YIL 12     SAYI 141    25 Kasım 2010

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL KUR'AN-I KERİM GÖRE KURBAN VE KURBAN BAYRAMI
Mustafa Nevruz SINACI REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
Mahmut Selim GÜRSEL BELKİ
Üzeyir Lokman ÇAYCI GÖLGELER UTANMAZLAR
Mustafa Nevruz SINACI BİR MÜŞAVERE VE İNSAN HAKKINDA MÜZAKERE
Mahmut Selim GÜRSEL NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN!
Selma GÜRSEL CIZLAK
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU GÖKYURT’UM KERKÜK’ÜM
Erhan TIĞLI GERÇEK SEVGİ
Dilek BİGA SEN NESİN
 
   
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
 KUR'AN-I KERİM GÖRE KURBAN VE KURBAN BAYRAMI
            Dini bayramlarımızdan olan “Kurban Bayramı” Zengin Müslümanların olmazsa olmazlarında birisi ve sorumlu olduğu “Hac” şartının yapıldığı bir kutsal ayda kutladığımız bayramdır.
            Bilgilerimizi tazelemek açısından bu satırları yazarken Yüce Kuran’ı Kerim’in mealinde:
Kurban Kesmenin esas amacından birisi de Hac görevini tamamlayan bir vecibe olması ve Hac görevi yapmayanlarında bu görevlerini belli ayda yapılması ve Hac:
2:197. Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.
 
108 Sure’de çok açık olarak Peygamber Efendimize “kurban Kes!” diye emri bulunmaktadır.
108-el-KEVSER  Bismillâhirrahmânirrahîm
108:1. (Resûlum!) Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik.
108:2. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes.
108:3. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.
            Yine: 108 Sure’de: Her ümmete Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık” demektedir.
22:34. Biz, her ümmete -(Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah'ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, İlâhınız, bir tek İlah'tır. Öyle ise, O'na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevazi insanları müjdele!
Yine: 6. Sure’de: Kesilmiş olanlarına ancak Allah C.C. adı anılarak kesilenlerden yeyeyiz emredilmektedir.
6:118. Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine O'nun adı anılarak kesilenlerden yeyin.
            Allah C.C. adı anılarak kesilen hayvanlardan yenmemesi emredilmektedir.
6:121. Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.
            Kesilecek olan hayvanlardan da Yüce Kur’an-ı Kerimde bahisler vardır.
22:36. Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.
            22 Sure’de belli günlerde Allah’ı ansınlar diyerek Kurban Bayramını işaret etmiş bulunmaktadır.
22:28. Ta ki kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günler de Allah'ın ismini ansanlar . Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin.
Kurban Bayramı Hac’ın bitiminden sonra kutlanmaktadır. Yüce Kur’an’ı Kerim’e göre Hac için İbrahim Aleyhi selam’a:
22:27. İnsanlar arasında haccı ilân et ki,gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler.
22:28. Ta ki kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günler de Allah'ın ismini ansanlar . Artık ondan hem kendiniz yeyin,hem de yoksula, fakire yedirin.
3:97. Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.
22:29. Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler.
Hepinizin Kurban Bayram’ını kutlar nicelerine ermenizi dilerim!
 

 

 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
 REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
            KPSS sınavında ortaya çıkan yolsuzluk; geçmişin karanlıklarından günümüze uzanan menfur satanist cemaat-siyaset; soygun-vurgun, sahtekârlık, nitelikli dolandırıcılık ilişkisine dayanan ve tesadüfen “namuslu-dürüst bir vatandaşa çarpma sonucu” ortaya çıkan bir kamyon (susurluk) kazasına benzemektedir.
            Gerçekte bunlar bir tesadüf değil, “ilâhi adalet” in tezahürleridirler.
            Zira susurluk türü bilumum kirli iş ve ilişkiler, zaten devletçe malumdur.
            Devlet izafi bir kavram olmakla; Hakikatte “güç” bizatihi hükümettir.
            Bu harama ve yalana dayalı akçeli işler; kirli, haksız, adaletsiz, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık, sahtekârlık, rüşvet-iltimas, kaçakçılık, kara para, yasa dışı ticaret, kayıt dışılık, hırsızlık-yolsuzluk, evrak tahrifi ve suiistimal genellikle hükmedenlerin bilgi/himaye, yardım ve yataklığı dâhili ve sâyesinde yapılır. Yöneticiler bunu bilmeseler dahi (ki bu asla mümkün ve imkân dahilinde değildir) emanetçilik ettikleri efendi, sulta, dikta veya cunta bilir!..
            Dahası, mahalle muhtarından MİT muhbirlerine, semt karakolundan, sağlık ocağı ve bilumum yerel-taban ünitelere kadar müthiş ve muazzam bir “yasal örgüt”, hukuki bilgi ağı ve örgün iletişim organizasyonu biçiminde işleyen mekanizma; Kesinlikle ve mutlaka her şeyden haberdardır. Devlet, nerede ne olduğunu ve kimin ne işler karıştırdığını bilir. Zaten de bilmek zorundadır. Bilmezse “devlet olma” temsil, hüküm-hikmet ve meşruiyet vasfını yitirir.
            İşte böyle!...
            Bahusus KPSS sınavının iptali insan hakları, adalet ve hukuka aykırıdır.
            Hükümet önce, bütün unsur, amir, dâhili-harici bağlantı ve uzantıları ile mezkür çeteyi ortaya çıkartmak; Olayda kastı mahsus, cana, mala, ikbal ve istikbale matuf caniyane emeller, haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık, soygun esası olduğu için failleri istisnasız tutuklamak, yargılamak, hapisle tazyik ve tecziye etmek; Adalet ve yargının görevidir.
            Buna paralel olarak bütün “kopya çekenler” otomatikman ortaya çıkacaktır.
            Kopya çekmek suçtur. Faillerin sınavları iptal edilir ve fiillerine uyan cezalara çarptırılırlar. Bunlar, mutlaka yargılanmak ve cezaları verilmek zorundadır.
            Kopya çekmeyen, masum, müsemma “doğru-dürüst” olanın sınavı geçerlidir.
            Namuslu ve dürüst insanlar asla cezalandırılamaz.
Devlet; iyi insan, iyi, namuslu, dürüst vatandaştan yana olmak,
Onurlu ve sorumlu vatandaşları korumak, kollamak zorundadır.
Aksine bir karar veya tasarruf halinde “Cumhuriyet Savcıları, Adalet, Yargıçlar ve Barolar” karar mekanizmalarına karşı harekete geçmek; Namuskâr ve dürüst vatanların hak ve hukukuna sahip çıkmak zorundadır.
Aksi taktirde bunlar da, “onursuz ve sorumsuz” aciz ve yok hükmünde sayılır!..
Sonuçta dava sür’atle sonuçlandırılıp, dürüstlerin hakkı hayat bulmalı; Kötüler mutlaka kahredilmeli, yardım-yatakçı, uzantı ve bağlantıları ıslah veya mahvedilmelidir… 
Aksi takdirde kötülük büyür.
            Kötülük olan ülkede, ya hükümet yok, veya aciz, zayıf ve aciz hükmündedir!..    
            Dolayısıyla, başta güncel KPSS yolsuzluğu, anarşi, terör-tedhiş, bilumum haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık ve ‘organize işler’ dediğimiz suçlara karşı etkin tedbirler almayan yönetimler ve hükümetler her halikârda suça ortaktır.
Yahut da, bütün faili meçhullerin suçlusu hükümettir!..
            Manâ ve muhteva olarak, alenen; “suç teşkil, suça teşvik, suç ve suçluyu övme, tahrik” gibi insan hakları, adalet, hukuk ve ahlâk dışı unsurlar içermedikçe, “Söz söyleme, düşünce ve kanaat açıklama” hak ve hürriyeti tahdit edilemez.
            Amma lâkin, öldüreni öldürmeyen; Suçluyu mutlaka bulup cezalandırmayan;
            Haklıyı, doğruyu, iyi-namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu vatandaşları korumayan;
            Adaletle hükmetmeyip, rezilliği yok edemeyen hükümet acze düşmüş demektir.
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
BELKİ
Kendisinden başka birisini düşünmeyen bir şahıs; ağlar mı güler mi belli olmayan dudakları ile bakan, saygıyı bile bilemeyecek kadar düşüce yoksunu, olan birisini düşüne bilir misiniz?
Arakasında bir sürü bilmedikleri bu şahsı alkışlayan; kişilerin koştuğu ve alkışladığını düşünün.
Bunun gibi kişileri birileri tarafından yetiştirildiğini ve o toplumun bütün değerlerinin yok edilmesin ve değiştirmeleri için elinden geleni yapar ve görevini tamamlayarak anasının kucağına gider ve oradan yapacaklarını yapmaya devam ederler.
Yetiştirilenler filizlerini vermiş, Vatanın toprağına kök salarlar ve iyice benimsedikleri yeni görevlerine körü körüne bağlanır ve büyüdükleri, yiyip içtikleri Vatanlarını ya mürşitleri için ya da birkaç kuruş için satarlar. Bu yeni kök selenlerin esas köklerinin daha önceleri bu vatanın toprağında yaşamış ve o Vatanın idarecileri tarafından tolerans ve insandır diye ülkede kalmasına müsaade etmiş başka din sahipleridirler.
Bunlar yeni yapılanmada kendi dinlerine de artık serbestlik olarak gördükleri ve ele geçirdikleri ülkenin artık sessizleştirilmiş fertlerinin sessizliği ölçüsünde artık tohum olmaya başladıklarını zannederler.
Bu kişilerin; kendilerini ve etraflarındaki topluluktan başka hiçbir şey düşünmez, ülkenin diğer fertlerini sömüren ve kanını emen varlıklar haline gelirler.
“Ey Bu Topraklar İçin Toprağa Düşenler” beni ve diğer susanları af edin. Susturulmuşları da af edin! Karışmayanları da af edin!
Önündeki örnek olan ülkenin en yakın komşusunun hali seninde başına gelmesine ramak kalmadı mı?
Onlar da; bu suskunlukları ve ülkelerin idarelerine katkıda bulunmadılar ve bildikleri doğruları söylemediler veya söyletilmediler. Birkaçı ülkelerini kurtarmak girişimi gibi göstererek Yeni Dünyadan güç ve kuvvet gelmesini dilediler. Onlar da geldiler. Onları öldürdüler. On binlerce kadının ırzına geçtiler ve bir o kadar çocukların masumluğuna bakmadan katlettiler. Onları çağıran kuklalarına da yönetimi bırakarak ilerde büyük bir yara olarak bıraktılar ve uzaktan kumandaya ait programlarını çalıştırmak için kontrol mekanizmalarını kurmaya başladılar.
Ey uykuda olan ve üzerine ölüm toprağı serpilmiş insanlar!
Ne diyeceğiz?
Belki!
 
 
 

 

 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
GÖLGELER UTANMAZLAR
            Doğan, 1970 yılının şubat ayında Fransa’nın Farébersviller bölgesinde  doğdu....
1969 yılında Afyon’un Baştepe Köyü’nden gelen Babası Celil’in Freyming-Merlebach maden işletmelerinde zor şartlarda çalıştığını küçük yaşlarda  fark etti. Ve  kendisinin böyle bir çalışma ortamına girmemesi gerektiğini düşündü.
Zeki ve çalışkan olmasına rağmen “yabancılara karşı takip edilen politikalar nedeniyle” kolej sıralarında yolu kesildi ve sanat okullarına yönlendirildi. Böylece yüksek tahsil yapma beklentisi kendi isteği dışında engellendi.
17 yaşında, mermer gibi sert cisimleri şekillendirmek üzere bir eğitime başladı. Başarısı dikkatleri çekti. Sanat okulundan mezun olduktan sonra öğrendiklerine kendi fikirlerini de ekleyerek dikkat çeken eserler üretmeye başladı. Kısa  zaman içerisinde bölgenin Belediye Başkanı yaptığı güzel çalışmaları fark etti. Teşvik için  ona bir atölye verdi ve  iş tekliflerinde bulundu. O şehrin önemli yerlerindeki boş duvarlara pencere ve doğa görüntüsü verdi. Emeklerinin karşılığını almak suretiyle güzel para kazanmaya başladı.
Bir gün atölyesinde çalışırken yanına daha önce  hiç tanımadığı bir kişi geldi :
-Ben Fas’lı bir Öğretmenim. Bu bölgede görevliyim. Çalışmalarınız dikkatimi çekti. Sizi tebrik etmeye geldim. Bu  sıralarda Doğan’la  tanışmak için gelenlerin sayısı da oldukça fazlaydı.
Babası emekliye ayrıldıktan sonra küçük bir mağaza açmıştı. Zaman zaman da Doğan’ı atölyesinde ziyaret ediyor ve böylece gelişmeleri de yakından takip ediyordu. Kendisine gösterilen ilgilerin çokluğundan olumsuz etkilenmemesi için ona uygun bir dille öğütler de veriyordu. Aradan birkaç gün geçmişti. Faslı Öğretmen atölyede çalıştığı bir sırada tekrar yanına geldi:
-Doğan Bey,  kolay gelsin. Ben sana bir teklifte bulunmayı düşündüm.
“Söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi ? “ diye uzun uzun düşündüm. Ve seninle konuşmaya karar verdim. Yani kabul edersen seninle ortak olmak istiyorum. Doğan, kendisine yapılan bu teklife bir anlam veremedi.
-Dostum, benim yaptığım bu işten sen anlıyor musun? Birkaç gün önceki konuşmalarına göre biliyorum ki anlamıyorsun... Uzun süre sizinle dostluğumuz da yok. Yani birbirimizi iyice tanımıyoruz.  Benimle neden ortak olmak istediğini de anlayamadım. Sonra yaş itibarıyla senin gibi tecrübem de yok. Yani nereden bakarsam teklifine cevap vermem güçleşiyor. Ben burada yalnız da değilim. Bu gibi şeylerin riskini ilerde taşımamak için fikir alışverişinde bulunacağım ve sorumlu olduğum kişiler var. Onlara yani anama, babama ve eşime sormam lazım.
Faslı öğretmen aldığı cevaplardan memnun görünmüyordu:
-Elbette annene, babana ve eşine sorabilirsin... Birkaç gün sonra ben seni tekrar ziyaret etmeye geleceğim. Şu an hemen karar vermek zorunda da değilsin... Acelesi yok yani...
Doğan akşam üzeri olup bitenleri babasına anlattı. Babası :
-Oğlum işin içerisinde bir bit yeniği var... Bu adama dikkat etmelisin! Düpedüz bu
adamın “senin kazandıklarında” gözü var... Sonra bu bir öğretmen. Yaşça da senden büyük... Ben uzaktan tanıyorum. Görünüşüyle bu herif sağlam bir pabuca da  benzemiyor...
-Yani... baba bu adam gelince kabul edemeyeceğimi bildireyim,  değil mi? Zaten
ben kabul edilemeyecek bir teklif olduğundan da daha önce ona bahsetmiştim.
-Elbette oğlum... Şu zamanda insanlara güvenilmiyor ki... İnsanın en yakınından
dahi hayır gelmiyor...  Adamın yüzüne gülüp arkasından kuyusunu kazıyorlar. En
iyisi tatlı dille başından uzaklaştır gitsin!
- Tamam baba... senin dediğin gibi yapacağım.
Birkaç gün sonra Fas’lı Öğretmen şehir merkezinde bir duvara resim yaparken  Doğan’a :
-          Kolay gelsin sanatkâr adam... Müthiş bir çalışma... Ben hayatımda böyle bir
çalışma görmedim. Seni kutlamamak imkansız...
Doğan içini okşayan iltifatlarla dolu bu sözler karşısında merdivenden inerek onunla tokalaştı...
- Çok güzel sözleriniz için size  teşekkür ediyorum hocam...
Doğan’a iyice yaklaşarak yumuşak seslerle :
-          Sevgili Doğan, sanatkârların haklarını her ne şekilde olursa olsun vermek lazım.
Bu da yerinde tespitlerle olur... İşte ben seninle ortak olmayı da bu sebeplerle istiyorum. Ve şu an bunun için yanındayım. Annenin ve babanın görüşlerini aldın mı?
Doğan kendisine ortaklık teklifinde bulunan bu şahsın tavırlarından da olumsuz etkilenmişti.
- Kusuruma bakma hocam, teklifinizi kabul etmem mümkün değil... Zaten böyle bir
insana ihtiyacım olsa benim iki erkek kardeşim var... Önce onları çağırırım...
Faslı Öğretmen :
- Sevgili Doğan senin gibi değerli bir insanın kusuru olur mu hiç...  Bu cevabına
oldukça saygı gösteriyorum.  Ayrıca sana hak da veriyorum. Elbette bir adama
ihtiyacın olsa,  öncelikli olarak kardeşlerini seçmen kadar doğal bir şey olabilir mi?
Doğan olumsuz cevabının  böylesine “nazikçe ve anlayışla”  karşılanmasına oldukça şaşırmıştı. İçinden “böyle güzel sözlerin sahibi bir insan asla kötü olamaz...” diyordu.  Ona :
      - Sevgili hocam... Beni utandırdınız. Sağ olun varolun. Sizin gibi değerli bir insanı bundan sonra  atölyeme çay içmeye davet ediyorum. Arada sırada gelirseniz beni ihya etmiş olacaksınız.
- Pekiyi  sevgili Doğan, seni şimdi daha fazla rahatsız etmeyeyim. İşinden
gücünden alıkoymayayım. İnşallah en kısa zamanda tekrar görüşürüz. Kolay gelsin... Hoşça kal.
Doğan aynı gün,  akşam üzeri eşi ve çocuklarıyla;  annesini, babasını ve kardeşlerini ziyarete gitti. Onlara olup bitenleri anlattı... Yaptığı işlerden bahsetti. Fas’lı öğretmenle aralarında geçen konuşmalardan söz etti.
- Baba! Fas’lı öğretmen tahmin ettiğimiz gibi değilmiş... Ortak olarak kabul etmeyeceğimi söylediğim zaman anlayışla karşıladı... Yani “ortaklık teklifi” böylece kapanmış oldu.
Aradan günler geçtikçe Doğan’ı taltif edenlerin sayısı oldukça artıyordu. Babası bir yakınlarının ölümü dolayısıyla Afyon’a gittiği bir sırada Faslı Öğretmen Doğan’ı bölgenin en ünlü bir lokantasında yemeğe davet etti.  O da bu daveti kabul etti...  Oraya gittiğinde aşçılara kadar bütün lokanta çalışanları ve Faslı Öğretmen onu kapıda karşıladılar. İçerisi loş bir şekildeydi... Üzerleri mumlarla ışıklandırılmış sadece kuş sütünün bulunmadığı masalardan birinin en güzel bölümüne, iltifatlarla Doğan oturtuldu. Şampanyalar patlatıldı... Kadehlere konulan içkiler tabakların etraflarına dizildi. Lokanta görevlileri şampanyaların ve şarapların kalitesinden bahsederek:
-Doğan Bey, içkilerimizden ve yemeklerimizden memnun olacağınızı umuyoruz.
Faslı Öğretmen kadehini kaldırarak:
- Haydi sevgili Doğan Bey, yaptığınız güzel çalışmalar ve yüksek sanatınız şerefine!
Doğan :
- Hocam ben içki içmiyorum. Hiç hayatımda içmedim. Böyle yerlere de alışık değilim. Normal olarak ben lokantalarda yemek yemiyorum. Ama senin hatırın için ilk kez buraya geldim.
-Aaaaaa! Sevgili Doğan senin gibi büyük bir iş adamı, bir gün için, böyle güzelbir ortamda benimle şu güzel şampanyalardan ve şaraplardan içse ne olur sanki?  Haydi.Haydi   isteğimi geri çevirme aydın insan! Al kadehi eline. Sonra fısıltı halinde:
- Bak herkes bize bakıyor. Çaktırmadan sen içmene bak. Doğan kadehlerden birini eline aldı. Elleri ve ayakları titriyordu. Ağzına bir yudum aldığı an tiksinti duyar gibi oldu. Sonra yemek arası normal bir şekilde içmesini sürdürdü. Bir ara ağzında kelimeler dağılırmışçasına Faslı Öğretmene:
-Sevgili Öğretmenim ben artık içmeyeceğim şu meretten. Haram yahu. Bana
Zorla içirdin. Sonra sen de Müslümansın. Hem kendin günahkâr oldun, hem de beni günahkâr ettin!  Bak gördüğüm kadarıyla sen benim gibi sarhoş da değilsin. Başım dönüyor yahu. Şimdi ben evime nasıl gideceğim?
- Sevgili Doğan Bey, Sevgili dostum. Biz burada ne güne varız. Taksi çağırırız olur biter. Seni böyle yüzüstü bırakır mıyız hiç?
-O da doğru ya?  Pekiyi beni bu kafayla hanım ve çocuklarım nasıl karşılayacak?
- Doğan Bey sen erkek adamsın be! Sen taşlara nasıl şekil veriyorsun? Aklınla ve hünerlerinle. Elbette buna da bir çare bulursun! Sonra; sarhoştan herkes korkar.Bağırdın mı olur biter!
- Doğru ya ben erkek adamım... Evin reisi benim... Bağırdım mı olur biter!
- Bravo Doğan Bey!  Doğan tirit gibi sarhoştu. Taksiyle evine geldiği sırada saat 03.00’ü bulmuştu. Eşi merak içerisinde kalmıştı. Kayınvalidesine “yanlış anlaşılır düşüncesiyle” telefon dahi açamamıştı. Doğan : -
- Hanım! Hanım! Diye bağırdığı sırada cebinden taksi şoförüne vermek üzere para çıkarmaya çalışıyordu. Eşi kapıyı açtığı sırada Erdoğan şoföre 500 Frank uzattı :
-Üüstü kalsın! Dedi. Fransız Şoför:
-Beyefendi biz halka hizmet ediyoruz. Siz  sarhoşsunuz..Yani ne yaptığınızın
farkında değilsiniz. Borcunuz,  gece tarifesi olarak 50 Frank. Alın şu  450 Frank’ınızı. Dedi ve parasının üstünü vererek oradan uzaklaştı. Eşi, Doğan’ı aşırı bir şekilde alkollü görünce:
- Bak Doğan’cığım seni uykusuz kalarak üç çocuğumuzla şu ana kadar bekledik. Sen hiç içki içmezdin; ne oldu da bugün içki içtin? Birisi mi içirdi yoksa? Gözleri kıpkırmızıydı Doğan’ın.Eşine doğru yaklaşarak:
-Bana bak! Sana hesap vermemi mi bekliyorsun ha? Bırak da felekten bir gün
çalalım. Hani şu nazik öğretmen vardı ya. İşte o davet etti beni. Lokantaya bir yığın para da ödedi zavallı!
- Doğan’ım  bak ayakta duracak halin yok!  O öğretmen iyi bir insan olsaydı, seni bu hale düşürmezdi? Yalvarıyorum sana. Ne olursun bir daha içme. Her zamanki gibi yemeğimizi sen ve ben çocuklarımızla birlikte yiyelim! Doğan gözlerini irileştirerek eşine iyice yaklaştı:
-Daha konuşmaya devam edecek misin ulan? Söyle sen mi yöneteceksin beni ha? Benim karar verme hakkım yok mu hiç? Bak herkes bana “bey” diyor. Zenginim artık, daha  fazla konuşursan nelerle karşılaşacağını biliyor musun?
- Doğan’ım ben senin her şeyine katlanırım. Yeter ki sen bir daha içki içme! Üç çocuk iyice annelerine sarılırken en küçüğü ağlamaya başlamıştı. Annesi onu kucağına aldı.
-Ne oldu yavrum; niçin ağlıyorsun? 3 yaşındaydı Celil. Annesine sarılarak:
-Anne! Ben babamdan korkuyorum!  O beni neden kucağına almadı? Beni
Sevmiyor değil mi?
- Kes sesini. Evin reisi benim. Şuna bak benden korkuyormuş. Ben öcü müyüm ulan?
Ertesi sabah, eşi Tülay, çocuklarından ikisini,  karınlarını doyurduktan sonra okula götürdü. Celil uyuyordu. Kendisi kahvaltıyı eşiyle birlikte yapmak için aç susuz öğleye kadar bekledi. Doğan kalktığı zaman saat 12.00’yi geçiyordu.  Kendini oldukça yorgun hissediyordu. Eşi ona olup bitenlerden hiç söz etmedi. Kendi kendine “oldu bir kere. İnşallah bir daha olmaz. Anlarsa yaşadıkları kendisine bir ceza gibi.” diyordu. Birlikte kahvaltı yaptılar. Babası Türkiye’den gelinceye kadar Faslı öğretmen üç kez daha onu aynı lokantaya davet etti. Her defasında lokanta masraflarını da ödedi. Doğan içkili bir hayatın iyice içine girmişti. İçmediği zaman elleri ve ayakları titriyordu. Uykusuzlukla beslenen huzursuzlukla çevresindekilerin kendisiyle ilgilenmelerine de oldukça tepki gösteriyordu. Bunlardan en çok etkilenen de eşi ve çocuklarıydı. İş ve aile hayatını olumsuz etkileyen gelişmelerden sonra babası da Türkiye’den gelmişti. Eşi Tülay, çocuklarıyla oldukça sarsıldıkları halde Doğan’ın durumundan tek kelime dahi Celil Bey ve yakınlarına bahsetmedi. Ama kayınpederi,  olup bitenleri anlamakta gecikmedi. Doğan’ın tedavisi ve çözümü oldukça güç bir hale düştüğünü de gördü.
Uzun süre doktor tedavisi görmesine rağmen kendisini sürükleyen isteklerin önüne bir türlü geçemedi. Faslı Öğretmen, alkol bağımlısı olmasından sonra bir kez olsun Doğan’ı aramadı. Annesi ve babası gözyaşları içerisinde Doğan’a birçok kez yalvardılar:
-Oğlum bak gurbetteyiz. Güzel işin vardı, kaybettin. Görüyorsun Belediye
Başkanı da desteğini çekti. Verdiği atölyeyi elinden aldı. Senin dost bildiğin Faslı Öğretmen şimdi nerede? Seni ne arıyor ne de soruyor? Seni dertlerinle baş başa bırakıp çekilip gitti. Farkındaysan senden intikam aldı. Doğan düştüğü durumdan kurtulmak için kendisiyle ne kadar mücadele ettiyse de bunu başaramadı. Hatta gizlice evdeki kolonyaları dahi içti. Çocukları ve eşi gözyaşlarıyla dolu bir hayata daha fazla dayanamadılar. Bu arada Paris’te bulunan bir dostlarından psikolojik yardım istediler. Geçmişten itibaren onlarla karşılıklı hep dayanışma içinde olan Ömer Bey bu olayı duyar duymaz onların bu isteğine olumlu cevap verdi. Tüm ailenin çektiği çileleri bir nebze de olsa durdurabilmek ümidiyle elinden gelen bütün gayretleri esirgemedi. Doğan, Ömer Bey’in telkinleriyle ancak iki ay kadar içkiden uzaklaştı. Sonra kaçamak yollardan tekrar içki içmeye başlayınca eşi Tülay çocuklarını da alarak evini terk etti. Doğan sonradan eşinin Fransa’nın Reims şehrinde kalan teyzesinin yanında olduğunu öğrendi. Tülay eşinin kendisiyle görüşmek istediğini öğrenince onu oradan telefonla aradı:
-İçki karşılığında beni ve çocuklarımı dışlamamış olsaydın biz buraya gelmezdik. Bir daha Faslı Öğretmenin ve iğrenç anıların bulunduğu o bölgede yaşamamız imkânsız. Cevabını verdi. Celil, gelini Tülay için Oğluna :
-O yerden göğe kadar haklı oğlum! Dedi. Sen ya içki içme fikrini sürdürerek hem kendi hayatını karartacaksın hem de yuvanı dağıtmayı kabulleneceksin. Ya da içki denen illeti hayatından atıp gül gibi yuvanda çoluk çocuğunla yaşayacaksın. Yani bu iki tercihten birini seçeceksin. Aklın varsa dosta düşmana karşı daha fazla rezil olmadan içkisiz bir hayata geri dön ve hayatını kurtar. O kadını, yani hanımını da acıların içine atmadan tedbirini al!
Doğan günlerce çocuklarını sayıkladı. Geceleri uykusunu bölen düşlerle dağlandı. Onu içki içmeye sevk eden dürtülerle savaştı. Girdiği çıkmazlarda günlerce yalnız başına kalışının sorumlularını aradı. “Bu bir savaş... “ diyordu kendi kendine. “Kazanmalıyım. Elbette kazanacağım!” Gurbette stratejisizliğin ağlarından kurtulmanın mücadelesini veriyordu. Hiç kimseyle görüşmeden geçen günlerin kıskacındaydı. Kendine sertleşerek geri dönmesinden korktuğu duygularını, bir başka kişiye yöneltmeden önce, “aynalardaki görüntüleriyle” konuştu.  Çocuğunun “ben babamdan korkuyorum.” sözleri zihninden uzun süre çıkmadı. Bir sabah kahvaltısından sonra annesine ve babasına:
-Ben karar verdim. Dedi.  Annesi ve babası önce şaşkın bir şekilde Doğan’ın yüzüne baktılar. Sonra Celil :
-Neye karar verdin oğlum? Dedi.
Annesi ve babası merak içerisindeydiler. Sabırla onun açıklamasını beklediler. Doğan.
-Karar verdim. Çocuklarımın ve eşimin yanlarına döneceğim. Dedi. Hıçkıra, hıçkıra ağlayarak Sevgili babacığım, senin ismini verdiğim Celil burnumda tütüyor. Çok özledim onları çok. Daha fazla dayanamayacağım! Annesi ve babası da gözyaşlarını tutamadılar. Ve üçü birden birbirlerine sarılarak sarmaş dolaş oldular. Celil:
-Doğru ya oğlum, epey azap çektin. Tabi sadece sen değil,  hepimiz çektik. Başına gelmedik kalmadı. İçki, bir türlü afet ama bunu sana alıştıran, senin yuvanı darmadağın eden adam da ayrı bir afet, yani iki afet arasında kaldın. Sonra ağlayarak:
-Git oğlum git! Bir daha şu içki denen zıkkımı evinin kapısından içeriye sokma! İçenlerin yanına asla uğrama. Aslan oğlum zaten sana bu yakışıyor. Bak biz ananla hacca giderken sana ve kardeşlerine çok dua etmiştik. Ya Rab kötü niyetli insanların şerrinden çocuklarımızı koru, diye. On yıl geçti aradan. O zamanlar her şey iyiydi. Ama şimdi insanların yöneldikleri şeyler farklılaştı. Biz yönümüzü Kabe’ye dönüyoruz. Bazıları da, şerre ve kalleşliğe dönüyorlar. Bir başkası da bir başka yöne dönüyor. Allah bizi bir daha bu durumlara düşürmesin!
Doğan birkaç gün sonra dediğini yaptı. Bir ev kiralayarak eşi ve çocuklarıyla Reims’e yerleşti. Onlar için hayatın çileli yolu Reims’de noktalanmıştı.
Paris - 12.07.2005
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
BİR MÜŞAVERE VE "İNSAN" HAKKINDA MÜZAKERE
30 Haziran 2009 Salı
Çok Sevgili ve Değerli "Gamze Erkök" Hanımefendi Kardeşim;
Tartışma (müzakere ve mütalaa) konumuz İNSAN'dır.
Biz, insan'ın "iyi" olduğunu ve sadece "iyi, namuslu, dürüst, demokrat, adaletli ve faziletli" varlıkların "insan olduklarını" fıtraten (yaradılıştan, doğallıkla) bilenlerden ve "iyi bigiyi", yani İLİM'İ bizzat yaşayan ve yaşatmaya çalışanlardanız.
Bu muhteşem frekans uyumu da açıkça göstermektedir ki, SİZ'de, yüksek bir varlık ve gerçek bir İNSAN'sınız. Kutlarım.
Şiarımız: "Göründüğümüz gibi olmak ve Olduğumuz gibi görünmektir" İçten saygı, kalbi teşekkür ve başarı dileklerimle.
Mustafa Nevruz SINACI
 
EY, ADININ ADAMI "HAMİYET"
(Sahip çıkan, koruyan ve kollayan, insaf, ilim ve merhamet sahibi) HANIM!
Güçlülük asla haklılık nedeni değildir. Kesinlikle olamazda.
Bilakis "güç" adalete dayalı olursa yaratıcı kuvvet; Aksi taktirde, yıkıcı istibdat, yakıcı zulüm ve alt varlıklarca icra olunan sömürü, işkence ve tahrip aracı haline gelir.
Keza, SAYGI evrensel denge (stabilizasyon) unsuru olup, esas itici güç ve yapıcı-yaratıcı faktör SEVGİ'dir.
SEVGİ, gerçek anlamda ilahi kaynaklıdır.
Adalet ve fazilettir.
İşte gerçek güç budur.
Yani, haklılık ve doğruluktan yükselen aksiyon ve irade.
Meşruiyet de (bu) adalet (GERÇEK GÜÇ) ile kaimdir.
Adalet aynı zamanda evrensel işleyiştir.
Diğer bir anlamda nizam-ı alem.
Yani, doğal denge.
Yani, canlı-cansız, insan-hayvan, vahşi-ehli, kendiliğinden mevcut her ne varsa (mevcudat) tamamını içine alan ve istisnasız kapsayan eko-sistem.
SONUÇTA:
Eko sisteme sahip ve saygılı olarak dünya ve evreni imar ve tamir edenler:
Evrensel saygı, sevgi ve adaleti'in kudreti = haklı, doğru ve yerinde olan güç;
Tahrip ve tarümar eden, yalan, talan, hırs ve ihtirasla yakıp-yıkan negativite (afet-felaket); Yasa, hukuk, ahlak ve adalet dışıdır.
O, İnsan, hayvan, canlı-cansız her şeye zarar veren'in derhal konrol altına alınıp, talim ve terbiye edilemediği (insan'a dönüştürülemediği) taktirde derhal imha edilmesi gerekir.
 
KISSADAN HİSSE:
Aramızda suret-i hak'dan görünerek dolaşan;
Ancak, insanlık-ADALET, Sevgi-Saygı, Hürmet ve Muhabbet ve dahi HAYVANLIK dışı olan: Rüşvet-iltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk-suistimal, görevi kötüye kullanma, gasp-irtikap, vergi dahil her türlü kaçakçılık, anarşi-terör, cana-mala ve ırza tasallut ve tecavüz FAİL, SUÇLU ve potansiyel eğilim sahipleri asla insan değidirler.
Bunlara 'hayvan' da denilemez, zira hayvanların her türü onlardan daha şereflidir.
Onlar insanlar ve hayvanlara karşı acımasız, zalim, duyarsız, adaletsiz ve apaçık DÜŞMAN oldukları için; "İNSANLAR VE HAYVANLAR ALEMİNDEN" acilen ve derhal "DIŞLANMALARI" mutlak bir zaruret, meşru bir hak ve insanlık adına vecibedir.
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN!
Çorum’un eski mahallelerinden birisinin ismi “Devehane” dir bu günkü dilimize açarsak deve evi manasına gelir. Burası şimdi şehrin ortasında kalmış merkeze yakın bir mahalledir. Bu mahallenin çok eski bir cami ile bol sulu birkaç lüleli çeşmesi bulunmaktadır.
Ben 1947 doğumluyum 1961’de babam ve sonradan kayınpederim olan ve babamın arkadaşları ile birlikte Çorum’un camilerinde Ramazan ayında camii gezerdik. Bu cami çıkışlarında babamın ve arkadaşlarını gittikleri Ucu Camii arkasında büyük bir kahvehane vardı orada oturur bir çay içer ve Çorum hakkında hikâyeler anlatılır ve düzeltmeleri yapılarak bir nevi Biz Türklerin atalarımızdan dinleyip aktardıkları gerçek yaşanmışları birbirlerine anlatıyorlardı.
Geçmiş günlerden birisinde babamın arkadaşlarından birisinin anlattığı hikâyeyi buraya aktarmak istiyorum.
Devehane meydanında Osmanlı döneminde kervanların konakladığı bir meydan olduğu ve bu meydanda ticaret erbaplarının kervan toplayarak yola çıktıkları bir alan olduğundan buraya yakın yerlerde çeşitli sanatkârlarında dükkânları bulunmakta imiş.
Burada bir de deve semer imalatı yapan yaşlıca bir zat varmış. Bu zatın yanında da bir kalfası varmış. Dükkânının kapısının kenarında da çok eski püskü bir deve semeri bulunmakta imiş.
Bir gün ustanın bir işi çıkarak yakın bir ilçeye gitmesi gerekmiş. Kalfasına:
- Oğlum: Bu dükkânda yaptığımız yeni semerlerin fiyatı şu kadar. Bunlara müşteri çıkarsa bu fiyattan ver. Fakat sakın kapıda asılı semeri satma ve isteyen olursa da kimseye verme işe yaramaz yüzümüz kararmasın tembihini yapmış ve gitmiş.
Ertesi gün bir tüccar dükkâna gelmiş kalfaya:
- Altı deve semerine ihtiyacı olduğunu söylemiş. Kalfa:
- Biz de beş semer var başka yok diyince. Adam:
- Kapıda asılı eski semeri de satın alırım işim görülsün. Demiş. Kalfa tüccara:
- Ustam onu satma kimsenin işine yaramaz dedi o yüzden satamam. Diyince tüccar:
- Anladım o zaman bu semerlerin fiyatından onu da kiralayayım. Gelince semeri verir parasını geri alımım cevabını vermiş. Bu cevap üzerin kalfa altı semeri tüccara vermiş. Tüccar işine gitmiş. Birkaç gün sonra usta gelince bakmış kapıda bulunan semer yok. Dükkana girmiş kalfaya:
-Kapıda bulunan semere ne oldu diye sormuş. Kalfa.
-Usta bir tüccar geldi altı semere ihtiyacı vardı bizde de beş semer vardı o semeri de istedi. Diyince usta:
-Sana o semeri satma verme demedim mi?.Diye sinirlenmiş Kalfa:
-Usta zaten ben semeri satmadım emanet verdim. Adam Çorum’a gelince semeri verecek parasını alacak işte altı semer parası bu. Tamamını yeni semer parasından ödedi diyebilmiş. Usta bir parala bakmış bir kalfaya. Kalfaya dönerek ben artık seninle çalışamam şu senin haftalığın uğurlar ola. Diyerek kalfayı işyerinden çıkartmış.
Aradan üç dört ay geçmiş. Kalfa bir dükkân açarak nafakasını kazanmaya başlamış. Usta işinde gücünde iken bir gün sırtında dükkânın önünde asılı semeri taşıyan bir adam girip ustaya bakmış:
-Usta! Burada bir genç vardı. Benim onunla bir anlaşmam vardı. Bu semeri getireceğim diye para bırakarak almıştım diyince. Usta:
Hele terlemişsin bir soluklan. Ben kalfayı çağırayım gelsin. Diyerek dükkândan çıkmış. Kalfaya giderek:
Gel bakalım. Diye yanına çağırmış birlikte ustanın dükkâna gitmişler. Usta adama dönerek:
Kalfa geldi. Diyince tüccar:
Kalfa bu semeri getirdim ben sözümde durdum demiş. Usta hemen kesesinden tüccarın verdiği semer parasını tüccara saymış. Semeri tezgahın üzerine koyarak façetayı almış eski semerin yan tarafına façeta ile bir kesik yapmış. Kesilen yerden çil çil altınlar dökülmüş. Demiş ki:
“NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN!”
Kıssadan hisse nasibinizse döner dolaşır sizi bulur. Nasibiniz değilse kimin nasibi ise ona gider.
Nasibiniz bol osun!
 

 

 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
CIZLAK
MALZEMESİ:2-3 porsiyon için:2 su bardağı un,yeterli kadar ılık su,kibrit kutusunun yarısı kadar  yaş maya,bir tatlı kaşığı tuz,yeterli kadar tereyağı
Kullanılacak kadar un alınır,içerisine bir miktar yaş maya katılır. Tuz ilavesi yapıldıktan sonra ılık su ile karıştırılır karılacak hamur,bardağından akacak kıvamda hazırlanır. Kızdırılmış ve hafifçe yağlanmış ekmek sacı veya yanmaz tava ateşte hafice yağlanır. Isıtılır tavaya karılan hamur yemek kepçe ile dökülür. Pişirilir. Sonradan arkası aynı şekilde pişirilir. Pişen hamur alınarak tereyağı ile yağlanır. İstenilirse dörde kesilir,yada dürülerek sıcak sıcak servis yapılır.

 

 

 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU Hayat Hikayesi
GÖKYURT’UM KERKÜK’ÜM
Küçük bir çocuğun gözlerinde
Kanla yazılmış bir şiirdir bu
Kirpiklerinde sarhoş gözyaşları ve sen korkuyorsun
Hayatın acımasız kapısından bir yudum barut içiyorsun
Bilir misin küçüğüm
Bu şiiri binlerce yıl önce kan kokulu eller yazdı
Tarihin yanılmaz vicdanında
Kardeş kardeşi öldürmezdi oysaki
Kavganın sebebini unutmadık biz
Unutmadık kelimelerde öldürülen sevgileri
Kan kokulu ellerin yazdırdığı bu şiiri
Düşler sürgünüydü aslında hepsi
Vücudunda sigara söndürülen
Tüm kemikleri kırılıp, kafa derileri yüzülen
Sonrasında ağaçtan kazıklarla öldürülen
Kırık bir şiirin kahramanları kaldı gözlerimde
Avucumda minik bir menekşe büyüyor sessiz sedasız
Bir zamanlar çocuktuk, barıştık, mutluluktuk biz
Yorulmaz savaşçılardık büyük adamlar gibi
Bu şiiri kanla yazdıranlar utansın şimdi
Geleceği silahların gölgesinde saklı kalmış çocuklar
Şehitler, kadınlar, kardeşler ve analar
Sizin dünyanızda yer almasın zamansız ağlayışlar
Ve bu ağlayışları utansın yeni fark edenler
Gözyaşlarımı hapsediyorum Gök yurt’um Kerkük’üme
Sessizce yol alıyorum küçük bir çocuğun bedenine
Bayraklar kaldırıyorum barış adına, dostluk adına
Gök yurt’um Kerkük’üme selam olsun benden yana
06.11.2007 / ANKARA

 

 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Erhan TIĞLI
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi
GERÇEK SEVGİ
Bencilliğin fildişi kulesinden in
Kimseyi hor görmesin inandığın din
Çiçek açtırsın gönüllerde özverin
Doğruya iyiye güzele
Yönelmek olsun hedefin
İşte o zaman gerçektir sevgin
 
Hoşgörüyü rehber edin
Erdem ayın olsun
Dostluk güneşin
İnsanlığı yaşatmak için
Koşsun atın doludizgin
İşte o zaman gerçektir sevgin

 

 
 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!
 
Dile BİGA
Dilek BİGA Hayat Hikayesi
SEN NESİN
Öyle sıcak sevgi dolu ve şensin
Sen başıma gelen en güzel şeysin
Anlatmak ne mümkün kelimelerle
Sen yaşam sebebim tek ifademsin
 
Hayal misin düş mü söyle sen nesin
Demin canda idin şimdi tendesin
Öyle karışık ki, hiç belli değil
Söylesene ben mi sende, sen mi bendesin?

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

142 SAYI 25 Aralık 2010 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!