|
YIL 9 SAYI 105 25 Kasım 2007 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
ÇORUM’DA MISIN?
- Yazarsanız bilirsiniz, bir şeyler için sizi de arayan
olur. Çorum’da da bu yıl pek evden dışarı çıkamadım. Bazı
arkadaşlarımız bizi aramışlar, bulamamışlar. Onların bana söylediği
bu. Gerçek olma ihtimali yüksek. 2010 Mayıs ı ile bu güne kadar neler
yaptığımı soranlar okurlar inşallah.
- Mayıs ayında bir ateş düştü “Umre” yapalım diye
düşündük. Gittim umre için kayıt oldum. Haziran ayında; Allah C.C.
nasip etti eşimle birlikte bir “Umre” yapmak için Çorum’dan ayrıldık.
- Diyanet İşleri kanalı ile yaptığımız umre grubumuzun
başkanlığını yapan hoca efendinin bu vazifeye ilk gitmesinden dolayı
biraz ağır aksak oldu.
-
Hani Nasrettin hoca bir gün vaaz
vermek için kürsüye çıkar cemaate sorar:
-
-Ey cemaat ne diyeceğimi biliyor
musunuz? Cemaat hep bir ağızdan:
-
-Bilmiyoruz hoca derler. Nasrettin
Hoca Kürsüden inerken:
-
-Öğrenin de gelin o zaman der. Ertesi
gün Nasrettin Hoca yine kürsüye çıkar ve aynı soruyu sorar:
-
-Ey cemaat ne diyeceğimi biliyor
musunuz? Cemaat kendi aralarında kararlaştırmıştır yarısı başka yarısı
başka cevap verecektir:
-
-Yarısı biliyoruz yarısı da
bilmiyoruz diye cevap verirler. Hoca bakar cemaat hazırlıklı. Kürsüde
şöyle bir toparlanır ve cevap verir.
-
- Bilenler bilmeyenlere söylesin der.
-
Bizim 2010 7. grup umre de bu
pozisyonda oldu desem yalan olmaz. Zaten yazılırken Müftülük
görevlisine sormuştum:
-
-Hocamız Mekke ve Medine’ye ilk defa
mı gidecek? Memur arkadaş:
-
-Hacı ağabey niçin soruyorsun?
Diyince.
-
-1995 te Hac görevimizi yaptıran hoca
arkadaşta ilk defa gidiyordu. Ona şöyle yapalım diyince malım Hoca
bildiğini okur derler hesabı bildiğini yapmıştı. Hoca ve Hacca
gidenler grup olarak epey zorluk çekmişlerdi. Demiştim.
-
Zaten organizasyon için başlangıçta
bize mahsus vurdumduymazlık ve işi ciddiye alınmamıştı. Benim okuduğum
ve öğrendiğim kadar Diyanet İşleri Umre ve Hacca gidenler. İçin üç
günlük mecburi katılmaları gereken seminerler vermesi gerekli idi.
Bilgilerimizi tazeleyelim diye her üç günde de seminerlere gittim.
Konuşmacıyı beklerken bir ekran ve bir dvd oynatıcı camiye kurulmuştu.
Burada Hac organizasyonu ile ilgili bilgiler verilmekte idi. Birkaç
dinleyici kendi aralarında Arafat’a da mı çıkacağız, kurban mı
keseceğiz diye konuşuyorlardı. Çünkü bu adaylar buraya ilk defa
gidiyorlardı. Bilmemeleri normal idi; organizasyonun amacı da bilgi
vermekti.
-
Acaba Diyanet İşlerinin Umre için
yaptırdıkları ayrı bir dvd çekimi yaptırıp Müftülüklere dağıtılmamış
mıydı, yoksa adam Hac dvd yeter mi diye düşünülmüştü?
-
Birkaç kişi birikince bir görevli
geldi biraz bilgi verdi .Ben grubumuzun kaç kişi olduğunu ve grup
hocasının umreye gidip gitmediğini sordum müftülükten öğrenmemi
söylediler.
-
Ertesi gün yine birkaç kişi Hac dvd
sini izledik görevli 40 dakika kadar gecikti toplananların birkaçı da
gitti. Bir iki çocuk, bir hacı ve birde ben kaldık. Konuşmacıyı
dinledik. Konuşmacı eksiklik gördüğünüzü bize bildirin bizde yukarıya
bildiririz diye de tembihte bulundu.
-
Zaman geldi ve “Umre” için yola
koyulma vakti gelmişti. Terminal’e gittik, otobüsümüzü bulduk.
Otobüsümüz biraz gecikmeli de olsa hareket etti. Otobüsün çaldığı
hangi mezhep’e, hangi görüşü belli olmayan TÜRKÜ formatında ilahi
dinleyerek Ankara Havaalanına vardık. İhramlarımızı giydik.
-
Hocamız otobüste bana:
-
-Hacı ağabey ben 20 senelik imamım!
Mekke ve Medine’ye gitmedim fakat oraya on kere gidenden fazla bilgi
sahibiyim demesi de Müftülük görevlilerini benim söylediklerimi
bildirmeleri şüphesini aklıma getirdi. Bende:
-
-Bilgine diyeceğim yok!. Bilgi ile
uçak kullanmazsın, bilgi ile ameliyat yapamazsın, bilgi ile
yazamazsın. Bu gibi işlem ve görevlerde kâğıt üzerinde, bilgisayar
üzerinde yapılması, tatbikatının esas mekânda yapılmamasından dolayı
yanlışlıklara sebep olur. Bence senin gibi ilk defa göreve giden
arkadaşları bir önceki kafile ile tecrübe kazanman için görevli
göndermeleri, neyin nasıl olduğunu görerek yapman ve sana emanet
edilen kişilere de layık görevlerini yaptırman gerekir. Dedim.
-
Yukarıda konusu geçen müftülük
görevlisi arkadaş yememiş içmemiş hoca arkadaşımıza bu konuşmayı
aktarmıştı. Benim de korktuğum başımıza gelmişti. Korkum eşim ve
kendim için değildi giden Çorum gurubu içindi. Grupta oraya ilk defa
giden umreciler vardı. Korkum onlar içindi.
-
Havaalanında 2 saate yakın bekledik.
Bir kargaşalık ve bir telaş ile uçağa bulduğumuz yere oturduk.
-
Uçakta kim nereye bulursa oturdu.
-
Sayın görevliler!
-
Bu uçaklarda yer numaraları yok mu?
-
Biletlere her ilin umrecileri yan yana
gelecek şekilde topluca oturacakları bir düzenleme sağlanamaz mı?
-
Ben bu sistem ve düzende bu gibi ufak
ayrıntıları göz ardı eden koskoca Diyanet İşlerini savsaklamakla
suçlasam yanlış mı yapmış olurum?
-
Çorum gurubu darmadağın olduğuna göre
diğer illerin grupları da darmadağın oturdu. Nasıl olsa çay içme
molası vermek için bir yerde uçağın durma ihtimali yok düşüncesi ile
Cidde Havaalanına indik. Mekke’ye gitmek için her ile ayrı otobüs
tutulmuştu. Arap şoförün ille de bahşiş diye tutturması üzerine hoca
efendi bizlerden TL olarak da olsa biraz para verdi. Ben merak
ediyorum: Bu görev ile giden yetkili kişilere böyle durumlarda
harcaması için biraz harcırah verilmiyor mu?
-
Hava alanına inince kimin nereye
gideceği belli olmadın herkes etrafa dağıldı. Ben bagajımı alıp
havaalanını çıkış kapısına yöneldim.
-
Uçakta umreciler belirlenmiş
koltuklarda otursa ve topluca uçaktan inip gümrükte topluca geçip,
topluca bagajlarını almaları ve otobüslerine topluca gitmelerine
yardımı olur. Görevli hoca da oradan oraya koşuşturmaktan yorulmamış
olmaz mı?
-
Orada otobüsler dizilmişti.
Otobüslerde her ilin ismi yazıyordu. Kapıları kapalı olduğundan eşimle
bir bankta oturarak Çorum kafilesini bekledik. Kafile geldi hocamız
sayım yaptı tamamdık ve otobüse bindik. Otobüsümüz yine yukarıda bahsi
geçen ilahiyi dinleye dinleye kalacağımız otele geldik. Hocamız bir
saat sonra aşağıya inin otobüsle Tavaf yapmaya gideceğiz dedi. Bir
saat sonra indim birkaç umreci vardı. Grubu sordum bilmiyoruz dediler.
Hanımla ben kendimiz umremizi yaptık ve geldik.
-
Otelimiz çok güzel ve temizdi.
Çorum’dan tanıdıklarımıza ve otobüste tanıştıklarımıza sordum umrenizi
hocamız yaptırdı mı dedim.
-
-Hayır; hocayı bulamadık kendimiz
yaptık. Dediler. İki gün sonra bir konuşmada hocamız tavaf ve sayı
Ankara Müftüsü başka bir hoca ve kendisi olmak üzere kimsenin
gelmediğini bu üçünün birlikte yaptıklarını söyledi. Bende:
-
- Evet hocam doğru yapmamışsınız.
Buraya ilk gelenler ne yaptılar acaba diyince de:
-
- Ben şimdi soruyorum ve tavaf
yaptırıyorum diye cevap verdi. Allah kabul etsin. Ne deyelim
ceremesini ve sorgusunu bu organizasyonu yapanlar elbette bir yerde
verirler. Acaba ihramdan çıkan umrecilerin say yapıp yapmadıkları ve
umrelerini düzgün yapabildiklerini hüsnü zan edere bilir miyiz?
-
Acaba bu şekilde görev yaptıran kişi
görevini tam yapmış mı oluyor. Vicdanı rahat mı? Sorumluluğunu sonrada
telafi etme çabaları umrecinin ihramını çıkarttıktan sonra yaptığı
tavaf umre tavafı olur mu?
-
Mekke Otelimizde hiç hiçbir sıkıntı
çekmedik desem doğrudur. Yemekler eşimle bana göre çok güzeldi.
(Eşimin sitesinde yemekleri yayınlanır ve dergilerimizde de güncel
yeleklerini yayınlarım
http://yemeklerimiz.corumlu.com
;
http://yemekler.buadresim.com
bu sanal dergilerimiz)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- BAZI ŞAİRLERİMİZLE TOPLANTI
- Geçen hafta içinde arkadaşlarla toplanarak
yaptıklarımızı, yapacaklarımı ve şiir içinde geçen birkaç saati
ebedileştirdik.
- Şair arkadaşlardan bazılar şiirlerini verdi ve
dergilerimizde şiirlerini yayınlamak için söz verdim. Allah C.C.
erdirirse arkadaşların şiirlerini sanal olarak yayınladığım Çorumlu
2000 Dergisi olan bu dergide Sarı Çiğdem Şiir Defteri’nde ve Aylık
Şiir Antoloji Dergisi’nde yayınlayacağım.
- Şayet sizde yazıyorsanız, çiziyor ve fotoğraf
çekiyorsanız sitelerimizde bulunan “SİZDE YAZIYORSANIZ” linklerini
tıklayarak inceleyiniz ve sizlerde katılınız.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa GÖRKEM |
Mustafa GÖRKEM Hayat Hikayesi
|
- TEZİMİZ
-
Tezimiz ,Çorum’un “nev’i Şahsına münhasır”
veya “özgün” niteliklerini, etnoğrafyasını, folklorünü bir kere daha tebarüz
ettirmek ; bunun Anadolu Medeniyeti içeresindeki yerini ve ehemmiyetini
ortaya koymak amacını taşımaktadır.
- Öteden beri Antik Hitit Medeniyetinin gölgesinde kalarak son yıllarda
artan turizm potansiyelinden de böylelikle istifade edememiş; öte yandan saf,
duru ve yerel kültür değerlerini de daima içinde barındırmış olan Çorum’u bir
kere tanımak ve tanıtmak arzusundayız.
-
Takdir edilmelidir ki bir bölgenin tüm
yönleriyle araştırılması, tarih içindeki rolünün ortaya konması ve varsa onu
diğerlerinden ayıran özelliklerin anlatılması pek kolay bir iş değildir.
Yıllara ve ciltlere sığmayacak zengin bir kültürü tevarüs etmiş olan
Anadolu’yu sadece kültürel olarak ele almak bile çok geniş ve kapsamlı
araştırmalar ile olağanüstü çabalar gerektirecektir.
-
Yurdumuzda etnografya ,dil ve edebiyat, sosyal
adet ve ananeler ,halk oyunları ve folklor, antropoloji,el sanatları, yaşayan
adet ve gelenekler ile ve hatta Anadolu mimarlık ve sanat Tarihi üzerinde
yeterli çalışmaların yapıldığı;arşivlerin gereğince incelendiği,mevcutların
envanterinin çıkarıldığı,tasnife alındığı kanaatinde değiliz.Hatta ülkemizin
tanıtımı ve turizm politikası bile Ege ve Akdeniz’deki iklim ve doğa
güzelliklerimiz ile bizden önceki uygarlıkların antik medeniyetlerine
odaklanmış bir şekilde seyretmeye devam etmektedir.Bütün bunların tabii bir
sonucu olarak İç Anadolu Müslüman Türk Medeniyeti daima gölgede kalmış;
yeterince aydınlatılamamış,anlatılamamış, öğretilememiş hatta anlaşılamamış
bulunmaktadır.
-
Antik Hitit medeniyeti üzerinde yeteri kadar
çalışma yapılmıştır kanaatindeyiz. Belki kazılar ve yeni eserlerin ve yerleşim
birimleri ile arkeolojik buluntuların ele geçirilmesi uzun yıllar alabilir.
Hatta yurdumuzdaki müzelerin hemen pek çoğu antik çağlara ait malzeme ile dolu
olmasına rağmen Anadolu’muz dünyanın en büyük canlı ve hala yaşayan bir açık
hava müzesi olarak fark edilmeyi beklemektedir.
-
Çorum’ un ve Anadolu’nun yeni sahibi Müslüman
Türkler’ dir ve bu uğrunda kan dökerek ve büyük bir bedel ödeyerek sahip
olduğumuz bir nimet ve aynı zamanda da anavatanımız ve yurdumuzdur. Bunu
yeterince anlamak, tanımak ve tanıtmak, yeryüzü kültürleri arasındaki layık
olduğu şanlı yerine ve “asrın idrakine” oturtmak borcumuz olmalıdır.
-
Böylece iddiamız odur ki :
-
Çorum ve havalisinde tevarüs eden bu iç
anadolu medeniyeti;
-
Ülkemizdeki diğer bölgelere kıyasla çok daha
saf ve bakir etnoğrafya unsurları ile Orta asyadaki anavatanımızdan gelen
özgün ve nev’i şahsına münhasır değerleri ihtiva etmektedir.
-
Bu köklerin üzerinde taşıdıkları
hususiyetler yeni yurdumuzun havası suyu ve toprağı ile yoğrularak
şekillenmiş ve hem vatanımızın hem de dünyanın en doğru ve güzel uygarlığını
ortaya çıkarmıştır..
-
Ülkemizin diğer köşe ve bucaklarının kültür
ve medeniyet adına tescili ve çıkış noktası hatta batıya uzanması hep orta ve
iç anadolu eliyle olmuştur.
- Bugünki mesahamızın dört katı kadar büyük Devlet-i Ali Osmani
medeniyetinin kalbi ,acıları ve özü hep burada kalmış;onun devamı olan devlet
yeniden burada kurulmuş; yeni Türk ve İslam Medeniyeti ;modern Türkiye
Cumhuriyeti olarak burada şekillenmiştir.
-
İslamın potasında eriyen nice kabile, millet
veya insan toplululuklarının kültür cevherleri bizden önceki antik çağların
kalıntılarıyla ve mirasıyla hem hal olmuş ve ortaya bugünki özgün “Anadolu
Medeniyeti” çıkmıştır.
-
Işte bu medeniyet içesirisde Çorum saflığını
daima korumuş orta asya cevherlerini ve asil doğrularını daima muhafaza
etmiştir.
- Bunun sebebleri şunlardır :
-
Orta asya oğuz boylarının doğrudan gelip
yerleştiği son vatandır.1071 de kapıları açılan ve 1096 da son haçlı
seferinden sonra artık ebediyyen bizim olan ve dünya durdukça da bizim olacak
olan “Ana Vatanımız” olmasıdır
-
Büyük göç yolları ve ticari güzergahlar
üzerinde olmayıp sefer yolları üzerindeki askeri bir menzil de değildir .
-
Ezici bir düşman hakimiyetinde uzun zaman
kalmamıştır. Bünyesinde gayrımüslüm unsurları fazla ve uzun zaman
barındırmamıştır. (Bu unsurlar şehrin kültür,adet ve gelenekleri üzerinde
hiç etkili olamamışlar; sadece ticaret, sanat ve zanaatla uğraşmışlardır.)
Yakınında veya sınırlarında kültür etkileşimine gireceği farklı bir millet
veya başka bir devlet yoktur.
-
Lisanını, ibadetini ,yaşantısını
yasaklayacak bir dış tehdit almamıştır.
-
Büyük göçler ve istilalarla demografik yapısı
değişmemiştir.
-
Cumhuriyetin ilanından sonra da bu içe kapanık
ve ketum halini sürdürmüştür.
-
Yeni devletin başkentine bu kadar yakın olması
nerede ise hiç bir avantaj sağlamamıştır.21.yüzyılda havaalanı ve demiryolu
yoktur.Ana karayolları bile hala tek şeritir. Devletin yegane yatırımı seksen
yıldır iki fabrikadan ibarettir.(Şeker ve Çimento Fabrikası).
- Okuma yazma oranı ülkemizin en yüksek seviyede olan ilidir. Cumhuriyetten
once en uzun askerlik yapanların(iskilip 9-14 yıl ) ve en çok gidip de
dönmeyenlerinin olduğu bir kahramanlar ve yiğitler şehirdir.
-
Osmanlı’nın ve yeni cumhuriyetin bir sürgün
yeridir. Isyancıların mesken tuttuğu ama aynı zamanda Milli mücadelenin
kilit isimlerinin de yetiştiği bir fakir beldedir.
- Dünyaya asırlar boyu açılan tek kapısı Samsun vilayetidir.Bütün
ihtiyaçlarını oradan karşılamıştır.
-
Bugün ise görünüşte büyük metropollerin
herhangi bir semtinden farkı olmayan; en çok ortaklıklı şirketlerin
bulunduğu,kendi yağı ile kavrulmaya çalışan, kendini sevenleri kendine aşık
eden; Evliya Çelebi’ nin dediği gibi “Güzelleri Bol Çelebileri Çok ”bir
Anadolu vilayetidir.
-
Bizde bu tezimizde tarihi Çevre birimleri olan
Tarihi Çorum evleri ile onlardaki yaşamı ,mimari özellikleri ile anlatacak,
kısmen, dil ve lisan üzerinde duracak birazda bir folklor değeri olan Yemek
antropolojisinden bahsedeceğiz.İl geneli ile bazı ilçelerde otuz yıldır
sürdürdüğümüz tarihi çevre araştırmalarımızın neticelerini ortaya koyacak;
onlarda fark ettiğimiz ve nev’i şahsına münhasır özellikleri,doğruları ve
hatta güzellikleri dile getireceğiz.
-
Bütün bu tesbitlerimizin sonucunda da büyük
Anadolu uygarlığının yeniden ortaya konulması, tebarüz
ettirilmesi,anlaşılması,gelecek kuşaklara zengin bir kültür mirası olarak
devredilmesi,anlatılması ve sevdirilmesi hatta sahip çıkılması için gereken
çareleri önereceğiz.
-
Saygılarımızla…
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
- KIZILIRMAK HAVZASI BELEDİYELERİ
- Geçtiğimiz yaz aylarında Kızılırmak havzası belediyelerinin
güç birliği yapması gerektiği yönünde bir yazıyı kaleme aldım. Bu konudaki
ısrarımı ve görüşlerimi yineliyorum. Kızılırmak havzası belediyeleri mutlaka
güç birliği yapmalıdır. Daha da önemlisi Kızılırmak havzası belediyeler
birliği kurulmalıdır. Bu bir ihtiyaçtır ve zorunluluktur. Çünkü; Çorum ilinin
en bereketli ve verimli toprakları Kızılırmak havzasında bulunmaktadır.
Adından da anlaşılacağı üzere Kızılırmak havzasında su vardır. Söz konusu
bölgenin rakımı düşük olup ilimizin diğer bölgelerine göre geçiş iklimi
özelliği göstermektedir. Kısmen de olsa bölgedeki bitki örtüsü farklıdır.
-
Bu açıklamalardan sonra dilerseniz Kızılırmak
havzası kavramını tanımlamaya çalışalım. İlçe ve belde olmak üzere Kızılırmak
havzası olarak tanımlanan bölgede 10 yerleşim yeri yani belediye
bulunmaktadır. Bunlar nüfus yoğunluğuna göre Osmancık, Kargı, Dodurga, Oğuzlar
ve Laçin ilçeleri ile birlikte Narlı, Başpınar, Çamlıca, Hacıhamza ve Alpagut
beldeleridir. Hatta bu havza içerisinde Amasya’nın Hamamözü ilçesi de
değerlendirilebilir.
-
Bölgenin nüfus potansiyeli de önem arz etmekte
ve bölgede yaklaşık 120 bin insan yaşamaktadır. Ülkemizin pirinç ihtiyacının
yaklaşık % 25 i bu havzadan karşılanmaktadır. Bölge insanının çoğunluğu
geçimini tarım faaliyetlerinden sağlamaktadır. Bölgede sanayi, turizm ve yer
altı zenginlikleri açısından potansiyel mevcut olup değerlendirilmesi ve bu
bağlamda bölge belediyelerinin güç birliği yapması gerekmektedir.
-
Sözlerimizi toparlamak gerekirse “Kızılırmak
Havzası Belediyeler Birliği” mutlaka kurulmalıdır. Osmancık konumu ve yukarıda
bahsedilen potansiyelin genişliği ve nüfus yoğunluğu açısından bu
belediyelerin merkezi durumundadır. Ayrıca söz konusu belediyelerin ekonomik
imkanları göz önüne alınırsa Osmancık belediyesi hizmet ettiği nüfus açısından
da geniş imkanlara sahiptir.
-
Yani Osmancık belediyesinin burada bir ağabey
ve bir lider belediye konumunda olduğu bilinen bir gerçektir. Bölgedeki diğer
belediyeler güçlerini Osmancık belediyesi ile birleştirmelidir. Kızılırmak
havzası belediyeler birliği mutlaka kurulmalı ve bölge adına geniş kapsamlı
projeler üretilmelidir. Güçler birleşince söz hakkı 3-5 bin kişi için değil
doğal olarak 120 bin kişi için olacak ve birlikten kuvvet doğacaktır.
-
Böylece bölgenin pirinci daha iyi
değerlenecek, doğal gaz vb. çağdaş hizmetlerin bölgeye gelmesi ivme
kazanacaktır.
-
Kızılırmak havzası belediyeler birliğinin
kurulabilmesi için öncelikle yukarıda bahsi geçen belediyelerin bir araya
gelmesi ve gerekli şartlarını ve ihtiyaçlarını ortaya koymaları gerekmektedir.
-
Tabii ki söz konusu oluşumun öncelikle bütün
belediyelerin ortak olarak dinleyebileceği bir lider etrafında toplanmaları
gerektiği kanaatindeyim. Söz konusu oluşuma önderlik edecek kişinin yine
bölgeyi ve bölge sorunlarını iyi tanıyan biri olması gerektiğini düşünüyorum.
-
Yukarıda da açıkladığım gerekçelere göre
Kızılırmak havzasındaki belediyelerin mutlaka bir birlikteliğe ihtiyacı
vardır. Bu oluşum en kısa zamanda gerçekleştirilmeli, bölge sorunları birlikte
değerlendirilmelidir. Kızılırmak Havzası Belediyeler birliği bir an önce
kurulmalıdır.
-
Böylece yaklaşık on belediye arasındaki
zamanla var olduğu öne sürülen birlikte hareket konusuna mutlaka resmiyet
kazandırılmalıdır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
DEVR-İ SABIK YARATMAK
DEVLET: Kelime,
kavram ve anlam (manâ ve muhteva) olarak devlet, “Siyasi, idari ve
merkezi bir teşkilâta sahip, belirli ve müseccel sınırlarla muhkem ve
mukayyet, toprakları üzerinde hakim, halkıyla hür, müstakil, özgür ve
hükümran, (tam bağımsız) ülke; Üzerindeki insan topluluğunu, mutlak
bir adâlet, hukuk, eşitlik ve hakkaniyetle yöneten, doğrusal yönde
hareket eden, milletin işlerini tam bir dürüstlükle yürüten, insan
haklarına sahip ve hukuka saygılı meşru bir hükümetle ‘milli
hakimiyet’ tesis etmiş bulunan ulusal bir kurumdur.
Esas olarak devlette
kanunlar Anayasa’ ya, Anayasalar ise insana ve insan tabiatına
(doğuştan var olan insan haklarına) aykırı olamaz. Devlet insan için
vardır. İnsanlar, halk, millet, yani yurttaşlar tarafından “Namuslu,
dürüst, katılımcı, saydam-şeffaf, ilkeli, onurlu, sorumlu, hak-hukuk
ve bilumum medeni tasarruflarda mutlak eşitlik esasına dayalı”,
özellikle demokrasi ve demokrasinin mutlak mütemmimi (ayrılmaz parçası
olan) Cumhuriyetle yönetilmek zorunda ve durumundadır.
Bilinen ve belli olan
tarihte ilk kez bu ideolojik tanım ve siyaset felsefesi günümüzden
2500 yıl önce Plâton (Eflâtun) tarafından vâzedilmiş; Bu rejim ve
siyaset felsefesinin en ileri ve çağdaş-modern versiyonu ise, Atatürk
ilke ve inkılâpları bağlamında “İnsan odaklı” doğru, demokratik
‘İnsani Boyut ve Bilgi Toplumunun ideal rejimi’ “Türk İnkılâbı”
(Atatürk’ün kendi deyişi ile) “KEMALİZM” olarak biçimlenmiş
devlet-rejim budur.
Günümüzde, orijinal
ve objektif bir rejim olan bu yönetim biçimini örnek alan veya
uygulayan, (dünyada) gerçek devlet sayısı iki elin parmakları kadar
azdır. Yakın ve uzak tarihte ise, ağırlıklı olarak Türk ve İslâm
devletleri ile 20.500.000 km2’de yaklaşık 600 yılı mücavir süre ile
“huzur iklimi” olarak adâletle hüküm süren Osmanlı örneği ile
1923-1938 dönemi Türkiye Cumhuriyeti gösterilir.
Şu anda ülkemizde de
Kemalizm maalesef ‘gizlenen rejim’ durumunda olup, 1961’ den itibaren
terk edilmiştir. Ancak, AB Komisyonunca onaylanan Ortlander raporunda
yer aldığı veçhile batı, Türkiye’nin kesinlikle Atatürk’ü unutmasını
istemektedir. Zira, kapitalist ve emperyalist küresel sermaye, önünde
en büyük tehlike olarak “Kemalizm” i görmektedir.
Bu talep ve yaşanan
gerçek yönünde biz yine de konuyu irdelemeyi sürdürelim:
Devletler, halk
tarafından tesis ve idame ettirilen hükümetler eliyle yönetilir.
Hükümetlerin mutlak
şartı meşruiyettir. Hüküm ve hikmet meşruiyetle mümkündür.
Meşru Hükümet :
Gücünü sadece ve yalnızca halktan alan ve halka dayanan, kuvvet,
kudret ve hakimiyet-hükümranlık hakkını “halkla birlikte-halk için
kullanan”, halkın emrinde ve hizmetinde olan ve bu (hüküm ve hikmet)
hakkını; Ulusal ve evrensel hukukun kabul görmüş ilke, norm, standart
ve kriterleri muvacehesinde; İlmi değer, manevi mukaddes, milli
mefküre, temel inanç, adet, örf, yerleşik töre, birikim ve gelenekleri
doğrultusunda kullanan;
Halkın gücü, kudreti,
irade ve adâlet ahlâkı “doğrudan milletçe onaylanmış” müşterek hak,
hukuk ve menfaatleri tavizsiz-ivazsız bir “kamu ahlâkı dairesinde”
yönetme erkidir.
Bu, Türk milleti ve
TC devleti bağlamında bir “Kuvâ-i Milliye” veya “Çanakkale” rûhu,
nizamı; Yani, halk iktidarı anlamına gelir. Halk iktidarı ‘hak
iktidarı’ demektir. Diğer bir anlamda, kamu yönetiminde ‘kamu onayı ve
kamu vicdanı’ esastır. Türk milletinin kamu vicdanı: Mustafa Kemal
ATATÜRK, O’ nun ilkeleri ve Türk İnkılâbıdır.
Türk İnkılâbı
‘Cumhuriyet Fazilettir” ilkesine dayalıdır. Mutlak dürüstlüğü esas
alır.
Yani; Türk devleti
(orijinal Fransızca da ‘bon-sens’ denilen) haklıların güçlülüğü, hak,
adalet ve hukukun mutlak hakimiyeti; her türlü ayırma, kayırma,
farklılık, üstünlük, imtiyaz ve kanunsuz koruma dışında ‘tam eşitliği’
öngörür. Bilimin, milli birikimin ve insani bilincin gereği olan
‘doğrusal yönde temlik ve tasarrufu”, “En hakiki mürşit ilimdir”
ilkesini esas alır.
Türk milleti ve TC
devleti, vahşi kapitalizm ve küresel emperyalizme karşıdır.
Türkiye, hür,
müstakil, hakim ve kendi hukuku ile kaim medeni bir dünya devletidir.
Türkiye Cumhuriyeti;
Binlerce yıllık devlet geleneğinin gereği; Namuslu bir devlettir.
DEVLETİN NAMUSU:
Yukarda açıklanan usul, esas ve münhasıran “Türk İnkılâbı”
çerçevesinde ‘Türk Devleti’ “CUMHURİYET FAZİLETTİR” ilkesi bağlamında
kuruludur. “Fazilet” Türk ve dünya lügatlarında; “Doğruluk, dürüstlük,
değer, meziyet, iyilik, ilim, irfan ve iman itibarı ile yüksek, adalet
ve ahlâk-edep sahibi, hürmet ve muhabbete lâyık, saygınlık” anlamına
gelir. Tek kelime ile fazilet: Kişisel ve kurumsal bazda namuslu,
dürüst ve demokrat olmaktır. Gerçek anlamda namuslu, dürüst ve
demokrat olmayanın devlette işi yoktur.
Bu tanımları,
günümüzde yaşanan ‘derin’ kavram kargaşasını açıklamak için yaptım.
ASIL MESELE NEDİR: 83
yıllık cumhuriyet tarihini “Hakiki devlet ve namuslu hükümetler”
bağlamında büyüteç altına koyduğumuzda ortaya çıkan profil şudur:
1923-1938 dönemi: Tam bir yokluk, yoksulluk ve kıtlıktan; Taban ve
tavan arasında makul bir denge korunarak, el ve gönül birliği ve
“millet olma” bilinci içinde kalkınma ve gelişme yolunda büyük mesafe
alınmış; Kurucu önderi, bütün ayni ve nakdi mal varlığını milletine ve
milletin kurumlarına bağışlamış, bütün dünyanın saygı duyduğu “kederde
ve kıvançta bir” yüksek bir medeniyet bu dönemde yaşanmıştır. Atatürk
dönemi, tertemiz ve pırıl pırıl bir dönemdir.
1938-1950: Karşı
devrim adına, her şeyin yerle bir, Türk inkılâbınınsa ter-yüz
edildiği, ilk yolsuzluk ve suistimallerin uç verdiği, demokrasinin
yerini despotluğun aldığı kıtlık ve kâbusların hortladığı karanlık ve
kara bir dönem. Kayıp yıllar...
1950-1960 : Türk
inkılâbının düştüğü yerden ayağa kalktığı, Atatürk programlarının
tekrar, özenle yürürlüğe konduğu, milletçe kalkınma-gelişme, devletçe
yükselme ve ‘muasır medeniyet seviyesine ulaşma” seferberliğinin
başladığı ve ülkenin karanlıktan aydınlığa çıkarılarak birinci sınıf
bir dünya devleti noktasına yükseldiği, taşındığı harika yıllar.
DİKKAT : 14 Mayıs
1950 seçimlerinde ‘beyaz ihtilâl’ olarak tarihe geçen ve büyük bir
halk hareketi ve kuvâ-i milliye ruhuyla “demokrasi zaferi” kazanan
parti, halk partisi tarafından “devr-i sabık” yaratmama konusunda
uyarılmış, aksi taktirde askeri darbe ile tehdit edilmiş olmakla; DP,
demokrasiye geçiş evresi nedeniyle bu şartı kabule mecbur kalmıştır.
DARBE : 27 Mayıs
1960’da, başta halk partililer ile Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk,
Adalet, ahlâk ve milli değerler düşmanı, hukuk özürlü dahili ve harici
bedhahların iştirak ve işbirliği sonucu yapılan darbe, 10 yıldır
yaşanan “asr-ı saadet” dönemini sonlandırdı. Bir değil binlerce
“DEVR-İ SABIK” yaratma ihtirası uğruna kurulan ‘adalet ve hukukun yüz
karası, utancı’ güdümlü mahkemelerde binlerce masum insan, memur,
müsdahdem, genel müdür, genel kurmay başkanı, bakan, başbakan ve
cumhurbaşkanı alçakça sorgulandı ve yargılandı. Nâhak yere üç masum ve
müsemma lider hunharca asıldı. Ancak, örtülü ödenek dahil devletin ve
hükümetin bütün hesapları tertemiz çıktı... Devr-i Sabık
yaratamadılar. Çünkü devlet bu dönemde Atatürk’ün yolunda ve izinde
yürümüştü.
Atatürkçülük, yani
‘Kemalizm’ ile yalan-talan ve yolsuzluk birleşmezdi.
Oysa, müsebbipler
1950’de devri sabık yaratılmamasını şart koşmuşlardı.
Çünkü 1938-1950
döneminde devleti yönetenler, reddi miras etmişlerdi. Ortam
pisti.
NEREDEN NEREYE:
Emekli Jandarma Kurmay Albay ve dönemin Jandarma Genel Komutanlığı
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanı; Namus ve
fazilet timsali büyük insan, gerçek bir Türk Askeri, Kuvva-i Milliyeci
Aziz ERGEN’ in “Kirli Ellerin İttifakı” isimli kitabı yayınlandığı gün
bana geldi. Türünün nadir örneklerinden olan bu kitabı; Yukarda
irdelediğim siyaset bilimini (Türk inkılâbını) baz alıp, “1960-2006”
döneminde olup bitenleri düşünerek büyük bir dikkat ve itina ile satır
satır okudum. Başlangıçta vaki açıklama ve tanımlar doğrultusunda
mukayeseli bir şekilde inceledim, değerlendirdim.
Evet, demek artık,
‘yeni bir beyaz sayfa daha’ açmanın değil; ‘iyice kirlenen’ son 40
yılın hesabını sormak zamanı gelmişti
Bahusus toplantıda,
Aziz Albayın son derece ağır başlı, temkinli ve (emekli de olsa)
temsil ettiği camia ve emekli olduğu kurumun onur ve erdemini
düşünerek verdiği cevaplar ile Talât ŞALK’ ın açıklamalarını ‘bu
amaçla’ not aldım. Akabinde aldığım önemli notlar ve kitabı bir kenara
koyarak, ertesi günden itibaren Internet, radyolar, yazılı-görsel
medya ve televizyonlarda yer alan haber ve programları dikkatle
izlemeye başladım.
Acaba, Türkiye’yi
sarsacak nitelikteki bu açıklamaların yansıması ne olacaktı ?
Halkın tutumu,
hükümetin tavrı, başta insan hakları örgütleri olmak üzere, sivil
toplum kuruluşlarının ve genelde kamuoyunun tepkileri konusunda ciddi
beklentilerim vardı.
Sanki bütün medya
harekete geçecek, aziz ve necip Türk halkı ayağa kalkacak, STK’ lar
hepten teyakkuz durumuna geçecek, başta Sayın Cumhurbaşkanı, Devlet
Denetleme Kurulu, Başbakan, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu,
Bakanlar ve Bakanlık Teftiş Kurulları derhal işe el koyacak; Dönem
itibarıyla kayıp, kaçak, gasp, hırsızlık ve yolsuzlukla hortumlanmış,
kitapta açıklanan ‘millete ait’ 500 milyar doların peşine düşerek;
‘DEVLETİN NAMUSUNU” kurtaracaklardı.
Zira, dönemin hayali
ihracat komisyonu başkanı ve Aksaray milletvekili, Manisa eski
milletvekili; o gün için vizyondaki “Kurtlar Vadisi” dizisinin
yapımcıları, konuyla ilgili başkaca kitaplar yazan yazarlar, dönem
içinde konuyla ilgili dizileri yayınlayan gazeteler ve gazeteciler
sayesinde (Aziz Albay kadar olmasa bile) yine de ‘harekete geçmeye
yetecek kadar’ pislik, kirlilik, hırsızlık, yolsuzluk, yozlaşma, erime
ve çürüme ortaya çıkmıştı. Üstüne üstlük bir de, ‘dokunulmazlara’ ait
dosyalar vardı.
Böylece tüyü bitmemiş
yetimin hakkı söke söke geri alınacak, Aziz Türk milletinin alçakça
çalınan geleceği kurtarılacak, suçlular yakalanacak, adil mahkemelerde
yargılanacak ve kamu vicdanı rahatlatılacaktı. Bu son derece olağan,
doğal, masum ve yasal bir beklenti idi. Zira, devlet ve hükümetler
bunun için vardı. Hiç olmazsa beyaz enerji dahil, aysbergin dışarıda
kalan, görünen bölümü aydınlandı. Kirli eller, kara vicdanlar ve irin
dolu yüreklerin sırrı ayândı artık. Devlet varsa (ki, vardır) şimdi
harekete geçmeliydi. Zira;
Aziz Ergen’in kitabı,
izah ve itirafları bir bakıma rüşvetin, hırsızlığın, hortumculuğun ve
devleti kullanarak milleti soymanın aleni belgesi idi. Üstüne üstlük
bu güne kadar benzer konularda yayınlanan hatırat, belge, bilgi, kitap
ve itirafları da tamamlıyordu. Hazır, Anayasa mahkemesi, yerel
mahkemeler ve Cumhuriyet Savcıları da konu üstünde idi. Bir tarafta
aleni dolandırıcılıktan yakalanan bakan, diğer tarafta sahtecilik,
görevi kötüye kullanma, rüşvet, iltimas, suistimal, nüfuz ticareti
gibi yüz kızartıcı suçlarla yargılanan eski bakan ve vekiller; Diğer
tarafta, aynı suçlara ilâveten bölücülük, teröre destek,
yardım-yataklık ve dahi vatana ihanete kadar varan iddialarla
suçlanan, ancak insan onuru, adalet ahlâkı, demokrasi, Anayasa’nın
eşitlik ilkesine aykırı bir biçimde dokunulmazlık zırhı ile korunan
‘milletvekilleri’ vardı.
Hattâ, buna rağmen
yalan-talan, soygun ve vurgun bütün şiddeti ile devam etmekte idi.
Üstüne üstlük,
şimdilerde Türkiye’yi soyanlar ve hortumlayanlar kervanına İMF, AB
kurumları, Dünya Bankası ve ülkemizin “Milli İktisat”sınırlarını yok
eden “Gümrük Birliği” çeteleri bile vardı. Ülkemizde mafyalar cirit
atıyor, organize çıkar örgütleri “Medya-Mafya-Politika” şeytan
üçgeninde, rahatça hareket ediyor ve diledikleri gibi faaliyet
gösteriyordu.
Evet, devlet, hükümet
ve halk bütün kurum ve kuruluşları ile harekete geçmeliydi.
Şimdi tam zamanı idi.
Artık, ‘hiçbir şey eskisi gibi olmamak’ zorundaydı.
AMA HAYRET : Alenen
suçlanan ve marifetleri deşifre edilen kesimlerden çıt yok. En küçük
bir ret, tekzip veya itiraz bahis konusu değil. Mütareke medyası
popülizm peşinde. Tutturmuş bir ‘Amerikalı albay nasıl soyuldu’ konusu
speküle edip duruyor. Milliyetçi, sağcı ve muhafazakâr yayın organları
da, sanki söz birliği etmişçesine “Çuvalın intikamını alan albay”
teranesine sarılmakta. Ortada tam bir sağırlar ve körler diyalogu
‘pandomima’ var.
Tedbir olarak sadece,
devletten ve halktan alenen çalınan 300 milyar dolarlık miktarı
mücavir olaylar ve saiklerine ilişkin bölüm nedeniyle, “KURTLAR
VADİSİ” dizisi kapatıldı.
SUÇ VE CEZA : Öteden
beri ve günümüzde yurttaşlarımız mahalle marketlerinden, ülke
bakanlarına kadar ulaşan yolsuzluklardan bıkmış, yılmış ve usanmıştır.
Sokaklarda gasp, devlette irtikap ve yolsuzluk vardır. Suç
patlamıştır. Suçlu rahattır. Yargı, Hukuk, Adalet ve ceza kurumu
dumura uğramıştır. Mâşeri vicdanı ATATÜRK olan millet rahatsızdır.
Durum kriz boyutunu aşmış, ümitsizlik, güven bunalımı ve buhrana
dönüşmeye başlamıştır.
Oysa, gelecekle
ilgili umut ve inanç yaratmak, her türlü yolsuzluğa karşı toplumsal
refleks oluşturmak ve doğal stabilizatörleri tekrar hayata geçirmek
gerekir. Bu meyanda, Aziz Albay tarafından açıklanan dehşet verici
olaylar; Zati şehadetle taraf olunan, vakıaların kamu tarafından
sorgulanması, müsebbiplerin yargılanması ve cezalandırılması şarttır.
Bunun yanı sıra, 1960’dan günümüze ‘devlet erki kullanılmak ve
kuruluşlar istismar edilmek” suretiyle, siyaset kurumları ve siyasi
partiler de alet edilerek yapılan ve boyutları dönem itibarıyla 500
milyar dolarlara varan dehşet verici devasa soygun, vurgun, yalan ve
talan anatomisi ‘keyifle ve korkusuzca’ menfur icraatını
sürdürememelidir. Bu soyguna “DUR” demek zamanıdır.
Suç ve suçlu ‘cürüm’
cenneti haline getirilen ülkede namuslu insanlar güvende değil.
Suçlular küstah ve acımasız. Masumlar ve mazlumlar korumasız. Yeni TCK
ve AB sayesinde suçlulara avukat verilmekte, mağdurlar ise daha da
mağdur ve perişan. 1923-1938 ilâ 1950-60 dönemi devlet anlayışı
unutulmuş, herkes Atatürkçü, fakat, Atatürkçülük, Kemalizm ve Türk
inkılâbından eser yok. Bu ne iki yüzlülük, mürailik ve münâfıklıktır
ki; Milliyetçiler, sağcılar, solcular, dinciler dahil bütün
kesimlerden hırsız, yolsuz ve hortumcu çıkabilmekte.
Adama (vatandaşa)
sorarlar !
Hani ilkelere ne
oldu. Hani binlerce yıllık tertemiz Türk medeniyeti !
Bize pırıl pırıl,
tertemiz ve berrak bir Cumhuriyet emanet eden Atatürk’e ihanet niye ?
Cemiyetin temeli
adâlet ahlâkıdır. Ancak, adaleti kaim olan kanun hukukidir.
Türk inkılâbının
amacı kanun devleti değil; Hukuk devletidir. Hukuk devletinde suç
cezasız kalmaz. Ceza, suça mümasil (denk) olmak zorundadır. Ne eksik,
ne fazla.
Evet, İnsan elbette
özgür bir varlıktır. Lâkin bu, suç işleme özgürlüğünü kapsamaz.
Kanun ve kuralları
belirleme hakkı, ‘güçlülerin’ değil, haklı-doğru ve dürüstlerindir.
Demokrasilerde
hırsız, yolsuz, hortumcu, yıkıcı ve bölücü unsurlara; Cezalarını çekip
ıslah olmadan “halk içinde” serbestçe dolaşma hakkı tanınamaz.
Hukuk devletinde ‘suç
işlemek’ herkes için yasaktır. Mutlak kaide budur.
DEVRİ SABIK YARATMAK
GEREK : Şimdi tam zamanıdır.
Millet, meri hükümet,
‘durumdan vazife çıkartarak’ Anayasa Mahkemesi veya yüksek yargı önce
cürmün milâdı olan 27 Mayıs’ın hesabını sormalıdır. Bununla birlikte o
mâkus günden itibaren bu güne değin yapılan bütün haksızlık,
hırsızlık, gasp, irtikap ve yolsuzluğun hesabı muhakeme edilmeli;
Ülkemiz, istiklâl ve istikbalimiz aleyhine işleyen AB süreci behemahal
durdurulmalı, Gümrük Birliğinden derhal çıkılmalı, devlet
“namuslu-dürüst ve demokrat” Atatürk’çü-Kemalist Cumhuriyet konumuna
tekrar çekilerek; 46 yıllık kâbusun kara vicdanlı, kirli el’li ve
kansızlar (damarlarında asil kan akmayan) hain, dönme, devşirme,
ateist, pagan ve Türklüğünü kaybetmiş insanlık düşmanları sorgulanıp,
yargılanarak ‘devr-i sabıkları” yaratılmalıdır.
Temiz devlet ve temiz
toplum için bu şarttır. Türkiye’nin kendi kendisi ile yüzleşme ve
yönetenlerin halkla hesaplaşması zamanı gelmiştir. Yarın çok geç
olabilir.
DEVLETİN MALI DENİZ :
Bu söylemin doğrusu,
haksızlıktan, rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluktan bıkmış-bunalmış, bu
alt varlıklara karşı illet ve nefretle muzdarip halkımın, kinayeten
söylediği bir söz olup; DOĞRUSU şöyledir: “Devletin Malı Deniz,
Hırsızlık, Haksızlık ve Yolsuzluk Yapan Domuzdur.” Bu manâ ve
muhtevada “Domuzlar” devr-i sabıklar olsa gerek.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- BİR ASKERLİK ANISI
-
Merhabalar!
-
Bundan seneler önce Alayı Talimgâhında
Çavuşluk kurusundayım. Bir çavuşumuz vardı Adanalı. Tek ve büyük bir kusuru
vardı Hâşâ Dine ve kitaba söverdi. Çavuş adayları olarak benim gibi düşünen 20
kişi idik. Talimgâhın bitimi için “Karaların Memedi” hazırlıyoruz. Kış bir
yandan üşütüyor, birde Kıbrıs Çıkartması yapılacak bütün Alay boşaldı sadece
Talimgâh kaldı. Moraller yüksel yalnız o çavuş kafamızı bozuyor. Övünmek gibi
olmasın birinci olmazsam bile ilk üçteyim. En son hafta artık o yirmi arkadaş
Adanalı çavuşa o kadar bozulduk ki Talimgâh Bölüğü Yüzbaşısına Adanalı çavuşu
şikâyet etmeye karar verdik. Toplandık önde ben kapısına vardık arkadaşların
sesleri geldiğinden arkama bakmadım bile gel sesini duyunca içeri girdim.
-
- Yüzbaşı ne var Onbaşı? Dedi. İrkildim.
Arkama baktım. Kimsecik yok. Beni bir kahkaha aldı ki sormayın. Katıla katıla
gülüyorum. Yüzbaşı tecrübeli. Yerinden kalktı kapıyı kapattı. Bana:
-
-Masasının önündeki sandalyeye oturmamı
söyledi. Oturdum. Gülme krizim gitti. Yüzbaşıya dönerek:
-
-Komutanım özür dilerim. Arkama bakınca
“Nasrettin Hocanın” bir hikâyesi aklıma geldi. Ona güldüm Sonra da kendimi
tutamadım. Dedim. Yüzbaşı:
-
-Hangi hikâyesi? Dedi. Bende:
-
-Hani efendim “Fil” hikâyesi var ya. Timur’a
bütün köy şikâyete giderler. Çadıra girince Nasrettin Hoca bakar arkasından
gelenler yok olmuşlar. O hikâye diyince: Yüzbaşı gülümser ve sorar:
-
-Ne şikâyetiniz vardı Onbaşı? Diye sorunca.
Ben de:
-
-Komutanım! Biz talimgâhı bitirmek üzereyiz.
Adanalı falan çavuşumuz devamlı dinimize ve kitabımıza sövüyor. Biz asker
ocağına Vatanımızı, Namusumuzu, Dinimizi korumak için geldik. Benim gibi
düşünen on dokuz arkadaşım vardı. Birlikte şikâyete gelmiştik. Arkamda hiç
birisi kalmamış. Dedim. Yüzbaşı:
-
-Tamam! Evladım anladım. Çıkabilirsin dedi.
Çıktım. Biraz sonra arkadaşlar etrafımı sardı. Sordular cevap vermedim.
-
Karaların Memedi bir geceliğine hazırlamıştık
4 gece Alayda oynadık Tebrikler aldık. Övgüler düzdüler. Dördüncü gün piyesten
sonra Çavuşluk diplomaları dağıtıldı. İlk üçte ismimin okunmasını bekledim.
Çıkmadı. 132 sırada adım okundu. Şikâyet etmemin cevabı verilmişti. Büyük
Millet Meclisine döndüğümde bölük komutanımız odasına çağırdı. Bana:
-
-Evladım! Alayı Komutanı senin için özel bir
not yollamış. Dinlemeni isterim dedi:
-
-“Bölüğünüzün onbaşısı not bakımında ikinci
olmasına karşı, arkadaşlarının oyununa gelerek yalnız bırakılmıştır. O yüzden
onbaşınıza diploması en son tarafımdan verilmiştir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Hasan Latif SARIYÜCE |
Hasan Latif SARIYÜCE Hayat Hikayesi |
- DENİZ KENTİ DURRES’TE
-
Tiran’da ikinci gün otobüsle Adriyatik
kıyısındaki Durres’e gittik. Tiran ile Durres arası 50 km kadar. Durres,
Osmanlı tarihinde adı sıkça geçen Dinç limanından başkası değil. Güzel bir
kent İzmir’de işlenilen hata bunda da işlenilmiş. Deniz kıyısını on, on iki
katlı apartmanlarla kapatmışlar. O apartmanlara ulaşıp kıyıya varmayınca deniz
görünmüyor. Burada yaşayan çok sayıda Müslüman var. Eski camiler duruyor.
Gerçi Enver Hoca döneminde 200 cami ve 100 mescit yıkılmış ama Müslüman bir
ülkede tüm camileri ortadan kaldıramamışlar. Tıpkı kiliseleri kaldıramadıkları
gibi. Bir Türk grubu buraya bir cami yaptırmış. Kıyıya yakın. Üç katlı bina,
kıbbesi üzeri kiremitle kapatılmış. Anadolu kasaba1arında binlerce benzerini
gördüğümüz plansız, belki de mimar eli değmeden yapılmış, estetik hiçbir
çekiciliği olmayan bir yapı. Dıştan bakılınca camiye benzer bir durumu yok.
Orta katı cami. Cami bölümüne genişçe bir iç balkon eklenmiş. Bu kısımda
kadınlar namaz kılıyor muş. Türkiye’den gelme imamla konuştum. Genç bir adam.
Alt katın Kuran kursu olduğunu söyledi. Ama derse başlamak üzere cami önünde
toplanan öğrenciler 18-20-25 yaşında kocaman delikanlılar. Aralarında daha
yaşlıları da var. Buranın aslında bir medrese oluğu anlaşılıyor. Araplar da
burada bir cami yapmışlar, bir de medrese açmışlar. İmam “Bizim onlarla bir
ilgimiz yok,” diyor. Anlaşılan Arap din görevlileri burada da dini sorunlarla
uğraşacak yerde “Türk lerin dinsizliği (!)“ ile uğraşıyorlar.
-
Durres sakin, küçük bir kent Güzel bir sayfiye
yeri. Ama sokaklarında bizden başka Turist yoktu.
-
Kıyıya yakın bir kalenin kalın kulesi
üstündeki cafe de denizi seyrederek kahve içtik. Kaleden bakılınca kentin
kuzeyinde bir tepe üstünde güzel bir köşk görülüyor. 1945 yılında ülkeyi terk
eden Kral Zagu’nun sarayı imiş. Kral Zagu Arnavutluk’tan ayrılınca ilk durak
Istanbul’a gelmişti. O gü nün gazetelerinde ve magazin dergilerinde kraldan
fazla çok şık giyinmiş kraliçe ve prenseslerin fotoğrafları ilgi çekmişti.
Kral Zagu birkaç gün İstanbul’da kalmış, sonra Mısır’a gitmişti, bir daha adı
sanı anılmaz olmuştu.
-
Durres ve çevresindc Akdeniz ılıman iklimi
görülüyor. Bu iklimin belli başlı iki bitkisi zeytin ile narenciyedir. Seyrek
de olsa zeytin ağaçlan, üzüm bağlan gördük de narenciye bahçeleri pek gözümüze
çarpmadı.
-
Durres’te bir büfede çocuk kitapları
satıldığını gördüm. Sağ kolu omzundan kopmuş bir genç adam büfeyi işletiyordu.
Kitaplara baktım. Aslından fotokopi yoluyla çoğalnimış. Korsan baskı demeye
dilim varmıyor, çok berbat bir baskı. Gene de üç kitapçık alıyorum. Çünkü
resimleri oldukça güzel. Hem de bir Arnavut ressam yapmış bunları. Adamın
avcına bıraktığım kiğıt paraları kafi gelmiyor. Uzanıyor, yeniden çıkardığını
paradan da bir miktar alıyor. Oradan ayrılıp da kitapların üzerindeki
fiyatlara bakınca kolsuz satıcının alması gerekenden iki kar fazla para
aldığını görüyorum.
-
Öğle üzeri gene Tiran’a döndük. Türk Büyük
Elçiliğini ziyaret randevumuz vardı. Doğruca oraya gittik.
-
Daha önce de değindiğimiz gibi büyük elçi
Arnavutluk cumhurbaşkanı ile Türkiye’ye gitmiş. Büyük elçiye vekalet eden
maslahatgüzar sayın A. Metin Durmuş, kafilemizi kabul etti. Bize çay ve kuru
pasta ikram etti. Elçi vekiliyle bir yarım saat görüştük. Bilgili, kültürlü,
güler yüzlü genç bir diplomat. Ona Arnavutluk’la ilgili bazı sorular
yönelttim. Sorularımı büyük bir incelikle cevapladı. Sorduğum soruları,
aldığım cevapları kısaca buraya aktarıyorum:
-
“Sosyalizmden sonra tarım toprakları nasıl
özelleştirildi? Elbasan’a gelirken yol boyunca bir iki dönümlük parsellere
bölünmüş çokça tarlalar gördüm.”
-
“Sosyalizm döneminde bütün topraklar
kamulaştırılmıştı. Demokrasiye dönülünce topraklar yurttaşlar arasında eşit
olarak bölüştürülmüş. O dönemde burada bulunmadığım için neler olup bittiğini,
bu işin nasıl yürütüldüğünü ayrıntılarıyla bilmiyorum. Şimdi çok sayıda
parçalanmış küçük topraklar devletin en büyük sorunlarından birisi. Halk bir
iki dönüm toprağın içine kapanıp tarım yapmayı tercih etmemiş. Bu yüzden
ekilebilir verimli topraklar boş duruyor. Şu anda Arnavutluk’ta beslenme ve
açlık sorunu var. Dışarıdan tarım alanında iş yapacak yatırımcılar
bekliyorlar.”
-
“Yabancı yatırımcıların Arnavutluk’a ilgisi ne
durumdadır?”
-
“Henüz geniş çapta bir yatırım akışı yok. En
çok Türkiye ile İtalyanlar ilgileniyorlar. Gelen dış sermayenin % 60’ı Türk
sermayesi. Arnavutluk’un en büyük demir çelik fabrikasını Türkler kurdu (Kurum
Demir Çelik Fabrikası). Arnavutluk’ta on tane Türkçe öğretim yapan Gülistan ve
Sema vakıflarının açtığı özel okullar var. Ülkenin ikinci büyük bankası
Türkiye’den gelme eski Kent Bank. Türkiye Tiran’a büyük bir cami yaptıracak.
Araplar da bir cami projesi teklif ettiler ya, onlarınki kabul edilmedi.
-
“Şu anda Arnavutluk ekonomisi ve Türkiye ile
ticareti ne durumdadır?”
-
“Arnavutluk’un nüfusu 3 100 000 civarında.
Ortalama milli gelir adam başına 1200 dolar. Türkiye, ticarette 80 milyon
dolarla üçüncü sırada yer alıyor. Birinci sırada İtalyanlar var. Yunanlılar da
ticareti artırmak, yatırım yapmak için çalışıyorlar.”
-
“Milli gelirleri bu kadar düşük olan bu ülkede
sokaklarda Mersedes arabasından geçilmiyor? Bu bir çelişki değil ini?”
-
“Haklısınız? Arnavutluk’ta çok sayıda Mersedes
marka otomobil var. Geçen yıl buraya Mersedes Fabrikaları genel müdürü geldi.
“Dünyada en çok Mersedes marka araba Albanya’da,” dedi.
-
“Geliri kıt bir ülkenin insanları bu pahalı
arabaları nasıl alabiliyorlar?”
-
“Mersedes arabalarının çok büyük bir bölümü
çalınmış arabalar. Ama Mersedes hırsızlığı yalnızca Arnavutların işi değil.
Almanlarla ve öbür Avrupa ülkeleri insanlarıyla anlaşma yoluyla düzenlenmiş
bir eylem. Alman, Mersedesini bir Arnavut’a oldukça elverişli bir fiyata
satıyor. Onun Almanya’dan çıkarak Arnavutluk’a dönmesini bekliyor. Arabasının
Arnavutluk’a geçtiğini anlayınca polise çalındığını bildiriyor. Sigortadan
yeni bir araba alıyor.”
-
“Çalıntı durumuna düşen arabayı Arnavutluk
yöneticileri nasıl tescil ediyorlar?
-
Bu sorumuza sayın maslahatgüzar kısa ve
oldukça diplomatça bir karşılık verdi:
-
“Sosyalizme karşı ayaklamanın ardından doğan
karışıklıkta olmuş bu işler.”
-
Biz maslahatgüzarla konuşurken kafilemizde
bulunan ve Arnavutça bilen İzmir Milletvekili sayın Dr. Ramazan Toprak,
telaşlandı. Adeta feveran etti.
-
“Bunlar da nereden çıktı? Bunları yazacak
mısınız?” Kitap araştırma yapılarak yazılır,” dedi.
-
“Sayın milletvekilim,” dedim, “ben elli yıldır
yazan bir insanım. Neyin, nerede, nasıl yazılacağını bildiğimi sanıyorum”
-
Sayın Toprak, bir gün sonra otobüste gönlümü
aldı ama gene “Şu Mersedes işini yazmasanız iyi olur,” dedi. Ne gördüm, ne
işittiysem onu yazdım. İnşallah çok nazik, çok hatırşinas bir insan olan,
yalnız seçmenlerinden değil, hekim olarak çalıştığı yerlerde de büyük bir
sevgi ile insanları kendisine bağlamış bulunan Toprak’ı üzmemişimdir.
-
Mersedes öyküsü yalnız Arnavutların öyküsü
değil. Kosova’da da, Makedonya’da da - Arnavutluk’ta olduğu gibi fazla olmasa
da- Mersedesler gördük. Bunlar da Almanların sigorta soygunculuğu oyunuyla
buralara getirilmiş.
-
Elçi vekiline ve görevlilerine teşekkür ederek
elçilikten ayrıldık. Dış avluya çıktığımızda elçilikte görevli Arnavut asıllı
genç:
-
“Şu an kriz yaşasa da Türkiye güçlü bir
devlet. Irak Savaşı’na asker göndermedi ama Irak’a giden 35 bin Arnavut
askerinin silahları, elbiseleri, arabaları Türkiye’den gitti,” dedi.
-
Genç adam bunları söyledikten sonra göğsünü
gerdi. Sözlerini şöyle bitirdi:
-
“Türk ordusu dünyanın en güçlü ordusudur,”
-
Elçilikten dönüşte bir süre gene dolaştık.
Gece gezdiğimiz yerleri gündüz gezerken bir şey dikkatimi çekti. Tiran’da çok
sayıda turizm bürosu var. Bunların ne içinde ne de önlerinde hiçbir kalabalık
yoktu. Bürolarda sayıları fazlaolmayan görevliler oturup duruyorlar.
-
Sokaklarda da turiste benzer insanlara
rastlamadık. Kaldığımız otelde de bizden başka kalanlar yoktu.
-
Maslahatgüzardan öğrendiğimize göre
Arnavutluk’la yıl da bir milyon kadar turist gelmekte imiş. Arnavutluk aslında
turizm için eşsiz fırsatları olan bir ülke. Doğa var. Deniz var. Geniş
alanları kaplayan dağlar, yaylalar var. Özellikle yemek turizmi büyük
atılımlar yaratabilir. Yaylalarda doğal koşullarda yetiştirecekleri
hayvanların etinden yapılan yemekler boğazlarına düşkün Almanlar, Fransızlar
ve öbürlerini buraya çekebilir. Arnavutluk aynı zamanda Avrupa’nın göbeğinde
bir Akdeniz ülkesi. Bağcılık, şarapçılık geliştirile bilir. Macaristan uygun
olmayan ikliminde yetiştirdiği yenilemeyecek kalitedeki üzümlerden ürettiği
şarapları, Türkler den öğrendiği gulaş (kul aşı) ile nerdeyse İspanya kadar
turist çeken bir ülke. Arnavutluk bir Akdeniz ülkesi. Her ne kadar ılıman
iklim etkisini daracık bir kıyı bölgesinde gösteriyorsa da buralarda üzüm,
narenciye, zeytin gibi ürünler yetiştiriliyor. Kıyı kenti Durres’te güel
şaraplar üretildiğini söylediler. Buradan aldığım küçük bir şişe votkanın
Türkiye’ye dönünce Rus votkalarından aşağı kalmadığını gördüm.
-
Arnavutluk kalkınmasında turizm öncü olabilir.
Ne var ki şimdiki durumda biraz zor görünüyor. Yeterli yol yok bir kere.
Oteller yok. Alt yapı hiç yok.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- FIRINDA PATATESLİ BONFİLE
- 1 kilo bonfile 1 santim kalınlığında kestilecek
- 4 adet orta boy patates
- 1 fincan zeytinyağı
- Kekik
- Tuz
- Kasaptan alınacak bir kilo bonfile bir santim kalınlığında
kestirilerek dövülmeden alınır.
- Patatesler kızartmalık şeklinde ya da kangal olarak doğranır.
Fırın tepsisi yarım fincan zeytinyağı ile yağlanarak doğranan patatesler tepsi
serilir üzerine hafif bir tuz serpilir.
- Kasaptan alınan bonfile; tepsiye birer parça olarak patatesin
üzerine konulur. Bonfilenin üzerine geri kalan yarız fincan zeytinyağı
ekilerek istenildiği kadar tuzlanır ve kekik ekilir. Normal fırın ateşinde
biraz pişen bonfile sulanır. sulanan bonfile suyu çekene kadar pişirilir.
- Fırından çıkarılan bonfilenin yanına salatalık turşusu,
domates ve soğan ince olarak doğranır tabak süslenir, tabağa
konulur.
- Sıcak sıcak servis yapılır.
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Güner KAYMAK |
Güner KAYMAK Hayat Hikayesi |
- ÖLÜMÜ UNUTMA
- Ölümü unutma getir aklına
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- Aldanıpta kanma dünya malına
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- İnsan oglu en degerli varlıktır
- Birlikte yaşamak güzeldir haktır
- Bir gönülü kırmak bina yıkmaktır
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- Nefsine uymayan düşmez yanlışa
- Binbir bela gelir akılsız başa
- Kötü söz söylemem kimseye haşa
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- Gururla kibirle ne işimiz var
- Hangi padişaha dünya oldu yár
- Kardeşçe paylaşmak elbetteki kár
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- Arzu edilmeli kemale ermek
- Kolaymıdır öyle gönüle girmek
- Bence en güzeli sevmek sevilmek
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- Tatlı dile güler yüze doyulmaz
- Yoksulun fakirin hakkı çalınmaz
- Ben insanım diyen canlıya kıymaz
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- Son bulsun savaşlar sömürü bitsin
- Güllerin dalında bülbüller ötsün
- Sürgünde olanlar yurduna dönsün
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- İnsanlık onuru galip gelmeli
- Zalimin zulmüne gögüs germeli
- Kadını erkegi eşit olmalı
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- Garez ile nefret zayıflık bence
- Manasız gurur cana işkence
- Insan utanır yüz yüze gelince
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
- Ozan Güner der sakin olalım
- İlime irfana kafa yoralım
- Ardımızda bir çok eser koyalım
- Bu gün varız yarin yokuz arkadaş
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Adile TÜRKMEN |
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi |
-
ELVEDA DEMEYE GELDİM
-
Bir arar,bir sorardı insan
giderken,
-
Söyle beni unutturan mı var.
-
Hakkımdı öğrenmek,her şey
biterken,
-
Sanma ki sevdiğim ben sana
geldim.
-
-
Şimdi yıllar sonra gelirken
sana,
-
Korkma ellerim boş vedadan
yana,
-
Nasıl göz koyarım
mutluluğuna.
-
Yalnız elveda demeye geldim.
-
-
Bana dön diye dil dökmeye
değil,
-
Önünde durup diz çökmeye
değil.
-
Ümit çiçekleri ekmeye değil,
-
Sadece elveda demeye geldim.
|
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
106 SAYI 25 Aralık 2007 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |