YIL 14     SAYI 160    25 Haziran 2012

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL RAMAZAN VE ORUÇ
Mahmut Selim GÜRSEL 2012 ÇORUM FESTİVALİ RESİMLERİ
Atilla ALPAY ÇORUM’UN TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
Mustafa TURAN KİTAPLARIN DİLİ
Mustafa Nevruz SINACI 29 MART SENDROMU
İsa KAYACAN OSMAN APAYDIN’I UNUTMAMAK
Selma GÜRSEL BUMBAR
Rıza KOÇAK  TERÖR OLAYI
Rıza KANDAMİR BEN DERDİMİ DAHA NASIL SÖYLEMİŞ
 
 
   
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
RAMAZAN VE ORUÇ
            İslâm'ın dayandığı 5 temel esastan (şartlarından) birisidir. Aynı zamanda, Medine'de hicretten 1.5 yıl sonra, Şaban ayının 10. günü farz kılınmıştır. Oruç kelime manası nedir: Aslı "ruze"dir. Türkçede "oruze" şeklinde kullanılırken, zamanla "oruç" hâlini almıştır. Arapçadaki karşılığı savm ve siyâm kelimeleridir.
Oruç tutma vaktine imsâk denir. İmsâk, nefsi, meylettiği şeylerden uzak tutmak, onları yapmamak mânasındadır.
Oruç hangi zaman dilimi içinde tutulur: imsak vakti dediğimiz ferc-i sâdık (ikinci fecir) zamanından güneşin batışına kadar geçen süre içinde hiçbir şey yememek, içmemek, cinsî muamelede bulunmamak demektir.
İftar nedir: İmsakin son bulduğu yani orucun bittiği mukabili iftar kelimesidir ki, oruçtan çıkmak veya oruç açmak, oruç bitirmek manalarına gelir.
Kuran-ı Kerim Bakara Suresi 183. Ayette "Ey îman edenler! Sizden evvelki (ümmet)lere borç olarak yazıldığı (farz kılındığı) gibi, sizin üzerinize de Oruç tutmak yazıldı (farz kılındı)." Denilmektedir. Oruç da namaz gibi bedenî ibadettir. Bu ibadetin en başta gelen özelliği, insanları kötülüklerden alıkoyması, nefsi kontrol ederek yemek, içmek ve nefsin istediği istek ve arzuların oruç sayesinde önüne geçilmesidir. Kötü söz, sövme, itişip kakışma gibi sinirlenince yapılan hareketlerden kaçınmak için bir vesiledir. Oruçlu iken karşınızdakinden gelen kötü söz ve hareketlere ”Ben Oruçluyum” diye cevap vermeli ve karşılıkta bulunmamalıyız. Kötülüklerden korunma kalkanıdır. Ramazan Ayından sonra da kazandığımız bu nefis terbiyesini devam ettirmeye çalışmalıyız.
Orucun, Kur'ân-ı Kerîm'in Ramazan Ayında Resûl-i Ekrem'e (S.A.V.) Cebrail (A.S) Gözükerek indirilmeye başlandığı mübarek, ulvi ve yüce ayın ismidir.
            Oruç ibadeti Ramazan Ayında farz kılınmıştır. Allah Teala şöyle buyuruyor:  "Ey İman edenler! Fenalıklardan sakınasınız diye sizden evvelkilere olduğu gibi size de oruç farz kılındı. (Oruç) Sayılı günlerde tutulur. O günlerde içinizden hasta olan veya yolcu bulunan oruç tutmayıp iftar ederse, tutamadığı günler sayısınca, sıhhat bulduğu ve rahat ettiği başka günlerde oruç tutar. Kimin (ihtiyarlık ve devamlı hastalık gibi bir nedenle) oruç tutmağa gücü yetmezse, her gün için bir fakirin karnını doyuracak kadar fidye vermesi icap eder. (Bununla beraber) kim yaptığı iyiliği çoğaltırsa (fidyeyi fazla verirse) o da kendisine
iyilik olur. Ama bilesiniz, oruç sizin için daha hayırlıdır.  Ramazan ayı insanlara doğru yolu ve hidâyet delillerini ortaya koyan Kur'ân'ın indirildiği aydır. Sizden kim o aya erişirse oruç tutsun. Hastalık ve yolculuk sebebiyle oruç tutamayanlar, iyileştiklerinde ve yolculukları sona erdiğinde tutmadıkları günler sayısınca oruç tutarlar. Allah sizin için kolaylık isteyicidir. Güçlüğe düşmenizi istemez. Bu da eksiği tamamlamanız, Allah'ın size doğru yolu göstermesinden dolayı O'na karşı şükranınızı edâ etmeniz içindir. (Habibim) Kullarım senden beni sorarlarsa muhakkak ben onlara yakınım. Bana duâ edenin duâsını kabul ederim. Onlar da benim çağırmama koşsunlar, bana İman etsinler ki, doğru yola ulaşsınlar.  Oruçlu olduğunuz günlerin gecelerinde kadınlarınıza yaklaşmanız helâl kılınmıştır. Kadınlarınız sizden, siz kadınlarınızdan ayrılmazsınız. Onlar sizin iffet elbisenizdir (kötülükten koruyucunuzdur), siz de onların. Allah bilir ki bundan vazgeçmeniz güçtür. Bu yüzden tövbelerinizi kabul etti ve sizi bağışladı. Şimdi geceleri hanımlarınıza yaklaşın ve Allah'ın size bildirdiğini dinleyin, tanyeri ağarıp gece ile gündüzü ayıran fecrin beyaz ipliği, gecenin siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra orucu ertesi geceye kadar tam olarak tutun. Fakat mescitlerde itikâf için niyetlenip, oturup kaldınızsa, geceleri de hanımlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın çizdiği sınırlar (yasaklar) dır. Sakın o sınırlara yaklaşmayın. Allah, ayetlerini insanlara böylece açıklar ki, sakınıp korunsunlar."
 (Bakara sûresi, âyet: 183 - 187)  
Peygamberimiz buyuruyor ki! Oruç ibadeti, Kur'ân'ın ruhu ve dâvetiyle, hedef ve gayesiyle ve indirilmesindeki İlâhî Kur'an bizatihî hidâyet ve nurdur. İnsanları takvâ ve merhamete, adâlet ve eşitliğe, iyi muamele ve muaşerete, doğruluğa, ihlâsa, nefsin hile ve desiselerinden temizlenmeye teşvik eder. Oruç ve onun hikmeti de böyledir. Çünkü oruç da insanları doğruluğa, ihlâsa, iyiliğe, nefis terbiyesine, merhamete yöneltir. Nefsi sabra, güçlük ve meşakkatlere katlanmaya, karşılaşılacak her türlü zorlukları yenmek ve engelleri aşmak için gereken dikkat ve metanete sevk eder.
Kısacası, oruç, Kur'an ayı olan Ramazan ayına en lâyık bir ibâdettir ve Kur'ân-ı Kerîm'in nüzûlünün sene-i devriyesini tes'îd ve ihyâ mahiyetinde büyük bir mânevî festivaldir.
Peygamberimiz:  "Her kim inanarak ve karşılığını sırf Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır." 2877-Bu hadisi Mâlik (terâvîh no. 2, s. 113), Abdürrezzâk (no. 7719), Şâfiî (Sünen s. 35, 59), Ahmed (II, 241, 281, 289, 529), Buhârî (savm 1, II, 251, 253), Müslim (müsâfirîn no. 174, s. 523), Ebû Dâvud (no. 1371-2), Nesâî (siyâm 5/1, IV, 129; 39/6-8, 11-14, IV, 156-7), Tirmizî (no. 808), İbn Huzeyme (no. 1894, 2199), İbn Hibbân (no. 2537) ve Beyhakî (II, 492; IV, 304, 492), ez-Zührî an Ebî Seleme an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile;  Şâfiî (Sünen s. 35), Ahmed (II, 486), Buhârî (îmân 27, I, 14; savm 1, II, 251), Müslim (müsâfirîn no. 173, s. 523), Nesâî (kıyâmu'l-leyl 3/1-2, III, 201-202; siyâm 39/10-11, IV, 156; îmân 21, VIII, 117-8), İbn Huzeyme (no. 2203) ve Beyhakî (II, 491-2), ez-Zührî an Humeyd b. Abdirrahman an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.
Peygamber Efendimiz S.A.V.: "Ramazan ayı girdiği zaman Cennet kapıları açılır; cehennem kapıları kilitlenir; şeytanlar zincire vurulur."   Buhârî, Müslim, Muvatta' ve Nesâî.
     2879-Bu hadisi Mâlik (siyâm no. 59, s. 310), Ahmed (II, 378, 357), Dârimî (II, 26), Buhârî (savm 5, II, 227), Müslim (siyâm no. 1, s. 758), Nesâî (siyâm 3/1-2, IV, 126-7) ve İbn Huzeyme (no. 1882), Ebû Süheyl b. Mâlik an ebîhî an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile;
 Abdürrezzâk (no. 7384), Ahmed II, 281), Buhârî (savm 5, VI, 227; bed'ul-halk 11/8, IV, 92), Müslim (siyâm no. 2, s. 758), Nesâî (siyâm 4, IV, 127-128) ve İbn Hibbhan (no. 3425), ez-Zührî an İbn ebî Enes an ebîhî an Ebî Hureyre asl-ı senedi il
Oruç tutan kimselerin kazanacakları  yüksek fazilet ve şerefli mevkiler için bazı hadîslerde şu şekilde beyanlar vardır.
"Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyâmet gününde (Cennete) yalnız oruçlular girerler. Onlardan başka hiçbir kimse giremez. (Kıyâmet gününde) "Oruçlular nerede?" diye seslenilir edilir. Oruçlular kalkıp girerler. Oruçlular girdikten sonra da kapı kapanır, artık hiç kimse o kapıdan içeri giremez."
"Allah'a yemin ederim ki, oruçlu ağzın açlık kokusu, Allah katında, misk kokusundan daha hoş, temiz ve daha sevimlidir."
"Üç kimsenin duası reddolunmaz:  1 - İftar edinceye kadar oruçlunun,  2 - Adaletli devlet reisinin,  3 - Mazlumun."
"Her iyiliğe karşı, 10 mislinden 700 misline kadar mükâfat vardır. Ancak orucun mükâfatı bu ölçünün dışındadır. Çünkü oruç için Allah C.C. O Benim içindir. Onun mükâfatını ancak Ben veririm." Demişti.
Fazla söze gerek görmeden: Allah c.c. Ramazan ayını bilerek ve dikkat eden kullarından eylesin.

 

 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL 2012 ÇORUM FESTİVALİ RESİMLERİ

 
 
 
 
 
 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
ÇORUM’UN TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
Tezimiz, Çorum’un “nevi Şahsına münhasır” veya “özgün” niteliklerini, etnografyasını, folklorunu bir kere daha tebarüz ettirmek; bunun Anadolu Medeniyeti içerenindeki yerini ve ehemmiyetini ortaya koymak amacını taşımaktadır.
Öteden beri Antik Hitit Medeniyetinin gölgesinde kalarak son yıllarda artan turizm potansiyelinden de böylelikle istifade edememiş; öte yandan saf, duru ve yerel kültür değerlerini de daima içinde barındırmış olan Çorum’u bir kere tanımak ve tanıtmak arzusundayız.
Takdir edilmelidir ki bir bölgenin tüm yönleriyle araştırılması, tarih içindeki rolünün ortaya konması ve varsa onu diğerlerinden ayıran özelliklerin anlatılması pek kolay bir iş değildir. Yıllara ve ciltlere sığmayacak zengin bir kültürü tevarüs etmiş olan Anadolu’yu sadece kültürel olarak ele almak bile çok geniş ve kapsamlı araştırmalar ile olağanüstü çabalar gerektirecektir.
Yurdumuzda etnografya, dil ve edebiyat, sosyal adet ve  ananeler ,halk oyunları ve folklor, antropoloji,el sanatları, yaşayan adet ve gelenekler ile ve hatta Anadolu mimarlık ve sanat  Tarihi  üzerinde yeterli çalışmaların yapıldığı;arşivlerin gereğince incelendiği,mevcutların envanterinin çıkarıldığı,tasnife alındığı  kanaatinde  değiliz.Hatta ülkemizin tanıtımı ve turizm politikası bile  Ege ve Akdeniz’deki iklim ve doğa güzelliklerimiz ile bizden önceki uygarlıkların  antik  medeniyetlerine odaklanmış bir şekilde seyretmeye devam etmektedir.Bütün bunların  tabii bir sonucu olarak İç Anadolu Müslüman
Türk Medeniyeti daima gölgede kalmış; yeterince aydınlatılamamış, anlatılamamış, öğretilememiş hatta anlaşılamamış bulunmaktadır.
Antik Hitit medeniyeti üzerinde yeteri kadar çalışma yapılmıştır kanaatindeyiz. Belki kazılar ve yeni eserlerin ve yerleşim birimleri ile arkeolojik buluntuların ele geçirilmesi uzun yıllar alabilir. Hatta yurdumuzdaki müzelerin hemen pek çoğu antik çağlara ait malzeme ile dolu olmasına rağmen Anadolu’muz dünyanın en büyük canlı ve hala yaşayan bir açık hava müzesi olarak fark edilmeyi beklemektedir.
Çorum’ un ve Anadolu’nun yeni sahibi Müslüman Türkler’ dir ve bu uğrunda kan dökerek ve büyük bir bedel ödeyerek sahip olduğumuz bir nimet ve aynı zamanda da anavatanımız ve yurdumuzdur. Bunu yeterince anlamak, tanımak ve tanıtmak, yeryüzü kültürleri arasındaki layık olduğu şanlı yerine ve “asrın idrakine” oturtmak  borcumuz olmalıdır.
Böylece iddiamız odur ki :
Çorum ve havalisinde tevarüs eden bu İç Anadolu medeniyeti;
Ülkemizdeki diğer bölgelere kıyasla çok daha saf ve bakir etnografya unsurları  ile Orta Asya’daki anavatanımızdan gelen  özgün ve nevi şahsına münhasır  değerleri ihtiva etmektedir.
Bu  köklerin üzerinde  taşıdıkları hususiyetler yeni  yurdumuzun havası suyu ve toprağı ile yoğrularak şekillenmiş ve hem vatanımızın hem de dünyanın en doğru ve güzel uygarlığını  ortaya  çıkarmıştır..
Ülkemizin diğer köşe ve bucaklarının kültür ve medeniyet adına tescili ve çıkış noktası hatta batıya uzanması hep orta ve İç Anadolu eliyle olmuştur.
Bugün ki mesahamızın dört katı kadar büyük Devlet-i Ali Osmani medeniyetinin kalbi ,acıları ve özü  hep burada kalmış;onun devamı olan devlet yeniden burada kurulmuş; yeni Türk ve İslam Medeniyeti ;modern Türkiye Cumhuriyeti olarak burada  şekillenmiştir.
            İslam’ın potasında eriyen nice kabile, millet veya insan topluluklarının kültür cevherleri bizden önceki antik çağların kalıntılarıyla ve mirasıyla  hem hal olmuş ve  ortaya bugün ki özgün “Anadolu Medeniyeti”  çıkmıştır.
İşte bu medeniyet içerisinde Çorum saflığını daima korumuş Orta Asya cevherlerini ve asil doğrularını daima muhafaza etmiştir.
Bunun Sebenleri şunlardır:
Orta Asya oğuz boylarının doğrudan gelip yerleştiği son vatandır.1071 de kapıları açılan ve 1096 da son haçlı seferinden sonra artık ebediyen bizim olan ve dünya durdukça da bizim olacak olan “Ana Vatanımız”  olmasıdır
Büyük göç yolları ve ticari güzergahlar üzerinde olmayıp sefer yolları üzerindeki  askeri bir menzil de değildir .
Ezici bir düşman hâkimiyetinde uzun zaman kalmamıştır. Bünyesinde gayrımüslüm unsurları fazla ve uzun zaman barındırmamıştır. (Bu unsurlar şehrin kültür, adet ve gelenekleri üzerinde hiç etkili olamamışlar; sadece ticaret, sanat ve zanaatla uğraşmışlardır.) Yakınında veya sınırlarında kültür etkileşimine gireceği farklı bir millet veya başka bir devlet yoktur.
Lisanını, ibadetini, yaşantısını yasaklayacak bir dış tehdit almamıştır.
Büyük göçler ve istilalarla demografik yapısı değişmemiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra da bu içe kapanık ve ketum halini sürdürmüştür.
Yeni devletin başkentine bu kadar yakın olması nerede ise hiç bir avantaj sağlamamıştır.21.yüzyılda havaalanı ve demiryolu yoktur. Ana karayolları bile hala tek şeritir. Devletin yegane yatırımı seksen yıldır iki fabrikadan ibarettir.(Şeker ve Çimento Fabrikası).
Okuma yazma oranı ülkemizin en yüksek seviyede olan ilidir. Cumhuriyetten once en uzun askerlik yapanların(İskilip 9-14 yıl ) ve en çok gidip de dönmeyenlerinin olduğu bir kahramanlar ve yiğitler şehirdir.
Osmanlı’nın ve yeni cumhuriyetin bir sürgün yeridir. İsyancıların mesken tuttuğu ama aynı zamanda Milli mücadelenin kilit isimlerinin de yetiştiği bir fakir beldedir.
Dünyaya asırlar boyu açılan tek kapısı Samsun vilayetidir. Bütün ihtiyaçlarını oradan karşılamıştır.
Bugün ise görünüşte büyük metropollerin herhangi bir semtinden farkı olmayan; en çok ortaklıklı şirketlerin bulunduğu, kendi yağı ile kavrulmaya  çalışan, kendini sevenleri  kendine aşık eden; Evliya Çelebi’ nin dediği gibi  “Güzelleri  Bol Çelebileri Çok ”bir Anadolu vilayetidir.
Bizde bu tezimizde tarihi Çevre birimleri olan Tarihi Çorum evleri ile onlardaki yaşamı, mimari özellikleri ile anlatacak, kısmen, dil ve lisan üzerinde duracak birazda bir folklor değeri olan Yemek antropolojisinden bahsedeceğiz. İl geneli ile bazı ilçelerde otuz yıldır sürdürdüğümüz tarihi çevre araştırmalarımızın neticelerini ortaya koyacak; onlarda  fark ettiğimiz  ve nevi şahsına münhasır özellikleri, doğruları ve hatta güzellikleri dile getireceğiz.
Bütün bu tespitlerimizin sonucunda da büyük Anadolu uygarlığının yeniden ortaya konulması, tebarüz ettirilmesi, anlaşılması, gelecek kuşaklara zengin bir kültür mirası olarak devredilmesi, anlatılması ve sevdirilmesi hatta sahip çıkılması için gereken çareleri önereceğiz.
Saygılarımızla…
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa TURAN
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
 KİTAPLARIN DİLİ  
Dünyanın en büyük kütüphanelerinden birini örnek göstererek; “Bir avuç insan dışında dünyanın müessese ve değerleri yok olsa, yalnız bu kütüphane sayesinde bu günkü medeniyeti kurmak mümkündür” diyen bilim adamı, kültür ve medeniyetin kaynağının kitaplarda saklı olduğunu veciz bir şekilde açıklamış oluyor.
Bu gün uluslararası bilgi ağının kurulmasıyla iletişim yaygınlaştırılmakta ve hızlı bir bilgi sirkülasyonu sağlanmaktadır. Ciltler dolusu bir kitap küçük bir diske,ya da CD’ye  yerleştirilebilmekte, bilemediğimiz bir sözcük için lügatlerle zaman kaybetmek yerine bir tuşa basmak yeterli olmaktadır. Fakat bütün bu gelişmelerin kitaba olan ilgiyi ve okuma olayını azalttığını iddia etmek yanlıştır
Okumayı hobi haline getiren bir kişi için, ne can sıkıntısı vardır, ne de arkadaş ihtiyacı. Günde 24 saat az gelir ona. Fikir, görgü ve kültür itibariyle bilgi hazinelerinin sultanıdır o. Ülkemizde bu gün kitap okuma alışkanlığının çok düşük bir düzeyde olması sebebi ile, istenilen bilgi ve kültür birikimi hedefine ulaşma yolunda, daha büyük çabalar sarf etmemiz gerekecektir. Bu engeli aşmamız için vakit geçirmeden köklü ve sağlıklı tedbirler alma lüzumu ortadadır.
Sosyal, kültürel ve ekonomik yönden çağdaş bir millet olmak istiyorsak, okuyan, düşünen ve araştıran bir toplum olmak zorundayız. Eskiden kitap okunurken, kitabın kenarına not düşerlermiş.
Prof. Süheyl Ünver’in tespit ettiği bu notlardan bir kaçını buraya alalım. “Kitabımın kağıdının bir köşesini her kim ki nişan için bükerse, bana hançer çekmiş, kanımı dökmüş bir katil olur.”” “Eğer kendine hilesiz dost istersen, yalnız olduğun zaman eline kitap al, benim için dünyada en aziz, en mukaddes ve en hayırlı arkadaş  ve dost kitaptır.”
“Dostların kitabına tema’ etmek kötü huyluluktur. Okuyup geri vermemekse civanmertlik değil, namertliktir.”
“Benim sevgilim kitap ve kalemdir. Geride kalanların hepsi mihnet, endişe ve gamdır.”
“Kitabın yüzüne baktıkça gönlüm eğlenir. Emdiğim şeker kamışının sütü gibidir. Sakın kitabımı benden isteme. Çünkü bu,  elimden sevgilimi almak gibidir.”
Kitaplar, binlerce yıllık geçmişin olaylarını, bu günün gelişmeleri ile geleceğin yorumlarını bizlere ulaştıran vasıtalardır. Kitaplar, günlük hayatın bir parçası olduğu kadar, fertlerin ve milletlerin yaşayışını değiştiren, geliştiren ve yenileştiren hayat iksirleridir.
Kitaplar, istikbalimizin teminatı olan gençliğimizi, sigara, alkol, kumar, uyuşturucu ve benzeri kötü alışkanlıklardan koruyan kalkandır. Kitaplar, bize acı söz söylemeden kızmadan, hediye ve para istemeden, gece gündüz her zaman emrimizdedirler. Gücenmezler, alınmazlar, incinmezler ve alay etmezler. Rafımızdan çektiğimiz kitaplar, bize 24 saat hocalık ederler.
 Kitaplar, bilime giden yoldur. Çağımızın buluşlarını kitap, dergi gazete gibi yayın organlarından izleriz.  Kitaplar, bizim sevgili dostlarımızdır. Onlar bizi dünyadaki gelişmelerden ve değişmelerden haberdar ederler. Kitaplar, zengin kültür ve medeniyetlerin kaynağı, bilgi hazinelerinin de anahtarıdır. Kitaplar, her biri bir alim niteliğindedir. Kütüphanemizin zenginliği nispetinde onları konuk ediyoruz demektir. Hem öyle bir konuk ki, yemek içmek, yatıp, kalkmak istemeyen bir konuk!
Her biri bize adeta şöyle sesleniyor: “Bana soru sorun size cevap vereyim. Ben size soru sormam. Sadece bilgi veririm. Size kızmam, yorulmam, uyumam. Bana 24 saat boyunca müracaat edebilirsiniz…”
Kitapların dilinden de bahsedebiliriz. Yukarıda kendisinden bahsettiğimiz ve tam bir kitap dostu ve aşığı olan Prof. Süheyl Ünver böyle bir konuda unutulur mu hiç? Dursun Gürlek, “Çınaraltı Kitap Sohbetleri” adlı eserinde, Hoca’nın kitapla sohbetini özetle şöyle naklediyor: “Benim her şeyim, saadetim, neşem kitap. Sen olmasaydın beşeriyet ne olurdu? Buna rağmen beşeriyet ümit ettiğimiz merhaleye hâlâ varamıyor. Bunda muhakkak ki seni ihmal edenlerin tesiri var. İnsanları ve yazanları ebedileştiren kitap! Sen birçok insanları kurtardın. Birçok yenilikleri sen keşfettirdin. Âlimler ve kâşifler sana neler borçlu olduklarını unutamazlar. Sen olmasaydın medeniyet olmazdı. Sen bize yalnız bu günden değil, dünden de  heber veriyorsun. Yarın sende yazılı değil, fakat ya0rınımızı bugün doğuracaktır. Ne bahtiyarsın kitap. Bize de bu bahtiyarlığı aşılamaya çalışıyorsun.
Ey kitap!
Sen pek cömert ve mütevazisin. Elverir ki sen dilinden anlayacak birisinin eline geçmiş bulunasın. Tabiatta cansız zannedilen bir çok mevcudatın hal dili olduğu temsili olarak kabul edilebilir. Kitap da nasıl bize bildiğini tekrar ediyorsa, lisan-ı haliyle de konuşabilmektedir. Onun için biz kitapları, bizden ma’lümatını esirgemeyen alimlere benzetebiliriz…”Kitapla ilgili yazımızı On Hersel’in güzel bir sözüyle noktalayalım: “Evren an için yaratılmıştır.Okuma zevkini öğrenen mutlu bir insandır. Bizim, ecdadımızdan gelen kitaba ve kütüphane'ye hürmet gösterme ve hizmet etme gibi kutsal bir misyonumuz vardır. Çünkü tarihte görüyoruz ki, medreselerde, saraylarda, camilerde tekke ve külliyelerde kütüphaneler kuran ecdadımız, buralardan istifade için her türlü tedbiri de almıştır.
Matbaanın ilk kez Uygurlarda görülmesi, kitaptan başka neyin ifadesidir acaba? Selçuklular devrinde Nizamiye medreselerinde bulunan kitap miktarı bu gün nice insanın dudağını uçuklatacak boyuttadır. Sigrit Hunke, “İslam’ın Güneşi Avrupa Üzerinde” adlı eserinde der ki:  “Necef gibi küçük bir kasabada bile kırk bin ciltlik bir kütüphane bulunur. Camiler, hastaneler ve daha bir çok sosyal kuruluş kitaplarla donatılmıştır. Nâsiruddin Tûsi, Meraga’daki rasathanesinde dört yüz bin ciltten oluşan muazzam bir koleksiyon meydana getirmiştir.…”
Fatih'in fetihten sonra, Zeyrek Medreselerine ve Eyüp'te inşa ettirdiği camiye kitap vakfedip İstanbul'da ilk kütüphaneyi kurduğu bilinmektedir.  Samanoğulları devletinde suç işleyenler kütüphanelere kapatılıyor ve belirli kitabı okuma sonucunda serbest bırakılıyordu. Kısa süre önce Sakarya’nın Kocaali ve Ferizli ilçelerinde de hâkimlerimiz suçlulara aynı yönde cezalar verdiler. Bu keyfiyet kitap okumaya verilen önemi vurgulaması açısından fevkalade anlamlıdır.
Ne yazık ki, ülkemizde kütüphanelere gereken önem verilmemektedir. Şu zamanlarda en yalnız, en buruk, en garip mekanlar kütüphanelerimizdir. Kitabın pahalı olduğunu söyleyen insanlara sormak lazım:
-“Kitabın bedava olduğu kütüphanelere neden gitmiyorsunuz?”
Evet, Seneca: “Kitapsız hayat kör, sağır ve dilsiz yaşamaktır” diyerek, kitap olmadan geçen hayatın yavanlığına işaret eder. Okuyan bir toplumu oluşturmada en büyük görev devletin tüm kurum ve kuruluşlarına, özellikle de Milli Eğitim camiasında yer alan öğretmenlerimize düşüyor. İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Müdür Yardımcısı, değerli bir dostum olan Emir Eş Bey’dir. Bir süre önce görüştüğümüzde burada ne kadar yazma eser bulunuyor soruma, 125 bin rakamını telaffuz etti. Bu zenginliğimizi öğrenmenin verdiği mutluluktan doğan hayretimi görünce, “Diğer kütüphanedekileri de ilave edersek bu rakam 200 bin’i bulur” demişti.
Gerçekten kültürümüzün şu zenginliği karşısında mutlu olmamak mümkün mü? Dünyada hangi devlet, ya da millet böylesi bir sermayeye sahiptir? A.Hamdi Tanpınar “Beş Şehir”inde: ”Eski medeniyetimiz; tamamen dini bir medeniyetten ibarettir” der. Bizim bu güçlü medeniyetimize kitap medeniyeti de denmektedir. Eski Türk devletlerinden Uygurlar, Gazneliler, Büyük Selçuklular ve Osmanlıların kitap ve kütüphanelere verdikleri önemi anlamak için, o devir kaynaklarından başka, bugünkü izler de bunun en büyük şahidi ve tercümanıdır.   Anadolu'da bir insana "kitapsız" demek en büyük hakaret sayılır. Biz cehaleti korkunç bir hastalık olarak kabul edersek, bu derdin şifası ve ilacı kitaptır. Güneşin her tarafı aydınlattığı gibi, kitap da cehalet denen karanlığı aydınlatır. Öte yandan kitap okuma seferberliği konusunda ki faaliyetlerin yazılı ve görsel medyaya da taşınmasının ve geniş kitlelerin bu yöne kanalize edilmesinin sayılamayacak kadar çok faydası vardır.
Kitap okumayan bir toplum haline geldiğimiz gerçeğinden hareketle, bu kısır döngüden kurtulabilmek için geniş kitlelere Necip Fazıl’ca seslenmek gerekiyor:
“Haykırsam kollarımı makas gibi açarak
Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak.”
Sevseler ve okusalar insanlarımız deste deste kitapları, silseler lügatlerindeki kin, nefret, kavga, düşmanlık, gıybet, fitne, fesat, haset, yalan gibi kavram ve düşünceleri. Ve hayatlarında hakim kılsalar sevgi ile saygıyı, adaletle hoşgörüyü, doğrulukla dürüstlüğü, iyilikle güzelliği, ahlakla fazileti. Gerektiğinde tereddütsüz uygulasalar almadan vermeyi, sevilmeden sevmeyi, yaşamadan yaşatmayı…      
Diliyorum ki; kitap sevgisi iksiri toplumumuzun gönül ve sosyal hayatına tam bir hakimiyet sağlasın. İstiyorum ki; kitap sevdası öğretmenin dersinde, öğrencinin ilgisi ve bilgisinde, komutanın emrinde, askerin tekmilinde, doktorun dermanında, hakimin fermanında, annenin ninnisinde, çobanın kaval sesinde, şairin güftesinde ve sanatçının bestesinde en geniş şekliyle ifadesini bulsun. Kitapların diline kulak verdiğimizde bize diyorlar ki: “Bizi yeniden keşfedin. Sizler bize yabancı değilsiniz. Siz bizimle cihan hakimiyetini kurdunuz. Bizden uzaklaşınca büyük ölçüde irtifa kaybına uğradınız. Yücelme ve yükselmenin adresiyiz biz.” Gerçekten biz millet olarak bu değerlere sahibiz. Kültürümüzde arzu edilen bu atmosferi yaşadığımız aydınlık devirlerimiz olmuştur. Bize yabancı olmayan bu güzellikleri tekrar yaşayabiliriz. Yeter ki dün olduğu gibi, bu gün de bizi dinamize edecek köklü kültürümüze sahip çıkalım. Kitap okuma konusundaki misyonumuzda olduğu gibi, daha nice erozyona uğrayan değerlerimizi tekrar diriltebilelim.
 
 
 

 

 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
29 MART SENDROMU
Toplumsal veya bireysel boyutta araz-hastalığı belirleyen, bir arada görülen ve tanıyı kolaylaştıran bulguların tümüne sendrom; birim belirti ise semptom olarak tanımlanır. Şu kadar ki, terminolojide kullanıldığı alan bireysel hastalık veya toplumsal bozulumu kapsar.
Meselâ şimdi bir mahalli seçime (?!) hazırlanıyoruz.
Parti sahipleri bazında semptom (demagoji, popülizm, fikri mutasyon, inatlaşma, zıtlaşma, ilmi yetersizlik); Bütünleşik yapıda (genel kombinasyonda ise) tam bir sendrom (bitmişlik, tükenmişlik, ilkesizlik, onursuzluk, projesizlik, çözümsüzlük) gözlenmektedir.
Bir yanda başarısızlık, yetersizlik ve yeteneksizlikten kaynaklanan hayıf ve hırçınlık; diğer tarafta “dedikodu, çamur atma, karalama, iddia, iftira” gibi boş lâflardan ibaret, hırs ve ihtiras furyası.. Lokal ve küresel bağlamda yoğunlaşan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal krize karşı kimsenin bir projesi, alternatifi yok!..  Partiler ve adaylar birbirlerini hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soygunla itham edip suçlamakta, dosyalar havada, karanlık kapılar ardında pazarlıklar, tehdit, şantaj ve ahlâksız tekliflerde cabası.
Politik-ACI gündeminde hak-adalet, ilke-onur, üretim, sorumluluk ve halk yok.
Elli yıldır bir ‘kısır döngü’ sürüp gidiyor. Adaylar millet iradesiyle belirlenmedi. Seçimlerle yaklaşık 105.000 kişi belediye organlarına seçilecek. Aday sayısı 550 -600 bin. Tamamı sultalarca belirlenerek atandı. Doğrusu ‘partiye kayıtlı üye veya delegelerce’ hiçbir telkin, ahlâk ve hukuk dışı baskı altında kalmadan, oyun-düzen, pazarlık olmadan seçilmesi; buna da merkezlerin saygı göstermesiydi. Hak-hukuk, adalet ve demokrasi buydu. Açıkçası “demokrasinin vazgeçilmez unsuru (!) siyasi partiler yine sınıfta kaldı!
İşte, bütün ülkeyi sarsan kirlilik ve krizin esas nedeni.. Yozlaşma ve çürüme sisteme nüfuz etmiş, statüko kirlenmiş durumda. “Tencere dibin kara, benimki senden kara”.  Basında yer alan iddialar insanı dehşete düşürmeye yeter. Peki “Temiz Eller” operasyonu ne oldu?
Sonuçta, bu seçimde milletin adayı yok!..  Halka biçilen vazife yine Noterlik!
Bir de seçmen boyutu var.  2002'den bu yana kütüklerde tam bir komedi yaşanıyor. 2002'de seçmen sayısı 41 milyon 300 bin. İki yıl sonra, 2004'te 43 milyon 500 bine çıkıyor. İki yılda 2 milyon artış…2007'de, (22 Tem.) sayı 42 milyon 500 bine düşüyor. Bu defa 2 yılda 2 milyon artan seçmen sayısı, üç yılda bir milyon geriliyor. 2008'e gelindiğine sayı 48 milyon 300 bin. Bu kez bir yıl içinde seçmen sayısı altı milyon birden artıyor!
Konu, kamu vicdanını tatmin edecek biçimde çözümlendi mi? Maalesef hayır.
Bu ağır ihmal, yolsuzluk ve sorumsuzluktur. Neticede seçmen, parti farkı gözetmeden; Şaibesiz, dürüst bir aday’a veya “bağımsıza” oy vermelidir. Aksine verilecek her oy, suça iştirak ve potansiyel suçluyu teşvik anlamına gelir. Ki, sorunun temeli yolsuzlukların, hızla tespiti, suçluların adalete teslimi, alacakların tahsili ve faillerin cezalandırılması aciliyet kesbetmektedir. Zira biriken yolsuzluk dosyaları ürkütücü boyutlardadır. Üstelik ortada bir ‘medya-mafya-politik-ACI” üçgeni, yandaş-yoldaş dayanışması ve yetkisizlik sorunu vardır.
Oysa uluslararası yolsuzlukla mücadele hukuku, BM-AB kararları, ilgili sözleşme ve anlaşmalar; (çoğu imzalanmış ve TBMM’de kabul edilmiş olsalar bile) uygulama yasalarının çıkmaması nedeniyle hükümsüz kalmaktadır. Ayrıca, onaylanan sözleşmeler gereği siyaset ve siyasi iktidardan bağımsız "Yolsuzlukla Mücadele Birimi" derhal kurulmak, mutlak etki ve tam yetki ile faaliyete geçirilmek; milletvekili dokunulmazlıkları “kürsü masuniyeti” ile sınırlı kalmak koşuluyla kaldırılmak zorundadır. 17.04.2003’te TBMM’de 4852 sayılı kanunla kabul edilen GRECO yolsuzluğa karşı özel hukuk sözleşmesinin, 18.05.2006 (TBMM) kabul tarih ve 5506 sayılı “BM yolsuzlukla mücadele sözleşme” hükümlerinin tam uygulanabilmesi için, gerekli yasa ve hukuk kurallarının ivedilikle hazırlanarak TBMM’den çıkarılıp, uygulanması derinleşen sorunu çözecek ve sendrom sona erecektir. Aksi takdirde sorun; İlk Millet-vekili seçiminde “bütün statüko ve sendrom partilerinin” sandığa gömülmesiyle çözülebilir.

 

 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
 OSMAN APAYDIN’I UNUTMAMAK
Bizim Türk milleti olarak vefasızlığımız belli, ortada. İnsanların sağlığında pek kıymetlerini, değerlerini bilmeyiz. Osman Apaydın, Burdur’un Kozluca beldesinde yaşayan, şair ve yazar arkadaşlarımızdan, hemşehrilerimizden biriydi. Kozluca’da pek çok sosyal ve kültürel etkinliklere imza atan Osman Apaydın Ramazan Bayramının birinci günü 23.10.2006 tarihinde sabah 08.00 sularında vefat etti. Aynı gün Kozluca (Belde) mezarlığında toprağa verildi.
Mayıs 2007’de yayınladığım “Aramızdan Ayrılanlar” adlı kitabımın 106 ncı sayfasında fotoğrafı ve biyografisiyle birlikte verilen “Tanrım” adlı şiirinden iki dörtlükle hatırlanan Osman Apaydın için, bu satırların yazarı İsa Kayacan, Melahat Ecevit, H. Hüseyih Yıldız, Şevket Aksöz, Sabahat Gümüş, A.Ali Bilgen ve Durmuş Öcal’ın Osman Apaydın hakkındaki kısa görüşleri yeralıyor.
 
OLMADI OSMAN OLMADI
Fatma Uçarlar, Burdur’da uzun süre görev yaptı. Sonra Isparta’ya naklen aynı görevini yürütmek üzere geçti. Osman Apaydın’ı da yakından tanıyor. Eylül 2008’de yayınlanan “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” adlı şiir kitabının 96 ve 97 nci sayfalarında “Olmadı Osman Olmadı” adlı, başlıklı bir şiiri var Fatma Uçarlar’ın. Şöyle söze başlıyor Fatma Hanım:
 
Aklıma gelmezdi veda edeceğin,
Böyle tutunmuşken hayata,
Böyle severken dostlarını,
Ve böyle severken dostların seni,
Aklıma gelmezdi veda edeceğin,
Böyle apansız,
Hoşça kal! diyeceğin...
 
Arkasından Fatma Uçarlar’ın soruları geliyor: “Hani bayramlar, bayrama yakışır kutlanmalıydı?/ Hani bayramlarda ayrılık olmamalıydı?/ Olmadı Osman, olmadı/ Bu gidişin hiç ama hiç olmadı”...
Devam ediliyor Fatma Uçarlar anlatımıyla, Osman Apaydın’a seslenişler: “Bu bir şaka olmalı dedim kendimce/Hem kötü bir şaka/Aramanı bekledim/ Korkma şakaydı, daha vadem dolmadı, demeni/ Keşke şaka olsaydı/Hatta eşek şakası olsaydı/ Razıydım ama olmadı”...
- “Sen başının üstünde taşıdın gönül dostlarını/Biz, ellerimiz üstünde taşıyamadık seni/ Affet bizleri/ Affet Osman/ Ama o an/ Duyacağını hissettim tüm yüreğim de/ Ve senin için okudum o çok sevdiğin/ Umurumda değil şiirimi”... Devam ediyor Fatma Uçarlar:
 
- Mutat toplantılarımızda,
Seni arayacak gözlerimiz.
Kim senin kadar güzel okuyacak,
“Sol yanım acıyor anne”yi?
Bu gidişin,
Annenin de sol yanını acıttı Osman!,
Olmadı Osman olmadı!
Bu gidişin hiç ama hiç olmadı!
 
Şiirin sonu efendim: Şimdi kim sulayacak diktiğin fidanları?/ Sensiz serviler susuz/ Sensiz, güllerin boynu bükük/ Ve sensiz şiirler öksüz kaldı/ Hoşça kal Osman hoşça kal/ Orada da şairleri yanına al...
 
 
 
 

 

 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
BUMBAR
2 adet Koyun Bumbarı
Yarım kilo pilavlık bulgur
Yarım demet maydanoz
1 adet büyük boy kuru soğan
1 yemek kaşığı salça
2 yemek kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı pul biber.
            Sakatatçıdan iki adet koyun bumbarı alınarak güzelce yıkanır. Bağırsak olan bu bumbarın iç kısımları da güzelce beş altı kere yıkanır bir kapta suyun içine konarak kenara konularak bekletilir.
            Yarım kilo pilavlık bulgur bir kaba konulur. Üzerine bir büyük baş kuru soğan ince olarak doğranır. Bir kapta yıkanan maydanozlar bıçakla doğranarak bulgura katılır, bir yemek kaşığı salça, bir yemek kaşığı tuz, bir tatlı kaşığı pul biber güzelce karıştırılır. Bu karışımın üzerine bir soğuk su bardağı su ilave edilerek bulgurlar güzelce kısır gibi yoğrulur.
            Bumbarlar suyun içinden alınarak süzülür. Bumbarın bir tanesi bir kaba konularak bağırsağın dışı içine itilir (ters yüz edilir)  buradan yapılan malzeme parmak ile itilerek yavaş yavaş bumbar doldurulur. Diğer bumbarlar da doldurulduktan sonda güzelce soğuk su ile birkaç kere yıkanarak tencereye konulur.
Tencereye bumbarın üstü kapanacak kadar soğuk su konur üzerinden bir yemek kaşığı tuz serpilerek kısık ateşte bumbar pişene kadar pişirilir.
            Pişen bumbar sıcak olarak servis yapılır.

 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Rıza KOÇAK
Rıza KOÇAK Hayat Hikayesi
  TERÖR OLAYI
Bu nasıl adalet; bu nasıl düzen
Şehitler çoğaldı bu bizi üzen
Okundu dualar verildi ezan
Terörün kör olsun çıksın gözleri”

Jandarma bizimde canımız, gözümüz
Terör sana koymaz ordumuz
Vatan için akar bizim kanımız
Terörün kör olsun çıksın gözleri!

Arabaya kondu şehidin Salı
Üzerinde gördüm Ay Yıldızlı alı
Durmadan ağlıyor o nazlı yarı
Terörün kör olsun çıksın gözleri!

Şehitliğe döndü baktım araba
Yol boyunda gidiyordu kalaba
Açıldı mezarı kondu merkaba
Terörün kör olsun çıksın gözleri!

Eceli oymuş öldü yiğidim
Yatak haneye kondu şehidim
Yaşardı dünyada sende seyidin
Terörün kör olsun çıksın gözleri!

Terör kıydı şu oğlumun canına
Şehit edip o gönderdi yanıma
Bu kalır mı terör senin yanına
Terörün kör olsun çıksın gözleri!

RIZA KOÇAK acımaz mı yiğide
Bitmeden vazife geldi geride
Akar göz yaşlarım durmaz seli de
Terörün kör olsun çıksın gözleri!
 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Rıza KANDEMİR
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
BEN DERDİMİ DAHA NASIL SÖYLEMİŞ
Ben derdimi daha nasıl söylemiş
Mısır’da yazıla var insanoğlu
Dur ki sana ip ucu da vereyim
Okuyup içinden bul insanoğlu

Beş nus var kazancımız yetmedi
Kış geldi bacadan duman tütmedi
Aç yattı yavrular uyku tutmadı
Birde ulu hasta var insanoğlu

Koyun sattık veresiye gelmedi
Usta oldum patron para vermedi
Halam vampir bacım kanım emdi
Bizde hayat böyle zor insanoğlu

Oruç bitti herkes bayram edecek
Tatil bitti öğrenci var gidecek
Yoksullar bayramda nasıl edecek
Bayramda işimiz zor insanoğlu.

Mesaj yazdım geç kalmadan alırsan
KUL RIZA’YI bir tenhada bulursan
Ben ölmeden gadir gıymet bilirsen
Bize de uzansın el insanoğlu
20 Ekim 2007 01,30

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

161 SAYI 25  Temmuz 2012 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!