|
YIL
14 SAYI 160 25 Haziran 2012 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL RAMAZAN VE ORUÇ
-
Mahmut Selim GÜRSEL 2012 ÇORUM FESTİVALİ RESİMLERİ
-
Atilla ALPAY ÇORUM’UN TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
-
Mustafa TURAN KİTAPLARIN DİLİ
-
Mustafa Nevruz SINACI
29 MART SENDROMU
-
İsa KAYACAN OSMAN APAYDIN’I UNUTMAMAK
-
Selma GÜRSEL BUMBAR
-
Rıza KOÇAK
TERÖR OLAYI
-
Rıza KANDAMİR BEN DERDİMİ DAHA NASIL SÖYLEMİŞ
-
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
RAMAZAN VE ORUÇ
- İslâm'ın dayandığı 5 temel esastan (şartlarından)
birisidir. Aynı zamanda, Medine'de hicretten 1.5 yıl sonra, Şaban
ayının 10. günü farz kılınmıştır. Oruç kelime manası nedir: Aslı "ruze"dir.
Türkçede "oruze" şeklinde kullanılırken, zamanla "oruç" hâlini
almıştır. Arapçadaki karşılığı savm ve siyâm kelimeleridir.
-
Oruç tutma vaktine imsâk denir.
İmsâk, nefsi, meylettiği şeylerden uzak tutmak, onları yapmamak
mânasındadır.
-
Oruç hangi zaman dilimi içinde
tutulur: imsak vakti dediğimiz ferc-i sâdık (ikinci fecir)
zamanından güneşin batışına kadar geçen süre içinde hiçbir şey
yememek, içmemek, cinsî muamelede bulunmamak demektir.
-
İftar nedir: İmsakin son bulduğu
yani orucun bittiği mukabili iftar kelimesidir ki, oruçtan çıkmak
veya oruç açmak, oruç bitirmek manalarına gelir.
-
Kuran-ı Kerim Bakara Suresi 183.
Ayette "Ey îman edenler! Sizden evvelki (ümmet)lere borç olarak
yazıldığı (farz kılındığı) gibi, sizin üzerinize de Oruç tutmak
yazıldı (farz kılındı)." Denilmektedir. Oruç da namaz gibi bedenî
ibadettir. Bu ibadetin en başta gelen özelliği, insanları
kötülüklerden alıkoyması, nefsi kontrol ederek yemek, içmek ve
nefsin istediği istek ve arzuların oruç sayesinde önüne
geçilmesidir. Kötü söz, sövme, itişip kakışma gibi sinirlenince
yapılan hareketlerden kaçınmak için bir vesiledir. Oruçlu iken
karşınızdakinden gelen kötü söz ve hareketlere ”Ben Oruçluyum”
diye cevap vermeli ve karşılıkta bulunmamalıyız. Kötülüklerden
korunma kalkanıdır. Ramazan Ayından sonra da kazandığımız bu nefis
terbiyesini devam ettirmeye çalışmalıyız.
-
Orucun, Kur'ân-ı Kerîm'in Ramazan
Ayında Resûl-i Ekrem'e (S.A.V.) Cebrail (A.S) Gözükerek
indirilmeye başlandığı mübarek, ulvi ve yüce ayın ismidir.
-
Oruç ibadeti Ramazan Ayında farz kılınmıştır. Allah
Teala şöyle buyuruyor: "Ey İman edenler! Fenalıklardan
sakınasınız diye sizden evvelkilere olduğu gibi size de oruç farz
kılındı. (Oruç) Sayılı günlerde tutulur. O günlerde içinizden
hasta olan veya yolcu bulunan oruç tutmayıp iftar ederse,
tutamadığı günler sayısınca, sıhhat bulduğu ve rahat ettiği başka
günlerde oruç tutar. Kimin (ihtiyarlık ve devamlı hastalık gibi
bir nedenle) oruç tutmağa gücü yetmezse, her gün için bir fakirin
karnını doyuracak kadar fidye vermesi icap eder. (Bununla beraber)
kim yaptığı iyiliği çoğaltırsa (fidyeyi fazla verirse) o da
kendisine
- iyilik olur. Ama bilesiniz, oruç sizin için daha
hayırlıdır. Ramazan ayı insanlara doğru yolu ve hidâyet
delillerini ortaya koyan Kur'ân'ın indirildiği aydır.
Sizden kim o aya erişirse oruç tutsun. Hastalık ve
yolculuk sebebiyle oruç tutamayanlar, iyileştiklerinde ve
yolculukları sona erdiğinde tutmadıkları günler sayısınca oruç
tutarlar. Allah sizin için kolaylık isteyicidir. Güçlüğe
düşmenizi istemez. Bu da eksiği tamamlamanız, Allah'ın size
doğru yolu göstermesinden dolayı O'na karşı şükranınızı edâ
etmeniz içindir. (Habibim) Kullarım senden beni
sorarlarsa muhakkak ben onlara yakınım. Bana duâ
edenin duâsını kabul ederim. Onlar da benim çağırmama
koşsunlar, bana İman etsinler ki, doğru yola ulaşsınlar.
Oruçlu olduğunuz günlerin gecelerinde kadınlarınıza
yaklaşmanız helâl kılınmıştır. Kadınlarınız sizden, siz
kadınlarınızdan ayrılmazsınız. Onlar sizin iffet elbisenizdir
(kötülükten koruyucunuzdur), siz de onların. Allah bilir ki
bundan vazgeçmeniz güçtür. Bu yüzden tövbelerinizi kabul etti
ve sizi bağışladı. Şimdi geceleri hanımlarınıza yaklaşın ve
Allah'ın size bildirdiğini dinleyin, tanyeri ağarıp gece ile
gündüzü ayıran fecrin beyaz ipliği, gecenin siyah ipliğinden
sizce seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra orucu ertesi geceye
kadar tam olarak tutun. Fakat mescitlerde itikâf için
niyetlenip, oturup kaldınızsa, geceleri de hanımlarınıza
yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın çizdiği sınırlar (yasaklar) dır.
Sakın o sınırlara yaklaşmayın. Allah, ayetlerini insanlara
böylece açıklar ki, sakınıp korunsunlar."
- (Bakara sûresi, âyet: 183 - 187)
-
Peygamberimiz buyuruyor ki! Oruç
ibadeti, Kur'ân'ın ruhu ve dâvetiyle, hedef ve gayesiyle ve
indirilmesindeki İlâhî Kur'an bizatihî hidâyet ve nurdur.
İnsanları takvâ ve merhamete, adâlet ve eşitliğe, iyi muamele ve
muaşerete, doğruluğa, ihlâsa, nefsin hile ve desiselerinden
temizlenmeye teşvik eder. Oruç ve onun hikmeti de böyledir. Çünkü
oruç da insanları doğruluğa, ihlâsa, iyiliğe, nefis terbiyesine,
merhamete yöneltir. Nefsi sabra, güçlük ve meşakkatlere
katlanmaya, karşılaşılacak her türlü zorlukları yenmek ve
engelleri aşmak için gereken dikkat ve metanete sevk eder.
-
Kısacası, oruç, Kur'an ayı olan
Ramazan ayına en lâyık bir ibâdettir ve Kur'ân-ı Kerîm'in
nüzûlünün sene-i devriyesini tes'îd ve ihyâ mahiyetinde büyük bir
mânevî festivaldir.
-
Peygamberimiz: "Her kim inanarak
ve karşılığını sırf Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa,
geçmiş günahları bağışlanır." 2877-Bu hadisi Mâlik (terâvîh no. 2,
s. 113), Abdürrezzâk (no. 7719), Şâfiî (Sünen s. 35, 59), Ahmed (II,
241, 281, 289, 529), Buhârî (savm 1, II, 251, 253), Müslim (müsâfirîn
no. 174, s. 523), Ebû Dâvud (no. 1371-2), Nesâî (siyâm 5/1, IV,
129; 39/6-8, 11-14, IV, 156-7), Tirmizî (no. 808), İbn Huzeyme
(no. 1894, 2199), İbn Hibbân (no. 2537) ve Beyhakî (II, 492; IV,
304, 492), ez-Zührî an Ebî Seleme an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile;
Şâfiî (Sünen s. 35), Ahmed (II, 486), Buhârî (îmân 27, I, 14;
savm 1, II, 251), Müslim (müsâfirîn no. 173, s. 523), Nesâî (kıyâmu'l-leyl
3/1-2, III, 201-202; siyâm 39/10-11, IV, 156; îmân 21, VIII,
117-8), İbn Huzeyme (no. 2203) ve Beyhakî (II, 491-2), ez-Zührî an
Humeyd b. Abdirrahman an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc
ettiler.
-
Peygamber Efendimiz S.A.V.:
"Ramazan ayı girdiği zaman Cennet kapıları açılır; cehennem
kapıları kilitlenir; şeytanlar zincire vurulur." Buhârî, Müslim,
Muvatta' ve Nesâî.
- 2879-Bu hadisi Mâlik (siyâm no. 59, s. 310), Ahmed (II,
378, 357), Dârimî (II, 26), Buhârî (savm 5, II, 227), Müslim (siyâm
no. 1, s. 758), Nesâî (siyâm 3/1-2, IV, 126-7) ve İbn Huzeyme (no.
1882), Ebû Süheyl b. Mâlik an ebîhî an Ebî Hureyre asl-ı senedi
ile;
- Abdürrezzâk (no. 7384), Ahmed II, 281), Buhârî (savm 5, VI,
227; bed'ul-halk 11/8, IV, 92), Müslim (siyâm no. 2, s. 758),
Nesâî (siyâm 4, IV, 127-128) ve İbn Hibbhan (no. 3425), ez-Zührî
an İbn ebî Enes an ebîhî an Ebî Hureyre asl-ı senedi il
-
Oruç tutan kimselerin
kazanacakları yüksek fazilet ve şerefli mevkiler için bazı
hadîslerde şu şekilde beyanlar vardır.
-
"Cennette Reyyan denilen bir kapı
vardır. Bu kapıdan kıyâmet gününde (Cennete) yalnız oruçlular
girerler. Onlardan başka hiçbir kimse giremez. (Kıyâmet gününde)
"Oruçlular nerede?" diye seslenilir edilir. Oruçlular kalkıp
girerler. Oruçlular girdikten sonra da kapı kapanır, artık hiç
kimse o kapıdan içeri giremez."
-
"Allah'a yemin ederim ki, oruçlu
ağzın açlık kokusu, Allah katında, misk kokusundan daha hoş, temiz
ve daha sevimlidir."
-
"Üç kimsenin duası reddolunmaz: 1
- İftar edinceye kadar oruçlunun, 2 - Adaletli devlet reisinin,
3 - Mazlumun."
-
"Her iyiliğe karşı, 10 mislinden
700 misline kadar mükâfat vardır. Ancak orucun mükâfatı bu ölçünün
dışındadır. Çünkü oruç için Allah C.C. O Benim içindir. Onun
mükâfatını ancak Ben veririm." Demişti.
-
Fazla söze gerek görmeden: Allah
c.c. Ramazan ayını bilerek ve dikkat eden kullarından eylesin.
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
Mahmut Selim GÜRSEL 2012 ÇORUM FESTİVALİ
RESİMLERİ |
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
- ÇORUM’UN TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDEKİ
YERİ VE ÖNEMİ
-
Tezimiz, Çorum’un “nevi Şahsına
münhasır” veya “özgün” niteliklerini, etnografyasını, folklorunu bir
kere daha tebarüz ettirmek; bunun Anadolu Medeniyeti içerenindeki
yerini ve ehemmiyetini ortaya koymak amacını taşımaktadır.
- Öteden beri Antik Hitit Medeniyetinin gölgesinde kalarak son
yıllarda artan turizm potansiyelinden de böylelikle istifade
edememiş; öte yandan saf, duru ve yerel kültür değerlerini de daima
içinde barındırmış olan Çorum’u bir kere tanımak ve tanıtmak
arzusundayız.
-
Takdir edilmelidir ki bir bölgenin
tüm yönleriyle araştırılması, tarih içindeki rolünün ortaya
konması ve varsa onu diğerlerinden ayıran özelliklerin anlatılması
pek kolay bir iş değildir. Yıllara ve ciltlere sığmayacak zengin
bir kültürü tevarüs etmiş olan Anadolu’yu sadece kültürel olarak
ele almak bile çok geniş ve kapsamlı araştırmalar ile olağanüstü
çabalar gerektirecektir.
-
Yurdumuzda etnografya, dil ve
edebiyat, sosyal adet ve ananeler ,halk oyunları ve folklor,
antropoloji,el sanatları, yaşayan adet ve gelenekler ile ve hatta
Anadolu mimarlık ve sanat Tarihi üzerinde yeterli çalışmaların
yapıldığı;arşivlerin gereğince incelendiği,mevcutların
envanterinin çıkarıldığı,tasnife alındığı kanaatinde
değiliz.Hatta ülkemizin tanıtımı ve turizm politikası bile Ege ve
Akdeniz’deki iklim ve doğa güzelliklerimiz ile bizden önceki
uygarlıkların antik medeniyetlerine odaklanmış bir şekilde
seyretmeye devam etmektedir.Bütün bunların tabii bir sonucu
olarak İç Anadolu Müslüman
- Türk Medeniyeti daima gölgede kalmış; yeterince
aydınlatılamamış, anlatılamamış, öğretilememiş hatta anlaşılamamış
bulunmaktadır.
-
Antik Hitit medeniyeti üzerinde
yeteri kadar çalışma yapılmıştır kanaatindeyiz. Belki kazılar ve
yeni eserlerin ve yerleşim birimleri ile arkeolojik buluntuların
ele geçirilmesi uzun yıllar alabilir. Hatta yurdumuzdaki müzelerin
hemen pek çoğu antik çağlara ait malzeme ile dolu olmasına rağmen
Anadolu’muz dünyanın en büyük canlı ve hala yaşayan bir açık hava
müzesi olarak fark edilmeyi beklemektedir.
-
Çorum’ un ve Anadolu’nun yeni
sahibi Müslüman Türkler’ dir ve bu uğrunda kan dökerek ve büyük
bir bedel ödeyerek sahip olduğumuz bir nimet ve aynı zamanda da
anavatanımız ve yurdumuzdur. Bunu yeterince anlamak, tanımak ve
tanıtmak, yeryüzü kültürleri arasındaki layık olduğu şanlı yerine
ve “asrın idrakine” oturtmak borcumuz olmalıdır.
-
Böylece iddiamız odur ki :
-
Çorum ve havalisinde tevarüs eden
bu İç Anadolu medeniyeti;
-
Ülkemizdeki diğer bölgelere
kıyasla çok daha saf ve bakir etnografya unsurları ile Orta
Asya’daki anavatanımızdan gelen özgün ve nevi şahsına münhasır
değerleri ihtiva etmektedir.
-
Bu köklerin üzerinde taşıdıkları
hususiyetler yeni yurdumuzun havası suyu ve toprağı ile
yoğrularak şekillenmiş ve hem vatanımızın hem de dünyanın en doğru
ve güzel uygarlığını ortaya çıkarmıştır..
-
Ülkemizin diğer köşe ve
bucaklarının kültür ve medeniyet adına tescili ve çıkış noktası
hatta batıya uzanması hep orta ve İç Anadolu eliyle olmuştur.
- Bugün ki mesahamızın dört katı kadar büyük Devlet-i Ali Osmani
medeniyetinin kalbi ,acıları ve özü hep burada kalmış;onun devamı
olan devlet yeniden burada kurulmuş; yeni Türk ve İslam Medeniyeti
;modern Türkiye Cumhuriyeti olarak burada şekillenmiştir.
-
İslam’ın potasında eriyen nice kabile, millet veya insan
topluluklarının kültür
cevherleri bizden önceki antik
çağların kalıntılarıyla ve mirasıyla hem hal olmuş ve ortaya
bugün ki özgün “Anadolu Medeniyeti” çıkmıştır.
-
İşte bu medeniyet içerisinde Çorum
saflığını daima korumuş Orta Asya cevherlerini ve asil doğrularını
daima muhafaza etmiştir.
-
Bunun Sebenleri şunlardır:
-
Orta Asya oğuz boylarının doğrudan
gelip yerleştiği son vatandır.1071 de kapıları açılan ve 1096 da
son haçlı seferinden sonra artık ebediyen bizim olan ve dünya
durdukça da bizim olacak olan “Ana Vatanımız” olmasıdır
- Büyük göç yolları ve ticari güzergahlar üzerinde olmayıp sefer
yolları üzerindeki askeri bir menzil de değildir .
-
Ezici bir düşman hâkimiyetinde
uzun zaman kalmamıştır. Bünyesinde gayrımüslüm unsurları fazla ve
uzun zaman barındırmamıştır. (Bu unsurlar şehrin kültür, adet ve
gelenekleri üzerinde hiç etkili olamamışlar; sadece ticaret, sanat
ve zanaatla uğraşmışlardır.) Yakınında veya sınırlarında kültür
etkileşimine gireceği farklı bir millet veya başka bir devlet
yoktur.
-
Lisanını, ibadetini, yaşantısını
yasaklayacak bir dış tehdit almamıştır.
-
Büyük göçler ve istilalarla
demografik yapısı değişmemiştir.
-
Cumhuriyetin ilanından sonra da bu
içe kapanık ve ketum halini sürdürmüştür.
-
Yeni devletin başkentine bu kadar
yakın olması nerede ise hiç bir avantaj sağlamamıştır.21.yüzyılda
havaalanı ve demiryolu yoktur. Ana karayolları bile hala tek
şeritir. Devletin yegane yatırımı seksen yıldır iki fabrikadan
ibarettir.(Şeker ve Çimento Fabrikası).
-
Okuma yazma oranı ülkemizin en
yüksek seviyede olan ilidir. Cumhuriyetten once en uzun askerlik
yapanların(İskilip 9-14 yıl ) ve en çok gidip de dönmeyenlerinin
olduğu bir kahramanlar ve yiğitler şehirdir.
-
Osmanlı’nın ve yeni cumhuriyetin
bir sürgün yeridir. İsyancıların mesken tuttuğu ama aynı zamanda
Milli mücadelenin kilit isimlerinin de yetiştiği bir fakir
beldedir.
- Dünyaya asırlar boyu açılan tek kapısı Samsun vilayetidir.
Bütün ihtiyaçlarını oradan karşılamıştır.
-
Bugün ise görünüşte büyük
metropollerin herhangi bir semtinden farkı olmayan; en çok
ortaklıklı şirketlerin bulunduğu, kendi yağı ile kavrulmaya
çalışan, kendini sevenleri kendine aşık eden; Evliya Çelebi’ nin
dediği gibi “Güzelleri Bol Çelebileri Çok ”bir Anadolu
vilayetidir.
-
Bizde bu tezimizde tarihi Çevre
birimleri olan Tarihi Çorum evleri ile onlardaki yaşamı, mimari
özellikleri ile anlatacak, kısmen, dil ve lisan üzerinde duracak
birazda bir folklor değeri olan Yemek antropolojisinden
bahsedeceğiz. İl geneli ile bazı ilçelerde otuz yıldır
sürdürdüğümüz tarihi çevre araştırmalarımızın neticelerini ortaya
koyacak; onlarda fark ettiğimiz ve nevi şahsına münhasır
özellikleri, doğruları ve hatta güzellikleri dile getireceğiz.
-
Bütün bu tespitlerimizin sonucunda
da büyük Anadolu uygarlığının yeniden ortaya konulması, tebarüz
ettirilmesi, anlaşılması, gelecek kuşaklara zengin bir kültür
mirası olarak devredilmesi, anlatılması ve sevdirilmesi hatta
sahip çıkılması için gereken çareleri önereceğiz.
-
Saygılarımızla…
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa TURAN |
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
|
KİTAPLARIN DİLİ
Dünyanın en büyük kütüphanelerinden
birini örnek göstererek; “Bir avuç insan dışında dünyanın müessese
ve değerleri yok olsa, yalnız bu kütüphane sayesinde bu günkü
medeniyeti kurmak mümkündür” diyen bilim adamı, kültür ve
medeniyetin kaynağının kitaplarda saklı olduğunu veciz bir şekilde
açıklamış oluyor.
Bu gün uluslararası bilgi ağının
kurulmasıyla iletişim yaygınlaştırılmakta ve hızlı bir bilgi
sirkülasyonu sağlanmaktadır. Ciltler dolusu bir kitap küçük bir
diske,ya da CD’ye yerleştirilebilmekte, bilemediğimiz bir sözcük
için lügatlerle zaman kaybetmek yerine bir tuşa basmak yeterli
olmaktadır. Fakat bütün bu gelişmelerin kitaba olan ilgiyi ve okuma
olayını azalttığını iddia etmek yanlıştır
Okumayı hobi haline getiren bir
kişi için, ne can sıkıntısı vardır, ne de arkadaş ihtiyacı. Günde
24 saat az gelir ona. Fikir, görgü ve kültür itibariyle bilgi
hazinelerinin sultanıdır o. Ülkemizde bu gün kitap okuma
alışkanlığının çok düşük bir düzeyde olması sebebi ile, istenilen
bilgi ve kültür birikimi hedefine ulaşma yolunda, daha büyük
çabalar sarf etmemiz gerekecektir. Bu engeli aşmamız için vakit
geçirmeden köklü ve sağlıklı tedbirler alma lüzumu ortadadır.
Sosyal, kültürel ve ekonomik
yönden çağdaş bir millet olmak istiyorsak, okuyan, düşünen ve
araştıran bir toplum olmak zorundayız. Eskiden kitap okunurken,
kitabın kenarına not düşerlermiş.
Prof. Süheyl Ünver’in tespit
ettiği bu notlardan bir kaçını buraya alalım. “Kitabımın kağıdının
bir köşesini her kim ki nişan için bükerse, bana hançer çekmiş,
kanımı dökmüş bir katil olur.”” “Eğer kendine hilesiz dost
istersen, yalnız olduğun zaman eline kitap al, benim için dünyada
en aziz, en mukaddes ve en hayırlı arkadaş ve dost kitaptır.”
“Dostların kitabına tema’ etmek
kötü huyluluktur. Okuyup geri vermemekse civanmertlik değil,
namertliktir.”
“Benim sevgilim kitap ve kalemdir.
Geride kalanların hepsi mihnet, endişe ve gamdır.”
“Kitabın yüzüne baktıkça gönlüm
eğlenir. Emdiğim şeker kamışının sütü gibidir. Sakın kitabımı
benden isteme. Çünkü bu, elimden sevgilimi almak gibidir.”
Kitaplar, binlerce yıllık geçmişin
olaylarını, bu günün gelişmeleri ile geleceğin yorumlarını bizlere
ulaştıran vasıtalardır. Kitaplar, günlük hayatın bir parçası
olduğu kadar, fertlerin ve milletlerin yaşayışını değiştiren,
geliştiren ve yenileştiren hayat iksirleridir.
Kitaplar, istikbalimizin teminatı olan gençliğimizi, sigara,
alkol, kumar, uyuşturucu ve benzeri kötü alışkanlıklardan koruyan
kalkandır. Kitaplar, bize acı söz söylemeden kızmadan, hediye ve
para istemeden, gece gündüz her zaman emrimizdedirler.
Gücenmezler, alınmazlar, incinmezler ve alay etmezler. Rafımızdan
çektiğimiz kitaplar, bize 24 saat hocalık ederler.
-
Kitaplar, bilime giden yoldur.
Çağımızın buluşlarını kitap, dergi gazete gibi yayın
organlarından izleriz. Kitaplar, bizim sevgili dostlarımızdır.
Onlar bizi dünyadaki gelişmelerden ve değişmelerden haberdar
ederler. Kitaplar, zengin kültür ve medeniyetlerin kaynağı,
bilgi hazinelerinin de anahtarıdır. Kitaplar, her biri bir alim
niteliğindedir. Kütüphanemizin zenginliği nispetinde onları
konuk ediyoruz demektir. Hem öyle bir konuk ki, yemek içmek,
yatıp, kalkmak istemeyen bir konuk!
-
Her biri bize adeta şöyle
sesleniyor: “Bana soru sorun size cevap vereyim. Ben size soru
sormam. Sadece bilgi veririm. Size kızmam, yorulmam, uyumam.
Bana 24 saat boyunca müracaat edebilirsiniz…”
-
Kitapların dilinden de
bahsedebiliriz. Yukarıda kendisinden bahsettiğimiz ve tam bir
kitap dostu ve aşığı olan Prof. Süheyl Ünver böyle bir konuda
unutulur mu hiç? Dursun Gürlek, “Çınaraltı Kitap Sohbetleri” adlı
eserinde, Hoca’nın kitapla sohbetini özetle şöyle naklediyor:
“Benim her şeyim, saadetim, neşem kitap. Sen olmasaydın beşeriyet
ne olurdu? Buna rağmen beşeriyet ümit ettiğimiz merhaleye hâlâ
varamıyor. Bunda muhakkak ki seni ihmal edenlerin tesiri var.
İnsanları ve yazanları ebedileştiren kitap! Sen birçok insanları
kurtardın. Birçok yenilikleri sen keşfettirdin. Âlimler ve
kâşifler sana neler borçlu olduklarını unutamazlar. Sen olmasaydın
medeniyet olmazdı. Sen bize yalnız bu günden değil, dünden de
heber veriyorsun. Yarın sende yazılı değil, fakat ya0rınımızı
bugün doğuracaktır. Ne bahtiyarsın kitap. Bize de bu bahtiyarlığı
aşılamaya çalışıyorsun.
-
Ey kitap!
-
Sen pek cömert ve mütevazisin.
Elverir ki sen dilinden anlayacak birisinin eline geçmiş
bulunasın. Tabiatta cansız zannedilen bir çok mevcudatın hal dili
olduğu temsili olarak kabul edilebilir. Kitap da nasıl bize
bildiğini tekrar ediyorsa, lisan-ı haliyle de konuşabilmektedir.
Onun için biz kitapları, bizden ma’lümatını esirgemeyen alimlere
benzetebiliriz…”Kitapla ilgili yazımızı On Hersel’in güzel bir
sözüyle noktalayalım: “Evren an için yaratılmıştır.Okuma zevkini
öğrenen mutlu bir insandır. Bizim, ecdadımızdan gelen kitaba ve
kütüphane'ye hürmet gösterme ve hizmet etme gibi kutsal bir
misyonumuz vardır. Çünkü tarihte görüyoruz ki, medreselerde,
saraylarda, camilerde tekke ve külliyelerde kütüphaneler kuran
ecdadımız, buralardan istifade için her türlü tedbiri de almıştır.
-
Matbaanın ilk kez Uygurlarda görülmesi, kitaptan başka neyin
ifadesidir acaba? Selçuklular devrinde Nizamiye medreselerinde
bulunan kitap miktarı bu gün nice insanın dudağını uçuklatacak
boyuttadır. Sigrit Hunke, “İslam’ın Güneşi Avrupa Üzerinde” adlı
eserinde der ki: “Necef gibi küçük bir kasabada bile kırk bin
ciltlik bir kütüphane bulunur. Camiler, hastaneler ve daha bir çok
sosyal kuruluş kitaplarla donatılmıştır. Nâsiruddin Tûsi,
Meraga’daki rasathanesinde dört yüz bin ciltten oluşan muazzam bir
koleksiyon meydana getirmiştir.…”
-
Fatih'in fetihten sonra, Zeyrek Medreselerine ve Eyüp'te inşa
ettirdiği camiye kitap vakfedip İstanbul'da ilk kütüphaneyi
kurduğu bilinmektedir. Samanoğulları devletinde suç işleyenler
kütüphanelere kapatılıyor ve belirli kitabı okuma sonucunda
serbest bırakılıyordu. Kısa süre önce Sakarya’nın Kocaali ve
Ferizli ilçelerinde de hâkimlerimiz suçlulara aynı yönde cezalar
verdiler. Bu keyfiyet kitap okumaya verilen önemi vurgulaması
açısından fevkalade anlamlıdır.
-
Ne yazık ki, ülkemizde
kütüphanelere gereken önem verilmemektedir. Şu zamanlarda en
yalnız, en buruk, en garip mekanlar kütüphanelerimizdir. Kitabın
pahalı olduğunu söyleyen insanlara sormak lazım:
-
-“Kitabın bedava olduğu
kütüphanelere neden gitmiyorsunuz?”
-
Evet, Seneca: “Kitapsız hayat kör,
sağır ve dilsiz yaşamaktır” diyerek, kitap olmadan geçen hayatın
yavanlığına işaret eder. Okuyan bir toplumu oluşturmada en büyük
görev devletin tüm kurum ve kuruluşlarına, özellikle de Milli
Eğitim camiasında yer alan öğretmenlerimize düşüyor. İstanbul
Süleymaniye Kütüphanesi Müdür Yardımcısı, değerli bir dostum olan
Emir Eş Bey’dir. Bir süre önce görüştüğümüzde burada ne kadar
yazma eser bulunuyor soruma, 125 bin rakamını telaffuz etti. Bu
zenginliğimizi öğrenmenin verdiği mutluluktan doğan hayretimi
görünce, “Diğer kütüphanedekileri de ilave edersek bu rakam 200
bin’i bulur” demişti.
-
Gerçekten kültürümüzün şu
zenginliği karşısında mutlu olmamak mümkün mü? Dünyada hangi
devlet, ya da millet böylesi bir sermayeye sahiptir? A.Hamdi
Tanpınar “Beş Şehir”inde: ”Eski medeniyetimiz; tamamen dini bir
medeniyetten ibarettir” der. Bizim bu güçlü medeniyetimize kitap
medeniyeti de denmektedir. Eski Türk devletlerinden Uygurlar,
Gazneliler, Büyük Selçuklular ve Osmanlıların kitap ve
kütüphanelere verdikleri önemi anlamak için, o devir
kaynaklarından başka, bugünkü izler de bunun en büyük şahidi ve
tercümanıdır. Anadolu'da bir insana "kitapsız" demek en büyük
hakaret sayılır. Biz cehaleti korkunç bir hastalık olarak kabul
edersek, bu derdin şifası ve ilacı kitaptır. Güneşin her tarafı
aydınlattığı gibi, kitap da cehalet denen karanlığı aydınlatır.
Öte yandan kitap okuma seferberliği konusunda ki faaliyetlerin
yazılı ve görsel medyaya da taşınmasının ve geniş kitlelerin bu
yöne kanalize edilmesinin sayılamayacak kadar çok faydası vardır.
-
Kitap okumayan bir toplum haline geldiğimiz gerçeğinden
hareketle, bu kısır döngüden kurtulabilmek için geniş kitlelere
Necip Fazıl’ca seslenmek gerekiyor:
-
“Haykırsam kollarımı makas gibi
açarak
-
Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz
sokak.”
-
Sevseler ve okusalar insanlarımız
deste deste kitapları, silseler lügatlerindeki kin, nefret, kavga,
düşmanlık, gıybet, fitne, fesat, haset, yalan gibi kavram ve
düşünceleri. Ve hayatlarında hakim kılsalar sevgi ile saygıyı,
adaletle hoşgörüyü, doğrulukla dürüstlüğü, iyilikle güzelliği,
ahlakla fazileti. Gerektiğinde tereddütsüz uygulasalar almadan
vermeyi, sevilmeden sevmeyi, yaşamadan yaşatmayı…
-
Diliyorum ki; kitap sevgisi iksiri
toplumumuzun gönül ve sosyal hayatına tam bir hakimiyet sağlasın.
İstiyorum ki; kitap sevdası öğretmenin dersinde, öğrencinin ilgisi
ve bilgisinde, komutanın emrinde, askerin tekmilinde, doktorun
dermanında, hakimin fermanında, annenin ninnisinde, çobanın kaval
sesinde, şairin güftesinde ve sanatçının bestesinde en geniş
şekliyle ifadesini bulsun. Kitapların diline kulak verdiğimizde
bize diyorlar ki: “Bizi yeniden keşfedin. Sizler bize yabancı
değilsiniz. Siz bizimle cihan hakimiyetini kurdunuz. Bizden
uzaklaşınca büyük ölçüde irtifa kaybına uğradınız. Yücelme ve
yükselmenin adresiyiz biz.” Gerçekten biz millet olarak bu
değerlere sahibiz. Kültürümüzde arzu edilen bu atmosferi
yaşadığımız aydınlık devirlerimiz olmuştur. Bize yabancı olmayan
bu güzellikleri tekrar yaşayabiliriz. Yeter ki dün olduğu gibi, bu
gün de bizi dinamize edecek köklü kültürümüze sahip çıkalım. Kitap
okuma konusundaki misyonumuzda olduğu gibi, daha nice erozyona
uğrayan değerlerimizi tekrar diriltebilelim.
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
29 MART SENDROMU
-
Toplumsal veya bireysel boyutta araz-hastalığı belirleyen, bir
arada görülen ve tanıyı kolaylaştıran bulguların tümüne
sendrom; birim belirti ise semptom olarak tanımlanır. Şu kadar
ki, terminolojide kullanıldığı alan bireysel hastalık veya
toplumsal bozulumu kapsar.
-
Meselâ şimdi bir mahalli seçime (?!) hazırlanıyoruz.
-
Parti sahipleri bazında semptom (demagoji, popülizm, fikri
mutasyon, inatlaşma, zıtlaşma, ilmi yetersizlik); Bütünleşik
yapıda (genel kombinasyonda ise) tam bir sendrom (bitmişlik,
tükenmişlik, ilkesizlik, onursuzluk, projesizlik, çözümsüzlük)
gözlenmektedir.
-
Bir yanda başarısızlık, yetersizlik ve yeteneksizlikten
kaynaklanan hayıf ve hırçınlık; diğer tarafta “dedikodu, çamur
atma, karalama, iddia, iftira” gibi boş lâflardan ibaret, hırs
ve ihtiras furyası.. Lokal ve küresel bağlamda yoğunlaşan
ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal krize karşı kimsenin bir
projesi, alternatifi yok!.. Partiler ve adaylar
birbirlerini hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve
soygunla itham edip suçlamakta, dosyalar havada, karanlık
kapılar ardında pazarlıklar, tehdit, şantaj ve ahlâksız
tekliflerde cabası.
-
Politik-ACI gündeminde hak-adalet, ilke-onur, üretim,
sorumluluk ve halk yok.
-
Elli yıldır bir ‘kısır döngü’ sürüp gidiyor. Adaylar millet
iradesiyle belirlenmedi. Seçimlerle yaklaşık 105.000 kişi
belediye organlarına seçilecek. Aday sayısı 550 -600 bin.
Tamamı sultalarca belirlenerek atandı. Doğrusu ‘partiye
kayıtlı üye veya delegelerce’ hiçbir telkin, ahlâk ve hukuk
dışı baskı altında kalmadan, oyun-düzen, pazarlık olmadan
seçilmesi; buna da merkezlerin saygı göstermesiydi. Hak-hukuk,
adalet ve demokrasi buydu. Açıkçası “demokrasinin vazgeçilmez
unsuru (!) siyasi partiler yine sınıfta kaldı!
-
İşte, bütün ülkeyi sarsan kirlilik ve krizin esas nedeni..
Yozlaşma ve çürüme sisteme nüfuz etmiş, statüko kirlenmiş
durumda. “Tencere dibin kara, benimki senden kara”.
Basında yer alan iddialar insanı dehşete düşürmeye yeter. Peki
“Temiz Eller” operasyonu ne oldu?
-
Sonuçta, bu seçimde milletin adayı yok!.. Halka biçilen
vazife yine Noterlik!
-
Bir de seçmen boyutu var. 2002'den bu yana kütüklerde
tam bir komedi yaşanıyor. 2002'de seçmen sayısı 41 milyon 300
bin. İki yıl sonra, 2004'te 43 milyon 500 bine çıkıyor. İki
yılda 2 milyon artış…2007'de, (22 Tem.) sayı 42 milyon 500
bine düşüyor. Bu defa 2 yılda 2 milyon artan seçmen sayısı, üç
yılda bir milyon geriliyor. 2008'e gelindiğine sayı 48 milyon
300 bin. Bu kez bir yıl içinde seçmen sayısı altı milyon
birden artıyor!
-
Konu, kamu vicdanını tatmin edecek biçimde çözümlendi mi?
Maalesef hayır.
-
Bu ağır ihmal, yolsuzluk ve sorumsuzluktur. Neticede seçmen,
parti farkı gözetmeden; Şaibesiz, dürüst bir aday’a veya
“bağımsıza” oy vermelidir. Aksine verilecek her oy, suça
iştirak ve potansiyel suçluyu teşvik anlamına gelir. Ki,
sorunun temeli yolsuzlukların, hızla tespiti, suçluların
adalete teslimi, alacakların tahsili ve faillerin
cezalandırılması aciliyet kesbetmektedir. Zira biriken
yolsuzluk dosyaları ürkütücü boyutlardadır. Üstelik ortada bir
‘medya-mafya-politik-ACI” üçgeni, yandaş-yoldaş dayanışması ve
yetkisizlik sorunu vardır.
-
Oysa uluslararası yolsuzlukla mücadele hukuku, BM-AB
kararları, ilgili sözleşme ve anlaşmalar; (çoğu imzalanmış ve
TBMM’de kabul edilmiş olsalar bile) uygulama yasalarının
çıkmaması nedeniyle hükümsüz kalmaktadır. Ayrıca, onaylanan
sözleşmeler gereği siyaset ve siyasi iktidardan bağımsız
"Yolsuzlukla Mücadele Birimi" derhal kurulmak, mutlak etki ve
tam yetki ile faaliyete geçirilmek; milletvekili
dokunulmazlıkları “kürsü masuniyeti” ile sınırlı kalmak
koşuluyla kaldırılmak zorundadır. 17.04.2003’te TBMM’de 4852
sayılı kanunla kabul edilen GRECO yolsuzluğa karşı özel hukuk
sözleşmesinin, 18.05.2006 (TBMM) kabul tarih ve 5506 sayılı
“BM yolsuzlukla mücadele sözleşme” hükümlerinin tam
uygulanabilmesi için, gerekli yasa ve hukuk kurallarının
ivedilikle hazırlanarak TBMM’den çıkarılıp, uygulanması
derinleşen sorunu çözecek ve sendrom sona erecektir. Aksi
takdirde sorun; İlk Millet-vekili seçiminde “bütün statüko ve
sendrom partilerinin” sandığa gömülmesiyle çözülebilir.
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- OSMAN APAYDIN’I UNUTMAMAK
-
Bizim Türk milleti olarak vefasızlığımız
belli, ortada. İnsanların sağlığında pek kıymetlerini, değerlerini bilmeyiz.
Osman Apaydın, Burdur’un Kozluca beldesinde yaşayan, şair ve yazar
arkadaşlarımızdan, hemşehrilerimizden biriydi. Kozluca’da pek çok sosyal ve
kültürel etkinliklere imza atan Osman Apaydın Ramazan Bayramının birinci günü
23.10.2006 tarihinde sabah 08.00 sularında vefat etti. Aynı gün Kozluca
(Belde) mezarlığında toprağa verildi.
-
Mayıs 2007’de yayınladığım “Aramızdan
Ayrılanlar” adlı kitabımın 106 ncı sayfasında fotoğrafı ve biyografisiyle
birlikte verilen “Tanrım” adlı şiirinden iki dörtlükle hatırlanan Osman
Apaydın için, bu satırların yazarı İsa Kayacan, Melahat Ecevit, H. Hüseyih
Yıldız, Şevket Aksöz, Sabahat Gümüş, A.Ali Bilgen ve Durmuş Öcal’ın Osman
Apaydın hakkındaki kısa görüşleri yeralıyor.
-
- OLMADI OSMAN OLMADI
-
Fatma Uçarlar, Burdur’da uzun süre görev
yaptı. Sonra Isparta’ya naklen aynı görevini yürütmek üzere geçti. Osman
Apaydın’ı da yakından tanıyor. Eylül 2008’de yayınlanan “İçimde Söz Dinlemez
Deli Var” adlı şiir kitabının 96 ve 97 nci sayfalarında “Olmadı Osman Olmadı”
adlı, başlıklı bir şiiri var Fatma Uçarlar’ın. Şöyle söze başlıyor Fatma
Hanım:
-
- Aklıma gelmezdi veda edeceğin,
- Böyle tutunmuşken hayata,
- Böyle severken dostlarını,
- Ve böyle severken dostların seni,
- Aklıma gelmezdi veda edeceğin,
- Böyle apansız,
- Hoşça kal! diyeceğin...
-
-
Arkasından Fatma Uçarlar’ın soruları geliyor:
“Hani bayramlar, bayrama yakışır kutlanmalıydı?/ Hani bayramlarda ayrılık
olmamalıydı?/ Olmadı Osman, olmadı/ Bu gidişin hiç ama hiç olmadı”...
-
Devam ediliyor Fatma Uçarlar anlatımıyla,
Osman Apaydın’a seslenişler: “Bu bir şaka olmalı dedim kendimce/Hem kötü bir
şaka/Aramanı bekledim/ Korkma şakaydı, daha vadem dolmadı, demeni/ Keşke şaka
olsaydı/Hatta eşek şakası olsaydı/ Razıydım ama olmadı”...
-
- “Sen başının üstünde taşıdın gönül
dostlarını/Biz, ellerimiz üstünde taşıyamadık seni/ Affet bizleri/ Affet
Osman/ Ama o an/ Duyacağını hissettim tüm yüreğim de/ Ve senin için okudum o
çok sevdiğin/ Umurumda değil şiirimi”... Devam ediyor Fatma Uçarlar:
-
- - Mutat toplantılarımızda,
- Seni arayacak gözlerimiz.
- Kim senin kadar güzel okuyacak,
- “Sol yanım acıyor anne”yi?
- Bu gidişin,
- Annenin de sol yanını acıttı Osman!,
- Olmadı Osman olmadı!
- Bu gidişin hiç ama hiç olmadı!
-
- Şiirin sonu efendim: Şimdi kim sulayacak diktiğin fidanları?/ Sensiz
serviler susuz/ Sensiz, güllerin boynu bükük/ Ve sensiz şiirler öksüz kaldı/
Hoşça kal Osman hoşça kal/ Orada da şairleri yanına al...
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- BUMBAR
- 2 adet Koyun Bumbarı
- Yarım kilo pilavlık bulgur
- Yarım demet maydanoz
- 1 adet büyük boy kuru soğan
- 1 yemek kaşığı salça
- 2 yemek kaşığı tuz
- 1 tatlı kaşığı pul biber.
- Sakatatçıdan iki adet koyun bumbarı alınarak güzelce
yıkanır. Bağırsak olan bu bumbarın iç kısımları da güzelce beş altı kere
yıkanır bir kapta suyun içine konarak kenara konularak bekletilir.
- Yarım kilo pilavlık bulgur bir kaba konulur. Üzerine bir
büyük baş kuru soğan ince olarak doğranır. Bir kapta yıkanan maydanozlar
bıçakla doğranarak bulgura katılır, bir yemek kaşığı salça, bir yemek kaşığı
tuz, bir tatlı kaşığı pul biber güzelce karıştırılır. Bu karışımın üzerine
bir soğuk su bardağı su ilave edilerek bulgurlar güzelce kısır gibi
yoğrulur.
- Bumbarlar suyun içinden alınarak süzülür. Bumbarın bir
tanesi bir kaba konularak bağırsağın dışı içine itilir (ters yüz edilir)
buradan yapılan malzeme parmak ile itilerek yavaş yavaş bumbar doldurulur.
Diğer bumbarlar da doldurulduktan sonda güzelce soğuk su ile birkaç kere
yıkanarak tencereye konulur.
-
Tencereye bumbarın üstü kapanacak kadar
soğuk su konur üzerinden bir yemek kaşığı tuz serpilerek kısık ateşte bumbar
pişene kadar pişirilir.
- Pişen bumbar sıcak olarak servis yapılır.
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Rıza KOÇAK |
Rıza KOÇAK Hayat Hikayesi
|
TERÖR OLAYI
Bu nasıl adalet; bu nasıl düzen
Şehitler çoğaldı bu bizi üzen
Okundu dualar verildi ezan
Terörün kör olsun çıksın gözleri”
Jandarma bizimde canımız, gözümüz
Terör sana koymaz ordumuz
Vatan için akar bizim kanımız
Terörün kör olsun çıksın gözleri!
Arabaya kondu şehidin Salı
Üzerinde gördüm Ay Yıldızlı alı
Durmadan ağlıyor o nazlı yarı
Terörün kör olsun çıksın gözleri!
Şehitliğe döndü baktım araba
Yol boyunda gidiyordu kalaba
Açıldı mezarı kondu merkaba
Terörün kör olsun çıksın gözleri!
Eceli oymuş öldü yiğidim
Yatak haneye kondu şehidim
Yaşardı dünyada sende seyidin
Terörün kör olsun çıksın gözleri!
Terör kıydı şu oğlumun canına
Şehit edip o gönderdi yanıma
Bu kalır mı terör senin yanına
Terörün kör olsun çıksın gözleri!
RIZA KOÇAK acımaz mı yiğide
Bitmeden vazife geldi geride
Akar göz yaşlarım durmaz seli de
Terörün kör olsun çıksın gözleri!
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
Rıza KANDEMİR |
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
|
BEN DERDİMİ DAHA NASIL SÖYLEMİŞ
Ben derdimi daha nasıl söylemiş
Mısır’da yazıla var insanoğlu
Dur ki sana ip ucu da vereyim
Okuyup içinden bul insanoğlu
Beş nus var kazancımız yetmedi
Kış geldi bacadan duman tütmedi
Aç yattı yavrular uyku tutmadı
Birde ulu hasta var insanoğlu
Koyun sattık veresiye gelmedi
Usta oldum patron para vermedi
Halam vampir bacım kanım emdi
Bizde hayat böyle zor insanoğlu
Oruç bitti herkes bayram edecek
Tatil bitti öğrenci var gidecek
Yoksullar bayramda nasıl edecek
Bayramda işimiz zor insanoğlu.
Mesaj yazdım geç kalmadan alırsan
KUL RIZA’YI bir tenhada bulursan
Ben ölmeden gadir gıymet bilirsen
Bize de uzansın el insanoğlu
20 Ekim 2007 01,30 |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
161 SAYI 25 Temmuz 2012 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |