|
YIL 13 SAYI 156 25 Şubat 2012 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut
Selim GÜRSEL NE OLACAĞIMIZI
BİLİYOR MUYUZ?
-
Mustafa Nevruz SINACI ANAYASA'DAN ÖNCE
YASA!
Ahmet CANBABA TAKLİTÇİLİK (ŞİİR HIRSIZLIĞI)
-
Murat HACIOĞLU KALIPLARA LANET ETSEM
-
Mustafa Nevruz SINACI 2300 YILLIK ORDU, 50
YILLIK GELENEK
-
Atilla ALPAY TAVLA
Selma GÜRSEL MERCİMEKLİ BULGUR PİLAVI
-
Rıza KANDAMİR
DOKTOR BEY
-
Rıza KOÇAK
KAYIP OLDU NAZLI YARİM
-
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
NE OLACAĞIMIZI BİLİYOR MUYUZ?
- Bizleri Yaratan. Bizleri dünyada bazı
meşgalelere yönelterek oyalayan bir varlık musallat etmiş olmalı ki
buna Şeytan diyebiliriz. Bizleri bu dünyadaki işlerimizin başından
kaldırmadan bize sanki emrederek; oyalayarak güdüp götürmekte olduğunu
görüyoruz.
- Acaba bizi yaratan; bu dünyanın bu
düzenine mi uyacağımızı, yoksa kendi emirlerini bire bir
uygulayacağımızı mı görmek için dünyaya bizleri yolladı. Gerçekten
bizleri deniyor ve sınıyor mu? Bu soruları aklımıza getiren yine
Şeytan denen insanları yoldan çıkartan yaratılmış varlık değil mi?
- Evet. Bizler dünya denilen bu
yaşadığımız, kâinatın içinde toz zerresi kadar olmayan bir alanda
milyarlar camızın bulunduğu, birbirimizle dövüştüğümüz, çekiştiğimiz.
Birbirimizin elindeki değerleri alıp kendimize mal ettiğimiz ufacık
bir alan, gösteri sahnesi değil mi?
- Yarın dediğimiz zaman diliminde ne
olacağımızı bilmeden, bu tiyatro sahnesinde kendi biçtiğimiz rollere
devam etmekteyiz. Yarının neler getireceğini, ne olacağımızı bilmeden
yaşıyor ve dünyadaki kendi doğrularımızla yuvarlanmakta devam
ediyoruz.
- Neden önümüze takkemizi ya da
kasketimizi koyup düşünmüyoruz? Düşünemeyiz. Çünkü bizimle beraber
Dünyaya gönderilen ve bizleri Allah’ın yolundan çıkartmak için
Allah’tan izin alan şeytanın yüzünden düşünemeyiz. Dünyayı bizlere
Cennet gibi gösteren, bazı nimetlerin içerisinde yaşarken bile
şükretmememizi öğreten, o değil mi? İşte onun marifetlerini burada
sayabilmek için sayfa değil ciltler dolusu kitap yazmak gerekir. Bunu
yazabilsek bile okutacak birisini bulmamız bile çok zor olsa gerek.
- Konumuz olan “Ne olacağımızı biliyor
muyuz ?” Sorusunu yatmadan kendimize soralım mı? Sorarsak belki yarın
yapacaklarımızı düşünürken bizi Yaratanı da anarak müsaade edersen
bunları yarın yapmak istiyorum demiş olmaz mıyız?
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- ANAYASA'DAN ÖNCE
YASA!
- Gelinen nokta itibarıyla
Türkiye'de siyaset tıkanmış, mutat eşhas ve siyaset kurumları
Cumhuriyet tarihi'nin en kaotik bunalımına sürüklenmiş
bulunmaktadır. Burada sorun sadece iktidar veya muhalefet
değil, bütünüyle siyaset hukuku ve politik kurumlardır. Zira
sıkıntı, milli (medeni) siyaset geleneğinin bilinçsizce terk
edilerek evrensel insanlık davası, hak-hukuk, adalet ahlâkı ve
"insana hizmet" felsefesiyle bağdaşmayan çıkar odaklı ve batı
eğilimli karanlık mecralara girilmesinden kaynaklanmaktadır.
- Yaşanan kronik sorun:
'Zulümle abâd' ve "demokrasinin dışlanması" meselesidir.
- Güncel politika, devlet idaresinde millet
iradesini hâkim kılmaktan uzak,; demokratik hak-özgürlük ve
güvenlik kavramlarında çelişkili, GSMH-refah payının hak
kavramı ve adalet ahlakı yönünde tabana yayılmasında etkisiz;
Batıcı bir zihniyetle 'artı değerin' belirli ellerde
toplanmasına taraftar olmakla bu; Evrensel hukuk, milli hars,
insani boyut, bilinç toplumu, siyaset felsefesi ve yönetim
biliminin temel (insani, hukuki ve sosyal) ilkelerine
aykırıdır.
- Dolayısıyla halka hizmet,
adalet ve hukuk normlarında zaafa düşen siyaset sisteminin
ivedilikle restore-rehabilite edilmesi; "Türk İnkılâbı" ile
vazedilen objektif ve orijinal ilkelere dönülmesi gerekir.
(Atatürk ilke ve inkılâpları) Aksi takdirde 48 yıldır sürüp
giden yozlaşma, çürüme, maruz kalınan dezinformasyon,
psikolojik savaş, anarşi-terör ve tedhiş, telâfisi kabil
olamayacak kadar büyük toplumsal travma, zarar ve hasara neden
olabilecektir.
- Bu nedenle, sürekli gündeme
taşınan sivil Anayasa yerine, bunu sağlıklı, kalıcı-akılcı ve
sürdürülebilir kılacak; Namuslu, dürüst ve demokrat millet
temsilcilerinin seçim şartlarını oluşturmak çok daha önemli,
acil-gerekli ve 'sistemin rehabilite edilmesi' zorunludur.
- Bu amaçla: AB süreç ve
müktesebatının da (siyasi kriterler) gereği 2820 sayılı "SPK"
ve seçim mevzuatı köklü bir değişikliğe tabii tutulmak, Siyasi
Partilerde kesinlikle Genel Başkan sultası önlenmek; Genel
Başkanlık süresi iki dönemle sınırlanmak; Siyaset ahlakına
aykırı ittifaka teşebbüs, oy kaybı yahut seçimlerden kaçınmada
görev hitamı; Mutlak üyelik aidatı; imtina halinde seçme ve
seçilme hakkının kaybı; Halkın rıza ve muvafakatine aykırı;
Haksız, yolsuz, keyfi, tek taraflı ve antidemokratik bir
tasarruf; İnsan hakları, adalet-hukuk nizamının tahakkuk,
demokrasinin tesis ve tedavülü (kurumlaşabilmesi) bakımından
'hazine yardımının' derhal ve bütünüyle kaldırılması gerekli
ve zorunlu olup;
- Marjinal, statükocu, yalancı-talancı,
şirket görüntülü "antidemokratik vesayet-emanet, sahip-sulta
partileri" (diktatörlükler) yerine "halka-millete ait, (milli
irade kaynaklı) atılımcı, açılımcı, katılımcı, adalet ve
hukuka saygılı, ilmi zihniyete dayalı, ilkeli, namuslu, dürüst
ve demokrat" kitle partilerinin yolu açılmalıdır. Zira siyasi
partiler; halka dayalı olmak, milletten kuvvet almak, gündemi
tabandan belirlenmek, üyelerce denetlenmek, parti içi
demokrasiyi tam yaşamak, yaşatmak ve milletin nabzını ve
iradesini mutlaka yansıtmak zorundadır.
- Bu bağlamda, Parti içi demokrasi kesin
ilke ve kurallara bağlanmalı, mevcut zorunlu organlara
ilâveten "Denetleme Kurulları" kurulmalı, her tür kongre organ
seçimi hür irade ve genel seçimlerde uygulanan tercihli-çarşaf
liste ile yapılmalı, kulis yapanlar ve anahtar liste
çıkaranların ihracına ilişkin hüküm konulmalı ve tüzükler buna
göre tahkim edilmelidir.
- Siyasi Partiler vaat, taahhüt ve
projelerini YSK ve YCBS'na beyanla tescil ettirmeli,
zamanaşımı olmaksızın vaatlerinden sorumlu tutularak siyasete
onur, ilke, saydamlık ve sorumluluk kazandırılmalı, böylece
toplumsal bilinç, ilim, yetenek ve kalite desteklenerek,
gerçek hukuk devleti ve kavi demokrasilerde olduğu gibi, insan
hakları ve adalet sisteminin gelişmesine katkı sağlanmalıdır.
- Ayrıca iktidar, uygulamadığı proje,
yerine getirmediği vaat ve taahhütten dolayı aleyhlerine dava
ikame, tazminat, icra-i takip ve kapatma dâhil her türlü yasal
hükümle SPK tahkim edilmeli. Açılacak davalar ücretsiz olmalı,
adaylar ve Partilerince açıklanan hususlar Seçim Kurulları,
Cumhuriyet Savcıları, mülki idare ve mahalli güvenlik
kurumları tarafından belgelenip, tescil edilerek takibe
konulmalıdır.
- KİTLE PARTİLERİ NİZAMI
- Siyasi partiler içinde vaki olaylar, hak
gaspı, ihlal ve ihtilâflar ile bunlara karşı ikame
edilebilecek davalar fevkalade mahdut, muğlâk ve merci-i
muhataptan yoksundur. Oysa vuku-u halinde bu itiraz,
şikâyet-takip ve davalara süre kaydı olmaksızın derhal bakmaya
yetkili özel ihtisas mahkemeleri kurulmak zorundadır. Bu,
üyeler yönünden bir hak ve acil ihtiyaçtır.
- 298 Sayılı seçimlerin temel
hükümleri ve seçmen kütükleri hakkındaki kanunla 2839 Sayılı
milletvekili seçimi kanunu da sorunludur. Bu kanunlar bütün
usul, esas, ruh ve ilkeleri ile bütünüyle değiştirilerek
"temsilde adalet, yönetimde ilmi, insani ve demokratik
istikrar" ilkesi esas alınmalıdır. Değişiklikte iki turlu dar
bölge sistemi esas alınarak her bölge bir vekil çıkaracak
şekilde düzenlenmeli, bakanlık sayısı zaten de'facto varit
(örtülü olarak mevcut) başkanlık sistemine geçiş doğrultusunda
yeniden düzenlenmelidir.
- Sistemin yapılanmasında
mutlaka "yedek vekillik" ihdas edilerek; Ölüm, yüz kızartıcı
suç (cürüm), istifa (istifa müessesesi hukuken tek taraflıdır)
ve parti değiştirme halinde derhal ilişik kesme ve yedekten
çağrı esası uygulanarak, mevcut kokuşmuşluk, yozlaşma-çürüme
ve dejenerasyona karşı radikal önlemler alınmalı,
suiistimalci, din tüccarı, siyaset simsarı ve ihanet
şebekelerince oluşturulan "ahlâksız vekil pazarları" dönemi
ebediyen kapatılmalıdır.
- Böylece, ara ve erken seçim sorunu
ortadan kalkacak, büyük ölçüde maddi tasarruf sağlanacak;.Ülke
gerçek istikrar, barış-huzur, ve devlet umuruna kavuşacaktır.
Kemali basiret, adalet-hukuk ve insaniyet bu şekilde hâkim
olur. Aşamalarla başkanlık sistemine geçilmesi halinde;
Milletvekillerinin Yasama ve Denetleme-Araştırma-Soruşturma
görevi hariç olmak üzere, bakanlık görevi dâhil yürütme de yer
almaları mümkün olamaz. Bakanlık isteyenin ve bakan olanın
milletvekilliği sona erer. Böylece Partiler, kitle ve halk
iradesine rücu eder.
- Kürsü masuniyeti hariç tüm ayrıcalık
dokunulmazlık ve imtiyazların tamamına son verilmesiyle
"namuslu-dürüst-ilkeli-kaliteli, onurlu-sorumlu demokrat"
rejim imkân ve ortamı yakalanabilir. Dahası, TBMM kadrosu
beher 10 vekile bir sekreter düşecek tarzda yeniden
düzenlenmeli, meclisin bütün çalışan ve görevli sayısı azami
vekil sayısı ile sınırlanmalıdır.
- Ayrıca, Milletvekili maaşı asgari ücrete
endekslenmeli "milletvekilleri asgari ücretin katlarına
endekslenmeli, emeklilik ve özlük hakları SGK'ya tabii
vatandaştan farklı olamaz" hükmü "değiştirilemez bir kural"
olarak ilgili yasa, tüzük ve Anayasaya konulmalıdır. Sosyal
adaletin temini ve ücretler arasında denge bu kriterin
konulması ve uygulanmasına bağlıdır.
- Buna paralel yapılacak bir ekleme ve
düzenleme ile de; Milletvekillerinin kamu kurum ve kuruluşları
üzerinde cari tasallut, takip ve tahakkümlerine son verilmeli,
vekillerin rüşvet yahut iltimasa teşebbüsleri suç
sayılmalıdır. Zira asiller için suç teşkil eden fiil, faili
olmaları halinde vekillere "ağırlaştırılarak" kapsama
alınmazsa adaletin sağlanması, hukuk devletinin
sağlıklı-kalıcı kılınması kabil değildir. Siyasette ve siyaset
kurumlarında üretim, kalite, onur, ilke ve erdemi yakalamanın
başkaca bir yolu yoktur.
- Bu bağlamda il genel meclisi
ve belediye meclisi üyeliği de "mahalle muhtarlığı" ile
birleştirilerek belediyeler siyasetten soyutlanmalıdır.
Uygulanacak iki turlu seçinin 1. turunda köy-mahalle
muhtarları ile bağımsız belediye başkanları seçilmeli, ikinci
turda (seçilememesi halinde) en fazla oy alan 2 başkan adayı
yarışmalı, aynı zamanda birinci turda seçilmiş olan muhtarlar
arasından belediye meclisi ve il genel meclisi üye seçimleri
yapılmadır. Hedef: Yerel yönetimlerde katılımcı demokrasi,
uzlaşma kültürü ve etkin hizmet yolunun açılmasıdır. Bütün
mevzuat bu doğrultuda yeniden ve yerinden yönetim ilkesi ile
bireysel sorumluluk ve hukukun üstünlüğü "adalet ve demokrasi"
ilkeleri esas alınarak yapılandırılmalıdır.
- Bu taktirde kalite yönetime
taşınacak, yönetim kalitesi artacak, yerel imkân, kaynak ve
potansiyel maksimize edilecek ve bu güne değin belediyelerce
yapılan haksızlık, yolsuzluk ve suiistimaller önlenecektir.
Sistemle katılımcı demokrasi, adaletli karar, sorumlu uygulama
ve etkin denetim süreci başlatılabilecektir. Şu kadar ki,
Vekiller için geçerli ilişik kesme-yedek yöntemi bu düzeyde de
geçerli olmalıdır. İşte 'irade-i milliye ve kitle partisi'
nizamı budur.
-
Seçim Kanunlarında hedef, evrensel demokrasinin norm ilke, standart ve
kriterlerine ulaşıp, kurumlaştırmak suretiyle bir daha kesinlikle
değiştirilmesini önleyecek tedbirler almak ve uygulamayı insan onuruna yakışır
biçimde ve en adaletli şekilde (kalıcı ve sürekli olarak) sağlamaktır. Sanırım
acele etmeye gerek yok !
- Önce hak, adalet ahlâkı, hukuk ve
demokrasi yolu açılmak zorundadır.
- Sonra! Temiz toplum ve temiz siyaset için
"TEMİZELLER OPERASYONU"
- Namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu, sorumlu;
gerçek demokratlar yönetime gelmeli ve eğer yapılacaksa "sivil
anayasa" (sonra) dürüst bir kadro tarafından yapılmalıdır.
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
- TAKLİTÇİLİK (ŞİİR HIRSIZLIĞI)
-
Modayı ve markayı takip eden bayanlar ne
giyerlerse giysinler kendi üzerlerindeki giysileri bir başkasının
üzerinde görmekten hoşlanmazlar. “Şimdi benden görür aynısını diktirir
veya keşke satın aldığım yeri söylemeseydim” diye çoğu zaman kendini
suçlar. Tabiî ki komşusu, ‘oda alır’ aynısını. Komşusunun üzerinde
gördüğü kendi bluzunun aynısını değil mi, kanı beynine yürür ve ‘ben
yeni bir şey giyemeyecek miyim’ diye feryat eder.
-
Türk moda endüstrisinin tasarım odaklı
markalaşma stratejisi piyasaya yeni ürünlerini sürer. Kimi zaman
mutluluk şık görünmektir. Tabiî ki bir emek verilerek üretilen
sitiller modayı üzerlerinde taşıyanların estetiği düşünülerek dizayn
edildiği için her işletme sahibi ürünlerini tescil ettirirler. Bu
bütün ürünlerde böyledir. Mobilya da İmalat haneye modelleri çalınacak
diye yabancıları sokmazlar. Teknoloji ve sanayi hırsızlığı da aynı
yöntemlerle yapılır. Ama günümüzde artık bu tür çalma çırpmalarla
işletmeler başa çıkamaz oldu. Açılan tekstil ürünleri, , yapı
teknikleri, bilgisayar ürünleri, gibi otomobilinden, uçağa tankından,
füzesine kadar her şey sergilenerek satışa sunuluyor. İşte gerek
mini fotoğraf makineleri ve gerekse cep telefonları sergilenen ne
varsa hepsini görüntüleyebiliyor.
- Tabiî ki buda taklitçiliği hortlatıyor. Düşünün müzik
sektörü taklit kaset ve CD’ lerle başa çıkabiliyor mu?
-
Çinliler gamma knife cihazından bir tane
satın almışlar tabiî ki kullanmak için değil. Cihazı söküp parçalamışlar
benzerini yaparak satmaya başlamışlar.
-
Hani bir işe yeni başlasanız özentiden
ustanızı taklit edebilirsiniz, ya sonra sonrası. Siz ustanıza
benzedikçe onun yapıtlarını zirveye taşırsınız. Oysa kendinize özgü bir
şeyler yaratarak kendiniz olsanız, sanırım bir zaman gelir zirveye
oturan siz olursunuz.
-
Siyasette de taklit yok mu dur? Yıllarca
Erbakan Hocamız iktidarlara batı taklitçiliği yaparak bir yere
varamazsınız demiyor muydu? Batılı taklit ederek bir yere
varamayacağımızı söyleyenler iyiyi, doğruyu taklit edin diyor. Yani
imam ne yaparsa sizde imamın yaptığını yapın. Onların taklitten
anladığı ahlak kavramıdır. Biz onların ahlakını taklit ederek
toplumumuzu bozuyoruz, toplumu ahlaksız yapıyoruz. Yani batının
temizlik kavramıyla kendisini Müslüman görenlerin temizlik kavramları
arasındaki farkı görmelerini isterdim doğrusu. Örnek alınmakla
taklitçiliği de karıştırmamak gerekir diye düşünmeliyiz. Eğer yaptığınız
taklit bir başkasını zarara sokmuyorsa ama o taklit ettiğiniz şey
toplumun menfaatineyse o şeyi taklit etmekte de yarar vardır. Tabiî ki
biz buna örnek alınma demeliyiz.
-
Şimdi düşünelim Müslümanlığın bütün
kurallarını taklit ederek yükselmiş, zengin olmuş bir devlet var mıdır?
Ama kendilerini Müslüman görüp, para toplayarak birisi zengin olmuşsa, aynen
onu taklit ederek bir başkası da halkın dini duygularını istismar etmiş,
para toplayarak zengin olmuşlardır. Şimdi o zengin olanlar başımızda,
çevremizde bizi idare ediyorlar. Bankalarıyla, ibadethaneleriyle,
okullarıyla bizleri kuşatmışlar. Taklitçilikle kazandıkları milyarlar halkı
fakirleştirmiş, bir zamanlar parası pulu olup ta onlara muhtaç
olmayanlar şimdi onların verdikleri yardımlarla yaşar duruma
gelmişlerdir.
-
İnsanlar beğendikleri her şeyin taklidini,
sahtesini, hırsızlığını yapmaya çalışıyorlar. Yalnız şiir mi dersin?
İlacından giydiği ayakkabıya, elbiseye, bilgisayarından, telefonuna kadar
her şey taklit. Aşkta, acıda, kederde sahtecilik yok mu sanırsın. Cinayeti
işleyen kişilerin öldürdüğü kişinin ailesinin yanında sahte gözyaşları
döktüğü, dostlukların sahte olduğu insan hayatında her zaman vardır.
-
Üretmek mi? Üretmek akıl ister. Fikir
taklidi, hele aynısını yazarsan adına hırsızlık denir. Herkesin
beğendiği yapıtın sahibi alkış alır sen kıskanırsın ve herkesten büyük
olma krizine girersin, ne yapacaksın o zaman. Taklit edeceksin. Çünkü
taklitte zahmet yoktur. Zahmet olmadığı zamanda karşımıza korsan
plaklar, korsan kitaplar gibi bir korsan sektörü çıkar ki emeği,
üretimi ayaklar altına alır.
-
Topluma zararı dokunan taklitçilerle
elbirliğiyle mücadele etmemiz gerekir. Her yazar, her şair kendi
arkadaşlarının yapıtlarının takipçisi olmalı hatta tanımadığımız
büyüklerimizin bile yapıtlarına bir başkası benim diye sahip
çıkabilir.Ve böyle bir kültür hırsızlığını yakalıyorsak şayet onlarında
haklarını korumak bizlerin görevi olmalı.
-
Her yazarın kendine özgü bir yazı yazma
sanatı vardır. Birbirlerini tanıyan yazarlar, şairler kendi üsluplarına
göre cümlelerini kurar, belleklerindeki kelimeleri ona göre seçerler.
Ancak tabiî ki okuyup kendi güncelinde yenilikler yaratma, beyninin
laboratuarında yeni denek kelimelerle harmanlanmış yeni akımlar
getirmekte olasıdır.
-
Edebiyatta biraz isim yaptınız mı onun
rantı da peşinden gelir. Ancak rant sağlayacağım diye de kaliteyi düşürmek
olmaz. Siz kendi doğrunuzda devam ederken bir başkasının gözü kulağı
sizin üzerinizdedir. En kısa zamanda bir bakmışsınız bir yerden
taklidiniz sürgün verivermiş. Tabiî ki sizin tiryakileriniz yani
okurlarınız boş duracak değiller ya, bir yerlerde okunan bir şiir
sizin tiryakinize tanıdık gelip o okunan şiire kulak kabartabilir. Bizde
de öyle oldu.
-
Remzi Karabağ kardeşimiz ‘Acep Evlensek mi
evlenmesek mi’ şiirini okuduğunda büyük bir alkış aldı. Geçmişte Bursa’da
ve Bodrum’daki etkinliklerde de okumuştu o zaman farkına varamamıştık.
Ancak 31 ekim,1 kasım ve 2 kasım tarihlerinde Isparta göller bölgesi
şair ve yazarlar derneğinin Kemer’deki Haber otelde yaptığı şiir
etkinliğinde ‘Acep Evlensek mi Evlenmesek mi’ şiirini okuduğunda Nusret
Turan arkadaşımız Remzi Karabağ’a “Çukurovalı Aşıklar antolojisinde
yayınlanmış bir şiir bu, başka bir şair sahip çıkmış arkadaş senin
şiirine” dedi. Bu düpedüz taklitçiliktir hırsızlıktır yazık emeğine
diyerek Remzi Karabağ’dan okuduğu şiirden bir kopya aldı. Tabiî ki
etkinlik bitip de Ankara’ya geldiğimizde Abdulvahap Kocamana ait
Çukurovalı Aşıklar Antolojisinin 3.cü sayfasındaki şiirle
karşılaştırdık. Şiir ya Remzi Karabağ tarafından taklit edilmiş, yada
Abdulvahap Kocaman tarafından.
-
Remzi Karabağ’ın kitabında şiirin bazı
yerleri değiştirilerek kitabının 52,53,54 sayfalarında 18 kıta olarak
yayınlanmış. Remzi Karabağ’la bu kopyacılığı görüştüğümüzde bana “bunun
araştırılması arkadaş seni neden ilgilendiriyor” diye çıkışarak
sitemde bulunmuştur. Tabiî ki 1934 senesinde doğup 14/ağustos/2005
senesinde vefat eden Abdulvahap Kocaman adlı şairimizin yazdığını
bildiğimiz Acep evlensek mi evlenmesek mi şiirini gene Kırşehirli
Ozanlarımızdan Şemsi Yastıman’ın 1964 senesinde taş plağa sazıyla çalıp
okuduğu da ayrı bir gerçektir.
-
Şimdi esas Şemsi Yastıman’a Ait olduğu
tahmin edilen şiirin Vahap Kocaman’ın sahiplenmesi ile ilgili yazı,
Araştırmacı şair Ahmet Şahinoğlu tarafından Sevgi Yolu Dergisinin
Eylül-Ekim 2008 sayısında okurların bilgisine sunulmuş, ancak bir
üçüncü kişi olarak Remzi Karabağın’da Aynı şiiri sahiplenmesi bilgisi
sonradan ortaya çıkmıştır.
-
Tüm yazarlarımızın, şairlerimizin eser
taklitçiliği yapmalarını önlemek ve emeğe saygı açısından birbirimizin
eserlerine sahip çıkmak başlıca görevimiz olmalı.
-
Şiirler bizim şiirlerimiz olmayabilir gene de
böyle şiir taklitçiliğine göz yummayarak eser sahipleri
arkadaşlarımızın, dergi ve gazete sahibi dostlarımızın taklitçilik ve
hırsızlık olaylarından haberdar edilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu
gibi kişilerin ispatlanmış çalıntı eselerlerle yayınlanmış kendi
eserlerinin birlikte görüleceği bir liste yapılarak tüm şairlerin kendi
arşivlerinde bulundurması zaruret haline gelmiştir
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU Hayat Hikayesi |
- KALIPLARA LANET ETSEM
-
Birçok kişiden itirazlar gelecektir,
biliyorum. Bismillah daha bir şey okumadık, neye itiraz edeceğiz ki
diyenleriniz de olacaktır. Yazıyı okuyunca, hatta daha bitirmeden içinizdeki
itiraz meşaleleri tutuşacak, buram buram sitem dolu dumanlar yükselte yükselte
yanacaktır. Bildiğimi söylemekten şaşacak değilim elbette. Bir nevi testi
meselesi benim ki. Hani ben testi kırılmadan önlemimi alayım da, sonra benden
bulmayın.
- Hayatımızda ne çok kalıp var, dikkat ettiniz mi? Günlük
koşuşturmaca içinde belki dikkat etmeye fırsat bile bulamamışsınızdır. Öyle
ya, sabah erkenden başlayan teknoloji koşusu, akşamın geç saatlerine dek devam
ediyor. Dijital saatin dıt dıt sesleriyle uyanıyor, elektrikli su ısıtıcınızda
ısıttığınız su ile hazırladığınız hazır kahve ile uyanmaya çalışıyorsunuz.
Ardından cep telefonunuzu açıyorsunuz. Belki kiminiz gece boyunca cep
telefonunuzu açık tutuyor da olabilirsiniz. Kiminiz evden çıkmadan televizyonu
açarak günün önemli olayları hakkında fikir sahibi olmaya çalıyorsunuz.
Kiminiz de benim gibi sevdiğiniz radyoyu açarak güne başlıyorsunuz. Sonra iş
yerine yolculuk, iş yerinde sizi bekleyen dosyalar, işler, yapılacaklar
vesaire. Bir de bakmışsınız öğle olmuş. Şanslı olanlar öğle yemeğini yedikten
sonra işe devam ediyor, iş temposu hızlı olanlarımız belki yemeğini bile
yiyemiyor. Aynı koşuşturmaca akşama dek devam ediyor…
- Ülkenin gündemindeki meseleler, terör olayları, üzücü ve can
sıkıcı trafik keşmekeşliği, tatsız üçüncü sayfa haberleri ve daha neler neler
var ki bunlara değinmiyorum bile. Akşam huzur içinde yemeğini yiyebilenlere ne
mutlu…
- Hani demiştim ya, hayatımızda ne çok kalıp var, dikkat ettiniz
mi? diye. Bu hengâmede dikkat edip bir de üstüne fikir yürüttüyseniz tebrik
etmek gerek. Naçizane ben de o tebrik edilecekler tayfasından olduğumu
düşünüyorum. En azından bu saydığım pür telaş hayat çemberi içerisinde bu
meseleye kafa yordum. Yormak zorunda kaldım. Belki tembellikten, belki
cimrilikten, bilemiyorum
- Kalıp dedik, orda kaldık hep. Nedir bu kalıp? En mühim olan
bir kalıp bu aralarda herkesi telaşa veren, özel olduğu kabul edilen bir gün
işte. Sevgililer günü. Bilmeyenlere global söylenişiyle; St.Valentine’s day.
Yüzyıllar önce evlenmenin yasak olduğu dönemde gizlice sevgilileri evlendiren
bir papaz varmış. İsmi Valentine olan bu papaz bir gün yakayı ele verince
öldürülmüş. Tam da 14 şubat gününde. Aradan geçen onca yıldan sonra günümüzde
kutsal sayılan günün hikayesi kısaca bu. İşin ekonomik boyutunun böyle bir gün
yaratılmasında etkisi nedir, onu da size bıraktım.
- Rahmetli anneannem hayatta olsaydı ona kesinlikle sorardım.
Cevabını da biliyorum amma, yine de sorardım işte. Nur içinde yatsın, rahmetli
bir zamanlar (bir zamanlar dediysem ta 1980 li yılları kastediyorum)
televizyona sırtını dönerdi, “şeytan işi bu” derdi. İşte şimdi olsa da ona
sorsam, yine aynı cevabı alırdım kesinlikle. Tabi ben o kadar radikal
düşünmüyorum, “şeytan işi” deyip kestirip atacak değilim amma, içimde bir
yerlerden yükselen feryat, kalıplara da lanet olsun diyor işte.
- Yanlış anlaşılmasın, sevgililer gününe bir gıcıklığım söz
konusu değil. St.Valentine’ne de hasımlığım yok. Hatta keşke yılda bir gün
değil de 361 gün sevgililer günü olsa. (kalan 4 gün de kişiye özel kalsın
artık) Benim kıllığım kalıplaşmış şeylere. Kalıplara bayılıyoruz. Kalıplar
içerisine saklanıyor ve gerçekleri göz ardı ediyoruz. Kalıplarla yaşıyor,
kalıplarla düşünüyoruz. Bir yılda sevgiliyi hatırlatacak, ona güzel bir hediye
almayı sağlayacak, baş başa özel bir yemek planlatacak sadece bir gün mü var
Allah aşkına. Alışveriş çılgınlığından başka bir işe yaramayan böylesi günlere
neden her şeyimizle ve her yerimizle bağlanıp kalıyoruz ki. Yılın 364 günü
sevgiline hediye alma, “seni seviyorum” deme, eee gelsin 14 Şubat, çiçekler
böcekler lay lay lom…
- Oldum olası özel günlere ısınamadım. Hadi evlilik yıldönümü,
doğum günü filan yine özel şeyler. En azından bizi direk ilgilendiren bir
anlamı var. Doğduğumuz ya da evlendiğimiz günün özel yanı olabilir. Kişisel
anlamda özel bir durumdur. Ya 14 şubat. Bütün dünya hep birlikte
sevgililerimizin gününü kutlayacağız. Diğer yanda açlıktan ölenler, savaşlarda
helak olanlar umurumuzda değil. Koca dünya madem ortak bir noktada hemfikir
olabiliyor da neden insanlığı ilgilendiren diğer konularda hemfikir olamıyor.
Ha bir de sevgilisi olmayanlar var. Onlar ne yapacak? Belki 15 Şubat’ta bir
sevgilileri olacak ama kutlamayı kaçırmış olacaklar. Yazık değil mi onlara?
- Benim tuzum kuru demeyin. Tamam! Madem adettendir özel günleri
de kutlayın. Ama diğer günleri, kafalarına çuval geçirip de dipsiz kuyulara
atmayın. Sevgi özel günde verilecek bir değer değildir. Bir güne indirgenen
sevgi özel değildir. Özel olmayan sevgi de sevgi değildir zaten.
-
Sevgilinizi sadece 14 Şubat’ta hatırlayamayacağınız, yıl boyunca
sevginin ve sevgilinin kıymetini bileceğiniz nice yıllar diliyorum. Sevgiyle
kalın
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- 2300 YILLIK ORDU, 50 YILLIK GELENEK
-
Gül’ün Köşk’e çıkmasının ardından Genelkurmay,
türbandan nasıl uzak durulacağına ilişkin yeni protokol kuralları belirlemiş.
(Taraf, 31 07.2009, M.Baransu)
-
“Ordu’nun başörtüsü’nden kaçış plânı” başlıklı
haberin ayrıntıları kısaca şöyle:
-
“Tüm birliklere gönderilen prokotol kuralında,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrunnisa Gül ima edilerek, türbanlıların
askerî hastane ve tesislere alınmaması isteniyor ve türbanlı eşlerin ve
DTP’lilerin davet edileceği belirtilerek, 29 Ekim, 23 Nisan ve 19 Mayıs
resepsiyonlarına gidilmemesi de emrediliyor…
-
Ayrıca, herhangi bir askerî hastane veya
Rehabilitasyon merkezine gaziler ile diğer hasta yakınlarının ziyaret
talebinde bulunmaları halinde: ‘Çağdaş kıyafetli olmayanların girişine izin
verilmemesi, türbanlılara yasağın hatırlatılması, kabulün çok zorunlu olduğu
durumlarda en alt seviyedeki protokol görevlisi ile refakat edilmesi’
-
29 Ekim Cumhuriyet Resepsiyonlarına İl’lerde
Garnizon Komutanı dışında hiçbir seviyede katılınmaması, garnizon komutanının
eşsiz olarak kısa bir süre için katılıp ayrılması öngörülüyor ve bu hareket
tarzının uygun gerekçelerle halka izah edilmesi isteniyor.
-
Ankara’da sadece Genelkurmay Başkanı, kuvvet
komutanları ve orgenerallerin eşli olarak çok kısa bir süre için katılmaları
ve tebriği müteakip ayrılmaları.” veya: “Cumhuriyet’e sahip çıkıldığının
göstergesi olarak, davetli bütün askerî personelin eşli olarak geniş katılımın
sağlanması ve bu personelin kısa süre sonra topluca ayrılması.”
Yukarıdakilerin hepsinde muhtemel el sıkma sıkıntısına karşı “Hiçbir seviyede
katılımın olmamasıdır” (K. teklifi)
-
“Eşsiz davetler” başlıklı bölümde, akşam
resepsiyonu veya gündüz Kokteyli’nde, DTP’lileri de göz önüne alarak, Sadece
Garnizon Komutanı seviyesinde katılım, Komutan’ın tebriklerini sunup kısa
sürede ayrılması. Önerilen: Eşsiz, sınırlı ve kısa süre katılıp ayrılma.”
- TBMM’deki resepsiyona gidilmemesi.
-
TSK sorumluluğundaki törenler: “Eşi
türbanlılara eşsiz davetiye gönderilecek;.Buna rağmen eşli gelenlerin eşleri
kesinlikle içeri alınmayacaktır. Sadece yemin törenlerinde başı kapalı
ailelerin, başörtülerini çene altından bağlamaları şartıyla katılmalarına izin
verilecek; Diğer törenlerde başörtüsüne/türbana hiçbir şekilde izin
verilmeyecektir..”
-
KÖŞK’TE KRİZ
-
Hatırlanacağı üzere Gül’ün seçilmesinden
sonraki ilk 29 Ekim resepsiyonuna askerin katılmaması nedeniyle kriz yaşanmış,
Gül de iki ayrı Cumhuriyet resepsiyonu düzenleyerek bir çıkış yolu bulmuştu.
İlkine TBMM Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, yüksek yargı mensupları,
siyasi parti liderleri, milletvekilleri, üst düzey bürokratlar “eşsiz” olarak
davet edilmiş, 30 Ekim’de verilen ikinci resepsiyona ise, işadamı, sanatçı,
gazeteci, STK örgüt temsilcileri davet edilmiş ve davetiyeler “eşli” olarak
gönderilmişti.
-
2300 YILLIK ORDU, 50 YILLIK GELENEK
-
Konunun yayın tarzı ve sunuşu tam bir
provokasyon! Haber başlığında “başörtüsü” kelimesi yer alırken, içerikte
“türban” kullanılmakta. Metin içi anlatımlarda çifte standart ve tahrik cabası
gözleniyor. Lâkin haberde bahse konu protokol içler acısı. Kadim Türk Ordusu
ve Cumhuriyet’i kuran Peygamber Ocağı yönünden utanç verici.. .
-
Ne demek, Türk Anneleri, başları kapalı olursa
‘hastane ve rehabilitasyon merkezleri dahil’ askeri tesislere alınmayacak!..
Haydi, türban denilen melânet dönme ve devşirmelerce icat olundu. Ama sonuçta
oda bir tesettür.. Üstelik saf-cahil, gafil Ana-bacılar din ve misyon ticareti
uğruna kandırılarak türbana sokuldular. Asker bunu bilmiyor mu ki, oyuna
geliyor?
-
Dahası “bin türlü” tedbir öngörülen resmi
resepsiyonlar da neyin nesi?
-
Tefessüh etmiş, emperyalizmin kalesi, sahte
İncil ve İsa ticaretinin kirli tapınağı Batı geleneğinin İslâm ikliminde işi
ne? Kahir ekseriyeti aç, açık, fakir ve yoksul Türk halkının vergisiyle nasıl
şarap ikram olunur? Bu, tam bir irtica, aymazlık, rezillik gericilik ve
yobazlık değil midir? Sanki 2300 yıllık ordu ilga da, 49 yıllık kirli gelenek
pek muteber!... Çok ayıp!..
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
- TAVLA
-
Ortalığı kavuran güneş batmak üzereydi.
Ecabad'a giden karayolunun kenarındaki şirin bir köyün asmalı kahvesinde ahali
oturmuş dinleniyordu. Kimi yoldan geçen araçları izliyor, kimisi tv
seyrediyor, kimisi nargile tokurdatıyor, kimisi de çay içiyordu. Ortadaki
alçak mermer havuzun etrafına serpiştirilmiş masalarda oturanlar yine yorgun
ve sıcak bir günün sonunda akşam serinliğini bekliyorlardı.
-
Bir yolcu
otobüsü geçti. Peşinden bir başka özel vasıta. Derken başka bir araç göründü,
sinyallerini yaktı, yavaşladı, yaklaştı ve kahvenin önünde durdu. Bir müddet
dışarı çıkmamak için duraklayan yolcular nihayet pencerelerden başlarını
uzatıp, çevreyi incelediler. Direksiyondaki; aracın kaputunu açan çubuğu çekti
ve aşağı indi, bunu diğeri takip etti. İki orta yaşlı turistti gelenler.
Kahveci birkaç adım öne çıktı. Yüksek bir sesle bağırdı.
-
-Welkam,velkam..Kola var,pepsi var,ayran var.
-
Nargile içenler,tavla oynayanlar,velhasıl
herkes o tarafa dönmüş gelenlere bakıyordu.
-
-Bunlar turist galiba !
-
-Tabii turist baksana.
-
-Yoksa ne işleri var burada.
-
-Ne olacak dedelerinin mezarlarını ziyarete
geldiler. Başka neden gelsinler ki
-
-Bunlar İngiliz, çocuklar,
-
-Nereden anladın Gazi dede.
-
-Birde soruyorsun,Gazi Deden elli yıl önce
kimlerle çarpıştı, burada..
-
-Elbette tanır,insan dostunu da tanır
düşmanını da.
-
-Öyle değil mi Gazi dede.
-
-Öyledir İnşallah,Allahualem..
-
-
Turistler
ilerlediler,kadın olanı etrafa bakınırken kahveci koca bir maşrapa su ile
yanında belirdi.. Araç su kaynatmıştı. Radyatör kapağından buhar çıkıyordu.
Durum anlaşılmıştı.
-
-Ben var şok teşekür etmek.
-
-Birşey değil , buyrun,velkam, cold cola,soğuk
ayran,türkiş kafi..
-
Kahvenin önündeki çeşmede yüzlerini yıkadılar,
birkaç köylü ayağa kalktı, içeri buyur etti. Bir tanesi ellerini sıktı. Herkes
kendince bir şeyler söyledi. Ortadaki havuzun kenarına, kahvenin en serin
yerine oturttular misafirleri.
-
Herkes merakla bakıyordu gelenlere. Hâlbuki
turistlere alışkındılar. Hemen her sene binlercesi gelir, harp sahalarını ve
abideleri ziyaret eder,köyden alışveriş yapar,burada oturur dinlenir,sonra da
giderlerdi.
-
-Biğğ kola and biğ türkiş kafi,please.
-
-Okey, mr. Allright kafi sade mi olsun,normal
?
-
-Sağde,sağde,su da,cold water,
-
Kalabalığın ilgisi misafirlerden yavaş yavaş
çekildi. Onlarda rahat rahat serinlemeli ve misafirperverlikte bir kusur
edilmemeliydi.
-
-Where are you came from, Mr.?
-
Birden bütün başlar havuzun öbür başında
tavla oynayan Gazi Dede' ye döndü.
-
Turist birden silkindi,şaşkındı.
-
-Ooo,Yeaa.Good, We came from İstanbul.!
-
-Why?
-
-Visiting , For memory ,For my dads grave..
-
Kimse şaşkınlığını üzerinden atamamıştı
-
-Vay Gazi Dedem ingilizce de biliyormuş.
-
-Biliyormuş da bizim haberimiz yokmuş.
-
-Ne dedi bu gavur Gazi Dede.
-
-Büyükbabasının mezarını ziyarete gelmiş.
-
-Sen nereden biliyorsun İngilizceyi dede, Ya,
-
-I.cihan harbinde bizi Glasgowa, bunların
memleketine gemi almaya gönderdilerdi. O zamanki harbiye-i umumi reisi Enver
paşaydı. Orada üç ay kaldık ve kurs gördük. Bende çarkçıbaşıydım.
-
İstanbul da idadiyi bitirmiştim.Harp çıkınca
askere çağrıldım. Sonra muharebe başlayınca vermeye yanaşmadılar,halbuki
parasını ödemiştik,,bizde kalkıp gelip harbe katıldık. Hepsi bu.
-
-Vay amma hikaye ha, roman gibi.
-
-Bu konuya film çevrilir be Gazi Dede..
-
-Susun bakayım, edepsizlik etmeyin. Şurada
misafirlerimiz de var.
-
-Bırak çocukları, sevdiklerinden böyle
yapıyorlar. Benim bir şikâyetim yok.
-
-Tabii, biz bu günleri onlara borçluyuz.Benden
bir çay Gazi Dede'me..
-
-Allah uzun ömürler sıhhat ve afiyetler
versin.
-
-Seni başımızdan ve köyümüzden eksik etmesin.
-
-Amiin.!
-
Turistlerin biraz dinlendikleri her
hallerinden belliydi. Dede onlara da İngilizce olarak durumu anlattı. Sonra
karşısındaki ile tavlaya kaldığı yerden devam etmeye koyuldu. Turistlerin
şaşkınlıkları ve hayranlıkları daha da artmıştı. Nihayet kahveci kola ve
kahveyi getirdi..
-
-
Bir ara erkek İngiliz’in tavlaya aşina olduğu
anlaşıldı. Çünkü oturduğu sandalyeyi biraz çekerek dedenin masasına
yaklaştırmış,, hem kahvesinden bir yudum alıyor; hem de dedeyi izliyordu
-
Köyün en yaşlı insanı ve bir Çanakkale
gazisiydi. Yaşı yetmişi geçeli çok olmuştu. Sempatik cana yakın bir ihtiyardı.
Bastonuna dayanarak hemen her gün bu kahveye gelir, önüne gelenle tavla
oynar, herkesi yener,çayını içer ve akşam namazında tam ezan okunurken de
giderdi.Öyle ki birkaç gün kahveye gelmese hemen merak eder ve evine
yollanır halini sorarlardı
-
Nihayet tavla bitti. Oynadığı köylü
yenilmişti. Saf saf dedeye bakıyordu.
-
-Benden bir çay dedeme..Vallahi pes.Bu yaşta
bu zeka..Maşaallah...
-
-Eyvallah, sende dikkatli oynasaydın.
-
Kahveci çayı getirdi.
-
Turistler merak içindeydi. İngilizce konuşan
ihtiyar bir tavla ustasıydı.
-
-Sen var benle oynamak, bekgamın.
-
-okey,mr,sitdown,wait a minute, I,m drinking
tea, my tea time,now.
-
-allright ,I 'm waitin here
-
Ortalık derin bir sessizliğe bürünmüştü. Gazi
Dede keyifle çayını yudumluyordu.
-
Rakibi de kalktı, aracına doğru ilerledi
otomobilinin suyunu koydu,radyatörün kapağını kapattı. Hanımı da aracın içini
yerleştirmeye koyulmuştu.
-
-Yes Sir, I,m Okey. Lets play the backgammon.
-
-Okey, I am ready,
-
Güneş iyice köyün arkasındaki dağlara
gömülüyor, hafif hafif esen bir meltem asmalı kahvenin çardağına hoş bir
serinlik getiriyordu.
-
Nihayet oyun başladı. Bütün köylü halka olmuş,
sandalyelerini dizmiş oyunu seyrediyorlardı.
-
-Şeş!
-
-Five!
-
-Düşeş
-
-Gate,
-
-okey
-
-Yek,
-
Asrın maçıydı sanki.Nefesler tutulmuş, gözler
bu iki oyuncuya kilitlenmiş, dikkatler yoğunlaşmış, kaşlar çatılmıştı..
-
Epey bir zaman geçti. Oyun öyle güzel
gidiyordu ki İngiliz' in de yaman olduğu anlaşıldı.
-
Nihayet bir gürültü koptu. Gazi Dede son pulu
hızla tavlaya indirdi . ve "tuuş" diyerek oyunun bittiğini ve zaferini ilan
etti.
-
İngiliz şaşkındı, nasıl bu kadar çabuk ve
güzel yenilmişti. Hala şoktaydı, adeta dili tutulmuştu.
-
-Dede kazandı.Yendi İngiliz’i.
-
-Evet, İngiliz mağlup,
-
-Hayret, Bravo Dede ,Ya.
-
-Maaşallah Dede,Maaşalah..
-
Gazi Dede havuzun kenarına astığı bastonunu
aldı ve ayağa kalktı. Bir eliyle bastonuna dayanırken bir eliyle de tavlayı
kapattı.
-
-Give me your hand !
-
İngiliz elini uzattı ve sıkacak zannetti.
Dede tavlayı koltuğunun altına sokarak.
-
-Take your backgamın(tavlanı al),geçmiş olsun.its
okey.dedi..
-
Herkes şaşkınlık içindeydi. Kalabalıktan ve
İngiliz’den çıt çıkmıyordu. Dede yeleğinin cebinden köstekli saatini çıkardı
ve baktı. İlerde köyde minareden ezan sesi yükseliyordu. Sonra kalabalığa
döndü. Yaşlı Çanakkale gazisinin ağzından dökülen cümleler kahvenin ortasında
bir top gibi patladı.
-
-Biz
bunlara burada yenilmedik, tavlada mı yenileceğiz?
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
MERCİMEKLİ BULGUR PİLAVI
MALZEMESİ: 2-3 porsiyon
2 su Bardağı su,
1 su Bardağı bulgur,
1 su
Bardağı yeşil mercimek,
bir yemek kaşığı tereyağ.
Bir su Bardağı mercimek ayıklandıktan sonra bir buçuk bardak suda
haşlanır.
Kalan suya bir bardak soğuk su daha konarak tencerede kaynatılır.
İçerisine istendiği kadar tuz konulur.
Kaynayan suya bir su bardağı bulgur ilave edilir,kısık ateşte
bulgur su çekilene kadar pişirilir.
Ateşten indirilen tencerenin kapağının arasına beyaz kağıt
konularak biraz dinlendirince üzerine istenilen miktarda kızgın
tereyağı eritilerek dökülür. Bir miktar pilav dinlenmeye bırakılır.
İstenilirse servis yapılırken kara biber dökülür.
|
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Rıza KANDEMİR |
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
|
DOKTOR BEY
Kahpe felek senle şansım tutmuyor
Sol yanım çürüdü ayak gitmiyor,
İlaç yazdım amma param yetmiyor
Çaresizler şimdi netsin doktor bey?
Bana bakan derdi yoktur sanıyor
Gizli yaram çıban oldu kanıyor
Başımda yoksulluk çarkı dönüyor
Derdimin çaresi sen ol doktor bey!
Mehlem sürdüm sargı sarsam tutmuyor
Viran oldu bağım bülbül ötmüyor
Param yok cebime elim gitmiyor
Umudum sermayem bitti doktor bey!
Gözümde uyku yok sabah olmuyor
Şu benim canımı Mevla’m almıyor
Sağ iken gıymetimi kimse bilmiyor
Ölüler gıymeti nitsin doktor bey?
Sabır ilaç oldu şükür yetiyor
KUL RIZA pazarda canın satıyor
Ayrılık zamanı geldi çatıyor
Duyarsın beni de öldü doktor bey |
Telif Eseridir izinsiz
kullanmayınız |
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
Rıza KOÇAK |
Rıza KOÇAK Hayat Hikayesi
|
KAYIP OLDU NAZLI YARİM
Beş yıl oldu yardan haber gelmedi
Ne selamı geldi ne kendi geldi
Yoksa hasta olup orada mı kaldı
Nazlı yardan alamadım bir haberi
Yerim yurdum ateş oldu duramam
Ölse gitse böyle karı bulamam
Ciğerlerim acıyor bende gülemem
Nazlı yardan alamadım bir haberi
Ne kara günlerde doğurmuş anam
Bu merak yüzünden geçmiyor zaman
İki ineğim aç kaldı meleyor danam
Nazlı yardan alamadım bir haberi
Bu talihsiz günler beni ayırdı
Geçti günler kaderime sayıldı
Evimizde parça parça dağıldı
Nazlı yardan alamadım bir haberi
Gördüğüm dağların ormanı yandı
Çocuklar evimde ağladı kaldı
Sevgililerim bir birine uyardı
Nazlı yardan alamadım bir haberi
Çocuklar anasız durmaz oldu
Ağlayı ağlayı benzi de soldu
Bu yankılar benim bedenimi yordu
Nazlı yardan alamadım bir haberi
RIZA KOÇAK der ki; nedip neyleyim
Kaderime uğrun uğrun ağlayım
Dertlerimi komşulara söyleyim
Nazlı yardan alamadım bir haberi
17 Ağustos 2008
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
157 SAYI 25 Mart 2012 SAYIYA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ!
|