|
YIL
13 SAYI 147 25-Mayıs- 2011 |
-
-
ÇORUM ASFALT ŞANTİYESİ ÇEVRE
KİRLİLİĞİ YAPIYOR
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL BU DA GEÇER DEMEDEN
-
Murat HACIOĞLU ACI VAR MI ACI
-
Ali EMİROĞULU ŞEYTANIN AKLI ERMİYOR
-
Mustafa Nevruz SINACI HÂL VE
GİDİŞ; İLİM VE AMEL
-
İsa KAYACAN ERCİYES YÜKSEKLİĞİNDEN
-
Mustafa Nevruz SINACI
AKP’NİN YEL DEĞİRMENLERİ İLE
SAVAŞI
-
Özkan KARACA GÜLE SELAM; SANA
KELAM
-
Selma GÜRSEL
ÇORUM BAKLAVASI HAS
-
Erhan TIĞLI DOSTLA SEVGİLİNİN
FARKI
-
Rıza KANDAMİR
HACI BEKTAŞ
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- BU DA GEÇER DEMEDEN
- Buralarda bir şeylerin hareketsiz durması ve yaprakların
dökülmesinden başka bir gözüken bulunuyor.
- Bir az önceleri bir ülke oylaması olması ülkede yapılan
herhangi bir değişikliğin olmadığın, aynı hamam aynı tas olarak devam ede
gelen düzenin aynen kaldığını görmemezlik edemeyiz.
- Yıllar önceleri paranın sıfırlarının atılmasının ezikliği her
geçen gün daha da bizlere sıkıntıların gelmekte olduğunun ön habercisi olarak
Türkiye’nin para hareketinin en önemli unsuru olan Devletin piyasaya para
sürmesinde önemli bir etken olan Emekli, Memur ve diğer ücretlilerin maaşları
yine kemer sıkma politikası kıskacı altında gözüküyor. Paramızın değerinin
sıfırlar atılınca yükseleceği. Gelir seviyesinin artacağı hikâyeleri masal
olduğu yaşayanlarca bilinmektedir. Yaşadığım yıllarda bir zamanlar paranın bir
miktar değer düşürülmesinde kıyametleri kopara halk her ne hikmetse en yüksek
para değeri olan 50 Milyonun 50 YTL ye inmesine ve bun karşı 200 YTL nin gün
yüzüne çıkarak en düşük para değerinin eski değere göre 200 Milyon olduğunu da
görmemezlikten geldiler.
- Vaat edilenlerden olan maaşların iyileştirilmesine benzer
kelamların yine bin benin dediğim tarafa mührünü bas dayatmasının göstergesi
olarak bordo mahkûmlarına bir ikaz ve inandırıcılıktan uzak ihtimallerin halen
gökyüzüne çıkmadığını işareti olarak karşımızda durmaktadır.
- Hatırlıyorum ki çalıştığım yıllarda Devlet Memurları Personel
Kanunu ile memurların çokkkk çokkkk güzel maaşlar alacakları propagandası ile
piyasa almış başını gitmiş alınan yüksek zamın eski maaşı aratır olduğu
gözükmüştü.
-
Yaşayanlar b.unları yaşamalarına karşı yapılacak hiçbir hak ve
hukuk arayışı ve müracaat edilecek yer olamaması da para ekonomisi bekle gör
ile gününü geçirmeye çalışmaktadır.
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU Hayat Hikayesi |
- ACI VAR MI ACI?
-
Yaşadığımız hayatı ne kadar iyi
yaşayabiliyoruz? Siz de zaman zaman kendinize sormuşsunuzdur mutlaka…
-
Sabah kalkar kalkmaz yaptığınız ilk şey nedir
mesela? Sinirli mi uyanırsınız, yoksa gözlerinizi açmak bir tonluk bir kayayı
kaldırmak kadar zor mu gelir. Ya da kafanızı yastığın altına gömerek uyumaya
devam etmek mi istersiniz? Kimi de kolunu bilinçsiz bir şekilde sağa sola
sallayarak çalar saati susturmaya çalışır değil mi? Hele ki gece geç vakitlere
kadar uyanık kalındıysa, dünyanın en zor şeyidir sabah erken kalkmak… Çok
sevdiğiniz bir dizi uzamış, geç vakitte bitmiş olabilir, güzel bir filmi geç
saatlerde yayınlamış olabilirler, veya bilgisayarın başında oyun oynayarak
zamanı geçirmişsinizdir de saatin farkına varmamışsınızdır. Belki de akşama
yediğiniz yemekten sonra dişiniz ağrımaya başlamış ve bütün gece sizi
uyutmayacak derecede devam etmiştir. Dünyaya yeni merhaba diyen bebeğiniz gece
boyu mızmızlamış da olabilir. Ya da gecenin olmadık yerinde eşinizle
tartışmış, tartışmanın da etkisiyle gerilen sinirler uykunuzu paramparça
etmiştir. Kimbilir belki üst kat komşunuz gürültünün dozunu kaçırmıştır, ya da
alt komşunun köpeği gece boyu susmak bilmemiştir. Tam yatacakken fark
ettiğiniz bozuk bir musluğu tamir etmeye çalışarak uykunuzu satmışsınızdır.
Mahallenizdeki sokak ortası düğünü gecenin geç vakitlerine dek devam etmiş,
mahalledeki diğer yaşayanlardan habersiz ve duyarsız düğüncüler zılgıtlar
eşliğinde halay çekerek gecenize biber olmuşlardır. Yaklaşan ödeme günü
nedeniyle kredi borcunu nasıl ödeyeceğinize kafanız takılmış ve yatakta ödeme
senaryoları yazmakla da meşgul olmuş olabilirsiniz… Türlü türlü sebepler
olabilir. İşte bu ahval ve şerait içinde sabahleyin de erken kalkmak
zorundasınız. Çünkü işe gideceksiniz… Nasıl kalkacaksınız, nasıl kalktınız,
nasıl kalkarsınız…
-
Homurdana homurdana terliğinizin tekini
ararken kafanıza gelen ilk şey ne olur acaba. Sizi uykusuz bırakan sebeplerden
bir tanesi mi, o sebeplere kızgınlığınız mı, gün içerisinde yapmanız
gerekenler mi? Yavaşça banyonun yolunu tutarken uyku ile uyanıklık arası
süreçte beyninizi zonklatan bir şey olur mu? Elbette uykusuzluğun getirdiği
zonklamayı saymıyoruz. Yüzünüzü buz gibi suyla yıkarken ayılma hissinin
verdiği bir ferahlık var mı, yoksa dondurucu bir yüz yıkama eylemi mi
yaptığınız? Kerhen yapmak zorunda olduğunuz bir şey midir dişlerinizi
fırçalamak, yoksa dişlerinizin aynasında içinizdeki coşkuyu fark ettiğiniz bir
tören mi?
-
Kendinize az da olsa geldiniz… Belki evden
çıkmadan bir kahve ya da çay içeceksiniz. Yanında da kiminiz bir iki bisküvi
atıştıracak, kiminiz duman tüttürecek, kimisi de hazır kahvaltı sofrasına
kurulacak… Sıcak çaydan yudumlarken size hissettirdiği nedir? Ya kahvenin
tüten dumanına bakarken içinizden geçenler? Çatalınızı batırdığınız peynir
parçası size sadece beyaz mı görünür? Bisküvinin kıvrımlarını mı sayarsınız
bitirene dek?.. Yoksa gözünüz pencereden sokaklara mı takılır birden. Telaş
içinde yürüyen, bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar mıdır gördüğünüz? Korna
sesleriyle irkilir misiniz? Sokak başında okul servis aracı, bir az ötesinde
ona doğru hızlı adımlarla yürüyen okullu çocuklar…
-
Tam da sırasıydı şimdi, oldu mu yahu? Belki de
bunu dedirtecek bir şey oluverdi o anda. O anda demediyseniz, ben şimdi
demenizi sağlayacağım. İşte soruyorum; “Aşk Var mı Aşk?” Şimdiye dek tam da
sırasıydı yani demediyseniz şimdi gönül rahatlığıyla diyebilirsiniz. Yazıya
“Yaşadığımız hayatı ne kadar iyi yaşayabiliyoruz?” diye başlayıp yazıyı bu
aşamaya getirmek mantıksız da gelebilir. Deminden beri ne anlatıyorum, şimdi
de ne soruyorum değil mi? Esasında sormak gerekiyor da, bir sabah uyanarak
evden çıkışınız ile ilgili ne olabilir diye de merak etmişsinizdir. Aslında
direk olarak bir bağlantı yok tabi ki. Sormak istediğim hayatınız da aşkın var
olup olmadığıdır.
-
Aşk var mı aşk? Hayatınız
da aşk var mı? Nelere ve kimlere dair aşk var? İlk aşık olduğunuz anı hatırlar
mısınız? Şimdi gelin bir kurgulamaca oynayalım. İlk aşık olduğunuz günü
düşleyin. Ve bu dün olsun. Dün aşık oldunuz, aşık olduğunuz anladınız,
aşkınıza karşılık buldunuz vs her neyse… Yukarıda saydığım sebeplerden bir
tanesi nedeniyle uykusuz kaldınız. Sabahleyin de uyanmakta güçlük çektiniz.
Sabah uyandığınızda ne hissedersiniz? Nasıl kalkarsınız yataktan? Yüzünüzü
yıkarken, ilk kahvenizi yudumlarken nasıl bir ruh hali içerisinde olursunuz?..
Her şey çok farklı olur değil mi? İşte bu yüzden “Yaşadığımız hayatı ne kadar
iyi yaşayabiliyoruz?” diye soruyorum, bu nedenle “Aşk Var mı Aşk?” sorusunu
yöneltiyorum. Aşk varsa her şey daha başka geliyor insana, öyle değil mi? Hele
ki yeni aşk ise. Eskileri de eskitmemek lazım o zaman. Her daim yenilemeli,
yeniden ilk coşkuyu hissetmeye çalışmalı. Eskimesine izin vermemeli. Yoksa
sorumu “Acı var mı acı” diye değiştirmeniz gerekecek. Aşk ve sevgi dolu yeni
yıl dileklerimle…
-
Sevgiyle kalın…
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
-
ŞEYTANIN AKLI ERMİYOR
-
Bizim memleketimiz
Türkiye’de, bazı şeylere, cidden, insanların değil, şeytanın bile aklı
ermez. Bu yazıda, şeytan mı yoksa insan mı daha akıllıdır tartışmasını
yapacak değiliz. Bazı noktalarda, insanlarımız akıl bakımından şeytanı
sollamışlardır. İnsanlarımızın bir kısmı, şeytana taş çıkartır.
-
Yılın son ayında
enflasyon hükümetimizin hedeflerini geride bıraktı. Yanlış
anlaşılmamalıdır; enflasyon istenilen, tutturulması gereken, hedefi
çok geçti. Hükümetimizin yetkili insanları bunun sebeplerini aradılar
ve buldular: Yiyecekler biraz fazla ileri gitmişler. Vatandaşlarımız
da hükümetimizin hedeflerini dinliyor değil. Cebinde para olmasa bile,
nasıl olsa kredi kartı var herkesin. Aklına gelen yiyeceği sepetlere
doldurmuşlar. Zahir, yeni kavun ve karpuz da almışlardır. O zaman
enflasyon yükselmiş. Bu itaatsız halka güvenip te program falan
yapılmaz. İnsanı da, iktidarları da, bu halkın nerelere bırakacağı
belli olmaz. Meclis dışından gayrı yerlere de bırakabilir bu halk.
-
Herkes enflasyonla
uğraşıyor. Gazetelerde çıkan yazıları okuyanların az olacağını
düşünerek, yetkili insanlarımız radyo ve televizyona hücum ediyor.
Sanıyorum ki, bizim millet az okumuşluğunu, televizyon dinleyerek ve
seyrederek eksiklerini telafi ediyor. Herkes, gıda maddelerinin ve bu
arada, bilhassa, sebze fiyatlarının arttığını hep söylüyor.
-
Dinlediklerimiz hep
aynı sözler değil. Başka insanlar, sebze yetiştiren yörelerimizin
yetiştirici olan insanlarının konuşmaları da bizlere ve bütün
vatandaşlara ulaşıyor. Şu pahalılık durumuna rağmen, Antalya
pazarlarında domatesin kilosu 200 kuruş imiş. Şimdi ise bu fiyatlar,
inişe geçmişler ve 160 kuruşa kadar gerilemişler. Bu kadar emek
vereceksin, alın teriyle yetiştirdiğin kırmızı ve taş gibi domatesleri
getirip pazarda 160 kuruşa satacaksın. Bu paradan üretici para kazanıp
ta karnını doyurabilir mi? Ekmeksiz domatesle karnını doyuracak değil
ya bunlar.
-
Türkiye’yi bir kenara
bıraktık. Bu koca ülkenin sorunlarına akıl tüketecek değiliz. Şu bizim
Çorum’a bir bakalım. Alışverişimi kendim yaptığım için, sebze ve meyve
fiyatlarının kaç para olduğunu ben iyi biliyorum. Hemen hepsi, geçen
seneki fiyatların iki veya iki buçuk misli. Bir buçuk liraya aldığımız
domates dahi, bu sene iki misli fiyata satılıyor. Hemen bütün fiyatlar
böyle. Yabancı meyvelerin etiketleri üzerlerine konmadığı için,
onların adları gibi fiyatlarını da bilmiyorum. Bezen yediklerim de
oluyor. Bizim, yerli ve iyi tanıdığımız meyvelerimizin yerini
tutmazlar. Bir değişiklik, yeme zevkimizde de illa olması gerekmiyor.
Ben, şimdilik, her şeyin yerlisi ile iktifa ediyorum. Sizlere de
tavsiye ederim. Yabancı meyvelerin bazılarında meyve tadı bile yok.
-
Asıl mesele bu
yazdıklarım değil. Yetiştirici ile tüketici arasında da bir sorun yok.
Aslında, yetiştiricinin eline bir şey geçmiyor. Tüketicinin soyulmuş
olmasında, yetiştiricinin bir dahili yok. Yetiştiriciden alınan mal,
taşıyıcılar tarafından satıcıya getiriliyor. Bu fahiş fiat farkı,
taşıyıcı ile satıcı arasında kayboluyor. Ekseriya, satıcı kendi malını
kendi taşımış olduğundan, satıcı ile taşıyıcı aynı adam veya aynı
kurum olmuş oluyor. Bunlar içinde, en az sıkıntıyı çeken de satıcı
olduğuna göre, düzen alın teri düşüncesinin dışına taşınmış oluyor.
- Bu sebzeler ve meyveler bu memleketin
topraklarında yetişiyor. Yetiştiren para kazanmalıdır ki, yetiştirmeye
devam etsin. Satıcı da aynı kaideler içinde olmuş olacaktır. Satıcı da
para kazanmazsa, bu işe devam etmez. Tüketici ise, kudreti nikbetinde
yemek zorundadır. Az da olsa, domates alacaktır. Pırasanın çok
satışının sebebi, ucuz olmasından ve zenginlerin de pırasa
yememelerindendir.
-
Ticaret ile meşgul
olan tanıdıklarım, ticarete kaide getirilemeyeceği fikrini
savunuyorlar. Pazar ekonomisi gerekliliklerini sürdürecektir.
Sürdürmesine karışmıyoruz amma, bunun bir derecesi yok mudur? Köylü de
ayak direyip buğdayını yalnız kendi tüketme yoluna gitmiş olsa, acaba
durum nasıl olacaktır?
-
Serbest ekonomiye itiraz edecek
tarafımız yok. Dünya, bu düşüncenin dünyasıdır. Ancak, devletin bir
kontrol görevi olmayacak mıdır? Devletin bu görevi yoksa bu fahiş
sözcüğü dillerde niçin icat edilmiştir. İnsanlar yemek zorundalar.
Zorunlulukları kullanmak kanun içinde de değildir, ahlak içinde de
değildir. En dindar olanlar değil de, dindar görünenler de bu satıcı
esnafı içinden çıkıyor. Bazı eksikliklerimizin farkına varma
kapasitesinden uzakta bulunuyoruz. Sonra da, Allah’tan yardım
bekliyoruz. Allahın verdiği aklı kullanmak gerekmiyor mu? Hani,
diyelim ki, mantık insan icadıdır. İnsan da kendi icadını
kullanmayabilir
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- HÂL VE GİDİŞ; İLİM VE AMEL!..
-
Önce şunu belirtmek ve altını özenle çizmek
gerekir ki:
-
İnsan bizatihi devlettir. Devlet insan için
vardır.
-
Devlet’in; dönemsel (çağdaş) medeni ve modern
ihtiyaçlar doğrultusunda var edilen kurumlarının oluş nedeni: Namuslu, dürüst,
akılcı, makul, mantıklı bir düzlemde (ilke, onur ve sorumlulukla) hizmet
üretmektir.
-
Üretim: Bilimin ve bilincin sabit normları
(ilmi disiplinler) çerçevesinde zorunlu kamu ihtiyacı, yani iç, varsa dış
talebi karşılayacak biçimde ‘sürdürülebilir’ iktisadi, ilmi, sosyal, kültürel,
sağlık, eğitim ve temel ihtiyaçlar düzeyinde imalat, inşaat ve tedarik
faaliyetleri…
-
Hizmet: Her vatandaşın doğuştan kazandığı hak
ve hukuki iktisap gereği İnsanca hayat sürme, adalet ve kanun kavramlarına
mümasil/uygun barınma, beslenme, öğrenme, İnanma ve İnandığı gibi yaşama
konusunda “eşit hak ve eşit şansa” sahip kılınmasıdır.
-
Halk, devlet cihazını bu hak’ların teminatı
olmak üzere kurmuştur.
-
En azından bizim “müspet ve gerçek bilim”
olarak nitelememiz gereken, İslâm’ın ilk peygamberi Hazreti âdem Atamız ile
din’in tek evrensel Peygamberi Hazreti Muhammet Mustafa (sav) arasını kapsayan
ve günümüze kadar uzayan süreç için bu ‘realite’ böyledir.
-
İslâm’ın evrensel (son) peygamberinden 1000
yıl sonra ancak, Kur’an da apaçık beyan edilen ilmi hakikatleri
çözmeye-anlamaya ve kavramaya; akabinde de âlimleri ateşe atmaya ve İslâm’ı
tahrife koyulan ikiyüzlü, (atamız Osmanlı tarafından medeniyet öğretilen)
hayvan altı, primitif vahşi batının bilim diye ortaya attığı saçmalıklara göre
değil!... Sonuçta:
-
“İlim, ilmek ilmektir. İlim kendin bilmektir.
-
Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır?”
(Yunus Emre)
-
Yani, “kendini bilmek, farkında olmak ve
mukayese etmek (karşılaştırmalı bilim) ‘ilmi hâl’dir. Bu, çağın deyimi ile
bilimsel yaşam biçiminin adı; namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu, saygın ve sorumlu
‘bilinçli’ olma halidir. Bu hal’in dışında yer alan geri ve ilkel yaşam tarzı
ileri, çağdaş, medeni ve modern toplumlarca asla kabul, tasvip ve tasdik
edilemez.
-
Örneğin: Devlet cihazının bütün memur ve
seçilmişleri “insani boyut ve özgür bilim” açısından millet memuru ve halkın
hizmetçisidirler. Diğer telâkkiler aynı zamanda insanlık, İslâm ve ilim
dışıdır. Dolayısıyla devlette rüşvet, iltimas, hırsızlık, yolsuzluk, görevi
ihmal, suiistimal ve kötüye kullanma, ayırma, kayırma, yanlı davranış, haksız
edinim, gasp-irtikap, terör-tedhiş ve sair “mutasyona uğramış hayvan altı
yaratık” davranışları ile bilimdışı tasarruf şekilleri (özellikle % 99’u
Müslüman olan TC’de) ceza, tedip ve terbiyeyi zorunlu kılar.
-
Bunun için: Her şeye rağmen toplumsal
sorumluluk; Bilinçli takip; Canlı Milli hafıza; Diri kamu vicdanı ve paralel
(tamamlayıcı-bütünleyici) sağlıklı-güçlü, bağımsız, objektif ve tarafsız
adalet cihazı zarurettir. Yoksa Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ her vatandaş için
meşru bir haktır. Memur nisyan ile malul, atanmış ihanete mütemayil ise
affedilemez. Dahası, memur, atanmış ve seçilmişlerin “millete karşı suç
işlemeye ve suç işleyenleri” affetme hakkı yoktur.
-
1974 ve müteakip afların tamamı hukuk ve ahlâk
dışıdır. Failleri suçludur.
-
Şu anda da “devlet adına” ve “devlet içinde”
çok yoğun biçimde suç işlenmektedir.
-
MESELA !...
-
Ülkemizde bir Adalet Bakanı var! Ama adalet,
eşitlik ve hukuk yok..
-
İçişleri Bakanı var! Lâkin sınırlar
delik-deşik, dağlar anarşist ve terörist dolu.
-
Milli Eğitim Bakanı var! Milli eğitim-öğretim
ve milli-manevi müfredat yok.
-
Sağlık Bakanı var! Sağlık, siyaset ve ticaret
malzemesi, hasta perişan…
-
Çevre Bakanı var! Hala dere, göl ve denizlere
lâğım akıyor, ekosistem çökük..
-
Maliye Bakanı var! Gelirde, giderde, vergide,
algıda gasp var adalet yok.
-
Başbakan ve Cumhurbaşkanı da var! Peki
Ergenekon, çete-mafya, susurluk ne? Devlet neden adil olmaz, ilimle amel
etmez? Meşruiyetin temeli bu ya!. Adalet ahlâkı, hukuk ve hak tamam değilken,
Lozan’a aykırı “Kürt Açılımı” (aslında) hangi domuzdan dayatma acaba ?...
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- ERCİYES YÜKSEKLİĞİNDEN
-
Erciyes deyince Kayseri ilimizin aklımıza
geldiğini biliyoruz. Bu ilimizdeki Erciyes yüksekliği de bir o kadar aklımızda
kalanlardan biri, önde geleni olarak hatırlanıyor.
- Kayseri ilimiz merkezinde 32 yıldır yayınlanan bir fikir ve sanat dergisi
var. Adı: Erciyes. Aylık yayınlanıyor. Haziran 2009 ayında 378 nci sayısı
Günyüzü gördü bu derginin efendim. Sahibi: Nevzat Türkten, Genel yayın Müdürü:
Alim Gerçel.
- Erciyes Dergisi ekinde, içinde ve paketinde gelenler var. Bunlar
sırasıyla:
-
KAYSERİ TÜRK OCAĞI DERGİSİ
- Mayıs 2009 ayına ait 101 nci sayısı elimizdeki. 22 sayfalık bir dergi.
Türk Ocakları Kayseri Şubesi Yönetim Kurulu adına sahibi: Prof. Dr. Abdülkadir
Yuvalı. Yazı işleri müdürü: Satılmış Başaran. Fazıl Ahmet Bahadır’ın “Son
Gaziler” başlıklı şiirinden:
- Kaç neslin böyleydi alınyazısı,
- Babasız tüterken baba ocakları,
- Türkülerle duman duman,
- Hasret kokusu.
-
İSTİKLAL GAZETESİ
- 16 normal sayfalık bir gazete. Aylık siyasi ve bağımsız gazete olarak
Kayseri’de çıkıyor. Haziran 2009’da 59 ncu sayısı okurlarıyla buluştu,
buluşturuldu. Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Mehmet Emin Batur.
- Gazetenin sayfalarında; Yrd. Doç. Dr. İklim Kurban, Sebahattin Tekizoğlu,
Abdülmecit Avşar, Prof. Dr. M. Metin Karaörs, Mehmet Emin Batur imzalı yazılar
dikkat çekiyor
-
DUY GAZİNİN SESİ
- Emin Kuzucular’ın 96 sayfalık şiir kitabı. Duyguların harman olduğu,
anlatım rahatlığı içinde sayfalara aktarılan mısralar bütünlüğü, topluluğu.
Gazinin feryadı olarak görülen şiirden bir dörtlük:
- Sevdalıyken, vatanıma yurduma,
- Dert katmayın benim bunca derdime,
- Çağırsam da, düşen yoktur ardıma,
- Çıkmayan sesimi, duy be Ankara!...
-
KURTULUŞ (2)
- Zeki Genç’in 178 sayfalık şiir kitabı. Gözü yaşlı şair olarak bilinen Zeki
Genç, şiirlerindeki anlatım zenginliğiyle okurlarının, şiir severlerin
karşısına çıkıyor.
- Değişik isim ve imzaların ortaya koydukları Zeki Genç anlatımları var.
Türkü bütünlüğü içindeki şiirleriyle dikkat çeken bir görünümünü de unutmamak
gerekli Zeki Genç’in. 10 dörtlükten meydana gelen “Kayserim” şiirinden bir
dörtlük nakledelim:
- Erciyes’im gökyüzüne değiyor,
- Gurbet gibi özleniyor Kayserim.
- Dört bir yandan sıradağlar sarıyor,
- Kem gözlerden gizleniyor Kayserim.
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- AKP’NİN YEL DEĞİRMENLERİ İLE SAVAŞI
-
03 Kasım 2002 günü yapılan milletvekili genel
seçimlerinde akp; Seçme-seçilme ve oy kullanma hakkına sahip ve listelerde
kayıtlı 41.407.015 seçmenden, sandık başına giderek vatandaşlık görevini
fiilen yapan 32.753.836 kişiden 10.848.704’ünün oyunu alarak % 33.12 oranla
365 milletvekili çıkardı;
-
Cumhuriyet tarihinin en antidemokratik
seçiminde chp’de 6.114.843’le, % 18.66 oy oranı ile 177 milletvekili çıkardı.
Diğer partiler adeta bozguna uğradı. Tamamı barajın altında kalarak feci
şekilde boğuldular. Seçimlere katılım oranı: %79.10 olarak gerçekleşti. Yani
akp seçime katılanların % 33.12, tüm seçmenlerin ise %26.20’sının; chp’de
seçime katılanların %18.66’sının, seçme hakkı bulunan vatandaşların ise %
14.76’sının oyunu alarak barajı aştı ve 177 milletvekili ile parlâmentoya
girdi.
-
SİYASİ PARTİLER VE SEÇİM YASALARININ
HUKUKSUZLUĞU
-
2822 sayılı siyasi partiler; 298 sayılı
seçimlerin temel hükümleri ve 2839 sayılı millet- vekili seçimi kanunlarındaki
antidemokratik unsurları dikkate aldığımızda bu, bundan sonraki ve 1983’den
itibaren yapılan bütün genel ve yerel seçimlerin ne kadar millet iradesine
aykırı, utanç verici, adalet-hukuk ve siyaset bilimi ile çelişkili olduğunu
görmek mümkündür.
-
Yani; akp’nin % 33.12; gerçekte % 26.20 ile
Parlâmento’nun % 68.54’üne; Chp’nin ise, % 18.66 veya gerçekte % 14.76 oyla
Parlâmentonun % 31.46’sına sahip olması çok büyük bir haksızlıktır. Asla
onaylanamaz. Bu millet iradesi, hukuk devleti ilkeleri ve kamu vicdanına
saygısızlık ve aleni bir ahlâksızlıktır. Özellikle; kanunun ön seçim ile
ilgili mücbir hükümlerinin uygulanmaması ve millet iradesinin adalet ve
hakkaniyetle tezahürüne karşıt “merkez yoklaması (gerçekte parti sahiplerinin
keyfi ataması) yönteminin uygulanması nedeniyle büyük bir ayıp, haksızlık,
hukuksuzluk ve aymazlıktır bu..Ve kesinlikle!... “yönetimde istikrar ve
temsilde adalet” ilkesinin suç derecesinde ihlâlidir. İnsan hakları, adalet
ahlâkı ve hukuka aykırı olarak, “azınlığın çoğunluğa tahakküm” rejimidir.
Diğer bir anlamda ve en açık deyişiyle; 50 yıllık statükonun sürdürülme
kaygısıdır.
-
Bu, elbette bilinen ve beklenir bir gerçektir.
İkinci “karşıdevrim” 27 Mayıs 1960’dan itibaren sistematik olarak sürdürülen
yozlaşma, bunalım, buhran ve kaotik popülist politikalar bunun böyle olmasını
gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Statükoya göre ortada bir sorun yoktur.
-
MİLLETE GÖRE SORUN BÜYÜKTÜR
-
Ülkemiz, son müze soygunları nedeniyle Kültür
ve Turizm Bakanı (eski chp ve shp’li) Ertuğrul Günay’ın “soygunların sebebi
darbelerdir” tespiti cihetiyle 27 Mayıs 1960, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubatta
olabildiğice soyulmuştur. Öyle ki soygun-vurgun, yalan-talan, gasp, irtikap,
hırsızlık ve yolsuzluk ara dönemlerde de olanca hızıyla siviller, siyasiler ve
oligarşik bürokratik yapı tarafından da amansızca sürdürülmüştür. Bunun yanı
sıra elli yılda vuku bulan faili meçhul sayısı 50 bin dolayında telâffuz
edilmektedir. Dahası iç ve dış borç yükü yıllardır milletin belini bükmekte;
Pahalılık ve enflâsyon geni halk kitlelerini ezmekte; Anarşi, terör ve tedhiş,
halkın huzur, emniyet, devletin güvenlik ve bütünlüğünü tehdit etmektedir, o
dönemde de etmekte idi…Tüm oligark, uzantı ve mütemmim cüzlerini kapsayan
“çağ, İslâm ve insanlık dışı” dokunulmazlık yasaları nedeniyle gaspçılar
yakalanamıyor, parlâmento tasallutçularına dokunulamıyor ve “asil halk” hariç
“medya/mafya/politik-ACI” suçlularına ilişilemiyordu!...
- İşte akp bu argümanları sonuna kadar kullanarak iktidar oldu.
-
Üstelik kahir ekseriyetle ve tek
başına…Demokrat Parti’den bu yana ilk defa!...
- Ama
ne oldu? Yedi buçuk sene sonra gelinen noktaya bakıldığında fotoğraf şu:
“Havanda su dövmek, bıktıran demagoji, tezvirat, popülizm-mugalâta, adi,
ahlâksız ve şerefsiz kartel medyası ile dans, siyasette mutasyon; sonuç hayali
sukut ve hüsran…” Yani akp ve hükümeti 7.5 yıldır fuzuli işlerle iştigal
etmekte, de’Facto AB-D sultasına izin vermekte ve İspanyol yazar Miguel de
Cervantes Saavedra'nın kahramanı Donkişot misal yel değirmenleri ile
savaşmaktadır.
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA Hayat Hikayesi |
-
GÜLE SELAM; SANA KELAM.
-
Semanın ufkunu saran karabulutlar dağılmış,
baharın rikkatini yeryüzüne yayan ışıltısı sarmıştı. Güneşin enginliğini
gözlerimize yapıştırarak, güllerin rengini ve kokusunu sinemizde yatıştırarak
öteler ötesinin ufuk perdesi aralanmıştı. Güneşin sıcak yüzü tenleri yıkamaya
başlamış, güllerin zarif yelleri açılmaya başlamıştı.
-
Akşamın mehtabında sahillerin sürükleyişi
hicranımı taşlamıştı. Zihnimin ince bezini yırtarak, fikrimin kalın tezini
kırarak... Güllerin kanlarını yüreğimde kaçışımla ısırıyordum, günlerin
tanlarını sözlerimde bakışımla ısıtıyordum. Kendimi kaybettiğim, hicranla
ezildiğim yaralı ruhum. Belli belirsiz sahillin dilinde yutularak yürüyorum,
karanlığın gizlediği ufuklara doğru yalnızlığa kapanıyordum... Gökyüzünün
süslü perdesi yıldızlar başımda taç. Bedenimi ürperten ılık İlkbaharın esen
uğultusu kafamın odasında dinmişti. Ruhumu saran, kafamın odasını soran sesin
yankısı ise bende sinmişti. Bir yandan bakan güller, bin andan akan düşler.
-
Güllerin rengi, günlerin derdi: Birinde
gözlere kan akar, diğerinde izlere yan bakar. Varlık istikametinin var oluşu,
karlık istirahatının yar oluşu yakalandığı an, ruhun sevincine şan takar: Gül
ve günler... Güller izzet, günler ismet. Düşler ise; yüreklerin çizik izi,
kafaların kırık dizi, günlerin yanık sisi.
-
Zihnimin günlüğü artan adımlarımla tutuşmaya
başlamıştı. Fikrimin külüne, izanımın gülüne yazdığım yırtık sayfalar.
Benliğimi soldurduğu, irademi doldurduğu ve yüreğimi yaslarla yoğurduğu
denizin kucağında! Hüzünlere gark olan gözlerime dalgalar çarpıyordu.
Duygularıma vurulan balyozların hıçkırığıyla, düşüncelerime kurulan
heyelanların kırıklığıyla yaslar ve yaşlar artıyordu. Aklım durmuş, ruhum
donmuş, kalbim dalmış...
- Düşler! Boş bir avuntu, loş bir anı esintisi olarak beyhude ömrün tozu
olarak dağılıp gider. Düşler sonunda kalan ise yalnızca kafalara biriken
hecelerin hamal yüküdür. Yükler idraklerin derinliğine sızarak; hayatın
değişimini kavranmasını zayıflatıyor, sağlam kişilik edinmesini hayıflanıyor,
toplumun zengin birikiminde kaliteli kimlik edindiremiyor. Atıl ve sıradan
hayatla, bereketsiz ve verimsiz zamanla, esefsiz ve esersiz özürlülükle ömür
geçiriliyor. Anlık anlar dönüyor, geleceğin bilinmez karanlığına üfleniyor.
Ruhları ve kalpleri karartan vasıtasız ve gayesiz düşler. Bunun sonucunda
yüzler kırışmış, dişler kırılmış, düşler hayatının çarkında sıkışmış olarak
yaşamın soluğu söner. Düşler... Gerçekçilikle birleşirse, gayelerin adımı akıl
nimeti ile şekillenirse; hayatın anlamı, varlığın sırrı boşluk yerine hoşluk
meydana getirir. Mana yarışının dinamizmine koşarak insanlık özelliği
yakalanır. Geleceğin aydınlığında akılcı adımlarla, akıcı yaklaşımlarla
merdivenleri çıkarak ihsanların kapısı aralanır.
-
Güller; bize estetiğin ve güzelliğin resmini
fısıldar, sevginin zarif tebessümünü yaslar. Kırmızılıklar gözlerin yaşlarını
isletir, kırıklıklarla kan olarak yüzleri ıslatır. Güller sevdalara tılsımdır,
yüreklerin yangınlarına biriken ayrılıkların yakarışıdır. Gayesiz düşlerden
uzak, gayelerin derinliğine vakıf olarak, akıl izzetine akif kalarak güller
varlığımda bana paye.
-
Düşüncelerime yığılan, duygularıma çarpan
kelimelerin önüne geçemeyerek; gözlerimin boğulandığı, ruhumun boğulduğu,
kalbimin kasıldığı, dimağıma kadar biriken selin yığılışıyla ve fıtratımın
fırtınalı coşkusuyla İstanbul Boğazının enginliğine haykırıyorum:
-
Selam; yaşamın donanım işaretini sunan izler,
varlığın gelişim iradesini açan güller. Adresi benliğimize ulaşan, zihinlerin
duvarında buluşan, satırlara kazınan, hatıralara yazılan: Günler...
-
Akşamın soğuk deminde, sahillerin millerce
uzunlukta ki dilinde ağır ağır süzülüyordum. Kulaklarımda dalgaların sahile
vuran tokadı, üzerimde martıların acı çığlığı, önümde karanlığın alnı, özümde
hecelerin yağmurları takip eder. Her yanım kuşatılmış, her anım başıma
gömülmüş. Rüyaların bulanık tablosu şiirle tüten duygularımın sandığından
çıkarılarak, fikrimde seyir. Seyir ki hüzün bakış. Yüreğime ok atışı gibi;
bedenimi eğen, ruhumu ezen çatlamış tablo.
-
Zamanların akıntısında çağlarla sarılan,
ruhların ufuk aşıntısında aralanan, anlık anların harabelerinden süzülen…
Destansı sevdaların düşleri varılan, hicranlı ayrılıklarla yazılan; Üsküdar’ın
dudağına yapışmış konağı, acı aşkların yanağı olan: Kız Kulesi karşımda durur.
Tarihlerin kuyusunda çalkalanan sancıların yakıcı sırdaşı... Kim bilir hangi
sevdanın ayrılıklarına tanık oldu, kim bilir hangi zahmetlerin kamcısı
davasına vurdu. Nice hadiselerin tanığı, nice kasidelerin sanığı olarak yorgun
duvarları fısıldar. Anıların mühründe öğütlenen, asırların dişinde öğütülen:
Kız Kulesi
-
İstanbul’un kalın ense kökünde, başıma yığılan
ağırlığın közünde yürüyorum; karanlığın gizlediği ufuklara doğru. Uzaklıklar
gözlerime koz, yıkıntılar gönlüme toz, hüzün taşkınlıkları artan doz... Sanki
yılların çilesi ıslatmıştı. Boynuma ateş dolanmıştı. Günler; gözlerimde okunan
hicranla yıkanmış, güllerin kanlarıyla dokunan isyanıyla sararmış, düşlere
sokulan ıssızlıkla sıvanmıştı.
-
Düşüncelerime yansıyan, güllere ayna. Şu
satırların yazılmasına sebep kaynak. Düşlerimde bilenen, duygularımda
şekillenen güllerin kanlarını yüreğime akıtan, yosunlu kuyuların acılığını
yaşatan. Rüyalarımın penceresinden akan, kafa kağıdına yazdığım eserimden
bakan. Şiirlerimin ilham yazısı seslenir, gül esintisini her andan nefesi
kalbimin izinde savrulan, gün esaretinin her andan ruhumun gizinde kavrulan:
-
İlk baharla açan güllere selam. Esaretiyle
yüreğimi sürgünlere atan sana kelam...
- Kalıpta donan ruhum erimiş, satırda duran özlem kalbime inmişti. Güllerin
aynasında ki kanlar dökülerek, kirpiklerimi ağrıtan anılar film şeridi gibi
canlanmaya başlamıştı. Gül kokulu, şen dokulu; kafamın odasını altüst eden,
fikrimin adasını işgal eden... Anlık tozların düşlerinde solukla yürüyen.
Damarlarımın ininde uğultulu seslerle gezinen. İsmin canıma mimlenmiş, cismin
kanıma damgalanmış. Benliğimi ansızın sisleyerek yürüyen sen...
-
Sen izanımın bünyesinde, zamanlarımın
bütünlünde gölgesin. Gölgenle izin izimi bulan varlık. Zihnimi ve fikrimi
kemirip duran darlık...
- Sana sürgünüm: Sevdanın işaretinde atılan oklarla bilinmezin balçıklarına
iten, karanlığın kubbesinde biten sürgün yüreğim
-
Selamların haykırışı sesini bulsun. Satırlarım
senin gözünü öpsün. Kelamlarım; kırgınlığını dindirerek, kızgınlığını
sindirerek tutsun.
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
MALZEMESİ: 3kilo gram hası,4 yumurta,1 yemek kaşığı sirke,üç
yemek kaşığı yoğurt,bir tutam tuz,1 kilogram su,1 kilogram buğday nişesta,1 kilogram toz şeker,leblebi
kadar limontuzu
-
Normal bir tepsi baklava için üç kilo
birinci sınıf un konulur.
-
Bir miktar su,on adet çiğ yumurta
kırılır,2ir yemek kaşığı sirke, dokuz yemek kaşığı yoğurt ,bir tutam tuz
ilave edilerek hamur kulak memesi sertliğinde yoğrulur. Bu hamurun bir
miktar dinlendirilmesi gerekir.
-
Hamur yazılırken ok’a yapışmaması için
ev nişastası serpilir.
-
Hamur ersinle kesilerek yumurta
büyüklüğünde yumak tutularak temiz ve nemli bir bezin altına yazılması
için bekletilir. Baklava hamuru ok ile açılır. Yufkaların mümkün olduğu
kadar ince yazılmasına dikkat edilmelidir. Hamur yazılırken ok’a
yapışmaması için nişasta serpilir.
-
-
Açılan yufkalar temiz bir sergi veya
çarşafın üzerine kurumaya bırakılır. Bir miktar nemi çekilen yufkalar
atı yağlanmış tepsiye tek tek serilirken her kat arasına eritilmiş
tuzsuz tereyağı ekilir.
-
Otuz yufkadan sonra bol miktarda
kıyılmış ceviz konularak tepsinin tamamına yayılır.
-
Açılan yufkalar
temiz bir sergi veya çarşafın üzerine kurumaya bırakılır. Bir miktar
nemi çekilen yufkalar atı yağlanmış tepsiye tek tek serilirken her kat
arasına eritilmiş tuzsuz tereyağı ekilir.
-
Üzerine
tekrar otuz yufka konularak baklava tamamlanmış olur. Tepsideki yufkalar
dilimlenerek üzerine kaşıkla eritilmiş tereyağı ile yağlanır. Kızartılan
baklavanın üzerine kestirilmiş şeker şerbeti ekilir.
-
Dikkat edilecek husus baklava
sıcaksa,şerbet soğuk olmalı,baklava soğuksa şerbet sıcak olmalıdır.
Şeker kestirilirken ufak bir parça limontuzu atılır iyice
kaynatılmalıdır. Soğuyan baklava servise hazır olur.
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Erhan TIĞLI |
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi |
- DOSTLA SEVGİLİNİN FARKI...
- Dost demli bir çaydır zevkle yudumlanan
- Kendilerine gelir tiryakiler
- Bardakları devirdikçe...
- Sevgili öyle bir içkidir ki gül renkli
- Kendilerinden geçer içenler
- Sakinin sunduğu kadehlerle...
- Dost düşünerek attırır adımlarımızı
- Sevgili uçurur gökyüzünde
- Kuş cennetine çevirir kalbimizi...
- Dost akıl verir bize
- Sevgili alır aklımızı başımızdan
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Rıza KANDEMİR |
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
|
HACI BEKTAŞ
Pervane dönerken arşı semada
Höccetin verilmiş gel Hacı Bektaş
Pir civanı çağırdığım sırada
Akpınar üstünde can Hacı Bektaş
Ayetin başıdır elif hecesi
Yesevi’nin eri Rumi hocası
Seyfe gölü İncilli’nin arası
Keçeci babada can Hacı Bektaş
Çağrınca mazlum seni bulunca
Güzelli’den mahyan çöle varınca
Deruni’nin can göçtüğünü duyunca
Çileye Beş Taş’a gel Hacı Bektaş
Abdal Musa Gaygısız’a seslenir
Kırk Budak’tan Seyran bağı beslenir.
Mezirmi’ye duman olmuş sislenir
Sögüt’te baş ağa zar Hacı Bektaş
Akpınar Çeşmesi Kevser akarken
Balım Sultan ufuklara bakarken
Seyran Bağı gonca gülü kokarken
Medet sende kaldı car Hacı Bektaş
Karaca Höyük Akpınar’ın solunda
Asileri deniz aldı sonunda
KUL RIZA’YI kabul eyle yanında
Beş Taş’a güvercin gel Hacı Bektaş
9 Kasım 2007 02.15 |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
148 SAYI 25 Haziran 2011 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |