YIL 10     SAYI 110    25 Nisan 2008

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

Mahmut Selim GÜRSEL HOŞÇA KAL
İsmet ÇENESİZ BAYRAMLAR
Mustafa Nevruz SINACI MEB Hüseyin ÇELİK NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?
Ali EMİROĞLU KIBRIS’TA OLAN BİTENLER
Sakin KARAKAŞ ÖĞRETMEN  VE YÖNETİCİLERİN BAŞARI SORUNLARI
Mahmut Selim GÜRSEL SİMİTÇİ
Mustafa Nevruz SINACI ERMENİ İSYANLARI, SOYKIRIM VE KATLİAMLARI
Selma GÜRSEL ÇORUM MANTISI
Güner KAYMAK YİNE GELDİ 23 NİSAN
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
 HOŞÇA KAL
            İlk ayrılıktan sonra etraftaki pek çok dedikodulara aldırmadan arkadaşı ile kırgınlıklarını unutmak için karar aldılar.  Birlikte geçirdikleri güzel ve maceralı günlerin hatırına bir daha birbirlerini kırmayacaklarına ve darılmayacaklarını söyleyerek arkadaşlıklarını pekiştirdiler.
            Birlikte memleketlerinin bilinmeyen yerlerini tanımış ve tanımayanlara tanıtmalardı. Eski tarihi köyler, eski ören yerleri ve gizli kalmış tabiat güzelliklerini ortaya çıkartmaları onlar için büyük bir haz ve macera idi.
            Birçok kereler birçok kişiye buldukları yerleri paylaşmak için onları gördükleri yerleri görmeleri için ellerinden geleni yapmışlardı. Hatırladıkları pek çok güzel olay olduğu kadar pek çok da tehlikeler atlatmışlar ve pek çok kere de ölümden dönmüşlerdi.
            Yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen bu arkadaşlığın etrafında birçok arkadaşlıkların kurulu olması olağandı. Bu arkadaşlıklar iki arkadaşın birlikteliğine zarar vermemiş, birbirlerinin huy ve kişiliklerini tanıdıkça daha da artmıştı. Dini inanç ve felsefi görüşlerinin çok az bir ince ayrım farkı olması arkadaşlıklarının daha da ileriye götürmüştü.  Aradan tam on beş yıl geçtikten sonra arkadaşların birisi verdikleri karardan cayarak diğer arkadaşını ortada yalnız bıraktı. Giden arkadaş istemeden ayrılığa sebebiyet vermiş ve ebedi yolculuğa çıkarak hayatta kalan arkadaşını dünyaca yalnız bırakmıştı.
            Bu istenmeyen ayrılığın nişanesi olarak sağ kalan arkadaş, dünyadan göçen arkadaşına son görevini yaptı. Cenazesini toprağa verdi. Bütün cenazeye gelenlerin kabirden ayrılmaları üzerine kabre dönerek gözleri dolu dolu “hoşça kal” diye dudaklarından dökülen kelime ile o da kabirden ayrıldı. Kabirde yalnız kala hoca efendi de falan hanımın oğlu falan diye seslendiğini duyar gibi oldu. 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsmet ÇENESİZ
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
BAYRAMLAR
            İnsanlar, bir doğduğu şehri, birde anasının yüzünü unutmazlarmış. Bu unutulmazlara bende biraz ekleme yapmak istiyorum. Benimde birkaç unutamadığım var!
            BABAMIN SESİ, bayramlık ilk potinim ve ilk giydiğim takım elbisem!
1945- 46 yılları dersek sanırım çok şey daha iyi anlaşılır. O yıllar pek çok şeyin, sadece iki dini bayramda sunulduğu tarihlerdi. 2. dünya savaşının ve hakikaten bizim kurtuluşumuz olan Kurtuluş Savaşının yokluklara yokluk eklediği  zamanlardı o tarihler.
            O yıllarda çoğu şey çok zor elde edilirdi. Ama insanı zor elde edilen, çok seyrek kavuşulan şeyler daha mutlu ediyor diye düşünüyorum. Bu günün çocuklarını artık ne yeni bir elbise, nede yeni bir ayakkabı mutlu ediyor. Yiyeceklerde öyle. Önüne konan çikolatayı elinin tersiyle itiyor, tavuk etini, böreği, baklavayı bile anasının zoruyla ve kavga dövüş zoruyla yiyor çocuklar. Bu saydıklarımızı 1940’lı yıllarda çocukların çoğu sadece iki dini bayramda ancak görüyorlardı. Böyle az gördükleri için de tabiki tadı ve kıymeti başka oluyordu.
            Bayram yerleri satıcılarla ve eğlence aletleriyle dolu olurdu. Mâfe (Salıncak, kaymaca) binmesi çok ucuz olmasına rağmen bir şeyler almaya ve bunlara binmeye para çok zor bulunurdu. 
O zamanlar para, babalarda az, hanımlarda ise hemen hemen hiç yok gibiydi. Kız çocuklarına, evlerde dikilen pazen veya basma fistanlar, oğlanlara ise babanın eski elbisesinden tersi yapılan ceket ve kısa pantolonlar giydirilirdi. Bu saydıklarımız o zamanın mutluluk kaynağıydılar. Kızlara senede bir defa kırmızı, oğlanlara da siyah sandal alınabiliyordu. Hep söylenir, anlatılır ya, ayakkabılar bir beze sarılır, daha giyilmemiş olduğundan acı deri kokusunu koklaya koklaya koynuna alınıp yatılırdı.
Bayramlarda hısım akraba ziyaretleri daha içtenlikle yapılır, eller öpülür, çocuklara ayrıca dul ve ihtiyar yoksul kadınlara da harçlık verilirdi.  Mezar ziyaretleri Arefe günü sabah namazından sonra başlar ve bayramın 2. günü bile devam ederdi.
O zamanlar yolculuklar çok zor olmasına ve uzun zaman almasına rağmen herkes doğduğu şehre gelir ve büyüklerinin ellerini öperdi. Bu günkü gibi büyük şehirlere göç olmadığından herkes doğduğu yerde otururdu. ( O zamanın meşhur sözlerinden biri de, “Otur oturduğun yerde!” idi)
            İnsanların elbiseleri %90 yamalıydı. Çoraplara yama üstüne yama yapılır ayakkabılara ise 2-3 defa pençe vurulurdu.
Komşu komşuya daha sık giderdi. Bilhassa da kadınlar bir evde toplanır, gerek bağlarından çıkan meyveleri gerekse evde yapılan yiyecekleri yiyerek konuşup, sohbet edelerdi. Bu ziyaretlerle insanlar birbirlerinin ağusunu alırlardı.
Şimdiki gibi sokaklarda otomobil olmadığından sokaklarda rahatça oynanırdı. Çocuklar sokakların gülü, sokaklar da onların oyun alanıydı. Yokluk vardı ama huzur ve mutlulukta vardı. İnsanlar şimdiki gibi doyumsuz değillerdi. Yufkadan kış ekmeğini yapıp, pekmezi ve turşuyu küpe koyup, bulgurla yarmayı da  hazırlayınca, bununla yetinip mutlu oluyorlardı. Odunu varsa, sobası yanıyorsa ve her sabah olmasa bile arada bir çayı kaynıyorsa diliyle değil yüreğiyle, benliğiyle ŞÜKREDİYORLARDI.
Hakiki şükreden de stres mi olur? Can sıkıntısı mı olur? Güz sonu, etlik yapanlar azınlıktaydı. Anamın yaptığı kış kıymasını, ilişkiri (sucuğu) unutmak mümkün mü? Soğuk kış gecelerinde yufka ekmeği sobada iyice ısıtıp, içine de kıymayı ince ince doğrayıp yerken ağzımızda kalan tadı 50 sene geçmesine rağmen  hala unutabilmiş değiliz. Şu an yazıyı yazarken bile bu tadı hala hissediyorum.
Şu an albümde, 60 önce akraba çocuklarıyla bir bayram günün de çekilmiş ve suda Tâb edilmiş bir resim buldum ve ona bakıyorum. O fotoğrafı çektirmek bile bizi nasıl mutlu ederdi.
Bu günkü bu bolluk ve refahın temelinde o insanların çektikleri sıkıntılar, yaptıkları fedakarlıklar ve tutumluluklar yatıyor.
            Günler günleri, aylar ayları, yıllar da yıları kovalıyor. Bu geçen zamanla birlikte gitgide teknoloji gelişiyor ama bu gelişen teknolojide gün geçtikçe insanları esir alıyor.
Kirlilikler, şualar, doyumsuzluklar, şükürsüzlükler insanları perişan, huzursuz ve hasta ediyor.
İnsanoğlu mutluğun, Allah’ın lütfu olduğunu ve bu mutluluğun ona olan bağlılığımız ve şükrümüzle olacağını öğrendiğinde ve buna sözle değil özle inandığında. Gönülden, isteyerek amel ettiğinde, bunu beynine, yüreğine yerleştirdiğinde huzuru ve mutluğu yakalayacaktır. 
            Kurban Kesme Yerleri umulan neticeyi yine tam olarak vermedi. Yine el kesmeler, kol kesmeler, hayvanlara eziyetin binbir türlüsü yapıldı. Odunla vurmalar, taşla yaralamalar aldı başını gitti.
Kurban Kesme yerlerinde bir Veteriner bulundurulmalı. Hayvanlar kesim alanlarına iğne yapılarak yarı baygın halde getirilmeli. Böylece hem hayvan acı çekmez hemde kesenler uğraşmamış olurlar. Ben bu konuda senelerce Diyanet İşleri Başkanlığıyla yazışmalar yaptım. Senelerdir bunun “olur” ‘u ile uğraşıyorum, Diyanet İşleri Başkanlığı, “nefes alıp verdikten sonra bir mahsuru yok” diyor. Bu yazıyı isteyene gösterebilirim. Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda yeniden bir fetva yayınlayabilir. Yetkililer bu vebali iyi düşünmelidirler. Sayın Milletvekilimiz Ali Yüksel Kavuştu Bey’e arzuhalimdir!
 
ÖMÜR;
Kimler geldi
Kimler geçti
Bu dünyadan,
 
Kimi bir saat yaşadı
Kimi bir asır.
Kimi yağ, bal içinde
Kimi bir ekmeğin peşinde.
Saygı ve sevgilerimle.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
MEB Hüseyin ÇELİK NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?
18 Mart 2008 Şehitler günü MEB’nın uluslar arası mason tarikatı alt kuruluşlarından Lions Kulüpleri ile bir eğitim ve işbirliği anlaşması yapıldığı ve bunun Bakan Doç Dr. Hüseyin Çelik tarafından onaylanarak uygulamaya konulduğuna dair haber ortaya çıktı.
Şimdi de; (23 Eylül 2008) İmam Hatipler'de 'papaz ve haham' dönemi diye bir haber gördük. Buna göre: MEB İmam Hatipler'de Dinler Tarihi dersine rahip ve hahamların davet edilmesini ve öğrencilere ders verdirilmesini istemiş!
Olay şöyle: Bundan böyle MEB İmam Hatip Liseleri'ne yönelik başlattığı yeni uygulamayla, Dinler Arası Diyalog söyleminin hayata geçirilmesi konusunda bir adım daha attı. Böylece Bakanlık, İH'lerde Dinler Tarihi dersine rahip ve hahamların davet edilmesini ve gençlere ders verdirilmesini amaçlıyor. Bakan bu uygulamayla güya dinler arasındaki önyargıların ortadan kalkacağını savunuyor.
AYKIRILIK VE İNKAR
Eğer doğruysa, bu apaçık İslâm’a muhalefet, Kur’an-ı Kerim ve Al-i İmran suresi 19. âyetini tekzip ve inkardır. Zira bu sure, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Ramazan ayı boyunca bütün Camilere astığı “Doğrusu Allah katında din İslâm’dır” ayetine aykırı olup; Bakan veya bakanlığın böyle insanlık, din ve ahlak dışı bir teşebbüs ve tasarrufa asla hakkı ve yetkisi yoktur. Böylece Müslümanlar alenen rencide, Kur-an tahrif ve kutsal gerçek inâr edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla vakıa tam bir vukuat, kasıt-art niyet ve din düşmanlığına matuf “fiilen suç teşkil eden” bir skandaldır. Özellikle adının başında “MİLLİ” kelimesi yer alan iki bakanlıktan birinde, uluslar arası mason tarikatının mütemmim cüzü Lionslar ile işbirliği anlaşması yapılması ve şimdi de İmam Hatip Liselerine papaz ve haham sokulması gibi alçakça bir eyleme teşebbüs, büyük Türk Milleti ve Yüce İslâm Dini’ne hakaret, tezyif ve alçakça bir tertiptir.
Bu, en azından “MİLLİ SAVUNMA” bakanlığı ve Peygamber Ocağı Şerefli Türk Ordusuna Mason, Lions, Rotary ve bunların mütemmim cüzü; Dış kökenli ve uluslar arası menfur unsurların memur, Astsubay ve Subay olarak kabulü kadar “laneti mucip” bir hainlik, aslını inkâr, misyonu’nu terk ve Müslümanlar açısından çok ağır bir cürümdür. Ki, neseben gayrisahih ve gayrimüslim dönme ve devşirmelerin (koza ve kriptoların) askere alınmasına benzer. Sorumluları Türk ve Müslüman olarak kabul edilemez. Zira TSK ve MEB’de görev yapan Türk ve İslâm karşıtı unsurlar ancak ve sadece apaçık düşman, ajan, işbirlikçi, koza ve provokatör olarak kabul, tarif ve tavsif edilebilir.
BİR DE OLACAKLARA BAKALIM!
Milletçe kutsiyet izafe edilen iki hayati kurumda bu tür aykırı, insanlık ve İslamlık dışı uygulamalara müsamaha ve teşebbüs tam bir gaflet, dalalet ve hıyanettir.Sonuçta Misyonerlik devlet eliyle okullara girecek ve Ordu, moral ve maneviyat yönünden ağır bir tahribata maruz kalarak zaafa düşecek ve bidayette çökertilecektir.. Bu bir AB oyunudur ve sinsi düşmanlıktır.
Bu plan, gençlere kendi okullarında rahip ve hahamlar aracılığıyla Hıristiyanlık ve Yahudilik propagandasına izin vermek, misyonerliğin de Bakanlık eliyle meşrulaştırılıp kamu kurumlarına kadar sokulması anlamına gelir.
MEB'nın İHL'ne yönelik başlattığı bu menfur girişimin gerçek amacı tam bir yalan, hile ve safsata olan Dinler Arası Diyalog’dur. Bunu motive, destek ve takviye ettiği sürece Medeniyetler İttifakı söylemi de insanlık dışı, ahlaksız ve düşmanca telakki olunmak gerekir.
Kaldı ki bu menfur teşebbüs ve tertiplerin MEB müfredatına girmesi Türk, İslam ve insanlık âleminin en büyük düşmanı Misyonerliğin meşrulaştırılması demektir.
Eğer bu yolda gerçekten zaruri bir hizmet ifa edilmek isteniyorsa;
Niçin BM ve NATO müktesebatı gereği TSK’da rütbeli İmam sınıfı ihya edilmiyor? Ve niçin din-ahlâk derslerine İmamlar girmiyor?
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
KIBRIS’TA OLAN BİTENLER
Kıbrıs’ta olan bitenleri;göz önüne getirince mantığın arkasına sığınıldığı görüntüsü karşısında kalınıyor.
Kuzey Kıbrıs Türk devleti ilan edilmiş ve bu yeni Türk devletini yalnız Türkiye tanımıştır. Başka tanımak isteyenleri de Amerika önlemiştir. Türkiye de tanımış olmasa, KKTC devletliğini ilan edebilirdi. Devlet olmak için illa başka devletlerin tanımış olması gerekmez.
Devlet olmanın vasıfları vardır:
Bir devletin önce bir toprak parçası olması gerekir.
Bir millet olması da gerekir ki, devleti ilan etmiş olasınız.
Bu vasıfların ikisi de Kuzey Kıbrıs’ta vardır. Toprak küçük diye devlet kurulamaz kaidesi de yoktur.
Kuzey Kıbrıs Türk Devletinin kendisini koruyacak bir ordusu yoktur. Orada bulunan kırk bin kişilik Kolordu, Türkiye’nin kolordusudur. Kıbrıs’ta başlatılan katliamı da önleyen yine bu kolordudur. Bu kolordu Kıbrıs’a, işgal maksadıyla değil, çağırılmış olarak gitmiştir. İsmet Paşa Başbakan iken, kabinede arkadaşlarım vardır ve onların anlattıklarına göre, Kıbrıs Türk davasını yönetenler, takatlerinin bittiğini söylemişlerdir. Yardıma gelinmediği takdirde, hepsinin öleceğini de beyan etmişlerdir. Bu durum karşısında gerekli kararlar, toplantı halindeki hükümetçe alınmış ve bizzat İsmet Paşa tarafından sayın Denktaş’a bildirilmiştir. Bildirmeyi takip eden dakikalarda da, hazır olan ve dışarıda bekleyen askeri heyet, heyeti vekile önüne çağırılarak, görevlerinin yapılması bizzat İsmet Paşa tarafından tebliğ edilmiştir. Takip eden dakikalarda da bombardıman başlatılmıştır.
Olayı bizzat başlatan İsmet Paşa’dır. Tamamıyetini, temin eden de, yine zamanı gelince, Ecevit olmuştur. Bizim Kolordu, Kuzey Kıbrıs’a, bir anlaşma ve bir ahenk içinde gönderilmiştir. Meşruiyette kazanmıştır. Kolordumuz orada meşruiyet dışı bulunuyor değil.
Kuzey Kıbrıs’ta bir devlet var. Bu devleti biz; Türkiye bizzat tanımıştır. Bu yeni Türk devletinin korunmasını da Türk kolordusu yapmaktadır. Bu ne demektir ? Gerektiğinde, eğer gerekirse, bu kolordu yabandan geleceklere karşı ve belki de Rum Kıbrıs’ından yapılacak bir taarruza karşı, Kuzey Kıbrıs’ı koruyacaktır. Daha ileri gidersek, Kuzey Kıbrıs için, Türkiye bir savaşı, nereden gelirse gelsin kabul edecektir. Türkiye kendisini sorumluluk, hem de büyük sorumluluk altına sokmuştur.
Herkesin anlayacağı şekilde tekrar edecek olursak, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk devletinin sorumluluğunu taşımaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Devletine kimsenin sataşmamasının sebebi de böylece ortadadır.
Şimdi, bir geçit sorunundan dolayı, sayın Cumhurbaşkanı M. Ali Talat müstakil bir devlet olarak yetkisini kullanıyor ve kolordunun muhalefetine rağmen, geçidi kaldırıyor. Halbuki asker, buranın askeri bölge olduğunu ve geçidin kalkmasının zararlı olduğu fikrini müdafaa ediyor. Sayın Talat buna aldırmıyor. Bizim Hükümet başkanımız da, müstakil bir devletin istediği kararı alabileceğini ve Türkiye sorumluları olarak, saygı duymamız gerektiğini söylüyorlar. Asker istemeyecek; sayın Talat istediğini yapacak ve sonunda Kuzey Kıbrıs’ta huzur var diyeceksiniz. Bunlara inanmak herkes için mümkün olur denemez.
Ya, bu kolorduyu KKTC’nin emrine vereceksiniz, veya bu kolordunun beyanlarına saygılı olacaksınız. Bu Kolordu zararlı diyorsa, onun dediğini kabul etmek zorundasınız. Kuzey Kıbrıs’tan sorumlu bu kolordudur. Bu Kolordu olmasa, Kıbrıs kuzeyinde, sayın Talat dahil, hiç kimse rahat gece geçiremez. Zaten, şimdiye kadar kimse de kalmazdı.
Kuzey Kıbrıs Türk Devleti müstakildir. Ne sayesinde buradaki Türk kolordusu sayesinde. O zaman, bu kolordunun dediklerini yapacaksınız. O zaman, bu kolordu üzerinden bir devlet saygınlığı yaratmaya kalkmayacaksınız. KKTC’nin saygınlığını yapan, oradaki Kolordudur.
Kimse, öküz altında buzağı aramamalıdır. KKTC’yi müstakil yapan, saygın yapan, dokunulmaz yapan bizim Kolordumuzdur. Bu Kolordunun dedikleri kıymetlendirilmelidir. Olmaz dedikleri olmamalıdır. Yapılamaz dedikleri, yapılmamalıdır. Hele bu kolordunun küçümsenmesi, beni fevkalade rahatsız eder. Birbirine bağlı olayları, birbirinden ayıramazsınız. Bunun başka türlü izahı da olabilirse de, kırıcı olmamak için onları yazmak içimden gelmedi. İstediği kararı alma hakkı olan bir devlet, ordusu olan ve gerektiğinde o orduyu kullanan devlettir.
Koruyan ordu benim, devlette karar alma hakkı senin!
Bu anlayış yanlıştır.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Sakin KARAKAŞ
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
ÖĞRETMEN  VE YÖNETİCİLERİN BAŞARI SORUNLARI
            Milli Eğitim Bakanlığı gerek personel sayısının çokluğu  ve gerekse hizmet alanı açısından en önemli bakanlık. Dolayısı ile Milli Eğitim Bakanlığının çalışmaları hemen hemen yetmiş milyonun tamamını ilgilendiriyor. Durum böyle olunca da haberciler için Milli Eğitim Bakanlığının çalışmaları ile ilgili  olumlu yada olumsuz onlarca haber üretmek mümkün oluyor. Bu haberlerin önemli bir kısmı ise öğretmen alımları ile ilgili. Hemen her yıl elli bine yakın öğretmenin istihdam edildiği bakanlık dolayısı ile ülkemizdeki üniversite mezunlarının da önemli bir istihdam kapısı oluyor. Yok şu branştan az alım oldu, yok bu branştan çok alım oldu; Neden bütün mezunlar öğretmen olarak atanmıyor vs. Alın size spekülasyona açık onlarca tartışma konusu ve haber.  Tabii ki sorun istihdam olunca ilgili ilgisiz bütün sendikalarda bu durumdan nemalanma çabası içerisine giriyor. Sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye’de devasa bir bakanlık olan Milli eğitim Bakanlığının kusurları üzerine adeta ihtisaslaşmış bazı kurum ve kuruluşların türemeye başladığı ise bir gerçek. Kaş yapayım derken göz çıkaran bu sivil örgütlerin zaman içerisinde sistemi tıkadıkları da bilinen gerçekler arasında.
Hak hukuk adına oluşan çok seslilik arenasındaki gelişmelere çok da fazla diyeceğimiz bir söz yok. Ancak sistemi tıkama pahasına hemen her konuya muhalefet eden bu kuruluşların azıcıkta olsa kendi üyelerinin başarısızlıklarını da görmeleri gerekmez mi? Bakanlık şu yönetmeliği çıkarmış yürü doğru mahkeme yoluna. Bakanlık şu uygulamayı yapmış haydi mahkemeye. Bakalım nereye kadar. Hak arama adına bakanlığın hemen her uygulamasında mahkeme kapılarını çalanlar acaba kendi üyeleri sistemin neresinde araştırıp biraz olsun öz eleştiri getirmeyi düşünmezler mi? Mağdur olanın da olmayanında soluğu mahkeme de aldığı bir sürece girdik. Terazinin bir kefesine devleti  ve diğer kefesine de kendisini koyarak dengeyi sağlayamayan bu zihniyet bakalım nereye kadar işi götürebilecek.
Kendi kusurunu gören yok. Meslek hayatı boyunca bir tek kitap dahi okumayan, gazete gördüğünde öylesine fotoğraflarını inceleyen, bilgisayarın açma kapama düğmesinin dahi nerede olduğunu bilmeyen, e- okul sistemi ile henüz hiç tanışmamış olan ve bu işlerini okulun genç öğretmenlerine yaptırmayı yeğleyen, bakanlık uygulamalarını yakından takip edemeyen ve gelişmelere kapalı geleneksel yöntemlerle mesleğini icra eden günde kırk defa maaşının ve alacağı ek dersin hesabını yapan, bu gün okuldan nasıl kurtulurum çabası içerisinde olan öğretmenlerin var olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Valimizin birisi başarısız olan okul ve yöneticileri istifaya çağırmış. Sayın valinin bu isteğinin mecazen olduğunu düşünüyorum. İçinde bulunulan durumun fotoğrafını çektiğimizde sayın valinin mecazen de düşünse haklı olduğunu vurgulamak gerekir. Başarısız olan yönetici ve öğretmenlerin istifa etmesi mümkün değildir. Ancak sayın valinin bu mesajı sadece kendi ilinde görev yapan öğretmen ve yöneticilere değil Türkiye’deki bütün eğitimciler için ders olmalıdır. Ders veren konumunda olan bütün eğitimciler bu defa sayın valinin bu isteğinden ders çıkarmalıdır. Bu bağlamda sayın vali son derece haklıdır.
Hijyen kavramından nasibini almamış, hemen her yerin toz toprak içerisinde olduğu, tuvalet sularının koridorlara kadar ulaştığı, koridorlarından geçerken insanın burnunu tıkama ihtiyacı hissettiği, çalışma ve üretme şevk ve heyecanını kaybetmiş ve okulunu geleneksel usullerle yönetmeye çalışan ve bu anlamda işleri Arap saçına çevirmiş olan yöneticileri de hesaba kattığınızda sayın valiyi alkışlamak gerekiyor. Ulu önder Atatürk’ün söylemi ile ifade etmek gerekirse; Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.  Evet! Ülkeyi yüceltenin eğitimciler olduğunu övünerek söylemek biz eğitimcilerin en temel hakkıdır. Ancak; bu durumun sevabı ile övünmek hakkımız olduğu gibi eğer ülkede işler yolunda gitmiyorsa vebali de eğitimcilerin olacaktır.
Bu bağlamda biz eğitimciler adına faaliyet gösteren sivil kuruluşların kendilerine bir çekidüzen vermelerini, kendi üyelerinin hizmet içi faaliyetlerine ağırlık vermelerini, laf olsun diye bakanlığı yıpratma yarışına girmemelerini, Bakanlığın çalışmalarına köstek değil güç vermelerini, haklı oldukları konularda mahkeme yolunu tutmalarının bir hak olduğunu ancak ceviz kabuğunu doldurmayan konularda köstek olmamalarını öneriyorum. Hele hele çalıp çırptığı ispatlanmış olan üyelerini ayıklayarak örgütten uzaklaştırmalarını ve kendi içerisinde temiz eller operasyonu yapmalarını tavsiye ediyorum. 
 
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
SİMİTÇİ
Yıl 1967 yer Türkiye Büyük Millet Meclisi Muhafız Taburu bahçesi.
Hepimiz genç ve işimizle övünebilecek yaştayız. Mecliste bulunan birlikte de birkaç günlüğüz. Pek çoğumuz iş güç sahibi gençleriz. Atak ve biraz da övünen cinsteniz. Bahçede tabura devamlı saat 17,30 da simit getiren simitçiyi bekliyoruz. Söz açıldı, bir arkadaş bana dönerek:
- Memleket neresi? Diye sordu. Bende:
- Çorum. Dedim. Simitçiyi bekleyen arkadaşlar gülüştüler. Merak ettim. Birisi:
Simit getirecek arkadaş ta Çorumlu. Onun için gülüştüler dedi. Alınmıştım. Olabilir diye düşündüm. İş iştir diye düşündüm ve hemen bana nereli olduğumu soran arkadaşa dönerek:
- Sen sivilken ne iş yapıyordun? Dedim. Cevap verdi.
- Mobilyacı idim. Diğer birisine sordum. Çiftçi dedi, diğeri berber bir diğeri babasının mağazasında çalıştığını söyledi. Ben başka bir soru ile arkadaşlara döndüm:
- Sen Mobilyacı olarak kaç para kazanıyordun? Dedim.
- Haftada 75 Lira dedi. Çiftçi yıllık 3000 lira, berber günlük 10 lira mağazacı arkadaşta haftalık kar 500 lira diye cevap verdi. O sıra simitçi geldi birer simit aldık. Ben simitçiye döndüm:
- Hemşerim bende Çorumluyum. Bir konu merak ediyorum. Sen bu işten günde ortalama ne kadar kazanıyorsun? Diye sordum. Simitçi:
- Günlük 60 lira ile 90 lira net kazancım var dedi. Bende dâhil hepimizin ağzı açık kalmıştı. Bu cevap bana takacakları “Simitçi” lakabını da askıda bırakmıştı.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
ERMENİ İSYANLARI, SOYKIRIM VE KATLİAMLARI
Berlin Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Klikya'da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır. İlk kışkırtmalar Rusya'dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu'daki İngiliz Konsoloslukları'nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir.
Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.
Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak, 1890'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, "Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması" hedef olarak gösterilmiştir.
İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır. İlk isyan 1890'daki Erzurum'da gerçekleşmiştir.
Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914'de Zeytun'da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.
İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, "Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak" olduğunu kaydetmektedir.
Öte yandan sömürgeci devletlerin diplomatik temsilcilikleri Anadolu'ya dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır. Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir.
Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir. Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van'ın Zeve Köyü'nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.
ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAMLAR
Berlin Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Klikya'da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır. İlk kışkırtmalar Rusya'dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir.
Doğu Anadolu'daki İngiliz Konsoloslukları'nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir. Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır. Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak, 1890'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır.
Bu komitelere, "Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması" hedef olarak gösterilmiştir. İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır.
İlk isyan 1890'daki Erzurum'da gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914'de Zeytun'da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir. İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır.
Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, "Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak" olduğunu kaydetmektedir. Öte yandan sömürgeci devletlerin diplomatik temsilcilikleri Anadolu'ya dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.
Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir. Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van'ın Zeve Köyü'nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.
Şemahi’de yaşayan Müslümanlara Ermeniler tarafından yapılan mezalim Azerbaycan Hükûmeti Fevkalade Soruşturma Kurulu üyesi Novatski’nin, Soruşturma Kurulu Başkanına yazdığı rapor özeti: Şemahi şehrinde oturan Müslümanlar 18 Mart 1918 tarihinde gece Ermeni ve Malakanların silahlı saldırısına uğradılar. Müslümanlar bu saldırıyı beklemiyorlardı.
Çünkü Papaz Bagrat ve Malakan temsilcisi Karabanov İncil üzerine yemin ederek Müslüman halkla iyi geçineceklerine dair söz vermişlerdi. Ancak Ermeniler sözlerini tutmayıp Müslümanlara saldırmaya başlamışlardı. Şehrin zengin ve meşhur isimlerinden olan Şihayev, Gasanov, Cabrailbekov, Müfti Guseyinbekov, Alimirzayev, Efendiyev, Babayev, Böyükbek Guseyinov, Gaci Yagub, Alekperov, Teymur Abutalip, Gaci Fatali, Fattakbekov ve başkalarına ait güzel evleri yaktılar. Tüm değerli eşyaları aldılar.
Ermeniler, yaktıkları evlerin sahiplerini, insanlık dışı işkencelerle öldürüyorlardı. Göğüsleri kesilip, karınları kama ile yarılarak katledilen kadınların cesetleri sokaklarda yatıyordu. Çocukları kazıklarla yere çakmışlardı. İşte Şemahi şehrinde oturan Müslümanlar bu durumda idiler. Sonra Şemahi’ye Müslüman ordusu geldi ve Ermenileri şehirden kovdular. Ermeniler Malakan köylerine kaçtılar.
Ancak Müslüman ordusu 4 gün sonra Şemahi’den ayrılmak zorunda idi. Müslüman ordusu gittikten sonra Ermeniler tekrar Müslümanlara saldırdılar ve daha şiddetli ve ağır işkenceye başladılar. Birinci ve ikinci saldırı sırasında birkaç bin Müslüman katledildi.
Ölen Müslümanlar arasında ünlü insanlar da vardı; Duma üyesi Mamed Tagı Aliyev, Gaci Baba Abbasov, Aşraf Gaciyev, Gaci Abdul-Halik, Gaci Abdul Guseynov, Gaci İsrafil Mamedov, Mir İbrahim Seidov, Gaci İsrafil Salamov, Ağa Ahmed Ahmedov, Gaci Abdul Kasum Kasumov, Eyup Ağa Veysov, Zeynap Hanum Veysova, Ali Abbas-Bek İbrahimbekov, Alekber Kadirbekov, Abdurrahim Ağa Ağalarov ve daha birçokları. Şemahi Müslümanlarının zararları genel olarak 2 milyar Rus Rublesi değerindedir. Şemahi Müslümanlarının temizlenme planı Stepan Lalayev, Gavriyil Karaoğlanov, Gülbandov, Mihail Arzumanov, Karapet Karamanov, Şuşintsa Ağamalova, Sedrak Vlasov, Samuel Daliyev, Petrosyants, İvanov’lar (oğlu ve babası) tarafından hazırlanmış ve saldırıda yerli Ermeniler kullanılmıştır.
Bu olaylarda, şahit ve suçluların ifadeleri ile aşağıda isimleri geçen Ermenilerin suçlu oldukları tespit edilmiştir. Stepan Lalayev Gavriyil Karaoğlanov Gülbandov Mihail Arzumanov Karapet Karamanov Ağamalov (Karabağ Ermenisi) Sedrak Vlasov Samuel Deliyev Petrosyants İvanov’lar Ovanesov Sandrak Agriyev Artyom Ter-Matevosyants Yakup Martirosyants Armenak Yakuboviç Martirosyants Aleksandır Haçaturov Mihail Haçaturov Andrey Arzumanov ve diğerleri. Bu nedenle, yukarıda adı geçen suçlulara karşı soruşturma başlatılmasını arz ederim. Soruşturma Kurulu Üyesi Novatski İMZA
Kars civarında Ermenilerden kaçan Müslümanların yollarda öldürülmesi:
Artan Ermeni zulmü dolayısıyla Kars köylerinden kaçan Müslümanların yollarda katledildikleri; insanların mal ve eşyalarından vazgeçtikleri; Karçukboğazı civarında yirmi sekiz ceset bulunduğu ayrıca Ayıderesi denilen yerde bir mağarada seksen kişiyi katlettiklerini bizzat Ermenilerin ifade ettiklerini ve Avındır'da sekiz hanenin kesilerek Kosor civarında suların insan cesedinden içilemediği hususlarını ihtiva eden Ersinek karyesi imamının mektubu.
Uluhanlı, Karadağlı, Boğanlı ve Çerbeçalı Köyleri Civarında Ermeniler tarafından yapılan baskı ve soykırım: Soykırımın devam ettiği Uluhanlı'ya iki yüz kadar gönüllü Taşnak milislerinin geldiği; Karadağlı İslam köyü halkının Ermenilerce köylerinden zorla uzaklaştırıldıkları, Çebeçalı halkının tamamen süngüden geçirildiği ve Azerbaycan'da Ermenilerle savaşın devam ettiğinin haber alındığı.
Fransız Askerleriyle Birlikte Ermenilerin Ayıntab, Maraş Ve Adana Civarında Müslüman Ahâliye Zulüm :Ermenilerin zulüm ve işkence yaptıkları Ayıntab (Antep) civarındaki Büyükarablar köyüne giren içlerinde Ermenilerin de bulunduğu yüz elli kişilik bir Fransız müfrezesinin evlerin kapısını kırarak mal ve ırza tasallut etmeleri üzerine köylülerin civar köylere ve dağlara kaçtıkları ancak sabahleyin evlerine dönmekteler iken köylülere makinalı tüfekle yaylım ateşi açıldığı; Maraş'ta da Fransızlarla birlikte Ermenilerin halkı katlettiği ve ahâlinin şehirden dışarı çıkamayıp kasabanın top ateşiyle tahrip edildiği ayrıca Maraş'a yardıma gelen ahâlinin de top ve mitralyöz ateşi nedeniyle şehre giremediği; Adana ve havalisinde de durumun tahammül edilemez bir hal aldığı, bazı köylerin yakılıp, Ermeni köylülerinin silahlandırılarak Müslümanlar üzerine saldırtıldığı; Maraş faciasının yurtta büyük bir infiala yol açtığı ve halkın protesto gösterilerinde bulunarak bir an önce bu olayların sona erdirilmesini istedikleri.
Ermeni Taarruzuna Uğrayan Kürtlere Civardaki Müslüman Köylerin Destek Vermesi :
Ermenilerin Sitağan köyünün doğusunda tarlalarında çalışan Kürtlere top ateşi açmaları üzerine civar köylerdeki Müslüman halkın da Kürtlerle beraber Ermenilere mukavemet ettikleri.
Ermenilerin Fransızların Koruması Altında Adana'da Müslüman Halka Tecavüzlerde Bulunmaları :Ahâlinin saadet ve hürriyetini temin etmek iddiasıyla Adana'ya giren Fransızların bunun aksine olarak İslam ahâliye karşı ihanetkarane tavırlarda bulunmaları üzerine Fransızların bu hareketlerinden destek alan Ermenilerin her türlü saldırgan davranışlardan geri durmayarak, Müslümanların mal ve mülklerini Ermenilerin üzerine geçirtmek için düzmece hakimler heyeti kurarak mallarını gasbettikleri; Hıristiyanlara zarar verdiği veya İttihadçı oldukları iddiasıyla Müslümanların hapsedilip aileleriyle bölge dışına sürgün edildikleri; Gavurdağı'nda oluşan ve siyasi bir hüviyeti olmayan bir Müslüman eşkiya çetesinin daha çok Müslüman köylerini yağmaladığı ancak çetenin Ermenilerin meskun olduğu Şeyh Murad köyüne gelmesiyle başlayan olayların, Ermenilerin çarşıda Müslümanlara hücum etmesiyle büyüyerek dört Müslümanın katl ve beş Müslümanın yaralanmasına yol açarak zabıta kuvvetleri ve İngiliz askerlerinin müdahalesi ile Ermenilerin Müslümanları katletme girişimlerinin sonuçsuz kaldığı; bu kargaşalıktan sonra Fransızların Ermenileri eşkıya takibine ve Müslüman köylerini tahrib etmeye gönderdikleri; eşkıya takibine gönderilen bir Ermeni çetesinin İnepli, Kayalı ve Arapköy karyelerini basarak malları yağma edip şiddetli darb ve tarlalarda rastladıkları suçsuz insanları katlettikleri; Fransızların Adana'yı işgallerinden itibaren Ermenilerin her gece birer ikişer Müslümanı öldürdükleri; İslam din adamlarına yönelik hareketlerle Dörtyol kazası müftüsünün tutuklandığı ve diğer müftilerin azil ve tayinlerine karıştıkları; muhtediye ailelerin evlerinden zorla alınarak Ermeni murahhashanesine gönderilerek bunlarla birlikte ana ve babası olmayan Müslüman çocukların da alındığı; Yumurtalık kazasının Kurtkulağı köyünde Ermeni askerlerinin yedi ay önceden beri ezan okumayı yasakladıkları.
Ermeni Zulmünden Kaçarak Hududlara Yığılan Kafkasyalı Müslümanların Durumu :
Ermeni mezâliminden kaçıp kurtulmak amacıyla Osmanlı hududlarına yığılan Kafkasyalı Müslümanların daha fazla sefalet çekmemeleri için şimdiye kadar Osmanlı topraklarına kabul edildikleri fakat önceden beri geldikleri Erzurum'da kıtlık başgöstermiş olup, yerli halkda çok zor durumda bulunduğundan bundan böyle geleceklerin Mamuretülaziz vilâyetine gönderilmelerinin daha uygun olacağı ve Vedi ile civarında Müslümanlara ait köylerin Ermenilerce muhasara edildiği, dört taraftan makinalı tüfek ve toplarla takviye edilmiş müfrezelerin Müslüman halka saldırdıkları, Aras nehri civarında bulunan Şeti, Şa‘ılnak, Karalar, Şirazlı[Şiranlı cadde], Yenice, Kızan, Nabata (?) ve Bürevan'daki halkın köylerini terkederek dağlara kaçtıkları, onları açlığa mahkûm etmek için adı geçen köylerdeki mahsûlat ve diğer eşyaların Ermenilerce gasbedildiği ve yokolacaklarını anlayan Kafkas Müslümanlarının, Osmanlı Devleti'nden, yapılan katliâmın durdurulması konusunda gerekli girişimlerde bulunmasını istedikleri KARS'TA MÜSLÜMAN KÖYLERİNİN BOŞALTILARAK BURALARA ERMENİLERİN YERLEŞTİRİLDİĞİ Kars'tan Erzurum'a gelen Kurban Efendi'nin verdiği bilgilerden; Ermenilerin Berdik, Kalo, Şüregel, Kineli(?), Karakaş ve Benliahmed köylerinde bütün eşya ve erzâka el koydukları; Erkend, Kinegi, Benekki [Benekli], Savacakkolu(?) köylerinin Müslüman halkını Paldırvan, Kürekdere ve Parkit'e naklederek boşalan köylere Ermenileri yerleştirdikleri; ayrıca İngiltere aracılığıyla Kars’tan Kazaklar'a gönderilen mühimmatın artık Azerbaycan ve Gürcü hükûmetlerince geçmesine izin verilmediğinin anlaşıldığı.
Nahcivan, Kağızman Ve Şarol Havalisinde Müslüman Halka Uygulanan Vahşi Soykırım :
Nahcıvan ve Şarol havalisinde 45 İslam köyünün Ermenilerin saldırısına maruz kaldığı; Ermeni kıtalarına yazılan gizli emirlerde görevlerinin tek bir Müslüman kalmamacasına hepsini Aras çayına dökmek olduğunun ifade edildiği; Kağızman eşrâfından Arslan Bey ve eşinin burun ve kulakları kesilerek katledilip Kağızman'da teşhir edilmesiyle halkın korkarak dağlara çekilmesi üzerine tüm mal ve eşyalarının Ermeniler tarafından yağma edildiği; Ermeniler tarafından yapılan zulüm ve vahşet dolayısıyla Erivan, Kars ve Kağızman havalisinden binlerce Müslümanın her şeylerini bırakarak Türkiye tarafına geçmeye çalıştıkları; Kağızmanlı kâdının oğlu Aziz ve yanındaki arkadaşıyla ailesinin Ermenilerce elleri, burun, kulak ve dudakları kesilerek vücutlarına cep açılmak ve göğüslerinde derileri soyulmak suretinde katledildikleri; Ermenilerin Gümrü ve Nahcivan cihetlerinde bazı İslam köylerini basarak 4000 kadar Müslümanı feci bir şekilde katlettikleri.
Ermenilerce Yapılan Katliâmın Amerika İaşe Heyeti'ne Anlatılması :Görevleri, Müslüman ve Ermeni nüfus miktarıyla, geçimlerini sağlayamayanları belirlemek ve Ermeni zulmünü incelemek olan Amerikan İaşe Heyeti'nden iki görevliye Ermeni zulmünün son derece şiddetlendiğinin ve toplu katliâma başlandığının anlatıldığı; ayrıca heyet mensuplarının katliâm sırasında süngülerle yaralanan, kolları kesilen kadın ve çocuklarla görüştürülerek tam bir kanaat sahibi olmalarının sağlandığı; bundan başka Iğdır'da bulunan bin kadar silahlı Ermeni kuvvetinin Nahcıvan ve Şerber'de Müslüman halkın direnişini kırmak üzere harekete geçtiği.
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
ÇORUM MANTISI
MALZEMESİ : 5-6 porsiyon-100 Gram kavrulmuş kıyma,4 bardak un,1 bardak un hamur açılırken kullanmak üzere,1 yemek kaşığı tuz,2,5 su bardağı ılık su,1 kaşık margarin veya yarım çay bardağı sıvı yağ,yarım yemek kaşığı salça,mevsimi ise domateste doğranır. iki diş sarımsak, bir su bardağı yoğurt. Her yumak bir pişinim olarak 4 porsiyon mantı.
Un maya katılmadan katı bir şekilde yoğrulur, yoğrulan hamur üç adet yumak tutulur oklava ile 1,5 milim kalınlığında açılır.
Açılan hamur 3x3 ebadında kesilerek istenirse içerisine kıyma,
İstenmezse düz olarak dörtkenarı birleştirilerek sıkılır.
Mantı haline getirilen mantılar tavaya dizilir.  Kızartılan mantılar bir kenara konur.
Tenceremizi ateşe koyup margarini ve yarım kaşık salçayı koyarak sosu hazırlarız. İstenilirse bu sosa domateste doğranır. Sosun üzerine 2,5 bardak suyu koyarak kaynatırız. Kaynayan suya istenildiği kadar tuz konarak üzerine kızartılan mantıyı dökerek pişiririz.
Pişen mantı tabaklara konularak servise hazırlanır, birkaç dakika soğumaya bırakılır. Hafif soğuyan mantının üzerine yoğurt sarımsak konularak afiyetle yenilir.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 09
 
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!
Güner KAYMAK
Güner KAYMAK Hayat Hikayesi
YİNE GELDİ 23 NİSAN
Yine geldi 23 Nisan
Selam olsun Atatürk’e atama
Heyecanlanıyor coşuyor insan
Selam olsun Atatürk’e atama
Bu bayram ki Egemenlik Bayrami
Dünya çocukları Atatürk’ün hayranı
Alkışlıyor Millet “Cihanda Sulh” diyeni
Selam olsun Atatürk’e Atama
Dünya çocukları ülkemize geliyor
Herkes kendi kültürünü sergiliyor
Her ırktan çocuklar ne güzel görünüyor
Selam olsun Atatürk’e atama
Kadına seçme seçilme hakkini verdi
Baş öğretmen olup ilim öğretti
Kılık kıyafeti giyindirdi düzeltti
Selam olsun Atatürk’e atama
İnsanca yasama laiklik dedi
Cahile yobaza fırsat vermedi
İnancı siyasete alet etmedi
Selam olsun Atatürk’e atama
Diktiği fidanlar meyvesini veriyor
Bütün dünya Türkiye’yi örnek görüyor
Böyle önder yüz yılda bir geliyor
Selam olsun Atatürk’e atama
Kurduğu cumhuriyet sapasağlam ayakta
Nice çarlıklar hasta düştü yatakta
Krallıklar diktatörler yıkıldılar batakta
Selam olsun Atatürk’e atama
Amsterdam / 13.04.2003

 

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

111 SAYI 25 Mayıs 2008 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!