 |
YIL 11
SAYI 130 25 Aralık2009 |
 |
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut
Selim GÜRSEL YILBAŞLARI VE TAKVİMLER
-
Mustafa
Nevruz SINACI ŞİMDİ NE YAPMALI
-
Mahmut
Selim GÜRSEL YAZARIMIZ
İHSAN TOMBUŞ'U KAYBETTİK
-
İsa KAYACAN GÜLAYE RAZYEVA’DAN: ATATÜRK’Ü GÖRÜREM
-
Sakin KARAKAŞ ÖĞRETMEN OLMAK
-
Hüseyin Hüsnü GÜREL TBMM
DİLEKÇE KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA ANKARA -VI-
-
Mustafa Nevruz SINACI TABİATIN LANETİ VE
GDO TEPKİSİ
-
Atilla ALPAY ALKOLİZM VE GENÇLİĞİMİZ
-
Ahmet
CANBABA SOSYETE KAZIM
-
Selma GÜRSEL ERİŞTE
-
Ahmet CANBABA
SEN OLMADAN
-
Dilek BİGA BİR
AŞKA AİT
-
Rıza KANDAMİR
ŞAHIM EYVALLAH EYVALLAH!
-
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
YILBAŞLARI VE TAKVİMLER
- İnsanlar zaman dilimlerinden olan yılların bitiş ve
başlangıç anlarını bilmeleri ve takvimlerin gerçekliliğinin oluşumunu
sağlamaları için bir bitiş gününe ve birde başlama gününe ihtiyaç
duymuşlardır. Bu biten gün ile başlayan gün dilimlerini çeşitli
şekillerde de kutlamalar ile gelenekselleştirmişlerdir.
- Hicri Takvim Müslümanların gördükleri baskılar bir
yerden başka bir yere göç etmesine verilen isimdir. Hazreti Ömer
zamanında kabul edilen Hicri takvim Müslüman ülkeleri tarafından resmi
veya gayri resmi olarak kullanılmaktadır.
-
Hicri Takvim 12 kameri aya göre
düzenlendiğinden 354 güne denk gelir. Hicri Takvimde yılbaşı Muharrem
ayının 1'inde gerçekleşir. Hicri Takvim Miladi takvime göre yılbaşı
her yıl 11 gün önce gerçekleşir. Miladi takvime göne kutlanan bayram
ve dirini günler devamlı on bir gün önceye gelir. 2009 yılında Miladi
Yılbaşı 14 Aralık 2009 gününe denk gelmektedir.
-
Jülyen Takvimine göre 1 Ocak; Ancak en
büyük 12 Doğu Ortodoks Kilisesinin sekizi, iki tarihin aynı güne
geldiği Güncellenmiş Jülyen Takvimini benimsemiştirler, Doğu Ortodoks
Kilisesi'nde yılbaşı (İsa'nın sünnet yıldönümüne de denk gelen) 14
Ocak'da kutlanır. Doğu Ortodoks Kiliseler, Hıristiyanlıkta monofizit
görüşe sahip olup, 451 yılında yapılan Kadıköy Konsili'nin kararlarını
tanımayarak ayrılan doğu kiliselerine denir.
-
Miladî takvim ya da Gregoryen takvimi,
Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından yaptırılan
takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş
süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı "1 yıl" olarak kabul eder.
Dünyada en yaygın olarak kullanılan takvimdir. Türkiye de kullanılan
Gregoryen Takvim'inin yılın ilk resmi günüdür.
-
Ülkemiz dede Yanlış bilinen ağaç
süsleme ve hediyeleşme gibi aktiviteler yılbaşında değil, Noel'de
gerçekleştirilir. Bir Hıristiyan bayramı olan ve İsa'nın doğuşunu
kutlayan Noel'den tamamen ayrı olarak kutlanır. Ancak bazı ülkelerde
Noel ve Yılbaşı tatilleri birleştirilir. Ülkemizde yaşadığı bilinen
Noel Baba diye adlandırılan Nicholas (Noel Baba) günümüzden 1700 yıl
kadar önce, Akdeniz kıyısındaki Patara/Ovagelemiş’te doğmuş. Hayatı
boyunca da, Patara’nın yakınındaki Mira/Demre’de yaşamış Babasından
kalan servetle yoksullara yardım etmiş ve ünü yayılır. Bir anlatıda
da: Nicholaos hacı olmak üzere Kudüs'e gider. Geri dönüşünde fırtınaya
tutulan gemiyi dualarıyla batmaktan kurtarır, ayrıca denize düşerek
boğulan bir denizciyi de diriltir. O günden sonra Aziz Nicholaos
denizcilerin de koruyucu azizi olarak kabul edilmiştir.
-
Roşaşana İbranice yeni yıl Musevi
yılbaşıdır. İbrani Takvimine göre, Tışri ayının ilk ve ikinci günü,
Yılbaşı olarak kabul edilmektedir Hamursuz Bayramı'ndan 163 gün sonra
kutlanır. Roşaşana'nın kutlandığı gün yıldan yıla değişmektedir.
-
Musevi takvimine göre yılbaşıdır ve
dünyanın her yerindeki Museviler tarafından bayram olarak kutlanır.
İki gün süren bayram boyunca ailece yemekler yenilir Havra
(sinagog)'da bayram'ın ikinci sabahı senenin iyi geçmesini dilemenin
sembolü olarak koç boynuzundan yapılan Şofar isimli çalgı çalınır.
Roşaşana'nın kutlandığı gün boyunca Yahudilerin haftalık tatil günü
olan Şabbat günü yani cumartesi günü olan yasaklar geçerlidir.
-
İran takviminde yılbaşı Norous
(Nevruz) olarak anılır ve ilkbaharın başında kutlanır (20 veya 21
Mart).
-
Çin yılbaşı her yıl ilk kameri ayının
yeni Ay gününde kutlanır, ki bu da kabaca ilkbahara denk gelir. Çin'de
yılın en önemli bayramı konumundadır. Tam tarihi, Miladi takvime göre
21 Ocak ile 21 Şubat arasına düşer. 12 Hayvanlı Takvimi Dìzhī veya
Shíèrzhī; Japonca: Jūnishi veya Eto, Çin kökenli olup Asya'da yaygın
olarak kullanılmış takvim, aynı zamanda bir sistem olarak
bilinmektedir. 12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile
Göktürkler, Uygur Türkleri, Tuna Bulgarları, İdil Bulgarları da
kullandıkları bilinmektedir.
-
Tayland, Kamboçya ve Laos'da yılbaşı
13 Nisan'dan 15 Nisan'a kadar kutlanır. Özellikle Tayland' bu kutlama
su dökerek gerçekleşir.
-
Sümerliler astronomide de
gelişmişlerdir. Burçları ilk Sümerler bulmuştur ve günümüze değin
gelmiştir. Artıklı ve doğru bir takvim kullanmışlar, bir ayı 30, bir
yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat
etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi
Sümerliler bulmuşlardır.
- Mayaların 2012 tarihinde son bulan takvimleri ile de
bu günlerde pek çok yazı ve kitap yayınlanmıştır.
- Kısaca; insanlar yaşadıkları yerlerde güneş, ay ve
yıllıdızları inceleyerek kendi tespitleri ile çeşitle takvimler
hazırlamışlardır. Bu takvimlerin en önemli hazırlanma sebebi de
bezlenme ile ilgili olan tarım için gerekli bilgilerin ne zamanlar
içinde yapılmasının önemi ve zamanın tespitinden doğmuştur.
- Bu vesile ile Hicri ve Miladi yıl başlarının ülkemize
ve bizlere hayır getirmesini dilerim.
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
ŞİMDİ NE YAPMALI?
-
Dünya,
yıllardır Türk milleti’nin yaşadığı felaketlerin boyut ve hacminden
habersiz.
- Öyle ki, bölücü unsurlar ile ülkemiz
üzerinde menfur emel ve çıkar hesapları olanlar ‘Tehcir’ i dahi
soykırım olarak niteleme çabası içindeler. Üstelik bu tür haber ve
yorumlar bütünüyle yanlı, objektif ve tarafsız değil. Şu an için,
ilhamını karanlık güçlerden alan ‘aydın’ bir kesim özürcülerin
yargılanmasından son derece kaygılı ve rahatsız.
-
Ancak
bilinmelidir ki bunun, arsızca ve hâyasızca iddia ettikleri fikir
özgürlüğüyle bir alakası yok. Soykırımı algılama, milli etik ve
etnisite ile alakası var. Bunlar gerçek amaçlarını gizleyerek "fikir
özgürlüğü" demagojisi yapıyorlar. Dertleri bu değil!. Türkçe
konuştukları ve Ermenilerce Türklere uygulanan “belgelerle sabit”
vahşet, ihanet ve soykırımı iyi bildikleri halde sözde soykırıma
inanmaya, savunmaya ve lehte propaganda yapmaya çalışmak, ya kör
cahillere, ya da soyu belirsiz hainlere mahsustur..
-
Hani Başbakan sıfatıyla bunlara verdiği bir cevap var ya;
-
“Her halde soykırımı bunların
dedeleri yapmış ki, özür diliyorlar!”
-
“mükemmel” bir cevap.. Doğruluğunu
görmek için lütfen bu makalede isimleri verilen ve mezkür
sitelerinde mahfuz kimseleri bir araştırın!. Aralarından nesebi
Ermeni, Rum-Yunan ve Sabetaistlere dayanmayan kaç kişi çıkacak
acaba?... Konuyu Atatürk’ün ‘etnik köken’lerle ilgili vecizesi ile
derinleştirmek istiyorum. “Ben ülkemde iş başına gelecek insanın
soyuna, sop’ una bakmam, ancak ihanetlerini gördüğüm vakit
damarlarındaki kanına bakarım."
-
Yanlış anlaşılmasın. TC’de hiç
kimsenin etnik kök filan gözettiği yok.
-
Davos’tan
sonra sanal olarak yaratılan Yahudi karşıtlığı da uydurma, yalan.
-
Dünya da azınlık hukuku’nun asli
unsur haklarından ileri olduğu tek ülke Türkiyedir. Bakmayın adları
Türk’çe olduğu halde, soydan bozuk Ermeni, Rum-Yunan
haymatloslarına; Bunların ar damarları çatlak, kanları kirli.
Sürekli Kürt sorunu, soykırım, demokratik hak, özgürlük, güvenlik
deyip demagoji yaparlar. Oysa gerçekte bütün değerleri yozlaştıran,
ortamı karıştıran, anarşi, terör-tedhişe çanak tutan, yardım ve
yataklık eden işte bunlardır. Organize suç örgütlerinin mimar ve
müsebbipleri, bilumum soygun-vurgun olaylarının suçluları da!
-
Gerçek odur ki, tarih boyunca Türk
devletlerine asla ‘Türk’ ihanet etmemiştir.
-
Ülkesi ve milletine ihanet eden de
görülmemiştir. Türk “azınlık” olduğu ülkede bile namuslu, dürüst ve
merttir. Yaşadığı devletin yasalarına uyar, yasaklarına riayet eder.
Ülke insanlarına saygı duyar. Zulme maruz kaldığında anayasa ve
hukuk yolundan hakkını arar. Baskı, cebir ve şiddetle karşılık
bulursa; Yunanistan, Bulgaristan, eski Yugoslavya, Kıbrıs, Musul
Vilâyeti (Kerkük) D. Türkistan ve diğer Türk esaret (azınlık ve
tasallut) bölgelerinde olduğu gibi ‘medeni ve insani’ hakları uğruna
açıkça, insanca, mertçe mücadele verir.
-
Netice de Türk budur. Türk böyledir!..
Türk büyüktür… Bunlar kadar alçalmaz!..
-
Peki; bunların neresi Türk Allah
aşkına? Batılı Tarihçi illâ ortaya bir fitne-fesat, iftira katar. Bu
sözde tarihçiler, her ne kadar Türk’ten hain göstermeye çabalarlarsa
da, bu kesinlikle yalandır. İftiradır. Hele ki yazarın adı Türk’se
kansızdır! Bu tahrifçiler şüphesiz dönme, devşirme veya soydan
gayrisahihtir. Meselâ, Ermeni asıllı yerli lobilerle müştereken kökü
dışarıda ‘diaspora’ca yürütülen sözde Kürt sorunu ve soykırım
iftirasına bir bakalım: Baştan
söyleyeyim Türkiye’de asla bir Kürt sorunu yok. Var diyenleri bir
bir araştırın, soruşturun altından mutlak surette Ermeni, Rum ve
Yunan dönmesi çıktığını göreceksiniz.
-
Dahası; “1915'te Ermeni’lerinin maruz
kaldığı büyük felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini
vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma
Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür
diliyorum” diye, hıyanet kokulu bir metne imza atarak; 16.12.2008’de
‘Türk Milleti adına’ ve TC’de: “Ermeni’lere soykırım yaptık onlardan
özür dileyelim” savıyla başı çeken isimleri de analiz edin.
-
Açıkça ifade ettikleri şekilde, öç alma,
hıyanet, haset ve düşmanlıkla kıvranan hain bir kitle ile
karşılaşacaksınız. Üstelik bunlar bizden para kazanan kişiler.
Menfur siyasi görüşleri bizi ilgilendirmiyor. Kimi bunların
yazılarını sever, şarkılarından hoşlanabilir. Güzel gibi görünen
fakat en hafif ifadesiyle gülünç bahanelerle aymazlar ve ihanet
kalkışmacılarına para kazandırmayı sürdürebilirler. Onlardan biriyle
söyleşi yapanlar da çıkabilir.
-
Bu bir
Türklük onuru ve insanlık derecesi sorunudur.
-
Böyle
düşünenler aslında çok yanılıyor ve aldanıyorlar. Doğrusu: bunları,
böyle düşünenleri ve bu ‘gibileri’ millet olarak çevremizden atmak
hayatımızdan çıkartmak, dışlamak, insanlık adına memur, zorunlu ve
sorumlu olduğumuz demokratik tepkimizi göstermek, bedhahları
cemiyet, devlet, siyasi, sosyal ve sanat hayatımızdan silmek
gerekir.
-
“Ermeni’lere soykırım yaptık onlardan
özür dileyelim” savıyla ‘başı çeken” isimler ve sürdürülen
kampanyalar http://www.ozurdiliyoruz.com adresinden görülebilir.
-
Lütfen kendinize gelin. Uyumayın!..
Bilinçlenin, farkında olun!
-
Özgürlük,
huzur ve güvenlik alanımızı daraltan, insan hakları, adalet ahlâkı,
hukuk ve demokrasiyi dumura uğratan, anarşi-terör ve tedhişe çanak
tutan, rüşvet alan-veren, hırsızlık, yolsuzluk, gasp-irtikap, görevi
kötüye kullanma, kaçakçılık, kayıt dışılık, aleni istismar ve
suiistimallerle malul “takip, denetim, kontrol ve şeffaflıktan” ödü
kopan, ulusal veya uluslar arası denetimden şiddetle kaçan güruhun
tamamı benzer tandansta düşünen, frekansları pek farklı olmayan,
mütemmimleri “Türk, Türkiye, Milli Devlet, Hak-Adalet, Hukuk,
İnsanlık ve İslâm düşmanı” organize çıkar (anarşi, terör ve tedhiş)
örgüt furyalarından müteşekkildir.
- Başta Türk milleti aleyhine kirli
kumpaslara taraf ihanet şebekeleri olmak üzere; yukarıda nitelik ve
nicelikleri açıklanan bütün zanlı, fiili ve potansiyel suçlulardan
devleti arındırmak, “her kim olursa olsun” hedef kitle bazında zan
altındaki bu menfur topluluktan “iyilik, doğruluk, namuskârlık,
dürüstlük ve erdemlilik adına” toplumda şüphe, şaibe, korku ve
tereddüt uyandıran herkesi ve her kesimi hesaba çekmek, suçluları
bulmak, şiddetle men ve cezalandırmak, çevremizden dışlamak
zorundayız.
-
Bu
devlet, hükümet ve birey için görevdir. Hedef kitle sadece
“özürcüler” değildir. Yanlış anlaşılmasın. Onlar zaten bağımsız
yargı ve Türk adaleti önünde hesap verecekler.
-
MESELE: Bunlar ve benzerlerinden
“ADAY OLANLARA” asla oy vermemektir.
- Türk Milleti bir yandan
bu “emsal” davaya taraf olmak, sahip çıkmak; Diğer taraftan yukarda
evsafı açıklanan ve eylemleri tanımlanan “hırsız-yolsuz-yalan-talan”
takımından ülkeyi, siyaseti, STK, parti, iktisadi sektör ve
kurumları kurtarmak için elinden geleni her şeyi yapmak zorundadır.
Bu bir insanlık ve vatandaşlık görevidir. Sosyal sorumluluktur.
- SONUÇ: Türk, Kürt, aleni
Ermeni, Rum, Müslim veya Gayrimüslim; Asli unsur veya azınlık, her
kim olursa olsun: Namuslu-dürüst, onurlu-sorumlu, hakkıyla üreten ve
helâlinden tüketen herkes bizim kardeşimiz, yurttaşımız, sevgili ve
değerli; Birinci sınıf vatandaşımızdır.
- AMA!.. Suç odağı,
organize terör ve çıkar örgüt zanlısı, kumar borcu-diyet borcu olan
yalancı-talancı, şüpheli-şaibeli, rüşvetçi-iltimasçı, hortumcu ve
suiistimal güruhu asla!. Bunlar Türk milletini alçakça sömüren
keneler, sülük ve domuzlar mesabesinde olup; yandaş, yoldaş ve yol
arkadaşları dâhil insanlık ve millet düşmanıdırlar.
- ŞİMDİ TAM ZAMANIDIR: 29
Mart’ta bir yerel (genel) seçim var ve bu seçimde yukarda tanımlanan
tür’lerin büyük bölümü halkın önüne “ADAY” sıfatıyla çıkacak. Dikkat
ediniz lütfen!.. Bu adayların hiç biri “Egemenlik Kayıtsız Şartsız
Milletindir” umdesine uygun olarak milletçe belirlenmedi. Gayrisini
millet düşünmeli,OY’unu tam bir vatandaşlık şuuru ile ‘BİLİNÇLE’
kullanmalı ve siyasi mevtalar ile politik-ACI’ları ebediyen sandığa
gömmelidir. Biline…
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
YAZARIMIZ
İHSAN TOMBUŞ'U KAYBETTİK
,Çorum'un köklü ailelerinden icra memuru Elvan Efendi'nin torunu,
Çorum Belediye Başkanlarından Nazmi Tombuş'un oğlu olan "İhsan TOMBUŞ"
1923 Yılında Çorum'da doğmuş, ilkokulu Çorum'da okuduktan sonra,
ortaokulu Robert Kolejinde, liseyi Ankara kolejinde tamamlamıştır.
1948 yılında İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesinden mezun olduktan ve askerlik görevini yaptıktan
sonra, 1950 yılında Çorum'da avukatlığa başlamış, aynı yıl Demokrat
Parti saflarında politikaya atılmıştır.
1961-1977 yılları arasında üç dönem
Adalet Partisinden, bir dönem Demokratik Partiden bir dönem de 1983
yılında Anavatan Partisinden olmak üzere toplam beş dönem, Çorum
Milletvekili seçilen İhsan Tombuş, 1971 yılında Amerika Birleşik
Devletlerinde nüfus aile planlaması konulu bir seminere katılmış,
1971-1981 yılları arasında Devlet Yatırım Bankası Yönetim Kurulu
Üyeliği yapmış, 1975-1976-1977 ve 1984-1985 yılarında Avrupa Konseyi
Üyeliğinde bulunmuştur. Çorum Belediye Başkanlarından Nazmi Tombuş'un
oğlu olan "İhsan TOMBUŞ" 1923 Yılında Çorum'da doğmuş, ilkokulu
Çorum'da okuduktan sonra, ortaokulu Robert Kolejinde, liseyi Ankara
kolejinde tamamlamıştır.
1948 yılında İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesinden mezun olduktan ve askerlik görevini yaptıktan
sonra, 1950 yılında Çorum'da avukatlığa başlamış, aynı yıl Demokrat
Parti saflarında politikaya atılmıştır.
1961-1977 yılları arasında üç dönem
Adalet Partisinden, bir dönem Demokratik Partiden bir dönem de 1983
yılında Anavatan Partisinden olmak üzere toplam beş dönem,Çorum
milletvekili seçilen İhsan Tombuş, 1971 yılında Amerika Birleşik
Devletlerinde nüfus aile planlaması konulu bir seminere katılmış,
1971-1981 yılları arasında Devlet Yatırım Bankası Yönetim Kurulu
Üyeliği yapmış, 1975-1976-1977 ve 1984-1985 yılarında Avrupa Konseyi
Üyeliğinde bulunmuştur. 1950 yılında Çorum'da avukatlığa başlamış,
aynı yıl Demokrat Parti saflarında politikaya atılmıştır. 1961-1977
yılları arasında üç dönem Adalet Partisinden, bir dönem Demokratik
Partiden bir dönem de 1983 yılında Anavatan Partisinden olmak üzere
toplam beş dönem,Çorum milletvekili seçilen İhsan Tombuş, 1971 yılında
Amerika Birleşik Devletlerinde nüfus aile planlaması konulu bir
seminere katılmış, 1971-1981 yılları arasında Devlet Yatırım Bankası
Yönetim Kurulu Üyeliği yapmış, 1975-1976-1977 ve 1984-1985 yılarında
Avrupa Konseyi Üyeliğinde bulunmuştur.
1997'de "Politikada 41 Yıl", 2001'de
"Ben Kimim?" adlı iki anı kitabı yazmış, 2003'te gerçek bir olayı
incelediği "Ankara Cinayeti"'ni, 2005'te de "Çırağan Baskını" adlı
tarihi romanı yayınlamıştır.
07/11/ 2009 tarihinde Ankara’da vefat
eden yazarımız Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan törenden sonra
cenazesi Çorum’a getirilerek 09/11/2009 tarihinde Ulu camide kılınan
cenaze namazından sonra Çorum ulu Mezara defnedilmiştir.
Ailesine, yazar arkadaşlarımıza baş
sağlığı dilerim.
İngilizce bilen Tombuş, iki çocuk
babasıdır. .Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve Edebiyat
Dergimizde http://corumlu2000aylik.dergisi.info ile Sarı Çiğdem Şiir
Defteri'nde http://saricigdemsiir.dergisi.info ve Aylık Şiir
Antolojisi Dergisi'nde http://ayliksiirantolojisi.dergisi.info
çalışmaları yayınlanmıştır. |
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
-
GÜLAYE RAZYEVA’DAN: ATATÜRK’Ü GÖRÜREM
-
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den gelen şair, şaire ve yazarlarımızın
sesleri, kitapları, yayınları… Bunlardan bir yenisi, Gülaye Rızayeva-Şınıklı’ya
ait. “Atatürkü Görürem” adlı 99 sayfalık şiir kitabı efendim.
-
Kitabın
redaktörü: Sirus Azadi, Operatörü: Ayşegül Abdülkerimova, Dizgi:
Arda Grafik Planet, Cavidan Elbars imzalarıyla karşımıza çıkıyor.
-
Gülaye
hanım bu kitabında değişik şiirleriyle Türkiye, Atatürk sevgisini
dile getiriyor. Atatürk şahsiyetinin büyüklüğünden ve ölmezliğinden
sözediyor, yola çıkıyor Türkiye/Azerbaycan kardeşliğinden, Mevlana
yüceliğinden, hareket ederek kalbinde, ruhunda duyduğu
sevgilerini mısralara döküyor.
-
“Bitip
tükenmeyen sevgilerin sahibi” olarak bilinen Gülaye Rizayeva-Şınıklı’yla
Ankara’da, Altındağda Şiir Akşamları programı çerçevesinde tanışma
fırsatı buldum.
-
Atatürk
ve Türkiye sevgisiyle dolu olduğunu, yayınladığı “Atatürkü Görürem”
adlı kitabıyla daha açık ve net anlama, görme gerçeğiyle karşılaşmam
beni sevindirdi, mutlu etti.
-
“Atatürkü
Görürem” adlı kitabın sunuş ve önsöz mahiyetinde yazılanlar, “Redaktordan”,
“Türk Türkü goşdu” ve “Hazine köprüsü” başlıklarıyla verilmiş.
Bunlardan:
-
- “Salam
Azerbaycan şiirinin hususi bir yeri var. O öteki şiirlerinde olduğu
gibi, Deyir ki Salam Azerbaycan şiiriyle, hiç kimsenin demediği,
diyemediği yalnız şahsına ait tarzda vatan sevgisini
mukaddesleştiriyor” (Sirus Azadi),
-
- “Düzüm
düzüm sıralanan bu satırlar, Garabağ ağrılı, Tebriz hazretli,
Kerkük, Çanakkale yanlığıdır. Sarıkamış çölündeki şehid ruhunun
masım bakışıdır. Bir ana laylasının ışığında sizinle söz dünyasında
görüşdük” Telman Dejelli)
-
- “Gülaye
hanım düşünür ki, Mustafa Kemal Atatürk dünyanın bir çok ülkelerine,
milletlerine örnek olarak, yalnız öz milletinin değil, bütün
insanlığın azaldığını arzulayan büyük bir lider idi” (İmami Şövket
Ebülfezi gızı).
-
Azerbaycan yazıçılar ve jurnalistler birliklerinin üyesi, şaire
Gülaye Şınıklı, “Taleyimin laylaları” adlı şiir albümleriyle de
dikkat çekiyor. Bu albümlerde yeralan şiirleri Azerbaycan’ın
tanınmış sanatçıları tarafından seslendirilmeye devam ediliyor
efendim.
-
Kitabın
adı olan “Atatürkü Görürem” adlı şiir 37, 38, 39, 40 ve 41 nci
sayfalarda yeralıyor. Bu şiirden:
-
-
Aşkımızın aynasında,
-
Atatürkü
görürem.
-
Azadlığ
dünyasında,
-
Atatürkü
görürem.
-
-
Gülayeyem, sözümle,
-
Hep
özünü-özümle,
-
Hakkı
gören gözümle,
-
Atatürkü
görürem..
-
-
Gülaye
hanım Atatürkü böyle görüyor.. Ya bizim Türkiye’de bazı zeka
özürleri nasıl görüyor? Anlayan var mı? Tebrikler Gülaye
hanım, tebrikler.
-
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
-
ÖĞRETMEN OLMAK
-
Bir tutkudur öğretmen olmak. Bir
sanattır; Toplumu nakış nakış dokumak. Ekmek gibi aş gibi gece gündüz
demeden vatan için çalışmaktır. Öğretmen olmak, bilim ve teknolojinin
aydınlığında koşmaktır, paylaşmaktır. Verdikçe çoğalmak, paylaştıkça
kucaklamaktır.
-
Öğretmen olmak; dik durmaktır.
Öğretmen olmak, şereftir, namustur, haysiyettir. Bir öğretmenler
gününde bir demet çiçek beklemek ve aldığında mutluluktan bir kaç
damla gözyaşı dökmektir.
-
Öğretmen olmak; ilimdir, irfandır,
medeniyettir. Öğretmen olmak kökünü bilmek, geçmişine sövmemektir.
Geçmişten geleceğe köprü olmaktır. Öğretmen olmak, kökü mazide kalan
ati olmaktır. Öğretmen olmak Mustafa Kemalleri, Enver paşaları ve
Abdülhamitleri bir arada sevebilmektir.
-
Gri bir kartonu beyaz çiçeğe
dönüştürebilmektir öğretmen olmak. Umuttur, yarındır ve örnek olmaktır
öğretmen olmak. Düzgün konuşmaktır, argo sözler kullanmamaktır,
kendini yenilemek, okumak ve araştırmaktır öğretmen olmak. Yenilikçi
olmak ve her gün yeni olmaktır öğretmen olmak.
-
Engin bir hoşgörüdür öğretmen olmak,
Yunus Emre’den, Dede Korkut’tan, Hacbektaş-ı Veli’den ve Mevlana’dan
ilham almaktır.
-
Bir şiirdir öğretmen olmak;
Fuzulileri, Necip Fazılları ve Nazım Hikmetleri aynı anda
sevebilmektir. Vatanı sevmektir; birleştirmektir, Öğretmen olmak,
Ilgaz dağlarında bir pınar başında yudum yudum sevdalar içmektir. Bir
bulut gibi süzülmektir Kızılırmak boylarından Altaylara doğru allı
turna misali uçmaktır. Sivas dağlarına ve Hazer sularına türkü
yakmaktır. Öğretmen olmak, üzümleri kurumuş Kerkük bağlarına,
Karabağ’a ve Doğu Türkistan için gözyaşı dökmektir.
-
Öğretmen olmak, damarındaki kanı
bayrak, yüreğindeki canı vatan bilmektir. Her gün sabahın alacasında
Ne Mutlu Türküm Diyene diye haykıran genç gözlere Türküm demenin
ırkçılık değil haysiyet, onur ve gurur olduğunu, şeref olduğunu
anlatmaktır. Ne Mutlu Türküm demenin Fatih Sultan Mehmet’leri,
Alparslan’ları ve Mustafa Kemal’leri anlamak olduğunu anlatmaktır.
Türklük kavramının vatanın mayası ve ana unsuru olduğunu
vurgulamaktır.
-
Sivil bir güçtür öğretmen olmak,
dargınlık değil saygınlıktır, yılgınlık değil atılganlıktır, eğrilik
değil doğruluktur. Öğretmek uğruna kışı yağmuru, karı, fırtınayı,tozu
ve dumanı unutmaktır.
-
Her şeye rağmen gülümsemek ve hayata
umutla bakmaktır öğretmen olmak. Sınıfa girdiğinizde sorunlarınızı
unutmaktır. Size özenerek bakan çiçeklere umut olmaktır.
-
Yiğitliktir, öğretmen olmak; yürekli
olmaktır. Beyninizle yüreğinizi bir arada ustaca kullanabilmektir.
Aydınlatmaktır; Örnek olmak ve örnek yaşamaktır öğretmen olmak.
Cehaletle savaşmak ve karanlığın üzerine güneş gibi doğmaktır öğretmen
olmak.
-
Duru bir Türkçedir öğretmen olmak,
Türkçe duymak, Türkçe hissetmek, Türkçe konuşmak ve diline sımsıkı
sarılmaktır. Kültürlü olmaktır öğretmen olmak, her şeyi bilmektir,
kültürünü yaşatmaktır.
-
Bir öğretmenler gününde hatırlanmaktır
öğretmen olmak. Görev yaptığın cennet vatan köşesinde Abdi hocaları,
Rahmi hocaları, Cemal hocaları, Mehmet Özbekleri saygıyla anmak ve
ruhlarına bir Fatiha okumaktır.
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Hüseyin Hüsnü GÜREL |
Hüseyin Hüsnü GÜREL Hayat Hikayesi |
-
TBMM DİLEKÇE KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA ANKARA
-
KONU: Marmara Bölgesi
ile Erzincan ovasında yeraltında doğalgaz
patlamalarından ileri gelen korkunç afetler ve
Erzincan ovasında çok zengin doğalgaz yatağı varlığı
Hk.
-
İLGİ : TBMM Dilekçe
Komisyonu Başkanlığının 05.11.2008 / 2396 No’lu Kararı
Marmara bölgesi ile Erzincan ovasında deprem hareketi
başlamadan önce yeraltından bomba gibi patlama ve
gürültülü sesler işitilmektedir. Depremler ile ilgisi
olmayan bu patlama seslerinin sebebini hiç kimse
araştırmamıştır.
-
Geçen Sayıdan Devam
-
MARMARA BÖLGESİ İLE
ERZİNCAN DEPREMLERİNİ YAŞAYAN BAZI GÖRGÜ TANIKLARINCA
AÇIKLANAN ÇOK ÖNEMLİ BAZI BİLGİLER
-
Marmara bölgesi ile
Erzincan şehrinde ve ovasında depremleri yaşayarak
bilen bazı görgü tanıkları aşağıda gösterilen bazı çok
önemli bilgiler vermektedir. Görgü tanıklarınca
verilen bu bilgiler ile; Marmara bölgesi ile Erzincan
şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz
patlamalarından ileri gelen kıyametler koparcasına çok
korkunç afetlerin meydana geldiği ve Erzincan
ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağı varlığı;
hakkındaki gerçekler açık ve belirgin şekilde ortaya
konulmaktadır.
-
1) Yakup AY Şeker
Fabrikaları Genel Müdürlüğü Daire Başkanı : 1992
Erzincan deprem hareketi başlamadan 1 saat önce;
havanın -11,3°C soğuk olduğunu; bizzat kendisinin
ölçtüğünü; Fabrika lokalinde otururken elektrik
bantlarından cızırtı şeklinde sesler işitildiğini; bu
buatlardan şerareler halinde ufak kıvılcımlar
çıktığını; dışarıda rüzgâr yok iken; elektrik
buatlardan ses işitilmesine ve kıvılcımlı şerareler
meydana gelmesi sebebini anlamadıklarını; 8 dakika
kadar sonra depremin başladığını; deprem hareketi
başlamadan önce yeraltından uğultulu gürültülü sesleri
işittikten sonra depremin başladığını; etrafın sis ile
kaplandığını, gökyüzünün kızıl renge büründüğünü;
yüzey arazinin deniz gibi dalgalandığını; ağaçların ve
binaların yana yatıp, yatıp kalkarak kafa kafaya
geldiklerini; sabaha kadar çok soğuk havanın
ısındığını; arazinin donunun çözülerek çamurlaştığı
konusunda fevkalade önemli bilgiler verilmiştir.
-
1992 Deprem gecesi
Erzincan ovasında çok soğuk havanın en az 20-25 derece
sıcaklığa kadar ısınması ile sabaha karşı paltolar
çıkarılmıştır.
-
Deprem gecesi hava
-11,3 C° gibi çok soğuk havadan 20-25 C° gibi sıcak
havaya ulaşması için havanın en az 30-35 C° ısınmış
olduğu anlaşılmaktadır. Erzincan ovasında deprem
gecesi çok soğuk havayı 30-35 C° kadar gibi sıcaklığa
melekler veya huriler ısıtmamıştır.
-
Depremler başlamadan 5
saniye önce İstanbul da deprem meydana geleceğinin
bilinmesi için çok büyük masraflar yapılarak deprem
istasyonları kurulmaktadır. Başkan AY; deprem
başlamadan 8 dakika önce; elektrik buatlarından
cızırtı seslerinin işitildiğini ve bu buatlardan
şerare şeklinde ufak kıvılcımlar meydana geldiğini ilk
defa keşfetmiş ve bilim dünyasına ve insanlığa paha
biçilmez ölçüde yardımcı olmuştur. Başkan AY'IN ismi
altın harfler ile tarihe yazılacak; altından heykeli
yapılacak ve kendileri saygı ile anılacaktır.
-
2) Orhan BİRDAL THY.
İşletmeler Genel Müdürü :
-
1992 Erzincan depremi
akşamı çok soğuk havada arkadaşı ile donmuş karları
çiğneyerek camiye giderken aniden sam rüzgârı gibi
yüzlerini yakacak sıcaklıkta rüzgârın estiğini;,
ayaklarının altındaki donmuş karların erimeye
başladığını; çok soğuk havada sıcak rüzgârın esmesine
akıl erdiremedikleri ve yarım saat sonra cami de iken
depremin başladığı konusunda enteresan bilgi
vermektedir.
-
3) Nihat ALPTEKİN
Çayırlı Eski Belediye Başkanı : 1992 Erzincan
depreminde bomba gibi patlama sesleri işittikten ve
etrafın nur gibi aydınlandıktan sonra depremin
başladığı; şehrin koyu renkte sis ile kaplandığına;
gökyüzünün kızıl renge büründüğü, soğuk havanın sabaha
kadar çok ısındığı ve ovadaki donmuş karların eridiği
konusunda bilgi vermektedir.
-
4) Zeynel ÇAYIR: 1939
Erzincan depreminde annesinin ovanın güneyindeki
Sultanseydi yönünden kızıl renkli alevlerin göklere
yükseldiğini; birçok kimsenin 1939 depreminde yerden
yükselen bu alevleri gördüğünü; 1992 depreminde bizzat
kendisinin yeraltında bomba gibi patlama ve uğultulu
sesler işittikten sonra depremin başladığını; etrafın
kesif sis ile kaplandığını; Gökyüzünün kızıl renge
büründüğünü; deprem gecesi sabaha kadar hava çok
ısındığından ovadaki karların eridiği konusunda bilgi
vermektedir.
-
5) Abdülkadir
DELİKTAŞ: 1992 Depreminde camiden dışarı çıktığında
karanlık gece yatsı vakti Erzincan ovasında kıpkızıl
bir ışık ortamına herkesin şahit olduğu;, yatsı vakti
karanlığında bu kızıllığın normal bir kızıllığın
olmadığı; Karakaya’da fışkıran büyük alev topunu
görenler olduğu konusunda bilgi vererek Ülkemize ve
Erzincan'a çok büyük ölçüde yardım etmektedir.
-
Abdülkadir DELİKTAŞ
Erzincan da deprem hareketleri başlamadan kısa süre
önce; yeraltından bomba gibi patlama ve gürültülü
sesler işitildiği; yüzey arazinin deniz gibi
dalgalandığı; ağaçların ve binaların yana yatıp, yatıp
kalktıkları;, deprem akşamı hava çok soğuk olduğu
halde; sabaha kadar havanın ısındığı; hava çok
ısındığı için sabaha karşı paltoların çıkarıldığı ve
Erzincan ovasındaki karların eridiği konusunda
bilgileri de verilmiş olsaydı; Ülkemize ve Erzincan'a
daha fazla yardım etmiş olacaktı.
-
Erzincan şehrinde ve
ovasında depremleri yaşayan sokaktan geçen hamal
efendiler dahil; binlerce ve on binlerce görgü tanığı
bu konularda bilgi sahibi bulunmaktadır. Bu görgü
tanıkları yaşamış oldukları bu olayların fevkalade
önemli olduğunu bilmedikleri ve bu konularda
değerlendirme yapamadıkları için; bu konulardaki
gerçekler gizli kalmaktadır.
-
6) Şafak OKTAY Ziraat Yük.
Müh. Adapazarı Çevre Müdürü: 1999 Marmara
depremini Adapazarı'ndan 1,5 Km dışında geçirdiğini;
çok büyük gürültüler işittiğini; yeraltından çıkan
alevlerin 4 katlı apartman katı yüksekliğinde
yükseldiğini; kuyulardan kum kaynadığı Bayan OKTAY;,
depremden sonra Sapanca'ya gittiğinde; deprem
esnasında Sapanca gölünün yarılarak göklere havaya
yükseldiği ve Sapanca gölünün üstüne petrol dökülmüş
gibi alev ile yandığı konusunda çok enteresan açıklama
yapmaktadır (EK 28,29).
-
İstanbul'a çok yakın olan Adapazarı'nda ve Sapanca
gölünde depremler esnasında yerden alevlerin göklere
yükselmesi; yeraltından çok büyük gürültüler
işitilmesi ve Sapanca gölüne petrol dökülmüş gibi bu
göl yüzünün alev ile yanması olaylarının
üniversitelerimizce ve bilim adamlarınca henüz
bilinmemesi Ülkemiz için çok acı gerçektir. Bayan
OKTAY; bu konudaki gerçekleri ortaya dökmek sureti
ile; Ülkemize ve bilim dünyasına ışık tutmakta ve
üniversitelerimiz ile bilim adamlarına uyarı
yapmaktadır.
-
7) Osman KARA: 1999
Marmara depreminde Adapazarı'nda güneyden patlama ve
gürültüler işitildiğini; elektrik direklerinin yana
yatıp yatıp kalktığını; binaların kafa kafaya horoz
gibi dövüştüğü konusunda bilgi vermektedir.
-
8) Cemil DEMİR :
1999 Marmara depreminde Yalova da yeraltında
bomba gibi patlama ve uğultulu gürültülü sesler
işitildikten ve yüzey arazi deniz gibi dalgalandıktan,
ağaçlar ve binalar yana yatıp, yatıp kalktıktan sonra
deprem hareketinin başladığı konusunda bilgi
vermektedir.
-
9) Bağ-Kur İl Müdürü Yusuf
BAYDAŞ:1992 Erzincan depreminde yeraltından
bomba gibi patlama ve uğultulu gürültüler olduğunu; 4
katlı Selimoğlu iş hanının asfalt yolu öpercesine 2
defa yana yatıp, yatıp kalkarak parçalandığı; asfalt
yolların metrelerce yükselip alçaldığı konusunda bilgi
vermektedir
-
10) Ev hanımı Makbule
ŞENGÜL: 1992 Erzincan depreminde şehre 2 km.
uzaktaki Geçit köyünde akşam gezmesine giderken;
Kırıklar tepesinde bomba gibi patlama sesleri
işittiğini;, bu tepeden çıkan alevlerin göklere
yükseldiğini; Erzincan şehri tarafından sis bulutunun
kendisine doğru geldiği için çok korktuğunu; elektrik
direklerinin yana yatıp, yatıp kalktığını; bu
olaylardan sonra deprem hareketinin başladığı
konusunda bilgi vermektedir.
-
11) Kurutilek Köyü
Muhtarı Dursun SAK: 1983
Erzincan depreminde bomba gibi patlama ve uğultulu,
gürültülü sesler duyduğunu; nur gibi ışıklanmadan
sonra depremin başladığı; atmosferin sis bulutu ile
kaplandığı konusunda bilgi vermektedir. Marmara
bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında depremler
esnasında yeraltından çıkan bu sis; kavitasyon
hidrolik olayından ileri gelmektedir. Yeraltından
çıkan bu sisin ısı ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu sis
sıcak olmayıp soğuktur.
-
12) Dr. Cihangir ARISAN:
1992 Depreminde yeraltında gürültülü sesler
işittiğini; yerden havaya doğru alevlerin
yükseldiğini; nur gibi ışıklanma olduğunu; binaların
yana yatıp, yatıp kalktıktan sonra depremlerin
başladığı konusunda bilgi vermektedir.
-
13) Şoför Rafet GÜNER: 1983
Erzincan depreminden 2 gün sonra Cebesoy istasyonunda;
Fırat nehrinin kıyısında katran gibi petrol maddesinin
akıp gittiği konusunda bilgi vermektedir.
-
Depremlerde Erzincan
ovasından çıkarak Fırat nehrinden katran gibi petrol
maddesi günlerce akıp gittiği halde; ilgili
Kurumların, Üniversitelerimizin ve bilim adamlarının
bu gerçeği henüz bilmemesi Ülkemiz için çok büyük acı
gerçektir.
-
14) Seteref SÜRÜCÜ: 1992
Depreminde Erzincan şehrinden daha yüksekte bulunan
Günebakan köyünde ova tarafından bomba gibi patlama
sesleri işiterek ve nur gibi ışıklanma meydana
geldiğini görerek çok korktuğu için eve kaçtığını; eve
girdikten sonra depremin başladığı konusunda bilgi
vermektedir.
-
15) Şakir KARART İl Çevre
Müdürü: 1992 Erzincan depreminde yeraltından çok
kuvvetli patlama sesleri işitildiğini; alevlerin
göklere yükseldiğini, her yerin nur gibi
ışıklandığını, yüzey arazinin deniz gibi
dalgalandığını, ağaçlar ile binaların yana yatıp,
yatıp kalktığını; bu olaylardan sonra depremin
başladığını;, gece olmasına rağmen gökyüzünün kızıl
renge büründüğü; bu olayları yaşayan birçok görgü
tanığı bulunduğu konusunda bilgi vermektedir.
-
16) Metin ÇÖREKÇİ Eski
Veteriner Müdürü: 1992 Erzincan depreminin ertesi günü
akşam saatlerinde nur gibi ışıklanma olduktan sonra;
ufak şiddette depremin meydana geldiğini; depremden
birkaç gün sonra Fırat kıyısında katran gibi petrol
maddesinin tortusunu arkadaşı ile gördükleri konusunda
bilgi vermektedir.
-
17) Habip BUDAK Akyazı
Köyü Eski Muhtarı: 1983 Erzincan depreminde nur gibi
ışıklanma ve yeraltından muazzam patlama sesleri
işittikten sonra deprem hareketinin başladığını,
etrafın gündüz gibi ışıklandığı; yüzey arazinin deniz
gibi dalgalandığını; binaların yana yatıp, yatıp
kalktığı konusunda bilgi vermektedir.
-
18) Ali DOĞAN 1992
Depreminde Erzincan Çağlayan Girlevik köyünde deprem
gecesi hava çok ısındığından en az 1.30 m.
kalınlığındaki karın sabaha kadar eridiği konusunda
bilgi vermektedir.
-
19) Şoför Kemal DİNÇ
1992 Erzincan depreminde yeraltından bomba gibi
patlama sesleri işitildikten sonra deprem hareketinin
başladığı; hava çok soğuk iken depremden kısa bir süre
sonra havanın çok ısındığı ve donmuş karların eridiği
konusunda bilgi vermektedir.
-
Devamı gelecek Sayıda
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- TABİATIN LANETİ VE GDO TEPKİSİ
-
Kimsenin aklına gelmez ve “hayati önemi haiz
olmasına rağmen” kamuoyu ve halkın gündemine girmezken; 2009 yılı Kasım ayı
başında Tarım Bakanlığı’nın ilgili yasa’dan önce, yönetmeliğini yayınladığı
GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) konusu ‘umulmadık bir biçimde” patlama
yaptı ve “şok etkisiyle” gündeme oturdu.
-
Bu, ‘genelde dünya; özelde vatan, insan,
toprak, bayrak ve doğa (çevre) sevgisinin ne anlama geldiğini ve ne demek
olduğunu?’ bilenler, rasgele değil, ‘bilinçle-inançla’ yaşayan, başka deyişle
‘diğerkâm’ insanlar için çok önemli, sevindirici ve ümit verici bir
gelişmedir.
- İnşallah bu mücadele sonuç alınıncaya ve halkımıza yönelik
kimyasal-biyolojik savaş unsurları def edilinceye kadar, azim, irade, bilim ve
kararlılıkla sürer…
-
Bu ‘bilinçlenme ve kutsal olan yaşamı koruma”
savaşının sürmesi zorunludur.. .
- ÇÜNKÜ: “Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre; hızla çoğalan, çeşitlenen ve
artan hastalıkların % 72’sinin kaynağının besinler ve beslenmeye bağlanmakta
olduğu” kritik bir dönemde konu, son derece önemli, dolayısıyla güncel olması
çok doğru, yerinde ve isabetli….
- TABİATIN LANETİ
-
Ancak, yıllardır amansız hastalıklara neden
olan, insanları zayıf düşüren, dirençlerini (antikor özelliğini) kıran,
madden-manen büyük zaaf, bedensel-ruhsal hasar ve tahribata neden olan
hormonlar ile; Yahudi tekelinde kronik kanser misali; ‘kimyasal-biyolojik
savaş’ unsurları bağlamında ülkemizi saran, insanlarımız, ürünlerimiz,
tarım-toprak, su ve ziraatimizi alçakça sabote edip, olumsuz etkileyen tohum
konusu ilişkilendirilerek birlikte ele alınmalı ve işlenmeliydi. Maalesef öyle
olmadı. Ama buna da şükür.
-
Lütfen hatırlamaya çalışınız! Aziz Nesin ne
demişti?
-
“Bu ülkede yaşayanların yüzde 60’ı geri zekâlı
ve aptal!..”
-
Aziz Usta bunu söylemeye söyledi, mahkemelik
de oldu ama sebebini söylememekle çok büyük bir haksızlık yaptı millete. İşin
garibi soran da olmadı. Ama biz, şahsen sormamış olsak da, soranları ve
cevabını alanları bulduk, bildik, öğrendik..
-
Sebebi: 1963 (Amerikan yardımı süt tozu ile
bedenen zehirlenme ve sözde barış gönüllüsü ajan provokatörler tarafından
beyin yıkama günleri)'den günümüze giderek yoğunlaşan-yaygınlaşan
(kimyasal-biyolojik saldırı) hormonlu gıdalar!
-
İlk izin verenlerin, Atatürk’ün kurduğu
(Tohum, fidan, hayvan vd) Islah İstasyonlarını kapatanların ve et, süt, meyve,
sebze ‘besin-gıda maddesi” namına ne varsa hepsi dahil içine hormon katanların
Allah belasını versin!... Usul ve füruğlarına, dahili bedhah (iç düşmanlar) ve
harici patronlarına lânet olsun. Sözde bilim adına bunlara arka çıkanların
tamamına da…
- GDO VE HORMON TEPKİSİ
-
Hormonlu gıda ve GDO katkılı ürünler, antikor
oluşumunu önlemekte ve hastalıklara karşı vücut direncini sıfırlamaktadır. Bu
nedenle, DSÖ verilerinin de açıkça gösterdiği gibi dünyada hastalıklar hızla
artmakta, Tıp bu artış karşısında aciz kalmakta, milletlerim milli gelir ve
servetlerinin en büyük bölümü ise bu durumda sağlığa gitmektedir. Sağlık ve
ilâç sektörü ise, büyük ölçüde virüs üreticilerinin elindedir. Yani GDO, suni
tohum ve hormon imalatçılarının; Yani, İlâh, İlâç ve Silâh tüccarı vampirlerin
elinde…
- BİR KAÇ ÖRNEK:
-
1. Ülkemizin sağlık (sektör, ilâç,
alet-edevat, teknik donanım ve tahkim) harcamaları toplamı 50 milyar Dolar/YIL
olup; Sosyal Güvenlik yatırım, prim ve idame harcamaları buna dâhil değildir.
Üstelik bu 50 milyar dolar tutarındaki miktar bütünüyle gâvura gitmektedir.
-
2. Yabancı sigara üretim ve satışından önce
ülkemizde “sigaradan ve sigaraya bağlı” hastalıklardan ölenlerin sayısı yılda
ortalama 15-20 bin iken; Şimdi bu rakam yılda 120 bin kişiye ulaşmıştır. GDO,
programlı tohum ve hormon kaynaklı ölüm ve hastalık sayısında ise akıllara
durgunluk veren bir artış vardır. Bunu anlamak için 1963-2009 dönemine ait
“nüfus ile mukayeseli” hastane, hasta, yatak ve ex sayılarına bir bakmanızda
zaruret vardır.
- Aşağıda, başta GDO konusu gelmek üzere, buna mümasil, insan sağlığı, doğal
bitki varlığı ve bu alanı etkileyen faktörler hakkında mükemmel bir çalışma ve
araştırma var.
- Yazarı: Gıda Mühendisi Süleyman Akdemir…
-
Kendisi, aynı zamanda “Tek Çare Kemalizm”
isimli kitabın da yazarıdır. (*)
- Asla kafa karışıklığına yol açmayacak, son derece net, objektif ve
orijinal bilgi, bulgu, tespit ve tavsiyelerle tahkim edilmiş “bu” değerli
çalışmayı; Konjonktür gereği aydınlatma görevimizin bir parçası olarak bilgi
ve görüşlerinize sunuyorum.
- GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR MI?.
-
Uygarlığın son yıllarda gösterdiği baş
döndürücü gelişmeler, önceleri imkânsız görülen amaçların ve hedeflerin
belirlenmesini, onların şekillenmesini etkilemiş, günümüz koşullarında farklı
yaşam biçimlerinin insan eliyle oluşmalarına yol açmıştır.
-
Başka bir deyişle, insanoğlu, doğaya bir
ölçüde müdahale etmeye başlamıştır. Bilimsel gelişme ve insanın doğaya
müdahalesi, belki de bundan sonraki tartışmaların odak noktasını teşkil
edecektir. Var olan teknolojiler ve bunların insanlığın geleceğindeki rolleri
konusu ise, tüm dünyada temel tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
-
Son günlerde basın ve televizyon kanallarında,
daha önce son derece sağlıklı görülen bir katkı maddesinin yasaklanmasına,
yada, insan sağlığı adına tedavi amaçlı kullanılan farmasötik (ilaç formunda)
bir ürünün sakıncalarının ortaya çıkmasına dair haberlerin ciddi anlamda
yoğunlaşması dikkat çekmekte ve ürkütücü boyutları gözler önüne serilmektedir.
- Yıllar boyu sağlık için tüketilen onlarca çeşitli (doğal olmayan)
maddelerin yarattığı riskler, üreticileri çok da fazla üzmüş veya ticari
kaygıların ağırlığı açısından, standart insanların vicdani sorumlulukları
kadar bile etkilemiş gibi görünmemektedir.
-
Bu tavır sürmekte ve insanlar tarafından
beslenme yoluyla alınan her türlü ürün için, birbirine zıt iki farklı anlayışı
karşı-karşıya getirmektedir. Kabul edilmiş, yıllarca denendiği için risk
değerlendirilmelerinde sorun yaşanmamış, yeni gelişmeleri ve mevcut
metodolojiyi savunanlarla, belirlenen süreler için gerekli etkileşim
analizlerini yaparak çok yeni atılımları öngören modern moleküler
biyoteknolojiyi savunanlar, tamamen karşıt görüşler ileri sürmekte ve mücadele
etmektedirler.
-
Mevcut teknolojileri ve doğal yöntemleri
benimseyenler için, genetiği değiştirilmiş organizmalar, (GDO) onlarca yıl
sonra ortaya önlenmesi, aşılması mümkün olmayan risklere ve sağlık sorunlarına
neden olabilir endişesi ile zaten sıcak karşılanmamaktadır. Genetik alanında
sağlanan olağanüstü gelişmeler ve bunların günlük gıdalarla sürekli tüketilir
olması, bir zamanların korku filmlerine konu olan frankenstein (frankenşıtayn)
türü varlıklar veya metabolizmalar oluşturması riski yüzünden genellikle
reddedilmektedir.
-
Sigaranın kanser riski bile onlarca yıl sonra
ortaya çıktığına göre, bakış açısı ile ilgili olarak, hak vermemek elde
değildir. Modern moleküler biyoteknolojiyi savunanların, çeşitli kültür
bitkilerinin genetik şifreleri ile oynayarak ve aslında bitkilere, bitkilerden
değil de, çeşitli mikroorganizmaların genlerinden alınan molekülleri monte
ederek sağladıkları avantajlar cazip görünmesine rağmen “hayvanlaşmış
bitkiler” ortaya çıkmaktadır.
-
Süreç içinde hangi olumsuzlukların yaşanacağını tahmin etmek bile bazen
çok zorlaşacaktır. Kanser tedavisi için kullanılan ilaçların tedavi etmesi
gereken kanseri geliştirdiğinin tespit edilmesi, normal ve kabul edilir deneme
sürelerine rağmen ortaya bu sonucun çıkması, bitki genlerine bitkisel olmayan
moleküller monte edilmesine karşı çıkanların ellerini doğal olarak
güçlendirmiştir.
-
Genetiği değiştirilmiş organizmaların
gerekliliğini savunan üreticilerin savları ise, genellikle, daha yüksek
verimlilik, zararlılardan etkilenmeyen veya zararlıların etkisine daha az
maruz kalmış en düşük hasarlı ürün elde edilmesi, hızla artan dünya nüfusu
gibi konulardan bahsedilerek desteklenmektedir.
-
Çeşitli ürün yelpazelerinde yapılan deneyler
sonucu alınan neticeleri savunarak, bu şekilde yapılan üretimin gelecekte tek
çıkış yolu olarak gösterilmesi ve bunda ısrar edilmesi gibi, belki de kabul
edilebilirliğini iyice zorlaştıran bir yaklaşımla sunulması, bu ürünlerin,
şüphe edenleri tatmin etmekten uzak bir görünüme bürünmesini sağlamaktadır.
-
Dünya Sağlık Örgütü araştırmalarında
hastalıkların % 72 kaynağının beslenmeye bağlanması, bu açıdan baktığınız
zaman ürkütücüdür. Bilimsel gelişmeye karşı çıkmak ve çeşitli buluşları
reddetmek, düşünen üreten insan için asla mümkün değildir. GDO larla ilgili
çalışmalar ve onları geliştirip insanlığa sunan modern moleküler biyoteknoloji
şaşırtıcı bir hızla mesafe almakta, radikal bazı değişimleri de beraberinde
getirip güncelleştirmektedir.
- Son derece karmaşık, kontrolü güç, hassas ve titizlik gerektiren bir dizi
teknoloji uygulamalarıyla elde edilen bu ürünler esas itibarıyla ‘genlerle
oynamayı’ gerektirmektedir.
-
Tarihe baktığınız zaman
mucitlerin yaşamlarını pek zengin olmadan sürdürdüklerini, başka bir deyişle,
buluşların kabul edilmesinin öyle kolay bir iş olmadığını biraz da üzülerek
izlersiniz. Çünkü teknoloji ve gelişme, sıradan insanlar için, takip
edilebilir veya hemen algılanabilir konular değildir. Bir yeniliği takdim
edersiniz.
-
Onlarca yıl geçtikten sonra değeri
anlaşılabilir.
-
Geçen süre insanlık adına kayıp hanesine
yazılması gereken ve paranın satın alamadığı tek şey olarak öne sürülen
zamandan başka bir şey de değildir.
-
Son 25 yıl içinde ortaya çıkan genetiği
değiştirilmiş ürünlerin de böyle bir süreç yaşaması son derece doğaldır. Bilim
adamları ile sıradan vatandaşların aynı konuya çok farklı bakmaları normaldir,
mümkündür. Arada ise diğer gelişmelerden farklı bir risk faktörü vardır. Söz
konusu olan materyalin etkileyeceği ve belki de geri dönülemez hasarlara yol
açacağı varlık, bizzat insanını ta kendisidir.
-
O halde, konu tamamen insan varlığının
geleceği ile ilgilidir. Yanlış beslenmenin, sadece insanların oluşturduğu
çevre kirliliğinin, doğal olmayan gıdaların, doğal olup da bilinçsiz yemek
hazırlama metotları ile aslında yenmeyecek duruma getirdiğimiz gıdaların ve
diğerlerinin insan varlığına yönelttiği tehditler gözden geçirilirse,
geleceğimiz adına, her türlü teknolojik gelişmeyi daha çok araştırıp, ince
eleyip sık dokumamız gerekmektedir.
- Başka bir açıdan baktığımız zaman ise durum gerçekten çok ciddidir.
-
Aynı konuda, bilim insanlarının bu seviyede
farklı düşündükleri ve taban-tabana zıt görüşlere sahip olarak ısrarcı tutum
takınmaları olağan bir durumdan çok öte, gerçekte ise acıtıcıdır.
-
GDO lu ürünlerin Dünya Ticaret Örgütün’ün (DTÖ)
baskıları ile bu kadar yaygınlaştırılması, doğal ürünler üzerindeki riskleri,
ürünlere karşı çıkanların haklı çıkmaları halinde insanlık için, belki de bir
felakete neden olabilecektir.
-
Savunma mekanizmaları çok
güçlü çeşitli hayat formlarının, bu tür ürünlere direnemeyişleri, bu ürünlerin
kuşku ile karşılanmasında en büyük etkenlerden biridir. Çünkü, insan
organizması, kültür bitki zararlısı diğer canlılarla kıyaslandığı zaman, daha
dirençsiz, daha büyük risk altındadır.
-
Etkilenmesi ise onlarca yıl sonra
olabilmektedir. Sürekli yüksek oranda alkol kullanan insanda görülecek olan
hasarlar, bazen 40-50 yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Acaba yeni geliştirilen
genetiği değiştirilmiş organizmaların etkisi kaç yıl sonra ortaya çıkacak veya
insan genetiğini de etkileyerek kuşaklar arasında bir deformasyona neden
olmayacağı nasıl garanti edilecektir?
-
Gen teknolojisi en başta, mısır, soya,
patates, pamuk, kolza ve domates ürünlerini gündemine almış, yoğun olarak
ülkemize girmeye başlamıştır. Son yıllarda yapılan spesifik araştırmalardan
kamu oyuna bildirilen bir örneği sizlere sunmak, bir fikir vermesi açısından
önemli olabilir.
-
Pancar şekeri tamamen doğal olan pancar
bitkisinden elde edilmektedir.
- Doğal yollardan, katkısız, sağlıklı şeker elde etmenin en garantili ve
geçerli metodu budur. Ülkemizde kurulan fabrikalardan bazıları ise nişasta
bazlı şeker üretmekte ve piyasaya sürmektedirler. Bu üretim biçiminde
genellikle GDO lu mısırların yaygın olarak kullanıldığı ise çok yüksek bir
ihtimaldir. Önceki yıllarda ortaya çıkan deli dana hastalığının artışı ile,
insanlarda rastlanan ve hızla artan Alzheimer hastalığının büyük ölçüde GDOlu
ürünlerle ilişkilendirilmesi, durumun zaman içinde yükselen bir tehdit
boyutunun da olduğunu gözler önüne sermiştir.
-
GDOlu ürünler doğal olmayan çevre kirliliği
oluşturmakta, diğer bitki formlarını etkilemekte, ekosistemi değiştirmekte ve
önemli oranda sosyo-ekonomik sıkıntılar yaratmaktadır. Bir kısım ürünlerde ise
baz olarak domuz geni kullanılıyor olması iddiası, işin başka yönüdür.
Sağınıza solunuza baktığınız zaman rahatlıkla görebileceğiniz çeşitli allerji
vakaları artışı, yine GDOlarla ilişkilendirilmektedir. Alınan toksik (zehirli)
maddelerin tasfiyesi ise başlı başına sorun oluşturmakta, ortaya çıkan
toksisite (zehirlilik) zor giderilebilmektedir. Antibiyotiklere direnç
kazanmış patolojik (hastalık yapan) mikroplar, kanserojenik etkiler, besin
değerlerinde görülen bozulmalar ve geliştiği saptanan beri-beri hastalığı da
tabloyu genişletmektedir.
-
En çok dikkat çekmesi gereken konu ise,
organik hallerindeyken hayatlarını bu ürünlerle sürdüren doğal bitki
zararlıları, aynı bitkinin GDO’lu olanını ASLA YEMEMEKTEDİR.
-
Doğal ürünlerin öneminin arttığı günümüzde,
sahip olduğu coğrafyası ile ve 12600 endemik çeşitliliği ile dünyanın önde
gelen bir ülkesi olmamızın farkına varmamızın ve buna göre bir üretim modeli
oluşturmamızın zamanı geldi ve geçiyor.
-
Kontrolsuz, denetimsiz, araştırma
laboratuarları eksik ve yetersiz uygulamalarla çağın gerisinde kalarak bu
tehditlerin üstesinden gelebilmenin mümkün görülmediği ülkemizde durum gün
geçtikce daha vahim bir hal almaktadır.Var olan kaynaklarımızın altın
değerinde fırsatlar sunduğu bu coğrafyada, risk oluşturmayan organik gıda
üretiminden vazgeçerek, GDO lu ürünleri tercih etmenin, günümüz koşullarında,
kendi-kendini tüketmekle eş anlamlı olduğu inancı ile, aziz milletimizin tüm
insanlarına, sağlıklı, mutlu ve geleceğinden endişe duymayan bireyler olarak
mutlu günler dilerim.
- (*) Süleyman AKDEMİR: 1948 yılında Ankara’da doğdu. İlk, orta ve lise
eğitimini Ankara’da tamamladıktan sonra A.Ü. Ziraat Fakültesinden mezun oldu.
(1969) Almanya’da Goethe Enstitüsünde dil eğitimi aldı. Uzun yıllar ticaretle
uğraşan Akdemir, imalât, ihracat ve gıda maddeleri bayiliği gibi çeşitli iş
alanlarında faaliyette bulundu. Yurt içi ve yurt dışı araştırmalarını, mesleği
gereği “Beslenme ve Koruyucu Hekimlik, Çevre Sağlığı” gibi alanlarda da
sürdüren Akdemir’in; Kemalizm, Din, Sosyo-Ekonomik Sistemler ve Felsefe gibi
alanlarda da yoğun araştırmaları vardır. “Tek Çare Kemalizm” Akdemir’in ilk
kitabıdır.
-
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
-
ALKOLİZM VE GENÇLİĞİMİZ
-
Ülkemizin sessiz sedasız tırmanan ve gün geçtikçe büyük
bir felaket halini alan dertlerinden birisi de
alkolizmdir. Kırk yıl önce kolalar ile başlayan yüksek
kafeinli içecekler bir kuşağın alkolik olmasına ve
başlayanlarında siroz başta olmak üzere hepatitler ve
bilhassa karaciğer kanserleri gibi çeşitli ölümcül
hastalıklara yakalanmalarına sebep olmuştur.
-
İlimiz Çorum , Cumhuriyetin ilk yıllarında şarap deneme
evleri açılan ve etrafı bağlarla çevrili olduğu içinde
yüksek miktarda ve kaliteli şarap üretmiş illerinden
birisidir. (Bununla birlikte şöhreti hala maruf kuru
üzümden boğma rakı üreten köylerimiz bile olmuştur.) Sonra
Tekel idaresi işi ele alınca bunların üretimi durmuş hele
bağlık alanlar da inşaat sahası olunca bu iş te artık sona
ermiştir.(İlimizin ilk sanayii kuruluşunun bugünkü
Albayrak ilkokulunun karşısında bulunan Bağlarbaşı rakı
fabrikası olduğunu hatırlayan da artık pek kalmamıştır.)
-
Tabii sona eren Çorum’daki alkol üretimidir. Öte yandan
tekelin yeni ve fenni üretim tesisleri ve fabrikalarının da
açılması üzerine tüketimde artmaya başlamıştır. Önceleri
üzüm bolluğundan şarap içen ahalimiz Cumhuriyetin ilk
yıllarındaki rakı modası ile ağır alkollü içkilere
yönelmiş ,daha sonra özel sektöre içki imal izni verilince
on yıllar boyunca muhtelif biraları içmiş ve şimdi de
tekelin tümüyle satılması ile artık ne yaptığı belli olmaz
bir hale gelmiştir.
-
İki
yıl önce cumhuriyetle yaşıt “tekelin yani eski adı ile
inhisarlar idaresinin” yabancılara satılması ülkemizde
alkolizmin “tırmanma tarihi” olarak belirlenebilir.
-
Çok uluslu yabancı şirketler tekeli aldıklarının ertesi
günü bütün alkollü içkileri yüzde 60 oranında ucuzlatmışlar
ve büyük bir alkolizm furyası başlatmışlardır. Dizilerde
sigara yasaklanmış olmasına rağmen Trt dahil yüz
yetmiş dizinin hemen hepsinde alkol su gibi akmaktadır.
Yüksek gelir gurubuna mensup insanlarımız sofralarında su
yerine içki içmekte; reklamların etkisinde kalan
gençlerimiz bilhassa enerji içeceklerinden başlayarak hafif
alkollü içeceklere yönelmekte; minik yavrularımız ise kola
bağımlısı haline gelmiş veya getirilmiş bulunmaktadır.
Sağlıksız beslenmenin ,fast food cu ve Amerikanvari hayat
tarzının , radyasyonun ,çevre kirliliklerinin ve bütün tehdit
edici çevre faktörlerinin yanı sıra sigaralar ve
uyuşturularla birlikte alkol de artık milli felaketimiz
haline gelmiştir.
-
Karaciğer kanserleri , sirozlar, hepatitler, kalp ve damar
hastalıkları ,cinayetler, trafik suçlarına sebeb
alkoldür.Ertesi gün ne yaptığını hatırlamıyan ve düzenli
alkol alan 22 milyon insanımız vardır.Bunların 9 milyonu
Amatem denilen tıbbi merkezlerine kayıtlı olarak denetim
ve tedavi altındadır. Hafif alkollü ve yüksek kafeinli
içecekleri içerek hemen yakın bir gelecekte alkolik
olacak gençlerimizin hesabını ise kimse bilmemektedir.
Mevcut ahlaki çöküntümüzle birlikte uyuşturucular ve alkol
bilhassa gençlerimizi derinden etkilemekte medya ve magazin
dünyası ise bu sosyal felaketi tetiklemekte ve
desteklemektedir.
-
Alkol yüce dinimizce zaten haramdır. Bununla mücadele
etmesi gereken iki büyük ve öncelikli kurum sağlık kurumları
ve İslami kuruluşlardır. Ama yıllardır alkolizme mücadele
diye ne bir proje geliştirilmiş, ne bir belgesel film
yapılmış, ne de bir çaba gösterilmiştir. Sağlıkçılar kuş
gribi ve kene ile uğraşır ve diyanet işleri de komşu hakları
ile ilgili Cuma hutbeleri hazırlar , hac ve ümre
organizasyonlarını tanzim ile meşgul olurlarken; haramlarla
mücadele ve emri bil marufu tebliğ görevini de yılardır
ihmal etmişlerdir. Zira bu Ülkede alkolizm ,fuhuş, kumar,aids,
frengi ve belsoğukluğu salgınları,uyuşturular,cinayetler,
trafik kazaları, bol alkollü sigaralar, kolalı ve kafeinli
içecekler gibi zararlı gayri milli ve gayrı dini
alışkanlıklar hiç (!)yoktur. Ortalık güllük ve gülistanlıktır.
Bunlarla sadece Yeşilaycılar mücadele etmelidirler .Birde
polis suçluları yakalamalıdır. Başkaca bir proje üretmeye ve
fikir beyan etmeye de gerek yoktur.
-
Bundan da acısı bütün bu yukarıda saydığımız ve artık
kaderimiz olan milli felaketlerin; hiçbir tarikatın,
cemaatin, cemiyetin ,partinin,topluluğun ve sivil toplum
kuruluşunun umurunda olmamasıdır.Çevrelerindeki topluluk,müridleri,
bendeleri, dervişleri,mensupları zaten bunları kullanmazlar.
Öyle ise ülkenin geri kalan kısmı hiç önemli değildir.Tabii
bu topluluk dört Irak , üç Afganistan , hatta 60 Çeçenistan
nüfusu kadar olsa bile(!)…
-
Bir
ülkenin insanları sigara ve alkol içerek, gençleri
uyuşturucu kullanarak ne kadar mümin olabilir? İslamiyet
kendi kabuğuna çekilerek çevresindeki felaketleri hatta
yangınları görmemek midir? “Emr’ i Bil Maruf Nehyi Anil
Münker” hem ayettir, hem de hadistir . Ve burada kastedilen
yukarıda saydıklarımız değilse o zaman nedir ?
-
Bütün bunlar eğitim sistemlerinin , müfredatların,Ders
programlarının ve kitaplarının , yaşama biçimlerinin ve
hayat disiplinlerinin içine yerleştirilmediği takdirde
Türk İslam toplumunun yani milletimizin geleceği ve ahreti
de bir felaket olacaktır.
-
Bizim Yeşilay olarak dileğimiz ülkemizde alkolün de
kısıtlama ve denetim altına alınmasıdır.Tekeli alan
yabancılar para kazanacaklar diye bütün bir nesli tehlikeye
atmak vicdani ve ahlaki değildir. Yirmi iki milyonluk bir
genç kitlesini ve sonrada bütün bir milleti
zehirleyenlerden hesap sormayanlar da böylece tarihi , dini
ve milli büyük sorumluluk ve vebal altına gireceklerini
asla unutmamalıdırlar.
-
Saygılarımızla.
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
-
SOSYETE KAZIM
-
Mutluluk arayanların
üzerlerinde durdukları konuların başında günler gelir.
Bu günlerde eşini mutlu edebilmenin çarelerini arar
kocalar. Anneler gününde Kendi annesinin gönlünü
alamayan koca , sırf eşi memnun olsun diye kayın
validesini düşünür gibi görünmek zorunda hisseder
kendisini. Kayınpederini kaybetmiş bir damat , ilaçlar
sayesinde 70 yaş sınırının çok daha altında görünen
kayınvalidesine telefon ederek
-
“Annecim Anneler Günün kutlu
olsun” der. Yokluk sınırının içindeki vatanım insanı
kendisini ilgilendiren günleri işte bu nedenlerden
dolayı kaçırmaz.
-
Memleketimizdeki insan manzaralarını incelediğimizde ;
acısı bol bir muıtluluk tablosu çıkar karşımıza. Açlık
sınırında yaşayan ve gelirleri asgari ücretin de
altında bulunan vatanım insanı mutluluğu televizyon
izlemekte bulur.
- Satılmış 37
ekran televizyonunun karşısına kurulmuş haberleri izlerken
, ‘Anneler Gününün’ kullanıldığını işittiğinde
-
“Yav garı, bah bu gün analar
günüymüş, oda neyse. Her zaman bir gün çıkarıyolar
besbelli” der.Hemen kanal değiştirerek , koca şiddetine
maruz kalmış bir kadının gözyaşları içersinde ağza
alınmayacak kelimelerle kocasına hakaret etmesini
gördüğünde
-
“aha bizim ganal burası”
der. Açlık sınırında yaşayan Satılmış gibiler şiddeti,
itilip kakılmışlığı, mutluluk sınırları içersinde
göredursun biz bir de mutluluğu yakalamış mutlu
azınlıktan bahsedelim birazda. Onlar kocalarını mutlu
etmek için sürpriz olsun diye doğum günü pastasından
dansöz çıkaranlardır. Üzüntüleri günün birinde
buluşlarında tıkanıp kalmalarıdır. Ne yapsınlarda
kocalarını mutlu etsinler…
- Binlerce
çarpan kalbin, binlerce alınan nefesin ücra ve kuytu bir
köşesinden, çılgınca dans edenleri seyreder Kazım. Kendi
kafasından Lailada çılgınca dans edenlerden nasıl bir
kazanç kapısı çıkarırım diye düşünür.. Bunlar geç vakit
evlerine varacaklar. Kiminin ertesi gün daveti, kiminin
yakın bir zamanda düğünü nişanı vardır.
- Kafasından o
an düşündüğü ile ilgili olarak yapacağı işin tutacağını
bilen sosyete Kazım para harcamada sınır tanımayan
hanımların imdadına yetişir.. Şayet çiftler
evleneceklerse, gazete sütunlarına ‘sosyete Kazımın’
buluşları ile geçmeleri lazım. Kimi evlilerin nikahını
helikopterde kıydırır, kimininkini denizde, sandalda.
Örneğin birisinden hoşlanmıyorsanız seçeceğiniz hediyede ,
Kazım yardımcınızdır. Kimine akrep aldırır kimine
fare maskotu, kimine ayıpladığınız bir koku.
- Hediye
paketleri açıldığında kiminde mutluluk gülücükleri
belirirken kiminde korku çığlıkları.
- Mutluluk
hiçbir zaman bekleyerek kişinin ayağına gelmez.
Mademki mutluluk sizin ayağınıza gelmiyor o halde
sen mutluluğun ayağına git. Onun için nemi yapacaksın ?
Kazıma müracaat edeceksiniz, Kazıma.
- İşte bizim
komik ve espiri anlayışı sınırsız Kazım kardeşimizin
karşısına gelip de bir parti, bir davet, nişan, düğün
herhangi bir etkinlik, bir akşam yemeği gibi aklınıza
gelen veya gelmeyen kutlamalarda yardımcınızdır. Öyle
çılgınlıklar düşünen kişilerde işin parasal yönünde pek
fazla durmazlar.
- Mesela
otobüsteniz, Kazım en önden herkesi görecek bir seviyeden
hayırlı yolculuklar diler. Gurupla samimiyet duygularını
pekiştirir. Ve arkasından her yolculuklarında söylediği
- “Erkekler uzun yaşamak
istiyorlarsa kendilerinden genç bir kadınla, Mutlu bir
evlilik istiyorlarsa kendilerinden yaşlı bir kadınla
evlenmelidirler” (Pery W.Buffinton) sözünü yüksek sesle
söyleyip herkesten alkış almasını bilir.
- İşte sosyete
Kazım dünyanın çeşitli yerlerini dolaşmış en çok heyecan
yaşanılan yerde Türkiye. Düşünün bir kere tam doğum
gününüzde Galata kulesindesiniz. Sinagok’ta bir
patlama oluyor.Sizin partinizdeki gezinizden onlarca
kişi koşar adımlarla kaçışırken peşinizdeki sosyete
habercilerinin flaşları patlıyor. Gazetelerdesiniz.
Örneğin bir gün deprem oluyor, dörtlük bir sarsıntı
geçirdiniz. Bu rahat sizde ve konuklarınızda 7.7 lik
bir heyecan yaratır. Kazım gene iş başındaysa gene
gazetelerin sosyete sayfalarındadır. Korkunun kimyasına
karışmış aşkların gölgesinde bir gece geçiren
misafirlerinizi ertesi gün bir Kapadokya gezisine
rahatça ikna edebilirsiniz.
- Kazımın bir
başka ustalığı da Bulunduğu ortama göre Türkçesini
ayarlar. Kimi davetlerde Türkçesini İngilizciye kaçan
bir lehçeyle anlatır kimi davetlerde Almanca. Biz
işte o zaman davetlerdeki yabancı misafirler arasında
İngilizler mi ağırlıkta yoksa Almanlar mı hemen
söyleriz. Bay Kazım için Türkiye’de keşfedilmemiş bir
köşe yok. Meryem Anadan, Antalya’daki Düden Şelalesine,
Trabzon’daki yayla şenliklerine kadar ilginç
kutlamalarda ilginç mekanları hemen bulur..Onun için
yurdun ve dünyanın muhtelif yerlerinden de davetler
alır. Onun dağarcığındaki kelimeler ve anlatım
teknikleri çok farklıdır. Seçkin yabancı misafirleri
ağırlaması bazı yabancı dillerde tarzancadır. Herkes
kahkahadan kırılır. Kendilerini renkli bir sosyal
hayatın içinde bulanlar buradaki arkadaşlıklarından
dolayı birbirlerini yakınen tanımış olurlar..Birde
bakarsınız bu gezinin sonunda evlenmeye karar
vermişler..
-
Tiyatro ,müzik, veya şiir
grupları içersindeki bir etkinliğe katılmışsanız şayet
sizin güzelliğinize beste yapacak kişiler çıkıverir
karşınıza.
- Kazımın
partisini renkli bulanlar “Binlerce partiye gittim bu
kadar insanlar için şaşırtıcı olanı yok” derler..Herkes
bir şeye hayret eder partide muhakkak. Belirli bir
refah seviyesinde yaşayan azınlığın gardorabında hapis
kalmış giysiler gibi hissederler kendilerini, Kazımın
partisine katılmayanlar.
- Bir defa Kazım
herkesin rüyasını keşfeder. Dört kez bıçak altına yatmış
ve sonra bu benim yüzüm değil diye estetik ameliyattan
feryat eden bayan G.Y yi yatıştırır ve kendisinin de
avantasını alacağı estetik doktoruna havale ederek
hayır dualarını alır. Onun için insanların rüyalarını
gerçeğe dönüştürmesini sağlar. İnsanların
zihinlerindeki rekleri, burunlarına gelen kokuları
anlar. Gözlerindeki ışığın güneş mi,ay mı olduğunu
bilir. Daveti veren kişinin süslenmesine ,
hazırlanmasına yardımcı oluyor diye beylerinin de Kazım
pek bir hoşlarına gider.
- Kazım bir gün
gök kuşağının altında bir davet yapacağım demişti.
Yağmur yağdığı zaman en güzel gök kuşağı nerede oluşur
diye kafasından düşünüp keşfettiği bir mekanda .Metorolijiyi
dinleyip yağmurun yağacağı bir günü tespit etmiş ve o
gün hemen ‘Mutlu çiftler yemeği’ adı altında bir gezi
düzenlemişti. Hem güneşli, hem yağmurlu bir ortam
olacak. Böyle bir ortam ancak baharda olabilirdi.
Üzerlerinde de gök kuşağı oluşacaktı üstelik. Etrafı
hırçın dağlarla çevrilmiş küçücük bir dağ lokantasının
taraçasındaki o muhteşem günü kimse
unutamamıştı..Geziye katılan bayanlardan şık kostümler
içindeki kusursuz fiziklerinin nimetlerini
toplayabilmek için, bekar zamparaların zuladan
kendilerine bakmalarında bir sakınca görmeyenler ve
hatta buna fırsat verenler gezinin en renkli
simalarıydı. Saçlarından tırnaklarına kadar
süzülüşlerinin farkında olmasını isterlerdi bayanlar
erkeklerin. Çokları pahalı markaların koleksiyonlarını
üzerlerinde toplamanın avantajlarını bile
kullanıyorlardı.
- İnsanları şok
etmek Kazımın işiydi. Kazıma sorsanız: “bir programınız
var mı?” diye o: “Benim deliliklerimin programı olmaz
her zaman her yerde her şey olabilir” derdi. Herkes
Kazım için. “Kazımın yapacağı her türlü sürprize
hazırlıklı olun” derlerdi.
-
Havuz kenarında masalara
kurulmuş davetliler bir ağustos sıcağında “ah şu
havuza girsek te bir serinlesek” demeye fırsat
kalmadan birde bakarsınız bir itfaiyenin hortumundan
sular gökten yağmur gibi inivermiş başınıza sizin
kalbinizi okumuşcasına. Kalbinizin fırtınalarından
dağılan yağmur bulutlarını keşfeder ön sezileriyle.
Hayatınızın gerçeklerini yüzünüze karşı söyleyerek
herkese pes dedirtir.
- İşte mutlu
azınlığımızın kendisini, hayatın acı gerçekleri arasına
duvar çekerek soyutlamalarının örneklerini görmüyor
muyuz yaşamımızda. Memleketimin mutlu azınlığından
mutluluk manzaraları sunduk. Kim bilir yaşam
yelpazemizin grafiğinde yüzde kaçlık bir açı ile
göstereceğiz böyle mutluluk tablolarını.
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
MALZEMESİ::
2-3 porsiyon için,2 su bardağı erişte,4 bardak su,2 yemek kaşığı tereyağı.
Kış ayları rahatlıkla
kullanılabilen,ev kadınlarının yaptıkları bir çeşit makarnadır.
Yapımı: erişte kış boyu
kullanılacak kadar un alınır. Her hamur yumağına bir adet yumurta ayarlanır.
Kullanılacak kadar bu hamura tuz atılır. Bu karışım soğuk su ile çok katı
olarak yoğrulur. Yoğrulan hamur eşit parçalara bölünerek yumak haline
getirilir. Bu yumaklara un serpilerek oklava ile 1,5-2 milimetre kadar
kalınlığında açılır. Açılan bu hamur temiz bir sofra bezi veya örtü üzerine
konarak kurutulur. Dikkat edilecek husus bu hamurların çok kurumaması
gerekmektedir. Hamur açımı bittikten sonra yarı kurumuş hamurlar 6 veya 7 kat
aralarına çok az un serpilerek üst üste konulur. Bu yufkalar önce 4 eşit
parçaya bölünür,bölünen bu parçalar 1,5-2 santim şeklinde şeritler halinde
kesilir. Kesilen bu şeritler ince şekilde kıyılarak başka temiz bir sergi
üzerine serilerek kurutulurlar.
Pişirilmesi: yarım
tencere su kaynatılır. Kaynayan suyun içine yarım yemek kaşığı tuz ilave
edilir. Erişteler bu kaynar suya atılır. Hamur pişene kadar kaynatılır.
Ocaktan alınan bu erişte aklı başına gelmesi için 1 su bardağı soğuk su ile
katılır. Bu tencere süzgeç ile süzülerek erişteler ayrılır. Süzgeçten alınan
erişteler tencereye konur. Yağ tavasında eritilen tereyağı tencereye ilave
edilir ve tabaklara konularak servis yapılır.













 |
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
-
SEN OLMADAN
-
Gözümde tüten
baharı
-
Yaşamıyom sen olmadan
-
Sevinçli mutlu günlerde
-
Coşamıyom sen olmadan
-
Sen olmadan sen
olmadan
-
Yaşamıyom sen
olmadan
-
-
Sensiz ten
usumda ağlar
-
Can yürekte yosun
bağlar
-
Zora düştüm
hırçın dağlar
-
Aşamıyom sen
olmadan
-
Sen olmadan sen
olmadan
-
Yaşamıyom sen
olmadan
-
-
Bahar girmez
kışlarıma
-
Geç kaldığım
işlerime
-
Özlediğim
düşlerime
-
Koşamıyom sen
olmadan
-
Sen olmadan sen
olmadan
-
Yaşamıyom sen
olmadan
-
-
Geçit vermeyen bellerden
-
Esemediğim yellerden
-
Yaprak misali dallardan
-
Düşemiyom sen olmadan
-
Sen olmadan sen olmadan
-
Yaşamıyom sen olmadan
-
-
Ağıtlar gözümde kuru
-
Başaramam sensiz
zoru
-
İçimdeki yanan koru
-
Deşemiyom sen olmadan
-
Sen olmadan sen olmadan
-
Yaşamıyom sen olmadan
|
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Dile BİGA |
Dilek BİGA Hayat Hikayesi |
- BİR AŞKA AİT
- Uzaktan gördüğün yüzün eşgali
- Gönül arşivinden bir aşka ait
- Gözlerimden yağan bu hüzün seli
- Nefretle andığım bir aşka ait
-
- Belki de sayılı bir kaç saatti
- Ömrümden çaldığın zamana ait
- Yüreğimi sarsan bu hazin veda
- Yasını tuttuğum bir aşka ait
-
- Duyduğum endişe beni şaşırttı
- Yıllar var ki kalbim böyle atmadı
- Hayalimde çalan bu hüzzam şarkı
- Küllenmiş sandığım bir aşka ait
|
|
|
|
|
13 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Rıza KANDEMİR |
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
|
ŞAHIM EYVALLAH EYVALLAH!
Elim açtım semaya Mevla’m seni çağırdım
Miraç’tayken Muhammed yetiş diye bağırdım
Ulaşmaktı sizlere benim yegane derdim
Yazdığım ilmihali Mevla’m sana gönderdim,
Hak La İlaha İlle Allah eyvallah şah eyvallah
Adı güzeldir güzel şah şahım eyvallah!
Haktan ayetler indi meleklerin yanında
Gurtlan ipek dokudu o Eyübün teninde
Seferdeyken Muhammed sen var idin yayında
İnsanlığı sevgi var inan İslam dininde
Hak La İlaha İlle Allah eyvallah şah eyvallah
Adı güzeldir güzel şah şahım eyvallah!
Hakkın yüce nişanı Muhammed’e verildi
Yetim Mehmet diyerek karşı duruldu
Kur’an ilmin şehridir gapıda o görüldü
Cenk ederken Muhammed sağ omzunda dururdu
Hak La İlaha İlle Allah eyvallah şah eyvallah
Adı güzeldir güzel şah şahım eyvallah!
Mübarek Kur’ana ayet indi yazıldı
Muhammed’in yanına Ehlibeyt düzüldü
Ali Hakkın aslanı Zülfügara çizildi
Cennetteki kapıya on iki imam yazıldı
Hak La İlaha İlle Allah eyvallah şah eyvallah
Adı güzeldir güzel şah şahım eyvallah!
Bütün bunlar hepsi vardı yüce Kur’anda
KUL RIZA’YA bu canı veren sensin alanda
Sana kavuştum şükür senden olsa çilemde
Doğan günde adın var ufukları görende
Hak La İlaha İlle Allah eyvallah şah eyvallah
Adı güzeldir güzel şah şahım eyvallah!
14 Ekim 2007 03.15
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
131 SAYI 25 Ocak 2010 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |