YIL 9  SAYI 104    25 Ekim 2007

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

Mahmut Selim GÜRSEL CUMHURİYET BAYRAMI
Sakin KARAKAŞ KALE KAPISI VE BEYAZID CAMİLERİ
Ali EMİROĞLU İŞLER KARIŞIK GÖZÜKÜYOR
Mustafa Nevruz SINACI BİRİ YALAN, ÖTEKİ YILAN
Atilla ALPAY BORÇ
Veli KALLI ILIMLI İSLAM
Salim SAVCI TEK DAMAR OLMAK ÜZERİNE
Hasan Latif SARIYÜCE TİRAN YOLLARINDA
Selma GÜRSEL PATATES OTURTMASI
Şükrü GÜLTEPE NE DEDİMDE NİYE KÜSTÜN SEVDİĞİM
Yaşar KILIÇ SAHABİLER
Adile TÜRKMEN NE EFKARI BELLİ,NEDE STRESİ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
CUMHURİYET BAYRAMI
            Ülkemizin en önemli olan bir zaman dilimi için kutlamalarını yapmak için insanlarımızın Türkiye Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanması sonunda kutlamak üzere toplanarak kutladığımız Milli Bayramdır. Bizlerin Türkiye'nin Bağımsızlığının imzalanmasından sonra ülkemizin devlet yönetiminin daha açık biçimde idare edilecek yönetimin isim verilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi "Milli Mücadele"yi Büyük Önder Atatürk’ün başkanlığında başarıyla yürüten Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye Hükümeti yapısı ve işleyişi yönünden cumhuriyet yönetimi gibi yapılandırılmış ve idare edilmişti.
            Türkiye'nin yönetimi dünya milletleri tarafından daha belirgin bir nitelik kazandırılması gerekiyordu.  2 Şubat 1925'te, Dışişleri Bakanlığı düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerilmiştir. Türkiye'nin yönetiminin adının konulması için Türkiye Büyük Meclisi 29 Ekim 1923 günü yapılan Anayasa değişikliği ile Türkiye'nin İdaresinin CUMHRİYET, Türk devletinin adı "Türkiye Cumhuriyeti" ilk cumhurbaşkanı ise "Mustafa Kemal Atatürk" Türkiye'nin Cumhuriyet yönetimi ile yönetileceğini Büyük Millet Meclisi ilan etti.
            Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet'in "Onuncu Yıl Kutlamaları"nın yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği 10. Yıl Nutkunda, bu günü en büyük bayram olarak nitelendirmiştir. Bu ilandan sonra her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir millî bayramdır.
            Bütün dünya ve herkes ile her gelecek kuşak bilmelidir ki bu vatanda kurulan Cumhuriyet yönetimi Atatürk’ün önderliğinde bir ölüm kalım savaşından sonra gerçekleştirilmiştir. Bu başarının arkasında binlerce şehidin binlerce gazinin kurtuluş mücadelesi için yaptıkları bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bu büyük eserin her yönü ile gelişmesi geliştirilmesi gerekmektedir. Bilhassa Atatürk'ün gençliğe hitabesinde ileride olabilecek olumsuzlukları ve her türlü tehlikeden titizlikle korunması Cumhuriyet kuşaklarının Atatürk’e ve onun arkadaşlarına borçlu olduğu bilmemiz bizim için bir görevdir. Hepimiz bilmeliyiz ki; Cumhuriyet korumak ve kollamak görevin bilinci içinde bırakılan bu emaneti devamlı korumak için çabalamamız ve şehitlerimiz ve gazilerimizin emaneti olan Türkiye ve Türkiye Cumhuriyetini sonsuza dek yaşatmamamız için fedakarlıklardan kaçınmamamız gerekmektedir!
            Ne Mutlu TÜRK'ÜM Diyene!
            29 Ekim Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşu ve Cumhuriyet Bayramı hepinize kutlu olsun!

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Sakin KARAKAŞ
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
KALE KAPISI VE BEYAZID CAMİLERİ
            Osmancık’ta kale kapısı camiinin 1480 yılında ibadete açıldığı tahmin ediliyor. Caminin açılışı Koyunbaba köprüsünün inşa yıllarına rastlıyor. Caminin kale ile köprü girişine yapılmasında amaç cami inşaatında çalışanların ibadetlerini gerçekleştirmeleri.
            Osmanlı devletinin yükselme devrinde köprü,han,hamam,kervansaray gibi alt yapı hizmetleri ile ilgili inşaatlarla birlikte; çalışanların ibadetleri göz önüne alınarak bölgeye cami ve mescit inşa ettikleri dikkat çekiyor.
            Koyunbaba camiinin inşaatında da ırmağın iki kıyısına da camii inşa edilmiş. Irmağın kale tarafında inşa edilen camiye “Kale Kapısı Camii” karşı kıyıda inşa edilen camiye ise dönemin padişahı İkinci Beyazıd’ın adını taşıyan “Beyazıd Camii” adı verilmiş. Böylece Osmanlı arşivlerinde Beyazıd köprüsü olarak bilinen Koyunbaba köprüsünün her iki yanına inşa edilen camiler kentteki dokuyu tamamlamış.
            Aradan geçen yüzyıllar içerisinde meydana gelen depremlere her iki camide dayanamamış. Depremde hasar gören camilerin yerine yenileri yapılmış.  Ancak; yeni inşa edilen camilerin inşasında ne yazıktır ki köprü inşasına gösterilen özen, mühendislik hesapları ve Osmanlı mimarisi dikkate alınmamış.  Son olarak yaklaşık 20 yıl önce köprünün karşı kıyısında yer alan Beyazıd camiinin yeniden inşasında da öncesinde olduğu gibi mimariye özen gösterilmedi. Köprünün dokusuna uygun bir mimari kullanılmadan Anadolu’nun herhangi bir yerinde inşa edilen bir cami modeli alınarak inşa edildi.
Oysa ki Beyazıd camiinin yeniden inşasında taş kullanılması gerekirdi. Koyunbaba köprüsün taşlarının çıkarıldığı Taş kesen bölgesinden alınacak taşlarla inşa edilmiş olan bir Beyazıd camii böylece köprü ile aynı özellikleri taşıyacak ve tarihi doku tamamlanmış olacaktı. Her şeyden önce Osmanlı arşivlerinden caminin ilk hali araştırılabilirdi. Belki böyle bir uygulama maliyeti biraz etkileyecekti; Ancak iyi bir araştırma çeşitli fon ve ve vakıflar vb. yardım kuruluşlarının desteği ile her şey daha mükemmel olacaktı.  Hal böyle iken doğru olan değil kolay olan tercih edildi ve Beyazıd camii alel acele yerine konduruldu.
Ancak; tarihe saygı ve mantık Beyazıd camiinin köprünün taşları ile aynı olan Taşkesen dağından alınan taşlardan yapılmasını gerektiriyordu.
Peki şimdi ne olacak. Beyazıd camiinin nesi var diye soracaksınız. Beyazıd camii yeni ve mükemmel bir mabed. Ancak mimari tarzının köprü ile örtüşmediğini anlatmaya çalışıyorum. Tabii ki cami yi yıkıp yenisini yapacak halimiz yok.
Bu durumda Taşkesen taşlarının işlendikten sonra caminin dış cephesine giydirme olarak yapıştırılması da bir ölçüde yapılan yanlışı düzeltecek içi dışı komple taş olmasa da camiye dış cepheden taş cami görüntüsü kazandırılmış olacaktır.
Gelelim Kale Kapısı Camiine. Her şeyden önce isminin  güzelliği ile Osmancık’ın tarih ve turizm haritasında önem arz eden bu camiye de en kısa zamanda tarihi bir hüviyet kazandırmamız tarihten gelen şöhretini iade etmemiz gerekiyor.
Şu an için caminin tarihini araştırma imkanımız yok. Böyle bir imkan olsa bile ekonomik şartlar caminin yeniden inşasına imkan vermiyor.
Benim bildiğim kadarı ile Kale kapısı camii geçtiğimiz kırk yıl içerisinde küçük çaplı onarımlardan geçti. Eskiyen ahşap kısımlar yenilendi. Dikkat ederseniz restore demedim. Onarım dedim.
Demek ki bu camimizin onarımının yanı sıra restore edilmesine de ihtiyaç var. Peki nasıl olacak böylesine ahşap bir bina da restorasyon işlemi diye soracaksınız.
Kale kapısı camiinin Osmanlı evleri Osmancık mimarisi tarzında restore edilmesi gerektiği kanaatini taşıyorum.
Cami duvarları üzerine beyaz ve ahşap kısımların eskitme ve giydirme şeklinde yenilenmesi ve cami içerisinde yer alan balkon, merdiven ve mihrabında aynı tarzda eskitme olarak ele alınması mükemmel bir sonuç doğuracaktır. Ayrıca Kültür ve turizm bakanlığına korunması gereken eser olarak koruma altına alınması için gerekli başvurular ve cami kapısında yer alacak olan caminin tarihi yapılış hikayesi  ile ilgili bilgilerde çalışmaları tamamlayacaktır.
Böylece  ve kale, köprü ve cami üçgeni ve karşı kıyıdaki Beyazıd camiinde de öngörmüş olduğum çalışmaların yapılması Osmancık kültür ve turizm haritasında eksikliğini hissettiğimiz  önemli bir dokuyu tamamlamış olacaktır.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
İŞLER KARIŞIK GÖZÜKÜYOR
Bir memleketin işleri sorun olunca, herkesin, iktidar olsun, muhalefet olsun, asker olsun, sivil olsun, isterse sade bir vatandaş olsun, herkesin oturup enine boyuna, akı içinde bu memleket sorununu düşünmesi gerekir. Bu vatan herkesindir ve başka vatan da yoktur. Artık palayı çekerek yeni bir vatan edinme hevesine kimse kalkamaz. Şimdilik, elimizdeki vatanla iktifa etmek zorundayızdır. Bu ikazları adece biz yapıyor değiliz, aklı eren ve Türklere düşman olmayan her yabancı da yapmaktadır. Bu iktidar, AKP iktidarı seçilmiştir ve seçim iherkes meşru olarak kabul etmiştir. Kimsenin, dağa çıkalım dediği görülmemiştir. Devletin yönetim biçimi, yalnız yönetim biçimi, AKP iktidarına teslim edilmiştir. “Buyurun efendiler iktidar koltuğuna” denmiştir.
Dört yılı da iktidar partisi devirmiştir. Artık yıprandığı da herkes tarafından görülüyor. Beşinci sene içinde de çok ehemmiyetli memleket sorunları sahnededir. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim yapılacaktır. Bunlar sadece seçimlerdir. Başka pek çok dış ve iç sorunlar çözülmemiştir ve çözüm beklemektedir. Çözümsüzlüğün çözüm olmadığı sözlerini de, AKP siyasi edebiyata getirmiştir. Biz, bunları AKP’li sayın Başbakan’dan öğrendik. Daha önce, böyle bir şey hiç duymamıştır. Çözümsüzlük çözüm değildir. Beş senenin içinde, bu iktidar hangi sorunları çözmüştür? Çözülen bir sorun gösterebilir misiniz? Geçen zaman düşünülürse, her iktidar, AKP iktidarı kadar iş başında kalmıştır. Devletin devamlılığı göz önünde bulundurularak, geçen iktidarlar böyle büyük bir söz etmemişlerdi.
Beş yıldır bir sorunu olsun çözüme ulaştıramayan, buna muktedir olamayan bir iktidar, artık büyük iddiaların iktidarı olamaz. Foya milletin önüne serilmiştir. Bundan sonraki meydan konuşmalarında, böyle bir iddia ortaya sürülemez. İktidar eskimiş ve inandırıcılığını kaybetmiştir.
İktidar herkesle, devletin her kurumu ile kavgalıdır. İktidar, kendisini devlet yerine koyarak, herkesin ve her devlet kurumunun kendisine itaat etmesini istemiştir. Adaletin kanunları tatbik ettiğini, bizzat Başbakan konuşmuştur. Halbuki, Anayasamızda bunların izahı, bir hekimin anlayabileceği şekilde bile yazılıdır. İktidarın devlet içinde yeri bellidir. Hareket serbestliği de, bu göstergeler içindedir. Ona da kimse karışmamıştır.
Cumhurbaşkanı ile kavgalı, muhalefet partileriyle dünden kavgalı, Adalet cihazını benimsemiyor, sayın Başbakan. Gerekirse, Anayasa Mahkemesi’ni bile kaldırabileceklerini söyleyiveriyor. Anayasa Mahkemesi için, bu memleketin bir ihtilal geçirdiğini düşünmüyor; belki de bilmiyor. Asker sözünden yüzünün ekşimediğini söyleyecek kimse var mıdır, bu memlekette? Köylüyü, işçiyi, sivil toplum örgütlerini, sakatları, gece evinde soba yanmanları, hepsini bir tarafa bırakalım, zenginler kulübünün bu iktidarı tasvip etmiş olması sorunları halletmez. Bu kurum, hangi iktidarın yanında olmamıştır? ihtilalde, askerin istediği altın yardım katkısını da ilk yapan bu grubun kendisi ve adamları idi.
Bir şey daha ortaya çıkıyor. Ben beni bileli, Mit teşkilatımızın, var olduğunu sandığı endişeleri, açıktan açığa, kamuoyuna bildirdiği görülmemiştir. Mit bunu bir görev bilerek yapmıştır. Mit, bu görevini, daha önceleri hükümete yapmamış olamaz. Yapmıştır ve bir reaksiyon görmemiştir. Belki etkisi olur diye, bir de kamuoyuna açıklama yapıyor. Mit, kamuoyundan fayda bekliyor da denebilir. Mit’in bunu bir görev olarak yapmaya kalkmasının anlamı büyük olmalıdır. Bu biraz da kulakların açılmasını açıkça istemek demektir.
Bazı ulus devletlerinin sahneden silineceklerinin bildirilmesinin anlamı nedir? Malta için bu söz söylenebilir mi? Bu iş Malta için olsa bile, Mit’i bu kadar yakından ilgilendirir mi?
Bu iş karışıktır. 1980’de, Anayasa’ya, seçimlerin beş senede yapılacağı yazılmıştır. Bu bir kanun emridir. Bu emirde, beş seneden önce seçim yapılmayacağı anlaşılmaz. Şimdiye kadar kimse kullanmamıştır. Dünyada da, iktidarlar hep dört senede seçime gitmektedirler. Beş sene kanunda yazılıdır da, değişmez olarak alınamaz. Hele, bir dayatma vasıtası hiç olamaz. Bizler her halde, hiç düşünmeye alışmamışlara düşünmelerini söyleyip duruyoruz.

 

 
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
 BİRİ YALAN, ÖTEKİ YILAN
Yavru Vatan Kıbrıs'ta oyun, düzen, hile ve desise bitmek bilmiyor. Türk, Türkiye ve TSK karşıtı milli dava düşmanı vatan haini, gaflet, dalâlet ve ihanet içindeki gürüh her gün yeni bir  şer ve şeytanlık üretmekte. Maksat KKTC halkının hür ve hükümran bir devlet veya Anavatana katılım arzusunu, inancını ve direncini kırmak. Kişisel hırs, ihtiras, ahlâk ve yasa dışı edinim uğruna sınırları kaldırmak, tıpkı Yunanistan örneğinde olduğu gibi şerefli ve şanlı Türk Ordusunun zaferi ve şehit kanları üzerine bir şeytan imparatorluğu kurmak. 
Gerek Ana vatan ve gerek yavru vatan Kıbrıs'ta Türk milleti için en büyük tehlike, kahir ekseriyeti dönme, devşirme ve nesebi gayrisahih unsurlardan oluşan (muhtemelen Rum, Ermeni ve İbrani kökenli, mason, misyoner, ateist, pagan, sabetay) unsurların dış düşmanlarla iştirak ve işbirliği halinde yürüttükleri projelerdir. 
Bu projelerin tamamı "menfaat odaklı" ve küresel sermayeye hizmet amaçlıdır.
Mezkür çıkar gruplarının dini imanı paradır. Kirli-kara paradan başkaca mukaddesleri yoktur. Annan Plânı oylamaya sunulurken KKTC'de yaptıkları gibi, halkı kandırmak, yasa, insanlık, adâlet ve ahlâk dışı izolasyonlarla bunalttıkları insanları tuzağa düşürmek suretiyle menfur emellerine alet edebilmekten başkaca bir kaygıları da yoktur. Dönem itibarıyla müftü dahil, pek çok din adamını da kirli emellerine alet ettikleri malum olmakla;
Şimdi de yıllardır uyguladıkları hain psikolojik savaşın yeni versiyonlarını yürürlüğe koyma çabası içindeler.
Bakınız, Kıbrıs'tan değerli mücahit, yiğit "Asena" sevgili dost ve Türk kardeşimiz Emete Gözügüzelli (Ayşe Kocatürk) bize gönderdiği mail'de neler anlatıyor:
"Son günlerde KKTC'nin Ulusal Kanalı Bayrak Radyo Televizyon kurumunda 29 Mart 2007 gecesi yayımlanan "Duvarımız" belgeseli ile aşağılanan Türk halkı ve işgalci olarak gösterilmeye çalışılan Türk ordusuna sahip çıkmak isteyen Kıbrıs Türk halkı BRT'de meydana gelen olaylara tepkisini göstermek için BRT önüne siyah çelenk koyarak tavrını koydu. Hatırlanacağı üzere, 1994 yılında Niyazi Kızılyürek ve Panikos Chrysanthou tarafından çekilen "Duvarımız" adlı belgesel anılan tarihten günümüze kadar geçen zamanda hiçbir şekilde KKTC'de yayımlanmasına müsade edilmemişti. Ancak tüm Avrupalı devletler ve Amerika'da belgesel gösterime sunulmuştu.
Güney'de iki toplumlu etkinlikler adı altında Dali Belediyesi girişimleri ile belgeseli ilk kez gösterime sunulur.. Anılan gösterimi izlemek için ise adanın kuzey ve güneyinden siyasetçiler davet edilirler. Filim gösterildikten sonra begesel iki tarafın  politikacılarının tartışmasına açılır. 1997 yılına gelindiğinde Niyazi Kızılyürek ve Panikos Chrysanthou Türkiye'de İstanbul'da Türk-Yunan komitesi tarafından iki senede bir "iki halk arasının daha iyi anlaşılmasını teşvik etmek için" çaba sarf eden siyasetçi, sanatçı, akademisyenlere verilen ödüle layık görülür ve İpekci ödül dağıtımlarında ilk kez iki "Kıbrıslı"nın ödül alması gerçekleşir. 1997 yılında Maria Chrysanthou imzası ile "İki kıbrıslı İpekci ödülü ile mükafatlandırıldı" başlıklı Kıbrıs Haber Ajansında yayımlanan yazıda "İstanbul'da kalış süresinde Chrysanthou ve Kızılyürek Rum Ortodoks Kilise Pariği Bartholomeos ile de görüşmüşlüklerini" yazar [1]. Anlaşılan Bartehelemos her iki "Kıbrıslı" yı kutsayarak yaptıkları belgeselde duydukları başarıdan ötürü kendilerini kutlar.
O dönemde Kıbrıs Haber Ajansına (CNA) konuşan Niyazi Kızılyürek aldıkları ödülden duydukları memnuniyeti dile getirirken "fakat özellikle de bu Türkiye ve Yunanistan içerisinde filimin sunumu için kapılar açılacaktır"derken "eğer birileri Kıbrıs sorununu Türkiye'de bir tabu olarak düşünürse, ödülün verilmesi ile konu hakkında bir tartışmanın açılacağı bir şans verecektir. Kıbrıs sorununda Türkiye'de ilk kez bir Kıbrıs Türk ve Rumu bir araya gelerek 'barış' konusunda savunma yapmışlardır."demiştir. 
Maria Chrysanthou ilgili yazısında Duvarımız filiminin Yunanistan'daki Atina Polytechnic ve Amerika'da New York Üniversitesi ve Harvard gibi birçok yerde izlendiğini ve çok olumlu yorumlar yapıldığını belirtirken, "duvarımız" bir Fransız Alman kanalı olan ARTE ve Alman ZDF kanalında "iki grup arasında anlayış ve dostluğun ilerletilmesi" amacı için sunulduğu iddia etmiştir. Filme  BBC 9 haberleri, Avrupa TV networku Euro-haberleri özel bir oturum ile "Duvarımız"a destek verildiği ifade edilirken  "Bu yılın sonunda sinemalarda Kıbrıs'ta filimin gösterilmesi beklenmektedir." yorumunda da bulunmuştu.
Kızılyürek ve Chrysanthou  hazırlamış oldukları "Duvarımız" belgeselinden sonra Batı dünyası ve özellikle de Türkiye'deki TÜSİAD yetkililerince büyük destek almışlardı. 2005 yılında gelindiğinde TUSİAD "Kıbıs Açmazı: Yeni bir hamle için Umut"  başlığında 2 Kasım, 2005'de Fairmont Hotel, Washington, DC'de bir konferans düzenler. Anılan toplantıda TUSIAD Amerikan temsilcisi Abdullah Akyüz, Amerika'dan Matthew J. Bryza, Gergetown Üniversitesinde Türk Çalışmaları Enstütüsünün İdari Direktörü David Cameron Cuthell Jr., KKTC Parlementosundan CTP'den seçilen ve Meclis Başkanı olan Fatma Ekenoğlu ve Doğu Akdeniz Üniversitesinde öğretim üyesi Gül İnanç katılırlarken Rum tarafındaki üiversiteden Niyazi Kızılyürek  de konuşmacı olarak davet edilmiştir.
Türkiye'deki TUSIAD çalışmaları içerisinde olan ve ayni zamanda Bilgi Üniversitesinde akademisyen olan Soli Özel  de İstanbul'dan toplantıya katılır. Conflict Resolution çalışmalarının KKTC ve Avrupa'da eğitimini veren ve KKTC'de bu alanda birçok seminerler düzenleyen Doğu Akdeniz Üniversitesi öğretim üyelerinden Ahmet Sözen  de DAÜ'deki
Kıbrıs Politik Merkezi direktörü olarak konuşmacılar içerisinde yer alır. [2]
Soros Vakfının uzantıları olan ve vakfın çalışmalarına büyük destek veren TUSIAD, Bilgi Üniversitesi gibi sivil ağların uzantısının gerisinde ortaya çıkan isimlerin çalışmalarına bakıldığı zaman da durum daha açık ve net olarak görülüyor.
2007 yılına gelindiğinde KKTC'nin ulusal yayın kanalı olan Bayrak Radyo Televizyonu' [3]nda 29 Mart gecesi "Duvarımız" adlı belgeselin özellikle de terör örgütü EOKA'nın kuruluş gününden birkaç gün önce yayımlanması tesadüf değildir. 
Daha önce 1997 yılında anılan belgesel BRT'de yayımlanması istenmiş ancak dönemin makamları tarafından kabul görmemişti. Görüldüğü üzere Mayıs 2000'den de anlaşılacağı üzere "Duvarımız" adlı filim o dönemde oraya katılan KKTC'deki bazı siyasilerin belgeseli izleyerek tartışmasına açılmıştı. Sonuçta tarafların anılan belgesel üzerinde uzaklaştıklarının en güzel göstergesi bahse konu filmin  2007 yılında 29 Mart akşamı KKTC'nin ulusal yayın kanalı Bayrak Radyo Televizyonunda gösterime sunulması ile sonuçlanması ile görüldü. Peki anılan belgesel nasıl içeriktedir? Neden daha önceki Türk idarecileri anılan belgesele müsaade etmemişlerdi. Neden Dali'deki iki toplumlu etkilikler programında iki taraftan katılan siyasetcilere 2000 yılında anılan belgesel gösterime sunularak  görüşlerinin alınması ve aralarında uzlaşı yaratılması hedeflenmişti?
Bahse konu Belgeselin içeriği;
Belgeselde adadaki Türkiye ve Türk askeri işgalci, TMT ise vahşet yapan bir kuruluş olarak anlatmaktadır. (Olayın en dehşet verici tarafı ise, bu belgeselin KKTC'nde ve CTP' nin yönetiminde resmi devlet televizyonundan yayınlanmasıdır. Türk halkı buna şiddetle tepki göstermiş, sorumluları kınamış ve fakat hükümetten ses çıkmamıştır. İşin en tuhaf tarafı da budur. RTE hükümetinin Annan Plânı sırasında, bu menfur plânın kabul edilmesi ve iki tarafın birleştirilmesi yönündeki çabaları ile CTP' nin taraf olduğu müteakip seçimler ve bilhassa "Milli Kahraman" Dr. Rauf Denktaş'a karşı sürekli hale gelen dışlayıcı tutum endişe yaratmaktadır. Şu halde, Ana Vatan halkının ezici çoğunluğu "YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM" diye haykırır ve  öncelikle "Tam bağımsız, hür-hükümran ve tanınmış" KKTC'ni isterken; Analitik oy bazında % 22.5'un temsilcisi ve meşruiyeti başından beri tartışmalı bir hükümet nasıl olur da, 'birleşme ve bütünleşme' isteyebilir ?
Kaldı ki, bu şartlarda en ideal çözüm: Tarihi ve yasal haklarımızı kullanmak suretiyle ilhak ve KKTC’ni 82. inci vilâyet olarak anavatana katmaktır. İç siyasette daima milliyetçilik, demokratlık ve muhafazakârlıktan dem vuran AKP Kıbrıs konusunda çok daha dürüst, onurlu, tarihe saygılı ve sorumlu olmak zorundadır.
Bu bağlamda, yaşananlara karşı takınılan tavır Türkiye adına utanç vericidir.) 
Dış unsurların KKTC’nin ortadan kaldırılarak Kıbrıs Türklerinin güneydeki “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne entegre olmalarını istemelerinin bir parçası da adada yürütülen psikolojik savaşın bir parçasını oluşturuyordu. Nede olsa izlenecek olan belgesel yeni beyinleri kontrol altına almayı umuyordu ve buna kendi ulusal yayın organımız destek verecekti.” Oysa;
           Her şeyden önce, bu gün KKTC’de yaşayan Türkler kadar, barış, huzur, emniyet ve güvenle hayatını sürdüren Rumlar da, bu ortamı TMT ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve Türk Ordusuna borçludurlar.  TMT ve Türk Ordusuna işgalci diyenler kesinlikle Türk, insan ve her hangi bir inanç mensubu olamazlar. Dayandıkları ve cesaret aldıkları güçler de yasa, ahlâk ve insanlık dışıdır. Bunun artık böyle bilinmesi ve gereğinin buna göre yapılması gerekir.
            Şu anda KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi iştirak ve işbirliği bağlamında olup bitenin en açık ve en doğru biçimde şöyle tanımlanması mümkündür:
            GERÇEKLER SAPTIRILMAKTA VE YALAN SÖYLENMEKTEDİR
            Evet, GKRY ile KKTC yönetimini şimdilik ele geçiren grup, tarihe karşı suç işlemekte ve alenen hadiseleri saptırıp yalan söylemektedirler. Emete Gözügüzelli’nin 1. bölümde yer alan ve devamını daha sonra vereceğim yazısında vurgulandığı gibi; Bunların ağzında yalan ve torbalarında yılan bulunmaktadır. Maksat, her ne pahasına olursa olsun şehitlerimizin kanı ile sulanan kutsal Kıbrıs toprağını MEGALO İDEA’ ya peşkeş çekmektir. 1948’lerden bu güne Yunanistan’ın tek hedef ve yegâne amacı İLHAK’ tır. Atatürk’ün Türk milletine vasiyet ve emanet ettiği yol ise Kıbrıs’ın ilhakıdır. Lâkin zamanla bu “YA TAKSİM YA ÖLÜM” e dönüşmüş; Şu anda dış politikada zaafiyetle malul ve AB’ye medyun yönetim ise bunu dahi telâffuz etmekten aciz hale gelmiştir.  
            Ama, asla tarih yalan söylemez. Burada bir kısım önemli ve bilinmesi gerekli tarihi gerçekleri tekrar değerli dikkatlerinize arz ediyorum. Lütfen bakınız:
 
“MİLLİ DAVA KIBRIS, TARİHİ OLAYLAR VE GERÇEKLER
 
Kıbrıs, Büyük ATATÜRK' ün "Güneş Dil" teorisinde belirtildiği üzere; Evveli Türk-ahiri Türk ve 1878'e kadar 300 sene 8 ay ve 19 gün resmen Türk hakimiyetinde kalan, Anadolu'nun ayrılmaz parçası ve mütemmim cüzü olan bir vatan toprağıdır. Hattâ jeolojik olarak binlerce sene önce İskenderun körfezinden koparak bu günkü yerine kaydığı; Diğer bir efsaneye göre de, bir vakitler Anadolu ve Suriye ile birleşik Atlantis yurdu (kıtası) iken, (gurur ve kibirden ileri gelen) malum felâket sonucu bağlantıların çökerek yere battığı ve 1974 harekatına imkân veren Londra-Zürich ve Garanti antlaşmalarının mimarı ve "Kıbrıs Milli Davasının sahibi" Demokrat Partidir. (Bayar, Menderes, Zorlu) Uluslar arası kabul ve onaya sahip bu anlaşmaların esası, iki toplumlu ve eşit haklara dayalı bir federasyon ve iki kurucu devlet amacı, espri ve yaklaşımına dayalıdır.
Varılan nokta itibarıyla bu anlaşmalar çok büyük bir tarihi başarı olup; Lozan anlaşmasına rağmen Türkiye’ye sürekli bir hak ve hattı hareket imkânı sağlamıştır. Öngörülen amaç ve tam bir kararlılıkla uygulanan strateji gereği, asgariden aynı görüş muhafaza edilerek atide (gelecekte) Yunanistan ve AB yanlısı girişimlerle bu garantörlüğün izalesine kesinlikle izin verilmeyecek ve yürütülen görüşmelerden olumlu sonuç alınamaması halinde "ilhak" politikası devreye sokulabilecekti. Hazırlanan ortam buydu. Aksi takdirde, tarihi hakların hiç birisinden vazgeçilmesi asla ve kesinlikle düşünülmedi. Düşünülemezdi.  Türkiye ile Kıbrıslı Türk kardeşlerimizin lehine olmayan hiçbir anlaşma ve uygulama kabul edilemezdi. Rıza gösterilebilecek nihai çözüm ise; Mevcut topraklardan kesinlikle taviz verilmeksizin "taksim" veya “ilhak” dı. 1960 sonrası hükümetlere tevarüs eden miras budur.
1974 “barış harekâtı” bu ortam ve yasal imkân kullanılarak haklı, doğru ve uluslar arası meşruiyeti varit bir müdahale biçiminde yapıldı. Zamanın ve müteakip dönemlerin aciz ve zavallı hükümetleri yanlış yapmasa idi; Bu gün Kıbrıs’ın tamamı Türkiye’nin olabilir ve yaşanan bunalım ve buhran pekalâ ortadan kalkabilirdi. Fakat, harekâtın yarım bırakılması, istikrarlı ve tutarlı bir politika izlenmemesi, nihayet AB ile yapılan Gümrük Birliği anlaşmasında Kıbrıs konusunda taviz verilmesi “Milli Davayı” baltalamış ve birbirini takip eden ihanetler sayesinde bu günlere kadar gelinmiştir.
Kıbrıs tarihinin efsane isimlerinden Doktor Fazıl Küçük ve Dr. Rauf Denktaş yukarda açıklanan ve Atatürk’ün ortaya koyup Menderes’in hayata geçirdiği politika’ nın sadık ve samimi müdafileridir. Doktor Fazıl Küçük neyse ama, bu süreçte tam bir vefa ve fedakârlık örneği veren Dr. Rauf Denktaş çok rencide edilmiş ve Kıbrıs davasına büyük oranda zarar verilmiştir. Bu çok maksatlı, AB güdümlü, milli duygulardan ari ve şuursuz bir politikadır.
Özellikle, Annan plânının oylamasında üstlenilen risk, gün alma pahasına tekrar  tekrar verilen taviz ve ivazlar, bugün itibarıyla davayı rayından çıkartmış ve içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Dahası, Kıbrıs’ın BOP ve BİP projelerinde odak noktası haline getirilmesi, stratejik önemini kat be kat arttırmış ve her ne pahasına olursa Türkiye’ den kopartılması hedeflenmiştir.  Türkiye buna asla göz yummamak ve izin vermemek zorundadır. (4) 
Bu notu verdikten sonra Ayşe KOCATÜRK’ e dönüyoruz. Şöyle devam ediyor:
“Tüm bu hadiseler gerçekleşirken GKRY Dışişleri Bakanı Yorgus Liliakis bir açıklama yapar:
“Kıbrıs Türkleri azınlıktırlar, adada Kıbrıstaki Türk azınlığın siyasi ve  ekonomik ambargo altında olduğunu iddia etmeleri anlamsızdır, çünkü bu ambargo ‘işgal’ sonunda meydana gelmiştir.”
Liliakis tüm bu açıklamaları yaparken güneyle birlikte ortak vatan birleşik Kıbrıs diye mücadele yürüten Sayın Kızılyürek neden Padopulos’a ve Kıbrıs Türklerini azınlık görenlere karşı sessiz kalıp, adadaki Türk askerini işgalci olarak göstermeye çalışıyor?
Bugüne kadar gelinen süreçte KKTC hükümetinin konu ile ilgili açıklama yapmaması oldukça üzücü ve düşündürücüdür. “Çav bella Yurdum İşgal Altında” dinletisi eşliğinde Rumlarla ortak kurultay yapan CTP adada Türk askerine bakışını açık ve net bir şekilde açıklaması gerekmektedir.
Kimler neye hizmet etmeye çalışıyorlar?
KKTC’deki Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığına karşı CTP yönetimi ile başlatılan saldırılara insan hakları, empati, demokrasi gibi kavramların arkasına sığınılarak dış unsurlara hizmet etmektedir.
            Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu komutanımız bu adaya bastığı günden bugüne değin geçen sürede yapılanlara karşı Kıbrıs Türk halkını asla ezdirmeyeceği, her şekilde güvenliklerini tesis edeceklerini ve KKTC Devletini ilelebet yaşatılması için mücadele vereceklerini belirtmiş ve gereğini de yaptıklarını kanıtlamıştır.
            Türk askerine karşı başlatılan gizli ve sinsi saldırılar Lokmacı krizinden öncesine dayanmaktaydı. Bu saldırıya geçenleri en güzel şöyle tanımayarak şunu demekte fayda var;
 
HEYBESİNİN İKİ GÖZÜ VAR. BİRİ YALAN DOLU ÖTEKİ DE YILAN...
 
Evet Kıbrıs’taki idarecileri özetle tanımladık.
Yoksa Anavatan’da da bunlardan var mıydı?...
           ANAVATAN ABLUKA ALTINDA
            Mücahit kardeşimiz Emete’ye, son sözlerine cevaben Anavatan hakkında diyeceğimiz şudur: “Evet, Anavatan da da, orada olduğu gibi gaflet ve dalâlet ve hattâ “KKTC’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birleşmesini isteyecek ve bunu tahrik ve teşvik edecek kadar hıyanet içinde; Genel kurullarında İstiklâl Marşı yerine Ermeni şarkıları çalacak ve söyleyecek kadar ihanet içinde olanlar maalesef vardır. Üç günde 10 askerimiz şehit edilmiş ve halâ kuzey Irak'a girilmemiştir. 
Fakat, bu tarih boyunca olagelen bir durumdur.Bize göre olağan ve doğaldır.Olacaktır. Esas önemli olan: Aziz ve Necip Türk Milleti’nin “Vatanına, İnsanına, Toprağına, Bayrağına, Hürriyet, Adalet, Cumhuriyet ve İstiklâline ‘hakkıyla ve lâyıkıyla’ sahip çıkması; Türk inancı ve kültürünü tahkim etmesi; “Önce İnsanım, Sonra Türk ve Müslüman” bilinci içinde insanca bir hayat sürmesidir. Zira, Türk milleti ve İslâm alemine düşmanlık besleyenlerin hiç birisi insanlıktan nasip almamış hırsız, yolsuz ve soysuz yaratıklardır.
Türk Milletinin duası, onların da insan olması istikametindedir. Bunun için Büyük Önder ATATÜRK: “Türk Demek: Türkçe düşünmek, Türkçe Konuşmak ve Türkçe yaşamak’ tır. Ne Mutlu Türk’üm Diyene” demiştir. Türkiye; Bütün dünya ve uzay Türklüğünün kalbi, kafası ve beynidir. Bu misyon ayakta kaldıkça ve bu akideyi şuurla yaşayan Türkler durdukça, dahili ve harici bedhahların muvaffak olması düşünülemez.   
Kıbrıs konusunda Türk milleti'nin nihai fikri ise: "YA İLHAK YA ÖLÜM" dür biline...
 
[1] http://www.hri.org/news/cyprus/cna/1997/97-06-02.cna.html
2 http://www.tusiad.us/content/uploaded/cyprus%20forum%20bios-Nov%202-2005.pdf
3 Bilindiği üzere, Bayrak Radyosu, 25 Aralık 1963 tarihinde Rumların ada Türklerini Kıbrıs Cumhuriyeti’ nden dışlaması üzerine, Kıbrıs Türkünün sesini dünyaya duyurmak amacıyla mücahitler tarafından küçük bir garajda akülerle yayına başlamıştır. Barış Harekâtı’nın gerçekleştirildiği 1974 yılı sonrasında yeni bir yapılanma içine giren Bayrak Radyosu, 1976 yılında televizyon yayınını da başlatmıştır. 1983’te KKTC’nin kurulması ile birlikte çıkarılan bir yasa ile, özerk bir kurum statüsüne kavuşarak, “Bayrak Radyo Televizyon Kurumu (BRTK)” adını almıştır. BRTK’nın yatırım projelerine Türkiye tarafından önemli mali destek sağlanmaktadır.
4 Mustafa Nevruz SINACI, BELDE Gazetesi, Ankara
5  Haber, Emete Gözügüzelli, (Ayşe Kocatürk) KKTC, Lefkoşa

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

 
Atilla  ALPAY
BORÇ
               Ülkeyi yönetenlerin iyi yönetemediği ve Amerika’nın Afganistan’ı vurduğu, iktisadi çöküş ve büyük maddi sıkıntılarının yaşandığı günlerdeydik. Hemen her gün yapılan zamlarla büyük bir sosyal çürüme içine giren halkın durumu da içler acısıydı. Yaşayan sosyal doku ve hala çözülmemiş akrabalık ilişkileri ile insanlar hayatını idame ettirmeye çalıyordu. Kış gelmişti. Herkes gibi bende en sıkıntılı günlerimi yaşıyor, nereye para yetiştireceğimi şaşırıyordum.
               Havaların soğuması hastalıkları artırmış, bu da tedavi ve yakacak giderlerini etkilemiş bütçemi de gerçekten perişan etmişti. Ülkede Amerika’nın saldırdığı Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı Afganistan’ın para birimi olan Afgani bile abd doları karşısında yükselmiş; Türk Lirası ise değer kaybetmişti. Öyle ki bu kaybediş de hemen her gün hissediliyor döviz yükseliyor ve ona bağlı olan tüketim malzemelerini de etkiliyordu. Oysa garip olan bir başka konu da dünyada petrol fiyatlarının düşmesi Türkiye’de ise her gün ayarlanma bahanesiyle devamlı yükselmesiydi. İşte bu perişan günlerden bir gün evdeki bazı eşyaları satarak kışı atlatma kararı almış işe kıymetli kitaplarımdan başlamıştım. Hepsini itina ile ambalajlamış; alıp sahaflara götürmüştüm. Orada yapılan değer takdiri ile düşündüğümün onda biri kadar bile para verilmemesi, beni sükut-u hayale uğratmıştı. Yine koltuğumun altına alıp sevinerek eve getirmiş fakat yine de parasız kalmıştım. Öyle para edecek bir şeyim de pek yoktu. Ama maddi olarak da ömrümün en sefil günlerini yaşıyordum. Kiram birikmiş, ödenmeyen faturaların faizleri, katlanarak ödenemez hale gelmişti. Karanlıkta, soğukta kalacağım günler yakındı. Nihayet önce elektriğim, sonra gazım, sonra telefonum, sonra da suyum kesildi. Bidonlarla caminin şadırvanından su taşımak kolay değildi, mum ışığında oturmaya da zamanla alışmıştım, küçük tüple de yemeğimi hazırlıyordum. Eski odun sobamı kurup kömürlükteki hırdavatları ve bahçedeki kurumuş ağaçları yakarak bir müddet daha idare ettim. Kul sıkışmayınca Hızır’ın yetişmeyeceğini biliyorsam da yine de çok büyük ızdırap çekiyor; çaresizlik içinde kıvranıyordum. O gün ramazanın ilk günü idi. Evdeki nevaleyi ve cebimdeki son kuruşları sayarak kendime bir iftar sofrası hazırlamak üzereydim ki kapı çalındı:
               -Selamualeyküm.
               -Ve aleykümselam.
               -Hoş geldin, Mehmet, nereden böyle.
               -İçeri almayacak mısın? Bu soğukta.
               -Tabii  buyur gel, çok sevindim..Ee, hoş geldin.
               -Hoşbulduk, sen nasılsın?
               -Elhamdülillah!
               -Nereden böyle?
               -Libya’dan, uçaktan indim doğru sana geldim.
               -İyi ettin, sağ ol.Ama.
               -Aması  ne?
               -Biraz dardayım.
               -Niye? Hayırdır inşallah!
               -Ülkedeki  krizi görmüyor musun?
               -Ya evet, duyuyorum ama, bu kadar da olduğunu bilmiyordum.
               -Evet, maalesef öyle, hiç bir şeye para yetiştiremez olduk. Milletçe çok büyük sefalet çekiyoruz.
               -Allah  yardımcınız  olsun!
               -Cümlemizin.
               -Bu akşam sana misafirim, akşam oldu, yarın da memlekete hareket edeceğim.
               -Başımla beraber, memnun olurum. Çok iyi ettin, yalnız; yalnız..
               -Yalnız  ne?
               -Sana ikram edecek emin ol hiç bir şeyim yok.
               -Düşündüğün şeye bak. Hem önce şu emanetini bir al, al da ondan sonra daha da rahat konuşalım.
               -Ne emaneti?
               -Ben üç yıl önce Libya’ya giderken pasaport çıkarttıracak param bile yoktu. Hatırladın mı? Sonra yol parası bile bulamamıştım!
               -Eee
               -İşte o günlerde bana para vermiştin hatırlıyor musun?
               -Evet, şimdi hatırladım!
               -Senin o iyiliğini hiç unutmadım. Önce şu emanetini bir al, yani parayı. Sen o gün bana o parayı vermeseydin ben oraya çalışmaya gidemiyordum.
               -Sağ ol, Allah CC razı olsun,ilaç gibi geldi.Tam zamanında yetiştin.
               -Başka bir ihtiyacın var mı?
               -.....
               -Darda ve sıkıntıda olduğun her halinden belli.
               -İstemem,sonra ödeyemem.
               -Ne kadar  lazım?
               -Olmaz; alamam.!
               -Tamam,borç veriyorum oldu mu?
               -O zaman oldu.
               -Sana,o zamanlar senin bana verdiğin kadar kredi açıyorum. Sende bana üç yıl sonra geri ödersin  tamam mı? Şimdi itiraz etmeden al şu parayı.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

 
Veli KALLI
 ILIMLI İSLAM
Kontrolsüz güç ve kirli paranın at koşturduğu yörelerde ahlâktan söz edilir mi?
Eğitim ve kültür seviyesinin düşük olduğu toplumlarda da ister istemez teslimiyet devrinin başladığını kabul etmeliyiz.
15 asır bir harfine dokunulamayan Kur'an-ı Kerim'e dil uzatma cüretinde olanlara bir bakalım. Ilımlı İslam, dinler arası diyalog gibi saptırmaların gerisinde yatan niyetleri ve kişileri ortaya koyalım !
Adamın kapısının önüne devlet kesesinden birer kilo un, makarna koyuverdiniz mi o sizden olacak? Siyaset ne kadar ucuzladı değil mi?
Hani adalet vardı? Hani demokrasi vardı? Hani Müslüman’dınız?
Gerektiği şekilde içinize sindiremediğiniz bu üç mefhum size çok şeyler çektirecek! Ben Hac görevimi yaptım. İbadetlerimin tümünü de eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorum. İslam la ilgili bilgileri hiç bir tarikatın, cemaatin güdümüne girmeden küçük yaşlardan itibaren öğrenmeyi sürdürüyorum. Tarikatlar ve cemaatler bir bütün olma yerine, parça parça olmanın sorumluluklarını taşıyabilecek veya bunların hesabını verecek durumdalar mı? "Bölünmek de hayır vardır" diyenleri ben ALLAH’A havale ediyorum. İşte ortaya atılan ılımlı İslâm, dinler arası diyalog gibi saptırmalar bu gibi boşluklardan sonra türetilmiştir.
Sen önce kendi alt yapını kur!
Önce kendi ailenle, arkadaşlarınla ve komşularınla diyalog kur... Sonra tüm hemşerilerinle dostluk tesis et!  Daha sonra da tüm milletini özünle sev. Yani ailenle, arkadaşlarınla, komşularınla, hemşerilerinle ve milletinle kavgalıyken bana sen dinler arası diyalog tan bahsedemezsin! Sen hamken olgunlaş ve kendi kendinle diyalog kur önce!
İslâm’ı yozlaştırmak,
Müslüman’ı da özünden saptırmak isteyenler var
İslâm’ı ılımlı hale getirmek senin işin değil... Sen önce kendin ılımlı ol! Bozulmayı değil, mükemmelliği yakala! Kendi iradenle hareket et, teslimiyetçilikten kaçın! Başkasının borazanını öttürme! Geçicisin sen... Bencillik ve menfaat biliyorum sana keyif veriyor. Bu sebeple fakirin cebinden aşırdıklarınla haz duyduğunu gizleyemiyorsun... Sırtını şimdilik tapışlayanlar çok! Ama yarın nelerle karşılaşacağını düşünmek aklının ucundan bile geçmiyor!
Şakşakçılarına da çok acıyorum.
Paris, 30.12.2007

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Salim SAVCI
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
TEK DAMAR OLMAK ÜZERİNE
            Gelenler, gidenler olduğu için Ankara-Kızılay P.T.T.’sine her gün uğrarım. Raslantı bu ya, çok beğendiğim memurenin yanında İzmir’li Melahat... hanımefendi ile tanıştım.
            Yaptığımız söyleşide; tüm insanların, daha çok bayanların TEK DAMAR OLMAYA ÇALIŞTIKLARINI ekledi. Şöyle söyledi:
            ”Tek damar olmak Allah vergisidir.
            Ye, ye ama asla kilo alma!” dedi. Bu uyarı beynime saplanıp kaldı. İşte yazıverdim.
            “Tek damar olmak” isteyenlere sunarım. Soru sormak isterseniz adres veriyorum: Melahat Yılmaz - 2124/1 sokak No: 5
Bayraklı / İzmir
            Sağlıkla tek damar olmanızı dilerim.

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Hasan Latif SARIYÜCE
Hasan Latif SARIYÜCE Hayat Hikayesi
TİRAN YOLLARINDA
Elbasan’dan Tiran’a gitmek niyetiyle ayrılıyoruz. Daha kenti çıkar çıkmaz gene dağlara sardık. Yukarıdan bakı  Şkubi Nehrinin Elbasan önünde çok geniş çok geniş bir alanı tahrip ettiğini,kumla çakılla doldurulduğunu gördük. Şehrin altında büyük bir demir çelik fabrikası var. Kürüm Demir Çelik Fabrikası. Türkler kurmuş. Türkler işletiyormuş. Fabrika sahibinin Arnavut hükümeti nezdinde büyük itibarı varmış. Biz Tiran’a vardığımızda Arnavutluk Cumhurbaşkanı Türkiye’ye gitmiş bulunuyordu. Türk elçilik maslahatgüzarından öğrendiğimize göre Cumhurbaşkanını taşıyan uçağın Kürüm Demir Çelik Fabrikası sahibi tarafından Türkiye’den getirildiğini öğreniyoruz.
Daracık, bozuk bir yolda ilerlemeye çalışıyoruz. Yunanistan’da rastladığımız trafik kazasında ölenleri anmak için yol kıyısına dikilen haçlı küçük anmalıklara burada da rastladık. Bu kadar virajlı, uçurumlu yolda kaza olmaz mı ? Tiran’a ancak ikindiye doğru ulaşabildik. Otele yerleştik. Dört yıldızlı, dört katlı bir otel. Asansörü yok. Akşam yemekleri oldukça güzeldi. Burada da Elbasan tava yedirmediler bize. Tava yediremediler ama baklava ikram ettiler. Ben tatmadığım için ne mene bir baklava olduğunu anlayamadım. Arkadaşlar beğendiklerini söylediler. İlk gün yemekten sonra biraz dinlenip yaya olarak kenti dolaşmaya çıktık.
Dolaşmaya çıktık ya, karşıdan karşıya geçmek bir mesele. Trafik yoğunluğundan mı geçilemiyor? Hayır. Hiçbir trafik düzeni yok. Sen caddenin ortasına gelmişsin adam hiç aldırmıyor, son sürat üzerine araba sürüyor. Trafik ışıkları yok gibi bir şey. Birkaç yere konulmuş.
Tiran, Elbasan’a göre daha bir kent görünümlü ve oldukça da büyük. Bir milyona yakın insan (ülke nüfusunun üçte biri) yaşıyor. Burada da çarşılar oldukça sönük. Büyük süper marketler yok. Çarşımn en merkezi yerinde bir ünlü Türk kot firmasının adını taşıyan bir mağazaya rastlıyoruz.
Bektaşilik Arnavutluk’ta dipdiri yaşıyor. Dünya Bektaşiliğinin merkezi Arnavutluk’muş. Burada Bektaşilik üzerine her yıl seminerler, açık oturumlar, paneller düzenleniyor.
Türkiye’de bütün adetleri, gelenekleri ve felsefesiyle anlaşılmış değildir. Bektaşilik, Alevilik, İran Şiiliği çorba edilip birbirine karıştırılır. Bektaşilik bir kent tarikat’dır. Alevilikle yakınlığı, her iki topluluğun da on iki İmamın kutsiyetine besledikleri inançtır. Aleviliğin merkezi Hacıbektaş ilçesidir. Aleviliğin İran Şiiliği ile de bir ilgisi yoktur. Hem de hiç yoktur. Bizim şarap içen, saz çalan, yaşamı daraltan Arap kısıtlamalarına aldırmayan, kadın erkek kol kola semaha kalkan Alevilerimiz, İranlı Mollalarla nasıl karıştırılır? Anlamak mümkün değildir. Aleviler Hacıbektaş’taki  dedeler (çelebiler) ailesine bağlıdır. Yavuz Sultan Selim Hacıbektaş’a dedeleri pasifize etmek amacıyla bir Bektaşi babası tayin ermiştir. Hacıbektaş’ta hem dedeler hem de tayin edilmiş babalar, Cumhuriyetin başlangıcına kadar varlıklarını sürdüre gelmişlerdir. Ne var ki Anadolu Alevi çoğunluğu babalara fazla itibar etmemişlerdir.
Üç gündüz, iki gece kaldığımız Tiran’da o kadar arzu etmeme karşın Bektaşi tekkesini, Arnavut Bektaşilerinin giyimlerini kuşamlarını, tarikat adaplarını görmek, geliştirdikleri çağdaş Bektaşi felsefesini anlamak olanağım bulamadık.
Camilerde kadınlarla erkekler aynı safta namaz kılıyorlar.
Osmanlı döneminden kalma camilerin bir kısmı ayakta. Ne var ki bakımlı oldukları söylenemez. İskender Bey Meydanı’na yakın büyük bir caminin önünden geçerken kapısının açık olduğunu gördük. Arkadaşlarla başımızı uzatıp baktık. Sayısı on beşi geçmeyen bir cemaat namaza durmuştu. Bunda şaşılacak yada heyecana kapılacak bir yön yoktu. Ama biz cemaat’ görür görmez şaşırıp kaldık. Kadınlarla erkekler aynı safta yan yana namaz kılıyorlardı. İbadetleri tamamlayan cemaat ayağa kalkınca, biz de kapı önün den bir kenara çekildik. Camiden çıkanların bir kutuya para attıklarını gördük.
Arnavutluk nüflısunun % 70’i Müslüman. Hıristiyan’ların bir bölümü Katolik, bir bölümü Ortodoks. Katolikler kuzeyde, Ortodokslar güney bölgelerinde yaşıyorlar. Her iki gurup da, kendi alanlarında etkililer. Yalnız Müslümanların da, Hıristiyanların da ana dili Arnavutça. Geçmişte, özellikle Osmanlı döneminde din ayrılığı birçok ayaklanmalara, isyanlara neden olmuştur. Elli yıldan fazla süren Marksist yönetim dini duyguları oldukça törpülemiş. Birçok cami ya yıkılmış ya da başka işlerde kullanılmış. Ülke insanlarının iki, hatta üç dinli olmaları, demokrasiye geçilince ayılık kıpırdanmalara neden olmamış. Görülen odur ki milliyetçi bağlılığı din bağlılığının önüne geçmiş. Tiran’a gittiğimizin ertesi günü Türk Büyük Elçiliğini ziyarete gittiğimizde, Ankara’da bulunan elçi adına bizi kabul eden mashhargüzar:
‘Türkiye’nin Tiran’da çok büyük bir cami yapmayı planladığını, inşaatın yakında başlayabileceğini açıkladı. Suudi Arabistan bu konuda bizden önce davranmış, camiler, medreseler yaptırmış. Camilerinde, medreselerinde “Türkler din değiştirdi. Müslümanlığı yozlaştırdı. Onların arkasında namaz kılmak küfüdür,” Diye pek dostane vaazlar veriyorlarmış.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
PATATES OTURTMASI
5 adet orta boy patates
1 adet büyük boy soğan
250 kuşbaşı et
Bir tatlı kaşığı pul biber
1 yemek kaşığı salça
1 kaşık sıvı veya katı yağ
İstenildiği kadar tuz
            Patateslerin kabuğu ince olarak soyulur. Halka halka doğranır ve temiz suya konarak bekletilir patatesler kararmaz ve dirilir.
            Yağ tencereye konulur ve soğan ince ince doğranarak ilave edilir. Soğan hafif haşlanınca et ilave edilir, biraz tuz bir yemek ilave edilerek et kavrulur.
            Kavrulan etin üzerine suyu süzülen patatesler konur, pul biber biraz daha tuz konularak patatesler hafif haşlanır. Haşlanmış patateslerin üzerine ocakta hazırlanmış kaynar su patateslerin üzeri kapatılacak kadar konulur. Kapak kapatılarak yarım ateşte patatesler pişene kadar kaynatılır.
            Sıcak sıcak servis yapılır.

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Şükrü GÜLTEPE
Şükrü GÜLTEPE Hayat Hikayesi
NE DEDİM DE NİYE KÜSTÜN SEVDİĞİM
Kaşın gözlerine kurban olduğum
Ne dedim de niye küstün sevdiğim
Ateşinle yanıp yanıp söndüğüm
Kara gözlerine kurban olduğum

Mektubunu beklerim gelmiyor posta
Gözlerim ağlıyor kalbim yasta
Yolların bekliyorum yatıyom hasta
Kara gözlerine kurban olduğum

Gelse de en acı sözler dilime
Ağzımdan çıkmaz birkaç kelime
Nasıl düştün bilmem elin diline
Ne dedim de niye küstün sevdiğim

Şu ayrılık var ya ikinci ölüm
Zaten hasretliğin adıdır zulüm
Her açan çiçeğe denmiyor gülüm
Kömür gözlerine kurban olduğum

Bir sevdalı görsem Mencin olurum
Ben bu aşktan iflah olmaz ölürüm
Seni aradığım yerde bulurum
Kara gözlerine kurban olduğum

Karanlık kabire girince naşın
Toprak olur etin dökülür dişin
Nice türlü cefa görecek başın
Ne dedim de niye küstün sevdiğim

GÜLTEPEYİM sevenleri ayırma
Sevda ateşinde ciğer kavurma
Hazanlı rüzgârda harmana savurma
Ne dedim de niye küstün sevdiğim
04/01/2006
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 11

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Yaşar KILIÇ
Yaşar KILIÇ Hayat Hikayesi
SAHABİLER
Dağıldılar dünyaya gökte yıldızlar gibi.
Şualdı yer yüzü ışıdı deniz gibi
Ay cemalde Hak nuru oldular aşk sahibi
Dağları aşan kervan,Hakka ulaşan kervan
Önden yürüyenlerle,orda buluşan kervan.
 
Ne yiğitlerdi onlar gittiler dörmediler
Hatun,mal,mülk,evlada bakıp sevinmediler
Bu geçici zevkleri itti beğenmediler
Dağları aşan kervan,Hakka ulaşan kervan,
Önden yürüyenlerle,orda buluşan kervan.
Muştu name,emanet gittiler yedi iklim
Zaman,mekan dürüldü,yollar düz iniş büklüm
Korku ne can korkusu;gitti dağ dağ yüreklim
Dağları aşan kervan,Hakka ulaşan kervan,
Önden yürüyenlerle,orda buluşan kervan.
Şahadet şerbetini içmişler yudum yudum.
Ey alnı ak yiğitler size selam okudum !
Gıbta eder YAŞARİ komşu et ey Mağbudum !
Dağları aşan kervan,Hakka ulaşan kervan,
Önden yürüyenlerle,orda buluşan kervan.
28.06.2003

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 12

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

 
Adile TÜRKMEN
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi
NE EFKARI BELLİ,NEDE STRESİ
Öyle bir harabeye düştü kü yolum
Ne bir kapısı var,ne penceresi.
Öyle bir üstüme  çöktü ki zulüm
Ne efkarı belli,nede stresi
 
Ağlayan gözlerim artık gülmüyor
Deli gönlüm istediğini bulmuyor,
Hiç kimse derdime derman olmuyor,
Senin beni bırakman oldu bana zulüm.
 
Nehirden bölünmüş gözlerimin yaşları,
Bağrıma temel kurmuş ayrılığın taşları
Beni terketi ümit hayal kuşları
Gelecek günlerimi etti bana zulüm.
 
 
Öyle bir harabeye düştü kü yolum
Ne bir kapısı var,ne penceresi.
Öyle bir üstüme  çöktü ki zulüm
Ne efkarı belli,nede stresi
 
Ağlayan gözlerim artık gülmüyor
Deli gönlüm istediğini bulmuyor,
Hiç kimse derdime derman olmuyor,
Senin beni bırakman oldu bana zulüm.
 
Nehirden bölünmüş gözlerimin yaşları,
Bağrıma temel kurmuş ayrılığın taşları
Beni terketi ümit hayal kuşları
Gelecek günlerimi etti bana zulüm.

 

 
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

105 SAYI 25 Kasım 2007 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!