. Demokrasiden, insan haklarından, Devletin sorumluluğundan nasibini almadığını bir anlamda itiraf ediyor, tescil ettiriyor. Vali’nin, Cumhurbaşkanını ve Devleti temsilen görev yaptığını kabullenemiyor. Devletin Vali’lerini, Parti’nin Vali’leri ve kendisinin çalışanı zannediyor.
İşte bu ülkede faşizan süreç yaşanırken, Siyasi İktidar bir taraftan da, Darbeleri Araştırma Komisyonu adı altında “Sanal bir gösteriyi” sergiliyor. Bu gerçekler daha da çoğaltılabilir. Bir belgenin İngilizce fotokopisini ilişikte sunuyorum. Tercümesini yaptırdık. ABD Ankara Büyükelçiliğinin düzenlemiş olduğu 24 Kasım 2008 tarihli bu belgeye göre; Türkiye Cumhuriyeti Emniyet Genel Müdürlüğü, Silivri ve bağlı davalarla ilgili olarak ABD Elçiliğine raporlama yapıyor, brifingler veriyor. Yaptıkları açıklama ve değerlendirmelerde, soruşturma ve yargılamalar sonucunda, şüphelilerin mahkûmiyetinden emin olduklarını dile getiriyor, ayrıntıları anlatıyorlar. Emniyet birimleri yargılama yapıyor, hüküm kuruyorlar. Mezkûr belgeye göre; Başbakan’ın, Silivri soruşturması ve bağlı dosyalarla ilgili olarak davayı yürütenlerle haftalık toplantılar yaptığı ifade ve tespit ediliyor. Ortaya çıkan tablonun özeti şudur: Başbakan, Silivri ve bağlı olaylarla ilgili soruşturma dosyalarının doğrudan içindedir. Kolluk gücü, Siyasi iktidarın emir ve talimatları doğrultusunda görev yapmakta; Bu çalışmalarda, ABD mercilerinin izni ve icazeti alınmakta, bilgilendirmeler yapılmaktadır. Bu tablo, aslında şaşılacak ya da yadırganacak bir tablo değildir. AKP’nin Türkiye’yi getirdiği dramatik ve kaçınılmaz sonuçtur. Esasen; bir ülkede Diktatörlük varsa, Diktatörlük rejimi kurumsal hale gelmiş ise, Diktatör kaçınılmaz olarak yurt dışı dinamiklerle ilişkiye girer. Bu ilişki türü ve niteliği konjonktüre göre, Okyanus ötesi de, berisi de olabilir. Bir ülke; siyasi ve ekonomik anlamda nasıl sömürgeleştirilir, nasıl ayrıştırılır? Bu tarihi süreçten söz ediyoruz. Bu süreç öyle bir süreçtir ki, sürecin sonunda; Yargı mekanizmaları kritik davalarda delilleri araştıramazlar, delillerden korkar hale gelirler. Zira deliller araştırıldığında Yargı mekanizmasının illegal yapılanma içinde olduğu ortaya çıkar. Türkiye’de Mahkemeler, gerçeklerin ortaya çıkmasından korkmaktadır. Bunun en bariz ve acımasız örneği Balyoz Yargılamasında ortaya çıkmıştır. Böyle bir tabloda, adalet, hukuk ve toplumsal barışın tesisinden söz edilemez. Böyle bir sürecin devamında kaçınılmaz olarak intikam ve husumet tohumları yeşerecektir. Bir toplum işte böyle ayrışır, böyle ayrıştırılır.
Değerli Basın Mensupları!
Diktatör’ler; kişisel ve siyasi hırsları uğruna ve ayrıca Devlet yönetiminde yaratmış oldukları yolsuzlukları ve hukuksuzlukları kamufle etmek amacıyla, İç ve Dış Savaş dahil, Türkiye’yi her maceraya sürüklemekten kaçınmayacaklardır. Bu kaygımızı halkımızın dikkat, takdir ve sorumluluğuna tevdi ediyoruz.
Narsist bir özgüvenin; Kifayetsiz ve muhteris bir yönetim anlayışının; Marazileşen bir kibrin yol açtığı ve açacağı kabirlerden söz ediyoruz. Elbette umudumuzu ve kararlılığımızı kaybetmiyoruz; Halkımız 29 Ekim tarihinde Cumhuriyet’in kurulduğu Ulus Meydanından haykırmış, bu oyuna izin vermeyeceğini, demokratik yollardan hesabını soracağını, dile getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşları arasında “Ötekiyi” yaratmadan hep birlikte Haramilerin Saltanatına son verecek, yeniden Bağımsız Türkiye’yi inşa edeceğiz…” (Atilla Kart, Konya Milletvekili, 02.11.2012 tarihli Ankara Basın Toplantısı.)
Buyurun “YORUM” Sizin!

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 

 

 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
SEVİNÇ DOĞANCAN GÜVEN’DEN İSMET İNÖNÜ’YE
Sevinç Doğancan Güven şair, yazar, ressam. Yazdıkları, yayınladıkları dikkat çekiyor, göz dolduruyor.
Bir zarf dolusu şiiri geldi geçenlerde Sevinç hanımın. Bunlar içinde, rahmetli İsmet İnönü’ye gönderi, gönlüyle söyleşileri, Çanakkale anlatımları, arayışları, askerlere yazılan mektupları, artılar-eksiler var mısra mısra şekillenmiş.
 
İSMET İNÖNÜ’YE GÖNDERİ
Sevinç Doğancan Güven, rahmetli İsmet İnönü’ye duygularını gönderiyor, sonunda da acele cevap bekliyor. Önce selam gönderiyor, mübarek ellerinden öpüyor İsmet İnönü’nün. Doğu şivesiyle “Nasılsın iyi misen? diye soruyor. 
 
Şehrin tüm ışıkları,
Yandı paşam,
Bizleri soriysan,
Karanlıklar, sisler içindeyiz.,
 
Diyerek, Ankara’nın suskunluğundan rahatsız olduğunu dile getiriyor. Ankara’nın mahsunluğu, Kalenin küskünlüğü, Türk bayrağının üzgünlüğü karşısındaki sıkıntılarını birbir sayıyor Sevinç Doğancan Güven.
 
Ötede Tunalı..
Tunalı, renk cümbüşü,
Kırmızı, turuncu, mor, sarı,
Paşam, Tunalı bir düş..
Genç kuşağın otağı,
Ve de varsılların moda sarayı..
 
Mısralarıyla yakınmalarını sıralamaya devam ediyor Sevinç hanım. Bugün, Altındağ’ın, Çankaya’nın ve Ankara’nın tüm semtlerinin, mahallelerinin, şehrin bütününün tanınacak halde olmadığını sıralıyor, sıralıyor. Sonra mısralara dökülen duygularıyla karşılaşmamız sürüyor:
 
Keçiören ocak olmuş, yanıyır,
Etlik onulmaz yara, kanıyır,
Atam, Bahçeli’de,
Rasattepede,
Kırgın-üzgün,
Boylu boyunca yatıyır.
 
Ankara’nın derdi her geçen gün arttığı için, bu sıkıntıların sıralanışında zorlanıldığını dile getirerek; “Başkent’ten /binlerce saygı, selam Paşam/ Nurlarda yatsın Atam/Oğullarım, askerlerim, Makbule anam/Nurda yatsın Mevhibe anam” dedikten sonra, gönderinin sonuna geliniyor ve şöyle bitiriliyor efendim:
 
Nemleketim cennet ama,
Milletimdir cayır cayır yanan,
Paşam
Mektubu hürmetle sonliyrem,
Hemi de,
Acele cevap bekliyrem…
 
Sevinç Doğancan Güven’e İsmet İnönü’den cevap gelirse ve bu cevap bize ulaştırılırsa, o cevaptan da sözederiz inşallah!
YILIN SON HABERİ:
Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a 209.cu plaket, kısa adı SAKÜDER olan “Sanat ve Sanatkârlar Topluluğu” Derneği’nden geldi. Söz konusu plakette yazılanlar:
Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; Cumhuriyetimizin 85. ci yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlemiş olduğumuz “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmamızda Jüri Üyesi olarak katkılarınız nedeniyle, teşekkürlerimizi sunarız. (Sevgi Eser, SAKÜDER Yönetim Kurulu Başkanı-24 Aralık 2008, Ankara)
 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
DOMATESLİ BULGUR PİLAVI
Orta boyda beş domates
İstenildiği kadar yeşilbiber
Bir çay bardağı zeytinyağı
Bir ölçü bulgur
Bir kaşık salça
Bir yemek kaşığı tuz
Bir yemek kaşığı tereyağı
Bulgur için marketlerden alınacak iyi kalite bir kilo pilavlık bulgur kullanacağınız kadar yani ölçünüz kadar bulgur doldurulur ve bir tepsiye dökülerek taş veya yabancı madde var mı diye ayıklanır. Domatesle ve biberler güzelce yıkanarak bir süzgeçte bekletilir.
Pilav için kullanacağınız tencere kısık ateşin üzerine konulur zeytinyağı tencerede ısıtılır ısınma esnasında domateslerin kabuğu soyularak küçük parçalar halinde doğranır. Isınmış zeytinyağının içerisine atılır kaşıkla karıştırılarak biberler doğranır. Biberler de tencereye atıldıktan sonra üzerine pilavlık bulgur dökülür. Bulgur ölçüsü ile de bir ölçü sıcak su konulur. Bir kaşık salça konulur, tereyağı konulur, tuzu ve istenirse kırmızıbiber de eklenir. Pilavlık bulgur suyu çekene kadar kısık ateşte bırakılır. Sonra pilavın biraz bekletilerek karıştırılır ve sıcak olarak servis yapılır!

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!
Orhan AFACAN
Orhan AFACAN Hayat Hikayesi
NE ZAMAN SENİ GÖRSEM KABE'DEYİM
Ne zaman seni görsem, Kâbe’deyim
Sık görüşelim Hacı Arkadaşım.
Kâbe’yi gören gözünden öpeyim,
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.

Hastalanırsan yine başındayım
Pamukla su verme telaşındayım.
Sana hizmette hep genç yaşındayım
Sık görüşelim Hacı Arkadaşım.

Anlatma sık sık gördüğün rüyayı.
Her zaman pusuda düşün riyayı
Fani bir aşkla sevelim dünyayı
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım…

Duaya başla ben; Âmin, diyeyim.
Gözyaşlarını gözümle sileyim.
Kendimi senle cennette bileyim
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım..

İhramı giyelim yine Teninde
En çok istediğin budur senin de
Ecri çok Allah için sevmenin de
Sık Görüşelim Hacı arkadaşım.

Özlemin fazla Kâbe’ye senin de
Hep ordasın çare olsa elinde.
Huzurumsun, ruhumsun bedenimde
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.

Sen Hıra’ya git; ben Sevr’de kalayım.
Peygamberi dizimde yatırayım.
Gördüklerimi, gel de anlatayım
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım

Anılar bir yanda, dua bir yanda
Bizden bahtiyarı var mı dünyada
Galiba ömrüm sona yaklaşmada.
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.

Hamza’nın yası var Uhut dağında.
Ben olayım Vahşi’nin tuzağında.
Muhammed de, Gül’ açsın dudağında
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.

Ne büyük değil mi İmanın Kadri
İmanla kazandı o büyük Bedri.
Verse de Hak hasretine sabrı.
Sık Görüşelim Hacı Arkadaşım.

Kol kola gezdik seninle Tavafta.
Namazlara durduk yan yana safta.
Yıl gibi geliyor sensiz bir hafta
SIK GÖRÜŞELİM HACI ARKADAŞIM

 

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!
Ahmet CANBABA
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi
   SEVGİ 
Sevgi  gönüllerde  kapı  çalmaktır
Sevgi  emeklerin  yarışmasıdır
Sevgi  ışığına  teslim  olmaktır
Acıların  kana  karışmasıdır
 
Göz yordamı  ile  dikizleyerek
Tedirgin  kuşkulu  yol  izleyerek
Provasız  sevip  tökezleyerek
Suçlu  arzuların  duruşmasıdır
 
Göz  bakışa   konaklamış  kaçında
Sevgi  gurbet  ele   gitmiş  göçünde
Bir  tadımlık   aşkta  düşler    içinde
Kuvvetli  arzuya  erişmesidir
 
Benzemektir  dalda  çiçek  açmışa
Tabu  yıkıp  zor  yolları  seçmişe
Bir  çileli  yolculuktur  geçmişe
Dikenlerin  gülle  barışmasıdır
 
Sevgiye  susamış  bekler  hazların
Heyecan  içinde  titrer  dizlerin
İçinde sır  saklı  gülen  gözlerin
Islak  kirpiklerle  görüşmesidir
 
Suyun  aynasında  akıp  geçerek
Sevgi  boyutuna  bakıp  geçerek
Zenginliğe  dudak  büküp  geçerek
Aşkın  gönüllerde  vuruşmasıdır

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

166  SAYI 25  Aralık 2012 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!