YIL 14     SAYI 163    25 Eylül 2012

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL SİGARA VE HAFTALAR
İsa KAYACAN PERVANE’NIN DUALARI
Tülay BİLGİN YÜZYILLAR ARASI SAVAŞ
Murat HACIOĞLU HAYAT BAZEN
Atilla ALPAY AYVANSARAY
Mustafa Nevruz SINACI BEŞİNCİ CUMHURİYETİN AYAK SESLERİ
Selma GÜRSEL PATLICAN KEBAP
Ahmet CANBABA NOKTA
Erhan TIĞLI BAHAR YELİME
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU OTUZBEŞİNCİ YAŞIM
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
SİGARA VE HAFTALAR.
Sigaranın zararı sadece kendimiz için değil, etrafımızdakilere de verdiğimiz büyük eziyetin ta kendisidir.
Sigara içerken etrafıma verdiğim eziyetin ne olduğunu anlayamamıştım. Sigarayı bırakınca; etrafımda sigara içenlerin bana verdikleri eziyeti gördüm ve, etrafımdakilerden utanır oldum. Kendilerinden özür diliyor verdiğim sıkıntı içinde utanıyorum.
Kutlanılan haftalara ben inanmıyor ve faydalıda olduğunu düşünmüyorum. Sanki bana senede bir hafta o kutlanan gün için yeterli görülmüş bir zaman dilimi olarak görmekteyim.
Bence bu haftalar; bazı kişilere getirim kazandırmak için icat edilmiş olduğu ve bizleri tüketmeye zorlayan bir alet olduğu kanındayım. Bizlerde bu alete kanarak önemi sadece bir gün veya bir haftaya sığan anmalarla kendimizi tatmin ediyor gözüküyoruz.
Günler ve haftalardan olan; Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, Öğretmenler Günü v.b. Şimdi benim annem sağken ben annemi sadece "Anneler Günü"nde mi anacaktım:->
Babam Sağken "Babalar Günü"nde mi anıyordum. Bu günlerde onlara hediyeler mi alıyordum yoksa onları devamlı ziyaret ettiğim için bu onlara daha mı güzel gözüküyordu?
Eşimi ben sadece "Sevgililer Günü"nde mi hatırlayayım? Ona alacağım ihtiyacı için o günü mü bekleyeyim. Yoksa yanımda olduğu için ona devamlı sevgililer günü imiş gibi mi davranayım?
            Sevgi veya kutlama bizlerin birbirimize bağlanması için bir araç olarak görülmemesi, sevdiklerimizi günlerle değil ömür boyu sevmemizin daha doğru olmasını isterim.
            Bizlerin zaten uzun zannettiği ömür çok kısa ve kısıtlı bir zaman dilimi. Onun için kendimize zarar verirken başkalarına da zarar verdiğimizin bilincinde olur, bir kutlamadaki faydayı sadece o gün veya hafta olarak düşünmeyerek ömür boyu kutlarsak daha güzel olur.

 

 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
 PERVANE’NIN DUALARI
1992 doğumlu olan Pervane Namık kızı, Bakü’de öğrenimini sürdürüyor. Ama, bu yaşına rağmen, kitaplar yazıyor, yayınlıyor.
Bana gelen son kitabının adı: Türkiye’nin Pervanesi: Atatürk.
Vektor Neşirlerevi yayınları arasında 106 sayfayla 2009 yılının başında günyüzü gördü. Bu kitabın 9, 10 ve 11 nci sayfalarında “Üç ana ruhu mültece rüzgar anaya dua ederken” başlıklı bir yazısı, sunuşu var “Bu yazımı Atatürkümüzün ruhuna bağışlıyorum”  ithafıyla. Burada Pervane şöyle başlıyor:
-“Özel eğitim aldığım filolog Dç.alim, dil-edebiyat öğretmeni Edalet Tahirzade’nin (Hirhatala kendinin tarihi ve urugların soyağacı) kitabını okuyordum. Kapımız döğüldü. Tak!.. Tak!.. Tak!.. Zengimiz yoktu. Tahta kapıda bele ses çıkarır. Postacı hanım idi. Yüzünde güneş doğmuştu, yine elleriyle arkasında neyse gizletdiğinden bildim ki, Türkiye’den İsa Kayacan’dan mektup var”.
- Ağırdı, yavrum, galiba yine kitaplar, kazetelerdi deyip bağlamını bana verdi. Bağlamını açtım. “Mücüze insan”, “Burdur’un gülü”, “İnsanlığın simvolu”, “124 kitabın müellifi” İsa Kayacan benim” Atatürkle gönül sohbetim” kitapım hakkında Türkiyenin onlarla gazetelerinde dere elediği yazıları ve 464 sayfaları “Mezarlık Kültürümüzden Önekler” kitabını bana yollamıştı.
Edalet hocamın “Şehid mezarı mescidden sonra her bir musulmanın en mukaddes ziyaretgâhıdır” deyip doğma yurdunu şehitlerinden sohbet açıyor.
Hürmetli Edalet hocam anası Rugiyye hanımın ölümü hakla çok kısa yazıp. Deyirler hakk-hakikat yolunda rahmete gidenler şehit adlanıyor.
 
UZUN YILLAR
Pervane anlatmaya devam ediyor:
-Uzun yıllardır kalem arkadaşlığı ettiğim, benim Türk matbuatında tanınmama borçlu olduğum mühterem İsa Kayacan “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler” kitabında önsözden önce yazıb “Her canlı gibi her insan da bir gün dünyasını mutlaka değiştirecektir. Önemli ve esas olan hizmetleri, özellikleri ve güzellikleri ile ölümün bile hafızalardan silemediği insanlar arasında yer alabilmektir”
İsa Kayacan bu kitabında “Şehitlerin mezar taşları” başlıklı yazı ve Atatürk’ün annesinin ölümü ile ilgili gördüğü rüya çok tesirliydi.
Atatürk bir gün rüyasında görüyor ki; annesi ölüb. O durub ağlamaya başlıyor. Diyorlar ki, neden ağlıyorsun? O cevap veriyor ki, zavallı, zehmetkeş annem dünyasını değişti. Bu rüya doğru çıksada Atatürk öz annesinin merasimine gidibilmiyor. Çünki o döyüşteydi.
Ben bu kitapdaki bir yeri de vurgulamak istiyorum: “12 Şubat 2002 kapkara bir tarihti. Eşimin Ankara Karşıyaka mezarlığındaki ebedi istirahagahı o günden benim ikinci adresim oldu.” Böyle diyordu İsa Kayacan.
Kalkıp pencereden dışarı baktım. Bu zaman yağmurun yağdığını gördüm. Bana öyle geldi ki, bu adi bir yağmur değil. Öz doğma topraklarında hoşbaht uyuyan üç annenin göz yaşlarıdır. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, İsa Kayacan’ın hanımı Sabahat hanımın, Edalet hocmın annesi şehit Rugiyye hanım.
Sonda arzu ediyorum ki, Edalet hocamla hürmetli İsa Kayacan Ağdamda benim “Karabağda şehitler mezarlıkları” kitabım tekdimatında birbirinin ellerini sıksınlar. Amin inşallah!
 
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Tülay BİLGİN
Tülay BİLGİN Hayat Hikayesi
 YÜZYILLAR ARASI SAVAŞ
            Tarihin yeni bir yüzyılla karşılaşması hiçte sıcak olmadı. Asırlar arasında soğuk rüzgârlar esiyor.1930 lar ve 2000 lerin arasında kara kediler girmişe benziyor. Tarihin şimdiki zamanla buluşması en çok 1930 luları etkiliyor. Sıcak samimi, iyi niyetin ön planda olduğu samimi dostlukların kurulduğu zaman dilimi geride kaldı. Şimdiki zamana ayak uydurmakta o kadar kolay değil. Nesil çatışması konmuştu adı.
Sıcak insan ilişkilerinin, soğuk kişisel çıkarlara bırakmakta olduğu asır kendini tarta bilecek miydi? Otuzlu kuşak, yeni nesile hesap soruyor, bu gidiş nereye? Nesil çatışması, yerini nesil savaşına bıraktı.
Bu zaman tünelinde sabrın azaldığı, anlayışın hoşgörünün tükendiği bu dönem insana yeni bir zihin yakıtı icat ediyor. Bu asırda; bu yakıtı hemen hemen kullanmayan yok gibi.(İstisnalar hariç)istesek te istemesek te o tünele girdik bir kere. İkili ilişkilerin resmileştiği, kişisel çıkarların ön plana çıktığı, sosyal statünün yükselmesi, yaşam standartlarının mükemmelleşmesi insanları birbirinden uzaklaştırdı. Zihin yakıtımız ister istemez hep mükemmellik oldu. Maneviyatın buz gibi erimeye devam ettiği bu asır bize tokat gibi çarptı. Psikolojik sorunlar gençlerde çığ gibi büyüdü. Hedef kitlenmesi, mükemmeliyetçilik gibi sorunlar doğdu. Bunlar asrın acı gerçekleri. Bize kültürümüzü kaybettiren ne? Teknolojimi, Yeni bir yüzyıl olması mı? Yoksa kültürümüzü taşıyamadığımız mı?
Bu asırlar arası çatışmada bir birini anlayan ve hoş görünün hâkim olduğu bir asır olması. Her iki neslinde, birbirini anlaması dileğiyle. Nesil çatışması değilde, nesiller arası diyalog olsa daha güzel olmaz mı? Bu savaşın barışla bitmesi müreffeh bir hayat diliyorum.
 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Murat HACIOĞLU
Murat HACIOĞLU Hayat Hikayesi
HAYAT BAZEN
Hayat bazen bitmeyecekmiş gibi geliyor. Sanki yıllar ucu ucuna eklenmiş ve her bir geçen tekrar sıraya girerek zincirin kopmasına izin vermiyormuş gibi. Kimi zaman da bir anda bitiverecekmiş gibi.. Bir nehrin kıvrıla kıvrıla gidip denize dökülüvermesi gibi... Bir kuşun kilometrelerce kanat çırpışından sonra inivermesi gibi...
Ve bazen acımasız geliyor hayat. Gaddar bir babanın evladını doğraması gibi lime lime ediyor sanki yaşayanları. Bir karabulut gibi semalarda dolanırken birden öfkesini kusuyor bardaktan boşanırcasına... Fitili ateşlenmiş bir dinamit gibi patlayıveriyor avuçlarında... Taşıdığı ağırlıktan yorulmuş bir urgan gibi kopuveriyor...
Kimi zaman bitmez tükenmez sevinç oluveriyor. Rüzgârın ahengine kendini bırakmış bir uçurtma gibi süzülerek semalarda... Annesini emmiş bir bebeğin yüzündeki mutluluk gibi coşkun... Yağmurdan sonra çıkmış bir gökkuşağı gibi rengârenk...
Hayat eşit davranmıyor herkese. Kimine az verirken kimine vermedeki ölçüsü bozulmuş. Kimine can veriyor, kimine canan, kimine kan veriyor, kimine gözyaşı, kimine vermede cimri bir kase aşı... Öyle bir düzen ki kurulan; kimi vuran, kimi vurulan...
Her şeye rağmen, acısına, düzensizliğine, sefaletine rağmen, yine de yaşanır işte. Yaşamak için türlü türlü sebepler var ki, yaşanır olmuş. Dalga dalga eserken dışarda fırtınalar, sükunet içindeki yüreğin dinginliği yoksa nereden gelecek. Yoksa nereden tutacak, tutunacak; bütün dallar yağlanmış, urganlar kertilmiş, tutamaçlar koparılmışken...
Bir fidan gibidir sevgi, aşk, sevda.. Bir fidandır evet, ama önce bir tohumdur. İlk bakışma ile tutuşur meşalesi tohumun. Gönülden gönüle giden bakışlardır gözlerden geçerek meşalenin ateşini yakan. Su alır topraktan, hava gelir incecik gözeneklerden. Bir tohumdur henüz ama meşale tutuşmuştur artık, yavaş yavaş büyüyecektir artık. Gözlerin gücüyle sulanır, yüreğin sesinden oksijen alır. Toprağı gönüldür işte. Bereketlisi de olur bereketsizi de. Her tohum her toprakta yeşermez ya, ondan. Yavaş yavaş gelişmektedir tohumcuk. Filiz vermiştir. Başını uzatmıştır etrafa. Neredeyim dercesine bakınır. Sonra gözlerini açar sıcak ve güneşli bir dünyaya... Şaşkındır önce. Bildiği ama kısa bir süreliğine de olsa unuttuğu yere gözlerini açmıştır çünkü. Coşkuludur. Belki çok kısa belki çok uzun kalacağı bir dünyadadır artık. Kısa da olsa uzun da olsa orada bulunmak güzeldir düşüncesine göre. Hala suyunu topraktan alacak olsa da artık hava almak için toprak gözeneklerine muhtaç değildir. Daha hızlı büyüyebilecek, daha çok oksijen alabilecektir artık. Çünkü oksijen yürektir, yüreğin sesidir. Ama bir o kadar da korumasızdır şimdi. Topraktaki güvenlik yoktur şimdi. Etrafını saran, onu koruyan toprağı aşağıda kalmıştır. Şimdi o yağmurlara, fırtınalara açıktır. Bir ayak gelip ezebilir, bir koyun gelip koparabilir belki de. Hâlbuki yeryüzündeki en zararsız hayvandır koyun. Ama onun için değil. Onun için en zararsızlar en zararlı olabilir. Fakat o hiçbir şey bilmez, hiçbirini tanımaz. Yaşadıkça öğrenecektir. Öğrendikçe yaşayacak......ya da......ölecek. Hayat belki çok kısa olacak ona; bir saniye, hatta daha da kısa, belki de çok uzun olacaktır bir ömür hatta bir asır. Kim bilir? Kim bilebilir? Hayat yaşadıkça farkında olunan bir şey değil midir zaten. O da yaşadıkça fark edecektir sadece. Fark etmediği zaman zaten hayatta olmayacaktır ... Bir süre dayanabilirse güçlüklere belki de güçlenecek ve daha da dayanıklı olacaktır. En hassas zamanıdır şimdi onun. Bir filiz iken önce fidan olacak sonra da ağaç olacaktır. Ama o zaman kadar kim bilir ne badireler atlatacaktır... ya da atlatamayacak. Ah bir büyüse. Ah bir güçlense. İşte o vakit en sert fırtınalara karşı koyabilecek, en güçlü hayvanlarla baş edebilecek, en acımasız katillere göğüs gerebilecektir. Hayatını sürdürme şansı daha fazla olacaktır artık.... Ama işte bütün mesele büyümekte değil mi zaten. Büyümek ve güçlenmek. Hiç kolay değil ki. O kadar badireleri atlatıp güçlü bir ağaç olabilmek ve en nihayet bir ömür boyu varlığını sürdürebilmek. Ve "çınar gibi ayakta öldü" sözüne uygun veda edebilmek.... Ama belki de çok kolaydır kim bilir? Kim bilir ki kolayın ya da zorun ne olduğunu? Kime göre kolay kime göre zor? Neye göre kolay neye göre zor? Kim bilir? Kim bilebilir? Kimin bildiği doğrudur?
Hayat bazen kolaydır, bazen de zor. Kime göre kolay, kime göre zor? Neye göre kolay? Neye göre zor?
 
 
 
 

 

 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
AYVANSARAY
O ilk  halkaya yetişememişdi. Ama  çevresindekilere hep İslamı anlatır Müslümanların  nasıl olması gerektiğinden bahsederdi. Kainatın efendisinin vefatında;  Uhud , Bedir ve Hendek gazvelerinde kullandığı gergedan derisi kalkanın bir Yahudi tüccarda rehin olduğunu anlatır, onun dünya malına neden hiç değer vermediğini izaha çalışırdı.
Müslümanların zenginliği paylaşmak olmalıydı. Garbda ki Müslümanın acısını şarktaki duymalı diyordu. O' SAV na hediyeler geldiğini ve ev halkının ihtiyacından fazlasını yoksullara dağıtıldığını söylerdi.
Abdest alınacak su deniz dahi olsa israf etmemeli diyen o büyük insanın bütün hayatını ezbere bilirdi. Onsuz geçen hiç bir anı olmamıştı. Onunla birlikte olmak şereflerin en büyüğüydü.
Asrı sadetden sonra insanların imanı yerindeydi. Müslümanlar namaz kılıyor, zekat veriyor   ve kurulan ilk İslam devletlerinde sadık birer vatandaş olarak İslam’a uygun yaşıyorlardı fakat yine mal ve evlat gayretkeşliği içine girmekteydiler. O bunları görüyor; toplumsal dayanışmanın azalarak Müslümanların yine canlarının derdine düştüklerine üzülerek şahit oluyordu.
Mektuplar yazıyordu  etrafa.devlet adamlarına,islamı yaşayanlara,başka islam ülkelerine..Emirlere  valilere,yöneticilere..Herkesi  bu dünyayı terketmeye ve mal biriktirmemeye çağırıyordu.Hayırda yarışmanın önemini anlatıyor,benlik davası gütmenin yanlış olduğundan bahsediyordu.
Misal verdiği her zaman kainatın efendisiydi.Onun mal ve mülk adına neyi vardı. Vefatındaki bir kucak eşyanın tesbiti yapılmıştı. Ondan kalanları normal bir insan bile sırtına vursa taşıyabilirdi. Bir hasır,başının altına bir taş parçası,bir yatak,iki çift ayakkabı, iki kılıç,iki hırkası-birisini üveysel kareniye gönderilmesini vasiyet etmişti,oku,yay kirişi,kalkanı (yahudide rehindi),Kuran-ı Kerimi ...Hepsi hepsi bir kucak eşyaydı  kalanlar...
O islamın ilk devlet başkanı, Kainatın hürmetine yaratıldığı en mübarek insan, dünyaya gelmiş bütün peygamberlerin peygamberi ve bütün dünya Müslümanlarının imamı,cin ve insanların peygamberiydi.
Cennete girecek insanlar onun şefaatine nail olmazlarsa giremezler,  onun buğzettikleri içinde cehennemde ateşler tutuşturulurdu. En kutlu,en mübarek ve en büyük oydu.
O olmasına rağmen, dünya malı olarak neyi vardı ?
İstese zengin olamazmıydı.Kendisine bağışlananları fakirlere dağıtmasa ,birazını  biriktirse dünyanın gelmiş geçmiş en zengin adamı olmaz mıydı?
Ama onun gözü bu dünyanın bütün mallarına kapalı ve tokdu.İslamın muzafferiyeti için çalışmış,yeryüzündeki hiç bir insanın çekmediği kadar sıkıntı çekmiş ve asla rahat yüzü görmemişti. Halkıyla beraber çalışır,sırtında yük taşır,kimseye elini öptürmezdi.
Devlet başkanına, müminlerin ilk hükümdarına kim hesap soracaktı. Konuştuğu hadis, ağzından çıkan ayetti.
Oda bunları anlatırdı hep. Kainatın efendisinin vasıflarını sıralardı hece hece...Müslümanlar onun gibi olmalıydı.İsraf etmemeli ,bu yalan dünya için ipek,altın ve pırlanta biriktirmemeli,atlara ve kadınlara,oğullara ve kızlara,evlatlara ve bilcümle dünya malına bu kadar kıymet verilmemeliydi.
Hayatını bunları anlatmaya, insanlara tekrar tekrar öğretmeye adamıştı.
Zamanla memleketinde de onu dinlemez oldular. Bu dünyanın büyüsü asrı saadetten sonraki yıllardada  müminleri yine sarar oldu. Şeytan bu dünyayı güzel gösteriyor ve müminleri hayırdan alıkoyuyordu. Engellenen yol peygamberin sav yoluydu.
Nihayet hadisle müjdelenen o büyük fetih için kalkıp konstantiniyye önüne geldi.
Halid bin Zeyd, Kaab bin Malik, Cabir bin Abdullah; Muhammed El Ensari gibi o da yaşlıydı .Gemilerle aylar süren yolculuğun sonunda Hristiyanların surları önündeki ordugahda kuşatmaya katılıyordu.Kış bastırmışdı. Ülkesinde görülmeyen  iklimler onu ve diğerlerini hasta etmişti. Son günleri olduğunu kendiside hissediyordu. Vefatında veya şehadetinde bulunduğu  yere gömülmesini vasiyyet etti. Bu şehir  elbette bir gün fetholunacak ve onunda  kabrinin bulunduğu yer  bir İslam diyarı olacaktı.
Aradan 1450 yıl geçti.
Doğduğu , İslamı kabul ettiği, kainatın efendisiyle omuz omuza çarpıştığı ülkesinde  kendi kabilesinden veya soyundan gelenler, onun torunlarının çocukları onun ismini ve hatırasını yaşatmak için onu hep anlatıyorlar ve hürmetle anıyorlardı.Ama  yaptıkları   hatanın hiç de farkında olmıyorlardı.
Dünyanın en pahalı mermerleriyle kaplı Medinedeki Cennet-ül Baki kabristanının önündeki   büyük caddeye onun adını vermişlerdi.
O caddede yine büyük alışveriş merkezleri bulunuyor ve bütün dünyanın lüks tüketim malları da orada bir araya gelmiş ; hacıların uğramasını  bekliyordu.
Oysa kendisi bulunduğu Osmanlı topraklarında ne kadar da mutluydu. Kabri mütevazi evlerle dolu, fakir insanların yaşadığı eski bir sokakda bulunmaktaydı.O sokakta ismini yaşatacak küçük bir mescid ile birde küçük bakkal dükkanı vardı.
Bugün Ayvansaray vapur iskelesinden inenlerin karşısına çıkan paslı bir tabelada bu mübarek insanın ismi yazmakta o tek katlı evlerden mamul mütevazi sokağı ,mübarek Kabr-i Şerifleri ve  mescidi tarif edilmektedir:  "Ebu Zer Gıfari  RA türbesine gider.
 
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
 BEŞİNCİ CUMHURİYETİN AYAK SESLERİ
Bir şafaktan, bir şafağa; “Karanlık gecelerin nurlu sabahına doğru..”
Yaklaşık 17 bin yıldır Anayurt Anadolu’yu mesken tutan aziz, kadim ve necip milletimizin tarih boyunca, yan yana yahut da peş peşe kurduğu (bilinen ve belli olan) 101 devlet ve 16 İmparatorluk sürecinde;,  Defalarca, adına “son” denilen ve fakat her biri aslına rûcu, mazarrattan arınma,dâhili bedhahlardan ayıklanma anlamına gelen ileri ufuklara açılım; Yeni başlangıç, büyük oluşum ve nice, birbirinden sancılı kutlu doğumlar yaşanmıştır. Ki bu, insanlığın adalet ve uygarlık tarihini inşa, inkişaf ve inkılâp tarihinin destansı sürecidir.
Kadim hatıratlarda bu vakıalara: “Karanlık gecelerin nurlu sabahı” denilir.
Hattâ 1700’den itibaren “küresel adalet, evrensel barış ve hukuk”un yaşam biçimi olmaktan çıkartılması nedeniyle, sadece duraklama, gerileme ve yıkılış dönemi toplamı 223 yıl süren son “Türk-İslâm İmparatorluğu” Osmanlı Devletine nazaran; Henüz 90 yıllık genç TC bünyesinde; Mâkus talih, dâhili ve harici bedhah iştirakli karanlık ve kâbus biçiminde cereyan eden; Yeniden yapılandırma, değiştirme, dönüştürme kalkışmaları” mevcudu; Hiçbir tarihi, zorunlu ve tabii neden olmaksızın “şark meselesi, güdüm ve menfur emeller gereği” alçakça yıkıp, yeniden ve “sözde Cumhuriyet oluşturma” kalkışmaları defalarca yaşandı.
Kısaca “Milli Devleti ilga, Türk Milleti’ne ihanet ve Cumhuriyeti dış güdümlü sömürgecilikle ikame” kalkışmalarının “karşı devrim” niteliği arz eden ilki: 11 Kasım 1938 ve ikincisi: “ihanete tam teşebbüs” de diyebileceğimiz: 27 Mayıs 1960’dır. Buna mukabil; Milletin “mezalime reddiye, misak-ı milliye uyanış, manevi diriliş ve doğal korunma içgüdüsü” nün doğal sonucu olarak vukua gelip hayat bulan: “Dörtlü Takrir” Manifestosu ve 07 Ocak 1946’da şahlanan, kadim Demokrat Parti halk hareketinin 14 Mayıs 1950 günlü “Beyaz İhtilâl”i ise; Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbının zaferidir.
 Bu zafer zulme karşı kazanılmıştır. Ata-Türk, Türk Milleti ve İslâm ümmetine ihanet eden hain İsmet İnönü’dür. O ki; Atatürk’ün (katledilerek) vefatı üzerinden bir gün bile geçmeden, Meclisi tanklarla çevirtip kendisini Cumhurbaşkanı ilân ettirerek;  Milli Şef ve sözde “cumhuriyet halk partisi’nin” ebedi başkanı sıfatlarının kullanarak 11 Kasım 1938’de diktatörlük ihtirasını hayata geçirmiş bir halk düşmanıdır. Gerici, solcu, goşist, emperyalist ve yobazlar bu kalkışmaya “karşı devrim” adını yakıştırır!.  
Buna göre: Birinci Cumhuriyet, Milli Mücadele zaferi ile taçlanan 1923 - 1938 dönemi; İkinci Cumhuriyet, 11 Kasım 1938 kalkışması ile başlayan 1938 - 1950 dönemi; Üçüncü Cumhuriyet, 14 Mayıs, “Milli Demokrasi” Bayramı olup;  27 Mayıs 1960 isyanına kadar süren Asr-ı Saadet dönemidir. Şu içinde bulunduğumuz idare Dördüncü Cumhuriyet olmaktadır. 27 Mayıs’la başlayan dördüncü Cumhuriyet; 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve sair “ayarlama ve düzenlemelerle” devleti bu siyasi zaaf, hafıza kaybı, milli, ilmî ve manevi değerler erozyonunun zirve yaptığı uçurumuna kadar sürüklemiştir…  
Kısa bir analiz yapacak olursak:, 11 Kasım ile 27 Mayıs’ın; Ata-Türk ilkeleri,   Türk inkılâbı ve Milli Mücadele ruhuna “karşı devrim” kindarlığı ile tam bir ihanet, hedef ve amaç birliği içinde olduğunu; 14 Mayıs “Beyaz İhtilâl” halk hareketinin ise: Milli Mücadele, Milli Devlet, Türk İnkılâbı ve Kurucu Cumhuriyet’in nezih temelleri üzerinde; Birleştirici, barıştırıcı, tamamlayıcı ve bütünleyici bir siyasi denge unsuru  (stabilizatör) sıfatıyla yükseldiğini iftiharla görürüz...
Sürecin ispatı ve gerçekliği: Büyük oyun’un bekraund’u olan 28 Şubat dava sürecine start verilmesine karşın; Dönemin hırsızlık, yolsuzluk, gasp, irtikap ve talanına ait milyarlarca dolar devlet alacağının peşine düşülmemesi; Çok gerekli ve zorunlu olmasına rağmen, henüz 11 Kasım 1938’in gündeme bile taşınmaması, 27 Mayıs 1960 isyan davalarının başlatılmamış olmasıdır. İşte bu cihetle; İçinde bulunduğumuz evre, adeta, ‘ihtiyar Osmanlı’nın, genç Türk Cumhuriyetinde kastı mahsusla, düşmanca tekrarlanmak istenen, kin ve intikam hezeyanlarını hatırlatmaktadır ki; Bu “nurlu sabahlara doğru” bir yöneliştir..
BİR TESPİT VE TEŞHİSLE..
Özgür Gündem Grubunda bir mesaj yayınlayan değerli ilim, tarih ve düşünce adamı Osman Akgün; “İmralı süreci, bir ABD İsrail şantaj ve tehdit sürecidir. Arkalarında bol miktarda suç dosyaları, suç kanıtları ve kanunsuzluklar bırakarak yükselenler, şimdi bu hatalarını Türk milletine ödetmeye; Sadece kendilerini kurtarmak için koca bir milleti parçalamaya ve tarihten silecek adımlar atmaya kalkıyorlar…
Şundan, kesinlikle eminim ki, bunu yapmaya ömürleri yetmeyecek. “Yeşil kâğıda güvenerek Orta Doğuda at oynatanlar da en kısa sürede, o yeşil dolarların ellerinde patlaması ile perişan olup gidecekler” diyorum ve İran’ın nükleer bombasını yapmasını, Çin'in doları dolaşımdan kaldırmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Az kaldı sabredin!..”
TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRI
Beşinci Cumhuriyet’in ayak sesleri; Bilumum insan hakları, eşitlik, adalet ve hukuka aykırı açılımlar, yeni (sözde sivil) anayasa ve torbalar dolusu yasa düzenlemeleri ile sistemin objektif ve reel geleneksel yapısını temelden sarmaya matuf teşebbüslerle.; Üç’ü parlamento içinde temsilci sahibi olmak üzere, toplam: 71 partiden oluşan muhalefetin gaflet, dalâlet ve Türk Milleti’ne hıyaneti sayesinde ağır, ağır geliyor. Oysa vatan, toprak ve bayrağın hakiki sahipleri; “Devletin Sakinleri” değil, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Gerçek Sahipleri” Aziz ve necip Türk Milleti’nin, bu vesileyle yüksek vicdanına sesleniyor ve ilgilileri uyarıyorum!
            1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden, Kanunlar ve Anayasa’dan asla çıkartılamaz, çıkartılmamalıdır!..
            2. Devletimizin eşit, onurlu, şerefli, tamamı 1. sınıf üyeleri olan aziz vatandaşlarımız, ırk, din ve mezheplere ayrıştırılamaz. TC’nin asli ve kurucu unsuru Müslümanlar; Tali unsur ve azınlıkları: Müslüman olmayan vatandaşlardır. Ancak; Türk Medeni Kanunu ve Anayasa karşısında bütün vatandaşlar eşittir. ATA-TÜRK döneminde vaki müracaatla tüm azınlıklar bu hususu kabul ve Cemiyet-i Akvam da tescil etmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, dünyanın en uygar ülkesi Türkiye Cumhuriyetinde azınlık ve ayrıcalıktan söz edilemez…
         3. Türk Milleti’nin Anadolu’da 17 bin yıldır kesintisiz olarak devam eden varlığı ve 7000 yıllık (doğrudan ve dolaylı) egemenliği; Emperyalist güçler dayatıyor ve vahşi batı nam kalleş AB istiyor diye, hile, desise, oyun ve düzenle yok edilemez. Türkiye Cumhuriyeti üniter değil “Milli ve mütesanit” bir devlettir. Bunun böylece sürdürülmesi gerekir.    
             4. Başta Avrupa (AB) ve Amerika olmak üzere, bütün dünya devletlerinin “tek resmi dil” esasına dayalı dil birliğine gider.; Rusya Federasyonunun Özerk Cumhuriyetlerinde “ana dil” resmi dil ve eğitim dili bile olamaz; Esir (azınlık) olmalarına rağmen Çin Uygur bölgesi, Batı Trakya ve Bulgaristan’da Türkçe eğitim yapılamaz, AB’de resmi dil dışında ana dil bile konuşulamazken; Türkiye Cumhuriyeti'nde, Türkçeden başkaca bir dil, "resmi dil ve eğitim dili" olarak, asla ve kesinlikle ikame edilemez ve kullandırılamaz. Bu dünya gerçekleri, bilim, adalet ve evrensel hukuka bütünüyle aykırı; Gericilik, yobazlık, bölücülük ve çağ dışılıktır.
            Bütün Türk’ler, bu aşamada şu iki gerçeği çok iyi bilmelidir:
1. Ayrılıkçı isyan hareketini sürdüren (siyaseten BDP tarafından desteklenen) eşkıya başı Abdullah Öc alan'ın (Artin Agopyan) 1996 da Grek TV ile  yaptığı ibret verici söyleşisini şu linkten: http://www.youtube.com/watch?v=M9knlpssYR0 izleyebilirsiniz. Türkiye'nin geleceğini, Türk Anayasasının nasıl olacağını böyle biriyle pazarlık yapan politik acı’lar Türk Devletinin koruyucusu olabilirler mi?.. Ermeni asıllı olduğu için Kürtçe bilmeyen, bu nedenle kötü bir doğu şivesiyle Türkçe konuşmaya çalışan Öcalan; “Yunanistan'ın Ege ve Akdeniz’de haklarını savunan taraf,  Türkiye’nin ise saldırgan olduğunu”  belirterek, örgütünün Türklere ve Türkiye’ye karşı yürüttüğü savaşın, “Yunan davasına da hizmet edecek büyük bir fırsat” olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor ve “Yeni bir Türk-Yunan savaşı olursa, bu sefer Türkler tarihlerinin en ağır, yenilgisini alacaklardır” kehanetinde bulunuyor…
            2. Türk Demek: “Türk’çe Düşünmek, Türk’çe Konuşmak ve Türk’çe Yaşamaktır. Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” Gazi Mustafa Kemâl ATA-TÜRK
 
SÖZDE BARIŞ (!) ADINA, VİZYONA KONAN MENFUR SÜREÇ
Şimdi gelelim; Daha dün “değişim ve dönüşüm” denilen ve fakat bu gün: “değiştirme, yeniden yapılandırma ve dönüştürme” kalkışmasının ayrıntılarına. Hafızalarınızı iyi yoklayın ve hatırlamaya çalışın. Bu, ‘değişim-dönüşüm ve yeniden yapılandırma’ söylemlerinin kökeni ta 1938 ve nihayet 1960’lara dayanır. Turgut Özal tarafından piyasaya sürülen transformasyon bu “vatana ihanet örgüsünün” baba lisanı, yani İngilizcesi ya da Amerikancasıdır.
Sanki memlekette savaş varmış gibi; Sözde “barış” adına icat ve ihdas olunan menfur bir süreçte Türkiye Cumhuriyeti devleti, eş başkan (çok utanç verici bir tanım) eşkıyanın silah bırakması ve yurdu terk etmesi başlığında Türk düşmanı bebek katili Apo'nun himmetine çöktürülmüştür. Bu dayatma bir alçaklık, anarşi ve terör ile müzakereye kalkışmak ise tam bir acizlik, millete karşı küstahlık, insanlık düşmanlığı, hukuk katli ve rezilliktir. Mahpus bir eşkıya ile sözde Kürt (gerçekte Rum, Ermeni) kimliğine tanınacak statüyü teminen Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun Türk inkılâbı ve ilkeleri yönünde belirlenen “Vatan ve Milletinin ebed-müddet varlığı ile Türk Devletinin bölünmez bütünlüğü” üzerinden hangi kesintilere gidileceği müzakere ve münakaşa ediliyor. Hangi hak, cesaret, yetki ve cüretle? Yuh artık! Hal bu ki, “Müslim ve Gayri Müslim esasına dayalı Milli Devlet” statüsünden en ufak bir kesinti dahi Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası hukuka bağdaştıran, hali hazır yaşanan huzur ve barışın teminatı olan Lozan’ın ihlali ve ilgasına yol açar. 
Üstüne üstlük, bu kalkışma veya namı diğer açılımda Devleti eşkıyanın önüne düşüren müzakerelerde, Kürt nüfusun var olduğu tüm coğrafyalarda uluslararası hukukun çiğnenmesi sorumluluğu göze alınmakta. Sızdıranlar bulunarak doğruluğu sabit olan “meşhut suç unsuru”  İmralı zabıtlarında Sırrı: “Rojava (Suriye Kürdistan’ı) için bir aktarımınız olacak mı?” diye sorar: “Suriye'de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim haklarını verirse onunla çalışsınlar. Suriye demokratik kurtuluş cephesi olsun. Türk, Türkmen, Kürt, Arap hepsi, Suudi Selefiler çok tehlikeli, Esat küçük burjuva diktatörü. Suriye Kürtleri Barzani emrine girmez. Onun çizgisi farklı. Kürtler mutlaka bir öz savunma gücü oluşturmalı..” denilmekte..
Şu diyaloga, mücadele yerine yapılan “demokratik” müzakereye bakın!
Kesinliği ve doğruluğu net olarak kanıtlanan ve içeriği Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Halkı, Hükümeti ve Anayasasına karşı “tartışmasız suç teşkil eden” işbu tutanaklar hakkında Cumhuriyet’in Savcıları henüz suskun. Adalet cihazı ilgisiz, siyasi taraf tehditkâr ve baskıcı; Müzakereciler tam bir saklılık, gizlilik ve mahremiyet peşindeler. Adeta millet ve devletten gizli menfur bir pazarlık yapılmakta!
Karanlık gecelerin kâbusu, bu ihanet şebekeleri ve işbirlikçileridir işte… 
Şu anda Türkiye’de, “Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık nedeni olan” Anayasa ve hukuk ihlali yönünde, söylem biçimi dahi ihanet içeren, anayasal ve yasal suç teşkil eden teşebbüsler var. Bu bilinçsiz ve güdümlü kalkışmalar Türkiye'yi çok büyük bir risk, ağır sıkıntı ve ufukta belirmiş nice tehlikeli badirelere sokuyor?
Hatırlamaya çalışın:
Temmuz 2012'de Suriye Kürt bölgesinde kendisini Kürdistan ordusu olarak tanıtan YPG; Haseke ve Kamışlı kentleri dışında tüm alanı ele geçirmişti. Kentlerde halk meclisleri ve yargı sistemi oluşturulmuş, dış güvenlikte YPG, iç güvenlikte polis ve yerel zabıta görev başı yapmış, meslek ve kadın örgütleri, eğitim ve halk evleri çalışmaya başlamıştı. Resmi sınırın bu tarafı Ceylanpınar’ın tam karşısında Serakaniye'de YPG güçleri ile Türkiye'den kumandalı Özgür Suriye ordusu arasında rejime karşı işbirliğini geliştirmeye yönelik ateşkes anlaşması Suriye Kürdistan’ında özerkliğin inşasına hız vermişti!
Karşı tarafta bunlar yapılırken, Türkiye Cumhuriyetinde de KCK’nın altyapısını oluşturmaya yönelik delege ve komite seçimleri yapılıyor; Yetkili ve sorumlu bir hükümete rağmen, sistematik olarak Türkçe coğrafi isimler Kürtçe’ye dönüştürülüyordu.   
Şimdi Apo'nun mektubunu Kandil'e götüren, ıkçı, ayrılıkçı ve sahrada teröristlerle kucaklaşacak kadar küstah, bölücü parti heyeti; Irak Kürt Yönetimini ziyaretinde Barzani yönetimi ile temasta. Barzani yönetimi kim? Otuz yıldır Türkiye ile deFAKTO savaş halinde olan aleni ve alçak, hain düşman!.. Dahası farklı ideolojilerde siyasi oluşumlarıyla Kürtlerin demokratikleşme hareketi perspektifinde kurumsal kimlikleri esasında birlik ve dirliklerini teminen ortak dil ile siyasal nicelik ve niteliklerini kazanması anlamında; Terör ve tedhişin hamisi, 27 Mayıs’ın mimarı.; İnsanlık haysiyeti, şeref ve soy yoksunu, alçak Batı tarafından yaratılan sözde Kürt sorununun çözülmesini destekliyor.
PYD'nin de barış sürecine dâhil edilmesi çağrısı yapılıyor!
Bu sıra, Türkiye'deki misafiri Irak'tan idam mahkûmu eski Cumhurbaşkanı Sünni lider Tarık el Haşimi, Sünni milletvekillerinin Şii Maliki hükümetinden çekilmelerini istiyor.          
O sıralarda rejim muhalifi Özgür Suriye Ordusu da Suriye-Irak sınırının kuzeyinde El Anbar / Akaşat'ta pusuya düşürdüğü Suriyeli ve Iraklı askerlere saldırıp ağır kayıplara neden oluyor. Yoksa bu bahaneyle Suriye cephesinin Irak’a genişlemesi mi isteniyor? Çünkü ABD, başta Türkiye ve Arap olmak üzere bütün Ortadoğu, ülkelerini kayıtsız-şartsız kendi sömürge alanı, pazarına katmayı hedeflemiş ve projelendirmiş bulunmaktadır.
BOP, BİP ve Arap Baharı denilen menfur plânların yegâne hedef v amacı budur.
Bunu teminen Amerika askeri gücünü yedekte tutuyor. Ekonomik ve siyasi gücü ile demokrasi, yetki devri, yeniden yapılandırmalar gibi benzeri yöntemlerle ulusal sınırları anlamsızlaştırmayı, Ortadoğu'yu “Yeni Osmanlı” sanal tutkalıyla güya herkese ortak vatan yapmayı hedefliyor. Oysa bu tam bir yalan, hile ve desise
Eş başkanlık yetkisi devrettiği sanılan (!), Ortadoğu'da insanların eşitlikle mi yoksa dikta ile mi bir arada olacakları gerilimini yönetiyor. Bu noktada, emperyalistlerin en büyük korkusu Atatürk'ün "Mazinin kararsız, çürümüş zihniyeti çöktü. Bütün dünya bilmeli ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmaya kadirdir. Türk, vatanının bir karış toprağı için ayağa kalkar. Türk milletinin haysiyetinin bir zerresine, vatanın bir avuç toprağına vuku bulacak tecavüzün bütün mevcudiyetine vurulmuş hain bir darbe olacağını fark etmeyeceğini sanmak hatadır" ifadesi ibretle hatırlanmalıdır.
Ama bakınız, tam bir ihanet, şer ve şeamet skandalı var!
Aleni ihanet ve meşhut suç belgesi “İmralı tutanakları” etrafa saçıldığında Eş başkan  "Bana güvenin. Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan" diyor, bir yandan da ihanet şebekesi ile mücadeleyi rölantiye alıp müzakere ediyor. Ne elemli bir çelişki değil mi?
Diğer tarafta: "Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan" konseptinde acuze, zavallı İslam Konferansı Örgütü; Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin ilgası ile başsız, etkisiz, güçsüz ve karmakarışık kaldığı düşünülen İslam ülkelerini dini esaslar, dini bir çekirdek etrafında toplanmış ümmet anlayışında devletler konfederasyonu olarak temsil ettiğini sanıyor... Oysa bu iddia bütünüyle yalan. En utan verici hakikat ise; Sözde İslâm devletleri adına “Örgüt temsilcisi” olanların çoğu, bir Yahudi tarikatı olan masonluk illetinin mensubu.
Mason Locasından mülhem ABD-İngiltere ve AB kullarında mürekkep ve çoğu ilmi toplantılarında bile “İngilizce” konuşulan bu deforme yapı, güya ümmetin dayanışması, siyasi - ekonomik-kültürel-bilimsel işbirliği ve Müslüman halkın hukuk ve haklarını savunmayı amaçlıyor. İslam Kalkınma Bankası ise güya İslam şeriatı yönünde ekonomik, mali ve bankacılık faaliyetleriyle ümmetin münferit ya da birlikte ekonomik kalkınmalarına ve sosyal gelişmelerine katkıda bulunuyor gibi görünüyor! Bunların hepsi yalan.
AB uydurması, Amerikan senaryosu ve yeni sömürge girişimlerinin iğrenç maskesidir. İşte bu yüzden, petrol ve maden dâhil olmak üzere, aslında bütün insanlığın ortak malı, doğal hak ve servetlerinin sahibi İslâm, Afrika coğrafyası şimdi yeniden talan ve tarumar edilmek,  yağmalanmak isteniyor. Karanlık kâbus budur. Bu karanlık ve kâbustan nurlu sabaha; Beşinci Cumhuriyetle değil; Ancak ve sadece Milli Devlet, Milli Hükümet ve Milli Şuur ile ulaşılır.  
Aksi takdirde “muktedir olmayı”, “diktatör olmak” biçiminle anlayanlarla değil.
 
 
 
 
 
 
 

 

 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi

PATLICAN KEBAP
1,5 kilo patlıcan
400 gram kıyma
1 baş soğan
2 diş barımsak
3 adet olgun domates
1 kaşık domates veya biber salçası
Patlıcanlar ve domatesler güzelce yıkanır. Soğan soyularak küçük olarak kıyılır. Etin üzerine dökülür iki diş sarımsak doğranır, tuz ve kırmız biber dökülerek güzelce yoğrulur. Patlıcanlar 3 santim kalınlığında kabukları soyulmadan silindir şeklinde doğranır. Bir tepsi veya ısıya dayanıklı cam tepsinin altını çok ince bir şekilde zeytinyağı dökülerek kebabın tepsiye yapışması önlenir. Doğranan patlıcan etten ceviz büyüklüğünde karılmış harçtan alınarak patlıcanın beyaz kısmına konulur tepsiye düzülerek tepsi doldurulur. Tepsinin üzerine istenildiği kadar tuz serpilir.
Domateslerin kabukları soyularak kuşbaşı şeklinde doğranarak tepsinin üzerinde bulunan patlıcanların üzerine aktarılır. İstenilirse üzerine sapları alınmış yeşilbiber de konulabilir.
Bir kapta bulunan salçaya kalan zeytinyağı dökülerek özenir ve tepsinin üzerine sos olarak dökülür. Kızdırılmış fırına sürülür ve 20-25 dakika kadar fırında bekletilir. Fırından çıkartılınca sıcak olarak servis yapılır.


 

 

 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ahmet CANBABA
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi
NOKTA     
Düşlerimin sırça saraylarında
Yaşamımı adadığım
Ne sen  kürkçü dükkanısın
Ne de ben tilki.
Sen ormanımı yakıyorsun yüreğimdeki
Bir kuru anıza kibrit çakıp
Dönmezdim belki
Kıvılcımlar sıçramasa gözlerinden
Biliyor musun ?
Gün güne ölüyorum avuçlarında.
Hasat dönemine kalıyor acılarım.
Yeni bir umuda  ancak  filizlenir gelecek
Ben ki dokunulmazlığımın zırhına bürünüp
Çıkmaz bir sokakta
Bir bilinmezliğin sonsuzluğunda kaybolurum.
İlk defa boyutsuzum,
Ve ilk defa bir nokta.
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Erhan TIĞLI
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi
BAHAR YELİME
Sen bir bahar yelisin sevgilim
Gönlümde esen
Mucize ilaç gibisin,
kalp ağrılarımı kesen
Sensin hayatıma renk veren
En güzel tablo, en güzel desen.
Hiçbir şey istemiyorum senden
Yeter bana, “Seni seviyorum” desen.

 

 
 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU Hayat Hikayesi
OTUZBEŞİNCİ YAŞIM
“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder” demiş şair
Ömrüm gözyaşı olur eylül bulutuna dair
Bir kalem kırılır oysaki yolun yarısında
Adım yazar “taht misali o musalla taşında”
Bir mevsim-i hazan yaşadım şu fani dünyada
Avuçlarımdan çarmıha gerildim her rüyada
Lal-ü aşka adadığım yüreğim şimdi esir
Mesture nidalar ki ruhuma ediyor tesir
Sürüklendi düşlerim Kevser havuzuna doldu
Küskün yüreğim sana fecr vaktinde tutsak oldu
Nutfetimin özüne bir çift göz köleydi sanki
O gözler ki bana katre katre aşk sundu belki
Hicran mevsiminde ki otuz beşinci yaşım bu
Özgürlük muştusu şakağımdan akan soğuk su
Hezarenlerle yudumladım çileli yılları
Acziyet ufkunda dolaştım mecalsiz yolları
Mütebessim umutlar yeşeriyor yüreğimde
Kıyama durmuş eller ümitle açılır ben de
Tevekkülle tefekkürle dualar ediyorum
Hüzün fezasında kanatlanıp da uçuyorum
Kadim zamanlardan gelmiş iz düşümü dünümsün
Meftun zamanlarda tutsak ettiğim bu günümsün
Ruhumun sükûtunda gizli kalan yarınımsın
Rüveyda sulardaki otuz beşinci yaşımsın
Bir vaveyla kopardım ki dün gece düşlerimden
Darağacındaki gölgeme kor düştü ecelden
Sesim yankılanmaz oldu dilim tutuldu hemen
Ki ölüyorum gece vakti ellerim üşürken
“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder” demiş şair
Ömrüm gözyaşı olur eylül bulutuna dair
Bir kalem kırılır oysaki yolun yarısında
Adım yazar “taht misali o musalla taşında”
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

164 SAYI 25  Ekim  2012 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!