|
YIL 9
SAYI 102 25 Ağustos 2007 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut
Selim GÜRSEL YARATICILIK!
-
Sakin KARAKAŞ OSMANCIK YOĞURT PAZARI
-
Ali EMİROĞLU ERMENİ SORUNUNA BİR KATKI
-
Kerim MANDIRALIOĞLU
AKITILAN GÖZYAŞLARI KURŞUNA DÖNÜŞEMEZ Mİ
-
Hasan Latif SARIYÜCE STRUGA’DA POLİS
YOLUMUZU KESTİ
-
Mustafa Nevruz
SINACI MADDE VE MANÂDA BÜTÜNLÜK
-
Selma GÜRSEL PATLICAN TAVA
-
Şükriye BEZGİN DEĞİL Mİ
-
Güner KAYMAK MUTLU OLMALIYIZ
-
Adile TÜRKMEN DÜNYA
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
Bana göre bizleri
yaratan zaten hepimize bu öğretiyi verdi.
-
Hepimiz he bilgi ile
zaten yüklüyüz.
-
Bu bilgilerin yeniden
gün ışığına çıkması ve bu ışıkla birlikte bizlere de yeni bir işlev ve
keşifte bulunduğumuzu zannetmemizi sağlayan yine bizim ile beraber
yaratılan beynimizin bizlere yaptığı bir oyundan ibaret diyorum.
-
Hepimizde dünyada
bilinen bütün bilgiler ile gelecekte keşfedilecek olan bilgiler
belleğimizde bulunmakta.
-
Bizlerin bunları
algılamaya merak dediğimiz yetenekle yeniden yapılandırmamızdan başka
bir şey değil.
-
Bizim yeni
bulunduğunu, keşfedildiğini zannettiğimiz bir sistem; aslında
hepimizin bildiği bir sistem.
-
Bizi yaratan öyle bir
bilgilendirme ve yapı üzerine bizleri yaratırken inşa etmiş ki biz
akıl yürütememekteyiz. Bilim adamları yenin yeni hücrenin,
kromozomların sırlarını çözmeye çalışmaları bu yüzden. Bu şifreler
çözülünce gelecekteki yapılacakların tamamını elde etmiş ve bu
bilgilerle dünyada büyük bir güç kazanmış olacaklar.
-
Şöyle bir iki şeyi
düşünelim:
-
1-Dünya yaratıldıktan
sonraki hayatın son anına kadar bilgilerin yüklü olduğu bir hücrenin
dünya sonunda da yok olmayacağını ve inananların sonraki yaşayacağımız
denilen yerde bu hücredeki bilgilerle yeniden eksiksiz yaratılmamız ve
sorgulanmamız ile ceza veya mükâfata kavuşacağımıza inanmaktayız. Bu
inanç bütün semavi dinlerde ve semavi dinlerin bozulması ile halen
geçerliliklerini sürdüren dinlerde de bulunmaktadır.
-
2-Bu hücreyi yaratan;
bütün bilgilerle donattıktan sonra, dünyanın ömrü olan zaman diliminde
bulunan en son saniyeye kadar bilgilerle yüklü olması ve burada
insanlığın da yaşamında kullandığı bilgi ve becerilerin yüklü olması
ile savımdaki bölümden irdelersek; bilim adamlarının bütün dünya zaman
dilimlerinde kullanılacak her şeye sahip olmalarını düşünebilmek bile
bir beyin için yeterli olmasa gerek diyorum.
-
Gelelim konumuzda
bahsi geçen “Yaratıcılık öğretilebilir mi?” sorusuna.
-
Zaten sorunun içinde
cevabı saklı olan bir soru.
-
Ben; yaratıcılık
öğretilmez fakat önü açılır diyeceğim.
-
Kabiliyet ve
öğrenmeye istek açısından “yaratıcılık” olgusunu çıkartabiliriz. Bu
bir der ile olur,bir konuşmada bilerek veya bilmeyerek
tetikleyebiliriz,görünce genleri onu dürtükle vb. şeylerle yaratıcılık
meydana çıkartılır diyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
- OSMANCIK YOĞURT PAZARI
- Kökü yüzyıllar ötesine varan Osmancık yoğurt pazarından
alışveriş yapmanın zevkini keşfettiniz mi?
- Dilerseniz bu pazarın adının nerden geldiğini öncelikle
tartışalım. Sonra da bu pazarda neler bulunur hep birlikte gezmeye başlayalım.
- Osmancık yoğurt pazarı ya da diğer adıyla Osmancık katık
pazarı veya Osmancık yerel ağzı ile ağartu pazarı. Bir başka deyişle yani
modern adıyla Osmancık köy ürünleri pazarı veya yerel ürünler pazarı.
- Yukarıdaki isimlerden hangisini kullanırsanız kulanın Osmancık
yoğurt pazarı Çorumun en özel alışveriş merkezlerindendir.
- Ağartu sözcüğüne gelince Ağartu ak olan,beyaz ve saf olan
temiz olan ve beyazdan yapılan yiyecek anlamındadır. Türk kültürünün ender
yaşandığı köşelerden birisi olan Osmancık’ta yerli halk Türkçenin arı olan
sözcüklerini sürekli kullanır.
- Dolayısı ile Osmancık yerli halkı köy ürünlerinin satıldığı pazarı ağartu
pazarı, sebze ve meyve pazarını yaşartu pazarı, elbise tuhafiye vb. ürünlerin
satıldığı pazarı pırtı pazarı, hayvan pazarını ise mal pazarı olarak
isimlendirmiştir. İsimlerin böylesine Türkçe, böylesine saf ve özel olduğu söz
konusu pazarlarda doğal olarak yöreye özel ihtiyaçlar giderilir.
- Bakınız Çorum’da ikamet eden bir hemşehrimiz Osmancık yoğurt
pazarı ile ilgili neler anlatıyor. Osmancık yoğurt pazarından alışveriş
yaptım. Her on beş günde bir gelir, alış veriş yapar giderim.
-
Bu durum oldukça ilgimi çekti. Çorum da da
pazar var, üstelik çeşitte bol dedim.
-
Onlar semt pazarı, ben semt pazarını
kastetmedim. Ben yoğurt pazarını kastediyorum. Osmancık yoğurt pazarından
yoğurt peynir ve köy ürünü türünden ihtiyaçlarımı alıyorum, hem de hemen hepsi
organik ürünler. Benim gibi Osmancık yoğurt pazarına alışverişe gelen onlarca
insan var dedi ve Osmancık yoğurt pazarında bulunan ürünleri saymaya başladı.
-
Bakınız Osmancık (ağartu) yoğurt pazarında mevsimine göre neler bulunuyor.
Yoğurt, torba yoğurdu, Süt, katık, tereyağı, köy peyniri, çökelek, İnal
kebabı(Sırık kebabı), yaş ve kuru bamya, yer elması, nane, maydanoz, tere,
yerli domates, yerli üzüm, salatalık, acur, güz fasulyesi, beyaz fasulye ,
bulgur, böğrülce, zeyt
- in elması, kekik, ebegümeci, semizotu, bal, ev salçası(Pevrede), Kuşburnu
pevredesi (marmelatı), köy yumurtası, köy tavuğu, hindi, kaz, ördek, kayısı
kurusu, elma kurusu, dut kurusu, dut pekmezi, üzüm pekmezi, Kargı tulumu,
yerli incir, yerli nar,beyaz şeftali vb yüzlerce organik ürün bir arada
bulunuyor.
-
Osmancık’ın 54 köyü ile birlikte Dodurga ve
Kargı’nın Osmancık’a yakın olan köyleri bu pazarda buluşuyor.
-
Üreticiden direkt alış veriş yapıyorsunuz.
Eylül ve Ekim aylarında bu pazarda ürün çeşidi çoğalıyor ve bollaşıyor. Pazar
bu aylarda kalabalıklaşıyor, heyecan daha da yükseliyor.
-
Satıcıların çoğunluğu köylü kadınlardan oluşuyor. Osmancık köylerine özgü
şiveleri ile sizinle pazarlık yapıyorlar. Kimisi Maksutlu’dan kimisi Zeytin
deresinden,kimisi de Bayırdivan’dan gelmiş,Pazarda kendilerine ayrılan alanda
ekmek kavgası içerisindeler.
- Çok mütevazi ve mutlu oldukları hallerinden anlaşılıyor. Saf, temiz ve pak
Anadolu kadını karşısındakine verdiği değerden ve emeğini karşılığını almaktan
oldukça mutlu. Pevredeler, salçalar tahta kaşıklarla şeffaf poşetlere
dolduruluyor. Her bir ürünün kaşığı ayrı ayrı. Tezgahın hemen arkası biraz
karışık. Orada heğ ve heybeler konulmuş, hemen yanıbaşında birkaç kap kacak
var.
-
Kendinizi köyde hissediyorsunuz. Her şey doğal
güzelliğinde yüzyıllardır süregelmiş. Alışverişe gelmiş modern giyimli
bayanlarla kıravatlı beyefendiler dikkat çekiyor.
-
Kimisi sevdiği insanla pazarda
karşılaşmış ayak üstü sohbet ediyor ve anılarını tazeliyor. Köyden gelen
insanla belki geçmişi konuşuyor belki ye gelecek haftanın siparişini veriyor.
-
Kimisi de aldıkarını birbirlerine gösteriyor
ve doğallığı yaşıyor. Kent merkezinde de yaşasalar anlaşılan kışlık bir şeyler
hazırlamanın telaşı içerisindeler.
-
İşte Osmancık (ağartu) yoğurt pazarından
görünen fotoğraf bu şekilde. Fotoğrafın ötesini soracak olursanız Osmancık
yoğurt pazarı Perşembe günleri kuruluyor.
-
Sabah saat 07.00 başlayan Pazar saat 11.00
sıralarında dağılıyor. Eğer sütün en tazesini, tereyağının en
kalitelisini,yoğurdun en güzelini almak isterseniz uykunuzdan biraz fedakarlık
etmeniz gerekiyor.
-
Pazar saat 11.00 de sona erse de saat 9.00
sularında ürünler seçilmiş ve alıcısı ile buluşmuş oluyor.
-
İşte bütün bu
-
güzellikleri yerinde görmeniz ve hemen
yanıbaşınızdaki Türkmen kültürünü yaşamanız ve sağlığınız için yüzde yüz doğal
ürünlerle buluşmanız için Çorum’lu hemşehrilerime Osmancık yoğurt pazarından
alışveriş yapmalarını öneriyorum.
-
En azından 15 günde bir uykunuzdan birazcık
fedakarlık edin ve Perşembe sabahı en geç saat 07.30 da Osmancık yoğurt
pazarında olun.
-
Köy yumurtasını sepete doldurulmuş saman
içerisinden kendi ellerinizle seçerek alın. İnal kebabı almayı ihmal etmeyin;
Çökelek,peynir,Kargı tulumu, semiz otu,madımak vb. ne ararsanız hemen hepsini
üreticinin bereketli ellerinden almanın zevkini yaşayın. Pazar çıkışı Sahil
parkta Koyunbaba köprüsünün muhteşem görüntüsünü izlemeyi ve bir çay içmeyi
ihmal etmeyin. Bütün bu bilgiler ışığında küçük bir hatırlatma da bulunmak
isterim. Unutmayın;
-
Osmancık yoğurt pazarı alışkanlık yapacaktır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
- ERMENİ SORUNUNA BİR KATKI
- Aslında bu katkıyı ben değil, rahmetli Çorumlu hemşerimiz
Hıfzı Veldet VELİDEDEDOĞLU yapmıştır. Ben onun katkılarını okuyucularımıza bir
daha aktarmaktan başka bir iş yapmış olmuyorum.
- Ermeni sorununu yaratan amil, Birinci Dünya Savaşıdır. O
zamana kadar, Ermenilerle aramızda sorunlar olmuştur da, yeni bir devlet
isteğini ortaya koyan bir durum mevcut değildir. Abdülhamit’e atılan bomba
olayında bile, Ermeni devleti sorunu bulunmuyor.
- Birinci Dünya Savaşı devam ederken, İtilaf devletleri, savaşın
politikası gereği, çeşitli çarelere başvurmuşlardır. Türkiye topraklarında
yaşayan Ermenilerden yararlanma imkânlarını aramışlardır. Bir taraftan Çarlık
Rusya’sı, öbür taraftan İngiliz ve Fransızlar, Ermenileri kullanmak için,
düşünür göründükleri müstakil Ermeni devleti fikrini ortaya atmışlardır.
Zaten, bir müddetten beri, yeni ıslahat düşünceleri içinde, Ermeni sorunu
kullanılmaya başlanmıştı. Aynı düşünce yine çıkarları içinde, İngiliz ve
Fransız hükümetleri düşünüyorlardı. Yalnız, bu üç müttefik devlet, bu aynı işi
düşündükleri zaman, birbirlerinin çıkarlarını gözetmeyi de asla ihmal
etmiyorlardı.
- Aslında, Rusya, kendi topraklarında yaşayan Ermenileri de
ihtiva eden bir Ermenistan kurmayı hiç bir zaman düşünmemişlerdir. Nispeten
muhtar bir Ermenistan düşünülmüş olsa bile, bunu, ancak Osmanlı
İmparatorluğundan birinci cihan savaşında aldıkları topraklar üzerinde
düşünmüşlerdir. Bu muhtar Ermenistan’da Kilise malları düzenlenecek, dini
istiklal tanınacak ve dilleri serbestçe kullanılacaktır. Görülüyor ki, tam bir
bağımsız Ermenistan, Osmanlı’dan alınan topraklar üzerinde bile söz konusu
değildir. Osmanlı’dan işgal edilen topraklarda yaşayan Ermenilere dediğimiz
muhtariyet tanınmış olacaktır. Rusya’da yaşayan Ermenilerin bu dediğimiz
muhtar Ermenistan’a katılması düşünce dışıdır. Onlar, Gürcüler, diğer
Müslümanlar ve bizzat Ruslar gibi aynı hukuku paylaşan insanlar olarak Rus
vatandaşları olarak kalacaklardır.
- Bu söylediklerimiz ve yazdıklarımız ise, Osmanlı Ermenilerinde
asırlardan beri vardı. Ermeniler bir cins imtiyazlı bir kavim olarak Osmanlı
vatandaşı bulunuyorlardı. Yabancı dil bilmelerinden dolayı da, Osmanlı
Devletinin hariciyesi tamamen Ermenilerin ellerine tevdi edilmişti. Kısaca bir
defa daha ifade etmek istersek, Ermeniler Osmanlının en rahat, en hür, en
sadık ve aynı zamanda da en faydalı insanları idiler. İsyan ediyorlardı da,
ayrılık sahneleri sergilemiyorlardı. İttihat ve Terakki’nin de bile, çok ileri
kademelerde Ermeni insanları vardı. Talat Paşa’ya yakın olanlar da vardı.
Ermenilerden devletin saklayacak bir şeyi de yoktu.
- Rusların Ermenileri kandırmaları ve gereği gibi kullanmalarına
benzer şekilde, Avrupa’nın emperyalist güçleri de Ermenilerden faydalanmayı
düşünmüşlerdir. Ermenilerin büyük Ermenistan’ın kısımları olarak düşündükleri
Adana ve Kilikya’da Fransızların da çıkarları vardı. Bu bilinç içinde, Rusya
ve İngiltere durumu idare ediyorlardı. Hiç bir şey yokken, Karadeniz ve
Akdeniz’e açılacak büyük bir Ermenistan kurulmasını bu emperyalist devletler
isterler mi? Zaman zaman ister görünmüşler ve politikalarını yürütmüşlerdir.
Tam açıklık içinde konuştukları da yoktur. Ermenilerden ise, bunların kötü
niyetlerini anlayan olmamıştır. Anadolu Ermenilerinden küçük bir kısım bu işe
alet olmuştur. Büyük kitle memnuniyetlerini dış Ermenilere anlatma imkânlarını
bulamamıştır.
- Bir Ermeni, müteşebbisi olan Dr. Zavriyef, Çarlık Rusya
hariciyesinin tasvibi ile de, Avrupa’da bu bağımsız Ermenistan işini takiple
görevlendirilmiştir.
- Çok zengin olup hayatını Avrupa’da zevk âlemlerinde geçiren
Bogos Nubar Paşa ise, görevli doktora yardım görevini yüklenmiştir.
- Bu iki Ermeni, Rus hariciye nazırı Sazanof’un bilgisi içinde
bu gayretlerine devam etmişlerdir. Ne Rusya’dan, ne de İngiliz ve
Fransızlardan, tam bağımsız Ermenistan vaadi aldıkları da olmamıştır.
Olayların hepsinin baş sebebi oldukları halde, hiç bir işe yaramadıklarını da
ölmeden ikisi de görmüştür.
- VELİDEDEOĞLU, bu bilgileri, Çarlık Rusya’dan sonra idareyi ele
alan Sovyetler hükümetinin, Çarlık Rusya hariciyesinin gizli muhaberatına
dayanarak yazdırdığı “Türkiye’nin taksimi” adlı kitaptan nakletmiştir. Kitap,
1924’de neşredilmiştir. Bu kitabın yazılmasına tahsis edilen heyetin yazım
başkanlığını “Adamof” yapmıştır. Kitap bir çok dillere ve bu arada Türkçeye
çevrilmiştir. Türkçe çevirmeni, Babaeskili Hüseyin Rahmi’dir
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Kerim MARDIRALIOĞLU |
Kerim MANDIRALIOĞLU Hayat Hikayesi |
- AKITILAN GÖZYAŞLARI KURŞUNA DÖNÜŞEMEZ Mİ?
- Siz kokladığınız, nefesini yüreğinizde hissettiğiniz, ciğer
parçanız, göz bebeğiniz yavrunuzun kana bulanmış, donmuş vücuduyla
karşılaştınız mı hiç?
- Daha birkaç kelime dışında konuşma bilmeyen, dünyanın kirlenmiş
zemininde zor güç ayakta kalma denemeleri yapan bir yavrunun, yürüyüp
koşamadan dünyasını değiştirmesinin ne demek olduğunu hissedebildiniz mi?
- Daha düne kadar gülüştüğünüz, oynaştığınız, ekmeğinizi,
yatağınızı paylaştığınız beş-altı yaşlarındaki kardeşinizin toprağın
derinliklerine bırakılmasına gözyaşlarıyla şahit oldunuz mu?
- Ya, anne şefkatinden, anne kucağından başka sığınak görmemiş
kundaktaki yavruların annesiz bırakılmasının ne demek olduğunu hiç düşündünüz
mü?....
-
Sen, ben, biz bunları düşünemezken; birileri
bu çağda, bu kalleş dünyada bu acıları milyarların gözü önünde yaşıyor. Hem de
durmadan insan haklarından, çocuk haklarından, özgürlüklerden, medenilikten
bahsedilen dünyada bu vahşetler yaşanıyor.
-
Birçok yürek gibi bütün bunları gördükçe ben
de kahroluyorum.
-
ABD ve İsrail vatandaşlarının canlarının ancak
can sayıldığını görünce kahroluyorum.
- Yüzlerce kınamadan başka bir şey yapmayan BM’yi, AB’yi ve diğerlerini
gördükçe kahroluyorum.
-
Eli kanlı terör örgütü mensuplarının dağlardan
temizlenmesine karşı çıkıp, öz yurtlarında, evlerinde öldürülen çocuklara,
kadınlara yapılan vahşeti görmezden gelenlere kahroluyorum.
-
Ümmetin yeraltı ve yer üstü zenginliklerini
şahsının, ailesinin tekeline geçirip zevk ve sefa içinde yaşayan yöneticileri
ve şuursuz zenginleri gördükçe kahroluyorum.
- Kendi yapmayıp, milyar dolarları düşman ülkelerinin kasalarına bırakarak
silah alanları gördükçe kahroluyorum.
-
BÖL-PARÇALA-YUT taktiğiyle birbirlerine
düşürülen, sekiz sene süren savaşta bir milyon insan kaybeden ülkeleri,
birbiriyle uğraştırılan Müslümanları düşündükçe kahroluyorum.
-
Yapılan vahşeti ufacık haberlerle geçiştiren;
katilleri “asker”, masumları “militan” diye takdim eden ikiyüzlü medyayı ve
onların satılmış kalemşorlarını gördükçe kahroluyorum.
-
Siyonist, Emperyalist zihniyetlerin dünya
üzerindeki planlarını araştırıp, insanlara gerçekleri göstermesi gereken bilim
adamlarının, kılık kıyafetle uğraştıklarını gördükçe kahroluyorum.
-
Hayati öneme sahip konuları bir kenara
bırakıp, incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerle uğraşan, rahatına düşkün
İslam âlimlerini gördükçe kahroluyorum…
-
Ve geçmiş bir zamanda, bir buçuk milyarlık
İslam âleminin tükürüğüyle İsrail’in boğulabileceğini söyleyen Müslüman
kardeşime sesleniyorum: Artık, Müslümanlarda tükürecek cesarette kalmadı.
Akıtılan gözyaşlarıyla bitirilebilir mi bu zulüm? Ya da bu gözyaşları kurşuna
dönüşemez mi?
-
Ümmete sabır yağdır Ya Rabbî!
-
Ümmete umut yağdır Ya Rabbî!
-
Ümmete şuur yağdır Ya Rabbî!
-
Ümmete güç yağdır Ya Rabbî!..
-
AMİN!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Hasan Latif SARIYÜCE |
Hasan Latif SARIYÜCE Hayat Hikayesi |
- STRUGA’DA POLİS YOLUMUZU KESTİ
-
Otobüsümüz gene göl kıyısını izleyerek
Struga’ya yöneldi. Struga Ohri’ye otuz kırk km uzaklıkta turistik bir kent.
Şarkılar söyleyerek Struga’ya eriştik. Bilindiği gibi bu güzel kentte her yıl
uluslar arası şiir festivali yapılıyor. Ülkelerin şairleri ünlü Struga köprüsü
üzerinde şiirler okuyorlar. Ülkemizde festivale katılan bazı şairler
Struga’nın, özellikle ışıklandırılmış Struga köprüsünün güzelliğini öve öve
bitirememişlerdi. Srruga’yı gezeceğiz, Şiir okumasak da köprü üstünde dikilip
şiirsel anlar yaşayacağız. Bu düşlerle Srruga’ya adım attığımızda başımıza
gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi.
-
Rehberimiz bir Allah’ın kuluna köprünün nerede
olduğunu sormak için otobüsü durdurttu. Adımını aşağı arar atmaz, bir jeep
hızla yanımızdan geçerek önümüzde durdu. İçinden çıkan üç polis o sırada yere
inmiş olan rehberimiz Sevin Hanımı abluka altına aldılar. Kadıncağız, “Köprüye
nereden gidilir?” diye Türkçe, Arnavutça, İngilizce soruyor. Polislerin ikisi
çok genç, yeni okuldan çıktıkları belli. Onlar hiç konuşmuyor, Konuşan otuz.
yaşlarında, sarışın, kısa boylu, yüzünün her noktasına bütün Makedonya
insanlarının siniri ve öfkesi toplanmış bir polis. Kendisi konuşuyor da
muhatabını hiç konuşturmuyor. Durmadan bir şeyler söylüyor. Bağırıp çağırıyor.
Meğer, “Suç işlediniz trafik kuralına uymadınız Burada durulmaz. Ceza
ödeyeceksiniz! Siz kendinizi ne sanıyorsunuz!” diyormuş durmadan. Adamın yüz
ifadesi, bu yüzde beliren şiddetli öfke, kolayca unutulacak gibi değildi. Bize
babasını öldüren katiller gibi bakıyor, kimseyi konuşturmak istemi yordu.
Teker teker otobüsten iniyoruz, anan yahşi baban yahşi. Adam Makedon polisi
değil, Hitler’in SS’lerinderı biri. Hiç birimizi dinlemiyor. Bay SS’in bir
kare fotoğrafını çekeyim dedim. Parlayan ışıktan ne yaptığımı anladı. Elini
kolunu havaya kaldırarak üzerime yürüdü. Danalar gibi “Yok fotoğraf’!” diye
bağırdı. Bu sırada yanımıza genç bir ırktaşımız geldi. Yirmi beş otuz
yaşlarında, sarışın, yakışıklı bir insan. Başında boyacıların giydiği kasket.
Tişörtünde, pantolonunda boya lekeleri. Adı Mürsel Derviş. Bize hoş geldiniz
dedikten sonra bay SS’e döndü. “Bu otobüs Türkiye’den geliyor. Ülkemize turist
getiriyor. Gelenler parlamenterdir. Neden kolaylık göstermiyorsun?” dedi. Bay
SS ona da sert bir karşılık verdi. “Belki de sen ne karışıyorsun, git işine,
yoksa ayaklarımın altına alırım!” dedi. Genç boyacı bize döndü:” Türkiye’de
Türk olarak yaşamak kolay, Siz gelin de burada Türk olarak yaşayın bakalım,”
dedi. Sonra, “Üzülmenize gerek yok. Ben şimdi bu eşkıyalığı önleyeceğim,”
diyerek yanımızdan ayrıldı. Bu sırada Mustafa Öztin cep telefonu ile
Manastır’da onursal konsolosumuz Mithat Enver Cemal Beyi aradı, yolumuzun
kesildiğini söyledi.
-
Cemal Beyi cevabı: Üzülmeyin ben bu sorunu on
dakikada hallederim,”
-
Bekleyip dururken “Trafik cezasını ödeyip,
yolumuza devam edelim,” dedik. Meğer bay SS ceza bedeli olarak 360 dolar
karşılığı Makedon Denarı istiyormuş. Yanımızda Denar yok. Denkleştirip dolar
olarak ödeyelim dedik. Bay SS daha da sertleşti. “Bu ülkede Denar geçerlidir,
dolar kabul etmem” dedi. Bu sırada ortalıktan kaybolan ırktaşımız Mürsel
Derviş yanında kırk yaşlarında, oldukça esmer birisiyle geldi. Türk’müş gelen.
Struga’nın Demokrat Parti ilçe başkanıymış, Bize hoş geldiniz dedikten sonra
polisle konuşmaya başladı. Polisin o eski sertliği kalmadı ama hemen de
yelkenleri indirmedi. Kızarmış bozarmış bir yüzle dönüp durmaya başladı. Tam
bu sırada başka bir jeep gelip yanımızda durdu. İçinden bir jandarma subayı
çıktı. Bizimle konuşmadan sert bir tonda bay SS’e bir şeyler söyledi. SS ona
tek kelime karşılık vermedi. Arkadaşlarıyla birlikte jeepe binerek ortalıktan
kayboldu. Jandarma subayı sesini yükselterek bize Makedonca bir şeyler
söylemeye başladı. Subayın yüksek sesle Makedonca ne söylediğini anlayamayan
bayan arkadaşlarımız, “Bu daha sert çıktı. Bizi tutuklayacak mı ne yapacak?”
diye söylenmeye başladılar. Makedon ilçe başkanı olan ırktaşımız subayın
konuşmasını Türkçeye çevirdi. Meğer adam “Sizlerden özür diliyorum. O polisi
görevden aldım. Yolunuza devam edebilirsiniz,” diyormuş.
-
Aslında köprü durdurulduğumuz yere çok
yakınmış. Şoförümüz otobüsü boş bir alma çekti. Biz de köprübaşına vardık.
Mürsel Derviş ayrılıncaya kadar bizi terk etmedi..
-
Ne yalan söyleyeyim, köprüyü görünce düş
kırıklığına uğradım. Ben altından çağıl çağıl bir ırmağın aktığı kemerli yüce
bir köprü göreceğimizi sanıyordum. On metre uzunluğunda, iki arabanın yan yana
zor geçebileceği genişlikte, yerden en fazla iki metre yükseklikte düz bir
köprü. Köprü değil bir menfez geçidi. İnce, yuvarlak demirlerden, dokunsan
yıkılacak eğri büğrü korkulukları var. Altından kapkara bir su akıyor. Adı da
Karasu imiş suyun. Gölden boşalıyormuş. Biraz dikilip kaldık. Hiç birimiz ünlü
şairlerin şiir okuduğu bu zeminde şiir okuma isteğini duymadık. Otobüsümüze
bindik. Geri dönerek Arnavutluk’a ulaşmak amacıyla yola koyulduk. Dağlar,
ormanlar arasında yolculuğumuzu sürdürürken Makedonya polisinin davranışının
tıpkısı bir polisiye olay anılarımda canlandı. 1965 seçiminden sonra Mecliste
üçüncü parti durumunda olan Millet Partisi’nin başkan rahmetli Osman
Bölükbaşı, 1968 yılında, Türk işçilerinin durumunu yerinde incelemek amacıyla
üç Milletvekili ve bir gazeteci ile Almanya’ya gitmişti. Niş ile Belgrat
arasında arabasını durduran üç Yugoslav polisi, trafik suçu işle dikleri
bahanesiyle elli dolar istemişler, tartışmalardan sonra parayı almışlar, ama
makbuz vermemişler. Üstelik makbuz istiyorsunuz diye yarım saat yoldan
alıkoymuşlar. Bölükbaşı Belgrat’a ulaştığında doğruca Türk Büyük elçiliğine
gitmiş, büyük elçiye çok sert bir yazı dikte ettirerek bunun Yugoslav Diş
İşleri Bakanlığına gönderilmesini talep etmiş. Almanya’dan döndüğünde olayı
bize anlatmıştı. Bölükbaşı’nın çok korkunç bir hafızası vardı. Yaşadığı
olayları en ince ayrıntılarıyla hatırlardı. Dikte ettirdiği yazıyı bize satır
satır açıklamıştı. Ben ve bazı arkadaşlarımız böylesine sert bir yazıp,
elçinin Yugoslav dışişlerine göndermeyeceği, gönderse de Yugoslavların
aldırmayacağını düşünmüştük. Üç ay sonra ne oldu biliyor musunuz?
Yugoslavya’nı Ankara Büyük Elçisi Bölükbaşı’dan telefonla randevu istedi. O an
Bölükbaşı parti merkezindeydi. “Hemen teşrif edebilirler,” dedi. Büyükelçi
yarım saat sonra geldi Hükümetleri adına Bölükbaşı’dan özür diledi. “O üç
polis saptandı, mahkemeye verildi. Her biri üçer yıl hapis cezasına
çarptırıldı,” dedi. O zaman Tito sağdı. Yugoslavya ile Türkiye arasında,
Demokrat Parti döneminden beri sürüp gelen oldukça canlı ticari ilişkiler
mevcuttu.
-
Yugoslavya polisi, yalnız Bölükbaşı’na değil
gelip geçen her Türk işçisine, her Türk yurttaşına bu türlü eşkıyalıkları
yapmıştır. Yugoslavya parçalandı. Bugün gurbetçilerimiz Slovenya, Hırvatistan,
Sırbistan, Kosova, Makedonya topraklarından geçiyorlar mı bilmiyorum. Eğer
geçiyorlarsa bu soygunun sürüp gittiğinden hiç kuşkunuz olmasın. Vaktiyle
Bulgar polisi de komşularının polislerinden hiç geri kalmazlardı. Her gelen
yada giden Türk arabasından mutlaka haraç alırlardı. Şimdi durum nedir? Bir
şey söyleyecek durumda değilim.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- MADDE VE MANÂDA BÜTÜNLÜK
- 31 Ağustos 1914 günü Osmanlı Devleti,
Almanya’nın yanında Birinci Dünya Savaşına girdiğinde; İngiltere Savaş Bakanı
Lord Kitchener bir açıklama yaparak: “Türkiye’yi yok edinceye ve tarih
sahnesinden silinceye kadar savaşacağız..” dedi.
- Aradan bir yıl geçmeden Çanakkale’de büyük
bir hezimete uğradılar.
- Atatürk ve Türk milleti yine büyük bir
mucize yaratmıştı.
- İngiltere ve müttefikleri şaşkındı.
- Köhne ve hasta bir devlet bütün ordularını
tarumar etmişti.
- Beklenen bu değildi. Hayâl-i sükut
derindi...
- Bu büyük yenilgiden sonra İngiltere
parlâmentosu toplanarak ‘Çanakkale hezimetini’ bütün aşama ve ayrıntıları ile
görüştü. (1916) Saatler süren öfkeli, sinirli, gergin ve heyecanlı oturum
boyunca milletvekilleri Başbakan David Lloyd George’u (1) hedef alarak en ağır
şekilde eleştirip suçladılar. Korkunç ve acımasız hücumlar yönelttiler.
Başbakan bütün konuşulanları olanca sükunetiyle sonuna kadar dinledi.
- Nihayet, elinde bir kitapla kürsüye çıktı.
- Elindeki kitap Kur’an-ı Kerim di...
- Kendisine ve orduya yöneltilen
eleştirilere, çok kısa ve öz olarak şöyle cevap verdi:
- “Şu elimdeki kitabı görüyor musunuz ? Bu,
Türklerin taptığı kitaptır. Kuranı Kerim... Biz bu milleti tam 300 yıldır bu
kitaptan ayırmaya ve dinlerinden uzaklaştırmaya çalışıyoruz. Demek ki
başaramamışız. Zira, bu kitap Türk’lerin elinde olduğu ve onlar bu kitaba göre
amel ettiği (yaşadığı) sürece, bütün dünyanın orduları bir araya gelse, yine
de Türkleri yenemezler. Ne vakit ki, onları bu hayat ve kuvvet kaynaklarından
soğutur, uzaklaştırır ve ayırırız, işte o zaman Türkleri yenmek dünyanın en
kolay işi olacaktır” dedi. (2)
- Bunu lütfen not ediniz ve asla unutmayınız.
- Size başka bir misal daha vereyim. Çok
önemli ve özgün. Daima hatırlanması ve asla akıldan-hatırdan çıkartılmaması
gerek. Zira, yaşadığımız günlerde bu hakikatler kulağımıza küpe olmalı.
- Hani, 1820’lerde Fener Rum Patriği olan
Papa V. Gregorius, dönemin Rus Çarı’na Türklerin yola getirilmesi ile ilgili
bir mektup yazmıştı. Mektuptan Padişah II. Mahmut her nasılsa haberdar oldu.
Sürüp giden yıkıcı ve bölücü faaliyetleri, cürümleri nedeniyle patriğin suç
dosyası zaten çok kabarıktı. Mektup da deşifre olunca, malum Papa,
patrikhanenin kapısında asılarak idam edildi. İşte o mektup:
-
“Türkleri, maddeten ezmek
ve yenmek mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli
(dayanıklı, imanlı-şuurlu) insanlardır. Gayet mağrurdurlar. Onurlu ve izzet-i
nefis sahibidirler. Bu hasletleri de, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza
göstermelerinden, an’anelerinin kuvvetinden; Atalarına, Padişâhlarına,
kumandanlarına ve büyüklerine olan bağlılık itaat, teslimiyet ve
sadakatlerinden ileri gelmektedir.
-
Türkler zekidirler, namuslu
ve dürüsttürler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere
sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların
bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık, cesaret ve secâat (yiğitlik, yüreklilik)
duyguları’ da an’anelerine (örf, adet, töre, kültür ve geleneklerine) olan
samimi bağlılıklarından, ahlâk salâbetinden (sağlamlık ve yüksekliğinden)
ileri gelmektedir.
- Bu nedenle, Türklerde, evvelâ ve mutlaka itaat ve
sadakat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek, dini metanetlerini
zaafa (zayıflık-kuvvetsizlik) uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, milli
ve manevi ananelerine (değerlerine) uymayan harici fikirler ve davranışlara
onları alıştırmaktır.
-
Türkler, dış yardımı
reddederler; Haysiyet duyguları buna manidir. Velev (hattâ isterlerse) ki,
geçici bir süre için dahi zahiri (görünen) kuvvet verse de, Türkleri mutlaka
dış yardıma alıştırmalıdır.
-
Maneviyatlarının sarsıldığı
ve Kur’an dan soğutulup İslâm’dan uzaklaştırıldıkları gün, Türkleri
kendilerinden şeklen çok kudretli, kuvvetli, güçlü, kalabalık ve zahiren hakim
kudretler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi
vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak kolaylıkla mümkün olabilecektir.
-
Bu sebeple, Osmanlı
devleti’ni tasfiye için mücerret (soyut) olarak (yalnızca) harp
meydanlarındaki zaferler kâfi (yeterli) değildir, ve hattâ sadece bu yolda
yürümek, Türklerin haysiyet, onur ve vakarını (ağırbaşlılığını) tahrik
edeceğinden, hakikatlere nüfuz etmelerine de sebep olabilir.
-
Yapılacak olan, Türklere
hiçbir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı, her ne pahasına olursa
olsun tamamlamaktır.” Patrik’in mektubu; İznik Konsülleri tarafından aynı
konuda alınan kararlar ile örtüşür. Yol gösterir (Türk düşmanlarını kurgular)
tarzda ve İngiliz Başbakanı David Lloyd George’u doğrular niteliktedir. Bu
mektup, özellikle, kendini Bizans’ın hamisi sayan ve SSCB’ne kadar Bizans
bayrağını kullanan Çarlığa ‘bahusus menfur projeyi’ ilham eder. Proje, başta
yakın akraba Fransa ve İngiltere olmak üzere bütün Batıya açılır, anlatılır ve
paylaşılır. Kısa sürede benimsenir ve uygulamaya konulur. (3)
- Bu hususu açıkça teyit ve tasdik ederek,Türk milletine
geleceğe matuf ‘yol gösteren’ çok önemli bir vecize ve hattâ, aklı başında
“milli vicdan” sağlıklı, ilmi düşünce ve iman sahiplerine vasiyet niteliği arz
eden bir belge de Atatürk’ den. (6 Mart 1922-Atatürk)
- Belge aynen şöyle:
-
“Artık durumu düzeltmek,
hayat bulmak için, insan olmak için, mutlaka Avrupa’ dan nasihat almak; Bütün
işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’ dan almak
gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı.
-
Oysa; Hangi istiklâl vardır
ki, yabancıların nasihatleri ile yabancıların plânları ile yükselebilsin?
Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya
kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır.
-
İşte Türkiye’de, bu yanlış
zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her
yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş ve daha çok düşmüştür.
-
Bu düşüş ve alçalış, yalnız
maddi şeylerle olsaydı, hiçbir önemi yoktu.
-
Ne yazık ki, Türkiye ve
Türk halkı, ahlâk bakımından düşüyor.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
PATLICAN TAVA
- 1 kilogram çekirdeksiz patlıcan
- 2 baş orta kuru sovan
- 6-7 adet yeşil biber
- 3 orta boy kızarmış domates
- 250 gram kıyma veya kuşbaşı
- 1 yemek kaşığı salça
- İstenildiği kadar yağ, tuz ve pul biber.
- Patlıcanlar önce yıkanarak kabukları ara ara soyulur.
- Soyulan patlıcanlar 6-7 santim boyunda kesilerek dilimlenir
- Dilimlenen patlıcanlar iki yüzü kızgın yağda kızartılır.
- Kızartılan patlıcanlar tencereye alınırlar.
- Biberlerde kızartılarak patlıcanların üzerine konulur.
- Soğan kıyma ile beraber kavrulur. Ocaktan indirilmeden doğranan
damatesler kıyma ve soğanın içine atılarak tuz, salça ve pul biberi
atılır. Bu karışık kızartılmış patlıcanın üzerine serilerek
tenceredeki karışımın aldığı kadar kaynar su konularak kısık ateşte 20
dakika pişirilirler.
- Bu yemek sıcak olarak servis edilir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Şükriye BEZGİN |
Şükriye BEZGİN Hayat Hikayesi |
- DEĞİL Mİ
- Yüzün çorak topraklara dönmüş
- Dişlerin dökülmüş,saçın sakalın ağarmış
- Gözlüğün olmazsa görmeyecek
- Bastonun olmazsa yürüyemeyeceksin
- Değil mi dede ?
-
- Sende kısa pantolon giyerdin bir zamanlar
- Mahalle aralarında misket oynar,
- Komşu bahçelerinden meyve çalar
- Arife günü yeni esvaplarına baktıkça
- Bayram hiç gelmeyecek sanırdın
- Değil mi ?
-
- Kim bilir kaç kez aşındırdın o sokağı
- Sevdalandığın kıza fark ettirebilmek
- İçin kendini
- Yüzlerce,binlerce hayal kurdun
- Elini tutmadığın,gözüne bakmadığın,
- Sevdiğinle ilgili ...
-
- Derken zaman hızla ilerledi;
- Askerlik,evlilik,çoluk çocuk
- Hanımın mutfakta kaynatacağı eşi,
- Çocukların mektep masraflarını
- Hayatın gailesiyle dinleyip durdun,
- Yıllar yılı...
-
- Günün birinde kıza hayırlı bir kısmet
- Ardından oğullara iyi birer eş
- Büyümüştü yavrular,birer birer
- Kanatlanıp uçtular
- Kendi yuvalarını kurdular.
-
- Artık “Yaşama sırası bende “ dedin di.
- “Hanımı alıp kaplıcalara gitmeliydi”
- Oysa...
- Rahmetlinin ömrü yetmedi.
- İşte o acı,o an yalan gibi çöreklendi
- Sonra en yakın dostlar teker teker,
- Kanatlanıp uçuverdi.
-
- Çocuklar,gelinler,damatlar
- Hatta torunlar dindiremiyorlar sancılarını
- Bana bir öğüt ver dede !
- Dişlerim dökülüp,sesim titrese de,
- Olmasın gözlerindeki hüzün,
- Benim de gözlerimde.
- Çorum 26 Aralık 2000
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Güner KAYMAK |
Güner KAYMAK Hayat Hikayesi |
- MUTLU OLMALIYIZ
- Dünyada savaşlar son bulmadıkça
- Huzur bulamayız mutlu olmayız
- İnsanlar kardeşçe yaşamadıkça
- Huzur bulamayız mutlu olmayız
- Neme lazım deyip sessiz kalırsak
- Zalimin zulmüne razı olursak
- El ele veripte birlik olmazsak
- Huzur bulamayız mutlu olmayız
- Bütün insanları bir göremezsek
- Aşkın bahçesinde gül deremezsek
- Herkesin fikrine saygı duymazsak
- Huzur bulamayız mutlu olmayız
- Hatadan yanlıştan geri dönmezsek
- Hak ile kul arasına girersek
- İnsanları sınıflara bölersek
- Huzur bulamayız mutlu olmayız
- İstismar edersek dini imanı
- Fırsatçı hırsızlar vermez emanı
- Silmedikçe kalbimizde gümanı
- Huzur bulamayız mutlu olmayız
- Merhametten geçer mutluluk yolu
- Paylaşmayı bilen bulur huzuru
- Güner der kurmazsak sevgi okulu
- Huzur bulamayız mutlu olmayız
- Amsterdam 28.06.2006
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Adile TÜRKMEN |
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi |
-
DÜNYA
-
İşte gördüm seni dünya !
-
Ne gerçeksin,ne de rüya.
-
Bir resim çizilmiş suya,
-
Sahte ışık,sahte boya.
-
-
Ah şu tatlı bebekler,
-
Gonca halinde çiçekler,
-
Kanatlanmış kelebekler,
-
Uçamadı doya doya.
-
-
Köyümden ne haber var ?
-
Kim demiş;hayat bu kadar ?
-
Mezarlarında yatanlar,
-
Hayat sürmüş,bitmiş güya.
|
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
103 SAYI 25 Eylül 2007 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |