|
YIL 14 SAYI 163 25
Eylül 2012 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL SİGARA VE HAFTALAR
İsa KAYACAN PERVANE’NIN DUALARI
Tülay BİLGİN YÜZYILLAR ARASI SAVAŞ
Murat HACIOĞLU HAYAT BAZEN
-
Atilla ALPAY AYVANSARAY
-
Mustafa Nevruz SINACI BEŞİNCİ CUMHURİYETİN AYAK SESLERİ
Selma GÜRSEL PATLICAN KEBAP
Ahmet CANBABA NOKTA
Erhan TIĞLI BAHAR YELİME
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU OTUZBEŞİNCİ YAŞIM
-
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- SİGARA VE HAFTALAR.
-
Sigaranın zararı
sadece kendimiz için değil, etrafımızdakilere de verdiğimiz büyük eziyetin ta
kendisidir.
-
Sigara içerken
etrafıma verdiğim eziyetin ne olduğunu anlayamamıştım. Sigarayı bırakınca;
etrafımda sigara içenlerin bana verdikleri eziyeti gördüm ve,
etrafımdakilerden utanır oldum. Kendilerinden özür diliyor verdiğim sıkıntı
içinde utanıyorum.
-
Kutlanılan
haftalara ben inanmıyor ve faydalıda olduğunu düşünmüyorum. Sanki bana senede
bir hafta o kutlanan gün için yeterli görülmüş bir zaman dilimi olarak
görmekteyim.
- Bence bu haftalar; bazı kişilere getirim
kazandırmak için icat edilmiş olduğu ve bizleri tüketmeye zorlayan bir alet
olduğu kanındayım. Bizlerde bu alete kanarak önemi sadece bir gün veya bir
haftaya sığan anmalarla kendimizi tatmin ediyor gözüküyoruz.
-
Günler ve
haftalardan olan; Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, Öğretmenler
Günü v.b. Şimdi benim annem sağken ben annemi sadece "Anneler Günü"nde mi
anacaktım:->
-
Babam Sağken
"Babalar Günü"nde mi anıyordum. Bu günlerde onlara hediyeler mi alıyordum
yoksa onları devamlı ziyaret ettiğim için bu onlara daha mı güzel gözüküyordu?
- Eşimi ben sadece "Sevgililer Günü"nde mi
hatırlayayım? Ona alacağım ihtiyacı için o günü mü bekleyeyim. Yoksa yanımda
olduğu için ona devamlı sevgililer günü imiş gibi mi davranayım?
-
Sevgi veya kutlama bizlerin birbirimize bağlanması için bir araç olarak
görülmemesi, sevdiklerimizi günlerle değil ömür boyu sevmemizin daha doğru
olmasını isterim.
-
Bizlerin zaten uzun zannettiği ömür çok kısa ve kısıtlı bir zaman dilimi. Onun
için kendimize zarar verirken başkalarına da zarar verdiğimizin bilincinde
olur, bir kutlamadaki faydayı sadece o gün veya hafta olarak düşünmeyerek ömür
boyu kutlarsak daha güzel olur.
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- PERVANE’NIN DUALARI
-
1992 doğumlu olan
Pervane Namık kızı, Bakü’de öğrenimini sürdürüyor. Ama, bu yaşına rağmen,
kitaplar yazıyor, yayınlıyor.
-
Bana gelen son
kitabının adı: Türkiye’nin Pervanesi: Atatürk.
-
Vektor
Neşirlerevi yayınları arasında 106 sayfayla 2009 yılının başında günyüzü
gördü. Bu kitabın 9, 10 ve 11 nci sayfalarında “Üç ana ruhu mültece rüzgar
anaya dua ederken” başlıklı bir yazısı, sunuşu var “Bu yazımı Atatürkümüzün
ruhuna bağışlıyorum” ithafıyla. Burada Pervane şöyle başlıyor:
-
-“Özel eğitim
aldığım filolog Dç.alim, dil-edebiyat öğretmeni Edalet Tahirzade’nin (Hirhatala
kendinin tarihi ve urugların soyağacı) kitabını okuyordum. Kapımız döğüldü.
Tak!.. Tak!.. Tak!.. Zengimiz yoktu. Tahta kapıda bele ses çıkarır. Postacı
hanım idi. Yüzünde güneş doğmuştu, yine elleriyle arkasında neyse
gizletdiğinden bildim ki, Türkiye’den İsa Kayacan’dan mektup var”.
-
- Ağırdı, yavrum,
galiba yine kitaplar, kazetelerdi deyip bağlamını bana verdi. Bağlamını açtım.
“Mücüze insan”, “Burdur’un gülü”, “İnsanlığın simvolu”, “124 kitabın müellifi”
İsa Kayacan benim” Atatürkle gönül sohbetim” kitapım hakkında Türkiyenin
onlarla gazetelerinde dere elediği yazıları ve 464 sayfaları “Mezarlık
Kültürümüzden Önekler” kitabını bana yollamıştı.
-
Edalet hocamın
“Şehid mezarı mescidden sonra her bir musulmanın en mukaddes ziyaretgâhıdır”
deyip doğma yurdunu şehitlerinden sohbet açıyor.
- Hürmetli Edalet hocam anası Rugiyye hanımın
ölümü hakla çok kısa yazıp. Deyirler hakk-hakikat yolunda rahmete gidenler
şehit adlanıyor.
-
-
UZUN YILLAR
-
Pervane anlatmaya
devam ediyor:
-
-Uzun yıllardır
kalem arkadaşlığı ettiğim, benim Türk matbuatında tanınmama borçlu olduğum
mühterem İsa Kayacan “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler” kitabında önsözden önce
yazıb “Her canlı gibi her insan da bir gün dünyasını mutlaka değiştirecektir.
Önemli ve esas olan hizmetleri, özellikleri ve güzellikleri ile ölümün bile
hafızalardan silemediği insanlar arasında yer alabilmektir”
-
İsa Kayacan bu
kitabında “Şehitlerin mezar taşları” başlıklı yazı ve Atatürk’ün annesinin
ölümü ile ilgili gördüğü rüya çok tesirliydi.
-
Atatürk bir gün
rüyasında görüyor ki; annesi ölüb. O durub ağlamaya başlıyor. Diyorlar ki,
neden ağlıyorsun? O cevap veriyor ki, zavallı, zehmetkeş annem dünyasını
değişti. Bu rüya doğru çıksada Atatürk öz annesinin merasimine gidibilmiyor.
Çünki o döyüşteydi.
-
Ben bu kitapdaki
bir yeri de vurgulamak istiyorum: “12 Şubat 2002 kapkara bir tarihti. Eşimin
Ankara Karşıyaka mezarlığındaki ebedi istirahagahı o günden benim ikinci
adresim oldu.” Böyle diyordu İsa Kayacan.
-
Kalkıp pencereden
dışarı baktım. Bu zaman yağmurun yağdığını gördüm. Bana öyle geldi ki, bu adi
bir yağmur değil. Öz doğma topraklarında hoşbaht uyuyan üç annenin göz
yaşlarıdır. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, İsa Kayacan’ın hanımı Sabahat
hanımın, Edalet hocmın annesi şehit Rugiyye hanım.
-
Sonda arzu
ediyorum ki, Edalet hocamla hürmetli İsa Kayacan Ağdamda benim “Karabağda
şehitler mezarlıkları” kitabım tekdimatında birbirinin ellerini sıksınlar.
Amin inşallah!
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Tülay BİLGİN |
Tülay BİLGİN Hayat Hikayesi
|
- YÜZYILLAR ARASI SAVAŞ
-
Tarihin yeni bir yüzyılla karşılaşması hiçte sıcak olmadı. Asırlar arasında
soğuk rüzgârlar esiyor.1930 lar ve 2000 lerin arasında kara kediler girmişe
benziyor. Tarihin şimdiki zamanla buluşması en çok 1930 luları etkiliyor.
Sıcak samimi, iyi niyetin ön planda olduğu samimi dostlukların kurulduğu zaman
dilimi geride kaldı. Şimdiki zamana ayak uydurmakta o kadar kolay değil. Nesil
çatışması konmuştu adı.
-
Sıcak insan
ilişkilerinin, soğuk kişisel çıkarlara bırakmakta olduğu asır kendini tarta
bilecek miydi? Otuzlu kuşak, yeni nesile hesap soruyor, bu gidiş nereye? Nesil
çatışması, yerini nesil savaşına bıraktı.
-
Bu zaman
tünelinde sabrın azaldığı, anlayışın hoşgörünün tükendiği bu dönem insana yeni
bir zihin yakıtı icat ediyor. Bu asırda; bu yakıtı hemen hemen kullanmayan yok
gibi.(İstisnalar hariç)istesek te istemesek te o tünele girdik bir kere. İkili
ilişkilerin resmileştiği, kişisel çıkarların ön plana çıktığı, sosyal statünün
yükselmesi, yaşam standartlarının mükemmelleşmesi insanları birbirinden
uzaklaştırdı. Zihin yakıtımız ister istemez hep mükemmellik oldu. Maneviyatın
buz gibi erimeye devam ettiği bu asır bize tokat gibi çarptı. Psikolojik
sorunlar gençlerde çığ gibi büyüdü. Hedef kitlenmesi, mükemmeliyetçilik gibi
sorunlar doğdu. Bunlar asrın acı gerçekleri. Bize kültürümüzü kaybettiren ne?
Teknolojimi, Yeni bir yüzyıl olması mı? Yoksa kültürümüzü taşıyamadığımız mı?
-
Bu asırlar arası
çatışmada bir birini anlayan ve hoş görünün hâkim olduğu bir asır olması. Her
iki neslinde, birbirini anlaması dileğiyle. Nesil çatışması değilde, nesiller
arası diyalog olsa daha güzel olmaz mı? Bu savaşın barışla bitmesi müreffeh
bir hayat diliyorum.
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU Hayat Hikayesi |
- HAYAT BAZEN
-
Hayat bazen
bitmeyecekmiş gibi geliyor. Sanki yıllar ucu ucuna eklenmiş ve her bir geçen
tekrar sıraya girerek zincirin kopmasına izin vermiyormuş gibi. Kimi zaman da
bir anda bitiverecekmiş gibi.. Bir nehrin kıvrıla kıvrıla gidip denize
dökülüvermesi gibi... Bir kuşun kilometrelerce kanat çırpışından sonra
inivermesi gibi...
-
Ve bazen acımasız
geliyor hayat. Gaddar bir babanın evladını doğraması gibi lime lime ediyor
sanki yaşayanları. Bir karabulut gibi semalarda dolanırken birden öfkesini
kusuyor bardaktan boşanırcasına... Fitili ateşlenmiş bir dinamit gibi
patlayıveriyor avuçlarında... Taşıdığı ağırlıktan yorulmuş bir urgan gibi
kopuveriyor...
-
Kimi zaman bitmez
tükenmez sevinç oluveriyor. Rüzgârın ahengine kendini bırakmış bir uçurtma
gibi süzülerek semalarda... Annesini emmiş bir bebeğin yüzündeki mutluluk gibi
coşkun... Yağmurdan sonra çıkmış bir gökkuşağı gibi rengârenk...
-
Hayat eşit
davranmıyor herkese. Kimine az verirken kimine vermedeki ölçüsü bozulmuş.
Kimine can veriyor, kimine canan, kimine kan veriyor, kimine gözyaşı, kimine
vermede cimri bir kase aşı... Öyle bir düzen ki kurulan; kimi vuran, kimi
vurulan...
-
Her şeye rağmen,
acısına, düzensizliğine, sefaletine rağmen, yine de yaşanır işte. Yaşamak için
türlü türlü sebepler var ki, yaşanır olmuş. Dalga dalga eserken dışarda
fırtınalar, sükunet içindeki yüreğin dinginliği yoksa nereden gelecek. Yoksa
nereden tutacak, tutunacak; bütün dallar yağlanmış, urganlar kertilmiş,
tutamaçlar koparılmışken...
-
Bir fidan gibidir
sevgi, aşk, sevda.. Bir fidandır evet, ama önce bir tohumdur. İlk bakışma ile
tutuşur meşalesi tohumun. Gönülden gönüle giden bakışlardır gözlerden geçerek
meşalenin ateşini yakan. Su alır topraktan, hava gelir incecik gözeneklerden.
Bir tohumdur henüz ama meşale tutuşmuştur artık, yavaş yavaş büyüyecektir
artık. Gözlerin gücüyle sulanır, yüreğin sesinden oksijen alır. Toprağı
gönüldür işte. Bereketlisi de olur bereketsizi de. Her tohum her toprakta
yeşermez ya, ondan. Yavaş yavaş gelişmektedir tohumcuk. Filiz vermiştir.
Başını uzatmıştır etrafa. Neredeyim dercesine bakınır. Sonra gözlerini açar
sıcak ve güneşli bir dünyaya... Şaşkındır önce. Bildiği ama kısa bir
süreliğine de olsa unuttuğu yere gözlerini açmıştır çünkü. Coşkuludur. Belki
çok kısa belki çok uzun kalacağı bir dünyadadır artık. Kısa da olsa uzun da
olsa orada bulunmak güzeldir düşüncesine göre. Hala suyunu topraktan alacak
olsa da artık hava almak için toprak gözeneklerine muhtaç değildir. Daha hızlı
büyüyebilecek, daha çok oksijen alabilecektir artık. Çünkü oksijen yürektir,
yüreğin sesidir. Ama bir o kadar da korumasızdır şimdi. Topraktaki güvenlik
yoktur şimdi. Etrafını saran, onu koruyan toprağı aşağıda kalmıştır. Şimdi o
yağmurlara, fırtınalara açıktır. Bir ayak gelip ezebilir, bir koyun gelip
koparabilir belki de. Hâlbuki yeryüzündeki en zararsız hayvandır koyun. Ama
onun için değil. Onun için en zararsızlar en zararlı olabilir. Fakat o hiçbir
şey bilmez, hiçbirini tanımaz. Yaşadıkça öğrenecektir. Öğrendikçe
yaşayacak......ya da......ölecek. Hayat belki çok kısa olacak ona; bir saniye,
hatta daha da kısa, belki de çok uzun olacaktır bir ömür hatta bir asır. Kim
bilir? Kim bilebilir? Hayat yaşadıkça farkında olunan bir şey değil midir
zaten. O da yaşadıkça fark edecektir sadece. Fark etmediği zaman zaten hayatta
olmayacaktır ... Bir süre dayanabilirse güçlüklere belki de güçlenecek ve daha
da dayanıklı olacaktır. En hassas zamanıdır şimdi onun. Bir filiz iken önce
fidan olacak sonra da ağaç olacaktır. Ama o zaman kadar kim bilir ne badireler
atlatacaktır... ya da atlatamayacak. Ah bir büyüse. Ah bir güçlense. İşte o
vakit en sert fırtınalara karşı koyabilecek, en güçlü hayvanlarla baş
edebilecek, en acımasız katillere göğüs gerebilecektir. Hayatını sürdürme
şansı daha fazla olacaktır artık.... Ama işte bütün mesele büyümekte değil mi
zaten. Büyümek ve güçlenmek. Hiç kolay değil ki. O kadar badireleri atlatıp
güçlü bir ağaç olabilmek ve en nihayet bir ömür boyu varlığını sürdürebilmek.
Ve "çınar gibi ayakta öldü" sözüne uygun veda edebilmek.... Ama belki de çok
kolaydır kim bilir? Kim bilir ki kolayın ya da zorun ne olduğunu? Kime göre
kolay kime göre zor? Neye göre kolay neye göre zor? Kim bilir? Kim bilebilir?
Kimin bildiği doğrudur?
-
Hayat bazen
kolaydır, bazen de zor. Kime göre kolay, kime göre zor? Neye göre kolay? Neye
göre zor?
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
AYVANSARAY
O
ilk halkaya yetişememişdi. Ama çevresindekilere hep
İslamı anlatır Müslümanların nasıl olması gerektiğinden
bahsederdi. Kainatın efendisinin vefatında; Uhud , Bedir
ve Hendek gazvelerinde kullandığı gergedan derisi kalkanın bir
Yahudi tüccarda rehin olduğunu anlatır, onun dünya malına
neden hiç değer vermediğini izaha çalışırdı.
Müslümanların zenginliği paylaşmak olmalıydı. Garbda ki
Müslümanın acısını şarktaki duymalı diyordu. O' SAV na
hediyeler geldiğini ve ev halkının ihtiyacından fazlasını
yoksullara dağıtıldığını söylerdi.
Abdest alınacak su deniz dahi olsa israf etmemeli diyen o
büyük insanın bütün hayatını ezbere bilirdi. Onsuz geçen hiç
bir anı olmamıştı. Onunla birlikte olmak şereflerin en
büyüğüydü.
Asrı sadetden sonra insanların imanı yerindeydi. Müslümanlar
namaz kılıyor, zekat veriyor ve kurulan ilk İslam
devletlerinde sadık birer vatandaş olarak İslam’a uygun
yaşıyorlardı fakat yine mal ve evlat gayretkeşliği içine
girmekteydiler. O bunları görüyor; toplumsal dayanışmanın
azalarak Müslümanların yine canlarının derdine düştüklerine
üzülerek şahit oluyordu.
Mektuplar yazıyordu etrafa.devlet adamlarına,islamı
yaşayanlara,başka islam ülkelerine..Emirlere
valilere,yöneticilere..Herkesi bu dünyayı terketmeye ve
mal biriktirmemeye çağırıyordu.Hayırda yarışmanın önemini
anlatıyor,benlik davası gütmenin yanlış olduğundan
bahsediyordu.
Misal verdiği her zaman kainatın efendisiydi.Onun mal ve mülk
adına neyi vardı. Vefatındaki bir kucak eşyanın tesbiti
yapılmıştı. Ondan kalanları normal bir insan bile sırtına
vursa taşıyabilirdi. Bir hasır,başının altına bir taş
parçası,bir yatak,iki çift ayakkabı, iki kılıç,iki
hırkası-birisini üveysel kareniye gönderilmesini vasiyet
etmişti,oku,yay kirişi,kalkanı (yahudide rehindi),Kuran-ı
Kerimi ...Hepsi hepsi bir kucak eşyaydı kalanlar...
O islamın ilk devlet başkanı,
Kainatın hürmetine yaratıldığı en mübarek insan, dünyaya
gelmiş bütün peygamberlerin peygamberi ve bütün dünya
Müslümanlarının imamı,cin ve insanların peygamberiydi.
Cennete girecek insanlar onun şefaatine nail olmazlarsa
giremezler, onun buğzettikleri içinde cehennemde ateşler
tutuşturulurdu. En kutlu,en mübarek ve en büyük oydu.
O
olmasına rağmen, dünya malı olarak neyi vardı ?
İstese zengin olamazmıydı.Kendisine bağışlananları fakirlere
dağıtmasa ,birazını biriktirse dünyanın gelmiş geçmiş en
zengin adamı olmaz mıydı?
Ama onun gözü bu dünyanın bütün mallarına kapalı ve tokdu.İslamın
muzafferiyeti için çalışmış,yeryüzündeki hiç bir insanın
çekmediği kadar sıkıntı çekmiş ve asla rahat yüzü görmemişti.
Halkıyla beraber çalışır,sırtında yük taşır,kimseye elini
öptürmezdi.
Devlet başkanına, müminlerin ilk hükümdarına kim hesap
soracaktı. Konuştuğu hadis, ağzından çıkan ayetti.
Oda bunları anlatırdı hep. Kainatın efendisinin vasıflarını
sıralardı hece hece...Müslümanlar onun gibi olmalıydı.İsraf
etmemeli ,bu yalan dünya için ipek,altın ve pırlanta
biriktirmemeli,atlara ve kadınlara,oğullara ve
kızlara,evlatlara ve bilcümle dünya malına bu kadar kıymet
verilmemeliydi.
Hayatını bunları anlatmaya, insanlara tekrar tekrar öğretmeye
adamıştı.
Zamanla memleketinde de onu
dinlemez oldular. Bu dünyanın büyüsü asrı saadetten sonraki
yıllardada müminleri yine sarar oldu. Şeytan bu dünyayı
güzel gösteriyor ve müminleri hayırdan alıkoyuyordu.
Engellenen yol peygamberin sav yoluydu.
Nihayet hadisle müjdelenen o büyük fetih için kalkıp
konstantiniyye önüne geldi.
Halid bin Zeyd, Kaab bin
Malik, Cabir bin Abdullah; Muhammed El Ensari gibi o da
yaşlıydı .Gemilerle aylar süren yolculuğun sonunda
Hristiyanların surları önündeki ordugahda kuşatmaya
katılıyordu.Kış bastırmışdı. Ülkesinde görülmeyen
iklimler onu ve diğerlerini hasta etmişti. Son günleri
olduğunu kendiside hissediyordu. Vefatında veya şehadetinde
bulunduğu yere gömülmesini vasiyyet etti. Bu şehir
elbette bir gün fetholunacak ve onunda kabrinin
bulunduğu yer bir İslam diyarı olacaktı.
Aradan 1450 yıl geçti.
Doğduğu , İslamı kabul ettiği, kainatın efendisiyle omuz omuza
çarpıştığı ülkesinde kendi kabilesinden veya soyundan
gelenler, onun torunlarının çocukları onun ismini ve
hatırasını yaşatmak için onu hep anlatıyorlar ve hürmetle
anıyorlardı.Ama yaptıkları hatanın hiç de
farkında olmıyorlardı.
Dünyanın en pahalı mermerleriyle kaplı Medinedeki Cennet-ül
Baki kabristanının önündeki büyük caddeye onun
adını vermişlerdi.
O
caddede yine büyük alışveriş merkezleri bulunuyor ve bütün
dünyanın lüks tüketim malları da orada bir araya gelmiş ;
hacıların uğramasını bekliyordu.
Oysa kendisi bulunduğu Osmanlı topraklarında ne kadar da
mutluydu. Kabri mütevazi evlerle dolu, fakir insanların
yaşadığı eski bir sokakda bulunmaktaydı.O sokakta ismini
yaşatacak küçük bir mescid ile birde küçük bakkal dükkanı
vardı.
Bugün Ayvansaray vapur iskelesinden inenlerin karşısına çıkan
paslı bir tabelada bu mübarek insanın ismi yazmakta o tek
katlı evlerden mamul mütevazi sokağı ,mübarek Kabr-i Şerifleri
ve mescidi tarif edilmektedir: "Ebu Zer Gıfari RA
türbesine gider. |
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- BEŞİNCİ
CUMHURİYETİN AYAK SESLERİ
-
Bir şafaktan, bir şafağa; “Karanlık gecelerin nurlu sabahına
doğru..”
-
Yaklaşık 17 bin yıldır Anayurt Anadolu’yu mesken tutan aziz,
kadim ve necip milletimizin tarih boyunca, yan yana yahut da
peş peşe kurduğu (bilinen ve belli olan) 101 devlet ve 16
İmparatorluk sürecinde;, Defalarca, adına “son” denilen
ve fakat her biri aslına rûcu, mazarrattan arınma,dâhili
bedhahlardan ayıklanma anlamına gelen ileri ufuklara açılım;
Yeni başlangıç, büyük oluşum ve nice, birbirinden sancılı
kutlu doğumlar yaşanmıştır. Ki bu, insanlığın adalet ve
uygarlık tarihini inşa, inkişaf ve inkılâp tarihinin destansı
sürecidir.
-
Kadim hatıratlarda bu vakıalara: “Karanlık gecelerin nurlu
sabahı” denilir.
-
Hattâ 1700’den itibaren “küresel adalet, evrensel barış ve
hukuk”un yaşam biçimi olmaktan çıkartılması nedeniyle, sadece
duraklama, gerileme ve yıkılış dönemi toplamı 223 yıl süren
son “Türk-İslâm İmparatorluğu” Osmanlı Devletine nazaran;
Henüz 90 yıllık genç TC bünyesinde; Mâkus talih, dâhili ve
harici bedhah iştirakli karanlık ve kâbus biçiminde cereyan
eden; Yeniden yapılandırma, değiştirme, dönüştürme
kalkışmaları” mevcudu; Hiçbir tarihi, zorunlu ve tabii neden
olmaksızın “şark meselesi, güdüm ve menfur emeller gereği”
alçakça yıkıp, yeniden ve “sözde Cumhuriyet oluşturma”
kalkışmaları defalarca yaşandı.
- Kısaca “Milli Devleti ilga,
Türk Milleti’ne ihanet ve Cumhuriyeti dış güdümlü
sömürgecilikle ikame” kalkışmalarının “karşı devrim” niteliği
arz eden ilki: 11 Kasım 1938 ve ikincisi: “ihanete tam
teşebbüs” de diyebileceğimiz: 27 Mayıs 1960’dır. Buna mukabil;
Milletin “mezalime reddiye, misak-ı milliye uyanış, manevi
diriliş ve doğal korunma içgüdüsü” nün doğal sonucu olarak
vukua gelip hayat bulan: “Dörtlü Takrir” Manifestosu ve 07
Ocak 1946’da şahlanan, kadim Demokrat Parti halk hareketinin
14 Mayıs 1950 günlü “Beyaz İhtilâl”i ise; Atatürk ilkeleri ve
Türk İnkılâbının zaferidir.
-
Bu zafer zulme karşı kazanılmıştır. Ata-Türk, Türk Milleti ve
İslâm ümmetine ihanet eden hain İsmet İnönü’dür. O ki;
Atatürk’ün (katledilerek) vefatı üzerinden bir gün bile
geçmeden, Meclisi tanklarla çevirtip kendisini Cumhurbaşkanı
ilân ettirerek; Milli Şef ve sözde “cumhuriyet halk
partisi’nin” ebedi başkanı sıfatlarının kullanarak 11 Kasım
1938’de diktatörlük ihtirasını hayata geçirmiş bir halk
düşmanıdır. Gerici, solcu, goşist, emperyalist ve yobazlar bu
kalkışmaya “karşı devrim” adını yakıştırır!.
-
Buna göre: Birinci Cumhuriyet, Milli Mücadele zaferi ile
taçlanan 1923 - 1938 dönemi; İkinci Cumhuriyet, 11 Kasım 1938
kalkışması ile başlayan 1938 - 1950 dönemi; Üçüncü Cumhuriyet,
14 Mayıs, “Milli Demokrasi” Bayramı olup; 27 Mayıs 1960
isyanına kadar süren Asr-ı Saadet dönemidir. Şu içinde
bulunduğumuz idare Dördüncü Cumhuriyet olmaktadır. 27 Mayıs’la
başlayan dördüncü Cumhuriyet; 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve
sair “ayarlama ve düzenlemelerle” devleti bu siyasi zaaf,
hafıza kaybı, milli, ilmî ve manevi değerler erozyonunun zirve
yaptığı uçurumuna kadar sürüklemiştir…
- Kısa bir analiz yapacak
olursak:, 11 Kasım ile 27 Mayıs’ın; Ata-Türk ilkeleri,
Türk inkılâbı ve Milli Mücadele ruhuna “karşı devrim”
kindarlığı ile tam bir ihanet, hedef ve amaç birliği içinde
olduğunu; 14 Mayıs “Beyaz İhtilâl” halk hareketinin ise: Milli
Mücadele, Milli Devlet, Türk İnkılâbı ve Kurucu Cumhuriyet’in
nezih temelleri üzerinde; Birleştirici, barıştırıcı,
tamamlayıcı ve bütünleyici bir siyasi denge unsuru
(stabilizatör) sıfatıyla yükseldiğini iftiharla görürüz...
-
Sürecin ispatı ve gerçekliği: Büyük oyun’un bekraund’u olan 28
Şubat dava sürecine start verilmesine karşın; Dönemin
hırsızlık, yolsuzluk, gasp, irtikap ve talanına ait
milyarlarca dolar devlet alacağının peşine düşülmemesi; Çok
gerekli ve zorunlu olmasına rağmen, henüz 11 Kasım 1938’in
gündeme bile taşınmaması, 27 Mayıs 1960 isyan davalarının
başlatılmamış olmasıdır. İşte bu cihetle; İçinde bulunduğumuz
evre, adeta, ‘ihtiyar Osmanlı’nın, genç Türk Cumhuriyetinde
kastı mahsusla, düşmanca tekrarlanmak istenen, kin ve intikam
hezeyanlarını hatırlatmaktadır ki; Bu “nurlu sabahlara doğru”
bir yöneliştir..
- BİR TESPİT VE TEŞHİSLE..
-
Özgür Gündem Grubunda bir mesaj yayınlayan değerli ilim, tarih
ve düşünce adamı Osman Akgün; “İmralı süreci, bir ABD İsrail
şantaj ve tehdit sürecidir. Arkalarında bol miktarda suç
dosyaları, suç kanıtları ve kanunsuzluklar bırakarak
yükselenler, şimdi bu hatalarını Türk milletine ödetmeye;
Sadece kendilerini kurtarmak için koca bir milleti parçalamaya
ve tarihten silecek adımlar atmaya kalkıyorlar…
-
Şundan, kesinlikle eminim ki, bunu yapmaya ömürleri
yetmeyecek. “Yeşil kâğıda güvenerek Orta Doğuda at oynatanlar
da en kısa sürede, o yeşil dolarların ellerinde patlaması ile
perişan olup gidecekler” diyorum ve İran’ın nükleer bombasını
yapmasını, Çin'in doları dolaşımdan kaldırmasını sabırsızlıkla
bekliyorum. Az kaldı sabredin!..”
- TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRI
-
Beşinci Cumhuriyet’in ayak sesleri; Bilumum insan hakları,
eşitlik, adalet ve hukuka aykırı açılımlar, yeni (sözde sivil)
anayasa ve torbalar dolusu yasa düzenlemeleri ile sistemin
objektif ve reel geleneksel yapısını temelden sarmaya matuf
teşebbüslerle.; Üç’ü parlamento içinde temsilci sahibi olmak
üzere, toplam: 71 partiden oluşan muhalefetin gaflet, dalâlet
ve Türk Milleti’ne hıyaneti sayesinde ağır, ağır geliyor. Oysa
vatan, toprak ve bayrağın hakiki sahipleri; “Devletin
Sakinleri” değil, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Gerçek Sahipleri”
Aziz ve necip Türk Milleti’nin, bu vesileyle yüksek vicdanına
sesleniyor ve ilgilileri uyarıyorum!
-
1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan
Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden, Kanunlar ve
Anayasa’dan asla çıkartılamaz, çıkartılmamalıdır!..
-
2. Devletimizin eşit, onurlu, şerefli, tamamı 1. sınıf üyeleri
olan aziz vatandaşlarımız, ırk, din ve mezheplere
ayrıştırılamaz. TC’nin asli ve kurucu unsuru Müslümanlar; Tali
unsur ve azınlıkları: Müslüman olmayan vatandaşlardır. Ancak;
Türk Medeni Kanunu ve Anayasa karşısında bütün vatandaşlar
eşittir. ATA-TÜRK döneminde vaki müracaatla tüm azınlıklar bu
hususu kabul ve Cemiyet-i Akvam da tescil etmiş bulunmaktadır.
Dolayısıyla, dünyanın en uygar ülkesi Türkiye Cumhuriyetinde
azınlık ve ayrıcalıktan söz edilemez…
-
3. Türk Milleti’nin Anadolu’da 17 bin yıldır kesintisiz olarak
devam eden varlığı ve 7000 yıllık (doğrudan ve dolaylı)
egemenliği; Emperyalist güçler dayatıyor ve vahşi batı nam
kalleş AB istiyor diye, hile, desise, oyun ve düzenle yok
edilemez. Türkiye Cumhuriyeti üniter değil “Milli ve
mütesanit” bir devlettir. Bunun böylece sürdürülmesi
gerekir.
-
4. Başta Avrupa (AB) ve Amerika olmak üzere, bütün dünya
devletlerinin “tek resmi dil” esasına dayalı dil birliğine
gider.; Rusya Federasyonunun Özerk Cumhuriyetlerinde “ana dil”
resmi dil ve eğitim dili bile olamaz; Esir (azınlık)
olmalarına rağmen Çin Uygur bölgesi, Batı Trakya ve
Bulgaristan’da Türkçe eğitim yapılamaz, AB’de resmi dil
dışında ana dil bile konuşulamazken; Türkiye Cumhuriyeti'nde,
Türkçeden başkaca bir dil, "resmi dil ve eğitim dili" olarak,
asla ve kesinlikle ikame edilemez ve kullandırılamaz. Bu dünya
gerçekleri, bilim, adalet ve evrensel hukuka bütünüyle aykırı;
Gericilik, yobazlık, bölücülük ve çağ dışılıktır.
-
Bütün Türk’ler, bu aşamada şu iki gerçeği çok iyi bilmelidir:
- 1. Ayrılıkçı isyan hareketini
sürdüren (siyaseten BDP tarafından desteklenen) eşkıya başı
Abdullah Öc alan'ın (Artin Agopyan) 1996 da Grek TV ile
yaptığı ibret verici söyleşisini şu linkten: http://www.youtube.com/watch?v=M9knlpssYR0
izleyebilirsiniz. Türkiye'nin geleceğini, Türk Anayasasının
nasıl olacağını böyle biriyle pazarlık yapan politik acı’lar
Türk Devletinin koruyucusu olabilirler mi?.. Ermeni asıllı
olduğu için Kürtçe bilmeyen, bu nedenle kötü bir doğu
şivesiyle Türkçe konuşmaya çalışan Öcalan; “Yunanistan'ın Ege
ve Akdeniz’de haklarını savunan taraf, Türkiye’nin ise
saldırgan olduğunu” belirterek, örgütünün Türklere ve
Türkiye’ye karşı yürüttüğü savaşın, “Yunan davasına da hizmet
edecek büyük bir fırsat” olarak değerlendirilmesi gerektiğini
söylüyor ve “Yeni bir Türk-Yunan savaşı olursa, bu sefer
Türkler tarihlerinin en ağır, yenilgisini alacaklardır”
kehanetinde bulunuyor…
-
2. Türk Demek: “Türk’çe Düşünmek, Türk’çe Konuşmak ve Türk’çe
Yaşamaktır. Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” Gazi Mustafa Kemâl
ATA-TÜRK
-
- SÖZDE BARIŞ (!)
ADINA, VİZYONA KONAN MENFUR SÜREÇ
-
Şimdi gelelim; Daha dün “değişim ve dönüşüm” denilen ve fakat
bu gün: “değiştirme, yeniden yapılandırma ve dönüştürme”
kalkışmasının ayrıntılarına. Hafızalarınızı iyi yoklayın ve
hatırlamaya çalışın. Bu, ‘değişim-dönüşüm ve yeniden
yapılandırma’ söylemlerinin kökeni ta 1938 ve nihayet
1960’lara dayanır. Turgut Özal tarafından piyasaya sürülen
transformasyon bu “vatana ihanet örgüsünün” baba lisanı, yani
İngilizcesi ya da Amerikancasıdır.
-
Sanki memlekette savaş varmış gibi; Sözde “barış” adına icat
ve ihdas olunan menfur bir süreçte Türkiye Cumhuriyeti
devleti, eş başkan (çok utanç verici bir tanım) eşkıyanın
silah bırakması ve yurdu terk etmesi başlığında Türk düşmanı
bebek katili Apo'nun himmetine çöktürülmüştür. Bu dayatma bir
alçaklık, anarşi ve terör ile müzakereye kalkışmak ise tam bir
acizlik, millete karşı küstahlık, insanlık düşmanlığı, hukuk
katli ve rezilliktir. Mahpus bir eşkıya ile sözde Kürt
(gerçekte Rum, Ermeni) kimliğine tanınacak statüyü teminen
Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun Türk
inkılâbı ve ilkeleri yönünde belirlenen “Vatan ve Milletinin
ebed-müddet varlığı ile Türk Devletinin bölünmez bütünlüğü”
üzerinden hangi kesintilere gidileceği müzakere ve münakaşa
ediliyor. Hangi hak, cesaret, yetki ve cüretle? Yuh artık! Hal
bu ki, “Müslim ve Gayri Müslim esasına dayalı Milli Devlet”
statüsünden en ufak bir kesinti dahi Türkiye Cumhuriyeti’ni
uluslararası hukuka bağdaştıran, hali hazır yaşanan huzur ve
barışın teminatı olan Lozan’ın ihlali ve ilgasına yol açar.
-
Üstüne üstlük, bu kalkışma veya namı diğer açılımda Devleti
eşkıyanın önüne düşüren müzakerelerde, Kürt nüfusun var olduğu
tüm coğrafyalarda uluslararası hukukun çiğnenmesi sorumluluğu
göze alınmakta. Sızdıranlar bulunarak doğruluğu sabit olan
“meşhut suç unsuru” İmralı zabıtlarında Sırrı: “Rojava
(Suriye Kürdistan’ı) için bir aktarımınız olacak mı?” diye
sorar: “Suriye'de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim
haklarını verirse onunla çalışsınlar. Suriye demokratik
kurtuluş cephesi olsun. Türk, Türkmen, Kürt, Arap hepsi, Suudi
Selefiler çok tehlikeli, Esat küçük burjuva diktatörü. Suriye
Kürtleri Barzani emrine girmez. Onun çizgisi farklı. Kürtler
mutlaka bir öz savunma gücü oluşturmalı..” denilmekte..
- Şu diyaloga, mücadele yerine
yapılan “demokratik” müzakereye bakın!
-
Kesinliği ve doğruluğu net olarak kanıtlanan ve içeriği
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Halkı, Hükümeti ve Anayasasına
karşı “tartışmasız suç teşkil eden” işbu tutanaklar hakkında
Cumhuriyet’in Savcıları henüz suskun. Adalet cihazı ilgisiz,
siyasi taraf tehditkâr ve baskıcı; Müzakereciler tam bir
saklılık, gizlilik ve mahremiyet peşindeler. Adeta millet ve
devletten gizli menfur bir pazarlık yapılmakta!
-
Karanlık gecelerin kâbusu, bu ihanet şebekeleri ve
işbirlikçileridir işte…
- Şu anda Türkiye’de, “Türkiye
Cumhuriyeti’nin varlık nedeni olan” Anayasa ve hukuk ihlali
yönünde, söylem biçimi dahi ihanet içeren, anayasal ve yasal
suç teşkil eden teşebbüsler var. Bu bilinçsiz ve güdümlü
kalkışmalar Türkiye'yi çok büyük bir risk, ağır sıkıntı ve
ufukta belirmiş nice tehlikeli badirelere sokuyor?
-
Hatırlamaya çalışın:
-
Temmuz 2012'de Suriye Kürt bölgesinde kendisini Kürdistan
ordusu olarak tanıtan YPG; Haseke ve Kamışlı kentleri dışında
tüm alanı ele geçirmişti. Kentlerde halk meclisleri ve yargı
sistemi oluşturulmuş, dış güvenlikte YPG, iç güvenlikte polis
ve yerel zabıta görev başı yapmış, meslek ve kadın örgütleri,
eğitim ve halk evleri çalışmaya başlamıştı. Resmi sınırın bu
tarafı Ceylanpınar’ın tam karşısında Serakaniye'de YPG güçleri
ile Türkiye'den kumandalı Özgür Suriye ordusu arasında rejime
karşı işbirliğini geliştirmeye yönelik ateşkes anlaşması
Suriye Kürdistan’ında özerkliğin inşasına hız vermişti!
-
Karşı tarafta bunlar yapılırken, Türkiye Cumhuriyetinde de
KCK’nın altyapısını oluşturmaya yönelik delege ve komite
seçimleri yapılıyor; Yetkili ve sorumlu bir hükümete rağmen,
sistematik olarak Türkçe coğrafi isimler Kürtçe’ye
dönüştürülüyordu.
- Şimdi Apo'nun mektubunu
Kandil'e götüren, ıkçı, ayrılıkçı ve sahrada teröristlerle
kucaklaşacak kadar küstah, bölücü parti heyeti; Irak Kürt
Yönetimini ziyaretinde Barzani yönetimi ile temasta. Barzani
yönetimi kim? Otuz yıldır Türkiye ile deFAKTO savaş halinde
olan aleni ve alçak, hain düşman!.. Dahası farklı
ideolojilerde siyasi oluşumlarıyla Kürtlerin demokratikleşme
hareketi perspektifinde kurumsal kimlikleri esasında birlik ve
dirliklerini teminen ortak dil ile siyasal nicelik ve
niteliklerini kazanması anlamında; Terör ve tedhişin hamisi,
27 Mayıs’ın mimarı.; İnsanlık haysiyeti, şeref ve soy yoksunu,
alçak Batı tarafından yaratılan sözde Kürt sorununun
çözülmesini destekliyor.
-
PYD'nin de barış sürecine dâhil edilmesi çağrısı yapılıyor!
- Bu sıra, Türkiye'deki
misafiri Irak'tan idam mahkûmu eski Cumhurbaşkanı Sünni lider
Tarık el Haşimi, Sünni milletvekillerinin Şii Maliki
hükümetinden çekilmelerini istiyor.
-
O
sıralarda rejim muhalifi Özgür Suriye Ordusu da Suriye-Irak
sınırının kuzeyinde El Anbar / Akaşat'ta pusuya düşürdüğü
Suriyeli ve Iraklı askerlere saldırıp ağır kayıplara neden
oluyor. Yoksa bu bahaneyle Suriye cephesinin Irak’a
genişlemesi mi isteniyor? Çünkü ABD, başta Türkiye ve Arap
olmak üzere bütün Ortadoğu, ülkelerini kayıtsız-şartsız kendi
sömürge alanı, pazarına katmayı hedeflemiş ve projelendirmiş
bulunmaktadır.
-
BOP, BİP ve Arap Baharı denilen menfur plânların yegâne hedef
v amacı budur.
- Bunu teminen Amerika askeri
gücünü yedekte tutuyor. Ekonomik ve siyasi gücü ile demokrasi,
yetki devri, yeniden yapılandırmalar gibi benzeri yöntemlerle
ulusal sınırları anlamsızlaştırmayı, Ortadoğu'yu “Yeni
Osmanlı” sanal tutkalıyla güya herkese ortak vatan yapmayı
hedefliyor. Oysa bu tam bir yalan, hile ve desise
-
Eş başkanlık yetkisi devrettiği sanılan (!), Ortadoğu'da
insanların eşitlikle mi yoksa dikta ile mi bir arada
olacakları gerilimini yönetiyor. Bu noktada, emperyalistlerin
en büyük korkusu Atatürk'ün "Mazinin kararsız, çürümüş
zihniyeti çöktü. Bütün dünya bilmeli ki, Türk milleti hakkını,
haysiyetini, şerefini tanıtmaya kadirdir. Türk, vatanının bir
karış toprağı için ayağa kalkar. Türk milletinin haysiyetinin
bir zerresine, vatanın bir avuç toprağına vuku bulacak
tecavüzün bütün mevcudiyetine vurulmuş hain bir darbe
olacağını fark etmeyeceğini sanmak hatadır" ifadesi ibretle
hatırlanmalıdır.
-
Ama bakınız, tam bir ihanet, şer ve şeamet skandalı var!
-
Aleni ihanet ve meşhut suç belgesi “İmralı tutanakları” etrafa
saçıldığında Eş başkan "Bana güvenin. Tek Millet, Tek
Bayrak, Tek Vatan" diyor, bir yandan da ihanet şebekesi ile
mücadeleyi rölantiye alıp müzakere ediyor. Ne elemli bir
çelişki değil mi?
-
Diğer tarafta: "Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan" konseptinde
acuze, zavallı İslam Konferansı Örgütü; Osmanlı Devletinin
yıkılması ve halifeliğin ilgası ile başsız, etkisiz, güçsüz ve
karmakarışık kaldığı düşünülen İslam ülkelerini dini esaslar,
dini bir çekirdek etrafında toplanmış ümmet anlayışında
devletler konfederasyonu olarak temsil ettiğini sanıyor...
Oysa bu iddia bütünüyle yalan. En utan verici hakikat ise;
Sözde İslâm devletleri adına “Örgüt temsilcisi” olanların
çoğu, bir Yahudi tarikatı olan masonluk illetinin mensubu.
- Mason Locasından mülhem
ABD-İngiltere ve AB kullarında mürekkep ve çoğu ilmi
toplantılarında bile “İngilizce” konuşulan bu deforme yapı,
güya ümmetin dayanışması, siyasi - ekonomik-kültürel-bilimsel
işbirliği ve Müslüman halkın hukuk ve haklarını savunmayı
amaçlıyor. İslam Kalkınma Bankası ise güya İslam şeriatı
yönünde ekonomik, mali ve bankacılık faaliyetleriyle ümmetin
münferit ya da birlikte ekonomik kalkınmalarına ve sosyal
gelişmelerine katkıda bulunuyor gibi görünüyor! Bunların hepsi
yalan.
-
AB uydurması, Amerikan senaryosu ve yeni sömürge
girişimlerinin iğrenç maskesidir. İşte bu yüzden, petrol ve
maden dâhil olmak üzere, aslında bütün insanlığın ortak malı,
doğal hak ve servetlerinin sahibi İslâm, Afrika coğrafyası
şimdi yeniden talan ve tarumar edilmek, yağmalanmak
isteniyor. Karanlık kâbus budur. Bu karanlık ve kâbustan nurlu
sabaha; Beşinci Cumhuriyetle değil; Ancak ve sadece Milli
Devlet, Milli Hükümet ve Milli Şuur ile ulaşılır.
-
Aksi takdirde “muktedir olmayı”, “diktatör olmak” biçiminle
anlayanlarla değil.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
PATLICAN KEBAP
1,5 kilo patlıcan
400 gram kıyma
1 baş soğan
2 diş barımsak
3 adet olgun domates
1 kaşık domates veya biber salçası
Patlıcanlar ve domatesler güzelce yıkanır. Soğan soyularak küçük olarak kıyılır.
Etin üzerine dökülür iki diş sarımsak doğranır, tuz ve kırmız biber dökülerek
güzelce yoğrulur. Patlıcanlar 3 santim kalınlığında kabukları soyulmadan
silindir şeklinde doğranır. Bir tepsi veya ısıya dayanıklı cam tepsinin altını
çok ince bir şekilde zeytinyağı dökülerek kebabın tepsiye yapışması önlenir.
Doğranan patlıcan etten ceviz büyüklüğünde karılmış harçtan alınarak patlıcanın
beyaz kısmına konulur tepsiye düzülerek tepsi doldurulur. Tepsinin üzerine
istenildiği kadar tuz serpilir.
Domateslerin kabukları soyularak kuşbaşı şeklinde doğranarak tepsinin üzerinde
bulunan patlıcanların üzerine aktarılır. İstenilirse üzerine sapları alınmış
yeşilbiber de konulabilir.
Bir kapta bulunan salçaya kalan zeytinyağı dökülerek özenir ve tepsinin üzerine
sos olarak dökülür. Kızdırılmış fırına sürülür ve 20-25 dakika kadar fırında
bekletilir. Fırından çıkartılınca sıcak olarak servis yapılır.
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
-
NOKTA
-
Düşlerimin sırça
saraylarında
-
Yaşamımı adadığım
-
Ne sen kürkçü
dükkanısın
-
Ne de ben tilki.
-
Sen ormanımı
yakıyorsun yüreğimdeki
-
Bir kuru anıza
kibrit çakıp
-
Dönmezdim belki
-
Kıvılcımlar
sıçramasa gözlerinden
-
Biliyor musun ?
-
Gün güne ölüyorum
avuçlarında.
-
Hasat dönemine
kalıyor acılarım.
-
Yeni bir umuda
ancak filizlenir gelecek
-
Ben ki
dokunulmazlığımın zırhına bürünüp
-
Çıkmaz bir sokakta
-
Bir bilinmezliğin
sonsuzluğunda kaybolurum.
-
İlk defa
boyutsuzum,
-
Ve ilk defa bir
nokta.
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Erhan TIĞLI |
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi |
- BAHAR YELİME
- Sen bir bahar yelisin sevgilim
- Gönlümde esen
- Mucize ilaç gibisin,
- kalp ağrılarımı kesen
- Sensin hayatıma renk veren
- En güzel tablo, en güzel desen.
- Hiçbir şey istemiyorum senden
- Yeter bana, “Seni seviyorum” desen.
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU Hayat Hikayesi |
- OTUZBEŞİNCİ YAŞIM
“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder” demiş şair
Ömrüm gözyaşı olur eylül bulutuna dair
Bir kalem kırılır oysaki yolun yarısında
Adım yazar “taht misali o musalla taşında”
Bir mevsim-i hazan yaşadım şu fani dünyada
Avuçlarımdan çarmıha gerildim her rüyada
Lal-ü aşka adadığım yüreğim şimdi esir
Mesture nidalar ki ruhuma ediyor tesir
Sürüklendi düşlerim Kevser havuzuna doldu
Küskün yüreğim sana fecr vaktinde tutsak oldu
Nutfetimin özüne bir çift göz köleydi sanki
O gözler ki bana katre katre aşk sundu belki
Hicran mevsiminde ki otuz beşinci yaşım bu
Özgürlük muştusu şakağımdan akan soğuk su
Hezarenlerle yudumladım çileli yılları
Acziyet ufkunda dolaştım mecalsiz yolları
Mütebessim umutlar yeşeriyor yüreğimde
Kıyama durmuş eller ümitle açılır ben de
Tevekkülle tefekkürle dualar ediyorum
Hüzün fezasında kanatlanıp da uçuyorum
Kadim zamanlardan gelmiş iz düşümü dünümsün
Meftun zamanlarda tutsak ettiğim bu günümsün
Ruhumun sükûtunda gizli kalan yarınımsın
Rüveyda sulardaki otuz beşinci yaşımsın
Bir vaveyla kopardım ki dün gece düşlerimden
Darağacındaki gölgeme kor düştü ecelden
Sesim yankılanmaz oldu dilim tutuldu hemen
Ki ölüyorum gece vakti ellerim üşürken
“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder” demiş şair
Ömrüm gözyaşı olur eylül bulutuna dair
Bir kalem kırılır oysaki yolun yarısında
Adım yazar “taht misali o musalla taşında”
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
|
164 SAYI 25 Ekim 2012 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |