|
YIL
9 SAYI 104 25 Ekim 2007 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim
GÜRSEL CUMHURİYET BAYRAMI
-
Sakin KARAKAŞ KALE KAPISI VE BEYAZID CAMİLERİ
-
Ali EMİROĞLU İŞLER KARIŞIK GÖZÜKÜYOR
-
Mustafa Nevruz SINACI BİRİ YALAN, ÖTEKİ YILAN
-
Atilla ALPAY BORÇ
-
Veli KALLI ILIMLI İSLAM
-
Salim SAVCI TEK DAMAR OLMAK ÜZERİNE
-
Hasan Latif SARIYÜCE TİRAN YOLLARINDA
-
Selma GÜRSEL PATATES OTURTMASI
-
Şükrü GÜLTEPE
NE DEDİMDE NİYE KÜSTÜN SEVDİĞİM
-
Yaşar KILIÇ SAHABİLER
-
Adile TÜRKMEN NE EFKARI BELLİ,NEDE STRESİ
-
-
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
CUMHURİYET
BAYRAMI
-
Ülkemizin en önemli
olan bir zaman dilimi için kutlamalarını yapmak için
insanlarımızın Türkiye Kurtuluş Savaşının zaferle
sonuçlanması sonunda kutlamak üzere toplanarak kutladığımız
Milli Bayramdır. Bizlerin Türkiye'nin Bağımsızlığının
imzalanmasından sonra ülkemizin devlet yönetiminin daha açık
biçimde idare edilecek yönetimin isim verilmesi için Türkiye
Büyük Millet Meclisi "Milli Mücadele"yi Büyük Önder
Atatürk’ün başkanlığında başarıyla yürüten Türkiye Büyük
Millet Meclisi Türkiye Hükümeti yapısı ve işleyişi yönünden
cumhuriyet yönetimi gibi yapılandırılmış ve idare edilmişti.
-
Türkiye'nin yönetimi
dünya milletleri tarafından daha belirgin bir nitelik
kazandırılması gerekiyordu. 2 Şubat 1925'te, Dışişleri
Bakanlığı düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram
olması önerilmiştir. Türkiye'nin yönetiminin adının
konulması için Türkiye Büyük Meclisi 29 Ekim 1923 günü
yapılan Anayasa değişikliği ile Türkiye'nin İdaresinin
CUMHRİYET, Türk devletinin adı "Türkiye Cumhuriyeti" ilk
cumhurbaşkanı ise "Mustafa Kemal Atatürk" Türkiye'nin
Cumhuriyet yönetimi ile yönetileceğini Büyük Millet Meclisi
ilan etti.
-
Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk,
Cumhuriyet'in "Onuncu Yıl Kutlamaları"nın yapıldığı 29 Ekim
1933 tarihinde verdiği 10. Yıl Nutkunda, bu günü en büyük
bayram olarak nitelendirmiştir. Bu ilandan sonra her yıl 29
Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir millî
bayramdır.
-
Bütün dünya ve herkes
ile her gelecek kuşak bilmelidir ki bu vatanda kurulan
Cumhuriyet yönetimi Atatürk’ün önderliğinde bir ölüm kalım
savaşından sonra gerçekleştirilmiştir. Bu başarının
arkasında binlerce şehidin binlerce gazinin kurtuluş
mücadelesi için yaptıkları bulunmaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti bu büyük eserin her yönü ile gelişmesi
geliştirilmesi gerekmektedir. Bilhassa Atatürk'ün gençliğe
hitabesinde ileride olabilecek olumsuzlukları ve her türlü
tehlikeden titizlikle korunması Cumhuriyet kuşaklarının
Atatürk’e ve onun arkadaşlarına borçlu olduğu bilmemiz bizim
için bir görevdir. Hepimiz bilmeliyiz ki; Cumhuriyet korumak
ve kollamak görevin bilinci içinde bırakılan bu emaneti
devamlı korumak için çabalamamız ve şehitlerimiz ve
gazilerimizin emaneti olan Türkiye ve Türkiye Cumhuriyetini
sonsuza dek yaşatmamamız için fedakarlıklardan kaçınmamamız
gerekmektedir!
-
Ne Mutlu TÜRK'ÜM
Diyene!
-
29 Ekim Türkiye
Cumhuriyetinin Kuruluşu ve Cumhuriyet Bayramı hepinize kutlu
olsun!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
- KALE KAPISI VE BEYAZID CAMİLERİ
- Osmancık’ta kale kapısı camiinin 1480 yılında ibadete açıldığı
tahmin ediliyor. Caminin açılışı Koyunbaba köprüsünün inşa yıllarına
rastlıyor. Caminin kale ile köprü girişine yapılmasında amaç cami inşaatında
çalışanların ibadetlerini gerçekleştirmeleri.
- Osmanlı devletinin yükselme devrinde
köprü,han,hamam,kervansaray gibi alt yapı hizmetleri ile ilgili inşaatlarla
birlikte; çalışanların ibadetleri göz önüne alınarak bölgeye cami ve mescit
inşa ettikleri dikkat çekiyor.
- Koyunbaba camiinin inşaatında da ırmağın iki kıyısına da camii
inşa edilmiş. Irmağın kale tarafında inşa edilen camiye “Kale Kapısı Camii”
karşı kıyıda inşa edilen camiye ise dönemin padişahı İkinci Beyazıd’ın adını
taşıyan “Beyazıd Camii” adı verilmiş. Böylece Osmanlı arşivlerinde Beyazıd
köprüsü olarak bilinen Koyunbaba köprüsünün her iki yanına inşa edilen camiler
kentteki dokuyu tamamlamış.
- Aradan geçen yüzyıllar içerisinde meydana gelen depremlere her
iki camide dayanamamış. Depremde hasar gören camilerin yerine yenileri
yapılmış. Ancak; yeni inşa edilen camilerin inşasında ne yazıktır ki köprü
inşasına gösterilen özen, mühendislik hesapları ve Osmanlı mimarisi dikkate
alınmamış. Son olarak yaklaşık 20 yıl önce köprünün karşı kıyısında yer alan
Beyazıd camiinin yeniden inşasında da öncesinde olduğu gibi mimariye özen
gösterilmedi. Köprünün dokusuna uygun bir mimari kullanılmadan Anadolu’nun
herhangi bir yerinde inşa edilen bir cami modeli alınarak inşa edildi.
-
Oysa ki Beyazıd camiinin yeniden inşasında taş
kullanılması gerekirdi. Koyunbaba köprüsün taşlarının çıkarıldığı Taş kesen
bölgesinden alınacak taşlarla inşa edilmiş olan bir Beyazıd camii böylece
köprü ile aynı özellikleri taşıyacak ve tarihi doku tamamlanmış olacaktı. Her
şeyden önce Osmanlı arşivlerinden caminin ilk hali araştırılabilirdi. Belki
böyle bir uygulama maliyeti biraz etkileyecekti; Ancak iyi bir araştırma
çeşitli fon ve ve vakıflar vb. yardım kuruluşlarının desteği ile her şey daha
mükemmel olacaktı. Hal böyle iken doğru olan değil kolay olan tercih edildi
ve Beyazıd camii alel acele yerine konduruldu.
-
Ancak; tarihe saygı ve mantık Beyazıd camiinin
köprünün taşları ile aynı olan Taşkesen dağından alınan taşlardan yapılmasını
gerektiriyordu.
-
Peki şimdi ne olacak. Beyazıd camiinin nesi
var diye soracaksınız. Beyazıd camii yeni ve mükemmel bir mabed. Ancak mimari
tarzının köprü ile örtüşmediğini anlatmaya çalışıyorum. Tabii ki cami yi yıkıp
yenisini yapacak halimiz yok.
-
Bu durumda Taşkesen taşlarının işlendikten
sonra caminin dış cephesine giydirme olarak yapıştırılması da bir ölçüde
yapılan yanlışı düzeltecek içi dışı komple taş olmasa da camiye dış cepheden
taş cami görüntüsü kazandırılmış olacaktır.
-
Gelelim Kale Kapısı Camiine. Her şeyden önce
isminin güzelliği ile Osmancık’ın tarih ve turizm haritasında önem arz eden
bu camiye de en kısa zamanda tarihi bir hüviyet kazandırmamız tarihten gelen
şöhretini iade etmemiz gerekiyor.
-
Şu an için caminin tarihini araştırma
imkanımız yok. Böyle bir imkan olsa bile ekonomik şartlar caminin yeniden
inşasına imkan vermiyor.
-
Benim bildiğim kadarı ile Kale kapısı camii
geçtiğimiz kırk yıl içerisinde küçük çaplı onarımlardan geçti. Eskiyen ahşap
kısımlar yenilendi. Dikkat ederseniz restore demedim. Onarım dedim.
-
Demek ki bu camimizin onarımının yanı sıra
restore edilmesine de ihtiyaç var. Peki nasıl olacak böylesine ahşap bir bina
da restorasyon işlemi diye soracaksınız.
-
Kale kapısı camiinin Osmanlı evleri Osmancık
mimarisi tarzında restore edilmesi gerektiği kanaatini taşıyorum.
-
Cami duvarları üzerine beyaz ve ahşap
kısımların eskitme ve giydirme şeklinde yenilenmesi ve cami içerisinde yer
alan balkon, merdiven ve mihrabında aynı tarzda eskitme olarak ele alınması
mükemmel bir sonuç doğuracaktır. Ayrıca Kültür ve turizm bakanlığına korunması
gereken eser olarak koruma altına alınması için gerekli başvurular ve cami
kapısında yer alacak olan caminin tarihi yapılış hikayesi ile ilgili
bilgilerde çalışmaları tamamlayacaktır.
-
Böylece ve kale, köprü ve cami üçgeni ve
karşı kıyıdaki Beyazıd camiinde de öngörmüş olduğum çalışmaların yapılması
Osmancık kültür ve turizm haritasında eksikliğini hissettiğimiz önemli bir
dokuyu tamamlamış olacaktır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
İŞLER KARIŞIK GÖZÜKÜYOR
Bir
memleketin işleri sorun olunca, herkesin, iktidar olsun, muhalefet
olsun, asker olsun, sivil olsun, isterse sade bir vatandaş olsun,
herkesin oturup enine boyuna, akı içinde bu memleket sorununu
düşünmesi gerekir. Bu vatan herkesindir ve başka vatan da yoktur.
Artık palayı çekerek yeni bir vatan edinme hevesine kimse kalkamaz.
Şimdilik, elimizdeki vatanla iktifa etmek zorundayızdır. Bu ikazları
adece biz yapıyor değiliz, aklı eren ve Türklere düşman olmayan her
yabancı da yapmaktadır. Bu iktidar, AKP iktidarı seçilmiştir ve
seçim iherkes meşru olarak kabul etmiştir. Kimsenin, dağa çıkalım
dediği görülmemiştir. Devletin yönetim biçimi, yalnız yönetim
biçimi, AKP iktidarına teslim edilmiştir. “Buyurun efendiler iktidar
koltuğuna” denmiştir.
Dört
yılı da iktidar partisi devirmiştir. Artık yıprandığı da herkes
tarafından görülüyor. Beşinci sene içinde de çok ehemmiyetli
memleket sorunları sahnededir. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel
seçim yapılacaktır. Bunlar sadece seçimlerdir. Başka pek çok dış ve
iç sorunlar çözülmemiştir ve çözüm beklemektedir. Çözümsüzlüğün
çözüm olmadığı sözlerini de, AKP siyasi edebiyata getirmiştir. Biz,
bunları AKP’li sayın Başbakan’dan öğrendik. Daha önce, böyle bir şey
hiç duymamıştır. Çözümsüzlük çözüm değildir. Beş senenin içinde, bu
iktidar hangi sorunları çözmüştür? Çözülen bir sorun gösterebilir
misiniz? Geçen zaman düşünülürse, her iktidar, AKP iktidarı kadar iş
başında kalmıştır. Devletin devamlılığı göz önünde bulundurularak,
geçen iktidarlar böyle büyük bir söz etmemişlerdi.
Beş yıldır bir sorunu olsun
çözüme ulaştıramayan, buna muktedir olamayan bir iktidar, artık
büyük iddiaların iktidarı olamaz. Foya milletin önüne serilmiştir.
Bundan sonraki meydan konuşmalarında, böyle bir iddia ortaya
sürülemez. İktidar eskimiş ve inandırıcılığını kaybetmiştir.
İktidar herkesle, devletin her kurumu ile kavgalıdır. İktidar,
kendisini devlet yerine koyarak, herkesin ve her devlet kurumunun
kendisine itaat etmesini istemiştir. Adaletin kanunları tatbik
ettiğini, bizzat Başbakan konuşmuştur. Halbuki, Anayasamızda
bunların izahı, bir hekimin anlayabileceği şekilde bile yazılıdır.
İktidarın devlet içinde yeri bellidir. Hareket serbestliği de, bu
göstergeler içindedir. Ona da kimse karışmamıştır.
Cumhurbaşkanı ile kavgalı,
muhalefet partileriyle dünden kavgalı, Adalet cihazını benimsemiyor,
sayın Başbakan. Gerekirse, Anayasa Mahkemesi’ni bile
kaldırabileceklerini söyleyiveriyor. Anayasa Mahkemesi için, bu
memleketin bir ihtilal geçirdiğini düşünmüyor; belki de bilmiyor.
Asker sözünden yüzünün ekşimediğini söyleyecek kimse var mıdır, bu
memlekette? Köylüyü, işçiyi, sivil toplum örgütlerini, sakatları,
gece evinde soba yanmanları, hepsini bir tarafa bırakalım, zenginler
kulübünün bu iktidarı tasvip etmiş olması sorunları halletmez. Bu
kurum, hangi iktidarın yanında olmamıştır? ihtilalde, askerin
istediği altın yardım katkısını da ilk yapan bu grubun kendisi ve
adamları idi.
Bir
şey daha ortaya çıkıyor. Ben beni bileli, Mit teşkilatımızın, var
olduğunu sandığı endişeleri, açıktan açığa, kamuoyuna bildirdiği
görülmemiştir. Mit bunu bir görev bilerek yapmıştır. Mit, bu
görevini, daha önceleri hükümete yapmamış olamaz. Yapmıştır ve bir
reaksiyon görmemiştir. Belki etkisi olur diye, bir de kamuoyuna
açıklama yapıyor. Mit, kamuoyundan fayda bekliyor da denebilir.
Mit’in bunu bir görev olarak yapmaya kalkmasının anlamı büyük
olmalıdır. Bu biraz da kulakların açılmasını açıkça istemek
demektir.
Bazı ulus devletlerinin sahneden
silineceklerinin bildirilmesinin anlamı nedir? Malta için bu söz
söylenebilir mi? Bu iş Malta için olsa bile, Mit’i bu kadar yakından
ilgilendirir mi?
Bu iş karışıktır. 1980’de,
Anayasa’ya, seçimlerin beş senede yapılacağı yazılmıştır. Bu bir
kanun emridir. Bu emirde, beş seneden önce seçim yapılmayacağı
anlaşılmaz. Şimdiye kadar kimse kullanmamıştır. Dünyada da,
iktidarlar hep dört senede seçime gitmektedirler. Beş sene kanunda
yazılıdır da, değişmez olarak alınamaz. Hele, bir dayatma vasıtası
hiç olamaz. Bizler her halde, hiç düşünmeye alışmamışlara
düşünmelerini söyleyip duruyoruz.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
BİRİ YALAN, ÖTEKİ YILAN
-
Yavru Vatan Kıbrıs'ta
oyun, düzen, hile ve desise bitmek bilmiyor. Türk, Türkiye ve TSK
karşıtı milli dava düşmanı vatan haini, gaflet, dalâlet ve ihanet
içindeki gürüh her gün yeni bir şer ve şeytanlık üretmekte. Maksat
KKTC halkının hür ve hükümran bir devlet veya Anavatana katılım
arzusunu, inancını ve direncini kırmak. Kişisel hırs, ihtiras, ahlâk
ve yasa dışı edinim uğruna sınırları kaldırmak, tıpkı Yunanistan
örneğinde olduğu gibi şerefli ve şanlı Türk Ordusunun zaferi ve şehit
kanları üzerine bir şeytan imparatorluğu kurmak.
-
Gerek Ana vatan ve
gerek yavru vatan Kıbrıs'ta Türk milleti için en büyük tehlike, kahir
ekseriyeti dönme, devşirme ve nesebi gayrisahih unsurlardan oluşan
(muhtemelen Rum, Ermeni ve İbrani kökenli, mason, misyoner, ateist,
pagan, sabetay) unsurların dış düşmanlarla iştirak ve işbirliği
halinde yürüttükleri projelerdir.
-
Bu projelerin tamamı
"menfaat odaklı" ve küresel sermayeye hizmet amaçlıdır.
-
Mezkür çıkar
gruplarının dini imanı paradır. Kirli-kara paradan başkaca
mukaddesleri yoktur. Annan Plânı oylamaya sunulurken KKTC'de
yaptıkları gibi, halkı kandırmak, yasa, insanlık, adâlet ve ahlâk dışı
izolasyonlarla bunalttıkları insanları tuzağa düşürmek suretiyle
menfur emellerine alet edebilmekten başkaca bir kaygıları da yoktur.
Dönem itibarıyla müftü dahil, pek çok din adamını da kirli emellerine
alet ettikleri malum olmakla;
-
Şimdi de yıllardır
uyguladıkları hain psikolojik savaşın yeni versiyonlarını yürürlüğe
koyma çabası içindeler.
-
Bakınız, Kıbrıs'tan
değerli mücahit, yiğit "Asena" sevgili dost ve Türk kardeşimiz Emete
Gözügüzelli (Ayşe Kocatürk) bize gönderdiği mail'de neler anlatıyor:
-
"Son günlerde
KKTC'nin Ulusal Kanalı Bayrak Radyo Televizyon kurumunda 29 Mart 2007
gecesi yayımlanan "Duvarımız" belgeseli ile aşağılanan Türk halkı ve
işgalci olarak gösterilmeye çalışılan Türk ordusuna sahip çıkmak
isteyen Kıbrıs Türk halkı BRT'de meydana gelen olaylara tepkisini
göstermek için BRT önüne siyah çelenk koyarak tavrını koydu.
Hatırlanacağı üzere, 1994 yılında Niyazi Kızılyürek ve Panikos
Chrysanthou tarafından çekilen "Duvarımız" adlı belgesel anılan
tarihten günümüze kadar geçen zamanda hiçbir şekilde KKTC'de
yayımlanmasına müsade edilmemişti. Ancak tüm Avrupalı devletler ve
Amerika'da belgesel gösterime sunulmuştu.
-
Güney'de iki toplumlu
etkinlikler adı altında Dali Belediyesi girişimleri ile belgeseli ilk
kez gösterime sunulur.. Anılan gösterimi izlemek için ise adanın kuzey
ve güneyinden siyasetçiler davet edilirler. Filim gösterildikten sonra
begesel iki tarafın politikacılarının tartışmasına açılır. 1997
yılına gelindiğinde Niyazi Kızılyürek ve Panikos Chrysanthou
Türkiye'de İstanbul'da Türk-Yunan komitesi tarafından iki senede bir
"iki halk arasının daha iyi anlaşılmasını teşvik etmek için" çaba sarf
eden siyasetçi, sanatçı, akademisyenlere verilen ödüle layık görülür
ve İpekci ödül dağıtımlarında ilk kez iki "Kıbrıslı"nın ödül alması
gerçekleşir. 1997 yılında Maria Chrysanthou imzası ile "İki kıbrıslı
İpekci ödülü ile mükafatlandırıldı" başlıklı Kıbrıs Haber Ajansında
yayımlanan yazıda "İstanbul'da kalış süresinde Chrysanthou ve
Kızılyürek Rum Ortodoks Kilise Pariği Bartholomeos ile de
görüşmüşlüklerini" yazar [1]. Anlaşılan Bartehelemos her iki
"Kıbrıslı" yı kutsayarak yaptıkları belgeselde duydukları başarıdan
ötürü kendilerini kutlar.
-
O dönemde Kıbrıs
Haber Ajansına (CNA) konuşan Niyazi Kızılyürek aldıkları ödülden
duydukları memnuniyeti dile getirirken "fakat özellikle de bu Türkiye
ve Yunanistan içerisinde filimin sunumu için kapılar
açılacaktır"derken "eğer birileri Kıbrıs sorununu Türkiye'de bir tabu
olarak düşünürse, ödülün verilmesi ile konu hakkında bir tartışmanın
açılacağı bir şans verecektir. Kıbrıs sorununda Türkiye'de ilk kez bir
Kıbrıs Türk ve Rumu bir araya gelerek 'barış' konusunda savunma
yapmışlardır."demiştir.
-
Maria Chrysanthou
ilgili yazısında Duvarımız filiminin Yunanistan'daki Atina Polytechnic
ve Amerika'da New York Üniversitesi ve Harvard gibi birçok yerde
izlendiğini ve çok olumlu yorumlar yapıldığını belirtirken,
"duvarımız" bir Fransız Alman kanalı olan ARTE ve Alman ZDF kanalında
"iki grup arasında anlayış ve dostluğun ilerletilmesi" amacı için
sunulduğu iddia etmiştir. Filme BBC 9 haberleri, Avrupa TV networku
Euro-haberleri özel bir oturum ile "Duvarımız"a destek verildiği ifade
edilirken "Bu yılın sonunda sinemalarda Kıbrıs'ta filimin
gösterilmesi beklenmektedir." yorumunda da bulunmuştu.
-
Kızılyürek ve
Chrysanthou hazırlamış oldukları "Duvarımız" belgeselinden sonra Batı
dünyası ve özellikle de Türkiye'deki TÜSİAD yetkililerince büyük
destek almışlardı. 2005 yılında gelindiğinde TUSİAD "Kıbıs Açmazı:
Yeni bir hamle için Umut" başlığında 2 Kasım, 2005'de Fairmont Hotel,
Washington, DC'de bir konferans düzenler. Anılan toplantıda TUSIAD
Amerikan temsilcisi Abdullah Akyüz, Amerika'dan Matthew J. Bryza,
Gergetown Üniversitesinde Türk Çalışmaları Enstütüsünün İdari
Direktörü David Cameron Cuthell Jr., KKTC Parlementosundan CTP'den
seçilen ve Meclis Başkanı olan Fatma Ekenoğlu ve Doğu Akdeniz
Üniversitesinde öğretim üyesi Gül İnanç katılırlarken Rum tarafındaki
üiversiteden Niyazi Kızılyürek de konuşmacı olarak davet edilmiştir.
-
Türkiye'deki TUSIAD
çalışmaları içerisinde olan ve ayni zamanda Bilgi Üniversitesinde
akademisyen olan Soli Özel de İstanbul'dan toplantıya katılır.
Conflict Resolution çalışmalarının KKTC ve Avrupa'da eğitimini veren
ve KKTC'de bu alanda birçok seminerler düzenleyen Doğu Akdeniz
Üniversitesi öğretim üyelerinden Ahmet Sözen de DAÜ'deki
-
Kıbrıs Politik
Merkezi direktörü olarak konuşmacılar içerisinde yer alır. [2]
-
Soros Vakfının
uzantıları olan ve vakfın çalışmalarına büyük destek veren TUSIAD,
Bilgi Üniversitesi gibi sivil ağların uzantısının gerisinde ortaya
çıkan isimlerin çalışmalarına bakıldığı zaman da durum daha açık ve
net olarak görülüyor.
-
2007 yılına
gelindiğinde KKTC'nin ulusal yayın kanalı olan Bayrak Radyo
Televizyonu' [3]nda 29 Mart gecesi "Duvarımız" adlı belgeselin
özellikle de terör örgütü EOKA'nın kuruluş gününden birkaç gün önce
yayımlanması tesadüf değildir.
-
Daha önce 1997
yılında anılan belgesel BRT'de yayımlanması istenmiş ancak dönemin
makamları tarafından kabul görmemişti. Görüldüğü üzere Mayıs 2000'den
de anlaşılacağı üzere "Duvarımız" adlı filim o dönemde oraya katılan
KKTC'deki bazı siyasilerin belgeseli izleyerek tartışmasına açılmıştı.
Sonuçta tarafların anılan belgesel üzerinde uzaklaştıklarının en güzel
göstergesi bahse konu filmin 2007 yılında 29 Mart akşamı KKTC'nin
ulusal yayın kanalı Bayrak Radyo Televizyonunda gösterime sunulması
ile sonuçlanması ile görüldü. Peki anılan belgesel nasıl içeriktedir?
Neden daha önceki Türk idarecileri anılan belgesele müsaade
etmemişlerdi. Neden Dali'deki iki toplumlu etkilikler programında iki
taraftan katılan siyasetcilere 2000 yılında anılan belgesel gösterime
sunularak görüşlerinin alınması ve aralarında uzlaşı yaratılması
hedeflenmişti?
-
Bahse konu Belgeselin
içeriği;
-
Belgeselde adadaki
Türkiye ve Türk askeri işgalci, TMT ise vahşet yapan bir kuruluş
olarak anlatmaktadır. (Olayın en dehşet verici tarafı ise, bu
belgeselin KKTC'nde ve CTP' nin yönetiminde resmi devlet
televizyonundan yayınlanmasıdır. Türk halkı buna şiddetle tepki
göstermiş, sorumluları kınamış ve fakat hükümetten ses çıkmamıştır.
İşin en tuhaf tarafı da budur. RTE hükümetinin Annan Plânı sırasında,
bu menfur plânın kabul edilmesi ve iki tarafın birleştirilmesi
yönündeki çabaları ile CTP' nin taraf olduğu müteakip seçimler ve
bilhassa "Milli Kahraman" Dr. Rauf Denktaş'a karşı sürekli hale gelen
dışlayıcı tutum endişe yaratmaktadır. Şu halde, Ana Vatan halkının
ezici çoğunluğu "YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM" diye haykırır ve öncelikle "Tam
bağımsız, hür-hükümran ve tanınmış" KKTC'ni isterken; Analitik oy
bazında % 22.5'un temsilcisi ve meşruiyeti başından beri tartışmalı
bir hükümet nasıl olur da, 'birleşme ve bütünleşme' isteyebilir ?
-
Kaldı ki, bu
şartlarda en ideal çözüm: Tarihi ve yasal haklarımızı kullanmak
suretiyle ilhak ve KKTC’ni 82. inci vilâyet olarak anavatana
katmaktır. İç siyasette daima milliyetçilik, demokratlık ve
muhafazakârlıktan dem vuran AKP Kıbrıs konusunda çok daha dürüst,
onurlu, tarihe saygılı ve sorumlu olmak zorundadır.
-
Bu bağlamda,
yaşananlara karşı takınılan tavır Türkiye adına utanç vericidir.)
- Dış unsurların KKTC’nin ortadan kaldırılarak
Kıbrıs Türklerinin güneydeki “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne entegre olmalarını
istemelerinin bir parçası da adada yürütülen psikolojik savaşın bir
parçasını oluşturuyordu. Nede olsa izlenecek olan belgesel yeni
beyinleri kontrol altına almayı umuyordu ve buna kendi ulusal yayın
organımız destek verecekti.” Oysa;
- Her şeyden önce, bu gün KKTC’de
yaşayan Türkler kadar, barış, huzur, emniyet ve güvenle hayatını
sürdüren Rumlar da, bu ortamı TMT ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve
Türk Ordusuna borçludurlar. TMT ve Türk Ordusuna işgalci diyenler
kesinlikle Türk, insan ve her hangi bir inanç mensubu olamazlar.
Dayandıkları ve cesaret aldıkları güçler de yasa, ahlâk ve insanlık
dışıdır. Bunun artık böyle bilinmesi ve gereğinin buna göre yapılması
gerekir.
- Şu anda KKTC ve Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi iştirak ve işbirliği bağlamında olup bitenin en açık ve en
doğru biçimde şöyle tanımlanması mümkündür:
- GERÇEKLER SAPTIRILMAKTA VE YALAN
SÖYLENMEKTEDİR
- Evet, GKRY ile KKTC yönetimini
şimdilik ele geçiren grup, tarihe karşı suç işlemekte ve alenen
hadiseleri saptırıp yalan söylemektedirler. Emete Gözügüzelli’nin 1.
bölümde yer alan ve devamını daha sonra vereceğim yazısında
vurgulandığı gibi; Bunların ağzında yalan ve torbalarında yılan
bulunmaktadır. Maksat, her ne pahasına olursa olsun şehitlerimizin
kanı ile sulanan kutsal Kıbrıs toprağını MEGALO İDEA’ ya peşkeş
çekmektir. 1948’lerden bu güne Yunanistan’ın tek hedef ve yegâne amacı
İLHAK’ tır. Atatürk’ün Türk milletine vasiyet ve emanet ettiği yol ise
Kıbrıs’ın ilhakıdır. Lâkin zamanla bu “YA TAKSİM YA ÖLÜM” e dönüşmüş;
Şu anda dış politikada zaafiyetle malul ve AB’ye medyun yönetim ise
bunu dahi telâffuz etmekten aciz hale gelmiştir.
- Ama, asla tarih yalan söylemez.
Burada bir kısım önemli ve bilinmesi gerekli tarihi gerçekleri tekrar
değerli dikkatlerinize arz ediyorum. Lütfen bakınız:
-
- “MİLLİ DAVA KIBRIS, TARİHİ OLAYLAR VE GERÇEKLER
-
-
Kıbrıs, Büyük
ATATÜRK' ün "Güneş Dil" teorisinde belirtildiği üzere; Evveli
Türk-ahiri Türk ve 1878'e kadar 300 sene 8 ay ve 19 gün resmen Türk
hakimiyetinde kalan, Anadolu'nun ayrılmaz parçası ve mütemmim cüzü
olan bir vatan toprağıdır. Hattâ jeolojik olarak binlerce sene önce
İskenderun körfezinden koparak bu günkü yerine kaydığı; Diğer bir
efsaneye göre de, bir vakitler Anadolu ve Suriye ile birleşik Atlantis
yurdu (kıtası) iken, (gurur ve kibirden ileri gelen) malum felâket
sonucu bağlantıların çökerek yere battığı ve 1974 harekatına imkân
veren Londra-Zürich ve Garanti antlaşmalarının mimarı ve "Kıbrıs Milli
Davasının sahibi" Demokrat Partidir. (Bayar, Menderes, Zorlu) Uluslar
arası kabul ve onaya sahip bu anlaşmaların esası, iki toplumlu ve eşit
haklara dayalı bir federasyon ve iki kurucu devlet amacı, espri ve
yaklaşımına dayalıdır.
-
Varılan nokta
itibarıyla bu anlaşmalar çok büyük bir tarihi başarı olup; Lozan
anlaşmasına rağmen Türkiye’ye sürekli bir hak ve hattı hareket imkânı
sağlamıştır. Öngörülen amaç ve tam bir kararlılıkla uygulanan strateji
gereği, asgariden aynı görüş muhafaza edilerek atide (gelecekte)
Yunanistan ve AB yanlısı girişimlerle bu garantörlüğün izalesine
kesinlikle izin verilmeyecek ve yürütülen görüşmelerden olumlu sonuç
alınamaması halinde "ilhak" politikası devreye sokulabilecekti.
Hazırlanan ortam buydu. Aksi takdirde, tarihi hakların hiç birisinden
vazgeçilmesi asla ve kesinlikle düşünülmedi. Düşünülemezdi. Türkiye
ile Kıbrıslı Türk kardeşlerimizin lehine olmayan hiçbir anlaşma ve
uygulama kabul edilemezdi. Rıza gösterilebilecek nihai çözüm ise;
Mevcut topraklardan kesinlikle taviz verilmeksizin "taksim" veya
“ilhak” dı. 1960 sonrası hükümetlere tevarüs eden miras budur.
-
1974 “barış harekâtı”
bu ortam ve yasal imkân kullanılarak haklı, doğru ve uluslar arası
meşruiyeti varit bir müdahale biçiminde yapıldı. Zamanın ve müteakip
dönemlerin aciz ve zavallı hükümetleri yanlış yapmasa idi; Bu gün
Kıbrıs’ın tamamı Türkiye’nin olabilir ve yaşanan bunalım ve buhran
pekalâ ortadan kalkabilirdi. Fakat, harekâtın yarım bırakılması,
istikrarlı ve tutarlı bir politika izlenmemesi, nihayet AB ile yapılan
Gümrük Birliği anlaşmasında Kıbrıs konusunda taviz verilmesi “Milli
Davayı” baltalamış ve birbirini takip eden ihanetler sayesinde bu
günlere kadar gelinmiştir.
-
Kıbrıs tarihinin
efsane isimlerinden Doktor Fazıl Küçük ve Dr. Rauf Denktaş yukarda
açıklanan ve Atatürk’ün ortaya koyup Menderes’in hayata geçirdiği
politika’ nın sadık ve samimi müdafileridir. Doktor Fazıl Küçük neyse
ama, bu süreçte tam bir vefa ve fedakârlık örneği veren Dr. Rauf
Denktaş çok rencide edilmiş ve Kıbrıs davasına büyük oranda zarar
verilmiştir. Bu çok maksatlı, AB güdümlü, milli duygulardan ari ve
şuursuz bir politikadır.
- Özellikle, Annan plânının oylamasında üstlenilen
risk, gün alma pahasına tekrar tekrar verilen taviz ve ivazlar, bugün
itibarıyla davayı rayından çıkartmış ve içinden çıkılmaz hale
getirmiştir. Dahası, Kıbrıs’ın BOP ve BİP projelerinde odak noktası
haline getirilmesi, stratejik önemini kat be kat arttırmış ve her ne
pahasına olursa Türkiye’ den kopartılması hedeflenmiştir. Türkiye
buna asla göz yummamak ve izin vermemek zorundadır. (4)
- Bu notu verdikten sonra Ayşe KOCATÜRK’ e
dönüyoruz. Şöyle devam ediyor:
-
“Tüm bu hadiseler
gerçekleşirken GKRY Dışişleri Bakanı Yorgus Liliakis bir açıklama
yapar:
-
“Kıbrıs Türkleri
azınlıktırlar, adada Kıbrıstaki Türk azınlığın siyasi ve ekonomik
ambargo altında olduğunu iddia etmeleri anlamsızdır, çünkü bu ambargo
‘işgal’ sonunda meydana gelmiştir.”
-
Liliakis tüm bu
açıklamaları yaparken güneyle birlikte ortak vatan birleşik Kıbrıs
diye mücadele yürüten Sayın Kızılyürek neden Padopulos’a ve Kıbrıs
Türklerini azınlık görenlere karşı sessiz kalıp, adadaki Türk askerini
işgalci olarak göstermeye çalışıyor?
-
Bugüne kadar gelinen
süreçte KKTC hükümetinin konu ile ilgili açıklama yapmaması oldukça
üzücü ve düşündürücüdür. “Çav bella Yurdum İşgal Altında” dinletisi
eşliğinde Rumlarla ortak kurultay yapan CTP adada Türk askerine
bakışını açık ve net bir şekilde açıklaması gerekmektedir.
-
Kimler neye hizmet
etmeye çalışıyorlar?
-
KKTC’deki Kıbrıs Türk
Barış Kuvvetleri Komutanlığına karşı CTP yönetimi ile başlatılan
saldırılara insan hakları, empati, demokrasi gibi kavramların arkasına
sığınılarak dış unsurlara hizmet etmektedir.
- Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu
komutanımız bu adaya bastığı günden bugüne değin geçen sürede
yapılanlara karşı Kıbrıs Türk halkını asla ezdirmeyeceği, her şekilde
güvenliklerini tesis edeceklerini ve KKTC Devletini ilelebet
yaşatılması için mücadele vereceklerini belirtmiş ve gereğini de
yaptıklarını kanıtlamıştır.
- Türk askerine karşı başlatılan gizli
ve sinsi saldırılar Lokmacı krizinden öncesine dayanmaktaydı. Bu
saldırıya geçenleri en güzel şöyle tanımayarak şunu demekte fayda var;
-
- HEYBESİNİN İKİ GÖZÜ VAR. BİRİ YALAN DOLU ÖTEKİ DE
YILAN...
-
-
Evet Kıbrıs’taki
idarecileri özetle tanımladık.
-
Yoksa Anavatan’da da
bunlardan var mıydı?...
- ANAVATAN ABLUKA ALTINDA
- Mücahit kardeşimiz Emete’ye, son
sözlerine cevaben Anavatan hakkında diyeceğimiz şudur: “Evet, Anavatan
da da, orada olduğu gibi gaflet ve dalâlet ve hattâ “KKTC’nin Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi ile birleşmesini isteyecek ve bunu tahrik ve
teşvik edecek kadar hıyanet içinde; Genel kurullarında İstiklâl Marşı
yerine Ermeni şarkıları çalacak ve söyleyecek kadar ihanet içinde
olanlar maalesef vardır. Üç günde 10 askerimiz şehit edilmiş ve halâ
kuzey Irak'a girilmemiştir.
-
Fakat, bu tarih
boyunca olagelen bir durumdur.Bize göre olağan ve doğaldır.Olacaktır.
Esas önemli olan: Aziz ve Necip Türk Milleti’nin “Vatanına, İnsanına,
Toprağına, Bayrağına, Hürriyet, Adalet, Cumhuriyet ve İstiklâline
‘hakkıyla ve lâyıkıyla’ sahip çıkması; Türk inancı ve kültürünü tahkim
etmesi; “Önce İnsanım, Sonra Türk ve Müslüman” bilinci içinde insanca
bir hayat sürmesidir. Zira, Türk milleti ve İslâm alemine düşmanlık
besleyenlerin hiç birisi insanlıktan nasip almamış hırsız, yolsuz ve
soysuz yaratıklardır.
- Türk Milletinin duası, onların da insan olması
istikametindedir. Bunun için Büyük Önder ATATÜRK: “Türk Demek: Türkçe
düşünmek, Türkçe Konuşmak ve Türkçe yaşamak’ tır. Ne Mutlu Türk’üm
Diyene” demiştir. Türkiye; Bütün dünya ve uzay Türklüğünün kalbi,
kafası ve beynidir. Bu misyon ayakta kaldıkça ve bu akideyi şuurla
yaşayan Türkler durdukça, dahili ve harici bedhahların muvaffak olması
düşünülemez.
- Kıbrıs konusunda Türk milleti'nin nihai fikri
ise: "YA İLHAK YA ÖLÜM" dür biline...
-
-
[1]
http://www.hri.org/news/cyprus/cna/1997/97-06-02.cna.html
- 2
http://www.tusiad.us/content/uploaded/cyprus%20forum%20bios-Nov%202-2005.pdf
- 3 Bilindiği üzere, Bayrak Radyosu, 25 Aralık 1963
tarihinde Rumların ada Türklerini Kıbrıs Cumhuriyeti’ nden dışlaması
üzerine, Kıbrıs Türkünün sesini dünyaya duyurmak amacıyla mücahitler
tarafından küçük bir garajda akülerle yayına başlamıştır. Barış
Harekâtı’nın gerçekleştirildiği 1974 yılı sonrasında yeni bir
yapılanma içine giren Bayrak Radyosu, 1976 yılında televizyon yayınını
da başlatmıştır. 1983’te KKTC’nin kurulması ile birlikte çıkarılan bir
yasa ile, özerk bir kurum statüsüne kavuşarak, “Bayrak Radyo
Televizyon Kurumu (BRTK)” adını almıştır. BRTK’nın yatırım projelerine
Türkiye tarafından önemli mali destek sağlanmaktadır.
- 4 Mustafa Nevruz SINACI, BELDE Gazetesi, Ankara
- 5 Haber, Emete Gözügüzelli, (Ayşe Kocatürk)
KKTC, Lefkoşa
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Atilla ALPAY |
|
- BORÇ
- Ülkeyi yönetenlerin iyi yönetemediği ve Amerika’nın
Afganistan’ı vurduğu, iktisadi çöküş ve büyük maddi sıkıntılarının yaşandığı
günlerdeydik. Hemen her gün yapılan zamlarla büyük bir sosyal çürüme içine
giren halkın durumu da içler acısıydı. Yaşayan sosyal doku ve hala çözülmemiş
akrabalık ilişkileri ile insanlar hayatını idame ettirmeye çalıyordu. Kış
gelmişti. Herkes gibi bende en sıkıntılı günlerimi yaşıyor, nereye para
yetiştireceğimi şaşırıyordum.
- Havaların soğuması hastalıkları artırmış, bu da tedavi ve
yakacak giderlerini etkilemiş bütçemi de gerçekten perişan etmişti. Ülkede
Amerika’nın saldırdığı Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı Afganistan’ın para
birimi olan Afgani bile abd doları karşısında yükselmiş; Türk Lirası ise değer
kaybetmişti. Öyle ki bu kaybediş de hemen her gün hissediliyor döviz
yükseliyor ve ona bağlı olan tüketim malzemelerini de etkiliyordu. Oysa garip
olan bir başka konu da dünyada petrol fiyatlarının düşmesi Türkiye’de ise her
gün ayarlanma bahanesiyle devamlı yükselmesiydi. İşte bu perişan günlerden bir
gün evdeki bazı eşyaları satarak kışı atlatma kararı almış işe kıymetli
kitaplarımdan başlamıştım. Hepsini itina ile ambalajlamış; alıp sahaflara
götürmüştüm. Orada yapılan değer takdiri ile düşündüğümün onda biri kadar bile
para verilmemesi, beni sükut-u hayale uğratmıştı. Yine koltuğumun altına alıp
sevinerek eve getirmiş fakat yine de parasız kalmıştım. Öyle para edecek bir
şeyim de pek yoktu. Ama maddi olarak da ömrümün en sefil günlerini yaşıyordum.
Kiram birikmiş, ödenmeyen faturaların faizleri, katlanarak ödenemez hale
gelmişti. Karanlıkta, soğukta kalacağım günler yakındı. Nihayet önce
elektriğim, sonra gazım, sonra telefonum, sonra da suyum kesildi. Bidonlarla
caminin şadırvanından su taşımak kolay değildi, mum ışığında oturmaya da
zamanla alışmıştım, küçük tüple de yemeğimi hazırlıyordum. Eski odun sobamı
kurup kömürlükteki hırdavatları ve bahçedeki kurumuş ağaçları yakarak bir
müddet daha idare ettim. Kul sıkışmayınca Hızır’ın yetişmeyeceğini biliyorsam
da yine de çok büyük ızdırap çekiyor; çaresizlik içinde kıvranıyordum. O gün
ramazanın ilk günü idi. Evdeki nevaleyi ve cebimdeki son kuruşları sayarak
kendime bir iftar sofrası hazırlamak üzereydim ki kapı çalındı:
- -Selamualeyküm.
- -Ve aleykümselam.
- -Hoş geldin, Mehmet, nereden böyle.
- -İçeri almayacak mısın? Bu soğukta.
- -Tabii buyur gel, çok sevindim..Ee, hoş geldin.
- -Hoşbulduk, sen nasılsın?
- -Elhamdülillah!
- -Nereden böyle?
- -Libya’dan, uçaktan indim doğru sana geldim.
- -İyi ettin, sağ ol.Ama.
- -Aması ne?
- -Biraz dardayım.
- -Niye? Hayırdır inşallah!
- -Ülkedeki krizi görmüyor musun?
- -Ya evet, duyuyorum ama, bu kadar da olduğunu bilmiyordum.
- -Evet, maalesef öyle, hiç bir şeye para yetiştiremez olduk.
Milletçe çok büyük sefalet çekiyoruz.
- -Allah yardımcınız olsun!
- -Cümlemizin.
- -Bu akşam sana misafirim, akşam oldu, yarın da memlekete
hareket edeceğim.
- -Başımla beraber, memnun olurum. Çok iyi ettin, yalnız;
yalnız..
- -Yalnız ne?
- -Sana ikram edecek emin ol hiç bir şeyim yok.
- -Düşündüğün şeye bak. Hem önce şu emanetini bir al, al da
ondan sonra daha da rahat konuşalım.
- -Ne emaneti?
- -Ben üç yıl önce Libya’ya giderken pasaport çıkarttıracak
param bile yoktu. Hatırladın mı? Sonra yol parası bile bulamamıştım!
- -Eee
- -İşte o günlerde bana para vermiştin hatırlıyor musun?
- -Evet, şimdi hatırladım!
- -Senin o iyiliğini hiç unutmadım. Önce şu emanetini bir al,
yani parayı. Sen o gün bana o parayı vermeseydin ben oraya çalışmaya
gidemiyordum.
- -Sağ ol, Allah CC razı olsun,ilaç gibi geldi.Tam zamanında
yetiştin.
- -Başka bir ihtiyacın var mı?
- -.....
- -Darda ve sıkıntıda olduğun her halinden belli.
- -İstemem,sonra ödeyemem.
- -Ne kadar lazım?
- -Olmaz; alamam.!
- -Tamam,borç veriyorum oldu mu?
- -O zaman oldu.
- -Sana,o zamanlar senin bana verdiğin kadar kredi açıyorum.
Sende bana üç yıl sonra geri ödersin tamam mı? Şimdi itiraz etmeden al şu
parayı.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Veli KALLI |
- ILIMLI İSLAM
-
Kontrolsüz güç ve kirli
paranın at koşturduğu yörelerde ahlâktan söz edilir mi?
- Eğitim ve kültür seviyesinin düşük olduğu toplumlarda
da ister istemez teslimiyet devrinin başladığını kabul etmeliyiz.
-
15 asır bir harfine
dokunulamayan Kur'an-ı Kerim'e dil uzatma cüretinde olanlara bir bakalım.
Ilımlı İslam, dinler arası diyalog gibi saptırmaların gerisinde yatan
niyetleri ve kişileri ortaya koyalım !
-
Adamın kapısının önüne
devlet kesesinden birer kilo un, makarna koyuverdiniz mi o sizden olacak?
Siyaset ne kadar ucuzladı değil mi?
-
Hani adalet vardı? Hani
demokrasi vardı? Hani Müslüman’dınız?
- Gerektiği şekilde içinize sindiremediğiniz bu üç mefhum
size çok şeyler çektirecek! Ben Hac görevimi yaptım. İbadetlerimin tümünü de
eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorum. İslam la ilgili bilgileri hiç bir
tarikatın, cemaatin güdümüne girmeden küçük yaşlardan itibaren öğrenmeyi
sürdürüyorum. Tarikatlar ve cemaatler bir bütün olma yerine, parça parça
olmanın sorumluluklarını taşıyabilecek veya bunların hesabını verecek
durumdalar mı? "Bölünmek de hayır vardır" diyenleri ben ALLAH’A havale
ediyorum. İşte ortaya atılan ılımlı İslâm, dinler arası diyalog gibi
saptırmalar bu gibi boşluklardan sonra türetilmiştir.
-
Sen önce kendi alt yapını
kur!
-
Önce kendi ailenle,
arkadaşlarınla ve komşularınla diyalog kur... Sonra tüm hemşerilerinle dostluk
tesis et! Daha sonra da tüm milletini özünle sev. Yani ailenle,
arkadaşlarınla, komşularınla, hemşerilerinle ve milletinle kavgalıyken bana
sen dinler arası diyalog tan bahsedemezsin! Sen hamken olgunlaş ve kendi
kendinle diyalog kur önce!
-
İslâm’ı yozlaştırmak,
-
Müslüman’ı da özünden
saptırmak isteyenler var
-
İslâm’ı ılımlı hale
getirmek senin işin değil... Sen önce kendin ılımlı ol! Bozulmayı değil,
mükemmelliği yakala! Kendi iradenle hareket et, teslimiyetçilikten kaçın!
Başkasının borazanını öttürme! Geçicisin sen... Bencillik ve menfaat biliyorum
sana keyif veriyor. Bu sebeple fakirin cebinden aşırdıklarınla haz duyduğunu
gizleyemiyorsun... Sırtını şimdilik tapışlayanlar çok! Ama yarın nelerle
karşılaşacağını düşünmek aklının ucundan bile geçmiyor!
-
Şakşakçılarına da çok
acıyorum.
- Paris, 30.12.2007
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Salim SAVCI |
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
|
- TEK DAMAR OLMAK ÜZERİNE
- Gelenler, gidenler olduğu için Ankara-Kızılay P.T.T.’sine her
gün uğrarım. Raslantı bu ya, çok beğendiğim memurenin yanında İzmir’li
Melahat... hanımefendi ile tanıştım.
- Yaptığımız söyleşide; tüm insanların, daha çok bayanların TEK
DAMAR OLMAYA ÇALIŞTIKLARINI ekledi. Şöyle söyledi:
- ”Tek damar olmak Allah vergisidir.
- Ye, ye ama asla kilo alma!” dedi. Bu uyarı beynime saplanıp
kaldı. İşte yazıverdim.
- “Tek damar olmak” isteyenlere sunarım. Soru sormak isterseniz
adres veriyorum: Melahat Yılmaz - 2124/1 sokak No: 5
- Bayraklı / İzmir
- Sağlıkla tek damar olmanızı dilerim.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Hasan Latif SARIYÜCE |
Hasan Latif SARIYÜCE Hayat Hikayesi |
- TİRAN YOLLARINDA
-
Elbasan’dan Tiran’a gitmek niyetiyle
ayrılıyoruz. Daha kenti çıkar çıkmaz gene dağlara sardık. Yukarıdan bakı
Şkubi Nehrinin Elbasan önünde çok geniş çok geniş bir alanı tahrip
ettiğini,kumla çakılla doldurulduğunu gördük. Şehrin altında büyük bir demir
çelik fabrikası var. Kürüm Demir Çelik Fabrikası. Türkler kurmuş. Türkler
işletiyormuş. Fabrika sahibinin Arnavut hükümeti nezdinde büyük itibarı
varmış. Biz Tiran’a vardığımızda Arnavutluk Cumhurbaşkanı Türkiye’ye gitmiş
bulunuyordu. Türk elçilik maslahatgüzarından öğrendiğimize göre
Cumhurbaşkanını taşıyan uçağın Kürüm Demir Çelik Fabrikası sahibi tarafından
Türkiye’den getirildiğini öğreniyoruz.
-
Daracık, bozuk bir yolda ilerlemeye
çalışıyoruz. Yunanistan’da rastladığımız trafik kazasında ölenleri anmak için
yol kıyısına dikilen haçlı küçük anmalıklara burada da rastladık. Bu kadar
virajlı, uçurumlu yolda kaza olmaz mı ? Tiran’a ancak ikindiye doğru
ulaşabildik. Otele yerleştik. Dört yıldızlı, dört katlı bir otel. Asansörü
yok. Akşam yemekleri oldukça güzeldi. Burada da Elbasan tava yedirmediler
bize. Tava yediremediler ama baklava ikram ettiler. Ben tatmadığım için ne
mene bir baklava olduğunu anlayamadım. Arkadaşlar beğendiklerini söylediler.
İlk gün yemekten sonra biraz dinlenip yaya olarak kenti dolaşmaya çıktık.
-
Dolaşmaya çıktık ya, karşıdan karşıya geçmek
bir mesele. Trafik yoğunluğundan mı geçilemiyor? Hayır. Hiçbir trafik düzeni
yok. Sen caddenin ortasına gelmişsin adam hiç aldırmıyor, son sürat üzerine
araba sürüyor. Trafik ışıkları yok gibi bir şey. Birkaç yere konulmuş.
-
Tiran, Elbasan’a göre daha bir kent görünümlü
ve oldukça da büyük. Bir milyona yakın insan (ülke nüfusunun üçte biri)
yaşıyor. Burada da çarşılar oldukça sönük. Büyük süper marketler yok. Çarşımn
en merkezi yerinde bir ünlü Türk kot firmasının adını taşıyan bir mağazaya
rastlıyoruz.
-
Bektaşilik Arnavutluk’ta dipdiri yaşıyor.
Dünya Bektaşiliğinin merkezi Arnavutluk’muş. Burada Bektaşilik üzerine her yıl
seminerler, açık oturumlar, paneller düzenleniyor.
-
Türkiye’de bütün adetleri, gelenekleri ve
felsefesiyle anlaşılmış değildir. Bektaşilik, Alevilik, İran Şiiliği çorba
edilip birbirine karıştırılır. Bektaşilik bir kent tarikat’dır. Alevilikle
yakınlığı, her iki topluluğun da on iki İmamın kutsiyetine besledikleri
inançtır. Aleviliğin merkezi Hacıbektaş ilçesidir. Aleviliğin İran Şiiliği ile
de bir ilgisi yoktur. Hem de hiç yoktur. Bizim şarap içen, saz çalan, yaşamı
daraltan Arap kısıtlamalarına aldırmayan, kadın erkek kol kola semaha kalkan
Alevilerimiz, İranlı Mollalarla nasıl karıştırılır? Anlamak mümkün değildir.
Aleviler Hacıbektaş’taki dedeler (çelebiler) ailesine bağlıdır. Yavuz Sultan
Selim Hacıbektaş’a dedeleri pasifize etmek amacıyla bir Bektaşi babası tayin
ermiştir. Hacıbektaş’ta hem dedeler hem de tayin edilmiş babalar, Cumhuriyetin
başlangıcına kadar varlıklarını sürdüre gelmişlerdir. Ne var ki Anadolu Alevi
çoğunluğu babalara fazla itibar etmemişlerdir.
-
Üç gündüz, iki gece kaldığımız Tiran’da o
kadar arzu etmeme karşın Bektaşi tekkesini, Arnavut Bektaşilerinin giyimlerini
kuşamlarını, tarikat adaplarını görmek, geliştirdikleri çağdaş Bektaşi
felsefesini anlamak olanağım bulamadık.
-
Camilerde kadınlarla erkekler aynı safta namaz
kılıyorlar.
-
Osmanlı döneminden kalma camilerin bir kısmı
ayakta. Ne var ki bakımlı oldukları söylenemez. İskender Bey Meydanı’na yakın
büyük bir caminin önünden geçerken kapısının açık olduğunu gördük.
Arkadaşlarla başımızı uzatıp baktık. Sayısı on beşi geçmeyen bir cemaat namaza
durmuştu. Bunda şaşılacak yada heyecana kapılacak bir yön yoktu. Ama biz
cemaat’ görür görmez şaşırıp kaldık. Kadınlarla erkekler aynı safta yan yana
namaz kılıyorlardı. İbadetleri tamamlayan cemaat ayağa kalkınca, biz de kapı
önün den bir kenara çekildik. Camiden çıkanların bir kutuya para attıklarını
gördük.
-
Arnavutluk nüflısunun % 70’i Müslüman.
Hıristiyan’ların bir bölümü Katolik, bir bölümü Ortodoks. Katolikler kuzeyde,
Ortodokslar güney bölgelerinde yaşıyorlar. Her iki gurup da, kendi alanlarında
etkililer. Yalnız Müslümanların da, Hıristiyanların da ana dili Arnavutça.
Geçmişte, özellikle Osmanlı döneminde din ayrılığı birçok ayaklanmalara,
isyanlara neden olmuştur. Elli yıldan fazla süren Marksist yönetim dini
duyguları oldukça törpülemiş. Birçok cami ya yıkılmış ya da başka işlerde
kullanılmış. Ülke insanlarının iki, hatta üç dinli olmaları, demokrasiye
geçilince ayılık kıpırdanmalara neden olmamış. Görülen odur ki milliyetçi
bağlılığı din bağlılığının önüne geçmiş. Tiran’a gittiğimizin ertesi günü Türk
Büyük Elçiliğini ziyarete gittiğimizde, Ankara’da bulunan elçi adına bizi
kabul eden mashhargüzar:
-
‘Türkiye’nin Tiran’da çok büyük bir cami
yapmayı planladığını, inşaatın yakında başlayabileceğini açıkladı. Suudi
Arabistan bu konuda bizden önce davranmış, camiler, medreseler yaptırmış.
Camilerinde, medreselerinde “Türkler din değiştirdi. Müslümanlığı yozlaştırdı.
Onların arkasında namaz kılmak küfüdür,” Diye pek dostane vaazlar
veriyorlarmış.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- PATATES OTURTMASI
- 5 adet orta boy patates
- 1 adet büyük boy soğan
- 250 kuşbaşı et
- Bir tatlı kaşığı pul biber
- 1 yemek kaşığı salça
- 1 kaşık sıvı veya katı yağ
- İstenildiği kadar tuz
- Patateslerin kabuğu ince olarak soyulur. Halka halka doğranır
ve temiz suya konarak bekletilir patatesler kararmaz ve dirilir.
- Yağ tencereye konulur ve soğan ince ince doğranarak ilave
edilir. Soğan hafif haşlanınca et ilave edilir, biraz tuz bir yemek ilave
edilerek et kavrulur.
- Kavrulan etin üzerine suyu süzülen patatesler konur, pul biber
biraz daha tuz konularak patatesler hafif haşlanır. Haşlanmış patateslerin
üzerine ocakta hazırlanmış kaynar su patateslerin üzeri kapatılacak kadar
konulur. Kapak kapatılarak yarım ateşte patatesler pişene kadar kaynatılır.
- Sıcak sıcak servis yapılır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Şükrü GÜLTEPE |
Şükrü GÜLTEPE Hayat Hikayesi
|
NE DEDİM DE NİYE KÜSTÜN SEVDİĞİM
Kaşın gözlerine kurban olduğum
Ne dedim de niye küstün sevdiğim
Ateşinle yanıp yanıp söndüğüm
Kara gözlerine kurban olduğum
Mektubunu beklerim gelmiyor posta
Gözlerim ağlıyor kalbim yasta
Yolların bekliyorum yatıyom hasta
Kara gözlerine kurban olduğum
Gelse de en acı sözler dilime
Ağzımdan çıkmaz birkaç kelime
Nasıl düştün bilmem elin diline
Ne dedim de niye küstün sevdiğim
Şu ayrılık var ya ikinci ölüm
Zaten hasretliğin adıdır zulüm
Her açan çiçeğe denmiyor gülüm
Kömür gözlerine kurban olduğum
Bir sevdalı görsem Mencin olurum
Ben bu aşktan iflah olmaz ölürüm
Seni aradığım yerde bulurum
Kara gözlerine kurban olduğum
Karanlık kabire girince naşın
Toprak olur etin dökülür dişin
Nice türlü cefa görecek başın
Ne dedim de niye küstün sevdiğim
GÜLTEPEYİM sevenleri ayırma
Sevda ateşinde ciğer kavurma
Hazanlı rüzgârda harmana savurma
Ne dedim de niye küstün sevdiğim
04/01/2006
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Yaşar KILIÇ |
Yaşar KILIÇ Hayat Hikayesi
|
- SAHABİLER
- Dağıldılar dünyaya gökte yıldızlar
gibi.
- Şualdı yer yüzü ışıdı deniz gibi
- Ay cemalde Hak nuru oldular aşk sahibi
- Dağları aşan kervan,Hakka ulaşan kervan
- Önden yürüyenlerle,orda buluşan kervan.
-
- Ne yiğitlerdi onlar gittiler dörmediler
- Hatun,mal,mülk,evlada bakıp
sevinmediler
- Bu geçici zevkleri itti beğenmediler
- Dağları aşan kervan,Hakka ulaşan
kervan,
- Önden yürüyenlerle,orda buluşan kervan.
- Muştu name,emanet gittiler yedi iklim
- Zaman,mekan dürüldü,yollar düz iniş
büklüm
- Korku ne can korkusu;gitti dağ dağ
yüreklim
- Dağları aşan kervan,Hakka ulaşan
kervan,
- Önden yürüyenlerle,orda buluşan kervan.
- Şahadet şerbetini içmişler yudum yudum.
- Ey alnı ak yiğitler size selam okudum !
- Gıbta eder YAŞARİ komşu et ey Mağbudum
!
- Dağları aşan kervan,Hakka ulaşan
kervan,
- Önden yürüyenlerle,orda buluşan kervan.
- 28.06.2003
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Adile TÜRKMEN |
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi |
-
NE EFKARI BELLİ,NEDE STRESİ
-
Öyle bir harabeye düştü kü
yolum
-
Ne bir kapısı var,ne
penceresi.
-
Öyle bir üstüme çöktü ki
zulüm
-
Ne efkarı belli,nede stresi
-
-
Ağlayan gözlerim artık
gülmüyor
-
Deli gönlüm istediğini
bulmuyor,
-
Hiç kimse derdime derman
olmuyor,
-
Senin beni bırakman oldu bana
zulüm.
-
-
Nehirden bölünmüş gözlerimin
yaşları,
-
Bağrıma temel kurmuş
ayrılığın taşları
-
Beni terketi ümit hayal
kuşları
-
Gelecek günlerimi etti bana
zulüm.
-
-
-
Öyle bir harabeye düştü kü
yolum
-
Ne bir kapısı var,ne
penceresi.
-
Öyle bir üstüme çöktü ki
zulüm
-
Ne efkarı belli,nede stresi
-
-
Ağlayan gözlerim artık
gülmüyor
-
Deli gönlüm istediğini
bulmuyor,
-
Hiç kimse derdime derman
olmuyor,
-
Senin beni bırakman oldu bana
zulüm.
-
-
Nehirden bölünmüş gözlerimin
yaşları,
-
Bağrıma temel kurmuş
ayrılığın taşları
-
Beni terketi ümit hayal
kuşları
-
Gelecek günlerimi etti bana
zulüm.
|
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
105 SAYI 25 Kasım 2007 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |