|
YIL
11 SAYI 127 25 Eylül 2009 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL RAMAZAN BAYRAMI 2009
-
Atilla ALPAY YEŞİLAYDAN MÜFTÜLÜĞE ZİYARET
-
Mahir ODABAŞI 17 AĞUSTOS DEPREMİ ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
-
İsa KAYACAN YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’DEN: DÜNDEN KALAN
-
Tülay BİLGİN HAYAT SENDROM’U
-
Hüseyin Hüsnü GÜREL TBMM DİLEKÇE KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA
ANKARA -III-
-
Mustafa Nevruz SINACI EREĞLİ ÇÖL OLMASIN!
-
Sönmez YANARDAĞ TURNALAR GÖÇ EDİYOR!
-
Üzeyir Lokman ÇAYCI KURMAY ALBAY BEDRETTİN BİNYILDIRIM
-
Selma GÜRSEL BULGURAŞI
-
Rıza KANDAMİR BABAM
-
Dilek BİGA BU YABANCI KİM
-
Rıza KOÇAK AYRILIK DERDİ
-
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- RAMAZAN BAYRAMI 2009
- Bir Ramazan-ı Şerifi de geride bırakarak Kadir Gecesi
ile de mükâfatlandırılan biz Müslümanların bayram ederek yeni bir
yaşam ve günlere başlamasının sevincini Ramazan Bayramı ile
kutluyoruz.
- İnananların mutluluklarını bu gibi gece ve bayramlarla
kutlamaları ile yüzlerine ve ruhlarına işler. Eski bayramların şimdiki
nesil içinde fazla bir mutluluk ve aile ve akraba kaynaşması olarak
gözükmemesi yine biz büyüklerin onlara kötü örnekler olarak bayramları
bir yerlere giderek tatil yapma alışkanlığını kazandırmamızdan olsa
gerek. Bu bundan sonraki kuşakları nasıl etkileyecek kim bilir?
- Bizden önceki kuşakların coşkuları; Kurtuluş
Savaşından çıkan kuşak olması dolayısı ile oldukça yüksek olarak
anlatılmış olsa da onlarında savaş sonrası Türkiye’nin gelir gider
dengesi ile fazla parlak olmaması gerekir. Babamın anlattığı
bayramlarda kurulan bayram yerleri ile benim çocukluğumdaki bayram
yerleri arasında az çok benzerlik olsa da bu günün bayramlarında hiç
kurulmayan bayram yerlerinin eksiklikleri gözükmektedir.
- Zaman içinde pek çok geleneklerimizin yok olması zaman
içinde bu güzel dini ve milli geleneklerimizin de yok olması korkusunu
her zaman taşımaktayım. Bizim kuşak eski hatalarımızı az çok
düzeltmeye çalışsak ta yeni kuşağın artık alıştığı tatili evin
haricinde geçirme alışkanlığı başka başka tatil ve bayram
kutlamalarına dönüşecektir.
- Hepinizi Ramazan Bayramını candan kutlarım.
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
- YEŞİLAYDAN MÜFTÜLÜĞE ZİYARET
-
Türkiye
Yeşilay Derneği Çorum Şubesi Başkanı ve dernek üyelerden Mustafa
Kuzyaka ve Mustafa Özşen de ilimize yeni atanan Müftümüz
Ahmet Çelik’ e Yeşilay Cd’ leri ve afişler takdim ettik. Türkiye Yeşilay
Derneği Çorum Şubesi geçtiğimiz gün İl Müftülüğünü ziyaret
ettik.
-
Yeni çıkan
sigara ile ilgili dumanız hava sahası projesinin eğitim ve
halkı bilgilendirme çalışmalarında İlimiz Müftülüğünün de desteğini
Yeşilay Derneği başkanı sıfatı ile istedik. Her türlü madde
bağımlılığı ile mücadele de bilhassa gençlerimizin ruh ve
beden sağlıklarının korunması ile ilgili çalışmalarında
müftülüğümüz mensuplarının ve din adamlarımızın da yardım desteği istedi.
-
Çorum Şubesi
başkanı Attila Alpay : “Ziyaretimiz Müftümüze hem hoş geldin
demek; hem de yeni çıkan 4207 sayılı yasanın halkımızı
bilgilendirme konusunda yardımlarını istemek ;hem de
çalışmalarımız hakkında Sayın müftümüzü bilgilendirmek içindir.
Özünde hem haramlarla mücadele ; hem de insanımızın ruh ve
beden sağlığını tehdit eden sigara ,alkollü içkiler ve buna benzer
maddelerle mücadele bulunan bu konular hakkında birlikte bazı
projeler yürütebileceğimiz kanaatindeyiz. Zira milli eğitim ve
din adamlarımızın desteği olmadan milyonlarca insanımızı
ilgilendiren madde bağımlıkları ile mücadelede mesafe kazanmak
mümkün değildir. Başta sigara olmak üzere Alkol, kolalar ,enerji
içecekleri, kumar, aids ve diğer zührevi hastalıklar, hatta
gençlerimizin ruh ve beden sağlıkları ile insanlarımız
imanlarını tehdit eden her ne var ise bütün bunlarla
mücadeleyi bir yaşama ve çalışma amacı haline getiren
biz Yeşilay mensupları bu mücadelede halkın bilgilendirilmesi
noktasında hemen herkesin yardımlarını talep ediyoruz.
-
Sayın
Müftümüzün konular hakkında birlikte çalışma yapabileceğimizi ve projeler üretme
imkanı geliştirebileceğimizi ümit ediyor; kendisine ilimize hoş geldin
diyor, saygılarımızı sunuyoruz.”
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahir ODABAŞI |
Mahir ODABAŞI Hayat Hikayesi |
- 17 AĞUSTOS DEPREMİ ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
-
Önce köpekler uyandı.
-
Uğultu yükseldi, yükseldi yeryüzü çatladı.
-
17 Ağustos 1999 Salı günü gece saat 03:02’de
Marmara 4 Hiroşima şiddetinde 45 saniye sallandı. Dile kolay kocaman 45
saniye. Sanki 45 saat.
-
Doğdukları şehir yaşadıkları mekan betondan
yorgan gibi üzerindeydi şimdi. Dışarıda ne yaşandığını bilmeden kah çığlık
atarak, kah taşa, toprağa vurarak seslerini duyurmaya çalıştılar.
-
Binlerce enkaz altında kalanlardan bir tanesi
de 14 yaşındaki Bahar Gürbüz isimli masum kız çocuğu idi.
-
Afetle beraber facianın boyutlarını görebilmek
için, sokağa fırlayan Gölcük ’lü amatör kameraman depremden 15 dakika sonra bu
çocuğunun çığlıklarıyla karşılaşınca, hemen kamerasını yere koyup gecenin
karanlığın da tahta parçasıyla enkazdan delik açıp, bu kız çocuğunu kurtarmaya
çalıştı. Bahar 4 yaşındaki kardeşiyle aynı odada yakalandı depreme. Annesinin
ve diğer odada yatan 21 yaşındaki abisinin sesini duyamıyordu. Sadece
babasının ‘yavrularım nerededesiniz?’ diye iniltisini duyuyordu. Enkazın
altındaki Bahar; durmadan çığlık atıyordu.’lambayı yak amca! Anne, baba
nerdesiniz? Lambayı yakın! Amatör kameraman çaresizlik içerisinde
çırpınıyordu. Hiç tanımadığı bir ailenin hayatı şimdi onun elindeydi. ‘Kızım
her taraf berbat, yıkıldı. Kimse kimseye bakacak durumda değil. Ortalık
kıyameti andırıyor. Ne yapayım güzelim. Sabret! Sen yine şanslısın bak ben
seni kurtarmak için çalışıyorum.’ diye seslendi. Az sonra küçük bir kız
çocuğunun başı görüldü. Hemen arkasındandan ablası çıktı ağlayarak. ‘Amca
kardeşlerim öldü; ne oluyor amca? Amca annem orda!’
-
İki bina üst üste çökmüştü. Bahar’ların evinin
beşinci katındaki balkonun ampulü zemin katına inmişti. Bahar daha yeni
çıktığı bu korkunç yerden sonra, şimdi de annesini babasını kurtaracaktı.
Gencecik bir kızla hiç tanımadığı bir adam hayat kurtarabilmek için hem
ağlıyor hem de hırsla çalışıyordu. Bahar tam 15 saat sonra anne- babasına
kavuştu. Ama pek az çocuk onun kadar şanslıydı.
-
Dışarı da gün ağardığında ortaya çıkan manzara
dehşet vericiydi. Toprak; verimli tarlalar üzerine dikilen çirkin konutların,
yok edilen ormanların, işgal edilen ovaların, doldurulan denizlerin intikamını
almak istercesine öfkeyle silkinmiş, binicisinden nefret eden bir at gibi
üzerindeki her şeyi yere çalmıştı. Yükselen deniz kimi evleri yurtmuş, şirin
sahil kasabaları birer batık şehre dönüşmüştü.
-
Afetin ilk anlarında yetkililerde şoktaydı.
Çünkü onlarda afetin bir parçasıydı. Ölü ya da diri tam bir milyon insan vardı
enkazın altında. İlk gün beklenen yardım gelmedi. Enkaz altından ölü
çıkarılanlar naylon torbalar içerisinde şehrin buz patenine kondu. Belki
çoğunun yaşarken buraya hiç yolu düşmemişti. Ama ölümlerinde mezarlığa
giderken buz pateninde mola vermekte vardı kaderlerinde. Sonrada evlat kucağı
yerine dozerlerle gömüldüler, kamera ışıklarının, el lambalarının aydınlığında
kimsesizler mezarlığına. Sessiz, sedasız kefensiz ve duasız. Mezar taşlarına
isimleri dahi yazılamadan.
-
Sağ kalan anne- babalar hastane bahçelerinde
yaralı çocukların başında duruyor ve serum taşıyor ve yavrularının acı
çektiklerini gördükçe için için eriyordu. En yakınlarını kaybeden doktorlar,
acılarını bağrına basıp can kurtarmaya çalışıyorlardı. Madenciler, sivil
savunmacılar, askerler, gönüllüler. Yardıma geldi ama bu gelenler kimilerini
sevindiremedi. Çünkü onlar için çok geçti, sevdiklerini toprağının kara
bağrına vermeye başlamışlardı bile... Çocuk sesleriyle çınlayan lunapark sanki
savaş sonrasını yansıtıyordu. Susmayan ambulans sesleri acılı beyinleri
zonklatıyordu. Manevi zararı ölçmek mümkün değil ama maddi zararı Türkiye
bütçesinin ¼ kadardı.
-
İlk ekipler enkaz arasına girdiklerinde
yakınları enkaz altında kalanlar, öncelik kapmak için kendilerini vinçlerin
önüne attılar. Dünyanın dört bir tarafından yardıma ekipler geldi. 100 yılın
en büyük felaketinde 1000 yılın son ve en kapsamlı kurtarma operasyonu
başladı. Koca koca apartmanlar kağıttan kule gibi üst üste yıkıldı.
Sorumlular, sorunlular hep gündemi meşgul etti.
-
Özetin özeti : ‘ En iyi okul tecrübedir ama
okul masrafı biraz çoktur’ ‘Hayat önce sınav yapar, sonra ders verir!’ der bir
düşünür. Aslında biz millet olarak çok defa bu tür sınavlardan geçtik ama bir
türlü gerekli dersimizi alıp, yerleşim alanlarının seçiminden, inşaatların
temelinden - çatısına kadar gereken hassasiyeti maalesef gösteremedik. Evet!
Gösteremedik. Galiba afet sonrası çok konuştuk ama uygulamada aynı hassasiyeti
bir türlü yakalayamadık. Ne olur; 17 Ağustos depreminin, 10 ’ncu yıldönümünde
amir, memur olarak, sade vatandaş olarak başımızı avuçlarımızın arasına
alalım, on yıl önce yaşanan ve televizyonlarda aylarca gösterilen o
manzaraları gözümüzün önüne getirelim. Nerede hata yapıyoruz ki bir Japonya’ya
göre bizdeki afetin faturası ağır oluyor. Bu faturada benimde payım var mı?
Şayet varsa, benim ne yapmam gerekir? Sorusunu vicdanımıza soralım. Herkese
mutlaka bir cevap gelecektir. İnanmazsanız deneyin ve gelen cevaba göre geç
kalmadan ‘karanlığa küfretmek yerine, bir mum yakın – yakın ki; gelecekteki 17
Ağustoslarda Can’lar ölmesin, Canan’lar yanmasın, çocuklar uykusuz kalmasın !’
-
’Ey sorumlu Amca, (!)
-
17 Ağustostan sonra,
-
Geceler uyku girmiyor gözüme,
-
Yatamıyorum artık annemin dizine.
-
Sen vicdanının sesini hiç duyuyor musun ?
-
Ben ağlarken, sen yatağında mışıl mışıl uyuyor
musun ?
-
Yoksa hala bana ne sizden deyip, eski usul
yürüyor musun ?’’
-
17 Ağustos ve diğer afetlerde ölenleri
rahmetle anıyor, hepinize afetsiz afiyet diliyorum. ( Mahir Odabaşı- Sivil
Savunma Uzmanı –Çorum )
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
-
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’DEN: DÜNDEN KALAN
-
Şairler,
yazarlar ortaya koyduklarıyla biliniyor, hatırlanıyor...
-
Yekta
Göngör Özden, hukukçu, şair, gazeteci. Araştırmalarıyla dikkat
çekiyor... Hangi alanda, hangi konuda değerlendirme, yorum yaparsa
yapsın, mutlaka gerçeklerin mutlaka doğruların varlığıyla
karşılanır, karşılaşırız
-
Yekta
Güngör bir yorum adamıdır, isim ve imzasıdır..
-
Ele
aldığı, işlediği, hazırlayıp, şekillendirip, sonuçlandırıp, sayfa ve
sütunlara aktardıklarının tümünde ifade etmek istediğimiz
gerçeklerle karşılaşırsınız...
-
- DÜNDEN KALAN
-
Yekta
Güngör Özden’in Ocak 2009’da günyüzü gören, seçme şiirlerinin, yeni
şiirlerinin yer aldığı bir kitap Dünden Kalan. 96 sayfayla
İstanbul’da basılmış, günyüzü görmüş. Kitabın ilk şiiri “Doyamadık”
dan;
-
-Doğal
kavşağındayız yaşamın,
-
Doğumdan
ölüme...
-
Yürüyoruz
ağır-aksak,
-
Ve
bölüne… bölüne..
-
Burada
dört mısra, bir anlatım bütünlüğü… Gerçeklerin tümü. Doğuyoruz,
yaşamın içindeki varlığımızla, doğumdan ölüme yürüyoruz. Ama bölüne
bölüne..Bundan daha güzel bir anlatım, ifade ediş olabilir mi?.
Tebriklerimi sunuyorum efendim.
- Yekta beyin şiirlerinin başlıkları da
, şiirin anlatılmak istenilenin, verilmek istenilenin bütünlüğüyle
ilgili ipuçları veriyor. Bunlardan; Özgün aydınlık, Suskunluk,
Çözümsüzlük, Eskidi, derin, doğal, bilinmez, Ne oldu bize, Ne
yapsak? Değişmez, Yitirdik, Biran gibi.
- Sayfa 57’deki “Durmayacak” adlı
şiirden aktarma yapalım, örneklerimizin doğruluğunu göstermek için:
-
- Hiç
çizilmemiş bir sayfa,
-
Donduran
yokluklarda,
-
Ağırlığında acıların,
-
Bekleyişlerin,
-
Kendi
karanlığında.
-
Yekta
Güngör Özden’in adressiz mektupları da vardır. Uzunca ve içi dolu.
Bu konuda yazılmış bir mektup 93 ve 94 ncü sayfalarda yeralıyor:
-
- Yalnız
sınıfın değil, okulun en güzel,
-
Güldükçe
yanağında çiçekler açıyordu,
-
Çevrende
belirgindi görkemli sevgi seli,
-
Eteğin
rüzgârlarda kıvılcım saçıyordu.
-
-
Ne
mektuplaşabildik, ne konuştuk tek sözcük,
-
Sınıf
fotoğraflarında köşelerde kalmışız,
-
Ne de sen
ayrılırken vedalaştık, öpüştük,
-
Şimdi
nerelersin, alımlı-çalımlı kız?
-
-
Son
mısradaki sorunun cevabı biliniyor: “Evlenmişsin-aile kararıyla
duydum/Ağladım günler boyu, kara imiş yazgımız/Yürekten, yaşam boyu
mutluluk diliyorum/Umarım bir yerlerde bir gün karşılaşırız”
şeklindeki temenniyle noktalanıyor efendim.
-
Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı yineliyorum.
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Tülay BİLGİN |
Tülay BİLGİN Hayat Hikayesi
|
-
HAYAT SENDROM’U
-
Kadınlar
kocalarının kıymetini bilirler ve hep Allah başımızdan eksik etmesin
diye dualar ederler.
-
Evin
emekçisi kadın bilumum tüm işlerden anlar.
Yemekçisi
Bulaşıkçısı
Süpürgecisi
Çamaşırcısı
Ütücüsü
Çaycısı
Meyvecisi
Bilumum tamirat işleri
Çocuk bakımı
Çocuk eğitimi
Yıllık temizlik bakım ve onarım
Pazar alış verişi
İç işlerinden sorumlu aile bakanı(tabii ki sözü geçiyorsa)
-
Erkeğin
zaman bulamaması sebebiyle büyük ebeveynlerin işleri de kadına
yıkılır. Kendi annesi, babası, kayın valide kayın pederi derken günün
rekortmeni kadın her işi yoluna koyar.
-
Bunların
birçoğunu, günlük yapmak zorunda olan kadın yoğun bir çaba sonunda
işlerini yoluna koyarak akşama güzel bir sofra hazırlar. Üzerini
değiştirir evin hizmetçisi gitmiş yerine hanfendisi gelmiştir.
-
Akşam
yemeğinde buluşan aile bireylerinin ilk Sendrom’u başlar.
-
Çocuklardan
biri de olsa, damak tadına uygun sofrada yemek bulamaz ve sofraya
oturmak istemez.
-
Babanın
çabasıyla zorla yemek yedirilir.
-
Yemeklerin
birçoğuna kusur bulunur. Akşam yemeğinde kadının ilk sarsıntısını
yaşar.
Büyük bir maraton sonunda yine hayata devam eder moral verir etrafına
gülücükler dağıtır, pozitif sulara yelken açar.
-
Evin reisi
akşama kadar çalışmıştır. Dışarıya çıkıp hava almak ister. Evde
sıkılan çocuklar başlar kavga etmeye. Şefkatli yüreğiyle bir sabreder
ikincisinde ses denemesiyle herkesi muma çevirir.
-
Gece reis
eve gelir ve kadın harpten çıkmışçasına dinlenmek ister. Birazda eşine
nazlanır söylenir.
-
Akşama
kadar ne yaptın da birde dırdır ediyorsun der.
-
Kadının
bütün hayalleri yıkılmıştır. Beğeni ve takdir için gayret eden kadının
Uzun koşu maratonunun sonunda şikeyle madalyası elinden alınmıştır.
- Yedi şiddetindeki deprem önceleri
yıkmaz. Zaman aşımıyla devreleri yanar. İşlevini kaybeder. Bir daha
eski halini almaz. Takdir ve beğeniyi karşımızdaki insanlara sunmak
çok kolay bir teşekkür ve bir gülümseme yıkımı önler.
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL |
Hüseyin Hüsnü GÜREL Hayat Hikayesi |
|
-
TBMM DİLEKÇE KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA ANKARA
-
KONU: Marmara Bölgesi
ile Erzincan ovasında yeraltında doğalgaz
patlamalarından ileri gelen korkunç afetler ve
Erzincan ovasında çok zengin doğalgaz yatağı varlığı
Hk.
-
İLGİ : TBMM Dilekçe
Komisyonu Başkanlığının 05.11.2008 / 2396 No’lu Kararı
Marmara bölgesi ile Erzincan ovasında deprem hareketi
başlamadan önce yeraltından bomba gibi patlama ve
gürültülü sesler işitilmektedir. Depremler ile ilgisi
olmayan bu patlama seslerinin sebebini hiç kimse
araştırmamıştır.
-
Geçen Sayıdan Devam
-
NETİCE ve İSTEK
-
Marmara bölgesiyle
Erzincan şehrinde ve ovasında depren hareketleri
başlamadan önce yer altından bomba gibi patlama ve
uğultulu gürültülü seslerin işitilmesi sebebini ve
Erzincan ovasında depremler esasında gökyüzünün kızıl
renge bürünmesi; bu ovada trilyonlarca m3 çok soğuk
havanın ısınması ve bu ovada karların erimesi sebebini
hiçbir kimse araştırmamış ve ilgilenmemiştir.
-
Bu konularda yapılacak
araştırmalar ile Ülkemize paha biçilmez ölçülerde
faydalar sağlanacaktır.
-
Başta TBMM Deprem
Komisyonu Başkanı GÜLLÜ’ce ve bu Komisyonun üyeleri
olmak üzere; bütün milletvekillerimizin, bütün
partilerimizin, vatandaşlarımızın ve özellikle Marmara
depremi ile Erzincan depremlerini yaşayan görgü
tanıkları tarafından bu konularda gerekli ilgi
gösterildiği takdirde; Marmara Bölgesi ile Erzincan
şehrinde ve ovasında doğalgaz patlamalarından ileri
gelen çok korkunç afetlerden kısa zamanda çok az
masrafla ve kolayca kurtulmak mümkün olacak ve
Ülkemize Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz
yatağı kazandırılacaktır.
-
Bu nedenle; iş bu
dilekçem ile sunulan RAPOR ve eklerinin incelenip,
değerlendirilmesini ve bu konulardaki görüşlerimin
açıklanması için; Komisyon oturumuna davet olunmamı ve
süreç hakkında bilgilendirilmemi arz ederim.
-
Bu konulara ilgi gösterilmez ise; Marmara Bölgesi
ile Erzincan şehri ve ovası kendi kaderleri ile baş
başa kalacak ve Ülkemiz de Erzincan ovasındaki çok
zengin doğal gaz yatağından mahrum olacaktır.
-
Bu konularda yanlış,
yalan, uyduruk bilgi verenler; şiddetli şekilde
cezalandırılmalıdır.
-
Gereğini emir ve müsaadelerinize arz ederim.
-
Saygılarımla,
-
Hüseyin Hüsnü GÜREL İnş.
Yük. Müh. (İTÜ-1953)
-
-
ÖNEMLİ NOT: İş bu
başvuru/dilekçe ve ekleri 28 Aralık 2010 Salı günü,
TBMM; Dilekçe Komisyonu Başkanlığ'na (gelen evrak)
"7086" numara ile elden teslim edilmiştir.
MARMARA BÖLGESİ İLE ERZİNCAN ŞEHRİ VE OVASINDA
YERALTI DOĞALGAZ PATLAMALARINDAN İLERİ GELEN AFETLER
VE ERZİNCAN OVASINDA DOĞALGAZ YATAĞI KONUSUNDA YENİ
RAPOR
-
Marmara bölgesi ile
Erzincan şehrinde ve ovasında deprem hareketleri
başlamadan kısa süre önce yeraltında doğalgaz
patlamaları kıyametler koparcasına çok korkunç
afetlere sebep olmakta ve Erzincan ovasında çok
zengin doğalgaz yatağı bulunmaktadır.
MARMARA BÖLGESİ İLE ERZİNCAN ŞEHRİ VE OVASINDA
DEPREM HAREKETLERİ BAŞLAMADAN KISA SÜRE ÖNCE
YERALTINDAN BOMBA GİBİ PATLAMA VE UĞULTULU SESLER
İŞİTİLMEKTEDİR
-
Dünyada yalnız
Marmara Bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında
deprem hareketleri başlamadan çok kısa süre önce
yeraltından yüzeye yakın derinliklerde bomba gibi
patlama ve uğultulu gürültülü sesler işitilmektedir.
Sesin hızı deprem hareketi hızından 15.000 defa daha
küçük ve sesin hızı çok tembeldir. Hızı tembel olan
seslerin deprem hareketi başlamadan önce işitilmesi
fizik yasalarına aykırı düştüğü halde; bu olayın
sebebini hiçbir kimse araştırmamış ve ilgi
göstermemiştir.
-
Devamı Gelecek Sayıda
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- EREĞLİ ÇÖL OLMASIN!
-
Konya’nın Ereğli ilçesi 1980’lere kadar
hayalleri zorlayacak harikulâde bir güzellikte idi. Yöresel tabirle dere,
akar, çay ve arklarla kılcal damarlar gibi örülmüş son derece verimli,
işsizlik sorunu olmayan, insanları sağlıklı, neşeli, huzurlu-mutlu, nüktedan,
gelecekten umutlu hayat dolu yemyeşil, cennetsi bir efsane şehir vardı. Sonra
mı? Okuyunuz lütfen!...
-
Ülkemiz ve dünyanın en güzel şehirlerinden
biri olan (Konya) Ereğli'nin en önemli ACİL ve güncel sorununa değerli ilgi ve
dikkatlerinizi çekmek istiyorum…
-
Bilindiği üzere Ereğli en az 5000 yıllık kadim
bir yerleşim merkezidir.1985’ e kadar şehirden geçen akarsu ve Roma
İmparatorluğu zamanında açıldığı bilinen “toprak kanallar” (Ereğli ağzında
“arklar”) sayesinde İç Anadolu’nun yemyeşil, mümbit, masalsı ve cennetsi bir
yöresiydi. Öyle ki, “Yeşil Ereğli” den bereket fışkırır, taşı toprağı değer
üretir, insanları sağlık, mutluluk, refah, zenginlik ve barış içinde
yaşarlardı.
-
Zira, ilçeye hayat veren ve insanlara bolluk
ve bereket bahşeden ark, akar ve dereleri (can suyu) vardı. Rivayete göre
İvriz’den fışkıran bu su, Hazreti Ali (RA) tarafından, asırlar önce,
susuzluktan kıvranan bölge halkına mucize kabilinden bir armağandır.
Dolayısıyla Ereğli, Selçuklu ve Osmanlı döneminde yaklaşık 500 yıl Mekke’ye
vakıflık yapmış olup; kaynaklar ve halk arasında yaygın anlatımlara göre
Zemzem suyunun yeryüzündeki ikinci zuhuru Ereğli’dedir ve “Erkili” efsanesine
konu pınarın burada olduğu bilinir. Yani Ereğli, aynı zamanda kutsiyet izafe
edilen bir yerdir.. Bazı seneler, Bahar ve Sonbahar aylarında gelen seller,
bazen de 'mirav' ların su dağıtım rejiminde yarattığı sorunlar nedeniyle;
1970’ lerde İvriz Barajı Ereğlililerin rüyası haline geldi. O dönem
politikacıları “baraj” vaat ederek oy isterlerdi. Sonuçta beklenen oldu.
1985’te İvriz Barajı açıldı. Ama inanılmaz (haksız ve hukuka aykırı) cebri bir
kararla Ereğli’nin ana dere, akar ve arklarından akan “can suyu” birdenbire
kesiliverdi. Önce, binlerce yıllık, Ereğli’ye hayat veren, gençlerin yüzdüğü,
tarla, bağ-bahçe, güzelim ağaçlık alan ve çayırların sulandığı, sıcak yaz
günlerinde ailelerin piknik yaparak çevresinde dinlendiği, hayat ve bereket
kaynağı, binlerce emsalsiz güzellikle birlikte akarlar, ark’lar ve dereler
kurudu, hâttâ, zamanla üstleri kapatıldı. Dolduruldu. Asfaltlandı...
-
Sonrada, “Yeşil Ereğli” kubbe de bir hoş seda
veya mazide muhteşem bir hatıra gibi gözler önünden silinmeye, yok olmaya,
kuraklığın pençesinde ıstırapla kıvranmaya, için için ölmeye ve çölleşmeye
başladı! …2008 de, gelinen durumu özetleyecek olursak::
-
Türkiye’nin en lezzetli sebze ve meyvelerinin
yetiştiği bağ ve bahçeler kurudu. Son 5-6 yılda, Türkiye çapında haber olan
toz fırtınaları oluşmaya ve yoğunlaşmaya başladı. Bu fırtınalar esnasında
insanlar evlerine sığınmak, bir yerlere saklanmak ve kapanmak, kimi daireler
ve hastaneler boşaltılmak zorunda kaldı. Henüz çağla iken meyveler,
olgunlaşmadan çeşit çeşit sebzeler 'çok hazin ve içler acısı bir manzara
sergileyerek' susuzluktan dallarda kurudu. Yer altı su seviyesi 8-10m de iken
80-100 m ye indi, Ortalama yıllık yağış can suyu kesilmeden önceki 23 yılda
315 mm iken sonraki 23 yılda 287 mm oldu (% 8,9 azaldı); yeşil alanlar
kuruduğu, meyvelik, selvilik ve söğütlükler kesildiği, yeşil örtü yok edildiği
için yağmur bulutları ‘yağmura” dönüşmeden Ereğli’yi terk etmeye başladı.
Ortalama sıcaklık arttı. Eko sistem bozuldu. Mevsimler özellik, tazelik ve
güzelliklerini yitirdi. Eski Bahar’lar ve efsanevi (şairane) Sonbahar’lar
kalmadı. Kış’lar çok kurak, inadına soğuk ve çekilmez-dayanılmaz, tahammül
edilmez hale geldi. Ereğli'nin gülen yüzünün yerini, sert ve haşin, acımasız
ve zalim doğa koşulları aldı. Dünyanın sayılı sulak alanları ve kuş
cennetlerinden biri olan meşhur Ereğli Sazlıkları (Akgöl)’ün alanı 21500hk dan
3000hk a indi, geçmişte önemli sayıda üreyen özel kuş türlerine artık
rastlanmamaktadır. Hayaller, eski fotoğraflar ve hafızalarda yaşayan
güzellikler yok oldu. Ereğli resmen ve fiilen çölleşme başladı…
-
Bu çevre ve doğa katliamının sorumlusu,
sanıldığı gibi İvriz Barajı değildir. Yanlış ve bilinçsiz, haksız ve hukuksuz
uygulanan su yönetim planıdır. Halen geri dönüş mümkündür. Kayıplar telâfi
edilebilir ve şehir tekrar kazanılabilir. Velev ki, kurtarılmak istensin!..
-
Gerçekte ülkemizin ekolojik denge sorunu çok
büyük. Yerine göre çok kritik ve telâfi edilemez boyutlara dayanmış durumda.
Eko sistem çekilmekte, çökmekte, iklim değişmekte, onursuz-sorumsuz, cahil ve
bencil ‘beton yığınları dikmeyi kalkınma sanan” şehir eşkıyaları ve çıkar
odaklı neo-yönetim unsurları yüzünden Türkiye, acil-vahim bir doğa felâketiyle
karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır..
-
İşte, Konya’nın Ereğli ilçesi de bu kritik
yerleşim ve yaşam alanlarından biri..
- Ancak önce genel duruma, AB ve dünya ya ‘mukayeseli bir bakışla’ göz atmak
gerek.
-
Dünya’da ‘başka Türkiye yok’ söylemi ne anlama
gelmektedir? Şöyle bakalım bir.:
- “Tüm Avrupa’da 12 bin çeşit bitki türü var. Türkiye’de bu rakam 9000.,
Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanmakta. (82 Nijerya kadar) Son
30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok oldu. Yetişmiş bir ağaç günde 17
kişinin oksijen ihtiyacını karşılıyor ve 22.5 kilogram karbondioksiti absorbe
ediyor. Sadece dünya kâğıt tüketiminin yarısı geri kazanılabilse, yılda 8
milyon hektar orman alanı korunabilir. Günümüzde dünya dakikada 21 hektar
orman alanı kaybediyor. Böylece fert başına her yıl doğaya 7 ağaç
borçlanmaktayız. Çünkü bir yıl içinde kullandığımız kâğıt- kartonlar ve ayrıca
yaşamsal ihtiyaçlarımız için 7 adet ağaç tüketmekteyiz. Bir Avrupalı yılda
ortalama 300 kg. kâğıt ve kâğıt ürünü tüketmekte. Dünyada her yıl kâğıt
tüketiminin yarısı geri kazanılsa Türkiye büyüklüğünde bir ormanlık alan yok
olmaktan kurtarılabilecektir. Bunu asırlar öncesinden gören Fatih Sultan
Mehmet ne demiş? “Ormanlarımdan bir yaş dal kesenin, başını keserim” Ya
İslâm’ın son Peygamberi Hz. Muhammed? “Kıyametin koptuğunu görsen dâhi,
mutlaka bir fidan dik!” Ve bir Çin atasözü: “Herkes kendi kapısının önünü
temizlerse şehirler tertemiz olur” Sonuçta eko sistemle barışıklık anlamına
gelen ‘çevre koruma’ olgusu, bireysel görev ve sorumlulukla başlayıp, tüm ülke
ve arz’ı içine alan‘evrensel’ duyarlığı zorunlu kılmaktadır. İnsan’a düşen
görev önce ruhsal, sonra bedensel ve buna paralel çevre temizliğidir.
Çevrecilik sadece ‘temiz tutma’ anlamına gelmez. Aynı zamanda ekolojik sistem,
denge ve değerleri ‘doğal ortamda’ koruma, kollama, iyileştirme ve geliştirme
anlamını taşır.
-
Ki, başta Ereğli olmak
üzere, ülkemizde pek çok yörenin sorunu korumasızlık; Yasa dışı edinim,
kanunsuz temlik-tasarruf, Soygun-vurgun, rant kaygısı ve imar
yolsuzluklarıdır. . Dolayısıyla hemen harekete geçilmez ise Ereğli çok yakında
çöl olacaktır.
-
Unutmayın ki başlayan çölleşme ‘acil önlem
alınmadığı takdirde’ hızlanarak artacak ve “acil önlem alınmaması halinde” çok
geç olacaktır. Artık bekleyecek vakit mi var? Bu kötü gidişe son verilmez ise,
uzun vadede Ereğli’yi bekleyen diğer tehlike, şimdi tahminen 925 m (can suyu
kesilmeden önce tahminen 975m) olan yeraltı su seviyesinin, Tuz Gölü
seviyesinin (905 m ) altına düşmesi halinde ova köylerinde ilelebet tarım
yapılamaması ihtimalidir.
- EREĞLİ İÇİN; ACİL ÖNLEM ve ÖNERİLER:
-
DSİ, Belediye ve Özel İdare işbirliğinde İvriz
Barajı’nın su yönetim planı acilen ve derhal değiştirilerek Ereğli’ ye can
suyu yeniden verilmelidir. Bu halk için ‘doğal bir hak’, DSİ ve Belediye için
asli görev, tarihi vebal ve ivedi sorumluluktur. Akarlar ve binlerce yıllık,
“ark”lar tekrar açılmalıdır; (açma, temizleme ve dönüştürme işlemi günümüz
teknolojisiyle kolaylıkla mümkündür, çok kısa sürede gerçekleştirilebilir)
Ayrıca, 1965'lerde Göztepe'de olduğu gibi; yerel potansiyel, Ordu,
Okul-Öğrenci ve TEMA gibi kuruluşların desteği alınarak ve halkla işbirliği
yapılarak, bütünüyle Tont ve Toros yamaçları mutlaka ağaçlandırılmalıdır.
- Aslında mesele bu kadar basit, kolay ve ucuz olmakla; Yeşil Ereğli’nin çöl
olmasını önlemek, eski güzelliklere, yemyeşil ve bereketli topraklara tekrar
kavuşmak sadece sahiplik, duyarlık ve sorumluluk gerektirmektedir. Burada
duyarlık, bilinçli-sorumlu takipçilik halka; şehir medyasına; 29 Mart
adaylarına; Görev ve sorumluluksa, başta Çevre-Orman Bakanı, DSİ Genel Müdürü,
Kaymakam ve Belediye Başkanı’na düşmekte. Şimdi “Sosyal sorumluluk ve bilinç”
zamanıdır. Yeşil Ereğli’nin çöl olmaması dileğiyle, iyi, sağlıklı ve mutlu
günler…
-
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Sönmez YANARDAĞ Hayat Hikayesi
|
-
TURNALAR GÖÇ EDİYOR!
- Çorum Kuş Gözlem Topluluğu
Başkanı Anadolu Lisesi Coğrafya
Öğretmeni ÇORUM
-
2.Aralık Cuma Günü,sabah iki saatlik dersimi
tamamlayıp,öğleden sonraki zamanımı Ayarık
Bağlarında ağaçların kış bakımları ile ilgilenmeye
ayırdım.
-
Birden- uzun süredir -duymaya hasret kaldığım O
müthiş çığlıkları ile üç ayrı sürü halinde 60 Turna
belirdi gökyüzünde.Kuzeydoğudan,Güney batıya
doğru
göç ediyorlardı. Geçen yıl Nisan ayında ters yönde
göç ederlerken Ayarık Bağları nın yaramaz kızıl
şahinleri dalmıştı aralarına. Hemen bir daire
oluşturup,savunmaya geçtiler kısa süre sonra
şahinler uzaklaştı,yanlarından.(Bu kızıl şahin
milleti öyle örgütlü mücadeleye gelemiyor,kargalar
karşısında da madara olup,hemen mücadele alanını
terk ediyorlar.
-
Bir kez daha kızıl şahin saldırısı olacak mı? Üç
ayrı sürüde dikkat çekecek bir şeyler var mı? Bir
taraftan bunları düşünüp bir taraftan da;üç ayrı
sürüdeki turnaları sayarken-nice sonra geldi aklıma
arabanın torpidosundaki dürbünüme koşmak,ama o
zamana kadar dağların ardında kaybolup
gitti,Turnalar.
-
Ne
yalan söyleyeyim,bunca yılın kuş
gözlemcisiyim.Turnaların göçünün,Aralık ayına
sarktığına hiç şahit olmamıştım.Normalde,akşam eve
gittiğimde bu gözlemimin sonuçlarını “Türkiye deki
Kuş Gözlemcilerin” internette oluşturduğu “”kuş
gözlem veri tabanı “kuşbank ’a” girmem gerekti.
Adam sende dedim,kim inanır bu vakitte Turnaların
göçtüğüne!
-
3.Aralık Cumartesi günü ,bizim Turnalar Gölünyazı da
konaklamadılar,bu kez. Konaklamazlar elbette!
Gölünyazı,birkaç yıl öncesinde tel örgülerle
çevrilmiş,Göl çevresinde avlanmanın yasak olduğunu
belirten tabeladaki uyarının dikkate alındığı bir
koruma alanı değil,artık. Gölünyazı yı koruyan tel
örgü,birkaç yerinden kopartılmış,gölde pet şişeler
yüzüyor.Belliki,insanlar yasağa uymayıp,göl alanına
giriyorlar,telleri aşıp.Bırakın Turnaların
konaklamasını,gölde yıl boyu göç etmeden yaşayan
kızılboyunlu batağan, gri balıkçıl,angıt, sakarmeke,yeşilbaş
ördeklerde ortalıkta görünmüyor.
-
Gölünyazı da konaklamadıklarına göre Anadolu nun
içlerine doğru yolculuklarına devam
ediyor,Turnalar.Mutlaka yorgun ve açlar. Böylesine
kalabalık bir sürünün konaklayacakları bir sulak
alanda yok,yakınlarda.Acaba,Kayseri ye,Sultansazlığı’na
ulaştılarmı? Merakımı yenemeyip,internette “kuşbank”
kayıtlarına baktım,3.Aralık’ın.
- Evet,Kayserili kuş gözlemci
arkadaşlar,benden daha cesaretli çıktı,kayıt
konusunda.
-
Bizim Turnalar birgün sonra Sultansazlığı’na
ulaşmışlar ve Kayseri’deki ERKUŞ(Erciyes Kuş Gözlem
Topluluğu) üyeleri ilk kez bu kadar geç gelen
konuklarını “kuşbank” kayıtlarına geçmişler.
-
Turnaların,Sultansazlığı na ulaşması,beni mutlu
etti,hüznüm ise Gölünyazı’ya….Bir kaç yıl öncesine
kadar, Türkiye’de ve Dünya da nesli tehlike altında
olan pek çok kuş türüne ev sahipliği yapan
–özellikle korunmaya başladıktan sonra- hem tür hem
de sayı olarak Türkiye’de örnek sulakalanlardan biri
olmaya başlayan Gölünyazı’da bu yıl Turnalar
konaklamadı.
-
Onlar,birkaç gün daha Sultansazlığı nda-Kayseri’de-
dinlenecek,beslenecek daha sonra Adana(Akyatan) dan
İsrail e oradan da Nil Deltasına ulaşacaklar,gelecek
bahar’a kadar. Sonra,tersine göç başlayacak.
-
Büyüklerimiz,kendi dönemlerinde hasat zamanına denk
gelen Turna göçünü hayranlıkla izler,onlar adına
türküler yakarlarmış. Son yıllarda ,insan kaynaklı
çok yönlü kirliliğin sonucu oluşan Küresel
Isınma, ara mevsimler olan ilkbahar ve sonbaharı
ortadan kaldırdı, neredeyse. Kuşlar,göç zamanlarını
değiştirdi,bugün için,yarın son kalan birkaç tanesi
belki başka ülkelere göçecek! Ya bizler ? Hızla ve
çok yönlü olarak kirlenen bu havayı bu toprakları
bırakıp nerelere gideceğiz?
-
Selamlar
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
|
KURMAY ALBAY BEDRETTİN BİNYILDIRIM
20.12.1973 Perşembe
BU MERT ADAM BENİM DAYIMDI
Annem Fatma Mürşide ÇAYCI dayım Kurmay Albay Bedrettin Binyıldırım Doğu Menzil
Komutanlığında görev yaparken Kayseri’ye ziyaret için gitmişti. Ben dönüşte
anlattıklarının hepsini burada nakletmeyeceğim. İnsan hayatının etrafında
dolaşan büyücüler ya da kıskançlıklar bir kıskaç gibi ileride ne gibi engellere
ya da takozlara zemin hazırlayacak bunu irdeleme iradesinin birilerinde
yokluğunu söyleyeceğim sadece. Sevgi önüne konulanlar simsiyah ve belirsizlikler
içinse eğer. Ucu koltuk değneklerine dayanarak yürüme zorluklarına kadar uzanır.
Çocukların “Bugün cumartesi; Balık! Balık! Balık!” şeklindeki masum ve sevinçli
anlarının unutulmadığı gibi, bunlar da unutulmuyor.
Yıllar geçti. Bedrettin Binyıldırım’la bir sabah Beşiktaş’ta buluştuk. Orada
Adalet Partisi ilçe başkanı da olan Kadir Şeker’in “Şark Lokantası” ve “Şeker
Piliç” isimlerini taşıyan iki iş yeri vardı. O sırada ben ev arıyordum. Dayım
Bedrettin Binyıldırım’ın Kadir Şeker’le tanıştırmasıyla kiralık bir evi de
bulmuş oldum. Ayrıca benim projelerimi çizebileceğim masa, ders çalışabileceğim
sobalı bir yer de bana gösterildi. Dayım:
-Yeğenim daha olmazsa bu partiye üye ol, okulundan mezun oluncaya kadar da
derslerine burada çalışırsın» dedi.
Fotoğraf arkası :
Erzurum - 30.09.1947
Sevgili Ağabeyim Bay Fikri'ye, Pembe Halacığıma
ve Fatma Kardeşime saygılarımla.
3. ordu Kurmay Başkanı yaveri
Bedrettin Binyıldırım
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek
Okulu’nda tahsil gördüğüm sırada okul müdürü Endüstri Grafiği dersi öğretmenimiz
de olan Prof. Namık Bayık’dı. Bölüm başkanımız Prof. Önder Küçükerman, stürüktür
dersi öğretmenimiz Ertil Ayaydın, sanat tarihi dersimize Prof. Nermin Sinemoğlu,
Endüstri tasarım tarihine Prof. Sadi Öziş vb. öğretmenlerimiz giriyordu.
Öğretmenlerimizin her birisi çok değerli kişilerdi.
Dayımla görüşmemden bir gün sonra, müdür muavinimiz ve birinci sınıfta Edebiyat
derslerimize de girmiş olan Sabit Ayasbeyoğlu beni odasına çağırdı. Bana önce
bir şey söyleyeceğini söyledi. «Senin herhalde Göztepe’de oturan bir dayın
var... Kurmay Albay?..» dedi. Ben de : «Evet... » dedim. «O dün ölmüş... Eşi ve
çocukları bugün senin gelmeni istiyorlar...» dedi.
Ben bu haberden sonra bayılmışım. Okulumuzun bitişiğinde bulunan Mimarlık Yüksek
Okulundan doktor çağırmışlar. Neyse ayıldıktan sonra yola koyuldum. Gittiğim de
dayımın cenazesinin kaldırıldığını öğrendim. Yengem Hikmet Binyıldırım beni bir
gün önce yani dayımın öldüğü gün aradıklarını söyledi. Orada akrabamız olan
Seniha Hanım teyze de vardı.
Ben gelmeden önce acaba teyp kasetleri içerisinde dayım Kurmay Albay Bedrettin
Binyıldırım’ın sesi var mı? diye araştırmışlar... Tesadüf ya, dayım bir yılbaşı
gecesinde o zamanki TRT Genel Müdürü Musa Öğün’ü telefonla aramış. Bulamayınca
orada bulunan görevliye hitaben : «Musa Bey’e salam söyleyin. Ben Kurmay Albay
Bedrettin Binyıldırım... Televizyon yayınlarından dolayı kendisiyle görüşmek
istemiştim. Biz Rusya’da mı yaşıyoruz? İngiltere’de mi yaşıyoruz? Amerika’da mı
yaşıyoruz? Hani bizim kendi müziğimiz? Bu sözlerimi kendisine iletin!» Açık
unutulan teyple, kasete bu sözler kaydedilmiş. Bana o gün bu sözler
dinlettirildi.
İ. Bedrettin BİNYILDIRIM ve kardeşi Mehmet Resai BİNYILDIRIM
Fotoğraf arkası :
Çok kıymetli Enişteciğim,
Halamın, senin abim ile birlikte ellerinizden öpmeye geldik.
Abim ablamın gözlerinden ben de ellerinden, yeğenlerimizin de gözlerinden
öperiz.
26 Mart 1954
Mehmet Resai Binyıldırım
Öğretmen Süruri Binyıldırım
ŞİİRLERİ
Gerek Hikmet Hanım’a duyduğu yakınlık, gerekse annesi Hatice Hanım’ın aşkına
olumsuz bakması onu şiir yazmaya itti. Askeri Okulda göstereceği başarılarına
aşkının destek olacağını haykırdı. Hatta sevgisini ön plana alarak “Sana” diye
seslendi :
SANA
İstemem; gözlerin gülmesin bana
Sana layık olan bir asker değilsem!...
28.IX.1937
İ. Bedrettin
Sevgilisine ilk hitabını da şiirleştirerek ona yakınlığını katmerleştirdi.
Hikmet Hanım da ona iyi cilve yaparak karşılık verdi. Yer yer ondan uzaktaymış
gibi görünerek kendine iyice yakınlaşmasına zemin hazırladı...
TEMENNİ
"Ona ilk hitabım"
Ben ki, sessiz, habersiz gönül bağladım size,
Şimdi ne zaman dalsam, derim gözlerinize
Birdenbire ruhumu çılgın arzular sarar
Atılmak ister gibi karanlık bir denize!...
Düşündüğüm sizsiniz her gün her gece şimdi
Bu dünyada saadet siz demek bence şimdi
Ruhunuz eş olmazmış diyorlar, benim gibi
Size yalnız gönlünü veren bir gence şimdi?!...
Aczimi anlasam da yolumdan dönmem geri
Tuttunuz can köşemde hükmedecek bir yeri.
Bir kere gözlerime baksanız anlardınız
Sizin için kalbimde canlanan emelleri...
Bedrettin BİNYILDIRIM
Maltepe’de yankılananlar hatıra defterine yansıdı.
HATIRALAR
Yine bir zincir gibi kalbime düzüldünüz
Dimağıma ok gibi batan ey hatıralar...
Geçmiş maceralarınızla kalbime gömüldünüz
Benliğimi kurt gibi kemiren hatıralar!...
Maltepe, 2/3.III.1938
İ. Bedrettin BİNYILDIRIM
KALSIN MI?
"Onun için"
İçimde, ilk gördüğüm günden açılan yara,
Tam gönlümde beliren sızıyla kanasın mı?
Üzerini acıyla hayalle sara sara,
Hakikate bürünüp halâ kapanmasın mı ?
İlaçsız yaralarım gününü bekler gibi,
Ben de öyle sabırsız günlerimi bekledim.
Sende görünmedin ki, beyaz melekler gibi,
Dertlerimin üstüne biraz daha ekledin!...
Bana söz ver sevgilim, bekletme beni sakın,
Şu zavallı saf kalbim sözüne incinsin mi?
Şimdi sana pek uzak, gönlüme daha yakın
İçimdeki o yara durmadan kanasın mı?...
Bedrettin BİNYILDIRIM
Bor - 01.08.1937
Gerek Hikmet Hanım’ın cilveleri gerekse Annesi Hatice Hanım’ın baskıları onu
zaman zaman ümitsizliklerin içine itti.
BU AKŞAM
Ufukta solarken kızıl çiçekler,
ürperen dallarda ölürken rüzgâr
Dedim ki, dönmeyecekler
İçimde bu akşam garip bir his var!...
Ürperen dallarda ölürken rüzgâr
Bilmem ki, ümitten niçin uzaktım?...
İçimde bu akşam garip bir his var!
Uzanan yollara hasretle baktım!...
Bedrettin BİNYILDIRIM
SAÇLARININ RENGİ
Kumral ipekten gibi akşamın solan rengi,
Neden bu gün herkesin canına can katıyor?
Her gün akşam gibi kır servilerin ahengi,
Dinle bak senin için ne kahkaha atıyor?...
Bak saçının rengine büründü al ufuklar
Güneş bile saçını önüne yaydı bu gün
Akşamın kokusundan süründü al ufuklar
Ay parlak ışığını gönlüme yaydı bu gün!...
İ. Bedrettin BİNYILDIRIM
İstanbul - 26.10.1936
2669 9/4
Kendi ölümünü düşündürerek sevgilisine göndermeler yaptı... Ölümün dahi ondan
kendisini koparamayacağını duyurdu.
"H" SANA VASİYET
Sana vasiyetim bu, ölürsem de gam yeme
Ben giderken arkamdan sakın ağlayım deme...
Senden ayrı değilim, geçsem bile ademe,
Hayalimi karşında dikilmiş bulacaksın!...
Uçsun ufuklarında bulutlar yığın yığın,
Gölgesinde yattığım o viran mezarlığın,
Meyus olursan eğer yine aşkıma sığın
Baş ucunda ruhumu dikilmiş bulacaksın!...
İ. Bedrettin BİNYILDIRIM
YALNIZ SANA
Hayalinle uğraştım kimsesiz gecelerde
İnanki aşksız kalan ruhum derinden ağlar...
Kanatçığı kopmuş kuş gibi yerlere düşen,
Muammalı her sözün dertle kalbimi dağlar!...
Elem artık yaraşmaz, neşe yakışır bana
Taptım senin aşkına, taparım "yalnız sana"!...
İ. Bedrettin BİNYILDIRIM
Annesiyle sevgilisi arasında bulunduğu çaresizliği ifade etti...
ANNEME VE ONA!
On sekiz ay var ki senden ayrıyım,
Şu dertli kalbimi hasretim dağlar...
Neşeli geçmedi hiç bir tek ayım
Kalbimin içinde bir bülbül ağlar!...
O dertli bülbül de ötmedi bir gün,
Yanardı hasretle belki de her gün.
Birleşirde eğer bizler de bir gün,
Bu defa da kalbim sevinçten ağlar!...
İ. Bedrettin BİNYILDIRIM
Duygularıyla kendine bir yol aradı... Ayşe ile kıskandırmayı denedi.
AYŞE'YE VEDA
Ayşe, benim kalbimin güneşidir,
O; ne bir Çin güzeli, ne de bir Afrika zencisidir.
O benim hayatımdır, o benim eşimdir,
Ayşem, benim köyümün en güzel incisidir.
Ayrılırken öpmüştüm, o pâk alnını,
Örüyordu o zaman, o güzel saçlarını...
Ayşe benimdir, benim gülümdür,
O çağlar aşkımın şen bülbülüdür!...
İ. Bedrettin BİNYILDIRIM
İstanbul - 11.11.1936
SANA
Hiç bir zaman usanmam, seni sevmekle inan
İnan hiç bir an kanmam, gözlerine bakmakla...
Kıyamet derler olmaz, ne olur ki olmakla,
Mahvolsam da aldırmam vazgeçmem senden inan!...
Ebediyen mahvolmaz bende bu yüksek iman
Terlese de yorulmaz, yolunda bu asker inan!...
İ. Bedrettin BİNYILDIRIM
Duyguları düşlerini şekillendiren bir aşk hikâyesine dönüştü. Kendisini vereme
yakalanmış ve yatağa düşmüş gibi hissetti.
Gördüğüm bir rüyanın hikâyesidir...
"H" İÇİN...
"Sevgilime hitaben"
Ağlayarak uyandım
Yine kalbim yanıyor ufukların rengiyle,
Senelerin hasreti bu akşamda dinecek.
Değişiyor güneşler yerlerini dengiyle
Çünkü, bu gün göklerden başka bir nur inecek...
Mevsimleri yenerek işte sana kavuştum,
Biraz sonra gözlerim gözlerine dalacak
Bir zamanlar hayale hapsedilmiş bir kuştum,
Şimdi artık o günler, hep mazide kalacak!...
- Anneciğim izin ver, sevgilimi göreyim
Kalbimdeki ateşle ona çelenk öreyim?...
Bir kaç günlük hayatım bu akşamda sararsın!...
Anne! şimdi gideyim... bırak sonra ağlarsın!?...
İşte ben gidiyorum.
- Sana, dur... dur diyorum...
Gençliğini öldürdün bir çılgının peşinde
Söyle oğlum, sen bana, ne kazandın eşinde?...
Bir sevgi mi, veremle bu gün seni öldüren,
Güneş gibi parlayan, gözlerini söndüren?!...
- Evet anne bir kadın benliğimi kemiren...
- Oğlum, sen bir çiçektin, bir kız bu gün soldurdu,
Benliğini kuruttu, kanına zehir doldurdu...
Melek gibi uyurken bile bile gelen kanı
Dudağının üstünde, titrediği her zaman
Ona "lanet" diyorum, lanet olsun o kıza
Gözleriyle aldatıp, sevgi çalan hırsıza...
- Anne, artık söyleme, ben her şeye alıştım
Ben de, bu gün yaşayan ölülere karıştım.
Uzaklardan seyretmek, öpmek onu gözümle,
Anne, bu da yasak mı, söyle bütün özünle?!...
- Bu arzun beni yensin,
Çünki, benim varlığım, emellerim hep sensin,
Seni görmek mükedder, sana vermek çok keder
Bu zavallı anneni belki bir gün yok eder...
Haydi oğlum dürbünle sevgiline eyi bak,
Son olarak başına uzaktan bir çelenk tak?!...
- Çok lütufkârsın anne,
Parçalansın veremden ciğerlerim, ona ne
Nedir ona, varlığım ihtirası önünde,
Dün altından bir taçtım bu gün hiçim gönlünde.
Belki, şimdi orada kahkahalar atıyor,
Belki şimdi, kalbinde başka bir genç yatıyor...
Son olarak göreyim, artık ona son olsun
Açılmamış aşkıma bu gün hicranlar dolsun...
Gözlerimden kıskandığım, hayatımla andığım,
O kız artık yalnız, yapa yalnız gidiyor.
Ah! ya Rabbim gidiyor, sevgisine kandığım
Bir günlük hayatımı bana haram ediyor...
Unutmuş o da artık, o da unutmuş beni,
Aramıyor gözleri eski şen günlerimizi,
İşitmiyor "ah!" ile inlediğim her demi,
Siliniyor gözümde ümidimde son izi!...
Bu gecede gülmedim, yandım ah! Tanrım yandım,
Hikmet için bu gün de ağlayarak uyandım!...
İ. Bedrettin BİNYILDIRIM
Bor, 15.08.1937
«Hakiki asker vatanına olan sevgisi gibi sevgilisini de kalbinde yaşatır!
Bedrettin Binyıldırım
İstanbul’da 12.10.1937 tarihinde aksettirilen bir şiirin boyutları oldukça
farklı :
KULELİLER
I
Ne çapkın Kuleliler
Yollarda kız beklerler
Biraz fırsat bulunca
Hemen buse isterler...
II
Çok fiyaka yaparlar
Rugan kemer takarlar
Bir mafevk görünce
Sertçe selam çakarlar...
III
Bol paça giyerler
Şapkayı yana eğerler.
Bir güzel kız görünce
Pek çapkınca gülerler...
IV
Sokulsam hep yanına
Atılsam kucağına
O mağrur dudakların
Deyse dudaklarıma...
V
Biri bana yâr olsa
Aşkımla benzi solsa.
O kuvvetli kolları
Belime kemer olsa...
VI
Dinle beni Kuleli
Ey ruhumun emeli
Kaynıyor hep kanımız
Sizi sevdik seveli!...
İstanbul, Kandilli Kız Lisesi 11’rinci sınıf talebelerinden N° 306 Melâhat
Bedrettin Binyıldırım kendisine verilen bu şiiri de defterine kaydeder. Ve
cevabı da gecikmez...
KANDİLLİ KIZ LİSESİNE BİZDEN CEVAP
I
Bize «çapkın» dediniz
Bunda kusur ettiniz.
Bol paça giymekle
Bize «külhan» dediniz...
II
Sizden bize yâr olmaz
Siz için benzimiz solmaz
Almak için bir buse
Günlerce yalvarılmaz...
III
Gel deseniz geliriz
Sevginizi biliriz.
Verirseniz bir buse
Memnuniyetle öperiz...
IV
Saçlarınız bukleli
Gözleriniz sürmeli
Dilinizden hiç düşmez
Sevdiğiniz Kuleli...
Kuleli Askeri Lisesi Talebelerinden Bedrettin Binyıldırım
Maltepe’den mezun olduktan sonra yazdığı bir şiirle örnekler vererek mesleğinin
önemine ve kutsallığına işaret eder...
TÜRK SUBAYI
«Saygılarımla size»
Heyecana getirmek maksadıyla kalbinizi
Anlatmak istiyorum size mesleğimizi
İlk sözde söylüyorum Türk’ün karşılığını;
Türk, «asker» demektir ateşlidir onun kanı
Asker olan bu ulusun çekirdeği subaydır,
Onun yalnız biricik tek düşüncesi vardır.
O da : Her zaman yükselmek, yükseltmek fikridir,
Kalbinde yanan, vatan, millet ateşidir.
Herkesin gözü var bu dinç subaylarımızda
Yanmıyor vatanın aşkı, çünkü kanlarında
Cesaret, kahramanlık hep Türk subaylarında,
Bedeldir tek bir tanesi bütün cihana da...
İsterseniz bir parça tarihe bakalım
Ulu önderimizi göz önüne alalım...
Çarpışırken düşmanla Çanakkale’de
Bir mermi patladı kalbinin üzerinde...
Bir feryat işitildi etraftakilerden
O heybetli vücudunu çevirerek arkadan
«Sus asker duymasın bağırmayın her yandan»
Diyerek sakinledi heyecanlı kalpleri
Ve uzatarak elini bağırıyordu : «İleri!»
Olur mu bundan büyük mertlik o soğukkanlılık
Vatanın uğrunda budur, en yüksek canlılık!...
Anlatayım ikinci bir misal daha size:
İzmir’de Yunanlılar çıkmıştı önümüze,
«Venizelos yaşasın eğildik size»
Diye bağırtmak isterken hain düşman bize...
Fakat; bunu hiçbir Türk kabul etmemişti
İşte miralay Fethi Bey, «bağıramam» demişti.
Bunu duyan Yunanlı yerinden sıçramıştı
Süngüsünü göğsüne, kalbine saplamıştı!...
Onlar hep vatanın mert subaylarıdır,
Atatürk, İnönü en ön saflardadır!...
Anladınız mı «Türk Subayının» kıymetini,
Vatan uğrunda her an gösterir mertliğini...
Şimdi size bağırarak söylüyorum ben de
Maltepe’den mezun olarak hem de
Olacağız ateşli Türk subayı ilerde!...
Son sözümde söylüyorum, şunu unutmayın:
Zafer Türk Subay ve askerindedir anlayın...
Eğer anlatabildimse mevzuumu sizlere
Hürmetle eğiliyorum önünüzde yerlere!...
Bedrettin Binyıldırım
Annesine hitaben yazdığı bir şiirle içinde bulunduğu anı yansıtmaya çalışır...
ANNE
Daima peşinde çılgınca gezdim,
Ezildim, üzüldüm, canımdan bezdim.
Sen bana derdin de, inanmazdım,
Anladım sevda yalanmış anne!...
Keşke saçlarını öpmez olaydım,
Varımı, yoğumu vermez olaydım
Keşke el koynuna girmez olaydım,
Kıskançlık ölümden yamanmış anne!...
Kâh dilim varmaz kahpe demeğe,
Yıllarca kahrını çekmişim neye...
Sonra, gece gündüz sevgilim diye
Bağrıma bastığım yılanmış anne!...
Bedrettin Binyıldırım
ONA
Hatıralardan...
38 yılının uzun bir kış gecesi
Etrafı bürümüştü karanlığın perdesi...
Uzun uzun düşünürken gurbetin acısını
İşitir gibiydim yine ben o şakrak sesi!...
Biraz sonra gözlerim ta enginlere,
Gönlüm yine uçuyor, uçuyor mazilere!...
Gençliğim mi koşuyor bir hayal arkasında,
Halbuki gençliğim varıyor tarihlere!
O genç ki bir zaman durmadan çağlamıştı,
Ayrılık ateşiyle ta içten ağlamıştı;
Ilık bir yaz gecesi mehtaplı bir günde
Öperek ellerini; artık vedalaşmıştı!...
Şimdi artık bu hayal bir rüya oluyor,
Unutulan sevgili yabancı mı oluyor?!...
Feryatla inle gönül, feryat et sen gene
Acıyla geçti zaten 17 sene!...
İ. Bedrettin Binyıldırım
15 Ocak 1938
Bir askerin hakiki aşkı «vatanıdır!»
Zaruret içinde asker şahsi menfaat ve ihtiraslarını vatani duyguları için feda
etmelidir!...
Asker; iradesini ve hürriyetini vatanına bağışlayan adamdır. «Atatürk» gibi...
Bedrettin Binyıldırım
DEVAM EDECEK
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- BULGURAŞI
MALZEMESİ: 5-6 porsiyon için.1
- Orta baş kuru soğan,
- Bir yemek kaşığı tereyağı veya 2 yemek kaşığı sıvı yağ,
- Bir yemek kaşığı salça veya büyük bir domates,istenirse hem domates hem
salça konulabilir
- 5 yemek kaşığı kıyma,
- 6 su bardağı su,
- 1 su bardağı bulgur,gereği kadar tuz.
Soğanlar ince olarak doğranır. Tencereye bir kaşık tereyağı konulur. Üç kaşık
kavrulmuş ya da çiğ kıyma konulur. kıyma ve savan ölünceye kadar kavrulur.
Yarım kaşık salça veya mevsimiyse domates doğranır. istenirse hem domates hem
salça konulabilir
Beş bardak soğuk su ile bu karışım kaynatılır. Kaynayan suyun üzerine bir
bardak Bulgur konularak pişene kadar beklenir Pişen aş sıcak, sıcak servis
yapılır.
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Rıza KANDEMİR |
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
|
BABAM
Çarşıya gelirken dört yana bakmış
Secde de omzuna ağrılar çökmüş
Duadan sonra derin of çekmiş
Gözlerim yollarda, gelsene babam!
Hekimler derdine derman aramış.
Adresi veriyor benzi solarmış.
Azrail pençeyi derine salmış,
Dindi sızıların, gelsene babam!
Başındaki baran imiş, kış imiş.
Azeler boşalmış, beden üşümüş.
Bu dünyanın malı, mülkü boş imiş.
Uyanıp uykudan, gelsene babam!
Akarken pınarlar dolmuyor testi
KUL RIZA senden de umudu kesti
Ayrılık rüzgarı evimde esti,
Gülerek karşıdan gelsene babam! |
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Dile BİGA |
Dilek BİGA Hayat Hikayesi |
-
BU YABANCI KİM
- Kül olmuş gönlümün yıkık şehrinde
Yolunu kaybetmiş bu yabancı kim
Bu gözler bu bakışlar, aman Allah’ım
Şimşekler çaktıran bu yabancı kim
Bir titreme aldı,tüm bedenimi
Mazide bıraktı bütün derdimi
Bir anda kapladı yorgun kalbimi,
Kalbimde koşturan bu yabancı kim
- Hayal mi Allah’ım, rüyada mıyım
Yoksa dumanı olmayan yangınamıyım
Şimdi bir delice sevdadamıyım
Yolunu kaybetmiş bu yabancı kim
|
|
|
|
|
13 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
Rıza KOÇAK |
Rıza KOÇAK Hayat Hikayesi
|
AYRILIK DERDİ
Aşağıdan gelir boz atlı Hızır
Nerede çağırsam orada hazır
Elinde defteri geliyor vezir
Ayrılık derdinin dermanı nedir?
Bağrıma basayım kayayı, taşı.
Gözümden akıttım kan ile yaşı
Urum diyarında Hacı Bektaş’ı
Ayrılık derdinin dermanı nedir?
Dünyayı sorarsan bir dipsiz ambar
Ali’nin yoldaşı Zülfikar, Kamber
Kabe’yi yaptırdı Halil Peygamber
Ayrılık derdinin dermanı nedir?
Gökyüzünde saf saf olmuş melekler
Yalvaralım kabul olsun dilekler
Cennet’in bekçisi huri melekler
Ayrılık derdinin dermanı nedir?
Bana küsmüş derler kime küseyim?
Ak gerdanın sevgisinde buseyim.
Kerbela’da Şehit oldu Hüseyin
Ayrılık derdinin dermanı nedir?
ŞIK okur yazar ağdan karadan.
Kötülüğü kaldıralım aradan
Sini beni yaratmış yaratan
Ayrılık derdinin dermanı nedir?
17 Ağustos 2008
|
|
1 |
|
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
128 SAYI 25 Ekim 2009 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |