|
YIL 12 SAYI 134 25 Nisan 2010 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL PARANIZ
YOKTU NEDEN?
-
İsa KAYACAN
MISRALARIN, SATIRLARIN İÇİNDEN
-
Ali EMİROĞLU ÇARPICI
BENZERLİKLER
-
İsmet ÇENESİZ SORUMLULUK SAHİBİ
OLMAK
-
Salim SAVCI
KAĞITTAN İNSAN
-
Mustafa Nevruz SINACI KKTC'DE SEÇİM VE "TRUVA ATI" SENDROMU
-
Mahmut Selim GÜRSEL İFTİRA VE ÖTESİ
-
Ahmet CANBABA RESİMLER BİR BELGEDİR
-
Atilla ALPAY TEL
-
Selma GÜRSEL KADAYIF EKMEK
-
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU GAZZE AĞLAMASIN
-
Adile TÜRKMEN NE OLUR
-
Necati ÇAVDAR GÜNEŞİ GETİRİRİM
-
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
Bir cemiyet veya dernek; bulunduğu
yerin ahval ve şartlarına uyarak yediden yapılanma girişi
yaparsa. Bu da ayrılmayı planlayarak bir kendi çıkarı için
düşünen üyenin menfaati mi önemlidir?
-
O kuruluşu beğenilmeyen
yöneticilerin kendi çıkar veya heveslerine uygun bir
topluluğu kendi amaçları doğrultusunda yönetmek amacı ile
mi yeniden aynı işlev ve görevi yapacağını öne sürerek
diğer üyeleri de yerlerinden koparması önemlidir?
-
Bu kapalı şekilde anlatmaya
çalıştığım olay benimde mensubu olduğum fakat bu güne
kadar kendimi oradan uzak tuttuğum ve bir hizmet
yapılmadığını gördüm yer olarak bildiğim yerdir.
-
Başkanlığını yapan şansın ilini
tanımaması ve hatta bu makamın verdiği rehavetle ilinin
Cumhuriyetinin kurulmasından bir önceki devirde bir
gazeteci tarafından tertip edilen ayaklanmanın önderini
bir sopa vuruşu ile dünyasını değiştiren şahsı
tanımamasıdır. Bu şahıs kendi emeği ve kendi çabaları ile
erlikten paşalığa kadar yükselen ve yaptıkları
yararlılıklar gösteren ve şehrin en büyük camisin bir
kütüphane kuran ve yüzlerce el yazması ve matbu eser
vakfeden ve iline halen adı ile müsenna kütüphanesin
bulunan şahsı cahil olarak bir ulusal gazetenin ili için
verdiği beyanatta tanımlayan şahıstır.
-
Yeni bir kuruluşun alel acele
kurduğu gözükmektedir. Eski dernekten ayrılan ve yeni
derneği kuranların isminin bulunduğu Internet sitesinde
ayrılanan kişilerin isimlerini görmek çok şaşırtıcı olarak
gözükmektedir. Dernekten 62 kişinin koptuğu ve yeni
derneğin bünyesini oluşturduğu http://www.facebook.com
bu sitede yazılmaktadır.
-
Bu listesinde 23, 24, 56, 57, 60,
94, 97, 115, 123, 132, 160 numarada kayıtlı bulunmaktadır.
Bu isimleri http://www.facebook.com üye olduğum
gruptan tespit ederek burada yayınlamayı düşündüm. Davet
üzerine bu http://www.facebook.com üyeliğe abone olmuştum.
Bu gün bu gruptan gelen haberin içinde bulunan dernek
kurucu başkanını bir cümlesi benim buradan çıkmama yetti.
“Belediyenin
katkıları ile teşrifatının tamamlandığını” belirtmesi
buranın da Belediye himayesine girildiğinin bir itirafı
olarak gözükmektedir.
-
62
kopan üye veya bu üyelerin kopmasını sağlayanların birkaç
masa ve sandalye iye bir oda veya dükkan kiralayamadıktan
sonra yana üyelerin birkaç kuruş vermeleri ile yürür mü? O
da ayrı bir problem.
-
Bu
işlev Ülkemizin bütün kurum ve kuruluşlarının ve
çalışanlarının PARÇALANDIĞI süreçte ilimiz için acı bir
tespittir.
-
Ayrıca
bu ayrılanlar gerçekten dernekten ayrıldılarsa üye
listelerinden de çıkartılmaları için gereken hassasiyeti
göstermeleri gerekmektedir. Bu eksik ve dikkatsizlik
komedisi karşısında kapalı olan tenkidim uyarı içindir.
-
17
Nisan 2010 Çorum
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
-
MISRALARIN, SATIRLARIN İÇİNDEN
-
Şiirlerin mısraları, mektupların,
anlatımların satırları içinden seçtiklerimiz olur bazen.
- şiirimizin ustalarından, duayenlerinden Feyzi Halıcı hocanın Mayıs
2006’da yazdığı, Dergisi “Çağrı”nın Mayıs 2006 tarihli 558. sayısında
yayınladığı bendenize ait dörtlüğü:
-
- DR. İSA KAYACAN (Feyzi Halıcı)
- Bir bilgedir Doktor İsa Kayacan,
- Sınırsız bir çaba, tekmil heyecan,
- Gönülden başarı, sonsuz tebrikler,
- Nasıl dayanıyor bu hizmete can?
-
- BURDUR –BUCAK’TAN ÖĞRENCİ MEKTUBU
-
Gençlerimiz içinde, geleceğimiz
bakımından ümit verenlerin ilk sıralarında yer alan, Burdur Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi, Bucak, Hikmet Tolunay Meslek Yüksek Okulu’nun
2 nci sınıfında okuyan Ökkeş Analık’tan aldığım bir mektup:
-
53 yılın duayen yıldızı, sevgili hocam
İsa Kayacan’a; Size sizi anlatmaya ömür yetmez:
-
2 ay önceydi, Gaziantep’teydim
İnternette Prof. Dr. İsa Kayacan hocamın yazısını okuyordum. Birden
aklıma, hocamı arayıp tanışmak geldi içimden. Uzun süren
araştırmalarım sonucu hocamın telefonunu buldum ve aradım. Aradıktan
sonra hocam telefona çıktı ve bir anda hayatım değişti.
-
1 hafta sonra hocamdan telefon geldi,
İsa hocam;, “seninle ilgili bir yazı yazmak istiyorum” dedi.
Duyduklarıma şaşırdım önce sonra hocama şunları söyledim; “Size ne
kadar teşekkür etsem azdır. Bu çalışmalarım lafta kalmıyacak söz
veriyorum dedim. Gazeteci olunmaz yaşanır dedim.” İsa hocam yazdı.
“Geleceğin aydınlığından genç bir ses: Ökkeş Analık” Ben gazete ve
internette çıkana kadar yazıyı görmedim. Yazıyı okuduğumda rüyada
gibiydim. İlk kez gazeteciliğin duayen isimlerinden Prof. Dr. İsa
Kayacan hocam benle ilgili köşe yazısı yazmıştı. Kilis, Ankara,
Burdur, Antalya, Gaziantep ve bir çok ilimizde yayınlandı. Bende ilk
gazeteciliğe adım attığım gün gibi şımarmayıp çalışmalarımı daha da
hızlandırdım.
-
İsa Kayacan hocama bir teşekkür borcum
var. Bu borcumu da çalışarak ve yazarak yerine getireceğim.
-
Sevgili İsa Kayacan hocam; Başarılı ve
üretken bir gazeteci olarak, her yazdığımda aynı heyecanı yaşamayı ve
“gazetecilik yarını bugünden yaşamaktır” sözünü hep yanımda
taşıyacağım. Siz bana sadece yardım etmediniz. Gazetecilikte
ilerlememe ve bu güzel yazıları yazmayı öğrettiniz. Aydın bir gazeteci
olarak, sizin izinizden yürüyerek yoluma devam edeceğim.
-
İsa hocam: Edebiyat ve kültür
bahçemizin bekçisi.
-
İsa hocam: Gençlerin destekçisi,
Burdur’un vazgeçilmezi, benimse aydınlığımdır.
- İsa hocam: Türkiye ve dünyamızın yaşayan efsanesi gönül
penceresidir.
-
Sevgili hocam;
-
Yağan yağmurlar vardır, yere düşer ama
ıslanmaz,
-
Yükselen yıldızlar vardı, hep yükselen
ama düşmeyen.
-
Yazanlar vardır ama
-
Size size anlatmaya, yazmaya ömür
yetmez.
- (Öğrencimiz Ökkeş Analık, Bucak-Burdur, Ekim 2009)
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
- ÇARPICI BENZERLİKLER
-
Her insanın
hayatında çarpıcı benzerlikler olabilir. Tıpta tıp birbirine benzeyen
insanlara rastladığımız olmuyor mu? Hatta fiziki benzerlikler değil, hareket
ve hatta mukadderat benzerliklerinden bile bahsedilen olaylar vardır. Eğer
kekim iseniz bu benzerlikleri gördüğünüz zamanlar insanlar arasında büyük yaş
farkları yoksa yumurta ikizleri bile aklınıza gelebilir.
-
Vaktiyle,
damadı şahriyari ve Osmanlı’nın Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın kendi yazdığı
hatıratını okurken üzüntü duyulacak sahneler vakıf olmuştum. İttihat ve
Terakki erkanı yenildikten ve partilerini fes ettikten sonra çıkarken, daha
Karadeniz’i bitirmeden içeriği bitirilmeden istişarelerde bulunuyorlar.
Partinin hareketin lideri Talat Paşa devirlerinin dolduğunu ve artık kalan
ömürlerinin bir köşeye çekilip geçmeleri gerektiğini söylüyor. Söylüyor da
söyledikleri tutuluyor değil. Daha Kırım Yarımadasına çıkar çıkmaz Enver Paşa
gruptan ayrılıp maceranın yeni yollarına kendisini bırakıyor.
-
Enver Paşa
hayaller peşinde. Orta Asya ülkelerine gidip bir ordu teşkil etme fikri ağır
basıyor. Kendinin Anadolu’ya kabul edilmeyeceğine artık inanmıştır.
Dediklerini de yapıyor.
-
Orta Asya
ülkelerinde düşündüklerini de bulmuş değil. Türkistan’da muhtemelen olan bir
olayı anlatmak istiyorum. Bir mutekelibe, kendi nüfusunu göstermek için, Enver
Paşa’yı bir köyden başkasına, grubun önünde yürüterek davul, zurna eşliğinde
teşhir ediliyor. Bizim gururlu paşamız bir şeyi olmadığından bu
görgüsüzlüklere ve hayırsızlıklara boyun eğiyor. Kendisi en önde ve gözleri
yaşlı; ağladığını göstermemek için her türlü gayreti gösteriyor ama,
ağladıklarını kendisinin çevresinde de bir beis görmüyor. Ağlamak Enver Paşaya
yakışır mı? Yakışmamış olsa Enver Paşa’nın ağlamaması gerekliydi.
-
Vakıa Medam
Kennedy Cumhurbaşkanı olan oğlunun tabutunu selamlarken ağlamamıştır, ama
madam Kennedy istisnadır ve istisnalar kaideyi bozmaz. İnsanda olan her türlü
hareket ve hassasiyet normal karşılanmalıdır. İrade ile bunların önlenmesi de
birer istisnadırlar. İnsan cinsi ve medeniyet seviyesi ne olursa olsun zaman
zaman müşkül anlar yaşayabilir. Bu yaşantılar anlarında en son çareleri
ağlamaktır. Ağlamanın bir meziyet olduğunu kabul eden olmuş olsa bile, tabiat
olayı yok sayılamaz. İnsan ağlayınca deşarj olur ve rahatlar.
-
Enver Paşamız
için bu okuduklarımı benim hatırıma getiren Napolyon’un görevine son verdikten
sonra Elbe adasına nakli sırasındaki yolculuğu sırasındaki başına gelenleri
yazıldığı kitabı okumam olmuştur. Kitap bana damadım tarafından hediye
edilmişti. Yazarı da Chateaubrand’dır.
-
Napolyon
İmparatorluk makamında iskat edilmiş,o sırada müttefikler tarafından Paris
işgal edilmiş durumda. Napolyon Fontenbleau’da kendisine sadık kalan
kıtalarıyla birlikte. Bu yeri (ben gördüm) Fransız Krallarının kışlık
saraylarının bulunduğu yerdir ve Paris’e 90 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır.
İşte burada Napolyon bir son nutukla askerlerine veda ediyor.
-
Napolyon
müttefik devlet temsilcilerinden, kendisinin yolculuk esnasında emniyetinin
temin edilmesini istiyor. Kendisine sadık kalmış askerlerini de yolculukta
kullanmak istemiyor. Dahili savaşı devamda da artık fayda görmüyor. Müttefik
devlet başkanlarından Elbe Adasına kendisine tahsis edilmiş verasetini de
kabullenmiştir.
-
İstekler
müttefik devlet başkanları tarafından kabul ediliyor. İçlerinden birinin
yaptığı yol haritası gereğince dört araba içinde imparator yola çıkıyor. Son
nutkunda irat ettiği askerleri tarafından alkışlanıyorsa da ondan sonra
bilhassa Liyon şehrini takip eden yol boyunca halkın reaksiyonu düşmanlığa
dönüşüyor. İmparator kahrolsun, zalim kahrolsun evazeleri tabiilik kazanıyor.
Halkın hücum edip kendisini tepelenmesi bile düşünülür duruma geliyor.
-
Napolyon hem
zehirlenebileceğinden ve de hem de hücumla öldürülebileceğinden korku içinde
önceleri kendi azığı dışında bir şey yiyip içmiyor. Arabasında görünmekten
kaçıyor. Bir defa hücuma uğramış ve kapanan araba kapılarını kırmak mümkün
olmamış. Ondan sonra Napolyon kendi yerine başkasını bindirip kendisi koruyucu
görevine bile talip olmuştur. İmparator olduğunu göstermek için kıyafet ve
şapka değişikliği dâhil her türlü teşebbüse tevessül etmiştir. Bütün bu
olanlarda müttefik devletlerin görevli temsilcileri tespit etmişler ve
sonradan neşredilmiştir. Bunları yaparken tarafsız kalmış olabileceklerini
düşünüle bilinir mi?
-
Napolyon bu
küçük düşürücü hisleri hakim olmamıştır denile bilinir mi? Bunlar da insan
oldukları düşünülmelidir.
-
Napolyon
kendisini hep gizlemiş ve kendisini imparatorun hizmetinde görevli olarak ta
göstermiştir, bu yolla, halkın ve görevlilerin düşüncelerini öğrenme imkanını
da bulmuş ve görmüştür. Yetkililerin yazdıklarına göre acınacak durumda olan
Napolyon için yapılanlar kendilerinin bile reaksiyonlarını çekmiştir. Ayıp
değil mi?
-
Şu korumasız
eski liderlerimize yatıklarımız?
-
Diyecek
durumumuz bile bu yetkililer görmüş ve yazmışlardır. Bütün bunlar arasında
kafası iki eli arasında Napolyon’nu hep ağlar olarak tasvir etmişlerdir.
İmparator ağlar mı ? Ağlar ki Napolyon da ağlamıştır. Napolyon’nun Enver
Paşadan ne farkı var ! Enver Paşa Allahuekber Dağlarında 90 bin Türkün
öldürülmesine aldırış etmemiştir. Napolyon Rusya Seferi dönüşü yerleri donmuş
ölü ve yaralılar üzerinden top arabalarını geçirmiştir. Savaş bunları
gerektirir sözü insanların, insanlık vasıflarını unutturma vasıtası olamaz.
-
Bir yerde
Napolyon’un odasını birlikte hazırlamaya çalışan bir bakıcısının Napolyon
hakkında düşündüklerini dinledikten sonra, Napolyon’da uyanan korku derecesini
sınırsızlaştırmıştır. Ondan sonra, herkese bir şeye olan itimadını
kaybetmiştir.
-
Kader birliği
gösteren bu iki insan için ben fikrimi açıklarsam, ikisinin de kapasitelerini
ve akıllarını işgal ettikleri makamları için yeterli bulmam. İkisi de mantık
taşımış olamazlar. İkisinde kalıcı hizmetleri yoktur. Bu ikisini de bu yerlere
getiren insanların mantıklarında olgunlaşmış insan mantıkları olarak kabul
etmem.
-
Ben kimim?
-
Ben sadece
benim!
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsmet ÇENESİZ |
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
|
Aşağıda bahsedeceğim konularla ilgisi
olanların hepsi dersek biraz mübalağa olur amma %80’i maalesef böyle
diye tahmin ediyorum.
Doğruluğa, hakka hukuka gelince mangalda
kül bırakmıyor, sözü sırayı kimselere vermiyoruz.
Talebe oldukları çağlarda pırlanta gibi
saf ve temiz olan gençler meslek sahibi oldukları zaman birden
değişiveriyorlar. Vatan, millet, fakir fukara edebiyatı gidiyor yerine
“vatandaşı 3 kuruş daha fazla nasıl kazıklarım” hesabı başlıyor.
Mesela doktorları ele alalım; eğer
cerrahsa bıçak parası, başka ihtisasa sahipse muayene parası ve devletin
yatağını satma parası almadan bir şeyler yapmaya yanaşmıyor. Hipokrat
yemini falan ilk birkaç seneden sonra bitiyor yerini para hırsı alıyor.
(Para deniz suyu gibidir içtikçe içini yakar, daha fazla içersin derler
ya aynen öyle)
Yüksek öğrenim sahibi iyi mevkilere
gelmiş ve devletten kredi almış olan insanların çoğu devlete olan
borcunu ödemiyormuş. Kendinden sonra bu kredilere ihtiyacı olabilecek
insanların çektiği sıkıntıları düşünmüyorlar yazıklar olsun böylelerine!
Bunu bir Fransız, bir İngiliz yapar mı? Hiç sanmıyorum!
Bu kredi yurtlarında da hesap kitap
işleri iyi değilmiş. Kendisine oğlunun aldığı kredilerle ilgili hiçbir
ihbar gelmeyen bir vatandaş oğlunun aldığı parayı ödeyebilmek ve kaydını
bulabilmek için iki sene uğraşmış. Zaten bu yazıyı yazmakta oradan
aklıma düştü.
Bunun gibi devlet kurumlarından ve
çeşitli vakıflardan burs alanlar öğrenim hayatı bitip maaş almaya
başladıkları zaman bir fakir öğrenciyi okutmuyorlar. Yüzlercesinde bunu
gördüm. Sadece bizim soyadımızı taşıyan bir yakınımız bir şeyler sahibi
olur olmaz hemen bir öğrenciyi okutmaya başladı. Tahmin ediyorum bunu
sürekli yapacaktır.
KAN VERME ORGAN BAĞIŞI: Bir çok yerde
kan ve organ bağışıyla ilgili yazı ve afişler görürüz. Levhalar asılır,
“Bir ünite kan verin hayat bulun. Bağışlanan bir organ bir candır” gibi.
Doğru da peki bağışlayan var mı?
Geçenlerde bir yerde okudum yapılan
bağışlar devede kulak. Rakamlar pek aklımda kalmaz ama böbrek nakli
bekleyen 20 bini aşkın insan varmış. Sağlam insanları bırak organ nakli
olup sağlığına kavuşanlar için bile hastaneden çıkınca her şey bitiyor.
Unutuluyor o acı günler.
Bu konuda Tv’ler gazeteler yeteri kadar
yazar mı? Bilgi verir mi? Çorum mahalli gazeteleri lütfen bu işe ciddi
olarak el atınız. Yazınız yine yazınız. Organ bağışı yapanlara rozet
verilmeli onlarda bu rozetleri yakalarında gururla taşımalıdırlar.
Şimdi soruyorum önce kendime. Neden
bağışlamadım organlarımı? (Bunda devletin suçu büyük. Yapılacak bir sürü
işlem var ama nasıl yapılacağı anlatılmıyor. İnsanlar ne yapması
gerektiği konusunda yeteri kadar aydınlatılmıyor. Halbuki devlet
hastanesine gidip bir imza atınca organ veren kişinin işi bitmeli.
Bundan sonraki işlemleri hastane takip etmeli.)
Şimdi sormaya devam edelim, gelmiş
geçmiş ve de şimdi ki millet vekillerimiz organ bağışlamış mı? Varsa
bildirsin kendisinin elini öpmeye gideceğim ve bu köşede adını
yazacağım.
Hangi sağlık bakanı, hangi başbakan,
hangi reisi cumhur, hangi artist, hangi sanatçı organını bağışlamış?
Bağışlananlar da devede kulak.
“Organ nakli yapılmalı ve helaldir”
diye, fetva veren müftüler, din adamları, Diyanet İşleri (gelmiş geçmiş)
başkanları nerede? Bu konuda söz söylemesi gereken etkili ve yetkili
Proflar, Doktorlar, Sağlık Müdürleri nerede, nerede?
Palavra laf çok ama sözünde duran yok!
Hak dostu Mevlana ne diyor? “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi
görün” insana, insanlığı öğreten bu sözü yaşayanlardan olalım.
Yeni yılın tüm insanlar için yeni
umutlar, umutlarla birlikte güzellikler getirmesini diliyorum.
Saygı
ve sevgilerimle. |
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Salım SAVCI |
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
|
-
KAĞIT’IN İNSAN USUNA (AKLINA)
GETİRDİKLERİ
-
Bu yazıyı yazmama neden olan söz:
-
- Dikkat ettim,kağıtların arka
yüzlerini de kullanıyorsunuz . Ya çok cimrisiniz,ya da bildiğiniz bir şey var.
-
Evet. Ta öğretmenliğimden bu
yana,bir kağıdın iki yüzünü de kullanırım. Çünkü;bu tüketim ağaca dayanır.
Kağıdın ana maddesi selüloz’dur. Selüloz’un
kaynağı da ağaçtır.
-
Kağıdı en iyi kullanmakla bendeki
ağaç sevgisini coşturdu. BENİ DİNLE KESEBİLİRSEN KES adlı öykü kitabını
yazdırdı. O kitaptan bir kısım aktarabilirim:
-
Ağaç deriz,orman deriz mangalda kül
bırakmayız.
-
Ama;ben,sen,o,ağacın da,ormanın da
canına okumaktan geri durmayız.
-
Orman sevgimiz bir gerçek.
-
Ah ! Birde onu koruyabilsek (Kitabın önsözüdür)
-
Bu yazıyı hazırladım. Buraya nokta koymuştum. VİRGÜL adlı dergi adresime geldi. 72.
sayfada:her kağıda kitap basılmaz ! Diyor. 22 tür kağıt olduğunu sıralıyordu:
-
Ambalaj kağıdı,biletlik kağıt,duvar
kağıdı,iskambil kağıdı,kağıt helvası,kağıt para,karbon kağıdı,kitap
kağıdı,krepon kağıt,kurutma kağıdı,mektup kağıdı,nota kağıdı,nüfus
kağıdı,ozalit kağıdı,resim kağıdı,saman kağıdı,sigara kağıdı,tuvalet
kağıdı,zımpara kağıdı.
-
Ağacı,ormanı sevenler,dünya
ormanlarının nasıl yok edildiğini okuyarak,TV lerden izleyerem görürler,kahrolurlar. Çünkü o ağaçlar havadaki
%18 oksijeni sağlarlar. Canlıların yaşamalarını gerçekleştirirler. Şu sözüde ileteyim:
-
Cenazeme çiçek göndermeyiniz. Lütfen
bir ağaç dikiniz. (Prof. M. Bahri Savcı.
Siyasal Bilgiler Anayasa Prof. İdi)
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
KKTC'DE SEÇİM VE "Truva Atı" SENDROMU
Şurası mutlak ve
muhakkaktır ki; Anavatan Türkiye, Türk Dünyası veya KKTC'nin her
neresinde yahut hangi kurumunda olursa olsun AB lehine bir tavır,
taraf, tutum ve sempati hali ve haleti içinde bulunmak. Medeniyetin
banisi (kurucusu), hak, adalet ahlâkı, hürriyet, hukuk ve medeni
siyaset'in hamisi (koruyucusu) Türk Milleti adına affedilmez bir
cehalet, gaflet; bilinçle fiil ifa ediliyor ise, faili dalâlet ve
alenen ihanet içinde demektir!
Şu kadar ki;
AB'ye karşı olmak, kendi içine kapanmak ve kapılarımızı asla dünyaya
kapatmak değildir. Bilakis Türk medeniyeti cihanşümul, kültürü
evrensel ve bireyleri bütün dünya ülke ve insanları ile temas ve
teati, alış-veriş, ticaret, mütekabiliyete dayalı siyaset ve daimi
barış, meşveret kaidesi üzerine kuruludur.
Kural olarak iş
bu ilkeler ve çerçeve dışına çıkmak soy ve medeniyetimize ihanettir.
Mezkur "alenen
ihanet" vaziyeti şu aşamada özellikle ve bilhassa KKTC'de varittir.
Üstelik bu yeni de değildir. "Tek birlik ve
tek egemenlik" gibi akıl dışı bir kalkışma, ütopya, soy düşmanlığı,
hezimet tellâllığı, Rum-yunan ve AB karşısında kompleks, soykırım ve
katliam ile malul düşman karşısında zaaf ve hezeyandır. En doğrusu
ve açıkçası; düşman adına, Milli Hudutlar dâhilinde örtülü (gizli,
ajan provokatör sıfatıyla) siyaset yapmaktır.
TC'de son elli
yıldan beri, Kıbrıs'ta ise, bilhassa 1989'dan itibaren illegal
(gizlice), 2002 yılından itibaren de menşei AB ülkeleri ve TC olan
köstebek, dönme-devşirme, dâhili-harici bedbaht, koza ve kriptolar
sayesinde "milli dava" by-pas ve paspas edilerek KKTC, Yunan'a
peşkeş çekilmiştir.
Müsebbiplerin
tamamı Türk düşmanı, Rum-Yunan tohumu ve "Truva Atı"dır.
“AYİNESİ İŞTİR
KİŞİNİN, LAFA BAKILMAZ” Geriye doğru, Talat dönemi son beş yıl ve
Dr. Rauf Denktaş'ı tasfiye operasyonlarının yoğunlaştığı (ondan
önceki) yıllara şöyle bir bakalım:
Bu süreçte GKR
çete yönetimi tarafında Türk izleri, tarihi eser ve isimleri tüm
alan ve unsurlarıyla silindi. Vakıf, imaret, cami, türbe, han,
hamam, Türk konakları, cadde, sokak, dağ, tepe isimleri kalmadı.
Kaldırıldı. Sanki asırlar boyu orada Türkler ve Müslümanlar hiç
yaşamamış gibi, insanlık, ahlâk, hak, adalet ve hukuk dışı sinsice,
alçakça, haince bir silme, yok etme ve karartma operasyonu yaşandı.
Rum-Yunan bununla
da yetinmedi!.. Türk düşmanlığı bütün okul ve aileleri sardı.
Kitaplar ve yayınlara ilmik, ilmik işlendi. Körpe beyinlere, genç
nesillere ve bütün dünyaya "Türk düşmanlığı" odaklı yalanlar,
iftiralar ve uydurma masallar aşılandı, pompalandı. Tüm
kurum, ev, sokak ve caddelere adeta "Türk ve
Müslüman düşmanlığı" kazındı, nakışlandı!
Buna mukabil;
Talat'ın inisiyatif aldığı günden buyana Türk tarafı, halkı ve
toprağı kamu vicdanını derinden yaralayan, aşağılayan, ürküten ve
"geleceğe yönelik olarak" kaygı yaratan, korku veren bir taciz,
maddi-manevi, yerel, ulusal ve uluslar arası tecavüz ve sürekli
düşmanca kampanyalar ile saldırılara maruz kaldı.
Türkçe, cadde,
sokak, şehir ve köy isimlerine savaş açıldı.
Güneydeki (Rum
tarafında) Türk Camii ve imareti alçakça tahrip ve yok edilirken,
Türk tarafındakiler inadına imar, restore ve inşa edilerek AB'ye
nispet, dalkavukluk, yataklık ve Yunan'a yağcılık yarışına girildi.
Mütekabiliyet
"mutlak bir şart, vatani, insani ve hukuki görev" olmasına rağmen,
ısrarla riayet edilmeyerek, adeta Rumlar lehine bir "fedakârlık ve
feragat" yarışına girildi. Başta louzidiu olmak üzere; Anadolu
insanının parası ve KKTC halkının istikbali "onursuzca,
soysuzca ve şuursuzca" peşkeş çekildi. Türk'ü
Rum'a mecbur, mâhkum ve muhtaç etmek kastıyla ekonomi çökertildi.
Hiç gereği yokken Lokmacı kapısı açıldı. Türk Ordusu'na karşı kin ve
düşmanlık duyguları tahrik edildi. İzolasyonlara karşı ciddi, etkili
ve güçlü bir tepki
gösterilmedi. Bazen Maraş ve bazı Türk
toprakları alçakça pazarlık konusu yapıldı. Rum'un AB'ye verdirdiği
ulufelere rıza gösterilerek, yalan, hayal ve hüsran peşine düşüldü.
Bu tam bir
gaflet, dalalet ve hıyanettir.
Eğer seçimde
"TRUVA ATLARI" Talat ve yandaşları KKTC'den sökülüp atılmazlar ise;
Bu cehalet, gaflet ve dalaletin bedeli "ENDÜLÜS GİBİ" çok ağır
ödenecektir. Dahası; Gerçekte büyük bir yalan, sahtekârlık, aldatma
ve kandırmaca olan "Annan Planı" ile "iki millet tek devlet"
aldatmacası "hain tuzak" uğruna Kıbrıs Türk halkı daha binlerce
rezillik, küstahlık ve alçaklık düşmanlığa katlanmak zorunda
kalacaktır.
Bunların hepsi
bir düşmanlığın, alçaklık ve küstahlığın eseri!
Düşünün bir kere!
Niçin?
Kongrelerinde 'İstiklâl Marşı" çalınmayıp, Ermeni şarkıları ve
sirtaki söylenen UBP'nin adayı Mehmet Ali Talat'ı AB-D dostları,
Rum- Yunan tarafı ve Türk düşmanları destekliyor da!... CTP gibi
Milli tandanslı, Türk ruhlu ve "MÜCAHİT" referanslı "namuslu,
dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu Başbakan Derviş EROĞLU" na,
düşmanca karşı çıkıyorlar?
Neden ve niçin?
O'na Türk
dünyası, Anavatan ve KKTC'nin sağduyu, akıl, ilim-irfan, adalet ve
özgürlük yanlıları sahip çıkıyor?
Çünkü: KKTC'nde
"özgürlük, güvenlik ve mutluluğun teminatı" Derviş Eroğlu'dur.
RUMLARIN KORKUSU
"Eski Rum lider
yaklaşmakta olan mukadder gerçeği açıkladı.
Glafkos Klerides,
Kıbrıs sorunun kısa sürede çözülmemesinin, KKTC'nin Milli Devlet
varlığının tanınmasını gündeme getireceğini söyledi ve ''Birkaç yıl
sonra tanınma da gündeme gelecek. Kıbrıs Rum tarafı bir B planı
oluşturmalı. Özellikle de seçimleri Derviş Eroğlu'nun kazanması
halinde, gerekli tedbirler mutlaka alınmalıdır'' dedi. İşte Rum'un
korkusu budur.
Temennimiz odur
ki: KKTC seçmeninin sağduyusu galip gelir, özgürlük, refah ve
güvenlik tutkusu Truva Atları'nı tasfiye eder ve Kıbrıs Türk'ü AB
sendromundan, izolasyonlardan, esaret, abluka ve sözde "medeniyet"
adına uygulanan vahşet, ıstırap ve kuşatmadan ebediyen kurtulur.
Lütfen
Unutmayınız!
"Türk demek:
Türk'çe düşünmek, Türk'çe konuşmak ve Türk'çe yaşamaktır.
Ne mutlu Türk'üm
diyene..." (Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk)
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
İFTİRA VE ÖTESİ
-
İnsanlar bazen kendi çıkarları veya karşısındakileri
çekememeleri yüzünden onlara bazı karalar çalmaktan
çekinmezler. Gözleri öyle karar ki o yaptıklarının bir
iftira olduğunu bile düşünemezler. Neden böyle
yaptıklarını ise kendileri bilgi sorsanız bilmezler.
-
Bu davranışta bulunanların bu yaptıkları işlev ile o
kadar içli dışlı olurlar ki yaptıklarının doğruluğuna
kendilerini inandırarak karşısındakinin sanki o
yapılmamış veya söylenmemiş işi yapmış veya söylemiş
gibi algılarlar ve o yaptıklarının doğruluğunu ispat
etmeye çalışan bir avukatı olarak devam ederler.
-
Sonuçta ise hüsrana uğramaları bir gerçektir. Bu
iftiranın bu dünyada çözülememesinin birde öbür
dünyada da bütün insanlar karşısında görülecek hesapta
eller ve ayakların şahitliği ile dillerin sustuğu
zaman diliminde hesap gününde bu iftiranın meydana
çıkacağını düşünemezler.
-
Nedir bu insanlarda bulunan haset ve çekememezlik?
-
Bu çekememezlik aslında bizimle beraber büyüyen bir
nefsin emaresi değil midir?
-
Bu icraatta sadece kendimizi tatmin etme duygusu ile
acaba başkalarına karşı yaptığımız bu hareketle
kendimizi öne çıkartma duygumuz olabilir mi?
-
İşte bu düşüncelerin ve bilgilerin ışığında
yapacağımızı düşünmek bile istediğim iftiramızı önce
kendimiz için getireceği zararları göz önüne
getirmemiz bizi bu dünya ve gelecek hayatımızda
ebediyen yaşayacağımız dünyamız için iyi veya kötü bir
meta olup olmadığın düşünmemiz gerekmektedir.
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
-
RESİMLER BİR BELGEDİR
-
Fotoğraflarım yorgun
çıkar anılarımdan. Biraz sararmış,
birazda geleceğine umut
taşımadıklarından üzgündürler. Acaba
diyorum kaç nesil önceki
yakınlarımın fotoğrafları var
arşivimde. Çocukluğumun fotoğrafları
çocuklarımın elinde harcanmış, yerlerini
arkadaşları ve kendi çocukları
alıvermiş.
-
Bir fotoğrafın
doğasında neler saklı, sizi
nerelere alıp götürür, nasıl
kendinize geldiğinizin farkına
varmazsınız bazen.
-
Doğanın yok
olması gibi, insan doğasını da
fotoğraflarda incelediğimizde; kendi
cildine bakım yapan bir insan
yüzü ile bakımsız bir insanın
arasındaki farkı da fotoğraflarda
görürüz. İnsan yüzündeki ufacık bir yara
izi, insan psikolojisini nasıl
etkilerse, doğamızdaki insan eliyle
yapılan tahribatlarda insanı
etkiliyor. Yara izleri estetik
ameliyatlarla nasıl gideriliyorsa,
doğamızın bozulan çehresini de
daha çok ağaçlandırarak,
nehirlerimizi kirletmeyerek, dere
yataklarını yerleşim alanına
açmayarak güzelleştirebiliriz. Fotoğrafçılık
sanatı güzelle çirkini ayırt etmeye
yarar. Bir bakarsınız bir anı
olarak çektiğiniz fotoğraf, günün
birinde bir belgesel fotoğrafa
dönüşüvermiş.
-
Geçenlerde
fotoğrafla ilgili bir haber
dikkatimi çekti. Bir bayan
arkadaşından bayram tebriki alıyor.
Tebrik kartı üzerindeki fotoğraf
dikkatini çeker. Fotoğrafta bir
şehir ve o şehrin bir
caddesinde bir bayan elinde bir
çocuk arabası, içinde dünyalar
tatlısı bir çocuk. Fotoğraf
yaşlı kadında bir şeyler
çağrıştırmış olacak ki dikkatlice
inceleme gereği duyar. Şehrin
caddeleri, binaları, yabancı değil.
Sanki bu yeri biliyorum
diye düşünür bayan. Sonra çocuk
arabasını kullanan bayanı tanır.
Bayan seneler öncesi ölen
annesinden başkası değildir. Tabiî
ki çocuk arabası içersindekinin de
kendisi olduğunu hayretle fark
eder. İşte arkadaşının bilinçsizce
gönderdiği bir kartpostal bir ‘anı’
resmine dönüşüvermiş.
-
Belediye başkanları,
iktidardaki siyasilerimiz çarpık
şehirleşmeyi ve imar
bozukluğunu halkına hoş göstermek
için şehrin eski renksiz
fotoğraflarıyla, yeni teknolojinin
imkanlarıyla çekilmiş üç boyutlu
renkli fotoğraf karelerindeki aynı
mekanı fotoğraf sergisi açıp ta
fotoğrafları sergilediğinde
halk gelişmeyi takdirle
karşılar ve belediye başkanlarına övgüler
yağdırırlar. Ama vatandaş hiçbir
zaman şu soruları yetkililere
sormayı aklına getirmez.
-
O mekanın, siyah beyaz
resmin kerelerindeki manzarada, servi
ağaçlarının yeşilliğini göremez,
ağaçlardaki kuş seslerini duyamaz,
akan deredeki berrak suyu ve
mesire yeri olarak kullanılan o
güzelim yeşil çimenlerle kaplı
doğayı hiçbir zaman göremez. Hele
hayvanların özgürce dolaştığını,
otlandığını düşünemez.
-
Bu tür resimler
bir belgesel nitelik taşımaktadır
aynı zamanda. Geçmişle günümüzdeki
gelişmeleri takip ederek insanlar
ne kazanmış nelerini kaybetmiş,
resimler çok şey ifade eder.
Dahası araziler üzerinden kimler
nemalanmış kimler büyük servetler
kazanmışlar bunları resmi ağızlara
sormak gerekir. İşte fotoğraflar bu
soruyu sorduran somut belgelerdir de
aynı zamanda.
-
Çok değil otuz
sene öncesinin tuz gölünde
gölün kullanabilirliğinin
büyüklüğünün temizliğinin
gölün içersinde yaşayan hayvan
türleri ile ilgili güzel
fotoğraflarının, bugünün fotoğraflarıyla
karşılaştırılması karşısında gördüklerimiz
yüreklerimizi sızlatıyor. Birçok
drenaj kanallarının göle
verilmesiyle hayvan neslinde
azalmalar olmuş hava fotoğrafları
ile tespitlerde, gölde çok
büyük küçülmeler görülmüş kirlenmişlik
ve koku adeta tuzu bile
kokar duruma getirmiştir. Tuz gölüne
akan suyun azalması ve yer
altı sularının çekilmesinden dolayı
gölde büyük ölçüde su
seviyesinde düşüşler olmuştur. Tuz
gölü Van gölünden sonra
yurdumuzun ikinci büyük gölüdür. Tuz
gölüne dökülen en büyük akarsu
Konya’nın şehir kanalizasyonudur.
-
Yat turizmiyle
ünlü Göcek Koyunun 49
yıllığına birçok işletmelere ve
otellere verilmesi neticesi sahil
şeridi gemi barınaklarıyla dolmuş
doğal güzellikler kaybolmuştur. Tabiî ki
bu tür misalleri çoğaltabiliriz. Baraj
ve yol yapımıyla ilgili
tahribatlar, getirisi ve götürü sü
hesaplanmadan açılan maden sahaları,
ormanlık alanın yok edilerek
konuta dönüştürülmesi. Orman içi
köylerimizde betonlaşma, ağaçların
kesilerek ormanın yok edilmesi.
-
Daha birçok
konularda eskiden çekilen resimlerle
birçok işlemler görmüş, yaralar
almış doğanın şimdiki görüntüleri
arasındaki çirkinliği gözler önüne
sermektedir fotoğraflar. Onun için
bizlerde birey olarak
güzelliklerimizi fotoğraflar çekerek
gelecek nesillere birer
belge olarak iletelim.
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
-
TEL
-
Lise yıllarımdı. Bir
ziraatçı olan babam görevi icabı sık sık köylere
gider; özellikle yaz tatillerinde
bende onunla gider; değişik yerler görür, insanlarla
tanışır, oyalanırdım.
-
Şehrin sıkıcı atosferinden çıkıp yeşil ormanlara,
papatyalarla kaplı dağlara, gelincik dolu ovalara
gitmek beni çok mutlu ederdi. Hele gittiğimiz köylerde
kaldığımız geceler yıldızları seyreder, şehirdeki
evimizden niye bu kadar çok ve parlak görünmediklerini
merak ederdim.
-
Bir
gün yine sabah erkenden yola çıkmıştık. Bu sefer
pirinç ekimi yapılan bölgelere, çeltik tarlalarına
gidecek orada inceleme yapacaktık.
-
Aracımız keskin virajlarla
dolu dağlara tırmanarak akarsuların içinden ve dere
yataklarından geçiyor, arada sırada tek ayağını
kaldırmış leylekler kırmızı gagalarıyla yol boyunca
bizleri selamlıyorlardı.
-
O gün epey yol gittiğimizi
geniş ve uçsuz bucaksız bir ovaya gelince anladım.
Şehirden ne kadar uzaklaşmıştık kim bilir. Araçtan
indik. Benim ise her tarafım uyuşmuştu. Zorlukla
birkaç adım atıp kendimi toparladıktan sonra etrafıma
baktı. Burası bir çeltik tarlası idi. Pirinç ekimi
yapılıyordu. Babam:
-
-İşte o çok sevdiğin pilav
var ya; onun pirinci işte burada böyle ve ne
zorluklarla yetişiyor. Görüyor musun? Dedi. Hayretler
içindeydim. Ben pirincin sulak yerde yetiştiğini,
ekilen yerlere çeltik denildiğini okumuş, duymuş
ve dinlemiştim ama insanların böyle paçalarını sıvamış
suyun ve çamurun içinde yüzdüklerini de hiç
görmemiştim. Saatlerce suyun içindeydiler. Bu iş yani
pirinç tarımı ne kadar da zahmetliymiş meğer diye
düşündüm.
-
Hem
belleri ağrımıyor muydu, öyle saatlerce elleri
ve ayakları suda durarak bir şeyler yapmak çalışmak
çabalamak ne kadar zordu Yarabbi! Ben bunları
düşünürken babamın yanındaki köylülerle uzaklaştığını
ve benimde bir kenarda kalakaldığımı fark ettim. Hemen
önümde çok yaşlı bir kadın eğilmiş suyun içinde bir
şeyler yapıyordu.
-
-Hoş gelmişsiniz oğlum,sağa
söylüyom. Heeey! Hoş geldiniz!
-
-Aa özür dilerim teyze,
dalmışım, Hoş bulduk. Kolay gelsin, nasılsınız.
-
-Nassı olalım işte Allaha
şükür, yuvarlanıp gidiyoruz, görüyorsun suyun
içindeyiz. Eğmek parası.
-
Yaşını tahmin edememiştim.
Sordum. Annemden birkaç yaşta küçük olmasına rağmen
ama öyle yaşlı gösteriyordu ki. Yüzü kırışmış,
başörtüsünün kenarından görünen bir tutam saçı da
bembeyaz olmuştu. Bir yandan çalışıyor bir yandan da
benimle konuşuyordu.
-
-Okuyonmu?
-
-Evet,
-
-Nerede?
-
-Liseyi bitirdim bu sene.
-
-Afferim.
-
-Okuyup da ne olacaksın?
-
-Bakalım, doktor olmak
istiyorum.
-
-İnşallah , Allah CC
yardımcın olsun.
-
-Amin teyze
,cümlemizin.Sizlerinde.
-
Yaptığınız iş ne kadar zor
teyze, ben pirinç ekiminin bu kadar zor olduğunu
bilmiyordum!
-
-Ne sanırsın ya, bir avuç
pirinç için bir ömür veriyoz burda, dabanlarımız,
avuçlarımız suyun içinde.
-
-Bende zannediyordum ki bu
iş.
-
-Gordün işte, sanıldığı
kadar goley değil.
-
-Hem hangi iş goley ki.
İnsana öyle hemen ekmek vemiyorlar bu dünyada.
-
-Biliyon mu?
-
-Neyi Teyze?
-
-Geçenlerde bizim
gomşu Hatce gadının torunları geldi Alamanya'
dan.Guççük iki oğlan , pirinci de, yomurtayı da
pavlikada yapılıyor sanıyorlarmış. Hele tavukların
boynuna ip takıp da it gibi sürümeye galkmadılar mı?
-
-Gule gule öldüydük.
Heleççik bebeğin biri yımırtayı tavıkdan çıkarken
görmüş .Bi daha ikisine de yımığta yediremedik.
-
-Ne bilsinler bebekler,gavır
ellerinde büyüyünce öğle oluyo. Cahallık işte.
İkimizde gülüştük
-
-Ayran içen mi?
-
-Zahmet vermeyeyim,hem
işiniz de var.
-
-Hazır zaten oğlum,
şimdi alır gelirim.
-
Doğruldu, çamurun içinde
zorlukla ilerledi. Bir kenardaki eşyalarının
bulunduğu yere çıktı. Biraz sonra elinde bir tas
ayranla geldi.
-
-Buyur bakelim guççük beey.
-
-Sağ ol teyze!
-
-Allah razı olsun,
susamıştım. Çok makbule geçti. Eline sağlık.
-
-Afiyet ossun . Bi daha
veremmi?
-
-Yok kafi geldi, teşekkür
ederim, ölmüşlerinizin canına değsin.
-
-İyi para kazanıyormusun
bari teyze. Bu kadar zor bir iş karşılığında.
-
-Ne gezer evlat, garınımızı
zor doyuruyoz.
-
-Mesela bugün mayış
günü, yarın elimizde heç para galmayacak, tuza
gaza, şeker,una hep zam yaptılar. Kimse bizi
düşünmüyo,heç düşünmüyo.
-
-Neden teyze.Annem hep
pirincin pahalı olduğunu söyler. Tanesini
tabakta bırakmayın der. Bir taneye bin melaike hizmet
ediyormuş der.
-
-Orada öyle ama tarlada para
etmiyo.
-
-Mesela bugün maaşınla ne
yapacaksın teyze, nerelere dağıtacaksın.
-
-Tel alacağım.
-
-Ne teli?
-
Cevap vermedi, birden
düşüncelere daldığını hissettim, hem çapa
sallıyor hem de içini çekiyordu. Birden doğruldu. Bana
döndü.
-
-Anan bunun bir tanesine bin
melaike hizmet ediyormuş diyo, he.
-
-Evet teyze!
-
-Anan doğru söylemiş,gutlu
kadınmış.Biliyo.
-
-Hem sen melaike gordün mü
heç?
-
-Yoo , nereden göreyim.
Onlar görülmez ki?
-
-Gorülür, gorülür.Benim
yavrım da melaike gibiydi.
-
-Ne oldu yavrunuza?
-
-Ne sen sor ,ne ben söyleyim?
-
-Ne oldu teyze?
-
Gözleri yaşarmaya
başlamıştı. Elindeki çapayı bıraktı. Kolunun tersiyle
gözlerini silmeye çalıştı. İçin için ağlıyordu.
Birden kendimi suçlu hissettim.Yarasını
deşmişdim. Kimbilir oğluna ne olmuştu. Neydi ızdırabı?
-
-Sefillik, fukaralık işte.
Yıllarca bu işten garnımızı zor doyurduk. Bir kenara
üç-beş kuruş artırıpda evimizin pencerelerine bir tel
takamadık.
-
-Ne teli teyze? Haa,demin
söyleyecektiniz de.
-
-Hani şu sinek girmesin diye
satılan teller varya? Göz göz,delik delik.
-
-Evet, anladım.
-
-İşte para bulupda bir teli
bulamadık. Fakirliğin gözü kör olsun. Buralarda çok
olur. Aha bu çamırın yüzünden . Sivrisinek soktu da,
sıtma oldu ve öldü zavallı yavrım. İşte o bir
pirinç tanesine hizmet edenlerden birisi de benim
melaike oğlumdu , annadın mı?
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
KADAYIF
EKMEK
-
1
ekmek kadayıfı
-
1
kilo toz şeker
-
1
litre su
-
Nohut
kadar iki limontuzu
-
250
kaymak
-
İstenirse ceviz ve fındık
-
Alınan ekmek kadayıfı bıçakla kenarlarında kırmadan
ayrılır. Ayrılan bu kadayıf ayrı ayrı iki tepsiye
konularak kaynatılan sıcak su yumuşatılır. Kadayıf
sıcak suyu emince büyümeye başlar. Kadayıf büyüyünce
fazla suyu tepsiden süzülerek kadayıfta kalan fazla
suları almak için bezle üzerine bastırılarak iyice
suyu alınır.
-
Suyu alınan kadayıf ikisi üst üste konularak kalın
kadayıf tepsisine konur bir kapta hazırlanan ve
içerisine limon tuzu konulan şeker şerbeti
kaynatılarak ekmek kadayıfının üzerine dökülerek kısık
ateşte tepsi çevrilerek pişirilir.
-
Soğumaya bırakılır soğuyunca bıçakla istenildiği
şekilde kesilerek üzerin önce kaymak sonra ceviz veya
fındık ekilerek servis yapılır.
|
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU Hayat Hikayesi |
- GAZZE AĞLAMASIN
- Körpecik serçeler ki can veriyor feveran ederek
- Kan kokulu idam sehpasında gül açıyor bedenler
- Melekler bile dua ediyor arş-ı göğüsleyerek
- Ölüm damıtan huzmelerinde dirilerek can bulsun
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Her fecir vakti umutlar karanfil koksa da Gazze de
- Esrik şarkılar söylenirmiş dudaklarda çaresizce
- Yetim kalıyor hayatlar geceyi korkutan gözlerde
- Bu çığlıklar ki kâinatta yalan olarak kalmasın
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Peykanlarından süzülen güller yıldızlar kadar parlak
- Düşlerin sükûtunda çocuklar bakıyor ağlayarak
- Taş atan ellere ölüm busesi kondu haykırarak
- Kor suretinde harabe olmuş hayatlar bir son bulsun
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Kıyamet günüdür yanağa dokunan ölüm busesi
- Sulh’e sıkılan her kurşun sesi şehitlik mertebesi
- Özgürlüğe hicret ediyor sevdalı minik yürekler
- Bezgin çığlıklar gün ışığında süveydama yar olsun
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Kâğıdım mezar ve kalemim kefen oldu bana Gazze
- Müsvette ağıtlar yakılır ölüm yağan gecelere
- Yalvaran bakışlar var harabe olmuş şehla gözlerde
- Şakaklara düğüm atmış ölüm çığlıkları olmasın
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Puslu korkular ukdelerinde gizlenir ya gecenin
- Zişan zirvelerdedir çocukça kurulan tüm hayaller
- Ki talan edilmiş hayatlar gibidir üryan yürekler
- Ölüme gebeyim dostlar ıssız mezarım hazırlansın
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- 27. 01. 2009 / GAZİANTEP
|
|
|
|
|
|
13 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Adile TÜRKMEN |
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi |
NE OLUR
Sen bana elveda dedikten sonra
Dönsen ne olur,dönmezsen ne olur.
Uğruna göz yaşı döktükten sonra
Silsen ne olur,silmesen ne olur.
Kader böyleymiş hiç gider mi ağırıma
Felek hançerimi vurdu bağrıma
Ben öldükten sonra kabrime,
Gelsen ne olur,gelmezsen ne olur.
Bir ömrü boşa harcadık
Her şey yanlışmış çok geç anladık
Nasıl olsa aşkımız bitiyor artık
Sevsen ne olur,sevmezsen ne olur.
Solmuş çiçek gibi yandık kavrulduk
Ayrılık ateşiyle kül olup savrulduk
Kurudu gülümüz dikenle avunduk
Dersen ne olur,demezsen ne olur.
|
|
|
|
|
|
14 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Necati ÇAVDAR |
Necati ÇAVDAR Hayat Hikayesi
|
- GÜNEŞİ GETİRİRİM
- Beynin patlarken sıcaktan,
- Vücudun erim erim erirken,
- Uçarken buharın yağ misali,
- Dudakların; suya hasret,
- Ağustos’ta toprak gibi;
- Park park bölündüğünde...
- Söndürür yüreğimde Güneş’i;
- buz yapar,
- Sana, can katan rahmeti getiririm.
- Günahların artınca birden,
- Kararınca kalpler kirden,
- Güneş ile yakar, arıtırım kirden.
- Yolunu şaşırdığında;
- Zifiri karanlıkta kaldığında,
- Boş verince zamana, kendine
- Halledemediğinde girift sorunları,
- İçinden çıkamadığında meselelerin,
- Dumandan görünmeyince alem
- Aydınlatmak için yolunu,
- Güneşi getiririm.
- Düşünce bedbinliğe;
- Hafakanlar basıp
- Sıkıntıdan patladığında,
- Ümitleri tüketip,
- Kenarına geldiğinde uçurumun,
- Yüzümü sana, kalbimi
- Çeviririm ona,
- Aydınlatmak için ay gibi seni,
- Ödünç alırım ışığı,
- Güneşi getiririm...
- Kışın;
- Buz kesip donduğunda,
- Bulutlardan süzer, yıldızlardan toplarım,
- Kar kristallerinden biriktiririm,
- Yüreğimde ısıtır,
- Sımsıcak güneşi getiririm.
- Kızgın harları yüreğimde soğutup,
- Seni yakmasın diye,
- Kendimi tutar eritirim,
- Sana; hep ilk yaz güneşini getiririm....
- Temmuz l997 ANKARA
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
135 SAYI 25 Mayıs 2010 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |