|
YIL
13 SAYI 146 25 Nisan 2011 |
-
HAMUR ERSİNİ
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL BİZ
BURADA MIYIZ?
-
Galip BARAN ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ’ NE ÖNERİLERİMİZ!
-
Ali EMİROĞLU HATIRALAR
-
Mustafa TURAN ANLAYAMAYANLAR AĞLAYAMAZLAR
-
Mustafa Nevruz SINACI TÜRK ADA’LARI İŞGAL ALTINDA
-
İsa KAYACAN NAZLI’DAN:BİR HAYAT MASALI
-
Mustafa Nevruz SINACI
HAKİKATİ KONUŞMAKTAN KORKMAYINIZ!
-
Selma GÜRSEL HAMUR AŞI
-
Erhan TIĞLI DÜĞÜN BAYRAM ZAMANI
-
Muhsin AKTAŞ
KÖR KURŞUNLA VUR BENİ
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- BİZ BURADA MIYIZ?
- Bu günlerde bizlere eskilerin söylediği “Ben yaparım sen
yapmazsın”, Ben söylerim sen söyleyemezsin”, Ben vururum sen vuramazsın” ve
başkaları ile özleştirebileceğimiz pek çok ben yaparım sen yapamazsın
olgularını her nedense hepimiz kullanmaya başladık.
-
Bu çeşit benliklerin muhataplarının bu
söylemleri ve icraatları yapmalarına cevap verememe ve cevaplayınca da
başlarına ummadıkları ve akıllarına getiremeyecekleri işlerin geleceğini
bilmelerinin enjekte edilmesinden dolayı hiç birimizin gıkı bile
çıkmamaktadır. Bu olay ve söylemlerden neden ise yüzyılımızın verdiği refah ve
müreffeh hayatımızın yaşamamız olarak düşünüle bilir mi?
- Atalarımızın “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözünü mü
uygulayanlardan olmamız acaba bizlerin başka bir problem ile mi uğraşmamızdan
meydana gelmekte? Yoksa vurdumduymazlığımızın veya vurdumduymazlıkla
yetiştirildiğimizin bir sonucu mudur?
- Sanal ortamlarda yazılanlara hemen inanmamız da bu işlevlerin
birisi olarak mı karşımıza çıkmakta. Bir komut ile on binlere veya yüz binlere
bir bilgiyi anında ve hepsine birden yollaya bilmenin avantajını bilen
birileri bizi bu sıralar adeta afyonlayarak uyuşturmakta bir nevi robota
döndürmekte midir? Bu ilgisizliklerin ve aslının olup olmadığını, bu bilginin
bana faydası veya zararı dokunacağını bilmeden kabullenmeye
programlandığımızın bir işareti midir?
- Sorgulamamız gerek olan günlük olaylara dikkat etmememiz,
günden kopmamız için neler olduğunu neden düşünmüyoruz?
- Biz burada mıyız?
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Galip BARAN |
Galip BARAN Hayat Hikayesi
|
- ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ’ NE
ÖNERİLERİMİZ!
-
“Okumuyoruz, sorgulamıyoruz”
-
“Sorunların temel sebebi bilinçsizlik”
-
“Gerçek gündemden uzaklaştırılıyoruz”
-
“Özgürlükten yana kaygılarım var”
-
“Beklentilerimin karşılanması zor”
-
“Yargıda kadrolaşma endişelendiriyor”
-
“Barınma ve ulaşım sorunumuz
çözülsün”
-
“Biz ne yapabiliriz”
-
“Gençlik gündemi izlemiyor”
-
“Sosyal Etkinlikler yetersiz”
-
“Üniversite ve devlet yetersiz”
-
“Eğitimde fırsat eşitliği sağlansın”
-
“Parasız eğitim talep ediyorum”
-
“Bilinçsizlik”ten söz eden Hazal
Öcal (İstanbul Bilgi Üniversitesi), Mahmut Zeki Çağlar (İstanbul
Bilgi Üniversitesi) ve Onur Polat’a ( Ege Üniversitesi) sorum:
Bilinç sözcüğünün fiil olarak kullanıldığında nesne almayacağını,
diğer deyişle, hiç kimsenin bir başkasını bilinçlendiremeyeceğini,
“farkındayım” ta da “biliyorum” yerine kullanılamayacağını, insanın
okuyarak bilinçlenemeyeceğini biliyorlar mı?
-
Onlar da, çokları gibi, “bilinçli”
olduklarını düşünüyorlar mı?
-
Değerli öğrencilerin bu konuda
bilmelerini istediğimiz önemli gerçek: Sözlükteki tanımı “yeti”
sözcüğüyle sınırlı olan, “sorumluluk” içermeyen “bilinç” bütünsel
bir kavramdır. Bu nedenle, “çevre bilinci”ne sahip olan, çevreyi
kirletmediği gibi aşırı tüketmekten (israftan) kaçınır, trafik
kurallarını ihlâl etmez ve vergi kaçırmaz, (kul hakkı yemez) bu tür
yolsuzlukları yapmaz…
-
Bu noktadan hareketle değerli
öğrencilere, çevrenin kirletilmediği, israfın önlendiği, trafik
kurallarını ihlâl edilmediği, verginin kaçırılmadığı (kul hakkının
yenmediği) bu tür yolsuzlukların yapılmadığı bir Türkiye’nin inşası
için başlattığımız projenin uygulamasında yer almalarını bizimle
işbirliği yapmalarını öneriyoruz.
-
Bu projenin başarıya ulaştığında
öğrencilerin sözünü ettikleri “olmayanı varmış gibi yapmak”,
“eğitimsizlik”, “parasız eğitim”, “hoşgörüsüzlük”, “duyarsızlık” ,
“sosyal etkinlikler” ve diğer konulardaki sorunların sona
ereceğini kendi yaşamımızdan biliyoruz…
-
- TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
- E-POSTA: galipbaran@ttmail.com
-
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
-
HATIRALAR
-
1949’da, Urfa’nın 60
km güneyinde bulunan Akçakale’de Hükümet Tabibi olarak görevliyim.
Görevimin ağırlığını veba mücadelesi teşkil ediyor. Veba hakkında
büyük bir bilgiye sahip değilim ama Bakanlığımızın oraya zaman zaman
gönderdiği, bilen insanlardan eksiklerimi tamamlamaya çalışıyorum.
-
O zaman,
Ceylanpınar’da bir köy, bir de çiftlik vardı. Bu çiftlikte de hekim
idim. Ayda iki defa beni aldırırlardı. Acil vaka olunca da, ayrıca
günlük gidiş-geliş olurdu. Üreme Çiftliği Müdürü Ferit Kayıran ile çok
iyi arkadaşlık ta kurmuştum.
- Bir gün, beni özel olarak çağırdılar. Amerikalı,
iki büyük gazetenin başyazarı olan bir misafiri vardı. Misafiri,
zayıf, uzun boylu, yaşlı, Türkçeyi iyi bilen bir insandı. Yanında,
Türklerden yardımcı olup olmadığını hatırlamıyorum. Safra kalabalıktı.
-
Gazetecinin
Türkiye’ye üçüncü gelişi idi. Bize, eski gelişlerini anlatmıştı.
Abdülhamit padişahı iyi tanıyordu. Bir iki defa huzura kabul de
edilmişti. Türk dostu olacak ki, Padişah kendisine iltifatlar da
etmişti.
-
Gazetecinin ismini
öğrenmiştim amma, zamanında not almak alışkanlığım olmadığından, şimdi
hatırlamam mümkün değil. Pek te zor bir ismi yoktu. Osmanlı
topraklarını, bütün Anadolu’yu katır sırtında dolaşmıştı. O zaman genç
olduğuna göre, söylediklerinin yapılmaması için bir sebep görmemiştik.
Şimdi de, Osmanlı devrinden pek te farklı durumda değildik. Yollarımız
topraktı. Kendisinin bir jeep arabası vardı. Bu zamanda, önde giden
bir arabaya yetişirseniz, tozundan kurtulup ta bir kaza yapmadan onu
geçmeniz mümkün olmazdı. Zaten bize, Türkiye’de en mahir insanların
şoförler olduğunu da söylemişti. Güzel rakı içiyordu, güzel sohbeti de
vardı. Biz de, Türkçeden başka dil biliyor değildik. Onun Türkçesi,
benim Fransızcamdan çok iyi olduğu için, Türkçe konuşmuş olması
yakınlığımızı da temin etmişti.
-
Sofra gece yarılarını
geçinceye kadar sürdü. Kadehi boşaldıkça, kendisi, espriler yaparak,
tekrar doldurulmasını istiyordu.
-
Veba hakkında
bilgiler istedi. Bilgilerimi aktardım. Hem sorumlu ve hem de yetkili
idim. Devletimiz her imkânı, o zamanki kısıtlı durumuna rağmen, temin
etmişti. Emniyetimizi temin etmek için de, ilçenin normal jandarma
teşkilatı dışında, bir bölük jandarma daha memur edilmişti. Her
fırsatta, vebanın Suriye’den geldiğini anlatmaya çalışıyorduk.
Arkadaşlarım da beni teyit ediyorlardı.
-
Odanın duvarında bir
sivrisinek, hem de sıtmayı taşıyan cinsinden olanı, bizim dikkatimizi
çekmedi amma, Amerikan gazetecinin dikkatini çekmişti. Bize
sivrisineği işaret etti. Sıtmayı bunun atıştığını da söyledi. Hafif
alaycı bir tebessümle, “bu sinek te mutlak Suriye’den gelmiştir” dedi.
Tebessümüne, biz de gülerek karşılık vermek zorunda kalmış idik.
-
Gece sonunda bizimle
vedalaştı. Kendisini pek yakın bulmuştuk. Onun da bizi yakın bulduğu
açık seçik ortada idi. Ufak tefek saçmalarımızı da görmek istemiyordu.
Suriye’yi yerli yersiz ithamımızı da öyle karşılıyordu. Sabah
erkenden, kahvaltıyı galiba yine beraber yaptıktan sonra, bizden ve
devlet çiftliği müdürü Kayıran’dan ayrılmış idi. Yolculuk, yine
Güneydoğu ve Doğu Anadolu idi. Osmanlı devrinde iki defa katır
sırtında yaptığı geziye, üçüncü defa, Cumhuriyet devrinde, bir
Amerikan jeep ile devam edecekti.
-
Bu tesadüfü de,
konuştuklarımızı da, ben, belki bir yazıda okurlarıma aktarmış
olabilirim amma; olay tamamen hafızamdan çıkmış durumda idi. Bir ömrün
bütün olaylarını kafanızda nasıl taşıyacaksınız! Unutma fiili olmasa,
bana öyle geliyor ki, insanlar, hele çok okuyan insanların beyinleri
çok çabuk yorulmuş olacaklardır. İşleyen demir ışıldar, denirse de,
gereksiz ve pek çok kullanılan demir, ışıldamaya devam etmiş olsa
bile, eskimeye devam edecektir. Eskiyen her şey de, bir gün işe
yaramaz olacaktır. Unutmak ta Allah’ın insanlara bir lütfü olmalıdır.
Şu bizim insanlar, Allah’ın lütuflarına hep kayıtsız kalmışlardır.
-
Dün akşam, rahmetli
Velidedeoğlu hemşerimizin bir yazısını okurken garip bir tedai olayı
bu hatıraları kafamda canlandırdı. Velidedeoğlu’nun yazısında da,
bizim Amerikanı’nın hikâyesinin aynına benzeyen taraflar vardı. Belki
de aynı olayı Velidedeoğlu da yaşamış olabilir. Kendisinin tanıdığı
gazeteci de, belki aynı adam idi. Adamın adı, onun yazısında da yoktu.
Makalenin altındaki tarih ise 1949 idi.
-
Aynı tarihte, 1949
Ağustos ayında, rahmetli Velidedeoğlu, İstanbul Hukuk Fakültesi’nin
hem hocası ve hem de Dekanı olarak, Van ilimize bir seyahat yapıyor.
Van’da bir ilçede, eski, büyük bir Rus kışlası tamir edilerek öğretmen
okulu haline getirilmiş. Sevgili hocamız, bu öğretmen okulunu ziyaret
etmeyi düşünmüş. O zamanlar, ziyaret edilebilecek binaların topu okul
binaları idi. Ayrıca, herkes okul sevdalısı bulunuyordu. Velidedeoğlu
da profesördü ama, o kadar yaşlı da değildi. Hatırlatmak isterim ki,
kendisi lise öğrencisi iken, ben de, artık koşup yürüyen bir çocuk
imişim. Bu hatırlatmamla, Velidedeoğlu’nun genç bir hoca ve çok genç
bir dekan olduğunu işaretlemek istiyorum.
-
Hocamız, bu öğretmen
okulunda, yaşlı, uzun boylu ve oldukça zayıf olan bir Amerikan
gazeteciyle tanışıyor. Gazeteci, Amerika’nın iki büyük gazetesinin
başyazarı. Türkiye’ye gezmek için gelmiş. Yanında bir kurmay binbaşı,
bir de tercümanı var. Velidedeoğlu, bizim tanıdığımız gazeteciye çok
benzer bilgiler veriyor da, Amerikalının çok iyi Türkçe bildiği
hakkında bilgi vermiyor. Belki de Türkçe konuşmadılar.
Velidedeoğlu’nun bildiği yabancı dilleri, Amerikalı gazeteci de
biliyordu. Bilinen müşterek dille anlaşmış olmaları da çok muhtemel.
-
Gazeteci,
Velidedeoğlu ile pek açık konuşuyor. Her şeyde geri kaldığımızı,
yollarımızın pek berbat olduğunu, otel ve bunun gibi işler hakkında
bilgisiz olduğumuzu çekinmeden Velidedeoğlu’na anlatıyor. Hukuk
Fakültesi hocası ve Dekanı olarak, kendisine büyük saygı duyduğunu da,
Velidedeoğlu anlatıyor. Tanışmışlıktan, ikisi de memnunlar.
- Gazeteci, bir şeyimizin çok mükemmel olduğunu
söylemekten de geri duymuyor: Adliye teşkilatımız ve çok adil
hâkimlerimiz...
-
Demek oluyor ki,
gazeteci Türkiye’yi iyi tanıyor. Adalet mekanizmamızın ve
hâkimlerimizin de, bütün imkânsızlıklar içinde adalet dağıtmış
olmalarına rağmen, imrenilecek durum gösterdiğini iyice tespit
etmiştir. Türkiye’ye eskiden gelmemiş, Türkiye’yi iyi etüt etmemiş
insanların bu tespitleri yapmaları düşünülemez. Adalet ve hâkimler
üzerinde konuşulmuş olması ise, Velidedeoğlu’nun hem profesör ve hem
de dekan olmasıdır. Fakülteyi, yeni bitirmiş bir hekimle, Türk
hekimliği hakkında böyle tespitler konuşacak değil ya!
-
Bu yazıyı, gevezelik
etmek için yazmadım. Sene 1949 ve bir Amerikanı’nın adalet sistemimiz
ve hekimlerimiz için düşündükleri de meydanda. CHP de henüz iktidar
partisi. Bir yabancının tespitlerini bile, bizim Başbakanımız tespit
etmiş değil. Her şeyi kendisinin başlattığını söylüyor. Adalet sistemi
ve hâkimlerimiz için tek takdir kelimesinin ağzından çıktığını
duydunuz mu? Kendisini iktidara getiren ilk seçim kanununu CHP
yapmıştır. Adalet teminatını getiren CHP idi.
-
O zaman, bütün
okumuşlar, adli teminat nutukları atarlardı. Bunu yapmaya, memur
olmamıza rağmen, biz de yeltenirdik. Bizi, bu noktadan şikâyet edene
rastlamadık. Bunlardan dolayı da, yeri değiştirilen bir memur olmadı.
Bir dâhiliye vekili, İstanbul’da gazetecilere, kendisinden korkup
korkmadıklarını sormuştu. Gazeteciler, korkmadıklarını söylediler.
Bakan kendisi ise, vallahi, kendisinin gazetecilerden korktuğunu
söylemişti. Demokrat Parti veya öbür sağ parti iktidarların da,
gazetecilerden korkan bir bakana rastladınız mı?
- Adli teminat CHP’nin eseridir. Düşünce doğru
çıkmıştır. O gün bu gün, adli teminattan şikâyetçi olan kimseye
rastlanmamıştır. Hâkimlerin adalet anlayışından ve tatbik
şekillerinden şikâyetçi olan kimse ortaya çıkmamıştır. Şu teminatı,
idare amirlerine verelim, diyenler görülmemiştir.
-
1982 Anayasasında da,
Cumhurbaşkanının yetkilerini artıran bazı maddeler, adalet
mekanizmasının ve hâkimlerin siyasallaştırılmaması
için konulmuşlardır. Yüksek hâkimler ve savcıların bir kısmının
Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesinin sebepleri arasında bu endişeler
bulunmaktadır. Biz de aynı düşüncedeyiz. Adalet mekanizması ve
hâkimler ve bu arada savcılar siyasallaştırılırsa, ülke yaşanmaz hale
gelir. Adalet mekanizması ve hâkimler, biz insanlar için de bir
teminattır. Bu teşkilat ve hâkimleri, mutlak tarafsız kalacaklardır.
Yaşarken güvenilecek tek mekanizma budur. Aksini düşünmek, “ihkakı
hak” anlayışına yol açmak olur. Bu yolu açmak, kim açarsa açsın,
vatana ihanet olacaktır.
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa TURAN |
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
|
-
ANLAYAMAYANLAR AĞLAYAMAZLAR
-
Yemen türküsünü
dinleyen Cumhurbaşkanı Gül, gözyaşlarına hakim olamamıştı. Yazılı ve
görsel basın, bu kareyi çom önemsedi. Hakikaten de önemsenmeye değer
bir manzaraydı. N. Fazıl’ın, Reis Bey adlı eserinde bir sahne vardır.
Eseri okuyan okuyucularımız hatırlayacaklardır. İdama mahkum edilen
gencin infaza götürülmeden önce Reis Bey’in başında bulunduğu heyetle
karşılaştığı o meşhur sahne! İdama mahkum edilen genç : “Etmeyin Reis
Bey! Siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz. Siz
merhametten, acıma duygusundan yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız.
Rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden! Buz çölünde yol alıyorsunuz!”
diyordu. Gerçekten işin püf noktası bu noktada düğümlü.
-
Ağlama fiilini
kadınlara özgü bir davranışmış gibi gösterip “erkekler ağlamaz” diyen
halt etmiş.
-
Ağlamak ve
anlamak… Ağlayamayanlar hiçbir şeyin mahiyetini anlayamazlar.
-
Ağlamak;
anlamaktır, hissetmektir, hissettirmektir,yaşamak ve yaşatmaktır.
-
Ağlamak;
edeptir, erdemdir, fazilettir, meziyettir, merhamettir, şefkattir,
sevgidir, saygıdır.
-
Ağlamak, insana
hiçbir şeyin kalıcı olmadığını ve dünyanın yalancılığını hatırlatır.
Ve insan ağladıkça insanlaşır. Kibirden ve gururdan arınır.
-
Ağlama kavramına yabancı insanlara acımışımdır her zaman ve şu hadis
gelmiştir her defasında aklıma: “Şeyet Allah(cc) senin kalbinden
merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim ki?” Seyrani de ne güzel
söylemiş: “Toplansalar yüz bin Ferhâd bir yere. Taş kalpli insanın
bağrını aslâ delemez.”
-
“Gözyaşı katılmazsa, mûsikî bile çılgınlıktan başka bir şey değildir”
diyen şarkın ve garbın büyük filozofu Muhammed İkbal’e karşı, Yunus da
şöyle ses verir Anadolu yaylalarından:
-
“Bu fenâda bir
garibsin, Gülme gülme ağla gönül,
Derdin dahi çoktur senin, Gülme gülme ağla gönül”
-
Bu
satırların yazarını okuyucular iyi bilirler ki, siyasete mesafelidir.
Siyasi içerikli yazılar yazmaktan mümkün olduğunca imtina eder.
Tamamen siyasi mülahazalardan uzak olarak baktığımda, ağlayabilen
birkaç devlet adamına rastladım. Rahmetli Özal bunlardan biriydi.
Türkmenistanda kültür ateşesi olarak görev yapan Yazar bir dostum, o
devletin kültür bakanının kendisine şöyle dediğini benimle
paylaşmıştı: “Sizin iki cumhurbaşkanınızı tanıdım. Birine imrendim.
Diğerinden iğrendim. Türkmenistan ziyaretlerinde her ikisine de ben
mihmandarlık yapmış ve onları Sultan Sencer’in türbesine götürmüştüm.
Özal daha türbeye yaklaşırken “Vah Sencerim vah! Diye gözyaşlarını
boşaltmış ve sandukasına başını vura vura, biz sizin gibi bir ecdada
layık olamadık” diyor ve hüngür hüngür ağlıyordu. Diğeri ise, aynı
türbeyi ziyaret ederken çevresindekilerle geyik muhabbeti yapıyordu.
İşte iki devlet adamı ve bir birine zıt iki ayrı yaklaşım. Üstelik
ikisi de milletine kendilerini muhafazakar olarak takdim etmiş ve oy
istemişlerdi.
-
“Yemen Türküsü” nü dinlerken
ağlayabilen ve anlayabilen bir Cumhurbaşkanı daha tanıdık. Yemen
deyince, bütün bir Anadolu kıyam eder ve 73 milyon insanımızın kalbi
atar ve heyecanlanır. İşte milletin Cumhurbaşkanı milletin
hislerinin en güzel tercümanlığını yapmakta olduğuna şahit oluyoruz.
Millete yabancı değil. Milletin değerlerine bîgâne değil. Milletiyle
ağlayıp milletiyle gülebilen bir devlet adamı. Yıllar boyu işte bu
manzarayı bekledi bu necip millet. Kendisine tepeden bakmayan bir
devlet adamı özlemi içerisinde bastı bağrına onu ve koydu başına taç
olarak. Gönül sarayının köşkünde de özel bir yer ayırıp oturttu
O’nu baş köşeye.
-
Ağlayabilenler, “Dil benim, dîde
benim, eşk benim; Neden ağır geliyor ağlayışım ağyâre” deyip
geçerler. Bu hâlisane dökülen gözyaşlarını timsah gözyaşlarına
benzeterek, alay etme seviyesizliğini göstermenin bir manası
olabilir mi? Bu tavırla milletin hislerini de hafife almanın gereği
yok. Ü. İlter’in, “Ey güzel Anadolu’m! Asırlar var ki sana deli
gömleği giydirir gibi amerikan bezinden, avrupa basmasından muasır
medeniyet denilen kefeni biçiyorlar” sözünü dert edinmiş olan bu
aziz milleti anlamak lazım ve onun dertlerine çözüm üretip
ağlayabilmek lazım.
-
Gözler yalan söylemez. Hangi
gözlerin ağladığını, hangi gözlerin timsah göz yaşı döktüğünü, âlim
olmayan, ama ârif olan bu halk, çok iyi anlar, bilir ve
değerlendirir. Bizi dinamize eden dinamiklere çok ihtiyacımız
vardır. Onları dinamitlememek lazım!
-
Özdemir Asaf “AĞLAMAK” adlı şiirinde
der ki:
- Ağlamak, unutmak kadar kolaydır inan.
- Sevin ağlayabiliyorsan. Sevin ağlıyorsan.
- Gül ağlayabiliyorum diye.
- Gül, ağlıyorum, ağlıyorum diye.
- Sana bir şey yapamam.”
- “Nasıl etmelide ağlayabilmeli, farkına bile varmadan.
- Nasıl etmelide ağlayabilmeli,
- Ayıpsız, aşikare. Yağmur misali” dizeleri de Nazım Hikmet’e
aittir.
-
Ağlayabilenden değil, ağlayamayandan
çekinmek gerekir. Zira, eski devirlerde Fransız filozof René
Descartes, ağlayabilen insanın sevme ve merhamet etme becerisine
sahip olduğunu söylüyordu. Ağlayamayan insanın içi, sürekli artan
bir nefret ve korkuyla dolduğu da bilinmekteydi. Hatta Romalı şair
Ovidius, 2000 yıl önce: "Ağlamak, öfkeyi siler", demişti.
İstatistikler de, normal bir insanın yaşamı boyunca 95 litre, yani
yaklaşık 10 kova gözyaşı döktüğünü söylüyor. Bırakın bugün bir
insanın hayatında 10 kova gözyaşı döktüğünü, bir damla dahi
gözyaşına yabancı yığın yığın insan içinde yaşamaktayız. Çoğu
kalpler taşlaşmış ve gözü yaş değil, kan bürümüş.
-
Dinimizde de gülmek ve ağlamak
kavramlarına atıfta bulunulur. Mesela Ebû Zer Gifârî (ra)
Resulullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu anlatır: “Eğer bildiğim
kadarını bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” “Eğer benim bildiğim
kadarını bilseydiniz, dağlara çıkardınız Eğer bildiğim kadarını
bilseydiniz, durmadan Rabbinize yalvarır, ağlardınız Yataklarınızda
duramazdınız” (Tenbihü’l–Gafilin, c1/222)Mevlana:“Allah bize yardım atmek dilerse gönlümüze
ağlayıp inleme isteği verir”der.
“Ağlarım ağlatamam hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım” diyen Akif de, şöyle devam
eder:
Gitme ey yolcu! Beraber oturup ağlaşalım.
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım.”
“Gözlerden dökülen, inci mercanın “O” için değilse ne anlamı var?
Her türlü yanlışa hüküm katmanın“O” için değilse ne anlamı var?
Kokladığın gülde “o” kokmuyorsa, Gözlerin her daim “o” bakmıyorsa,
Adını anınca kalp atmıyorsa “O”nsuz heyecanın ne anlamı var? Diye soran
N. Şimşek, gözlerden akan yaşın Cenab-ı Hak ve Peygamberi Hz.
Muhammed(sav)’in hicranı, aşkı ve sevgisi için olması gerektiğini
vurguluyor.
Gözyaşı üzerine yıllar önce kaleme aldığım iki şiirimizle bu sohbeti
tamamlayalım inşallah.
BAK
Tohumların toğrağı delip yarışına bak
Şu ipek böceğinin koza sarışına bak
Ölüm fermanı ile çağrılınca her insan,
Dört kişi omzunda,Hakk’a varışına bak.
Şu gökgürlemesine,şimşek çakmasına bak
Rabbimin gece gökte kabdil yakmasına bak
Öyle ibret dolu bir alemdir ki bu dünya,
Göz pınarlarından şu suyun akmasına bak.
GÖRDÜM
Bakıp güzelliğine çok aldananlar gördüm
İnsanlığı parada, pulda sananlar gördüm
Ömründe hiç anmamış, can boğaza gelince,
Tevbe edip Allah’ı nice ananlar gördüm.
Nefse harp açıp onu bağlayanları gördüm
Bugünden ukbasını sağlayanları gördüm
Gözler çağlayan olmuş, durmadan gece gündüz,
Kâbe yolunda nice ağlayanları gördüm.
Kutad Gubilig adlı eserinde Y. H. Hacip: “İnsanın güzelliği yüzdedir.
Yüzün güzelliği de gözdedir. Kalbin güzelliği dildedir. Dilin güzelliği
de sözdedir. Göz görür, basiret ise görünenin sırrına erer” der. Ne
kadar acınsa azdır, o basireti bağlı olan ve ağlayamayan kimselere.
Ağlayanlara imrenen Goethe’nin dediği gibi “Gözyaşları olanlara ne
mutlu!” Ne kadar imrenilse azdır, basireti açık gözlere sahip o bahtiyar
insanlara. Çünkü o gözler ancak gerçeği görerek, hem anlayabilir, hem
de ağlayabilir.
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- TÜRK ADA’LARI İŞGAL ALTINDA
-
Yunanlıların, Ege’de iki Türk adasını
(Bulamaç ve Eşek) alenen işgal ederek 2004 yılından bu yana iskâna
açıp, turizm amaçlı olarak kullandıklarını ilk kez D[y]P genel başkanı
Namık Kemal Zeybek’ten öğrendik. (08 Mayıs 2011)
- Zeybek ne demişti?
- “AKP döneminde Eşek Adası ve Bulamaç Adasını
Yunanlılar İşgal Etti. (*)
- Bu iki adamız, bu iktidar döneminde 2004 ten
başlayarak Yunanlılar tarafından yavaş, yavaş işgal edildi. AKP
iktidarının bundan haberi oldu. Ama bırakın Bulamaç’ı, bırakın Eşek
Adasını, onlar Kıbrıs’tan bile vazgeçmişlerdi. Adetleri olduğu
üzere, Kıbrıs’ı Yunan’a peşkeş çekiyorlardı. Şimdi Didim de,
burnumuzun dibinde görünen bu iki Ada, şu anda Yunanlıların işgali
altında; Ama Kardak'daki Yunan Bayrağı indirilmişti! Kardak
kayalıklarını, Yunanlılar işgal etmeye çalıştıklarında Türkiye'de
bir Başbakan vardı. Bir hanımefendi, Çiller. Kardak kayalıkları
işgal edildiğinde ne demişti Tansu Çiller? 'O bayrak ya inecek, ya
inecek' Hangi bayrak? Bizim kayalıklarımıza, ada değil, toprak
değil, kayalıklarımıza Yunanlılar, Yunan Bayrağı çektikleri zaman
Başbakan'ın söylediği sözlerdi bunlardı. 'O bayrak ya inecek ya
inecek.' Ne oldu? Bayrak indi mi? İndi.
-
Peki, o günlerdeki milli duyarlığı,
vatan toprakları konusundaki hassasiyeti hatırlayın.
- Ve gerçeğe bakın. Gerçek şu: Eşek ve Bulamaç Adalarımızı
Yunanlılar işgal etti. Didim'in karşısında bize ait olan iki ada
var. Biri Eşek Adası, öbürü Bulamaç Adası... Bu adalar bütün
uluslararası belgelere göre bizim. İngiltere'nin yaptığı haritaya
göre de bizim. Başka uluslararası anlaşmalara; Lozan'a göre de
bizim. Bakınız 1947'de İngilizlerin yaptığı bir harita ve çizgi var.
Eşek adası ve Bulamaç adası Türkiye Cumhuriyeti'nin.
-
Bunu herkes biliyor. Sadece Recep
Tayip Erdoğan bilmiyor.
-
Bu iki adamız, AKP iktidarında
2004'ten başlayarak Yunanlılar tarafından alenen işgal edildi.
İktidarının bundan haberi oldu. Ama bırakın Bulamaç'ı, Eşek
Adası'nı, onlar Kıbrıs'tan bile vazgeçmişlerdi. Kıbrıs'ı peşkeş
çekiyorlardı. Adetleri olduğu üzere... Şimdi ise, Didim'de,
burnumuzun dibindeki bu iki Ada, Yunan işgali altında. Yunanlılar,
Eşek Adası'na gittiler ve kilise yaptılar. Yunan Bayrağı çektiler.
Kimsenin olmadığı daha kimsenin yaşamadığı yere önce kilise
yaptılar, sonra yavaş yavaş yoklaya yoklaya baktılar, Türkiye'de
acaba DP, DYP’ mi var? Yoksa başka birileri mi?
-
Baktılar ki tepki yok, birtakım
insanları oraya yerleştirdiler. Şimdi Eşek Adası'na biz gidemiyoruz.
Bizi sokmuyorlar. Bulamaç Ada'sı da böyle…
-
Bakınız bir resim daha gösteriyorum. Adaya girdiler, rıhtım ve
turistik bölge yaptılar, turlar düzenlemeye başladılar. Adaları
Yunan generalleri de zaman zaman teftiş ediyor, hava sahamızı, su ve
topraklarımızı ihlal ederek geliyorlar. AKP iktidarının sesi, soluğu
çıkmıyor. Bir taraftan Vatan topraklarını satmaktan bahsediyoruz.
Hangi satmak? Bu vatan topraklarını peşkeş çekmektir... Buna izin
verecek miyiz? İzmirlilerin vicdanına sesleniyorum.
-
Hani bir karış toprak için kanımızı veririz derdik. Ne oldu?
Bunlar gelince Türkiye'de ne değişti? Şimdi bu sözleri beni dinleyen
basın yayın organları yoluyla hem Recep Tayip’e hem de bütün
Türkiye'ye ilan ediyorum. "Tek başıma, pasaportsuz o adalar
çıkacağım.."
- Süre veriyorum. Bu süre daralacak ve sonunda Türkiye'yi yönetmek
iddiasında olan TC'nin Başbakanı olduğunu; TC'ni yönettiğini iddia
eden, hükümet olduğunu söyleyenler eğer gidip bizim bu adalarımızı
işgalden kurtarmak için teşebbüse geçmezlerse ben tek başıma
gideceğim ve oraya çıkacağım.
-
Hükümete uyarı: İster muhtıra
desinler, eğer bütün uluslararası anlaşmalara göre bizim adalarımızı
geri almak, işgalden kurtarmak için sorumlu oldukları bu suçtan geri
dönmek için teşebbüse geçmezlerse, ben gideceğim ve adalara
çıkacağım. Pasaportsuz, vizesiz gideceğim. 'bu ada benim adamdır'
diyeceğim. Bulabilirsem kayıkla, bulamazsam yüzerek gideceğim, adaya
çıkacağım. Ama biliyorum ki milletim beni yalnız bırakmayacak.”
-
Aradan uzun süre geçti. Zeybek
adalara çıkamadı, ama AKP’den de bir ses çıkmadı.
- Namık Kemal Zeybek; 08 Mayıs 2011 günü İzmir’de bir açıklama
yaparak; Aydın ili, Didim ilçe sınırları dâhilinde bulunan ve
Lozan’a göre, TC’ye ait Eşek Adası (Agathonisi) ile Bulamaç Adası (Farmakonisi)’nın;
2004 yılında Yunanistan tarafından işgal edilip, yerleşim ve turizme
açıldığını iddia etti. (1)
-
İddia, sırasıyla; 13 Mayıs 2011
tarihinde Hürriyet Gazetesi ve İnternet sitesinde, (2)
-
18 Mayıs 2011 tarihinde, Yaşar
Anter’in WEB TV, Gündem programında (3) pek çok ayrıntı verilerek
yer aldı. Daha sonra Zeybek 25 Mayıs 2011 tarihinde yapılan D. Parti
Didim mitinginde, ağırlıklı olarak konuya değindi. (4) Güvenilir ve
üye sayısı yüksek e.Posta grubu “açıkistihbarat”, 01 Haziran günü
ayrıntılı bir yayın/dağıtım yaparak; Adaların aidiyet, hukuki statü
ve mevcut durumları hakkında ‘tatmin edici’ yayın ve açıklamalarda
bulundu. (5) Tam 5 gün sonra, Araştırmacı-Yazar Ferudun Özgümüş:
“Yunan toprağımızı işgal etti. Ne devlet ne muhalefet ve ne de
Genelkurmaydan ses yok” (6) başlıklı bir makale yayınladı.
Makalesinde, ilgili, yetkili ve sorumlu makamları hedef alıp
sorguladı. Sonra Yeniçağ Gazetesi de (Ferudun Özgümüş’e atıfla) 06
Haziran 2011 tarihinde konuya değindi.
-
Dünya Türk Kongresi (TURKISH-FORUM)’nin
web sitesinde aynı gün benim bir makalemin altına, açıklamalı bir
yorum eklendi. (8) Hal böyle olunca ben, otomatikman konu ile
alâkadar olmak durumunda kaldım. Zaten de olay ve iddiaları Mayıs
başından itibaren takip etmekte idim. Neticede: 07 Haziran 2011 günü
A Kanal’dan (Ereğli-Konya) canlı yayın konuğu olan Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu’na konuyu sordum. Cevap alamadım. (9)
-
08 Haziran günü haber tekrar bazı
ajanslar tarafından ısrarla duyuruldu. (10)
-
09 Haziran 2011 Perşembe günü, 4982
Sayılı Kanun gereği Aydın Valiliği’ne resmi bir başvuruda bulunarak
açıklama ve bilgi talebinde bulundum. (Başvuru no. 35141) Bu gün 28
Haziran olmasına rağmen henüz bir cevap alamadım. Oysa yasal cevap
süresi 15 gündür. Bana halâ cevap verilmedi. Umarım daha fazla
gecikmeden cevap verilir ve konu aydınlanır.
- GARİP VE EMTERESAN OLAN NE?..
- Bu işin en garip, acaip ve muamma tarafı şu ki;
İddianın 5 Mayıs 2011 tarihinde ortaya atılmasına, 8 Mayıs’ta
kamuoyuna yansımasına, geniş kitlelere duyurulmasına, konu hakkında
defalarca yayın yapılmasına, başta Başbakan, İçişleri, Dışişleri
Bakanı, Genelkurmay Başkanı dâhil pek çok makam, sorumlu kişi ve
mercie soru yöneltilmesine rağmen halâ alınmış açık, net, tatminkâr
ve dürüst bir cevabın olmayışı!..
-
Bu ne iş? Ortada vahim bir iddia
var. TSK ve hükümet zımmen vatana ihanetle itham ediliyor. Ortada
cevap yok, iddiadan alınan, muhatap alan yok. Bu bir gaflet mi?
Dalâlet mi? Yoksa gerçekten gizlenmeye ve gözlerden kaçırılmaya
çalışılan menfur bir ihanet mi? Başta N. Kemal Zeybek, Demokrat
Parti camiası ve bütün Türk milleti’nin bunu bilmek hakkıdır.
- ÇOK ÖNEMLİ BİR KATKI VE YORUM:
- “1001 çeşit melânet ile aynı anda mücadele etmek
zorunda bırakılan aziz milletimizin 1.derecede hassasiyeti olan
Vatan Toprağı konusundaki duyarlılığınıza, kararlı girişiminize ve
bilgiyi milletimizle paylaşma yönündeki şahsi gayretinize samimi
teşekkürlerimi sunuyorum. Zeybekler diyarı Aydın, umarım bir
valisini uğurlamak zorunda kalmaz. Ama görünen o ki, böylesine
hayati bir konuda şu ana kadar sessiz ve girişimsiz kalmayı yeğleyen
Sn. Vali’nin Mülki İdare Amirliği sıfatı kıytırık üç-beş Yunanlı
hokkabaz tarafından düşürülmüştür. Yine umuyorum ki, tüm bu
iddialar, bilgiler spekülâsyondur ve yanılan, saçmalayan ben olurum.
- Yoksa diğer türlü resmi görevinin geçerliliği tartışılır hale
gelen makam yalnızca vali’likle sınırlı kalmaz. İçişleri Bakanı’nı
da bağlar, Milli Savunma Bakanı’nı da!. Ve pek tabii ki kabinenin
başı Başbakan’ı da… G.K.B.’mızı ise dile bile getirmek
istemiyorum…Bu durumda sormadan edemeyeceğim, 2004 yılında AKP
iktidarında gerçekleştiği iddia edilen bu işgalin pazarlık, vaat,
zorlama, tehdit veya taahhüde dayalı bir arka planı var mıdır?
- Yine bu noktada dile getirilmesi şart olan bir diğer iddia da,
Türkiye’ye karşı yapılan ve milat sayılan en sert operasyonun 2004
yılında gerçekleştirildiği yönünde…. Tüm bunlar olayların ve
iddiaların tarafımdan yorumlanan spekülatif boyutu. Operatif tarafı
ise elbette ki TÜRK MİLLETİ’NE aittir. Aynen tarihlerde yazılı
olduğu gibi!.… Selam ve sevgi ile, aad”
- ŞİMDİ SORUYORUM.
-
Başta Didim Kaymakamlığı, Aydın
Valiliği, Ege Ordu Komutanlığı, İçişleri / Dışişleri Bakanlığı,
Genel Kurmay Başkanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı; Yani
konunun ilgili, etkili, yetkili ve sorumlu muhatapları neden bir
açıklamaya yapmaz ve sorulara “tatmin edici” (ÖSYM konusunda olduğu
gibi) bir cevap vermezler?
-
Gerçek nedir?.. Ve gerçekten olayda
bir ihmal, ihanet ve hain bir pazarlık var mıdır?
- (1) Namık Kemal Zeybek, (DP) 08.05.2011 www.haberkritik.com
& www.dyp.org.tr
- (2) HÜRRİYET, 13 Mayıs 2011, editör &
Hürriyet.com.tr
- (3) (DHA) Yaşar ANTER, Gündem: 18 Mayıs 2011 +
WEB TV
- (4) Namık Kemal Zeybek, Didim miting konuşması,
25 Mayıs 2011, www.dyp.org.tr,
- (5) E-Posta Grubu: AçikIstihbaratTürkiye www.acikistihbarat.com
01.06.2011
- (6) Ferudun Özgümüş <ferudunozgumus@gmail.com>
Tarih: 06 Haziran 2011 Konu: Yunan toprağımızı işgal etti. Ne devlet
ne muhalefet ve ne de Genelkurmaydan ses yok.
- (7) Salim Yavaşoğlu - Yeniçağ
Gazetesi, 06 Haziran 2011
- (8) TURKISHFORUM/ABD, 06 Haziran 2011
- wordpress@turkishforum.com.tr
- (9) 07 Haziran 2011 günü Dışişleri Bakanı Ahmet
Davudoğlu’na soruldu. (Konya-Ereğli, Kanal-a, canlı yayın) Yunan
İşgal Etti; AKP ve Genelkurmay'dan Hiç Bir Tepki Gelmiyor?
- (10) db.ajans.ankara, 08 Haziran 2011, Basın
Haber Bülteni
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- NAZLI’DAN:BİR HAYAT MASALI
-
Torunum Nazlı Aykut,zaman zaman şiir
denemeleriyle, zaman zaman da anlatımlarıyla, sütunumun konukları arasında yer
alıyor.
- Nazlı,Arı Okullarında, 4. sınıftan 5. sınıfa geçti.Önde gelen
arkadaşlarımdan biri.Bir masalı var Nazlı’nın.Arkasından önerileri yer alıyor.Buyrun
birlikte okuyalım:
- BİR HAYAT MASALI
-
Merhaba..Benim adım Nazlı Aykut.5. sınıfa
geçtim.Tabii ki, hepinizin bildiği gibi, 5. sınıfa geçmenin coşkusu
içindeyim.Şimdi sizlere bir masal sunacağım. İçinde,sevgi,sanat,gayret ve çaba
geçecek. Masalımızın adı: Bir Hayat Masalı.Buyrun:
-
-Bir gün bir ceylanın yavrusu olmuş.O kadar
şirinmiş,o kadar şirinmiş ki adını “Melek” koymuşlar.Ama ne yazık ki, bebek
ceylanın annesi “Melek”i doğurduktan 5 gün sonra ölmüş.Babası ise ormanda
yemek ararken bir avcı tarafından avlanıldığı için ölmüş.
- Küçük ceylan daha bebek durumunda olduğu için hiçbir şeyin farkında
değilmiş.Aradan aylar, yıllar geçmiş ve bizim Melek artık kendi avını
avlayabilecek ,başının çaresine bakabilecek duruma gelmiş.Fakat annesinin ve
babasının öldüğünü büyüdükçe hissetmeye başlamış.Bir gün ormanda kendisine
yemek ararken karşısına bir kurt çıkmış.Kurt birden:
-
-”Nereye gidiyorsun böyle küçük ceylan?” diye
sormuş.Bizim ceylan ürkek ürkek cevap vermiş:
-
-”be-ben o-ormanda yiyecek to-toparlamaya
çıktım” demiş.Kurt:
-
-”Peki küçük ceylan” demiş.Ama kurt, birgün
ceylandan habersiz gelip, onu bir güzel yiyecekmiş.Ama ceylana hiç
farkettirmemiş bile.
- Bir gün ceylan ormanda dolaşırken karşısına yine o kurt çıkmış.Bizim kız
ceylanın ödü kopmuş.Kurt ağzı sulu sulu şöyle demiş:
-
-”Seni birazdan yiyeceğim.Başta seni
kandırmaya çalıştım.Seni yemek istiyordum.Benden kaçma diye seni kandırdım.”..
Küçük ceylan var gücüyle yuvasına koşmuş.Kurt onu saatlerce aramış.Ama
maalesef ceylanı bulamamış.Ceylan kurdun bir daha kendisini yemeye
çalışacağını düşünerek,hemen plan yapmaya başlamış.
- Kurt yine bir gün ceylanın karşısına çıkmış.Kurt yine ağzı sulu sulu şöyle
demiş:
-
-”Ne oldu çok korktun galiba?” der demez
ceylan hemen elindeki sopayı kurdun gözüne saplamış.Kurt acılar içinde yere
yığılmış. Ve bir daha da ceylanın yanına uğrayacak cesareti gösterememiş.
-
Aradan yıllar geçmiş ve bizim küçük Melek
kendisine bir aile kurmuş.Artık büyük bir yetişkinmiş Melek.Çocuğuna annesinin
adını yani ‘Güzel’ koymuş. Ömürlerinin sonuna kadar da böylece mutlu yaşayıp
gitmişler.
-
Buradan çıkardığımız sonuç:Arkadaşlar bu
masaldan çıkardığım sonuç bence şu olmalı:Hiçbir iyilik ödülsüz.hiçbir kötülük
de cezasız kalmayacak.Hepinize içten teşekkür ederim.Görüşmek üzere..18
Haziran 2009 Perşembe.
-
- ÖNERİLERİM
- Disney Channe Tv, sizin televizyonda çıkıyor ise ve çocuğunuz var ise o
kanalı izlemesini tavsiye edin.Pazar günleri 19.45’te eğer işiniz yok ise,
hemen Fox kanalını açın.Çünkü, “Arka Sıradakiler” var.Tavsiye ederim süper bir
dizi.
- -Sabahları erken işe gitmiyorsanız veya bir işiniz yoksa (hafta sonları
çalışmayanlar için) hemen sabah kahvaltısı için size en yakın börekçiye
gidin.Oradan bir poğaça veya ekmek alıp gelin.Kahvaltı masasına
oturun.Ziyafetin tadını çıkarın ve eğer hava güneşliyse keyfinize keyif
katın.(18 Haziran 2009)
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- HAKİKATİ KONUŞMAKTAN
KORKMAYINIZ!..
- “Hesaplaşma ve Yüzleşme Zamanı” ad ve konulu makalemiz, gerek
yurt içinde ve de gerekse yurtdışında çok büyük yankılara yol açtı. Olumlu
katkı, tebrik, teşvik ve teşekkürlerin yanı sıra, bir hayli sitem ve tenkide
de muhatap oldu.
- Olumlu katkı, fikri katılım ve kutlamalara teşekkür boynumuzun
borcu…
- Lâkin sitemkâr tepki ve tenkit sahiplerinin, özellikle:
- “Mustafa Kemal Atatürk hiç kimseden hesap istemedi ve hesap da
sormadı; O’nun bütün kaygı, eylem ve söylemleri Cumhuriyet devrimlerine
yönelikti. Mustafa Kemal Atatürk, yaşadığı sürece kimseye hesap sormadı. Her
hangi kimselerden günah çıkartmasını, itiraflarda bulunmasını veya birileri
ile yüzleşme ve hesaplaşma yapılması isteminde bulunmadı.
- Kısaca: Cumhuriyeti kuran kimsenin böyle bir “hakikati itiraf,
sırları ifşâ, hesaplaşma ve yüzleşme gibi istencesi yokken, günümüz aydınları
tarafından böyle bir zorunluluk varmış gibi: İlle bir hesaplaşma,
sorgulama,yargılama ve yüzleşme gereksinimi şimdi neden ve niçin gündeme
taşınıyor?..” denilmekte…
- Önce Atatürk konusunda “yanlış bir yargı” ve “yanılgıyı”
düzeltmek isterim.
- Hem de, güncel sorunlarla örtüşen ve çözüm öneren, kendi,
vecize kabili lisanından;
- Buyurun bakalım:
- “Milletin varlığını devam ettirmek için fertleri arasında
düşündüğü müşterek bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş,
yani millet dinî ve mezhebî bağlar yerine Türk milliyeti bağı ile (milli
devlet bağlamında) fertlerini toplamıştır.
- Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün
milletin vücuda getirdiği cephedir.Zahîrî cephe, doğrudan doğruya ordunun
düşman karşısındaki silâhlı cephesidir.
- Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir.
-
Fakat bu hal hiçbir vakit bir memleketi, bir
milleti mahvedemez.
-
Mühim olan, memleketi temelinden yıkan,
milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir. Bu hakikati bizden iyi bilen
düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar.
Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Sonsuz bir özgürlük tasavvur olunamaz;
hakların en büyüğü olan hayat hakkı bile mutlak değildir.
-
Fertlerin hürriyetini masun tutmakla mükellef
olan insanların, diğer taraftan devletin de irade ve hâkimiyetinin kötürüm bir
hale gelmemesine çok dikkat etmeleri lâzımdır. Fertlerin hürriyeti, devletin
hâkimiyet ve iradesinin saklı kalışına bağlıdır.
- Devlet iradesi kötürüm olursa, fertlerin hürriyetlerini koruyacak hiçbir
kuvvet ve vasıta kalmaz.
-
Bütün dünya bilmelidir ki; Türk Milleti
hakkını, haysiyet ve şerefini tanıtmaya kaadirdir. Türk vatanının bir karış
toprağı için bütün millet tek vücut olarak ayağa kalkar. Haysiyetinin bir
zerresine, vatanının bir avuç toprağına vuku bulacak bir tecavüzün, bütün
varlığına vurulmuş darbe olacağını artık Türk milletinin fark etmediğini
sanmak hatadır. Saygısızlığın, tecavüzün küçüğü büyüğü yoktur.
-
Hükümetlerin icraatları menfi olup da millet
itiraz etmez ve iktidarı düşürmezse, bütün kusur ve kabahatlere katılmış
demektir. Mustafa Kemâl Atatürk”
-
İşte bizim, mezkür makalede ifade ve ihsas
etmeye çalıştığımız husus da budur.
-
Başta Mustafa Kemal Atatürk, kurucu unsur ve
TC’nin tek “sivil anayasası” olan 1924 (1928)’e bu talep mugayir (aykırı)
değildir. Zira bir tarafta millet adına faaliyete izinli, memur ve mecbur olan
devlet, diğer tarafta, devlet adına “hile ve desise” ile edindiği güç, imkân
ve kaynakları millet aleyhine tasarruf eden, kamu menfaatini hiçe sayan
organizasyonlar.. Onurlu ve sorumlu vatandaşlar olarak “hesaplaşma ve
yüzleşme” istemeyeceksin de ne yapacaksın?!.
-
Kamu vicdanını tatmin ve meşruiyeti ikame için
“hesaplaşma ve yüzleşme” şarttır…
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
MALZEMESİ: 1,5 bardak un, 1 Çay Bardağı Yeşil Mercimek,1 Su Bardak
Kesilmiş Hamur (aş için),3 su bardak ,1 kaşık tereyağı,bir yemek kaşığı kuru
nane,bir miktar kırmızı biber,1 bardak yoğurt,iki diş sarımsak.
-
1,5 Su
bardağı un katıca yoğrulur. Hamur oklava ile üç milim kalınlığında açılır.
Açılan hamurun arasına biraz un serpilerek oklavaya sarılarak bıçakla oklavanın
üzerinden kesilir. Kesilen hamur altı milimetre kare şeklinde kesilerek bir
tarafta kurutulmaya bırakılır. (Hamur daha önceden yapılan başka bir hamur işi
zamanında da yapılmış olabilir,kurutularak saklanır, sonradan aş içinde kullanabilirsiniz)
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Erhan TIĞLI |
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi |
- DÜĞÜN BAYRAM ZAMANI
- Doğa yeşerince
- Çevre güzelleşince
- Mutluluğum olur tam
- Ederim düğün bayram
-
- Sevgi yeli esince
- Gönüller birleşince
- Mutluluğum olur tam
- Ederim düğün bayram
-
- İnsanlık gelişince
- Dostluklar pekişince
- Mutluluğum olur tam
- Ederim düğün bayram
-
- Nazlı yârim gelince
- Kahkahayla gülünce
- Mutluluğum olur tam
- Ederim düğün bayram
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ Hayat Hikayesi |
-
KÖR KURŞUNLA VUR BENİ
-
Pamuk elin üşüyüp başına çiğ yağarsa
-
Ayrılık şarkıları gökyüzüne ağarsa
-
Gideceğim diyerek bedeni ter boğarsa
-
Ölüm şekli fark etmez barutlara kar beni
-
-
Güneş yere inerek gölgemizi vurursa
-
Yıldızlar üzerinde benden ayrı durursa
-
Gideceğim diyerek içini zor bürürse
-
Ölüm şekli fark etmez mayınlara sar beni
-
-
Çiçek dalından kopup sokaklarda solarsa
-
Sevdanın rengi solup sarı renge çalarsa
-
Gideceğim diyerek içine kar dolarsa
-
Ölüm şekli fark etmez bombalara kur beni
-
-
Aşk bülbülün susarak yıldızlara küserse
-
Mizabiyi bırakıp yâd ellere eserse
-
Gideceğim diyerek gönlünü kor basarsa
-
Ölüm şekli fark etmez, kör kurşunla vur beni
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
147 SAYI 25 Mayıs 2011 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |