 |
YIL
11 SAYI 131 25 Ocak 2010 |
 |
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL YILLAR İÇİNDE; YILLAR MI VAR!
-
Mahmut Selim
GÜRSEL GEÇMİŞ OLSUN DİLEKLERİMİZLE ALİ EMİROĞLU
-
Müslüm TUNABOYLU MAHMUT TUNABOYLU’YU ANARKEN
-
Hüseyin Hüsnü GÜREL TBMM
DİLEKÇE KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA ANKARA -VII-
-
Mustafa Nevruz SINACI CUMHURİYET, DEMOKRASİ VE ORDU ÜZERİNE
"GALİP BARAN" İLE BİR SÖYLEŞİ
-
Ahmet CANBABA FELAKET HAMDİ
-
İsa KAYACAN TÜRKÇE YAZ, TÜRKÇE OKU
-
Selma GÜRSEL BULGUR PİLAVI MERCİMEKLİ
-
Mahmut Selim GÜRSEL SON NEFES
-
Necati CAVDAR SİZ......
-
İsa KAYACAN BİZ NELER BİLİRİZ
-
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HOŞÇA KAL CAN AZERBAYCAN
-
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
YILLAR İÇİNDE; YILLAR MI VAR!
-
Yıllar; birbirini kovalarken insanlar
ve canlılar olarak geçen zaman dilimine dikkat
etmemekteyiz. Bu kovalana zaman diliminde bizlere
düşen geçmişte yaptıklarımızı irdeleyerek başka
yanlışlıklara sebebiyet vermememizin gerektiği
bilebilsek ne güzel olur değil mi?
-
Yaşadıklarımızın
birçok kişiye belki de bir kılavuz veya ders
çıkartacakları geçmiş anılar dizini olması bizlere
birer guru vesilesi olarak karşımızda durması bizlere
de bir başka yıl içinde yılları yaşamamıza gerekçe
olacaktır.
-
Anıların iyi ve kötü
olması, bizim için önemli veya önemsiz olması hiç amma
hiçbir zaman anılarımızın saklanmasına bir sebep
olarak göstermemiz bizim kendimizden kaçmamızın
göstergesi değil midir?
-
Bizlerin yazarak veya
anlatarak dile getirdiğimiz geçmiş yıllardaki
anılarımız başkalarının en azından sizin çabalarınızın
da neler olduğunun bir delili olarak gösterilen kaynak
olarak diğerlerini karşılarına çıkması size de bir
şeyler yapmış olmanın hazını yıllar içinde yıllar mı
var sorusunu sormanızı sağlar.
-
Sözün ortasında
kalmamak ve sonucu daha da irdelememek için bizlerin
yaptıklarımızı yazmamız, başkaların da bu
yazdıklarımızı okumaları ile öğrenmelerine fırsat
vermemiz gerekir.
-
Her yıl tekrarladığımız ve bir yıl
boyunca sizlere yazdığımız gibi onlarca yazarımız ve şu an 56844
Fikir Dergisi Google grubu
http://groups.google.com/group/fikir-dergisi üyesi
bulunmaktadır.
-
Her bayram bu grup ve yazarlarımızın
kutlamalar gönderdiğini düşünürsek her birimizin e-postaları
kilitlenir ve çalışmaz duruma düşeceği düşüncesi ile kutlamalarda
bulunmak isteyen arkadaşlarımız ve grup arkadaşlarımızın bize
yazmaları ve kutlamalarını kısaca bildirmeleri gerekmektedir.
-
Hepimiz bu sayfalara emek
vermekteyiz.
-
Aşağıda bulunan tarihlerin altına
kutlamalarda bulunmak istiyorsanız 20 Aralık 2009 tarihine kadar
bana yazınız.
-
corumlu2000@gmail.com
-
-
- 1 OCAK YILBAŞI
- 25 ŞUBAT MEVLİT KANDİLİ
- 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI
- 1 MAYIS EMEK VE DAYANIŞMA GÜNÜ
- 19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA VE GENÇLİK SPOR BAYRAMI
- 17 HAZİRAN REGAİP KANDİLİ
- 8 TEMMUZ BERAT KANDİLİ
- 11 AĞUSTOS RAMAZANIN BAŞLANGICI
- 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI
- 5 EYLÜL KADİR GECESİ
- 9 EYLÜL RAMAZAN BAYRAMI
- 29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI
- 16 KASIM KURBAN BAYRAMI
- 7 ARALIK HİCRİ YILBAŞI
- 16 ARALIK AŞURE GÜNÜ
-
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
Yazarımız Ali EMİROĞLU’NA Sağlıklı ve uzun bir ömür diler geçmiş olsun
temennilerimizi bildiririz.
Selma
ve Selim GÜRSEL



 |
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
|
-
MAHMUT TUNABOYLU’YU ANARKEN
-
Saygı değer
meslektaşlarım; çok değerli konuklar!
-
Bayanlar baylar,Merhum
Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu’yu ebediyete
uğurlayışımızın sekizinci,doğumunun 56 .yılında kabri
başında birlikte anıyoruz. Merhum Mahmut Tunaboylu,
babasının bir eğitimci olması nedeni ile sanıldığı
gibi ekonomik durumu
-
Günlük ihtiyaçlarını kolayca karşılayabilen bir
aile içersinde büyümemiş, çocukluğunda bir buçuk,
gençliğinde ise askerlik dönemi boyunca baba ve aile
hasreti çekmiştir. O babasının o dönem geçerli olan
renkli kağıtlara yazarak gönderdiği mektup parçalarını
ikinci bir mektup gelinceye dek cebinde saklamıştır.
Soranlara da babamın mektubu değil mennu
diyebilmiştir.
-
Mahmut, yine baba hasreti çektiği günlerden
birinde kendir çöpleri ile oynarken, bir parçanın
gözüne isabet etmesi sonucu birkaç gün sonra hastaneye
ulaştırılabilmiş, yaşadığı sürece normal olarak
olanları izleyememiş, bir süre gözlük kullanması
arkadaşlarınca öğütlense de, gözlüklü yaşamı
benimsememiş, gazeteciliğe başlaması ile gözlüğün
yardımcılığına evet diyebilmiştir.
-
Mahmut Tunaboylu,
yerel basında olduğu gibi ulusal basında da Çorum
sorumlusu olarak görev almış, çevresindeki sorunları
yazılı ve görsel basında ,ulaşması gereken yerlere
ulaştırmıştır. Bugüne dek dile getirilmeyen bir yanı
da vatani görevi sırasında sakıncalı olarak birkaç
yerleşim yerinde görev yaparken babasının çalıştığı
yerel gazeteye el yazısı ile karaladığı makalelerini
CEMİL adı ile okuyucularına sunmuştur.
-
Çocukluğunda,
arkadaşlarının giydiği lastik ayakkabıları giyebilmek
için ayağında ki potinleri çıkarıp bir kenara atan ve
yalınayak onlarla günlük yaşamı paylaşmasını, dediğini
yaptırıncaya dek eylemini sürdürmesini bilmiştir.
Çocukluğunun bir bölümünün köylerde geçmiş olması
sonucudur ki köy yaşantısını, orada ki doğayı, kırsal
alandaki çocukların sorunlarını beyninde saklamayı
bilmiş, yazılı yapıtlarını kaleme alırken, vurguladığı
genellikle hep Anadolu insanının yaşamı olmuştur.
-
Gazetelerde yayınlanan
sorunlarla ilgili yazılarında kendini ve ailesini hiç
düşünmemiş, toplumun sorunları çözümlenirse ailemin
sorunları da onunla birlikte çözümlenir diye
düşünmüştür. Mizah yolu ile yöre ve ülke sorunlarını
yöneticilere yansıtmaya çalışmış,bu nedenle bir mizahi
yazısı nedeniyle ağır cezada yargılanmış aldığı ceza
sonucu okurları ile yemek tarifleri yazarak bağını
sürdürmüştür.
-
Saygı değer hazurun!
-
Bugüne dek Merhum
Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu nun bilinmeyen
yanlarının bir bölümünü yansıtmaya çalıştım. Çorum
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sn,Şevket Erzen in
vurguladığı gibi,Mahmut Tunaboylu Çorum’un sembolü
olarak kabullenilmiş,bugüne dek yapılanlar sayesinde
Çorum yurt ölçeğinde olduğu gibi yurt dışında da
insanlarca tanınır hale gelmiştir. Sanırım Merhum
Mahmut Tunaboylu’nun sağlığında ki eylemlerinin bir
katkısı olmuştur diye düşünüyorum.
-
Merhum Gazeteci-Yazar
Mahmut Tunaboylu birisi kız biri erkek olmak üzere
lise mezunu iki evladını bırakarak ebediyete intikal
etmiştir. Müslüm Tunaboylu olarak bugüne dek isteğimin
bir bölümü Çorum Gazeteciler Cemiyeti olarak
karşılanmış,bir bölümü ise kişisel olarak değil
cemiyet olarak çözüme kavuşturulabilir
düşüncesindeyim.
-
O da Şudur kısaca:
Mahmut Tunaboylu’nun uzun süre yaşadığı sokağa adının
Belediye meclisi tarafından verilmesi düşünüdür. Bu
konuda iki bin yılı Mayıs ayının ilk haftasında
tarafımdan girişim yapılmış, ancak bugüne dek bir
gelişme görülmemiştir.
-
Bir baba olarak sizden
çok zor bir eylem istemiyorum. Cemiyetin bu konuda
etkin girişimini beklediğimi, beni bundan mahrum
etmeyeceğinizi biliyor, Tunaboylu’nun geride
kalanları adına hepinizi beni dinlediğiniz için
teşekkür ediyor sonsuz saygılarımı sunuyorum.
-
Siz varsanız bizde
varız.
-
Sağlıcakla kalın
. 18 ocak
2010
-
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Hüseyin Hüsnü GÜREL |
Hüseyin Hüsnü GÜREL Hayat Hikayesi |
-
TBMM DİLEKÇE KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA ANKARA
-
KONU: Marmara Bölgesi
ile Erzincan ovasında yeraltında doğalgaz
patlamalarından ileri gelen korkunç afetler ve
Erzincan ovasında çok zengin doğalgaz yatağı varlığı
Hk.
-
İLGİ : TBMM Dilekçe
Komisyonu Başkanlığının 05.11.2008 / 2396 No’lu Kararı
Marmara bölgesi ile Erzincan ovasında deprem hareketi
başlamadan önce yeraltından bomba gibi patlama ve
gürültülü sesler işitilmektedir. Depremler ile ilgisi
olmayan bu patlama seslerinin sebebini hiç kimse
araştırmamıştır.
Geçen Sayıdan Devam
-
ERZİNCAN’DA DEPREMLERE DAYANIKLI İNŞA EDİLEN BÜTÜN
BİNALAR ÇOK TEHLİKELİ ŞEKİLDE ÇATLAMIŞTIR
-
1992 Depreminden sonra
Erzincan da en şiddetli depremlere dayanıklı birçok
B.A bina inşa edilmiştir. Erzincan da ara sıra 2, 3,
4, 5 gibi ufak şiddetteki depremlerde; suya doygun
zeminlerin bulunduğu yerlerde; yeraltında doğalgaz
patlamaları ile ufak ölçüde sıvılaşma olayları meydana
gelmektedir. Depreme dayanıklı inşa B.A binalarının
kolonları, kirişleri, döşemeleri ve perde duvarları
gibi taşıyıcı aksamları; ufak sıvılaşma olaylarına
dayanamamış ve binaların taşıyıcı aksamları çok
tehlikeli şekilde çatlamışlardır.
-
Bu çatlak binalar; ileride meydana gelecek çok
şiddetli olamayan depremlerde bile; burgu gibi
bükülerek param parça olmaya ve bina içindeki
insanların da pestil gibi ezilmeye mahkum
bulunmaktadır. Bu çatlak binalar; sıvanarak, badana
yapılarak çatlaklar çok mükemmel şekilde
gizlenmektedir. Bu çatlak binalar sıvanarak veya sıva
çatlağı olduğu yutturulması ile; Erzincan halkına terk
ve teslim edilmiştir.
-
Bu binaların taşıyıcı
aksamlarının çatladığını Erzincan da Metin ÇÖREKÇİ,
Dr. Cihangir ARISAN, Dr. Hilmi SEVİNÇ; Nihat YAPAR,
Hüseyin YERGÜN gibi birçok kimseler tarafından
bilinmektedir.
-
ERZİNCAN OVASI VE BU
OVA CİVARINDA PETROL (DOĞALGAZ) TEŞEKKÜLÜNE UYGUN
JEOLOJİK YAPI BULUNMAKTADIR MTA. nın 1/500.000 ölçekli
Erzurum jeolojik haritasında Diyarbakır'ın Hazro
ilçesindeki petrol ve doğalgaz teşekkülüne uygun jura,
kretase, eosen ve miosen gibi katmanlar bulunmaktadır.
Erzincan ovası ve bu ova civarında da petrol ve
doğalgaz teşekkülüne uygun jura, kretase, eosen,
miosen gibi katmanların benzer şekilde bulunduğu
görünmektedir. Hazro da petrol ve doğalgaz aramak
gayesi ile 11 adet sondaj yapıldığı halde; Erzincan
ovası ve civarında petrol ve doğalgaz aramak için
hiçbir sondaj yapılmamıştır.
-
MTA Genel Müdürlüğü
tarafından Erzincan ovasında sıcak su aramak için;
fayların getirmiş olduğu mağmatik yapılı zeminlerin
çatlaklarında 4 derin kuyu sondajı yapılmıştır. Bu
derin kuyu sondajlarından asitli, acı, kaplıca suları
çıkmaktadır. Mağmatik yapılı bu sondajlardan petrol ve
ya doğalgazın çıkması mümkün değildir.
-
Erzincan ovasında yapılacak sismik etütler
neticesine göre sedimanter zeminlerde yapılacak
sondajlardan sıvı petrol ve doğalgaz göklere
fışkıracak ve çok ekonomik üretim yapılacaktır.
-
MARMARA DENİZİNDE BAZI
DEPREMLERDE TSUNAMİ MEYDANA
-
GELMEKTEDİR. 1509 Depreminde İstanbul'un sahil
boyundaki ve Galata surlarını aşacak ölçüde çok yüksek
Tsunami dalgaları meydana gelmiştir.( Ek: 13)
-
1894 İstanbul
depreminde kıyıdaki kayıkları, tekneleri, mavnaları
parçalayacak ölçüde Tsunami dalgaları meydana
gelmiştir. Bu dalgalar Tsunami dalgalarıdır. Bu
Tsunami dalgalarının Marmara denizinde doğal gaz
patlamaları ile deniz suyunun havaya savrulmasından
ileri geldiği anlaşılmaktadır. (Ek: 22,32,33,34)
-
Marmara bölgesinde 326
ve 1894 yılları arasındaki 1568 senede meydana gelen
19 depremden 9 depremde Marmara denizinde Tsunami
meydana gelmiştir (EK 15)
-
Tarihi bilgilere göre Marmara Denizinde çeşitli
dalga büyüklüğünde Tsunami dalgalarının meydana
geldiği belli olmaktadır.
-
1995 JAPON KOBE DEPREM
AFETİ DÜŞEY YÖNLÜ HAREKETLERDEN İLERİ GELMİŞTİR.
Japonya da 7.2 gibi çok şiddetli olmayan 1995 Kobe
depreminde; en şiddetli depremlere dayanıklı inşaatlar
çok şiddetli olmayan bu depreme dayanamamıştır. Kobe
de depremlere dayanıklı inşaatlar, Marmara bölgesi ile
Erzincan da olduğu gibi yana yatıp yatıp kalkarak ve
burgu gibi bükülerek; param parça olmuşlardır.
-
Kobe deprem afetinin;
deprem üssü merkezinin yakın olması sebebi ile;
Kobe'nin aşağıdan yukarı doğru itilerek; düşey yönlü
deprem hareketlerinden ileri geldiği bu depremin ilk
günü keşfedilmiştir.
-
Kobe'ye 50 milyar ABD
doları gibi muazzam masraf ile; esneyen mavsallı oynak
sistemde inşaatlar yapılmış ve Kobe düşey yönlü
hareket canavarına karşı korunmuştur.
-
1995 Kobe deprem
afetinin düşey yönlü hareketlerden ileri geldiği; bu
depremin ilk günü keşfedildiği halde; Marmara bölgesi
ile Erzincan şehrinde ve ovasında deprem hareketleri
başlamadan kısa süre önce yeraltında doğalgaz
patlamaları ile ve bu patlamaları ile meydana gelen
sıvılaşma olayları ile; zeminlerin aşağıdan yukarı
doğru itilmesinden ileri geldiği henüz
bilinmemektedir.
-
Bilim dünyası ve
özellikle Japonlar tarafından düşey yönlü hareketlerin
esneyen oynak sistemler ile önerileceği kesin olarak
belli olmuştur. Kobe’de olduğu gibi esneyen mavsarlı
oynak sistemler ile düşey yönlü hareketlerin önlenmesi
çok pahalıya mal olmaktadır. Bu nedenle esneyen
zeminlerden ve esneyen yapı malzemelerinden istifade
etmek fevkalade faydalı olacaktır
-
1894 İSTANBUL
DEPREMİNDE YERALTINDA DOĞALGAZ PATLAMALARI VE
SIVILAŞMA OLAYLARININ KORKUNÇ AFETLERE SEBEP OLDUĞU
ANLAŞILMAKTADIR. Afet İşleri Genel Müdürlüğünün Feriha
ÖZTİN tarafından düzenlenen 1894 İstanbul deprem
raporunda yer altında patlama ve gürültülü sesler
işitildikten sonra deprem hareketlerinin başladığı;
Prenses adalarında top patlar gibi sesler işitildiği;
zeminlerde düşey yönlü hareketler meydana geldiği;
yüzey arazinin sarsılarak deniz gibi dalgalandığı;
rijit yapılı kagir binalarda çok büyük hasar olduğu
halde ahşap, salaş ve tuğla gibi yapılarda bir miktar
esneme olduğundan; bu yapılarda daha az hasar meydana
geldiği; faylarda 25-30 km. uzakta olan İstanbul
Anbarlı da fay olmayan yerde zeminin yarılarak 3 km.
boyunda çatlak açıldığı; Marmara denizinde Adalarda ve
bir çok yerde çatlaklar açıldığı; Marmara denizinde
sular kıyılardan 200 m. geri çekildikten soma meydana
gelen dalgalar (Tsunami dalgaları) ile kayıkların,
teknelerin, mavnaların parçalandığı; birçok yerlerin
sular altında kaldığı suya doygun zeminlerin bulunduğu
yerlerde çok büyük hasarlar meydana geldiği halde bu
yerlere bitişik; yakın olan suya doygun zeminlerin
bulunmadığı yerlerde hiçbir deprem hasarı meydana
gelmediği binalardan toz bulutunun yükseldiği; bazı
depremlerde gürültülü seslerin ve sarsıntıların
aylarca devam ettiği konularında çok önemli bilgiler
verilmektedir.
-
Bu rapor
incelendiğinde; 1894 İstanbul depremi meydana geldiği
dönemde; yeraltında doğalgaz patlamaları ve bu
patlamalar ile suya doygun zeminlerde sıvılaşma olayı
meydana geldiği konularının henüz bilinmediği
anlaşılmaktadır. Bu rapor incelendiğinde Marmara
Bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasına deprem
hareketleri başlamadan yeraltında doğalgaz
patlamalarından ileri gelen ve dünyada benzeri olmayan
afetlerin Marmara Bölgesi ile Erzincan şehrinde ve
ovasında benzer şekilde meydana geldiği
anlaşılmaktadır.
-
OSMANLI PADİŞAHI
KUYULAR KAZDIRARAK YERALTINDA DOĞALGAZ PATLAMALARINDAN
İLERİ GELEN SARSINTILARDAN İSTANBUL'U KOLAYCA VE AZ
MASRAF İLE KURTARMIŞTIR. 1509 İstanbul depremi olup
bittikten soma yeraltında doğalgaz patlamalarından
ileri gelen sarsıntılar gece gündüz devam etmiştir.
Doğalgaz patlamalarından ileri gelen yüzey arazinin
deniz gibi dalgalanması ve sıvılaşma olayları ile
meydana gelen bu sarsıntılar deprem sarsıntıları
olarak algılanmış ve bu olaylar deprem olayı olarak
kabul edilmiştir. Marmara bölgesi ile Erzincan
şehrinde ve ovasında bazen depremler olup bittikten
soma yeraltında doğalgaz patlamaları ve bu
patlamalarından ileri gelen sarsıntılar aylarca ve
yıllarca devam etmektedir.
-
1509 İstanbul
depreminde Yavuz Sultan Selim'in babası II. BEYAZIT
Osmanlı Padişahı olarak İstanbul da bulunuyordu. Bu
devirde dünyanın öküzün boynuzları üstünde olduğuna ve
öküzün boynuzlarını oynatması ile; depremlerin meydana
geldiği hurafelerine inanılıyordu. Bu devirde faylar,
doğalgaz, doğalgazın grizu gibi patlaması ve sıvılaşma
olayları henüz bilinmiyordu.
-
501 sene önce; 1509
İstanbul depreminde, Osmanlı Padişahı II. BEYAZIT;
İstanbul'un çeşitli yerlerine 400 kuyu kazdırarak;
yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen ve 30
gün veya 45 gün devam eden sarsıntılardan İstanbul'u
kurtarmıştır.
-
Bu kuyular ile yer
altında kil tabakaları arasında düdüklü tencereye
benzer kapalı ortama 400 delik açılmıştır. Bu kuyular
denge bacası görevi yapmış ve yeraltında doğalgaz
patlamalarından ileri gelen muazzam basınçlar ve
meydana gelen sıvılaşma olaylar bilimsel olarak
önlenmiştir.
-
Yeraltında doğalgaz
patlamalarından ileri gelen sarsıntıları önleyen bu
kuyular ile depremlerin ve deprem sarsıntıların
önlenmesi mümkün değildir.
-
Yüce Padişahımız II.
BEYAZIT; başını mezardan kaldırsa; Marmara bölgesi ile
Erzincan şehrinde ve ovasında suya doygun zeminlere
ulaşacak şekilde 10-20-50-100 m. gibi az derinlikte ve
80-100Cm. gibi geniş kuyular kazdırarak; bu yerleri
kıyametler koparcasına çok korkunç afetlerden kolayca
ve çok az masraf ile kurtaracaktır.
-
Bugüne kadar Osmanlı
Padişahı II. BEYAZIT'TAN başka hiçbir kimse; yeraltı
düdüklü tenceresinde doğalgaz patlamalarından ileri
gelen sarsıntıları önlemek için bilimsel çare
aramamıştır. Çok akıllı ve üstün yetenekli padişahımız
II. BEYAZIT ın altından heykellerini yaparak; Marmara
bölgesi ile Erzincan şehrini ve ovasına dikmek
gerekir. Marmara Bölgesi ile Erzincan şehrinde ve
ovasında yer altı düdüklü tencereleri muazzam
büyüklükte bulunmaktadır. Bu sebeple bugüne kadar
açılmış olan ufak çaplı artezyen ve sondaj kuyuları
faydalı olmuştur. Denge bacası görevini tam ve iyi
yapabilmek için mutlaka geniş çaplı kuyuların açılması
gereklidir.
-
SON
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
CUMHURİYET, DEMOKRASİ VE ORDU
ÜZERİNE "GALİP BARAN" İLE BİR SÖYLEŞİ
-
Tarihi (Kadim)
Demokrat Parti'nin 64. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle 7
Ocak 2010 günü yayımlanan “Demokrasiye İlk Adım ve ilk
Demokratik Açılım" adlı yazım kamuoyunda bir hayli
yankı buldu. Bir kısmı olumlu “takdir, teşekkür ve
onay içeren” bir kısmı da “sübjektif iddialar ile
olumsuz tenkit ve tepki dolu” bir hayli yankılanan ve
heyecanla karşılanan dizi makalelerim üzerine bazı
görüşme ve röportaj talepleri geldi. Bunlardan biri ve
en dikkat çekeni; Ülkemizin YÖK’ten bağımsız,
bağlantısız, AB formatında “tam bir Sivil Toplum
Kuruluşu” gibi, özgür bilim ve “BİLİNÇ ÇAĞI” adına
hareket eden ve Internet ortamında faaliyet gösteren
“Bilinç Üniversitesi” Kurucu Rektörü, Bilinçolog Galip
Baran. Aşağıdaki mülâkatı O’nunla gerçekleştirildi.
-
Değerli ilgi, bilgi ve
tetkiklerinize sunulur.
-
"Galip BARAN ve
Mustafa Nevruz SINACI Sohbeti," (15 Ocak 2010)
-
Mustafa Nevruz
SINACI: Ocak ayının ilk haftası, Cumhuriyet
Tarihi, adalet, hukuk ve demokrasi yönünden çok önemli
ve bir o kadar da anlamlıdır. Çünkü TC’nin
kuruluşundan bu güne, bütün dönemlerin "en büyük ve
tek gerçek açılımı" 1946 yılı Ocak ayının ilk
haftasında gerçekleştirilmiştir. Bu, Demokrat
Parti’nin kuruluşudur.
-
Galip BARAN:
"Cumhuriyet" sözcüğü, bana, "ilelebet payidar
olabilmesi" için uğruna çalışmamız, "ilmen, fennen,
bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli 'cumhuriyet’
muhafız'ları "olmamız gerektiren bir oluşumu
hatırlatıyor.
-
Bu konuda, fert ve
millet olarak çalışmadığımız, seviyeli ve seciyeli
muhafızlar olamadığımız ortada. Ülkemizi bu günlere
sürükleyen başarısızlığı ne o, ne de bu şahsa
yüklemenin veya illâ birilerini aklamanın doğru
olmadığını düşünüyorum. Gerçek şu ki: Atatürk'ün
kurucusu olduğu, 'yaşadığı sürece sahipli görünen
Cumhuriyet' vefatından sonra sahipsiz, korumasız,
kimsesiz ve yetim kaldı. Üstelik maruz kaldığı çok
yoğun bir kültürel savaş ve saldırı sonucu “medeniyet,
etik ve tarih hafızası silindi”, telâfisi kabil
olamayacak kadar büyük bir “bilinç kaybına” uğradı.
-
Mustafa Nevruz
SINACI: Mustafa Kemal, istikbale (geleceğe) matuf
fevkalâde basiret, feraset (öngörü-ileri görüş) ve bu
minvalde; Cumhuriyetin geleceğine dair hâsıl olan
kaygıları nedeniyle, “en hayati uzvu ve unsuru eksik
kalan Cumhuriyeti demokrasi ile birleştirmek,
bütünleştirmek ve kuruluşu tamamlamak istiyordu. Bu
uğurda 1924'de (...) "Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası" nı kurdurttu. Kuruluş amacı demokrasi olan
parti, (...) 03.Haziran.1925 'de kapattırıldı. Bu
hayal kırıklığı, mâkus talih ve hüsrandan beş yıl
sonra, 12 Ağustos 1930'da aynı amaçla bu defa "Serbest
Cumhuriyet Fırkası" kuruldu. Fakat 17 Kasım 1930'da
(Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapattıran menfur
bedhahlar yüzünden) kendini feshederek siyasetten
çekilmek zorunda bırakıldı.
-
Galip BARAN:
Sözü edilen Partilerin Kapatılması konularıyla ilgili
olarak görüş açıklarken "Kubilay olayı" ve "Atatürk'e
suikast" girişiminin dikkate alınması gerekir.
-
Mustafa Nevruz
SINACI: O süreçte vuku bulan, dertsim isyanı
dâhil, her iki olay da tıpkı bugün tekerrür edenler
gibi, AB-D/İngiltere senaryoları çerçevesinde sahneye
konulan “organize işler” kategorisine ait
provokasyonlardandır. Zaten bugün olanlar da, o
dönemin sarkıt, dikit, kalıntı ve uzantıları değil mi?
İhanetin bir ucunda derviş Vahdeti’nin, beyni iğfal ve
infiale uğramış hain-mel’un torunları, diğer ucunda
da; Kürt kisvesi altında yuvalanmış Ermeni (Taşnak-Hıçak)
dönmeleri, Rum-yunan Megalo İdea devşirme kriptoları
ve sabetay kozaları var.
-
Yani Kubilay ve
Atatürk'e suikast) bir rastlantı değil, aksine,
“organize işler” kaynaklı, AB-D dayanaklı,
Ermeni-Yunan ve İngiltere destekli bir tertiptir.
Arkasında, 38 sonrası kadrocular, 150’likler,
solcular, komünistler ve aydınlıkçılar vardır.
1960’dan günümüze başımıza belâ ve tebelleş olan
anarşi ve terör odaklarını ataları ve ağa babaları,
yardım ve yatakçıları yani!
-
Ancak, bizler gibi;
vatan, millet, bayrak ve toprak sevdalısı
insanlara,”asker" kelimesi otomatikman milli
değerleri, manevi mukaddesleri ve dünyayı yaşanmaya
değer kılan "Vatan, Millet, Hürriyet, Tam Bağımsızlık
ve Adalet" gibi ulusal ve evrensel değerleri
hatırlatır ve milliyetçi kavramları çağrıştırır. Bize
göre Ordumuz, dünyanın en namuskâr ve dürüst, yüksek
faziletli, medar-ı müftehir (iftihar), evlâdı Fatihan;
Hayat, hukuk, adalet ahlâkı, Cumhuriyet ve bilhassa
demokrasi teminatımızdır.
-
Ordumuz, “İnönü ekolü”
nü daima ret, tenzih ve tekzip eden, Mustafa Kemal
Atatürk'ün ordusu olup; Hak, hakikat, adalet, hukuk,
demokrasi ve Cumhuriyetin ebet-müddet bekçisidir.
Fazilet'le mündemiç Cumhuriyeti "ilelebet payidar
kılmaya memur ve mükellef olarak; İlmen, fennen,
bedenen kuvvetli, ahlâken yüksek, seviyeli-seciyeli
muhafızlar otağı, Peygamber Ocağı ve Şehitler
diyarıdır.
-
Bu nedenle, kahraman
ordumuzu yıpratma kampanyası yürüten menfur iftira,
tefrika ve kumpaslar içinde yuvarlanan odaklarla
kesinlikle aynı safta olamayız.
-
AKSİNE:
-
1. TSK içinde, İsrail
odaklı ve dinsel, “sapkın bir Yahudi tarikatı olan”
Mason, Misyoner ve bunların yan-yardımcı, toplayıcı
teşekkülleri “tamamlayıcı-bütünleyici” unsurların
varlığını şiddetle ret; Eğer var ise, mahfuz ve
muhafaza edenleri, bunlara yardım ve yataklık
yapanları; Türkiye Cumhuriyetinin “dahili bedhahları”,
Türk, insanlık ve İslâm düşmanları olarak kabul,
telâkki ve ilân ederiz.
-
2. TSK, şehitler
otağı, Peygamber Ocağı ve Mustafa Kemâl ATATÜRK Ordusu
orijini nedeniyle, zerre kadar bir pisliğe mütehammil
olamaz. TSK içinde asla bir ateist, pagan ve din
düşmanı barındırılamaz; Başta rüşvet, iltimas,
ayırma-kayırma, yolsuzluk ve suiistimal zanlısı, fail
yahut suçlusu tutulamaz. Bu insanlık dışı melanet,
kene güruhu ve mazarrattan sivil hayatı korumak da
askerin görevi olmak gerekir.
-
3. TSK; Milli devlet
bütünlüğü, demokrasi, adalet ve hukukun tehlikeye
girdiği; En değerli varlığımız insan unsurunun, madden
ve manen istismar edildiği; Haksızlık, hırsızlık ve
yolsuzluğun, resmi kişiler, medya, siyaset ve
hükümetlerce himaye edildiği hallerde: “İcraata
müdahale, adaleti temin ve tedvir” görevini “meşru bir
hak” olarak yerine getirmeye memur, mecbur ve
mükelleftir.
-
Galip BARAN:
Evet, önce Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Bursa
Nutku’nu dikkatinize arz ve hatırlatmak isterim:
-
“Türk genci,
inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların
lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi
ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek
en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu
mu; ‘bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır,
ordusu vardır, adliyesi vardır...’ demeyecektir. Hemen
müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla nesi…
varsa onunla eserini koruyacaktır.
-
Polis gelecektir; asıl
suçluları bırakıp, suçlu, diye onu yakalayacaktır.
Genç, ‘polis henüz inkılâp ve Cumhuriyetin polisi
değildir’ diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek: ‘demek
adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek
lazım…’ onu hapse atacaklar, kanun yolundan
itirazlarını yapmakla beraber; Bana, İsmet Paşa’ya,
Meclise telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu
için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını
istemeyecek... Diyecek ki: ‘ben, inan ve kanaatimin
icabını yaptım. Müdahale ve hareketimizde haklıyım.
Eğer buraya, haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı
meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim
vazifemdir...’
-
İşte benim aradığım
Türk genci ve Türk gençliği...”
-
"Vatan-Yurt", "vatansever-yurtsever", (ve
egemenliğin Kayıtsız şartsız (koşulsuz) sahibi olması
tasarlanan) "millet" sözcükleri beni sarsıyor, "yurdu
ve milleti özden çok sevme ilkesi’ni” çağrıştırıyor.
-
Bunu; Yani benim yaşam
tarzımı görenlere "herkes senin gibi olsa", "hakkın
ödenmez", "ibadet ediyorsun" dedirtecek kertede kökten
değiştiren, bir başka deyişle, bencillikten kurtaran,
(en çok senin farkında olduğunu düşündüğüm) bu sonucu;
önce Allah ' iman sonra "okul dışı eğitim
çalışmalarımıza borçluyum. Darısı tüm insanların ve
Müslümanların başına!
-
BENCİLLİK;
-
Tek ve yegâne kurtuluş
ümidimiz ise; Diğerkâmlık ve “SENCİLLİKTİR”
-
Elbet bir de
“BİLİNÇ-SİZLİK” var! İşte, “asıl sıkıntımız”
buradadır.
-
“Bencillikten
kurtulmak, BİLİNÇLİ, sencil ve diğerkâm olmak” …
-
ATATÜRK'ÜN BENCİLLİKLE
İLGİLİ SÖZLERİ:
-
-Bir adam ki,
Memleketin ve milletin saadetini düşünmek yerine daha
çok kendini düşünür, bu adamın kıymeti ikinci
derecededir.
-
-Kendimiz için değil,
fakat mensup olduğumuz millet için elbirliğiyle
çalışalım, çalışmanın en yükseği budur.
-
-En iyi kişi,
kendinden çok, bağlı olduğu Toplumu düşünen, kendini
onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına adayan
insandır.
-
Mustafa Nevruz
SINACI: Evet, elbette. Bakınız Türkçenin bile
korunması için internet sitesinde tedbir alan ordumuz,
Cumhuriyetin çimentosu; Millet iradesinin devlet
idaresinde hâkim olması anlamına gelen "DEMOKRASİNİN"
Teminatı, adalet ve Hukukun en muhkem ve Muteber
muhafızıdır.
-
Galip BARAN:
Bana göre; Ülkemizin, yalnız Ülkemizin değil,
Cumhuriyetimizin çimentosu, "yurdu ve milleti Özden
çok sevme ilkesi" ni özümsemiş insandır. Sanırım
bundan ötesi boş laftır.
-
Sayın SINACI, Cumhuriyet'in sahibi olması gereken
sakinleri, örneğin, Atatürk'ün de dikkat çekme
gereğini duyduğu bencillik konusunda fikir birliği
etmeli ve ben sen; Ak kaşık ve üç maymunlar rolünü
oynamayı sürdüren "Bilinç Özürlü" Bilgi çağı
tutkunlarına karşı "birlikte" mücadele vermeliyiz.
Başkaları gibi olmakla, bir yere varamayacağımızdan,
Cumhuriyet'in sahipsiz kalacağından korkuyorum...
Makalende, "bizler gibi vatanını milletini seven
insanlar" dediğine göre, benim bilmediğim bir şekilde
"yurtsever" Doğanlar mı var? Onlara haksızlık mı
ediyorum. Onlarla tanışmak isterim!
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
- Sevgili Mahmut Selim Gürsel
Bey!
-
Yoğun bir çalışma içersinde 2009
yılınıda geride bırakacağımız şu
sayılı günlerde harcadığınız emeğin
takdire şayan olduğunu bir kere daha
belirtmeden geçemeyeceğim. Siz ve sizin
emeğinize katkıda bulunan dotların sanal ve
gerçek dergilerinizdeki yazarların yeni
yılınız kutluyor sağlık ve mutluluklar
diliyorum. Ulusumuza ve ve dünyaya
barış getirmesini diliyorum Cenabı
Haktan. Yayın hayatınızda başarılarınızın
devamını diliyor sevgilerimi sunuyorum.
- Ahmet CANBABA
-
- FELAKET HAMDİ
-
Kim ne zamana kadar para yardımı yapardı. Komşularından
ne zamana kadar kimler yemek getirirdi.
-
Hadi üstünü başını çoğu insanlar acıyıp, kendi evlerinden
giymedikleri giysilerinden veriyorlardı. Giysi işi bol
bol yetip de artıyordu bile.
-
Hele bir defasında belki de üç çuval eski
birikmişti evinde. ‘Ne yapayım bunları kime vereyim’
derken deprem olmuştu da, deprem felaketine uğrayanlar
için televizyondan adresini aldığı bir dernek
vasıtasıyla, deprem bölgesine göndermişti.
-
Kahveye her gittiğinde, kim çay ısmarlardı. Bazı günler kafası
kıyak değilse şayet, bir sığıntı gibi hissederdi
kendini. Çalışıp da para kazanamamanın verdiği
ezikliği mimiklerinde nasıl yok etmeğe çalışırsa
çalışsın; çoğu kez bunda muvaffak olamaz, gülünç durumlara
düşerdi. Kimseye zararı yoktu.
-
Hamdi küçükken, bir menenjit mi geçirmiş ne; birazcık uçukluğu
olmasa, kimse ona takılmaz, aşağılamaz; onun saflığından
istifade etmezlerdi. ‘Gariban’ diye çoğu kişiler
korusalar da çokları da bedavaya iş gördürürlerdi.
Bir çay parasına onu tanıyanların ‘ayakçısı’ olmuştu.
-
Akşamları yatacak doğru dürüst bir mekanı da yoktu.
Apartman yapmak için kısmen yıkılmış kapısı, penceresi olmayan
harabe bir gecekondunun odalarından birinin içersine
serdiği karton kutuda, gecelerini geçiriyordu. Ona göre park
ve bahçelerde, tahta banklar üzerlerinde, istasyon ve
terminallerde yatanlarda insandı. Onları gördükçe kendi
yerinin iyi olduğunu düşünüp:
-
-Ya Rabbim buna da şükür, beterin beteri varmış demek
ki" derdi.
-
Felaket Hamdi haber dinlemeyi çok severdi.
Esasında çok iyi bir haber kolikti. Yanından eksik
etmediği ‘Nuh Nebiden’ kalma ancak birkaç istasyonu
alabilen bir radyosu vardı. Nerede olursa olsun sık sık
saati sorar, haberler gelmişse radyosunu kulağının
dibine kadar getirir, öyle dinlerdi haberleri.
-
Kahvede televizyondan haber dinlerken herkes Hamdi'den
yorum alır. Onun oturup kalkmalarına, küfürlerine el, kol
hareketlerine bayılırlardı. Çoğu kez anlattıkları da doğru
çıkardı. Zannetmeyin ki boş birisi. Çoğu kez kendisiyle dalga
geçenleri utandırırdı.
-
Öyle sorular sorardı ki Hamdi, bazıları apışıp
kalırdı; sorduğu sorular karşısında. Lüks otellerde
eğlenenlere hiç aldırış etmez, deniz kenarlarındaki insanların
gırgırları şamataları, aşkları Hamdi'yi hiç
ilgilendirmez. Hele karnı açken, cebinde beş kuruş parası
yokken, düğünlerde; savrulan paraları görmek bile
Hamdi'yi ilgilendirmezdi. ‘Kendileri kazanıyor, kendileri
harcıyorlar’ derdi. Önemli olan onların yaşayışını
maliye denetliyor mu? Vergisini veren herkes istediği gibi
eğlenebilirdi. Bir kaza haberi oldu mu içi giderdi
Hamdi'nin. Bir ambulans gelip yaralıyı mı taşıyor:
-
-Şuna bak arkadaş ohh! Mis gibi yatak be, o sedyede
olacaan şimdi? Kafası gözü sarılı insanları görüp:
-
-Ohh be! Benim bi kafamı gözümü yaracaklar, hele benimle
öyle bi ilgilenecekler arkadaş, beni öyle bi sedyeye koymak
için çaba sarf edecekler, bundan daha güzel mutluluk mu olur
be! Derdi. Felaket Hamdi'nin hastalandığında
kimsecikler semtine uğramazdı. ‘Kendi kendine iyi olur’ kimse,
Hamdi'nin ne zaman hastalanıp ne zaman iyi olduğunun
farkına varmazdı. Bir sıcak yuvanın, bir şefkatli elin, bir
okşayışın hasretini taşıyordu yüreğinde. Hastanın hastanede,
suçlunun hapishane de yatmasına imrenirdi. Zengin olsa,
parası olsa, istediği gibi yaşardı ama bu durumda
parasız sıcak bir lokmada ancak böyle temin edilirdi. ‘On yedi
Ağustos Depremi’ imdadına yetişmişti. Üzerinde yarım yamalak
çatısı olan duvarları yıkık, kapısı ve pencereleri
olmayan barınak için sahiplendiği gecekondudaki
karton kutusunun içinde mışıl mışıl uyurken, gecenin saat
üçünü biraz geçe bir gürültüyle uyanmış, gecekondusunun
sağlam kalan kısımları da tamamen göçmüştü. Gecenin bir
yarısında her taraftan feryat figan sesleri geliyordu. 'Oğlum'
'kızım' diyenleri mi, 'anam' 'babam' diyenleri mi
ararsın. Her tarafta bir panik, bir koşuşturmaca vardı.
Çevresindeki çoğu binalar kendi gecekondusuna dönmüştü. Hamdi
birkaç gündür açtı. Bir suyla, ısmarladıkları bir bardak
çay karın doyurmuyordu. Vicdanı dayanamadı
feryatlara. Gene de gücünün yettiği kadar yardım etmeliydi.
Başı dönüyordu. Kendi içindeki depremi bir atlatabilse. Kendi
iç dünyasının yıkık duvarlarından bir kurtulabilse, açlığın
kansızlığa, kansızlığın halsizliğe, dermansızlığa dönüştüğü iç
dünyasından adımlarını atıp, çatısı iyice göçmüş
duvarları daha da çok yıkılmış gecekondusundan bir
çıkabilse, gerisi kolay olacaktı Hamdi için. Bir
hayli çevresinden gelen feryatları dinledi. Kalktı
sendeleyerek, kendisine en yakın bir apartmanın
yıkılmış enkazına kadar zar zor yürüdü. Nihayet kendi
mahallesiydi. Dövünen feryat eden Can Beyi ve
kenara çıkartılan kanlar içersindeki ezilmiş bir
kişinin cesedini görür görmez, olduğu yere bayıldı. Hamdi
kendisinin de diğer depremzedeler gibi Ambulansa
konulmasını, hastaneye getirilişini, hiç mi , hiç
hatırlamıyordu. Kendisine geldiğinde hastane koğuşunda
tertemiz yataklar içersinde buldu kendini. Bütün yataklar
yaralı, hasta doluydu. Yeni yeni yaralılar geliyor, bir kısmı
ayakta tedavi edilip gönderiliyordu. Etrafta bir koşuşturmaca
vardı. Yavaş yavaş gözlerini açmış olanı biteni seyrediyordu.
Gözleri Can abisini arıyordu. Yıkık enkazın önünde en son onu
görmüştü. Tüm mahalleli Hamdi'yi bilirdi. Yataklar
üstünde birkaç tanıdık simaya rastladı. Çoğunun başında sahip
çıkan kimseleri yoktu. Açık duran odalarının kapısından
başlarını uzatıp yakınlarını arayan ve sonra başka odalara
bakmak için telaşla oradan ayrılan depremzede yakınları
bir curcuna yaratıyordu. Hamdi bir hayli olanı biteni izledi
yatağından. Sonra içersinde yemek bulunan arabanın girdiğini
görünce kapıdan, bayram şekeri almış çocuklar gibi sevindi.
Sevincini belli etmeden, sıcak bir tabak çorba, yoğurtlu
ıspanak ve makarnayı büyük bir iştahla bitirmişti. Açlık
sınırının altında kaç kişi yaşıyorsa Hamdi de bunlardan
biriydi. Hamdi git gide düzeldi sağlığı yerine geldi.
Ama Ufakken geçirdiği menenjitin verdiği konuşma
bozukluğu ve zaman, zaman titremesini; doktorlar
deprem şokundan sanmışlardı. Hamdi'ye bir sabah doktoru:
-
-Hamdi iyileştin artık seni taburcu edelim. Dedi. Oturduğu
yeri sordu:
-
-Bilmiyorum? Dedi. Hayatında ilk defa oturduğu şehrin dışına
çıkmıştı. Hamdi hastalığının verdiği konuşma bozukluğu
ile evinin yıkıldığını, kendisinin kimsesi olmadığını ve
hastaneye kimin tarafından getirildiğini bile hatırlamıyordu .
Yalnızca açlıktan bayıldığı için depremden dolayıymış
gibi hastaneye getirilmişti. Doktorlar hem nereden
bilebilirler diki Hamdi'nin açlıktan bayıldığını.
Kendisiyle gelenlerden kimsecikler kalmamıştı. Doktor:
-
-Evladım kimsen yok mu senin? Hamdi:
-
–Yok! Evim yıkıldı, nerede yatacam ben şimdi? Deyip ağlıyordu.
Doktor Depremle ilgili olarak gelen ekiplerden birine Hamdi'yi
teslim etti. Tutanaklara deprem şokundan dolayı ‘konuşma
bozukluğu’ ve hafıza kaybından dolayı da bir
şey ‘hatırlayamama’ diye yazdılar. Kimsesiz Hamdi'ye Güzel bir
çadır, kap, kacak, ocak, televizyon gibi bir ailenin ne
gibi ihtiyaçları varsa hepsini verdiler. Üstelik ziyaretçileri
de vardı Hamdi'nin. Çadırlara 'geçmiş olsuna gelenler
halini, hatırını soruyorlardı. İlk defa insan yerine
konulmanın zevkini tadıyordu. Aradan epey bir zaman geçti;
birde prefabrik ev verdiler Hamdi'ye, keyfine diyecek yoktu.
Artık felaketlere de imrenecek durumu kalmamıştı.
Gelen yardımlardan ekmeğini, aşını alıyor, prefabrik evinde;
deprem öncesindeki halinden ‘daha iyi şartlarda’
yaşamasına devam ediyordu. Bu ne kadar böyle devam ederdi,
Hamdi'nin geleceği ne olurdu, bunu kendiside bilmiyordu ama
şimdiki haline de, şükrediyordu. Bütün insanların acılarını
yüreğinde taşıyan Hamdi, şimdide deprem zedelerin kulu
kölesidir. Hamdi ekmek kuyruğundadır, Hamdi tüp kuyruğundadır,
Hamdi yardım kuyruğundadır. Tüm bunlar kendisi için değildir.
Kim Hamdi'ye ne söylerse Hamdi onu yapmaktadır. Artık
Hamdi'nin hiçbir felaketten beklentisi yoktur. Kendi evinde;
radyosundan, televizyonundan haberleri izlemekte, geçmişteki
felaket düşünceleri aklına geldikçe birazda içinde bu
düşüncelerinin mahcubiyetini yaşamaktadır.
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- TÜRKÇE YAZ, TÜRKÇE OKU
-
Dilimiz üzerindeki hassasiyetimiz,
titizliğimiz giderek artması gerekirken, adeta bu hassasiyet ve titizlikte
azalma sözkonusu.
-
Halbuki; Türkçe yazmalı, Türkçe okumalıyız.
Türkçe konuşmalı, Türkçe dinlemeliyiz. Türkçe nefes almalı, Türkçe nefes
vermeliyiz.
-
Bulvar, cadde ve sokaklarımızdaki işyerlerinin
adı, özbe öz Türkçe olmalı. Yabancı hayranlığımızla, çağdaşlığımız hayaline
kapılmadan, özümüzle-sözümüzle yaşamanın huzurunu, gururunu duymalı,
hissetmeliyiz.
-
Türk Dil Kurumu, Türkçe’miz üzerindeki
hassasiyetiyle dikkat çekiyor. Bu Kurumun Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk
Akalın, her fırsatta dilimiz üzerindeki yanlışlıkların sürdürülmesindeki
rahatsızlığını ortaya koyuyor.
-
Kuruluş aşamasında tescil edilen şirket
isimlerinin Türkçe olmasına rağmen, açılan mağazaların tabelalarına yabancı ad
verilmesinin bir çelişki olduğu hatırlatılarak; “Kağıt üstündeki ismi
tabelaya da taşımakta neden kararlı olunmuyor?” diye soruluyor. Sormalıyız,
sorgulamalıyız. Sahi neden böyle oluyor?..
-
Bazı arkadaşlarım tanıdıklarım var.
Bulundukları şehirlerde, yabancı isimle faaliyet gösteren lokanta-restaurant
sahipleriyle görüşerek, ismin değiştirilmesini istiyorlar. İsim değişmezse,
değiştirilmezse, o lokantaya, restaurant’a gitmemekteki kararlılıklarını
gösteriyorlar. “Şehrimde Avrupa hayranlığı” başlığı altında yazdıklarıyla
dikkat çekiyorlar. Bunlar küçük örnekler gibi görünebilir. Ama bilinçliliğin
örnekleridir sözkonusu edilenler.
- Yine bazı Belediye Başkanlarımız, Başkanlıklarımız var, “İşyerlerimize
Türkçe ad koymak demek; kendimize, ülkemize ve güzel Türkçemize özen göstermek
demektir” diyerek, uyarıda bulunuyorlar ve bu konudaki ısrarlarını
sürdürüyorlar.
-
Ülke genelindeki tüm Belediyelerimizin,
Belediye Başkanlarımızın bu hassasiyeti mola vermeden sürdürmelerini istiyor,
bekliyoruz, rica ediyoruz efendim.
-
Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk
Akalın’ın ısrarla üzerinde durduğu, Türkiye’deki bazı şirketlerin resmi evrak
üzerindeki isimlerinin Türkçe olmasına rağmen, kurdukları şirketlerin yada
mağazalarının tabelalarına yabancı isim vermelerinin anlaşılamadığı yönündeki
üzüntülerin, Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca dikkate alınarak yasal
boşluğun-boşlukların giderilmesi, Türkçe lehinde doldurulması gerektiğinin
hatırlanması ve harekete geçilmesinin zorunluluğu vardır.
-
Bir şehrin tabelaları, o bölgede yaşayan
insanlarla, toplumla özdeşleşmiş olmalı. İşyeri sahipleri bu konuda dikkatli,
özenli ve seçici olmalılar.
-
Bu gün, ülke genelinde yüz dolayında
belediyenin Türkçe tabela kullanımını teşvik için değişik yaptırımlar
uyguladığını biliyoruz. TDK’ da bu kurumların Türkçe isim verilmesine yönelik
çabalarını ödüllendiriyor.
-
Dili Türkçe olan bir ülkede, Türkçe ad
kullanılmasını teşvik ettiği için, belediyelerin ödüllendirilmesi, üzerinde
durulup, kara kara düşünülmesi gereken bir tablo değil midir?
- Medya kuruluşlarımızda görev yapanlar, muhabirinden spikerine kadar,
dilimiz üzerine dikkatle eğilerek, hata oranlarını hızla düşürmelerini, hatta
yok etmeleri gerekmiyor mu?
- İlkokul 4 ncü sınıfta okuyan torunum Nazlı ile Ankara-Emek mahallesinde
bir caddede gezerken “Alışveriş home” tabelasıyla karşılaşınca; “Bu adamlar,
alışveriş evi mi demek istiyorlar Nazlı?” diye sordum. Cevap ilginçti; “Yarısı
Türkçe, yarısı İngilizce olmuş mu dede?”. Sahi, yarısı Türkçe, yarısı
İngilizce yazılarak, ne söylenmek istenmiş? Ankara’da “Tepe Mobilya” olarak
bilinen kuruluş varken gidiniz büyük alışveriş merkezlerine, “Tepe home”yle
karşılaşırsınız.. Ayıp değil mi?. Bu işyeri isimlerinin /isimleri Türkçe olsa,
alışveriş edenlerin sayısında azalma mı olacak acaba?
-
- YILIN SON HABERİ:
-
Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a 209.cu plaket,
kısa adı SAKÜDER olan “Sanat ve Sanatkârlar Topluluğu” Derneği’nden geldi. Söz
konusu plakette yazılanlar:
-
Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; Cumhuriyetimizin
85. ci yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlemiş
olduğumuz “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmamızda Jüri Üyesi olarak
katkılarınız nedeniyle, teşekkürlerimizi sunarız. (Sevgi Eser, SAKÜDER Yönetim
Kurulu Başkanı-24 Aralık 2008, Ankara)
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
BULGUR PİLAVI MERCİMEKLİ
MALZEMESİ: 2-3 porsiyon-2 su Bardağı su,1 su Bardağı bulgur,1 su
Bardağı yeşil mercimek,bir yemek kaşığı tereyağ.Bir su Bardağı
mercimek ayıklandıktan sonra bir buçuk bardak suda haşlanır.
Kalan suya bir bardak soğuk su daha konarak tencerede kaynatılır.
İçerisine istendiği kadar tuz konulur.
Kaynayan suya bir su bardağı bulgur ilave edilir,kısık ateşte
bulgur su çekilene kadar pişirilir.
Ateşten indirilen tencerenin kapağının arasına beyaz kağıt
konularak biraz dinlendirince üzerine istenilen miktarda kızgın
tereyağı eritilerek dökülür. Bir miktar pilav dinlenmeye bırakılır.
İstenilirse servis yapılırken kara biber dökülür.
|









 |
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
SON NEFES
-
Kızıllığa bunanmış ufukta batarken şems
-
Senden alınmadır desem bu bir nefes
-
Rabb’in bizlere verdiği bu güzel ve enfes
-
Doyulmaz akşamlara geliyor zaman!
-
-
Ey fani canlılar işte bu zaman bize
-
Hatırlatsın son geldiğini her nefese
-
Sen ol ki bilesin insanoğluyum diyen
-
Cehennemi anlatıyor işte bu görülen
-
-
Ufukta bulutları kıp kızıl kızartan
-
Düşünmeyi bizlere budur hatırlatan
-
Seni senden, Beni benden üstün kılan
-
Ya Cennettir ya da Cehennem!
-
25 Ocak 2010 Bir fotoğraftan sonra 11,00 Çorum
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Necati ÇAVDAR |
Necati ÇAVDAR Hayat Hikayesi
|
-
SİZ......
-
Siz sevgi, gönül yerindekiler
-
Madde ve manadan ilerdekiler
-
-
Hiç bir ölçüye sığmaz hareketlerle
-
Kainat palanı ötesindekiler
-
-
Hasretten çatlayan dudaklarla
-
Sanki buz gibi serinliklerdekiler
-
-
Alem rahat,arzularına koşarken
-
Alem için hep ızdırap içindekiler
-
-
Kendileri için cihanı yakanlara inat
-
Kendilerini aleme feda etme peşindekiler
-
-
Kulakları sağır gözleri kör ederken
-
Dosdoğru ilahi mesajın peşindekiler
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
-
BİZ NELER BİLİRİZ
-
Biz, yıkık değirmenlerde,
-
Çok un öğüttük,
-
Çarkın;
-
Dönüp dönmediğini,
-
Biliriz.
-
-
Saçlarımız,
-
Aşk-sevda yolunda ağardı,
-
Bir hanımın;
-
Sevip - sevmediğini,
-
Biliriz.
-
-
Issız ovalardaki,
-
Telgraf direkleri,
-
Bizi tanır;
-
Bir yolcunun,
-
Gelip - gelmediğini,
-
Biliriz.
-
-
Azrail’le,
-
Yıllarca omuz omuzaydık,
-
Bir hastanın;
-
Ölüp - ölmediğini,
-
Biliriz.
-
(1961)
Prof. İsa KAYACAN |
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
 |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU Hayat Hikayesi |
- HOŞÇA KAL CAN AZERBAYCAN
- Bir sevda masalıydın yüreğimin en dipsiz köşesinde
- Bir güz mevsimiydin yüzümün gölgesinde
- Sahipsiz ve zamansız düşlerin durağıydın gönlümde
- Can canımsın Azerbaycan’ımsın bedenimde
- Umudun acımasız gecesinde ay gömülüyor sarıya
- Ne de güzel yazılır şiirler Şairler diyarında
- Kardeş ülkem özgürlüğüm sevdiğim vatanımsın
- Sözün özü güneşimsin can canımsın Azerbaycan
- Buğulu camlarda gözyaşlarımı siliyorken
- Gözümdeki hüzün sana olan özlemimden
- Anlamsızlıklar içinde düşlerim kaybolurken
- Yarım kalmış şiirimsin can canımsın Azerbaycan
- Kim bilir kaç yürekte kaç sevda da yer aldın
- Kim bilir kaç fersah ötelerde özlenen yaşamlardın
- Şimdi soğuk ellerim ya üşüyorum ya ölüyorum
- Ki bakıyor yüzüm toprağa hoşça kal can Azerbaycan
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
132 SAYI 25 Şubat 2010 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |