 |
YIL 11 SAYI 133 25 Mart 2010 |
 |
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL
SENDEN NE DİLESEM YA HABİBİ!
-
Mustafa Nevruz SINACI ERMENİ YASASI DİKKATSİZ BİR ADIM
Mahmut Selim GÜRSEL HACI ALİ KAZANCI
-
Müslüm TUNABOYLU HALK İLE KENTLİLER ARASINDAKİ BOZUK DENGEYİ
EŞİTLEMEK İÇİN “KÖY ENSTİTÜLERİ”
-
Mustafa Nevruz SINACI MEŞRUİYET VE MEŞRUAT
-
Üzeyir Lokman ÇAYCI DUA PARTİDEN’DEN UZAKLAŞANLAR ALLAH’A
YAKINLAŞIRLAR !
-
Atilla ALPAY ESKİ PARALAR
-
Aydın ORHUN HAYATIN NE ÖNEMİ VAR…
-
Selma GÜRSEL PANCARLI
-
Ahmet CANBABA MERHABA
-
Serkan ÖKÇE MERCİMEK KÖFTELERİ
-
Necati ÇAVDAR MERHABA
-
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
SENDEN NE DİLESEM YA HABİBİ!
Senin dünyaya
teşrif ettiğini ve yakın yıllar içerisinde Mevlit Kandilini
kutladığımız bu ay içinde senden Allah’ın emri ve sana verilen
yetki ile şefaatini istesem acaba kabul eder misin?
Bu göründüğü hilalin
aylar olarak takvime döküldüğü; Müslümanların ve bazı
milletlerin kullandığı kameri ay içinde dünyaya teşrifinin
gününü bilinmemesinin sebebi bilinmemesindeki hikmetin
anlaşılması için çaba gösterenlerden birisi olmamı düşünerek
senin adını anmama müsaade eder misin?
Ey bu kâinatı yaratan
yüce Allah’ımın “Ya Habib’im!” dediği Peygamberim olarak beni de
Kevser’inden su içmeye davet eder misin?
Ey kâinatın sahibi
Allah’ım! Onun yüzü suyu hürmetine bu dünyada olduğunu bilen ve
inanan kullarından birisi olarak beni de Habib’inle yakında
yüzleşmem için müsaade eder misin?
Ey cihanın son
Peygamberi! Sevdiklerini senin sancağının altında toplarken yüce
huzurda, bizler için Allah’ıma af, af diye bizlerin selamete
çıkması için yalvaran. Yüce insan! bizi de sancağının etrafına
kabul eder misin?
Ey bu yer! Ey gök! Ey
bu seher vaktinin zamanını ayarlayan şahit ol! Ben Allah’ımdan
af diler, Onun Habib’inden de şefaat dilerken bu sanal satırlar
olarak bu satırları okuyanları da şahit olarak dinler misin?
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- ERMENİ YASASI DİKKATSİZ BİR ADIM
- "Musevilere ilişkin soykırımın tanınmasının yasal temelini
Nürnberg Mahkemesi'nin kararlarına dayandığını" belirten Chandernagor, daha
sonra kabul edilen Ermeni yasası için Fransa Parlamentosu'nun elinde bu tür
yasal dayanak bulunmadığını vurguladı. Fransız yazar, Musevilerle ilgili
yasadan sonra Ermenilerle ilgili bir yasa kabul ederek parlamentonun
"dikkatsiz bir adım attığını" vurgulayan Chandernagor, "Fransız
parlamenterler, burada kendi tarihlerini değil, başka bir ülkenin tarihini
yazmaya kalktılar" ifadesini kullandı. Parlamentoların tarihle ilgili yasa
yazmanın kötü bir örnek olduğunu belirten yazar, şunları kaydetti: "Bu tür
yasaları kaleme almak, tarihi ve mali açıdan parlamentolar için zahmetsiz,
ancak bu durumun daha sonra tarihçilere faturası pahalıya mal oluyor. Çünkü
tarihçiler, artık bu olaylar konusunda araştırma yapamıyor. Yaptıkları
takdirde, kendileri aleyhine açılacak davalarla muhatap olmak zorunda
kalıyorlar. Fransa'daki Asya kökenli Fransızları mutlu etmek için de yasalar
mı çıkartalım? Bu tür girişimler, lobi ve baskı gruplarının parlamentolar
üzerinde baskı ve etkilerini artıyor, tarihle ilgili tartışmaların önünü
kesiyor."
- Fransa'nın ünlü 19 tarihçi ve yazarı, önceki gün gazetelere
verdikleri ilanda, tarihçilerin karar vermesi gereken konularda daha önce
çıkan yasaların kaldırılmasını istemişlerdi. Tarihçilerin, yürürlükten
kaldırılmasını istedikleri yasalar arasında, sözde Ermeni soykırımının
tanınmasını öngören yasa da bulunuyor. Gazetelerde çıkan ilanda, şöyle
denilmişti: "Tarih, dogma kabul etmez. Tarih, din değildir. Tarih, ahlak da
değildir. Tarih, yasağı ve tabuyu kabul etmez. Tarih gerçeğe dayanır ve sadece
somut gerçekleri baz alır. Tarihçinin asla ve kesinlikle kınama ve/veya
yüceltme rolü yoktur. Tarih, güncelin ve siyasetin kulu, kölesi kölesi
değildir.Tarihçi dosdoğru, onurlu ve ilkeli olmak ve belgelere dayanmak
zorundadır. (devamla) Demokratik ve özgür bir ülkede, ne parlamento ne de adli
merciler, gerçek tarihi kanıtlayabilir. Bu nedenlerle uygarlığa da,
demokratik rejime de yakışmayan bu yasaların iptalini istiyoruz." 13 Temmuz
1990 tarihli "ırk ayrımı ve Yahudi karşıtlığı" başlıklı yasa, 21 Mayıs 2001
tarihli "kölelik" kanunu. 29 Ocak 2001 tarihli sözde "Ermeni soykırımı" yasası
ve 23 Şubat 2005 tarihli (Fransa’da) "sömürgeciliğin olumlu yanlarının
okullarda öğrencilere öğretilmesi" başlıklı yasa, tarihçilerin iptal
edilmesini istedikleri yasalar arasında yer almaktadır” dedi ve günümüz
koşullarında Fransa örneğinin daha da açılması ve bütün ayrıntıları ile
incelenmesi gerektiğine işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
-
FRANSA'DAKİ TARTIŞMA
- “Fransa'da sömürge yasasına karşı ilk kez yaklaşık altı ay
önce tarih öğretmen’ leri yıllık kongrelerinde bir bildiri yayınlayarak sert
tepki göstermişti. Sömürgeciliğin olumlu yanlarının kabul edilmesi ve bunun
okul müfredatında da yer almasına ilişkin yasa şubat ayında kabul
edilmişti.Meclis, geçen ay bu yasanının kaldırılmasına ilişkin muhalefetin
verdiği yasa teklifini reddetmişti. Kamuoyundan ve eski sömürgelerden gelen
tepkiler üzerine Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, geçen hafta yaptığı açıklamada,
"Tarihi yazmak tarihçilerin işidir" derken, Başbakan Dominique de illepin,
"Parlamentoların tarihi yazamayacağı" görüşünü dile getirmişti. Bu arada,
yasanın kaldırılması için bir internet sitesi tarafından açılan imza
kampanyasına, şu ana kadar 18 bin kişinin destek verdiği bildirildi.”
- Böylece, 2005 yılında tırmanan “Ermeni Soykırımı” konusunda en
objektif ve tarafsız iki toplantının cereyan tarzı, biçimsel yapısı ve yapılan
görüşmeler konusunda bütün ayrıntıları açıklamış olduk. Bu yazıyı Gazetemiz
ANAYURT’un objektif habercilik, ilkeli ve tarafsız (Millet, Devlet ve Milli
Davalardan Yana) yayıncılık prensibinin somut bir belgesi olarak, arşivleyip
saklamak gerekir. Taktir sizin.
- KISSADAN HİSSE :
- GERÇEK SOYKIRIMLAR VE PSİKOLOJİK SAVAŞ
- Yukarda yazılan ve bütün taraflara açık bir konferansta
özgürce dile getirilen görüşler, belgeler, sergi ve analitik değerlendirmeler
göstermektedir ki; Özellikle dış destekli dahili ihanet şebekeleri tarafından
gündemde tutulmaya çalışılan ‘’Ermeni soykırımının’’ aslı, esası ve bilhassa
“hukuki bir dayanağı yoktur”
- Hatırlanacağı üzere; Almanya Hiristiyan Demokratlar Birligi
CDU genel başkanı Merkel Nisan ayında federal meclise, Türklerin Ermenilere
1915’ de yaptığı “sözde katliamı anmak için” bir önerge vereceklerini
bildirdi. Bu önergenin hukuki temeli olmayıp esas nedeni kamu oyunun
Türkiye’nin AB üyeliği ekseninde, süreci yanlış yöne saptırma, Ermeni
çıkarlarına hizmet ve oyalama taktiği ile yıllardır süregelen “psikolojik
savaşı” tahkimden başka birşey değildir. Netekim öyle de oldu. Ancak,
- Demokrasi ve adalet’in yaşandığı “hukuk devletlerinde” ceza
kesilmeden önce;
- Suçun hangi hukuki tanıma göre verildiği hakim tarafından
gerekçelendirilir ve okunarak açıklanır. Yerel ve uluslararası hukuk (hukuk-u
düvel) bunu emreder. Örneğın: “suçu” hafifletici ve ağırlaştırıcı nedenler
varmı’ dır? Kamu vicdanı ne durumdadır savaş veya barış ortamı varmıdır?
Vatana ihanet, nefsi müdaafa söz konusumudur? Ülkeden toprak talebi veya
silahlı ayaklanma varmıdır., bu ve benzer bütün unsurlar dikkatle araştırılır,
incelenir ve değerlendirilir. Bunların hiç birini veya bir kısmını göz önünde
bulundurmadan birisini veya birilerini yargılamaya kalkarsanız kanunsuz ceza
vermiş oluırsunuz, ki buda tüm ceza kanunlarının ilk unsuru olan;
- “Hiç kimse kanunsuz cezalandırılamaz, kanunlarda açıkça
yazılıp, tanımlanmış olmadıkça hiçbir eylem, söylem veya iddia suç sayılamaz,
suçu ispatlanmadıkça ve hüküm tesis olunmadıkça hiç kimse suçlu sayılamaz”
İlkesine ters düşer. Yoksa, herkes her önüne gelene, senden şu kadar alacağım
var, veya bana şunu yaptın deyıp “iddia” bazında dava açamaz ve ceza
kestiremez. Kanunsuz ceza kesen hakim, suç işlemiş sayılır. Kanuna, (tarif
edilen suça) uymayan, Orhan Pamuğun yaptıgı gibi ileri sürülen ve iddia edilen
suçlama ise iftiradır, ki bu da kovuşturma nedeni olup; Açık bir suçtur.
Cezasız bırakılamaz. Vatana ve millete karşı “ihanet” bağlamında “basın
yoluyla” işlenmiş bir suçun “fikir özgürlüğü” ile irtibatı kurulamaz. Hukukun
öncelik ve mutlak üstünlüğünü tanıyan herkes bunu böylece kabul etmek
mecburiyetidedir. O halde bayan Merkel’ in kast ettiği o zamana dönelim ve
duruma bir bakalım.
- Yıl 1912, İtalyanlar, Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ ı
işğal etmiş, Güney ve Batı Anadolu Fransızlara; Suriye, Adana, Mersin
ingilizlere; Ege bölgesi Yunanlılara; Boğazlar ve Doğu Anadolu Ruslara vaad
edilmiş ve ülke şimdiki Irak gibi resmen işgal altındadır. 1915’de İngilizler
Çanakkale’ye dayanıp Osmanlı’yı kıskaca almaya kalkışmışlardır. Bu sıra,
Ermenilere’de Doğu Anadolu’da kurulacak bir Ermenistan vaad edilmiştir. İşte
tam bu vahim süreçte Ermeniler kendilerince, vatandaşı oldukları Osmanlıya
karşı “haklı olduklarını sandıkları” bir savaşa girişmişlerdir.
- Milleti sadıka sıfatıyla Ermenililer bu savaşta Osmanlıya
karşı isyan ve ihanet ederek, işgalcilerle bir olup, özellikle Ruslarla ve
Fransızlarla beraber, Türkleri içerden ve arkadan hançerlemekten asla
kaçınmamışlardır. Ermenililer Antep kuşatmasında fransızlara birlikte Türklere
karşı nasil savaştıklarını, “bir dizi kahramanlık hikâyeleri biçiminde” yazmış
ve yayınlamışlardır.
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
HACI ALİ KAZANCI
1970 li yıllarda bir toplantı yerinde karşılaştık. Bu günkü gibi
aynı çehre ve cüssede idi. O günden sonra Çorum’da karşılaştıkça
birbirimize selamlaşma ve hal hatır sorma ile geçen uzunca bir süre
geçti.
Ortak bir arkadaşımızın söylemesi ile de sergi açtığını öğrendi.
Sergi salonuna da yakın olmam sergiyi görmem için güzel bir vesile
idi. Sergi salonuna girdiğimde ortak tanıdığımız bir öğretmen
arkadaşımızdan müsaade isteyerek hızlı adımlarla yanıma geldi.
Hayırlı olsun temennisi ile sergisini resimleyerek dergilerimde
yayınlamak istediğimi söyledim. Her sanatkâr gibi o da memnun oldu.
Çorum Güzel Sanatlar galerisinde açtığı sergisine katkılarından
dolayı eşine, çocuklarına, ailesine ve emeği geçenler ile sergisini
ziyarete gelenlere teşekkür etti.
Kısa hayat hikayesi:
“Hacı Ali KAZANCI
06/06/1952 tarihinde Çorum’da doğdu. İlköğretimini Çorum Zafer
İlkokulunda yaptı. Lise öğrenimini Çorum Öğretmen lisesinde
tamamladı.
1971 tarihinde göreve başladı. 36 yıl eğitim ordusunun bir neferi
olarak hizmet verdi ve 207 tarihinde emekli oldu. Emekli olduktan
sonra ahşap el sanatları ile uğraşmaya başladı. İlk çalışması bir
“kağnı” onu diğer çalışmalarını yapmaya itti. Halen çalışmalarını
sürdüren Hacı Ali KAZANCI Çorum kalesi, Semerciler çarşısı,
Yemeniciler çarşısı çalışmalarınıda düşünmektedir.” |




























 |
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
|
HALK İLE KENTLİLER ARASINDAKİ BOZUK DENGEYİ
EŞİTLEMEK İÇİN “KÖY ENSTİTÜLERİ”
Bugün 17 Nisan 2010.günümüzden tam
yetmiş yıl önce TBMM de kabul edilen bir kanunla halk ile kentliler
arasındaki bozuk dengeyi eşitlemek için Köy Enstitüleri adı altında
yeni bir Eğitim ve Öğretim Kurumu kurulmuştur.
Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan
döneminde yani 1936 yılında köy halkına pratik bilgi vermek amacı
ile köy eğitmeni projesinin uygulanmasına başlanır.Askerliğini
onbaşı yada çavuş olarak yapan gençler,Tarım Bakanlığı”nın işbirliği
le ,modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme
Çiftliği “nde bir süre eğitildikten sonra köylere
gönderilir.Amaç,köye hem bir öğretmen hemde modern tarım araçları
ve yöntemlerini sağlamak.Uygulama umulanın üzerinde başarılı
olmuştur.Uygulama için gerekli olan bütçe olanakları yeterli olmasa
da,projenin sağladığı üretim olanakları uygulamayı olumlu yönde
sürüklemektedir.
İsmail Hakkı TONGUÇ yönetiminde
başlatılan uygulama olumlu gelişme gösterince 1937 ve 1939
yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi
geliştirildi. Kırsal kesime uygulanan bu eğitim projesi daha sonra
KÖY ENSTİTÜLERİ için uygun koşullar yaratmıştır.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel
TBMM de yaptığı konuşmada,Köy Enstitülerinin
özelliğini,diğerlerinden bazı farklılıklarının bulunduğunu
vurgulayarak “Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik.Çünkü
evvelce bu isimde müesseseler vardı.Bunları yani Köy Enstitüleri ni
onlara bağlamak istemedik.”Yasa karşıtları Köy Enstitüleri ni
kentten uzak kalmış yeni bir sınıf yaratacağı konusunda kuşkularını
belirtmişlerdir.Bakan Yücel iddiaların hayalden ibaret
olduğunu,enstitülerin genellikle kent yakınlarında kurulacağını
,uygulamanın sonunda karşıt görüş sahipleri yanıldıklarını
anlayacaklardır.”demiştir.Bir iş okulu olması nedeniyle köylünün
emeğinin uygulama ile sömürüleceğini belirten karşıtlarla mücadelede
başarı gösteren Yücel,15 yıl gibi bir süre içersinde Türkiye de ki
öğretmen açığının kapatılacağını ,eğitim ve öğretimde yeni bir
hamlenin yapılması gerektiğini ısrarla vurgulamış ve 17 Nisan 1940
da tasarı yasalaşmıştır.
Köy Enstitüleri geniş arazi üzerinde kurulmaya başlamış, köye
öğretmen yetiştiren bu müesseselerin kuruluşunda köy çocukları çok
büyük görevler üstlenmişlerdir.Devletin bu eğitim ve öğretim
yuvalarını kendi olanakları ile tamamlaması mümkün
değildir.Öğrenciler çeşitli iş dallarında fiziki gelişimine göre
görev almışlardır.Yeni yapılacak olan bir yatakhane yada derslik
için gerekli olan,kireç,tuğla,kiremit,kapı,pencere üretimi usta
öğreticilerle birlikte öğrencilerce üretilmiştir.Enstitüye yakın
bir yerde kiralanan yeterli bir alanda tuğla üretimi
gerçekleştirilmiştir.
Kireç yapımı için önce taş
ocaklarından taş sökme,sökülen taşların fırınlarda yakılması daha
sonra söndürülmesi olayı kimya dersi için en güzel bir deney
olmuştur.Köy Enstitüleri nde öğretmen adayları kültür derleri
yanında çeşitli iş dallarında görev alarak okulda kullanacakları
barınakları kendileri yaparak,devlete önemli ölçüde mali destek
sağlamıştır.
Yurdun çeşitli yörelerinde kurularak
sayıları artan köy enstitüleri çevresinde ki köylerde ufakta olsa
derslikler inşa etmişlerdir.Bazı yerleşim birimlerinde öğretmen
lojmanları yapılmıştır.Enstitüler yalnız kendi sahası içinde değil
yörede de sosyal yardım çalışmalarını üstlenmiştir.Meydana gelen
depremlerde ise acilen yöreye yardım ekipleri gönderilerek tahta
barakalar yaparak deprem zedeleri barınaklara
kavuşturmuşlardır.Yardımlaşma Köy Enstitüleri arasında da
gerçekleştirilmiş,köye dönecek öğretmenin karşılaşacağı sorunları
kendi kendine çözümlemesi becerisine ulaşması sağlanmıştır.
1942-1943 Öğretim Yılında Köy
Enstitülerine öğretmen,bölge okullarına yönetici,gezici
başöğretmen,İlköğretim Müfettişi yetiştirmek için Hasanoğlan Köy
Enstitüsünde Yüksek Köy Enstitüsü kurulmuştur.
Zamanla sayıları 21 e yükselen Köy
Enstitülerinden 1944 den itibaren yılda 2000 öğretmen mezun
etmeye başlamıştır.. . Köylere gönderilen öğretmene tarım araç ve
gereçleri ile üretimden yararlanmak üzere,bağ,bahçe ve bir miktar
tarla verilmiş,okulların bitişiğinde uygulama bahçeleri
oluşturulmuştur.Öğretmenin okuldaki iş bölümüne göre mezun olduktan
sonra kullanması için marangoz yada demirci için gerekli körük,örs
gibi araçlar sağlanmıştır.Kültür derslerinde yararlanması için
öğretmene,mezun olurken belli oranda kitap,ansiklopedi de
sağlanmıştır.Bunan yanında beşinci yıl tamamlanmadan öğrenciler
trenle diğer bölgelere düzenlenen gezilerle komşu yöreler hakkında
bilgi sahibi yapılıyorlardı.
Köy Enstitüleri modeli daha başında iken ülkeye bu kurumlar
16400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen
yetiştirmiş olmasına karşın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel
,karşıtları tarafından mecliste zaman ,zaman topa tutulmuştur.
1928 de ki Harf Devrimi,Köy Enstitülerinin verdiği mezunlarla
kırsal alanda başlatılan okuma-yazma seferberliği kısa sürede ülkede
okur-yazar insan sayısının armasını sağlamıştır.Bu alanda köy
eğitmenleri ile köyden yetişen öğretmenlerin kırsal alanda açtıkları
halk dershaneleri ile yeni yönetime umulandan çok katkı sağlamıştır.
Köy çocuklarının beş yıl gibi bir süre içinde öğretmen olmaları
kentlerde yaşayanların ilgisini çekmiş,önce yalnız köy ilkokulundan
mezun olan çocukların alındığı okullara,sonradan köy ilkokulundan
diploma alanların yararlanması sağlanmış,böylece köy çocuklarının
kontenjanlarına ortak olunmuştur.
Ülkede çok partili hayata geçiş,Köy
Enstitülerini karalama ile başlamış,adeta karşı tarafta etkili
olabilmek için bu eğitim yuvaları akıl almaz suçlamalarla karşı
karşıya kalmış,dönemin yazılı basını ise kentsel alandaki
vatandaşları Köy Enstitüleri gerçeği konusunda yeterince
bilgilendirememiştir.
14 Mayıs 1950 de yapılan
milletvekili seçimleri sonucu Demokrat Parti iktidar olmuş,ilk
meclis toplantısında Atatürk Devrimlerinin yara aldığı
gözlenmiş,.Okulları kapatacağız propagandasının sağladığı başarı
sonrasında Köy Enstitüleri dönemi kapanmıştır.Birkaç dakikalık bir
zaman tüketimi sonrasında sanırım Köy Enstitüleri nin başarıları
konusunda azda olsa bir bilgi sahibi oldunuz.
Kırsal alanda yaşayan biri olarak
bende Köy Enstitüsünde beş yıllık bir Eğitim ve Öğretime tabi
tutularak 1947 yılında kırsal alanda öğretmenliğe başladım. Köy
Enstitüleri olmasa idi benimde bir eğitimci olmam mümkün değildi.20
bin dolayındaki köy çocuğunun Köy Enstitüleri sayesinde Türk Eğitim
emekçileri ordusuna katılması bir başarıdır.
Sözlerimi bağlamadan bir konuya değinmek istiyorum.Köy
Enstitülerinin kuruluş döneminde Çorum”a gelerek incelemelerde
bulunan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı TONGUÇ,Kastamonu Gölköy
Köy Enstitüsünde ilk Çorumlu öğrenciler kadrosunu
oluşturmuştur.Enstitünün ilk mezunlarından olan Şakir Demir
Mecitözü”nün Kışlacık Köyünde üç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne alınmış,Hacı Uçak yine Mecitözü
nün Çıkrık Köyünde görev almış,yakalandığı hastalıktan
kurtulamayarak çok genç yaşta yaşamını yitirmiştir.
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı
Tonguç un Çorumdaki bir eğitim kurumuna adının verilmesi geçte olsa
bir vefa borcudur diye düşünüyorum Okurlarıma saygılar sunuyorum. |
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
MEŞRUİYET VE MEŞRUAT
Meşru: Haram ve yasak olmayan; Hak
edilmiş, adalet ahlâkı ve hukuka uygun olan..
Meşruiyet: Sosyal bilimler literatüründe, meşruiyete ilişkin
tartışmalar genellikle Max Weber'in otorite ve meşruiyete ilişkin
çözümlemeleriyle başlar. Weber: "Tecrübelerimiz bize göstermiştir
ki, hiçbir otorite sistemi, sadece maddi, duygusal veya ideal
motiflere dayanarak sürekliliğini sağlayamaz. Bütün bunlara ek
olarak, her otorite sistemi meşruiyetine ilişkin bir inanç
oluşturmak ve beslemek gayretindedir" der. Görüşlerinde iki unsur
dikkat çekmektedir:
1. Meşruiyeti siyasi rejimlerin
yaşaması için en önemli faktör olarak görmekte;
2. Meşruiyet kavramını tanımlarken
inanç unsurunu esas almaktadır.
Bu genel tespitler çerçevesinde üç tip hâkimiyet veya otorite
tipini ayırt eder.
Geleneksel, karizmatik ve hukuki-rasyonel otorite… Geleneksel
otorite, bir toplumda uzun zamandan beri yaşayan geleneklere
dayanırken, karizmatik otorite bir liderin olağanüstü
özelliklerinden kaynaklanır. Karizmatik otorite tipinde halk liderin
sahip olduğu bir takım nitelikler dolayısıyla ona biat ve itaat
ederken, geleneksel otorite tipinde halkın yöneticilere itaat
etmesinin nedeni, siyasi iktidarın geleneklere uygun olarak iktidara
sahip olup kullandığına dair olan inançtır. Hukuki-rasyonel otorite
tipinde otorite rasyonel bir hukuk sisteminin sonucudur. Bu otorite
tipinde, insanlar geleneksel olarak saygı gören bir şefe veya
karizmatik bir lidere değil, bir dizi soyut, genel ve kişilik dışı
kurala bağlılık gösterir. Modern dünyada geçerli olan otorite tipi
hukuki, adil-rasyonel otoritedir. Weber'in çözümlemesine göre siyasi
iktidarlar yönetilenlerin rızasını talep ederken adeta şöyle
seslenmektedirler:
Geleneksel şef: Bana itaat et, çünkü
halkımız yüzyıllardan beri şeflerine itaat etmiştir.
Karizmatik lider: Bana itaat et,
çünkü ben senin hayatını değiştirebilirim. Hukuki-rasyonel yönetici:
Bana itaat edin. Çünkü ben sizin, adalet ve hukuka uygun olarak
seçerek atadığınız yöneticinizim. Dikkatli incelendiğinde,
meşruiyetin hukukilikle aynı şey olmadığı anlaşılır. Hukukilik;
hukuk ve kanunlara uymaktır. Yöneticilerin anayasa ve kanunlara
uymaları, “o yöneticilerin” yönetilenler gözünde meşru olduğu
anlamına gelmez. Bir başka deyişle, yöneticilerin karar alırken,
emir verirken pozitif hukuka uygun olarak davranmaları onların
meşruiyetini kanıtlamak için yeterli değildir.
Neticede meşruiyet: Kanunların,
(insan-hayvan, bilcümle doğa varlıkları ve çevresel unsurlar dâhil
olmak üzere) genel ve nesnel bağlamda evrensel hak, (görev-ilke,
sorumluluk) adalet ahlâkı ve hukuka mutlaka uygun olması; Anayasa’ya
aykırı olmaması ve Anayasa’nın da “kesinlikle ve asla” temel insan
haklarına aykırılık taşımamasıdır.
Meşruh: Şerh olunmuş. Anlatılmış,
açıklanmış ve izah olunmuş.
Meşruhât: Meşruat kelime ve
kavramının yerine geçmek üzere kullanılır. Bir hüküm, karar veya
eylemin meşruiyetine dair izahlar, açıklamalar ve bu meyanda
yazılanlar demektir.
MEŞRUAT: (Objektif ve orijinal
kelime, kavram) Hak ve meşru olanı beyan ve onay. Haram, yasa dışı
ve yasak olmayan. Olaylar, hüküm, kanun, karar ve mütedair eylem;
Yasa taslak ve tasarıları dâhil olmak üzere: “adalet, hak ve hukuk’a
uygun” olunduğuna dair yazılı veya sözlü beyan. Adalet, hak ve hukuk
(kanaat) önderleri tarafından verilen/konulan şerh.
BUNA GÖRE: TC’nin 37 yıl istikrar ve insicamla uygulanan, en
uzun ömürlü ve tek sivil; “Kurucu (1924) Anayasası” varken, sözde
yeni bir sivil anayasa arayışları nedendir ve bu istemin aslı, esası
nedir? Üstelik 608 (613) suç dosyası ve içtüzük hükümleri
uygulandığı takdirde % 80’i devamsızlıktan (görevini yapmamaktan)
“düşük”, dokunulmazlık zırhları ile ancak korunabilen parlamenter
ile… Bu olacak şey değil!.. Diğer konular da hakeza… Üstelik!
Doğruların, dürüstlerin, hakkaniyet, adalet ve hukukun itibar
görmediği, ilke, onur ve erdemin kabullenilmediği, zekânın ayaklar
altına düştüğü, yüceliğin takdir edilmediği ve alkışlanmadığı,
doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulduğu; iyi'den, doğru’dan,
haklı’dan (bons sens) onurlu ve sorumludan yana olanların değil;
güç ve güçlüden yana olanların savunulduğu bir yer, dönem ve
zamanda…
Aslında çarpılan, bozulan, çürüyen,
yozlaşan ve dağılan düzeni imar, ıslâh ve tamir mecburiyeti
varken!.. Ey!... Parlâmenterler, kendinize gelin...
E.POSTA : gercek.demokrat@hotmail.com
WEB : http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com,
POSTA : PK, 118 [ 06 442 ] Yenişehir/ANKARA
NOT : Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına
izinlidir.
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
|
- DUA PARTİDEN’DEN UZAKLAŞANLAR ALLAH’A
YAKINLAŞIRLAR !
-
Halil Efendi oldukça dindar, çevrede
sevilen bir kişi idi. Almanya’dan izine gelen Necmi’yi ve ailesini
evine davet etmişti. Necmi eşini ve çocuklarını hasta olan babasının
yanında bırakarak davet üzerine yola koyuldu. Kapının zilini çaldı.
Halil Efendi’nin hanımı kapıyı açtı. Zahide Hanım Necmi’yi görünce :
-
-«Buyur … Buyur… Hoş geldin, sefalar
getirdin Necmi Bey. Bizi ihya ettin. Şu an beyim ve komşularımız
salonda namaz kılıyorlar…» dedi.
-
Necmi evin salonuna girdiği anda
onlar dua etmeye başlamışlardı. O da onlara katılarak oturduğu yerde
ellerini kaldırdı. Halil Efendi :
-
-Partiden’den uzaklaşanlar Allah’a
yakınlaşırlar... Ya Rab! Ülkemizi, Devletimizin Milli bütünlüğünü
tartışılır hale getiren, yolsuzluğun, haksızlığın, adaletsizliğin ve
zulmün odağı haline gelen, bizi huzursuzluklara gark eden Parti
yöneticilerini, Partiden’li bakanları, Partiden milletvekillerini,
Parti’ye destek olan gazeteci ve yazarları, din adamlarını,
bürokratları, Parti’ye oylarını veren insanları, sana havale
ediyoruz, hepsini gerektiği şekilde cezalandır Allah’ım!
-
Zor günleri yaşıyoruz. Üstelik
sıkıntılarımız ve acılarımız görmezlikten geliniyor!
Olumsuzluklarını, haksızlıklarını ve zulümlerini tozpembe gibi
göstermeye çalışıyorlar. Elazığ’da, Diyarbakır’da, Adıyaman’da,
Tunceli’de, Van’da, Bingöl’de, Erzurum’da, Niğde’de, Konya’da,
Edirne’de velhasıl yurdumuzun birçok yerinde şu an açlıktan,
yokluktan, hastalıktan ölenler var
-
Evlerine bir dilim ekmek dahi
girmeyen vatandaşlarımızdan habersiz ve Ülkemizi her gün 110 milyon
dolar faiz ödemeye mahkûm eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Onlar
devletimizin imkanlarını Kongo yollarında harcıyorlar.
-
Giydikleri elbiselere,
parmaklarındaki yüzüklere, çoğu Mercedes olan 87 bin 130 adet
araçlara, keyifleri için kendilerine ayırdıkları bütçelere sen
vakıfsın Allah’ım!
-
Ya Rab! Kahraman subaylarımıza esir
düşmüş düşman muamelesi yaptıklarını duyuyoruz. Bunlar kötülükte,
zulümde, adaletsizlikte çok ileriye gittiler. Bunların hallerini ve
ahvallerini, milletimizden gizlediklerini ve sakladıklarını en iyi
sen biliyorsun, ordumuza, yurdumuza kötülük yapanları, iftiracıları,
onur kırıcıları, yaygaracıları, palavracıları, aldatıcıları sana
havale ediyoruz, dualarımızı geri çevirme Ya Rab!
-
Dua oldukça uzun sürmüştü. Namaz
sonrası orada bulunanların hepsi Necmi’ye «hoş geldin» dediler.
Halil Efendi de :
-
-Hoş geldin evlâdım! Geldiğini
duydum. Hemen çocukları sizin eve gönderdim. Bugün bizim misafirimiz
olsunlar, dedim. Niye hanımın, çocukların ve baban gelmediler? Necmi
:
-
-Halil Amca, belki biliyorsundur,
babam hasta! Epey sıkıntı çekti. Ağabeyim birçok ödül almış, oldukça
başarılı bir subaydı. Atatürk’ü seven, vatansever bir kişiydi.
Bugünkü iktidar sahipleri ülkesini sevenleri ve kahramanları
cezalandırma yolunda epey mesafe aldılar. Ağabeyime iftira ve
tertiplerle terörist damgası vurarak tutukladılar. Yani, Tarihi
Gelen Ergenekon sözcüğünü terörle özdeşleştirerek bir örgüt
ismiymiş gibi kullandılar. Bununla hem insanlarımızın zihinlerindeki
tarih sevgisine hem de insanların onurlarına tecavüzde bulundular.
-
Halil Amca, ne iş yaptığımı daha
önce söylemiştim. Almanya’da büyük bir gazetede hukuk danışmanı
olarak çalışıyorum. Ünlü Alman yazarlar bana:
-
-Ülkenizde cumhuriyet tehlikede!
Atatürk’e ve Atatürk’ü sevenlere büyük saygısızlıklar yapılıyor.
Adaletsizlikler dikkat çekici bir boyuta ulaştı. Bir hukukçu ve Türk
olarak ne düşünüyorsunuz?" diye sordular. Halil Efendi :
-
-Pekiyi onların bu sorusuna sen
nasıl bir cevap verdin? Necmi:
-
-Türkiye’de Partiden yanlısı bir
kişinin kendilerinden olmayan bir kişiye "Hangi asırda yaşamak
istiyorsan oraya git. Dünyada artık milletlere ve milliyetçilere yer
yok... dünya globalleşiyor aklını kullan, hislerini değil. Fazla
söze gerek yok... akıllı ol!» şeklinde hitap ettiğini... Allah’la
ilişkilerini kestiklerini ve kendilerini sadece çıkar için Müslüman
gösterdiklerini, bu kişilerin parayla dans ettiklerini, başka
hiçbir ilâhî ve insanî gerçeği tanımadıklarını" söyledim.
"Bunların makineleşen varlıklarında insanî değerler, insan sevgisi,
vatanseverlik, kardeşlik, dayanışma, millet, bayrak ve vatan yer
almamaktadır" dedim.
-
Üç yıldır hastalık nedeniyle
ülkemize gelemiyordum… Annem ağabeyimin tutuklanmasına dayanamadı
ve kalp krizi geçirerek öldü. Ben hasta halimle ancak cenazesine
yetişebildim. Halil Amca, bana çok dokundu annemi görememek… Anama
hastalığımı dahi üzülmesin diye söyleyememiştim. Ameliyat masasında
"Ya Rab bana, anama kavuşma izni ver… Ne olursun ALLAH’ım benim,
annemi bir defacık da olsa görmeden canımı alma" diye dua ettim.
Ama bir şeyler oldu, ağabeyim tutuklandı. Annem buna dayanamadı…
Babam ise, hem Ağabeyimin, hem de annemin acılarıyla çıkmaza girdi.
Vücudunun sol tarafı felç oldu. Kıbrıs gazisi ve emekli kurmay albay
olan babamı, yani dev gibi adamı bugünkü ikidar bu hâle düşürdü.
Doktorlar vücudunun sol tarafına felç inmesine hiç iyi bakmıyorlar…
Sana soruyorum bunlar Müslüman olsalardı, Allah ve Peygamber sevgisi
taşısalardı bu şekilde ordumuzun değerli mensuplarına,
vatanseverlere, kahramanlara ve ailelerine zulüm yapabilirler miydi?
Bunlar aile ocağımıza ateş düşürdüler. Halil Efendi:
-
-Müslüman demek eliyle, aklıyla,
diliyle, bedeniyle görevleriyle, sorumluluklarıyla canlılara zarar
vermeyen kişi demektir. Bir Müslüman hiç bir zaman aşağılık
kompleksine düşmez. Bak bunların durumlarına! Burunları havada,
kendilerini padişah veya kral gibi göstermek için ellerinden ne
geliyorsa yapıyorlar! Ne işleri var Dolmabahçe Sarayı’nda? Tarihi ve
tarihi eserleri kendi yerlerinde bırakmak yerine orada kendilerine
çalışma ofisi açtılar ! Pekiyi neler oldu sonra? Beşiktaş halkına
hizmet veren Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi iptal ettirildi.
Otobüs durağı kaldırıldı. Sadece Çankaya Köşküne 1 Ocak 2007 - 1
Temmuz 2008 tarihleri arasında harcanan para 33 milyon 939 bin 180
YTL... Ümraniye Dudullu'da, Sağmacılar bölgesi Hal-Otogar’da,
Zonguldak-Ereğli’de, Giresun'da, Siyavuşpaşa Caddesi’nde,
Denizli'nin Babadağ ilçesinde, Taraklı-Geyve’nin Kilhamamı
mevkiinde, Şişli’de çöken yolların, bunların haricinde yolları
olmayan köylerin ve öğretmensiz okulların hesabını kim verecek?
İngiliz gazeteleri Partiden yöneticilerinin Osmanlıcılık oynadığını
yazıyorlar ! Bunların bütün azâlarından günah fışkırıyor…
Ayaklarının biri yabancı ülkelerde, diğeri ise havada… Emperyalist
ülkelerin güdümüne girerek, dışarıdan aldıkları talimatlarla,
telkinlerle, baskılarla ülkemizde zulüm tezgâhları oluşturdular.
İktidara gelmeleri de, bugünkü varlıkları da, yarınlar için
ülkemizde kurgulayacakları da şaibeli bunların. Aldıkları kararlar
da, işledikleri suçlar da diğer halleri gibi kuşku uyandırmaktadır.
Referandum yoluyla veya Anayasa değişikliğiyle milleti oyuna
getirerek padişahlık rejiminin yollarını açmaya çalışıyorlar. Belki
biliyorsunuzdur, bütün diktatörler referandum yoluyla hedeflerine
ulaşmışlardır. Yani millete hile ile, "bizi cezalandırın, bizi
kullanın, bizi uyandırmayın, bizi ortadan kaldırın" dedirtmek
istiyorlar !
-
Haylaz bir çocuğun, elindeki sapanla
fırlattığı taş, kuşun kanadını kırar… Aynı taş yoluna devam eder ve
bir evin penceresinin camını kırarak içeri girer. Evdekilere korku
verir ve evdeki bir kişinin başını yaralar. Çocuk, haylazlık,
sapan, taş, kuş, kanat, ev, pencere, cam, kırma, girme, korku, baş,
yaralanma kelimeleri bir araya gelerek bir kaç eylemin varlığını
bize gösteriyor. Çocuğun kimliği, çocuğun eline sapan tutuşturanlar,
devlet, milli eğitim sistemi, işlediği suç, ciddi şekilde
sorgulanmadığı için suçlar ve olaylar değişik kişilere sirayet
ederek yayılıyor veya sürekli hâle geliyor.
-
Eğer konuyu sizin ailece
yaşadıklarınızla ilgili olarak ele alırsak, kendi vatandaşlarını,
kahramanlarını kendi partilerinin hedefi haline getirmeleri, iftira
ve tertip yapmaları, suçlamaları, hukuk dışı, anayasaya aykırı
tavırlar içinde bulunmaları sadece bir kişiyi etkilemiyor, onların
ailelerinı, eş ve çocuklarını, annelerini, babalarını da tedirgin
ediyor, hattâ ölümlerine de sebep oluyor. Halbuki haklarında mahkeme
kararı olmayan hepsi suçsuzdurlar. Pekiyi suçlu kim? : Elbette
suçsuz insanları, kahramanları hedef haline getiren, yıpratan, rezil
esen, öldüren veya ölümlerine sebep olanlar yani Partiden’li
yöneticilerdir.
-
Necmi : Yazdığım bir şiiri size
okumak istiyorum.
- Edirne tarihim
- İstanbul okulum
- Niğde’li hemşehrim
- Ankara huzurum
- Urfa’lı dostum benim...
-
- Diyarbakır’lı öğretmenim
- Bitlis’li gözüm
- Elazığ’lı aydınlık yüzüm
- Siirt’li yüreğim
- Adıyaman’lı özüm benim..
-
- Urfa beşiğim
- Maraş ışığım,
- Konya güneşim
- Denizli ahengim
- İzmir kardeşliğim benim...
-
- Bütün iller içimde birer bayrak
- Kazanıldı her birisi canla savaşılarak
- İsimlerimiz konuldu ezanlar okunarak
- Bayrak bizim, vatan bizim
- İstiklal Marşı bizim... din hepimizin...
-
-
Zahide Hanım usulca kapıyı açtı.
-
-Necmi Bey, biraz önce komşunuz,
babanızın durumunun ağırlaştığını ve sizi beklediğini, söyledi.
Necmi, apar topar oradan ayrıldı. Onun ardından misafirler de ayağa
kalkarak gittiler.
-
Çok geçmeden Necmi’nin babasının
öldüğü duyuldu. Halil Efendi, Zahide Hanım’a :
-
-İslam kılıfı altında cinayet
işleyenleri ve canilerle işbirliği yapanları yüce Allah’a havale
ediyorum, dedi.
- Van, 12.04.2010
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
ESKİ PARALAR
Kan ter içinde uyandı.
Hayatta iken bugüne kadar hiç
görmediği ve sadece albümlerdeki kahverengi-beyaz eski
fotoğraflardan hatırladığı büyük dedesini rüyasında görmüştü.
Sakallı ve heybetli bir adamdı.Ona ısrarla Kuran-ı Kerim okumasını
ve okuduğu takdirde sıkıntılarının biteceğini söylüyordu.Kendisine
yasin-i Şerif okuyan kimsenin kalmadığını ,onun kendisine okuduğu
Yasinler ve gönderdiği fatihalardan çok memnun olduğunu
belirtiyordu. Yatağın kenarına oturdu. Ne güzel rüyaydı.
-"Sen hayırlara tebdil eyle Yarabbi
" sen yardımcımız ol.Şu hastane masrafları için beni mahcup etme!
Kalktı, yüzünü yıkadı. Abdest aldı. İki rekat şükür namazı kıldı.
Giyindi, kahvaltı etmeden hastanenin yolunu tuttu.
-Oğlunuz iyi beyefendi, her gün
biraz daha iyileşiyor. Allah korumuş da bu kazayı ucuz atlatmış.
Eğer emboli atsaydı hiç kurtaramazdık.
-Bu tıbben bir mucizedir. Birazda
hastanemizin imkanları tabii..
-Evet, Allah hepinizden razı
olsun.
Oğlu çalıştığı işyerinin arabası ile
kaza yapmıştı. Ağır yaralı olarak acil servise getirmişler,iki
ameliyatla dalağını ve karaciğerini almışlar,bacağına da çivi
takmışlardı. Araç sigortalıydı. Oğlu da öyleydi. Ama oğlunu hayata
döndüren ve akciğerlerindeki tıkanmayı gideren birde cihazı sadece
bu en yakın özel hastanede vardı. Burası da çok pahalı bir yerdi.
Ama ölümle hayat arasında sıkışmış kalmış bir insanın fazla uzak bir
tercihi olamazdı. Buranın masraflarını ssk ödeyecekti. Ama
hastanenin devletle anlaşması olmadığı için parayı kendisinden
istiyorlardı.
-Ben hastanenin muhasebe müdürüyüm
beyefendi. Oğlunuz on gündür burada. Size geçmişler olsun
diyorum.Allah bir daha böyle acı göstermesin. Bağlı olduğu bird
cihazının saatlik kirası....dolar. en son sistem bilgisayarla
çalışır. Sizden bir miktar para isteyecektim. Doktorlar yarın
çıkacağını söylediler de!
-Ne tutuyor masrafımız?
-Üç milyar yedi yüz milyon
beyefendi. Faturayı kimin adına keselim.
-Bana iki gün daha müsaade eder
misiniz? Senet versem?
-Senet veya çek almıyoruz, karşılığı
çıkmıyor, prensibimiz böyle. Lütfen sizde anlayış gösterin . Öyle
çok alacağımız var ki?
-Lütfen iki gün daha müsaade ediniz.
Toparlamaya çalışıyorum. Kalmaz elbette borcum,bakın oğlum daha
yatıyor,kaçıcı değiliz.
-Peki size itimat ediyorum. Cuma
günü görüşelim olmaz mı?
-Peki İnşallah!
Üç milyar mı demişti, küsuru de
vardı. Bu onun üç yıllık maaşı demekti. Bu kadar parayı nereden
bulacaktı.
Tekrar oğlunun yattığı odaya gitti.
Onu hayata döndüren bird cihazından çıkarmışlar, yavaş yavaş
ayılmasını bekliyorlardı. Hemşirelerden tekrar durumu hakkında bilgi
aldı ve oradan ayrıldı. Bu kadar parayı nereden bulacaktı. Düşüne
düşüne evine geldi.içi sıkılıyor,başı çatlayacak gibi ağrıyordu.
İlkindi ezanı okunuyordu. Abdest aldı. Namazını kıldı.duasını etti,
tespihini çekti. Ve o sırada aklına dün gece rüyasına giren büyük
dedesi geldi. Kuran-ı kerimi eline aldı. Ona Yasin okudu.
-Bu Yasin-i Şerif i büyük dedem
Hamdi efendinin ruhuna hediye eyliyorum, kabul eyle ,vasıl
eyle,haberdar eyle yarabbi! Dedi. Kitabı kapattı. Gözleri
nemlenmişti. Durumunu hatırlıyordu. On beş gün önce çok büyük bir
trafik kazası geçirmişlerdi, üç büyük ameliyat geçirmiş, iki defa
komaya girmiş ve özel hastanenin bird cihazına bağlanarak hayata
dönmüşlerdi. Yaşadıkları Allahın bir lütfü ve büyük bir mucizeydi.
Sırtını duvara dayadı ve öylece kalakaldı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya
başladı.
-Biliyorum bu güne kadar hep yardım
ettin,yine edeceksin Yarabbi . Sen birilerini, bir şeyleri vesile
eyle, görünmez hazinelerinden yardımlar ihsan eyle şu hastanelere ve
bize gerçekten emeği geçenlere bizleri mahcup eyleme. Diyordu. Yavaş
yavaş duruldu. Gözyaşlarını sildi. Önündeki rahlede kapalı durumda
bulunan kitabı aldı. Kapağını açtı. Senelerdir okuduğu kitapdı bu.
Evdeki en eski Kuran-ı Kerim olduğunu biliyordu. Kapağın içindeki
ilk sayfanın en altında "Mümkünsizzade Hamdi bin Abdullah
İhsan,1313" yazıyordu. Bu mübarek kitap büyük dedesinin kitabı idi,
annesinden kendisine intikal etmişti. Ona da babasından kaldığını
sanırken büyük dedesinin olduğunu da şimdi öğreniyordu. Bunda bir
gariplik yoktu. Sayfaları tekrar çevirdi.çevirdi, tezhiplere
baktı,cildi bir daha inceledi.evirdi çevirdi, sayfaları tekrar
açtı,kapadı... Büyük dedesinin yüz küsür yıllık kitabı elindeydi. Bu
ne büyük bir miras ve ne şerefti. Eserin her yeri orijinaldi. İşte
sayfaların arasındaki paralar bile duruyordu. Yasin suresinin
önündeki beş lira, mülk den sonra bir lira,ve buna benzer birkaç
eski kağıt parayı Hamdi efendi kaldığı yerleri kaybetmemek için
sayfa aralıklarına sıkıştırmıştı.Senelerdir o da bu mübarek kitabı
okurken bu paralara rastlar, sonra alır yine yerine koyardı. Bu
paraları bu kitabın bir parçası olarak addettiği için hiç bir zaman
alıcı gözü ile bakmamış ve kitabın sayfaları arasından ayırmayı
düşünmemişti. Ama bugün bu paralara ilk defa alıcı gözü ile bakmak
istiyordu. Paralar tedavülden kalkmıştı.Yüzyıl önceki bir liranın
veya beş liranın bugün ne değeri olabilirdi ki. İşte on yıl önceki
bin liraya bugün ekmek alınmıyordu. Oysa o zaman o paraya bir aylık
kira ödeniyordu. Yasin suresinin önündeki beş lirayı aldı. Sonra
diğerlerini de bulundukları yerlerden topladı. Kitabı kapattı, öptü,
kütüphanedeki yerine koydu. Suçluluk duyuyordu. Büyük dedesinin
paralarını kitabından ayırmıştı. Birden aklına geceki rüyası geldi.
Bu eski paralar dedesinin kendisine bir yardımı olmasındı? Akşama
vakit vardı. Üzerini giydi. Eski ayakkabıcılar arastasındaki Emin
Baba' ya gidecekti. Bu eski paraların kıymetini belki o bilebilirdi.
Yaşlı bir adamdı, küçücük bir dükkanda eski saatleri tamir eder,
kehribar tesbih ve ağızlık yapar, eski paraları alır ve satardı.
Dükkanının önünden geçerken camına yapışık eski paraları görür,
önemsemez geçerdi.
Bu seferde aklına o gelmişti. Doğru arastaya gitti. Onu buldu.
Dükkanda yalızdı.
-Selamualeyküm Emin Baba..
-Vealeykümselam evlat? İhtiyar belki
doksan yaşındaydı. Bu yaşta hala böyle hassas bir işle niye
uğraşırdı ki ...Şimdi de gözünde lüple elindeki eski bir saati
tamire uğraşıyordu.
-Evet,nedir derdin?
-Bu paraları soracaktım baba, anlar
mısın, değerleri nedir, kaç para ederler.
-Çok mu paraya sıkıştın,
-Evet,
-Ver bakayım..
-Buyrun.
-Şu beş lira Kudüs’ün fethi şerefine
basılmıştı. Fetih gerçekleşmeyince geri alındı, piyasaya tam
sürülecekken geri çekildi. Bu itibarla yaşıtı beş liralardan çok
daha fazla değer kazandı. Çünkü az sayıda basılmıştı. Hükümet
tedavülden kaldırdı, elinde olanlara yeni para verdi, bunları da
geri toplamadı. Sahipleri de hatıra diye sakladılar. O zaman hiç bir
değeri yoktu. Ama şimdi en değerli paradır. Bak arkasında Kudüs’ün
resmi var.
-Ya diğerleri.
-Onlar pek para etmiyor,hemen
herkesin kasasında vardır aile büyüklerinden böyle birer ikişer,ama
bu Kudüs basımı....
-Nasıl değerlendirebilirim Emin
Baba, Allah aşkına bana yardım et.
-Vallahi bunu alacak benim param
yok, ama benim deli oğlum bu paraların hastasıdır. Alır satar, bunun
ticaretini yapar, ilmi tarafıyla ilgilenmez. Ben eskiden bu işi zevk
için yapardım. O alıyor ve götürüp İstanbul’a satıyor. İyi de para
kazanıyor kerata. Çok zengin oldu. Bunun bu günkü değerini ona
sormalıyım.
-Ne zaman sorabilirsiniz.
-Şimdi sorarım, şuradan iki çay
söyle bakalım çaycıya.
Ayağa kalktı, küçük dükkanında dip
tarafa yöneldi. Kuytu bir köşede üzeri eski bir bezle örtülü, yine
eski bir telefonu açtı. Numarayı ezbere biliyordu. Karşısına çıkan
belli ki oğluydu. Ona parayı anlattı. Basım yılını söyledi.
Konuşulanların arasında geçen Kudüs sözcüğünden; karşı tarafın
paraya önem verdiğini biraz daha anladı, sevindi.
-Satacak mıymış diye soruyor?
-Evet, hemen satacağım, İnşallah
-Şansın varmış Evlat, para beş eder,
diyor.
-Nasıl yani, ne beşi, beş bin
canım..
-Beş bin de ne, Emin Baba. Şimdi beş
bin mi kaldı.
-Anlayıver oğlum, biz yaşlılar daha
bu büyük paralara alışamadık.
-Yani?
-Yani senin anlayacağın, beş milyar
eder diyor?
-Ne beş milyar mı?
-Evet, İnşallah.!
Sevinçten, hayretten ve heyecandan
elinden düşen çay bardağının pantolonunu ıslatması ve sıcak çayın
bacağını yakmasına aldırmadı. Birden ayağa kalktı.
-Hay Allah razı olsun Baba yaa! Bana
ne büyük iyilik yaptığını bir bilsen. Bu oğlun nerede çalışıyor,
yanına nasıl gidebilirim.
-Merak etme, otur hele, şimdi sen
gerçekten satmak istiyor musun?
-Evet, Baba, satacağım, çok borcum
var. Sıkıntıdayım.
-Peki o zaman al bu paranı, onun
yanına git, "getirsin parayı, göreyim hemen parasını vereyim"
diyor.
-Tamam, hemen şimdi giderim ve
götürürüm İnşallah.
-Peki , haydi hayırlısı olsun
bakalım,gözün aydın.
-Hay Allah razı olsun Baba, çok
teşekkür ederim, Allah ne muradın varsa versin.
-Bak oğlumun çalıştığı yeri tarif
ediyorum. ,İyi dinle!
-Dinliyorum Baba,dinlemez olur
muyum, hem de can kulağı ile.
-Özel hastane var ya, hani şu yeni
yapılan özel hastane. İşte orada muhasebe müdürüdür benim oğlum.
Şuradan belediye otobüsüne bin, seni
önünde indirirler. Ver parayı al paranı,selamımı da söylemeyi unutma
ha.!
Oğlu yarın hastaneden çıkacaktı. Hiç
bir borçları kalmadığı gibi ellerinde paraları bile artmıştı. O gece
yatsıdan sonra seccadesinde oturan adam hıçkırıklar içerisinde
kendisini Yaratan Yüce Allaha CC. ona gösterdiği bu mucizelerden
dolayı teşekkür ediyor, defalarca secdeye kapanıyor, doğruluyor,
yine kapanıyordu. Bu olaya sebep olan büyük dedesine Yasinler ve
Fatihalar yolluyor , okuduğu Kitab-ı Kerim' in sayfaları arasına
yeni basılmış kağıt paralar yerleştiriyordu. |
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
HAYATIN NE ÖNEMİ VAR…
Genellikle depremden öncesi ve
sonrası ne yapacağımız konusunda bilim adamlarımız bizi uyarıyor.
Minnettarız. Evet sadece
minnettarız. Uyarılara karşı duyarsızlığımızda bir değişim yok.
Deprem sonrası ikinci bir felaketi
önlemek adına, yetkililer elektrikleri kesiyor. Bilim adamlarımız
artçı deprem gelmeden, en kısa zamanda binayı terk etmemizi
öneriyorlar. Ama nasıl... Deprem gündüz bile olsa merdiven
boşlukları zifiri karanlık. Gece olabilecek bir depremi düşünmek
bile istemiyorum. Düşünün bir kere; O an yönümüzün tayini için bir
nokta ışığa nelerimizi vermeyiz. Sigara tiryakileri yaşadık deyip
yanı başlarındaki çakmağı çakacaklar. Tabi bu eylem sonucunda çıra
gibi yanmak, çevrenizdekileri yakmakta var. O şaşkınlıkla doğal gaz
kaçağının olabileceği bile akıllara gelmeyebilir. El feneri çoktan
unutuldu. Şarjlı ışıldak lambaların bataryası bitik. Biz millet
olarak canımızın önemini bilmiyoruz.. Deprem sonrası sıcağı sıcağına
bir şeyler yapmışsak yapmışızdır. Ondan sonrası Allah kerim. Bizde
de, el fenerlerinde de pil bitmiştir.
Firmamız AYDINTAŞ olarak 2000 yılı
ve devamında ki ar-ge çalışmalarımızı bu konuya yönlendirdik.
Bizlere uygun, bozulmayan kırılmayan, kırılsa da ışık veren, kendi
kendine şarj olan,
Batarya pil istemeyen, herkesin
rahatlıkla uygulayabileceği bir ürün gerçekleştirdik. Bu emeğimizi
korumak amaçlı patentimizi de aldık. Yaptığımız ürüne FOSFORIX adını
verdik. FOSFORIX'in her türlü satıha uygulanabilecek özellikte
boyasını ürettik. Normal boyaları uygulayabilen herkes FOSFORIX'i
kullanabilir. Fırça, rulo, pistole ve serigrafi sistemi ile tatbik
edilir.
FOSFORIX bünyesine aldığı (şarj
ettiği) herhangi bir ışık enerjisini, (odanızdaki bir ampül veya
güneş enerjisini) karanlıkta geri verme özelliğine sahiptir. Işık
verme süresi, aldığı ışığın şiddetine bağlı olarak 1-24 saat
arasında verme özelliğine sahiptir. Depremden dolayı kırılan
parçalar da ışık verme işlevini devam ettirir.
Bu ışık alıp verme olayı 10 yıl
boyunca devam etmektedir.
FOSFORIX BOYA'nın arkasından
FOSFORIX FUGA'yı ürettik. Bu ürün macun kıvamında olup seramik,
fayans cam tuğla v.b derz aralıklarına uygulanmaktadır. FOSFORIX
FUGA'nın koridorlardaki fugalara tatbikinde güvenliğinizi sağlarken
hem de karanlıkta egzotik bir hava kazandırırsınız.
Buraya kadar her şey güzel. Bu ürünü
ilk duyanlar harika diyecekler. Ne kadar güzel bir ürün. Herkes bunu
uygulamalı... Biz de böyle düşündüğümüz için senelerimizi verdik.
Yüksek kapasite düşünerek iyi yatırım yaptık. FOSFORIX’in
üretiminden bu güne kadar yaklaşık 15-20 fuarda tanıtımını yaptık.
Dergilerde, gazetelerde reklam ve haberler...
Bu yaptıklarımız bizim
meslektaşlarımızın iştahını kabartmaktan öteye gitmedi.
FOSFORIX’i kullanan firmaların
genellikle mecbur kaldıkları için kullandıklarını öğrendik.
Üzücü ama hayatımızın hiçbir önemi
yok…


 |
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
PANCARLI
MALZEMESİ: Ispanak,Kıyma,Tuz,Biber
Evde iç
olarak kullanılacak ihtiyaç kadar ıspanak ayıklanarak güzelce
yıkanır. Ispanağın suyu çekilince satır ile ıspanaklar
kıyılır. Kıyılırken hafifçe sulanan ıspanak biraz kendisini
toplaması için yavan bir kapta bekletilir. Etlik kıyma
tekerinden yeteri kadar kıyma alınarak doğranır ve ıspanağın
bulunduğu kabın içerisine konulur. Yeterli kırmızı biber ilave
edilerek kıyma,ıspanak ve baharat karıştırılır. Tuz ayrı bir
kap veya kağıt içerisinde tepsinin yanına konulur. Tuzun
karışımının içine konulmaması ıspanağın sulanmasını önlemek
içindir. Karışım Pazar ekmeği yapan fırına götürülür. Fırında
Pazar ekmeği hamuruna konularak fırına sürülür. Fırından çıkan
pancarlıların üzerinde bulunan uğralar süpürülür ve üzerleri
tereyağı ile yağlanır. Yayvan sepete konularak eve getirilir,
servis yapılarak yenilir.























 |
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
-
MERHABA
- Küs kalma dosta deyip hu
- Sözden merhaba merhaba
- İnsanım ben belki de bu
- Yüzden merhaba merhaba
-
- İlham alırım bakıştan
- Bir gül desenli nakıştan
- Gönlüm bahar kara kıştan
- Yazdan merhaba merhaba
-
- Hatırımı soranlara
- Dosta sofra kuranlara
- İçimize girenlere
- Bizden merhaba merhaba
-
- Aklını bana takışla
- Yer ettin gönlümde kışla
- Nazar etmeyen bakışla
- Gözden merhaba merhaba
-
- Gözlerindeki ışıktan
- Yüzündeki buruşuktan
- Alnındaki kırışıktan
- İzden merhaba merhaba
-
- Yaşama nedenin haklı
- İçinde gelecek saklı
- Can evinde sevgi yüklü
- Özden merhaba merhaba
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Serkan ÖKÇE |
Serkan ÖKÇE Hayat Hikayesi |
-
MERCİMEK KÖFTELERİ
-
Nasıl da pırıl pırıldı
-
Neden uzak düştü yıldızlara gözlerin
-
Ufacık bir çocuktu ya ellerin
-
Nerde kirlettin...
-
Sen başkaydın sanki, sen farklı...
-
Çocuklar gibi masum
-
Dostluklar kadar yalan,
-
Aşıları acı sanırdım…
-
Melekleri kanatlı…
-
Oysa; hayatta yediğim
-
Mercimek köftelerinmiş en acı...
|
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
 |
Necati ÇAVDAR |
Necati ÇAVDAR Hayat Hikayesi
|
- MERHABA
- Selam size ey yarenler
- Hep Eli Hakka erenler
- Halk içinde Hak görenler
- Aşk şarabı içenler merhaba
-
- Darlarda mutlu olanlar
- Her an doğru yol bulanlar
- Varlığı O’nda bulanlar
- Bülbül gibi ötenler merhaba
-
- Alem garip garip oluş
- Anlamanın hepsi soruş
- O’nu her eşyada görüş
- Bilenlere selam olsun
-
- Arla varmak gayet zordur
- Kiri at, kalbe nur doldur
- İslam girilecek yoldur
- Candan uyanlara merhaba
- 10.1.1999 24.00.......
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
134 SAYI 25 Nisan 2010 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |