|
YIL 11 SAYI 128 25 Ekim 2009 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL CUMHURİYET BAYRAMI
-
Müslüm TUNABOYLU ANADOLU BOZKIRINDA UNUTULMAYAN
EĞİTİM KURUMLARI KÖY ENSTİTÜLERİ
-
Sena ÖZKAŞ SİGARA’NIN GERÇEK YÜZÜ
-
Atilla ALPAY YEŞİLAY HAFTASINDA SİGARAYI BIRAKTI
-
Mahir ODABAŞI OLMAZ, EN FAZLA BİR DAKİKA VERİRİM
-
İsa KAYACAN YAŞLILIK, TANRININ İNSANLARA ÖDÜLÜ
-
Hüseyin Hüsnü GÜREL TBMM DİLEKÇE KOMİSYONU
BAŞKANLIĞI’NA ANKARA -VI-
-
Mustafa Nevruz SINACI GLADYO-OLİGARK, BARONLAR ve
HÜKÜMET
-
Üzeyir Lokman ÇAYCI BU MERT ADAM BENİM DAYIMDI
-
Ahmet CANBABA ŞÖFÖR HİKAYELERİ ( Röntgenci)
-
Selma GÜRSEL
YARMA AŞI
-
Dilek BİGA BİR KERE AŞAĞI BAKMAZ BU DÜNYA
-
Rıza HARDAL YAŞLILIK
-
Mehmet KARADAĞ TEMİZ TOPLUM İSTİYORUZ!
-
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
CUMHURİYET BAYRAMI
- Türk
Tarihinin en önemli günlerinden birisi olan 29 Ekim 1923'te Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin Cumhuriyeti ilan etmesi dolayısı ile
kutlandığı, Türkiye'nin önemli Resmî Bayramlarından olan “Cumhuriyet
Bayramı” dır.
- Mustafa
Kemal Paşa, Osmanlı Hükümeti tarafından görevlendirilerek, Anadolu
bölgesinde düzeni sağlaması için Osmanlı Devleti'nin onayı ile kırık
dökük bir gemi ile, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. Anadolu’da
bulunan askeri kuvvetleri ve dağıtılmış Türk askeri birliklerini
kontrol amacı ve Türk birliğini korumak için kongreler düzenledi.
- 23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük
Millet Meclisi'nde toplandı. Meclis, Mustafa Kemal Paşa'yı "Meclis
Başkanı" olarak seçti. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük
Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Halk ve düzenli ordular
düşmana karşı savaş verdiler, omuz omuza mücadele ettiler.
- Kurtuluş
Savaşı zaferle bitmesinden itibaren 1 Kasım 1922'de Türkiye Büyük
Millet Meclisi “Saltanatı Lağvetti”. Padişah Vahdettin "Vatan Haini"
ilan edildi ve yurdu terk etti. 24 Temmuz 1923 tarihinde, Lozan
şehrinde, Lozan Üniversitesi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi
temsilcileri ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan,
Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya
temsilcileri tarafından Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır.
- Bu antlaşma
ile yeni bir devletin temelleri atılmıştır. Fakat Devletin yönetim
biçimi henüz belirlenmemiştir. Bu topraklarda kurulmuş olan Vatan
nöbetini Selçuklu Türk İmparatorluğunun dağılmasına yakın zamanda
kurulan Osman oğulları Beyliği kurulmuştur. Bu beyliğin devamı olan
Osmanlı İmparatorluğu'nun da süresini doldurması ve dağılması ile
birleşen ve işgal devletlerine karşı kazanılan Türk Ulusal Kurtuluş
Savaşı sonrası, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından; Türkiye Devleti'nin Misakı Milli sınırları
içinde bir Cumhuriyet olduğu 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilmiştir.
- Hepimiz bu bayrama sahip çıkacak vatan
evlatlarını yetiştirmek ile görevliyiz. Bu vatanı bize emanet eden
Atatürk’ün “Gençliğe Hitabını” sık sık okumalı ve gençlere ne demek
istediğini anlatmalıyız. Bu Vatan binlerce yıldır Türk egemenliğinde
kalmış ve ilelebet de Türk egemenliği’nde kalacaktır.
- “Ne Mutlu
Türküm Diyene” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği yoldan bizleri
saptırmak isteyen bedbahtların çıkacağı ve kişilerin ülkeyi satacağını
ve düşmanın çizmeleri ile çiğneneceğini gören kişi yine yanılmamıştır.
- Arkadaş; Yurdunu yabancıya çiğnetme.
Ülkeni başka adlarla bölgelere ayırma çabalarına karşı çık. Bu ülke
senin ülken sahip çık.
- 29 Ekim
Bayramınızı kutlar ülkemizin ve bizim nicelerine ermesini dilerim.
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
|
-
ANADOLU
BOZKIRINDA UNUTULMAYAN EĞİTİM KURUMLARI KÖY ENSTİTÜLERİ
-
Adından da
anlaşılacağı gibi Köy Enstitüleri köyler için kurulmuş bir Eğitim ve
Öğretim kurumudur.Burada yalnız köy çocukları eğitim ve öğretim
görecek sonra da köyüne dönerek kendisine verilen bilgi ve beceriler
doğrultusunda çalışmalar yapacaktır.Köy Enstitüleri duyulan bir
zorunluluk sonucudur ki ülkenin 21 yerleşim biriminde kurulmuştur.Bu
eğitim yuvalarına ilkokuldan mezun olan bozkırın çocukları
alınmaktadır.İlk yıllar bu uygulama yapılırken,her nedense birkaç yıl
sonra uygulama sistemi değiştirilmeye başlanmıştır.Yalnız köy
ilkokulundan mezun olan çocukların bu okullara gittiğini gören bazı
açıkgözler kentsel alandan kırsal alana bir yıllığına taşınarak köy
çocuklarının kontenjanını daraltmak istemişlerdir..Bu girişim giderek
daha da değiştirilerek ilkokuldan mezun olan çocukların bu okullarda
okutulmasına başlanmıştır.
-
Bir
zorunluluk sonucu Köy Enstitülerinin kurulması ile ülkenin dört bir
yanında okuma-yazma olayları arzulanandan daha çabuk gelişmiş,Anadolu
insanı okuyup yazmaya başlamıştır.Kısaca bozkırdaki aile oğlundan
gelen mektubu köy katibinin köye gelmesini beklemekten
kurtarılmıştır.Ama ne yazık ki bugün bile ülkede okuma yazma bilmeyen
binlerce insan bulunmaktadır.Bazı eğitim kurumlarının okuma-yazma
kursları açtığına tanık olunmaktadır.
-
Köy
Enstitüleri’nde köy çocuklarının günlük hareketlerini bir
değerlendirmeye tabi tutarsak, okulda her türlü işçilik
bulunmakta,öğrenciler becerilerine göre bu iş dallarına ayrılarak
eğitim görmeleri sağlanmaktadır. Enstitülerde yalnız kültür dersleri
değil iş eğitimine de ağırlık verilmiştir.
-
İkinci
Dünya Savaşı öncesinde askerde onbaşı ve çavuş olan gençlerin ,altı
aylık bir kurstan sonra köylere eğitmen olarak gönderilmeleri ile
başlayan eğitim seferberliğine l944 yılı 17 Nisan’ında TBMM de kabul
edilen bir yasa ile kurulan Köy Enstitüleri damgasını vurmuştu.
-
İlk yıllar
çadırlarda başlayan eğitim öğretim çalışmaları giderek köy
çocuklarının çabaları ile çadırlardan modern binalara taşınmasına
neden olmuştur.
- Enstitülerin tarım alanlarında hemen
her türlü tahıl,sebze,meyve yetiştiriliyordu.Mutfakta hep okul tarım
alanlarında üretilen sebze.meyveler değerlendiriliyor, satın alma
olayı çok nadir oluyordu. Enstitülerin mutfak olayında devlete
herhangi bir yükü bulunmuyordu.
- Öğrenciler okul tarım alanlarında
yetişen sebzelerden usanmış olmalılar ki okul müdürüne olayı bir kart
büyüklüğünde ki kağıda yazılan: ÖĞLE KABAK AKŞAM KABAK MÜDÜR BEY BUNUN
BİR ÇARESİNE BAK” sözleri dikkatini çekmiş olacak ki bir sabah
toplantısında okul müdürü :
-
Çocuklar
bir savaşın ortasındayız.elimizdeki olanakları kullanarak devlete
fazla yük olmaktan kurtuluyoruz.Ama ben size bir söz vereyim ..Bundan
böyle günde iki kez değil bir kez kabak yemeği yiyeceksiniz.Öğrenci
topluluğu ile müdürde söylediklerine gülmüştü.
- Bunları neden aktardığımı bende pek
anlayamıyorum. Ancak bir şey hiç aklımdan çıkmıyor. O kadar
sıkıntıların karşısında kalmamıza rağmen idareye yada yönetime karşı
her hangi bir yıpratıcı, incitici,zorlayıcı davranışta
bulunulmamıştır.Okul idaresi ile öğrenciler arasında öğle bir bağ
vardı ki bu bağı koparacak yeni bir güç oluşturulmamış,yada
oluşturulamamıştır.Köy Enstitülerinde görev almış yöneticiden tutunda
en alt kademedeki uzmanlara kadar unutulmaz bir eğitim ve öğretim
kadrosu kurulmuştur.Bu kadroların kuruluşunda İlköğretim Genel
Müdürlüğü’ne getirilen İsmail Hakkı Tonguç’un imzasını görürüz.
-
Köy
Enstitüleri’nin genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilke ve devrimlerinin
Ankara’dan Anadolu Bozkırına dek uzanmasında unutulmayan katkılarda
bulunmuştur.Yapılanları küçümseyen bir gurup Köy Enstitülerinin
kuruluşunda karşıt görüşler bulunmuş ancak bunların eğitim ve
öğretimde herhangi bir etkinliği olmamıştır.
- Köy Enstitülerinde verilen bilgi ve
becerilerle köy çocukları beş yıl sonra köylerine öğretmen olarak
döndüklerinde karşılaştıkları bazı idari konularda okul yönetiminden
destek görmüşlerdir.
-
1940 lı
yılların ilk yarısında ülkede meydana gelen depremlerde Köy
Enstitüsü’ndeki öğrencilerden oluşturulan küçük guruplarla enstitü
bölgesindeki köylerde yapı onarım ve yapımlarında görev almışlardır.
Olayın en güzel örneği Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde deprem
sonrasında komşu Köy Enstitülerinden gelen öğrencilerin yaptıkları
tahta barakalarla 1945 yılında bizzat tanışan ve 1947 de bu okuldan
mezun olarak bozkırda görev alan bir kişiyim. Öğrenciler guruplar
halinde okulun tuğla ocaklarına giderek burada toprağı tuğlaya
dönüştürülüşüne dek olan evrelerinde isteyerek görev almışlardır.
Tuğla ocağında ki çalışmaların o denemde ekonomiye olan katkısı
unutulamaz.Köy Enstitülerinin gelişip büyümesinde tuğla ocaklarının
bir damgasının bulunduğunu söylersek yanılmış olmayız.
-
Ülkenin
yirmiyi aşkın yerinde kurularak faaliyetini sürdüren Köy
Enstitüleri’nin Anadolu insanının bilgi becerisinin artmasında etken
olduğu bir gerçektir.Köy çocukları okullardan bozkırdaki köylere
dönünce köylerin çehreleri birkaç yıl içersinde her bakımdan
değişmiştir.Ne yazık ki bozkırda yeni filizlenen fidanlar çok
geçmeden günün iktidarınca kurutulmaya başlandı.
-
Köy
Enstitüleri’nden mezun olan köy çocuklarının bir bölümü yine okul
yönetimlerince belirlenerek Hasanoğlan Köy Enstitüsü’de kurulan
Yüksek Köy Enstitüsüne aktarılarak yüksek öğrenim görmeleri
sağlandı.Bu öğrencilerin Türk yazım hayatında unutulmayan eserlerini
görmekteyiz.Bu yazılı eserler bundan böyle genç kuşak tarafından
incelenmeli ve gereği yapılmalıdır diye düşünüyorum.
- Köy Enstitüleri bölgelerinde tarımın
tüm dallarını modernleştirmede de önemli görevleri
üstlenmiştir.Sanatın hemen tüm dalları bu dönemde kırsal alana dek
ulaştırılmıştır.Enstitüde verilen bilgi ve beceriler ile donatılan
öğretmenler kırsal da etkin olmaya başlamışlar,bozkırda tarımın
dışında ufak atölyelerin kurulduğunu görüyoruz.O dönemde çiftçi saban
demirinin onarımı için kentsel alana taşınmaktan
kurtarılmıştır.Okulların hemen bitişiğinde kurulan işliklerde
öğretmenin sanat dalına göre etkinliğini görmek mümkündü.
- Eğitimin yanında öğreniminde etkin
olabilmesi için Köy Enstitülerin de kütüphaneler ve kitaplıklar
kurulmuş,Bozkırın Çocukları Dünya Klasikleri ile
tanıştırılmıştır.Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in eğitim
seferberliğine olan katkısı hafızalardan silinemeyecektir. Ama ne
yazıktır ki o güzelim dünya klasikleri kitaplıklardan ve
kütüphanelerden alınarak katledilmişlerdir.Dünyanın çoğu ülkesinde
klasik eser katliamı o günün koşulları ile kınanmıştır.
-
Köy
Enstitüler’inde spor faaliyetleri hemen tüm dallarda
yapılmaktaydı.Milli Bayramlarda törenlere illerde ve ilçelerde katılan
enstitü öğrencilerinin etkinleri gösteriliyor,bu öğrenciler kırsal
alanla kentsel alanın birbirine yaklaşımını sağlıyordu.
- 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı
törenleri için öğrenciler en azından onbeş günlük bir çalışma ile
becerilerini sergileme olanağı buluyordu.
-
Köy Enstitülerinde köy öğretmeni dışında
köy sağlık memurları da yetiştirildi.Bu sağlık memurları faaliyetleri
için görevlendirildikleri köylere giderek bizzat ilk sağlık
müdahalelerini yapabiliyorlardı.Sayıları az olan sağlık memurlarının
köylerdeki hizmetleri küçümsenecek cinsinden değildi.O dönemde görülen
görevliler arasında Köy Enstitüsünden mezun olan sağlık memurları
Sıtma Savaşında kırsal alanda en etkin olan kamu görevlileriydi.
-
Son
yıllarda Köy Enstitüleri’nin adından sık, sık bahsedilmekte,bazı kamu
kurum ve kuruluşlarınca düzenlenen toplantılarda bu Eğitim ve Öğretim
yuvalarının kapatılmasının büyük bir yanılgı olduğu
vurgulanmaktadır.
-
“Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Büyük Atatürk’ün emirleri
doğrultusunda köy eğitmenleri ile başlayan okuma-yazma seferberliği
Köy Enstitüleri’nden mezun olan köy çocuklarının sayesinde
gerçekleştirilmiştir.Türk Halkı bundan böyle, Köy Enstitüleri’nin
Cumhuriyetimizin gelişip güçlenmesinde ki görevini hiçbir zaman
unutmayacaktır.
- Köy Enstitüleri’nin kuruluşunda ve daha
sonraki dönemlerde görev alan tüm yönetici ve öğretim görevlilerini
,kuruluş yıldönümü nedeniyle bir kez daha şükranla anar saygılarımı
sunarım.
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
Sena
ÖZKAŞ |
-
SİGARA’NIN GERÇEK YÜZÜ
- YEŞİLAY GÖNÜLLÜSÜ
- DUMLUPINAR İLKÖĞRETİM OKULU 7/C 2660
-
Bilindiği
gibi içinde bulunduğumuz 1-7 mart 2009 tarihi Yeşilay Haftasıdır.
Günümüzden 89 yıl önce kurulmuş ve Bakanlar Kurulu kararı ile
topluma yararlı derneklerden kabul edilmiştir.Yeşilay’ın temel
görevi insanları bilhassa gençleri Sigara ; alkol ve bağımlılık
yapan her türlü maddenin zararlarından korumaktır.
-
Bunun için
eğitim faaliyetleri düzenler, okullarda seminerler ve konferanslar
verir,hapishanelere ve askeri birliklere gider, yurtları ve sivil
toplum kuruluşlarını ziyaret eder; film gösterileri yapar , broşür ve
cd dağıtır, sergiler açar…
-
Her yıl
ülkemizde yüz binlerce cana ve milyonlarca maddi kayba yol açan
sigara orta çağdaki veba salgınından sonra 21. Yüzyılın en
tehlikeli hastalığıdır.
- Bunu alkol, uyuşturucu , enerji
içecekleri ve benzerleri takip eder.Günümüzden elli yıl önce
üretilen Türk Sigaraları artık yapılmamaktadır. Zira bu sigaraların
yerini artık yaşıtlarımın dahi üzerinde bağımlılık yapan yabancı
sigaralar almıştır. Sigara kullanmak ve gömlek cebinde bulundurmak
adeta bir gelir göstergesi sayılmış ve moda olmuştur. Halbuki bu
süslü ve şık sigaraların içerisinde genleriyle oynanmış, radyoaktif
hormonlarla beslenmiş ve kimyasal gübrelerle yetiştirilmiş aslında
tabiatta olmayan , laboratuarlarda üretilmiş yabancı tütünler
mevcuttur.Bu tütünler fabrikalarda ince ince kıyılır,
nemlendirilir, sonra da üzerlerine kakao, etil alkol ve toz şeker
katılarak daha da zehirli hale getirilir. Bir de bunlara ilaveten
formülünü kimsenin bilmediği soslar katılmış ve bağımlılıkları
artırılmıştır.
-
Sigara
içenlerde içmeyenlere göre kalp krizi ,damar tıkanıklığı , kanserler,
erken yaşlanma ve erken ölümler daha çabuk gerçekleşir.sigara içen
insanların bir çoğu zengin değildir. Fiyatı pahalı olmasına rağmen
dar gelirli aileler’de paket paket sigara tüketilmektedir.
Sigaranın içinde bulunan bağımlılık yapan maddeler veya
kimyasallar üreticinin yararına olmasına rağmen tiryakilerin de
sonunu hazırlar.Bu yüzden sigaraya başlayan bir insanın bırakması
tıbbi yardım almadan çok zordur.Sigara içenlerin sayısı gün
geçtikçe artarken , hayatını kaybedenlerin sayısı da artar.
Sigarayı başlama yaşı ilkokullara kadar inmiştir. Bunun sebebi
hem çevremizdeki tiryakiler hem de tv ve medyadır. Amaçları
insanları ve bilhassa yaşıtlarımızı etkilemektir. Sigara
paketlerinin üzerinde birtakım uyarıcı yazılar vardır.(Sigara
öldürür, sigara sizlere ve çevrenizdekilere zararlar verir, sigarayı
bırakmak ölümcül kalp ve akciğer hastalıkları riskini azaltır
gibi…) Paketlere bunların yazmasına rağmen geleceklerini
düşünmeden neşeliyken, ağlarken veya gülerken büyük bir zevkle
içerler. Hatta sigaranın rahatlattığını, kendilerine iyi geldiğini
bile düşünürler.
-
Sizlerden
bu Yeşilay haftası münasebetiyle ricamız ; bilhassa bizlerin ve
küçük kardeşlerimizin yanında sigara içmemeniz mümkünse bu kötü
alışkanlığı artık bırakmanızdır. Zira bizler de bu dumanlı
atmosferi soluyarak pasif içici oluyor ve sizlerden çok daha
fazla etkileniyoruz. Öte yandan aylık bütçemizin önemli bir kısmı
sigaraya; ülkemizin bütçesinin büyük bir kısmı da sağlık
harcamalarına gidiyor.
- İnsanlar iyiliği de kötülüğü de
kendilerine yaparlar. Nasıl başlarsak öyle gideriz.Bu nedenle
bağımlık yapan zararlı maddelerden uzak duralım.
-
Hem
kendimize hem de çevremizdekilere zarar vermeyelim. Zira içinde
bulunduğumuz durum artık büyük bir felaketten ibarettir!
-
Saygılarımızla!
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
-
YEŞİLAY HAFTASINDA SİGARAYI BIRAKTI
-
Yeniyol mahallesi Gazi sokakta işyeri
sahibi olan 42 yaşındaki Kemal Öztürk de
Yeşilay haftası dolayısıyla sigarayı bırakanlar
kervanına katıldı.Türkiye Yeşilay Derneği Yeşilay
Çorum şubesi tarafından sigarayı bırakması
dolayısıyla kendisine şükran belgesi verilerek ,
tebrik edilen ve bilgisayar hizmetleri veren
bir müessesenin sahibi olan Kemal Öztürk
yirmi yıldır sigara içtiğini belirterek şunları söyledi
:
-
“Yıllardır zararlarını bu kadar bilmeden
sigara içiyordum. Pek de fazla içtiğim
söylenemezdi ama her an artırabilirdim. Geçtiğimiz
aylarda Yeşilay Başkanımız Attila Alpay ile
tanıştım.İşyerime gelerek bana ve yanımda
çalışan gençlere kısa bir konuşma yaptı ve
sinevizyon görüntüleri ile bizi bilgilendirdi. O
sırada epeydir fark etmediğim zararlarını
resim ve filmlerden görüp öğrendim.Epey canım
sıkıldı. Fakat o anda bu işten kurtulmak için gün
bu gündür dedim ve son paketimi Attila
ağabeye vererek bu işe son verdim. Bırakalı
dört gün oldu . Biraz zorlanıyorum ama
sağlıklı ve uzun ömürlü yaşamaya da
alışacağım. Kimler bırakmadı ki.Ben mi
bırakamayacağım. Bu zehrin esiri olarak hem ömrümden
yirmi yılı kaybedeceğim ve birde maddi ve
manevi büyük kayıplara uğrayacağım.Artık geri dönüş yok.
Beni kimse başlatamaz. Dumanını yel ve parasını
da el almayacak. Hem sağlıklı olacağım hem de
param cebimde kalacak. Bu krizde bütün esnaf
arkadaşlara tavsiye ediyorum.
-
Bunu herkes bırakabilir.
-
Herkese sağlık ve mutluluklar temenni ediyor
ve Yeşilay haftası münasebetiyle sigarayı
bırakmalarını sağlıklı bir yaşamı tatmalarını
diliyorum.”
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahir ODABAŞI |
Mahir ODABAŞI Hayat Hikayesi |
-
OLMAZ, EN FAZLA BİR DAKİKA VERİRİM !
- Üç şey geri gelmez.Söylenen söz,
atılan ok, geçen zaman.Zaman çok kıymetlidir.Ama maalesef ekseri
çoğunluğumuz bunun kadri kıymetini pek bilmeyiz veya en verimli
zamanlarımızı, boşu boşuna harcarız da haberimiz bile olmaz.
Bazılarımız zamanı geçiremeyip onu öldürmek için çalışırken,
bazılarımıza da zaman yetmez. Öğrencilik yıllarımdan beri hep
kızarım.Planlanan programların, etkinliklerin tam vaktinde başlamayıp
ta gecikmeli başlayanlarına.Hele birde tam başlayacak derken ses
sisteminde, bilgisayarda aksamalar olmasına veya belirlenen saatten
sonra, üçlü priz, ara kablo vb. aranmasına tabiri caizse
fıttırırım.Bu nedenle olsa gerek; beni tanıyanlar bilir, bana bağlı
olarak planlanan programlara öğrencide, öğretmende, idarecide olsa en
az beş on dakika önce orada hazır bulunmaya çalışırım.Bir kişi dahi
olsa önce gelene nezaketsizlik yapmış olmamak adına.Geçen yıl tüm
ilçelerde, okul idarecilerine seminer verirken hep erken gittim ve
çoğunlukla ben katılımcıları bekledim.En son Sungurlu ilçemiz
kalmıştı.Ona da ben gecikmeli katıldım.Nasıl olsa bu katılımcılarda
geç gelir diye.Birde ne göreyim İlçe Milli Eğitim Şube Müdürümüz
Abdülkadir ŞAHİN ve tüm katılımcılar on dakika önce salonu doldurmuş
ve programın başlamasını bekliyorlar.Tabi böyle bir durumda bana düşen
başka yerde geciken programları bahane etmeden samimi bir özür
dilemek.Bende onu yaptım.Kendi kendime demek ‘’bir yerde görülen
aksaklık her tarafta geçerli olmuyormuş ‘’ diye düşündüm.
- Bir çok kitabı bulunan,
kitaplarında genelde Avrupa’dan örnekler veren bir yazar konferans
vermek üzere yıllar önce Osmancığa gelmiş ve salon tamamen
dolmuştu.Yazar kürsüye çıkıp konuşmaya başladı.Bu arada kamera çekimi
için yan tarafta bir görevli hazırlık yapıyordu.Program öncesi
salona uğramamış olacak ki, bu hazırlık fişiydi, ara kablosuydu
derken bir türlü bitmedi ve yarım saati buldu.Bu durum hem
konuşmacının hem de dinleyicilerin dikkatini dağıtıyordu.Yazar
dayanamadı ve sonunda bakın arkadaşlar; ‘’ben Türkiye dışında da
konferanslara katılıyorum.Arkadaşımız yarım saattir kamerasını
ayarlayamadı.Halbuki çekim yapılacaksa, görevli arkadaşımız konuşmacı
kürsüye çıkmadan hazırlıklarını bitirmiş olmalıydı. Avrupa ile
aramızdaki en basit fark bu işte ‘’ demişti.
- Gazetede, dergide, kitapta
Japonlarla ilgili ne görsem, mutlaka okumaya çalışır ve aynı zamanda
ilgimi çeken hususları unutmayayım diye ajandama hemen not
alırım.İşte bunlardan bir tanesini sizlerle paylaşmak
istiyorum.Japonya’dan bir mühendis bir vesile ile çomar barajının
bulunduğu yere gelir.Öğle saatlerine doğru yanındaki Türk arkadaşına
yemek kaçta diye sorar. Arkadaşı saat 12.30’ da der.Japon mühendis o
halde şehre ne kadar zamanda gideriz der.Arkadaşı 5- 10 dakika da
diye cevap verir.Japon mühendis olmaz, en fazla bir dakika
verebilirim. ! Çünkü, beş ile on dakika arasında yüzde yüz fark var
der. Bize göre beş on dakika, hatta yarım saate kadar normal sayılır
itiraz dahi etmeyiz.
- Bazen bir araca binmeden şoföre,
ne zaman hareket edeceksiniz diye, bazen de bir öğrenci veya vatandaş
olarak işimizi, sıkıntımızı, hastalığımızı arz etmek için kapısında
beklediğimiz yetkilinin dışarı çıktığını görünce ne zaman geri
geleceksiniz sorusunu yöneltir ve cevap olarak ‘’hemen’’ kelimesini
alırız.Sonra bir bakarız ki hemenler dakikalar sürüverir. O zaman
sorarız kendimize hemen acaba kaç dakika eder.Bazen konferans,sosyal
etkinlik, veli toplantısı veya düğün, sünnet için davetiye
gelir.Eğer siz bu konularda hassas birisi iseniz en az beş dakika
önce gider yerinize oturursunuz.Sağa sola bakarsınız salonun büyük
çoğunluğu boş veya katılması beklenenler henüz iştirak
etmemiştir.Veya ekseri çoğunluğumuz nasıl olsa salonun dolması
beklenir ve program on onbeş dakika sonra başlar düşüncesiyle
gecikmeli iştirak eder.Bu arada program sorumluları başlatsa salonda
beklenen kalabalık yok, konu bölünecek başlatmazsa davetiyede
belirtilen saate göre gelenlere nezaketsizlik olacak velhasıl iki
arada bir derede kalır.
- Netice olarak, dünden ders alıp,
yarını iyi planlamak ve mevcut zamanımızı en verimli şekilde ve israf
etmeden kullanmak adına, bu çerçevede şöyle bir kamuoyu oluşmasının
zamanı geldi de geçiyor diye düşünüyorum.Konferans, sosyal etkinlik,
açılış, gezi, veli toplantısı, düğün vb. faaliyetler olduğunda
katılımcı az veya çok olsun mutlaka belirtilen saatte başlamalı.Eğer
bende, o programa katılacaksam nasıl olsa başkaları da geç gelir
veya gecikmeli başlar fikrinden uzaklaşıp vaktinde orada hazır
bulunmalıyım.İnanıyorum ki, insanlar bunu kısa sürede benimseyecek,
katılacağı programlara vaktinde iştirak etmek için titizlik
gösterecektir.İnanmazsanız bir deneyin.Gezi programı düzenliyorsunuz
katılımcılara duyurduğunuz saatte hiç beklemeden aracı hareket
ettirin, geç kalan bir iki kişi katılamasın.Bu da çevrede
duyulsun.Bir başka programda tüm katılımcılar vaktinden önce orada
bulunur. Kimse kimseyi beklemek durumunda kalmaz.’’ Büyük işleri
başarmak , küçük işleri ciddiye almakla başlar !’’ Vaktinde başlayacak
programlarda buluşmak dileğiyle… (08.07.2008)
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
-
YAŞLILIK, TANRININ İNSANLARA ÖDÜLÜ
-
Yaşlılıkla ilgili değerlendirmeler farklılıkla karşımıza çıkıyor.
Kimisi, “yaşlılık, sağlıklı olduğu takdirde, olgunluğun,
tecrübelerin bütünlüğünü oluşturur, ortaya koyar” derken, kimisi,
“yaşlılık zordur. Ne yapılırsa, gençlikte yapılmalıdır” diye
kestirip atıyor.
-
Denemeleri ve şiirleriyle dikkat çeken bir kamu görevlisi, hem de
başarılı bir kamu görevlisi Aytekin Aydın’dan bir “mektup” aldım..
Yaşlılıkla ilgili görüşleri dikkat çekiciydi, farklılık netliği ve
görüntüsü getiriyordu. İlginç bulduğum Aytekin Aydın’ın yaşlılık
yaklaşımını aşağıya alıyorum efendim:
-
YAŞLILIK
-
Yaşlılık,
bana göre, Tanrının insana verdiği bir ödüldür. Nasıl mı?:
-
Dünyaya
gelen insan hastalıklardan, kazalardan ve yaşamın her türlü
zorluklarından bedenini ve ruhunu koruyarak. 60–70 yaşına geliyor.
Yüzünde derin çizgiler, kırışıklıklar oluşuyor, saçlar beyazlaşıyor.
Acaba neden?. Bunların bir anlamı yok mu?.
-
Bir insan
istesede 15 yaşında saçları beyazlayıp, yüzünde derin çizgiler
oluşamaz. Farzedelim böyle bir şey oldu. Toplumdaki herkes onunla
dalga geçer. Ona kimse saygı duymaz. Çünkü, o yüzündeki derin
çizgileri ve beyaz saçları hak etmemiştir. Onlara sahip olması için
en az bir 50 yıl beklemesi gerekecektir.
- O derin çizgiler, beyaz saçlar,
Tanrının o kişiye teşekkürüdür.
-
Yaşlı ve
ünlü bir tiyatro sanatçısına bir doktor arkadaşı, estetik ameliyat
öneriyor. Ve sanatçı inanılmaz bir tepki göstererek doktora şöyle
diyor:
-
-“Siz ne
diyorsunuz doktor bey. Ben o derin çizgilere, o beyaz saçlara sahip
olmak için tam 70 yıl bekledim. Şimdi siz benden, hayatımın 70
yılını alıp yok etmek istiyorsunuz. Buna hakkınız yok, kesinlikle
ameliyat olmuyorum”. İşte böyle..
- Bana göre, Tanrı yaşlı bir insana
şöyle diyordur:
-
-“Benim
sana verdiğim emanetimi, bedenini ve ruhunu tam 70 yıldır, hayatın
tüm zorluklarına, kazalara, hastalıklara, acılara rağmen korudun, bu
yaşa geldin. Bende senin yüzünde her birinde binlerce anlamı olan
derin çizgiler oluşturdum. Saçlarını beyaz aklarla doldurdum.
Bunları gören insanlar, sana hayranlık ve saygı duyacaklardır. Çünkü
o insanların bir çoğu, senin bazen hüzünlenerek baktığın o kırışmış
yüze, o beyaz saçlara sahip olmadan bu dünyadan ayrılacaklar. Çünkü
sen özelsin. Sen gençliğin ne olduğunu biliyorsun ama onlar
yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorlar”.. Tüm yaşlılara sesleniyorum:
Siz dünyamızın renkli bahar çiçekleri gibi güzel, onlar kadar
hassassınız. Tecrübelerinizle, erdemliklerinizle, çorak dünyamızın
çiçekleri, tatlı bilgeler, kahramanlar iyi ki varsınız.
-
Hepinize
çok uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum. Sizden bir ricam var: Biraz
bekleyip, beni de aranıza alır mısınız? Sevgilerimle, (Aytekin
Aydın, Ocak 2009-Ankara).
-
-
İSA
KAYACAN (2)
-
Soğukta
kalmış gibi,
-
Titriyor
yazın senin.
-
Yüz
kitabın sahibi,
-
Alında
yazın senin.
-
Sevindirir garibi,
-
Kışında
yazın senin
-
Mustafa
CEYLAN (Ankara, 19,5,1999)
-
GÜNÜN
SÖZÜ: Denetim, eğitimin önemli bir ayağıdır. (Recep Yiğit)
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL |
Hüseyin Hüsnü GÜREL Hayat Hikayesi |
-
TBMM DİLEKÇE KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA ANKARA
-
KONU: Marmara Bölgesi
ile Erzincan ovasında yeraltında doğalgaz
patlamalarından ileri gelen korkunç afetler ve
Erzincan ovasında çok zengin doğalgaz yatağı varlığı
Hk.
-
İLGİ : TBMM Dilekçe
Komisyonu Başkanlığının 05.11.2008 / 2396 No’lu Kararı
Marmara bölgesi ile Erzincan ovasında deprem hareketi
başlamadan önce yeraltından bomba gibi patlama ve
gürültülü sesler işitilmektedir. Depremler ile ilgisi
olmayan bu patlama seslerinin sebebini hiç kimse
araştırmamıştır.
-
-
Geçen Sayıdan Devam
-
MARMARA BÖLGESİ İLE
ERZİNCAN OVASINDA DEPREMLER BAŞLAMADAN ÖNCE YERALTINDA
DOĞALGAZ PATLAMALARI KIYAMETLER KOPARCASINA ÇOK
KORKUNÇ AFETLERE SEBEP OLMAKTADIR
-
Dünyada yalnız Marmara
bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında
kil tabakaları arasında muazzam büyüklükteki düdüklü
tencerelere benzer ortamlarda sıvılaşmaya müsait suya
doygun zeminler ile doğalgaz yan yana ve beraberce bir
arada bulunmaktadır. Bu yeraltı düdüklü tencerelerinin
gövdeleri ile bu gövdelerden ayrılan kolları onlarca
ve yüzlerce Km. gibi uzaklara kadar ulaşabilmektedir.
Bu yeraltı düdüklü tencereleri yüzlerce ve binlerce
Km2 gibi çok geniş alanları kapsayabilmektedir.
-
Marmara bölgesi ile
Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında bomba gibi
patlama ve uğultulu sesleri işitildikten kısa bir süre
sonra; yüzey arazi deniz gibi dalgalanmakta;, binalar
yana yatıp yatıp kalkarak ve burgu gibi bükülerek
paramparça olmakta; Marmara denizinde doğalgaz
patlamaları ile sular havaya savrulmakta; kıyılardan
sular geri çekildikten sonra çok büyük Tsunami
dalgaları meydana gelmektedir... Yeraltında doğalgaz
patlamaları ve bu patlamalardan ileri gelen canavarlar
şiddetindeki sıvılaşma olayları kıyametler koparcasına
çok korkunç afetlerin meydana gelmesine sebep
olmaktadır.
-
Yeraltında, doğalgaz
patlaması ve deprem olayları birbirinden farklıdır;
-
Doğalgaz
patlamalarından ileri gelen bu afetlerin deprem
olayları ile hiçbir ilgisi yoktur. Yeraltı düdüklü
tenceresinin içinde herhangi bir yerinde doğalgaz
patlaması ile meydana gelen muazzam basınçlar ve
canavarlar kudretindeki sıvılaşma olayı; suya doygun
zeminlerin devam ettiği her yere ve yüzlerce Km. gibi
uzaklara anında ulaşmaktadır. Bu yerlerde de zeminler
aşağıdan yukarı itilerek benzer şekilde çok korkunç
afetler meydana gelmektedir.
-
Yalova'da bulunan suya
doygun zeminler Adapazarı ve Kaynaşlı gibi yerlere
kadar devam ediyorsa; Yalova'da doğalgaz patlaması ile
Adapazarı ve Kaynaşlı gibi yerlerde de benzer şekilde
korkunç afetler meydana gelmektedir.
-
MARMARA BÖLGESİ İLE
ERZİNCAN OVASINDA YERALTINDA DOĞALGAZ BULUNMAKTADIR
-
Marmara bölgesi ile
Erzincan şehrinde ve ovasında depremler esnasında bazı
yerlerden alevler göklere yükselmekte; etraf nur gibi
ışıklanmakta; gökyüzü kızıl renge bürünmektedir.
-
Depremler esnasında
gökte Doğalgaz’ın alevle yanması ısısı ile Erzinca
Ovasında trilyonlarca m3 çok sğuk hava ısınmakta ve
ovadaki karlar erimektedir. Erzincan ovasındaki bu
doğalgazın muazzam miktarda olduğu açıkça belli
olmaktadır.
-
ERZİNCAN OVASINDA ÇOK
ZENGİN DOĞALGAZ YATAĞI BULUNMAKTADIR
-
Depremler esnasında
Erzincan ovasında bulutların üstünde gökte doğalgazın
alevle yanması ile; gökyüzü kızıl renge bürünmekte;
1045 Erzincan depreminde olduğu gibi gökte doğalgazın
alev ile yanması ile güneş ve ayın kan rengine
boyandığı anlaşılmakta ve gökte alev ile yanan
doğalgazın ısısı ile Erzincan ovasında donmuş karlar
erimektedir. (EK: 9)
-
Trilyonlarca m3 çok soğuk havayı ısıtan ve ovadaki
karları eriten doğalgaz miktarını hesap ile bulmak
mümkündür. Bu hesap yapıldığında; her depremde
Erzincan ovasında Ülkemizin yıllık doğalgaz ihtiyacı
olan 20 milyar m3 doğalgazdan kat kat daha fazla
doğalgazın alevle yandığı hesaplanmaktadır.
-
Erzincan ovasında
gökte milyarlarca soba yakıldığında bu ovadaki
karların eriyemeyeceği düşünülürse; her deprem
esnasında Erzincan ovasında muazzam miktarda
doğalgazın yandığını kabaca hesap etmek mümkündür.
-
Depremler esnasında
Erzincan ovasındaki faylardan çıkan yeraltı suları,
artezyen ve sondaj suları ısınmadığına ve kaynar sular
akmadığına göre; Erzincan ovasında trilyonlarca m3 çok
soğuk havayı ısıtan ve donmuş karları eriten ısı
enerjisinin gökte doğalgazın alevle yanmasından ileri
geldiği; kesin şekilde belli olmaktadır. Melekler veya
Huriler Erzincan ovasındaki trilyonlarca m3 soğuk
havayı ısıtmamakta ve ovadaki donmuş karları
eritmemektedir.
-
Bu doğalgaz yatağı ile
Ülkemizin bütün doğalgaz ihtiyacı fazlası ile
karşılanacak; Ülkemiz doğalgaz bakımından dışa
bağımlılıktan kurtulacak; Mersin Akkuyu’da ve Sinop da
inşa edilecek nükleer enerji santrallerinden
vazgeçilecek; yüzbinlerce iş imlanı sağlanacak;
doğalgaz ve elektrik fiyatları çok ucuzlayacak ve
Ülkemiz ile Erzincan'ın kaderi değişecektir.
-
MARMARA BÖLGESİ İLE
ERZİNCAN ŞEHRİNDE VE OVASINDA, YERALTI DOĞALGAZ
PATLAMALARI İLE KORKUNÇ AFETLERİN MEYDANA GELDİĞİ VE
ERZİNCAN OVASINDA ÇOK ZENGİN DOĞALGAZ YATAĞI VARLIĞI
KONULARINDA YETKİLİ VE İLGİLİ MAKAMLARA BİLGİ
VERİLMİŞTİR.
-
Marmara bölgesi ile
Erzincan şehrinde ve ovasında deprem hareketleri
başlamadan çok kısa süre önce yeraltında doğalgaz
patlamaları ile ve bu patlamalardan ileri gelen
sıvılaşma olayları ile kıyametler koparcasına çok
korkunç afetlerin meydana geldiği;, deprem hareketi
başlamadan önce yeraltında doğalgaz patlamalarından
ileri gelen bu korkunç afetlerin deprem olayı ile
hiçbir ilgisi olamadığı; depremleri önlemek mümkün
olmadığı halde; yeraltında doğalgaz patlamalarından
ileri gelen bu afetlerin çeşitli teknik önlemler ile
önlenebileceği ve Erzincan ovasında çok zengin
doğalgaz yatağı varlığı konularında tarafımdan
düzenlenen 20.10.2008 tarihli RAPOR da ve bu
konulardaki gerçekleri ortaya koyan 32 yazılı belgede;
bu konudaki gerçekler açık ve belirgin şekilde ortaya
konulmuştur.
-
Bu RAPOR ve 32 yazılı belge 20.10.2008 tarihli
dilekçeler ile; Yetkili ve İlgili Makamlara sunularak;
bu konulara ilgi gösterilmesi ve yardım edilmesi
istenilmiştir.
-
TBMM. Dilekçe
Komisyonu Başkanlığının 05.11.2008/2396 No’lu kararı
ile konunun tüm kurumlara iletildiği gerekçesi ile
başka işlem yapılmayacağı tarafıma bildirilmiştir .
-
Bu konuda yalnız Maden Mühendisleri Odasınca ilgi
göstermiş ve Maden Mühendisleri Odası Başkanlığı
vatanseverliğini ve Yüceliğini göstermiştir (EK 2).
-
Maden Mühendisleri
Odası Başkanlığı dışındaki diğer Yetkili ve ilgili
Makamlar;, 10.10.2008 tarihli RAPOR da ve 32 yazılı
belgede verilen bilgilere hiçbir itibar etmeden;
mahallinde hiçbir soruşturma ve araştırma yapmadan; bu
olayları yaşayan görgü tanıkları ile görüşmeden; masa
başında oturarak; kafadan sallama beylik gerçek dışı
bilgiler verilerek; Ülkemiz için fevkalade önemli olan
bu konular dışlanmıştır.
-
Bundaki bilgiler
http://www.milliservet.blogspot.com WEB sitesinde
yayınlanmıştır. Bu RAPOR düzenlendikten sonra yeni
bilgiler ve belgeler elde edilmiştir. Bu yeni bilgiler
ve belgeler ışığında bu YENİ RAPOR ve 34 yazılı belge
düzenlenerek; bu konudaki gerçekler daha açık ve
belirgin şekilde ortaya dökülmüştür.
-
TBMM. Dilekçe
Komisyonu Başkanlığının 05.11.2008/2396 No’lu kararı
ile konunun tüm kurumlara iletildiği gerekçesi ile
başka işlem yapılmayacağı tarafıma bildirilmiştir.)
-
Bu konuda yalnız Maden
Mühendisleri Odasınca ilgi göstermiş ve Maden
Mühendisleri Odası Başkanlığı vatanseverliğini ve
Yüceliğini göstermiştir.
-
Maden Mühendisleri
Odası Başkanlığı dışındaki diğer Yetkili ve ilgili
Makamlar;, 10.10.2008 tarihli RAPOR da ve 32 yazılı
belgede verilen bilgilere hiçbir itibar etmeden;
mahallinde hiçbir soruşturma ve araştırma yapmadan; bu
olayları yaşayan görgü tanıkları ile görüşmeden; masa
başında oturarak; kafadan sallama beylik gerçek dışı
bilgiler verilerek; Ülkemiz için fevkalade önemli olan
bu konular dışlanmıştır.
-
Bundaki bilgiler http://www.milliservet.blogspot.com
WEB sitesinde yayınlanmıştır. Bu RAPOR düzenlendikten
sonra yeni bilgiler ve belgeler elde edilmiştir. Bu
yeni bilgiler ve belgeler ışığında bu YENİ RAPOR ve 34
yazılı belge düzenlenerek; bu konudaki gerçekler daha
açık ve belirgin şekilde ortaya dökülmüştür.
-
Devamı Gelecek sayıda
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- GLADYO-OLİGARK, BARONLAR ve HÜKÜMET
-
Bilindiği üzere Gladyo, Oligark ve Baronlar
uluslar arası mafya kuruluşları, organize çete, yerel mafya ve ülkede faaliyet
gösteren bilumum kirli-karanlık, menfur işlerle iştigal suç örgütlerinin
tartışmasız sahibi, hamisi ve enternasyonal uzantılarıdırlar. Menşei her ne
olursa olsun, ülkemizde yaşanan bütün adaletsizlik, hukuksuzluk,
rüşvet-iltimas, hak gaspı, yasa dışı edinim, hırsızlık ve yolsuzluğun
yuvalandığı lâğım kanalının karanlık kapısı sonunda bunlara çıkar. Diğer bir
anlamda milli devlet düşmanı, siyaset simsarı ve din tüccarı kesimlerin hamisi
de bunlardır, anası da, babası da… Anarşi, terör, tedhiş ve menfur tehditlerin
de…
-
Halka ve ülkeye Allah rızası için hizmet
sevdası için çırpınan namuslu insanların, fazilet anlamında siyaset, meşru ve
yasal hükümetlerin de baş belası bunlardır.
-
Bilumum kirli, karanlık, insanlık aleyhine,
menfur ve meş’um işlerin hamisi de…
-
Burada çok yakın tarihli bir itiraftan yola
çıkarak konuyu derinleştirmek istiyorum:
-
AKP’nin (!) Ankara Büyük Şehir belediye
başkanı Melih Gökçek 19 Şubat 2009 günü konuk olduğu bir programda; “Gladyo
ile mücadele ediyoruz. Ne pahasına olursa olsun iki büyük şehirden birini
alarak AKP’yi sarsmak ve 29 Mart’tan sonra erken seçime zorlamak istiyorlar”
kabilinden bir lâf etti. Melih’in karşısına dikilmiş 8-10 sorgucu, bu çok
ciddi ifade veya itirafı önemsemedi, ciddiye alıp üzerinde bile durmadılar..
-
Aslında benzer sözler AKP kurmayları
tarafından 6 yıldır söylenip durmakta.
-
Meselâ, Adalet Bakanı iken Cemil Çiçek’in
“Hükümet olmak yetmiyor. Size, halka söz verip vaat ettiklerinizi
yaptırmıyorlar… Çoğu kez eliniz kolunuz bağlanıyor” demişti. Bu ve buna benzer
olmak üzere TBMM kürsüsü, özel ortam ve medya önünde ‘tıpkı bir itiraf ve
halka şikâyet (acz-sızlanma) gibi’ söylenmiş yüzlerce yakınma var.
-
Bu minvalde en komik örnek Yıldırım Akbulut
zamanında yaşandı.
-
Gönüllü Kültür Teşekkülleri Birliği’nin
Kocatepe Konferans Salonunda yapılan bir toplantısındayız. Küsüde Başbakan
Yıldırım Akbulut, ben de İKO Genel Başkanı ve delege sıfatıyla orada
bulunuyorum. Devlet ricalinin ekseriyeti ve bakanların yarısından fazlası da
orada.. Sayın Akbulut hükümet işlerinden ve önü alınamayan ülke sorunlarından
öylesine sızlandı, yakındı, şikâyetlendi ki, dayanamadım ve ayağa kalkarak
doğrudan bir soru sordum:
-
- Sayın konuşmacı, ülke sorunlarını büyük
vukufla ve fakat derin bir yakınma ile dile getiriyorsunuz. Bu iyi. Fakat
burada bir hususun açıklığa kavuşması gerek!...
-
- Nedir o?...
-
- Bu elim safahat sürecinde ‘acaba’ başbakan
ne yapmaktadır?
-
Akbulut hiç tereddüt etmeden derhal cevap
verdi:
-
- BEN BAŞBAKAN’M!....
-
Bu konuşma, her ne kadar salonda gülüşme,
söyleşme, sitemkâr alkışlar ve Akbulut’un fark edilir biçimde şaşkınlık,
mahcubiyet ve kızarmasına neden oldu ise de maksadına ulaştı.
-
Başkaca diyecek söz bulamayan Akbulut, bir
yandan notlarını toparlayıp, acele hazır olanları selamlayıp kürsüden indi.
-
O sırada Manisa (eski) Milletvekili Vehbi
SINMAZ; “Şikâyet zayıflıktır” diyordu…
- DEMEM O Kİ;
-
İcranın şikâyet, yakınma ve sızlanmaya hakkı
yoktur. Hükümet, hükmetmektir.
-
Yürütmenin miyarı (ölçüsü) adalet, hakkaniyet
ve hukuktur. Hüküm adalet iledir.
-
Adalet, Atatürk ilkeleri, Türk İnkılâbı,
Kurucu Unsur, Anayasa ve Kanun esaslarıdır.
-
Melih veya bir başkası ‘gladyo baronlarına
karşı mücadele veriyoruz” derse, adama sorarlar: “Eğer bu devlette hükümet
(yürütme) yasama ve yargı varsa, gladyo ve baronlar niye var?, hükümet adalet,
hukuk ve hakkaniyetle hükmediyorsa, ortalık neden zanlı, suçlu ve suç
örgütleriyle dolu?, bütün güç, kurum ve kuruluşlarıyla devlet, (hükümet)
anarşi, terör, tedhiş, organize çete ve diğer hırsız-yolsuz güruhun üstüne
gidemiyorsa; Ya acz içinde zaafla malül veya “tencere dibin kara, seninki
benden kara” misal ‘kendinden yana’ çekinceleri var demek değil midir? Üstelik
‘herkese lâzım olan adalet’ niçin? Suçlular üzerinde Demokles’in kılıcı,
namuslu, dürüst, onurlu-sorumlu yurttaşlar için himmet ve hamiyet olarak var
edilmez? .
-
Örneğin: Kemal Kılıçdaroğlu'nun ortaya
çıkardığı ve AKP genel başkan yardımcısı Şaban Dişli'nin istifasıyla
sonuçlanan 'anlaşma', diğeri Vatan Gazetesi'nin ortaya çıkardığı ve CHP Genel
Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen'e ait 'anlaşma' ve Sevigen’in istifası..
-
Ya sonrası?
-
Bunlar yargılandı mı? Sorgulandı mı? Vekil
sıfatları ellerinden alındı mı?
-
Hayır, hayır… Peki, neden ve niçin?
-
Hiç ‘kürsü masuniyetini’ aşan dokunulmazlık
olur mu?
-
Asil’in kullanamadığı bir yetki, nasıl olur da
vekil’e verilebilir?
-
Üstelik, milletvekili istifasının ‘genel kurul
onayına’ bağlı olması ne garabet!..
-
Asil’in istifası tek taraflı bir kurum
iken!...
-
Bu bağlamda tam bir iftira, itiraf, fesat,
hesaplaşma kampanyasına dönen seçim sath-ı maili!.. Ya tam da bu ortama denk
gelen ve Türkiye’yi teğet geçtiği iddia olunan küresel kriz? Gün be gün bir
aile faciası, cinnet, intihar, soygun-vurgun ve yolsuzluk haberleriyle
tırmanan gerilim.. Zenginler ve fakirler arasında giderek büyüyen uçurum..
Devasa boyutlara varan yolsuzluk, onursuzluk ve soysuzluk ekonomisi.. Eşitlik,
hak, adalet ve tam rekabet ilkelerine aykırı takipsiz, denetimsiz, serbest (!)
piyasa ekonomisi… Gelişmelere paralel giderek artan cehalet, yoksulluk, halkı
iliklerine kadar sömüren (tam gaz giden) yolsuzluk, fahiş piyasa, hırs ve
ihtirasa ne demeli? Ortalık kene, sülük, bit-pire, vampir, domuz ve akrep
kaynıyor.
- Müthiş bir gelir adaletsizliği, maaş-ücret düşüklüğü, onur kırıcı-insanlık
dışı sefalet, fakrü zaruret ve milletin % 95’inin yaşadığı garip guraba hali
neden? Devletin tapusu fert, fert bu milletin nüfus kâğıdı değil mi? Yoksa
nedir?
-
İşte bunun sebebi; Yukarda bahse konu
baronlar, koza, kripto, oligark ve gladyo…
-
Peki, Allah aşkına hani ‘hükmeden güç’ yani,
hükümet nerede?
- Dağda eşkıya kol geziyor, Mehmetçik kalleşçe kurşunlanıyor; Ordu nerede?
- Allahın günü evler, iş hanları, dükkânlar ve mağazalar soyuluyor;
Şehirlerde anarşi, terör, tedhiş, baskı, zulüm ve işkence kol geziyor,
taciz-tecavüz diz boyu; Polis nerede?
- Siyaset şirketleri ‘millet iradesinin’ yerine kendilerini koyup aday
belirliyor; Köşe başlarını tutan ve Belediyelerde yuvalanan amansız şehir
eşkıyaları vatandaşları fahiş fiyat, fahiş kâr, rüşvet-iltimas,
ayırma-kayırma, yandaş-yoldaş saltanatı, görevi kötüye kullanma, ihmal ve
suiistimalle Ermeni, Yunan veya Rum’un değil, ‘kendi öz milletinin’ milletin
anasını ağlatıyor; Anayasanın amir hükmü ve Cumhuriyetin çimentosu adalet ve
hukuk ilkelerine rağmen birileri ortaya çıkıp: Kürtçe anadil olarak okutulsun,
TBMM ve devlet dairelerinde konuşulsun; Ermenilerden özü dilensin ve soykırım
(yalanı-iftirası) tanınsın… diyebiliyor!..
- SORUYORUZ: Adalet ve Hukuk nerede?
-
Memlekette hikmetle/adaletle hükmeden meşru
bir hükümet varsa, oligark, gladyo ve baronların (gladyatörlerin) ne işi var?
Bence mesele çok vahim ve derindir. Topyekün acil bir temizlik, aklanma,
ayıklanma, toplumsal bir yüzleşme ve hesaplaşma zorunlu hale gelmiştir.
-
Bu vebal ve sorumluluk mevcut partilerin
tamamına aittir.
-
Biline ki, esas suçlu, zorunlu hale gelen bu
ayıklanma, arınma ve ulusal temizlikten kaçan ve kıvırtandır. Herkes tez elden
evinin önünü süpürmeli, eteklerindeki taşı dökmeli ve hiç olmazsa bu seçim
sath-ı mailinde bu yüzleşme ve hesaplaşma gerçekleştirilerek bütün bataklıklar
kurutulmalıdır. Yanlış anlaşılmasın. Lâğım üzerine ‘BEYAZ SAYFA’ değil!...
-
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
|
BU MERT ADAM BENİM DAYIMDI
Annem Fatma Mürşide
ÇAYCI dayım Kurmay Albay Bedrettin Binyıldırım Doğu Menzil Komutanlığında görev
yaparken Kayseri’ye ziyaret için gitmişti. Ben dönüşte anlattıklarının hepsini
burada nakletmeyeceğim. İnsan hayatının etrafında dolaşan büyücüler ya da
kıskançlıklar bir kıskaç gibi ileride ne gibi engellere ya da takozlara zemin
hazırlayacak bunu irdeleme iradesinin birilerinde yokluğunu söyleyeceğim sadece.
Sevgi önüne konulanlar simsiyah ve belirsizlikler içinse eğer. Ucu koltuk
değneklerine dayanarak yürüme zorluklarına kadar uzanır. Çocukların “Bugün
cumartesi; Balık! Balık! Balık!” şeklindeki masum ve sevinçli anlarının
unutulmadığı gibi, bunlar da unutulmuyor.
Yıllar geçti.
Bedrettin Binyıldırım’la bir sabah Beşiktaş’ta buluştuk. Orada Adalet Partisi
ilçe başkanı da olan Kadir Şeker’in “Şark Lokantası” ve “Şeker Piliç” isimlerini
taşıyan iki iş yeri vardı. O sırada ben ev arıyordum. Dayım Bedrettin
Binyıldırım’ın Kadir Şeker’le tanıştırmasıyla kiralık bir evi de bulmuş oldum.
Ayrıca benim projelerimi çizebileceğim masa, ders çalışabileceğim sobalı bir yer
de bana gösterildi. Dayım:
-Yeğenim daha olmazsa
bu partiye üye ol, okulundan mezun oluncaya kadar da derslerine burada
çalışırsın» dedi.
ÖĞRETMEN SÜRURİ BİNYILDIRIM
1897 yılında Bor’da
doğan Öğretmen Süruri’nin babasının adı Hacı Mehmet Efendi, annesinin adı da
Fatma idi. İlk evliliğini Hüseyin Efendi ve Esme Hanımın kızları Bor doğumlu
Naziver Hanımla yaptı. İkinci evliliğini ise Raşit Efendi ve Aliye Hanımın
kızları Bor doğumlu Nuriye Hanım ile yaptı. Üçüncü evliliğini ise Mehmet Efendi
ve Habibe Hanımın kızları Filibe doğumlu Hatice Hanım ile yaptı.
Hatice Hanımla yaptığı
evlilikten yedi çocukları oldu. İlk çocukları İsmet Bedrettin Binyıldırım’ın her
ne kadar doğum yeri sonradan nüfus kayıtlarına Üsküdar olarak geçse de
10.02.1919 tarihinde Tarbaz’da (Darboğaz) doğduğu bir gerçektir. Bu bizzat kendi
tarafından hatıra defterlerinde el yazısıyla doğrulandığı gibi bizzat annesi
Hatice Binyıldırım tarafından da bana ve anneme de bahsedilmiştir. İki yıl sonra
yani 1921 tarihinde ikinci çocukları Sadettin dünyaya gelmiş ve 05.03.1927
tarihinde vefat etmiştir.
Üçüncü çocukları 1922
tarihinde dünyaya gelince ona Öğretmen Süruri annesinin ismini de ekleyerek
Fatma Mürşide ismini vermiştir. Dördüncü çocukları Feriha Asiye ise 11.03.1926
tarihinde doğmuştur. Beşinci çocukları Hasibe Mine de 12.04.1930 tarihinde
doğmuştur. Altıncı çocukları Mehmet Resai de 18.04.1931 tarihinde dünyaya
gelmiştir. Yedinci çocukları Mehriban Münire 01.10.1933 tarihinde doğmuş ve
henüz bir buçuk yaşına girmeden 17.01.1935 tarihinde babası Öğretmen Süruri’yi
kaybetmiştir.
Öğretmen Süruri’nin
babası Hacı Mehmet Efendi, Bor’da eski bakanlardan Haydar Özalp’ın bağına yakın,
Bentkavak denilen bölgede bulunan bağına rahatça giren bir hırsızın çaldığı
üzümlerle çıkamadığını şehir merkezindeki evinden manen fark edebilecek bir
inanç düzeyinde olduğu olayın şahitleri tarafından dile getirilmiştir. Bunlardan
biri de Mehmet ÖNOĞLU’dur. Öğretmen Süruri’nin babası Hacı Mehmet Efendi, babası
Abdi Hoca gibi saygıyla anılan insanlar arasında olduğuna dair bize kadar
çeşitli bilgiler ulaşmıştır.
Çocukların en büyüğü olan Bedrettin Binyıldırım Harp okulunu bitirdikten sonra
öğretmen Hikmet Hanımla evlenerek amacına ulaştı. Evliliğin ilk yıllarından
itibaren eşini baskılarıyla ister istemez kardeşlerinden ve annesinden
uzaklaşmak zorunda kaldı...
Hatice Hanım altı
çocuğuna kocası Öğretmen Süruri’nin yokluğunu hissettirmemek için kollarını
sıvadı. Sanki o varmış gibi elleriyle kış ekmeği yapmak için büyük bir leğen
içerisinde tek başına hamur yoğurdu. Bu sırada büyük kızı Fatma 13 yaşındaydı.
Kocası zamanında evlerinden hiç çıkmayan ak gün dostu akrabalarını ya da
dostlarını kendisine yardım etmeleri için çağırdı. Ama hiç kimse gelmedi. Bütün
kapılar yüzüne kapanmıştı. Ağlayarak kızı Fatma’ya :
-Baban öldükten sonra
herkes bizim yüzümüze kapılarını kapadı. Kızım Allah yardımcımız olsun! Hamur
kurumadan ben sana oklavayla tahta üzerinde hamur nasıl açılır öğreteyim, sen aç
ben pişireyim. Dedi. Fatma annesinin gözyaşlarını dindirmek için :
-Anneciğim yeter ki
sen ağlama, ben elimden ne gelirse yaparım. Kardeşlerim uyanmadan istersen hemen
işe başlayalım. Dedi. Bu sırada dış kapıya elle vurulduğunu hisseden Hatice
Hanım koşarak kapıyı açtı. Orta yaşlarda, başörtülü, üzerinde yeşil hırkası olan
şalvarlı bir bayan içeriye girdi :
-Hatice Hanım ekmek
yapmak için bir hanım aradığınızı duydum. Bu sebeple size yardımcı olmaya
geldim. Hatice Hanım sevinçten gözyaşlarını tutamadı. Kendisi tandır başına
geçti. Fatma’nın önüne bir ekmek tahtası, gelen hanımın önünde de bir diğer
ekmek tahtası koydu. Bu tahtaların altlarına kasnak ve elek konularak
yükseltildi. Oklavalar yuvarlandıkça açılan yufkalar bir taraftan da
pişiriliyordu. Burcu burcu ekmek kokusu etrafa yayıldı. Bir saat sonra, gelen
hanım tandır başına geçti. Hatice Hanımla yer değiştirmişlerdi. Fazla
sürmemişti. Yufkalar üst üste yığın haline gelmiş ve iş bitmişti.
Hatice Hanım
sevincinden ağlayarak gelen hanıma para ve yiyecekler vermek için kilere indi.
Büyük kızı Fatma’ya seslendi :
-Bize yardıma gelen
hanımı sakın bırakma. Ben gelinceye kadar gitmesin kızım.Ben geliyorum! diye
bağırdı. Hanım yukarıya giderken Fatma da onunla konuşuyordu:
-Teyze annem senin
beklemeni istiyor. Tam kapıyı açtıkları sırada Hatice Hanım elindeki
yiyeceklerle yetişti:
-Hanım siz nerede
oturuyorsunuz? Diye sordu. Hanım:
-Hatice Hanım şu
ilerde Hüsniye Hanım’ın evinin karşısında oturuyorum. Ben bir şey istemek için
gelmedim. Yani Allah rızası için geldim. Dedi. Hatice Hanım ayakkabılarını
giydi. Hanım dışarı çıkarken elindekilerle o da çıktı. Bayan upuzun ve geniş
Karaca Mahallesinde kaşla göz arasında ortadan kaybolmuştu. Koşarak Hüsniye
Hanım’ın evine gitti. Evinin karşısında tek bir ev dahi yoktu. Hüsniye Hanım’ın
evinin kapısını çaldı. Hüsniye Hanım kapıyı açar açmaz, Hatice Hanım’ı
karşısında görünce:
-Hayır ola! Oldukça
telaşlısın. Ellerindekiler de ne? Bir şey mi oldu Hatice Hanım? Diye sordu.
Hatice Hanım başından geçenleri anlattı:
-Çok zor durumdaydım.
Bize ekmek yapmak için bir bayan yardıma geldi. Bu bayan sizin evin karşısında
evinin olduğunu, söyledi. Sonra kaşla göz arasında kayboldu. Dedi.
Hüsniye Hanım:
-Bizim evin karşısında
sadece bir yatır var. Yani bir evliya. Sen zor durumda olduğun için o sana
yardıma gelmiş olabilir Hatice Hanım. Dedi.
Bedrettin Binyıldırım
zaman zaman kardeşleriyle ve annesiyle birliktelikler yaşasa bile annesi
tuvalette iken kapı üzerinden eşine fark ettirmeden para atması, içinde
bulunduğu halleri yansıttı.
Kızların en büyüğü
olan Fatma Mürşide halasının oğlu Fikri Çaycı ile evlendirildi. Fatma Mürşide
evden ayrılacağı sırada Hatice Hanım kulağına şu sözleri fısıldadı :
-Kızım biliyorsun
maddi durumumuz iyi değil. Üzerinde bulunan iç fanilanı çıkar da git. Sana kocan
alır! Hiç olmazsa kardeşlerinden biri fanilasız kalmasın! Bu sözlerinden sonra
Fatma Mürşide önce annesine sarıldı sonra gözyaşlarını tutamadı. Annesinin
isteğini de yerine getirerek iç fanilasını kardeşi Feriha’ya verdi. Bu sırada
hepsi birden hıçkırıklarla ağlamaya koyuldular. Bu manzara hayatları boyunca
hiçbirinin aklından çıkmadı.
«ÖĞRETMEN SÜRURİ BİNYILDIRIM İLKOKULU» İSMİNİ
NEDEN KALDIRDILAR?
Yıllar sonra Kayseri
Doğu Menzil Komutanlığı’nda görev yaparken, Kurmay Albay İ. Bedrettin
BİNYILDIRIM'in gayretleriyle Niğde Valisi'nin de bulunduğu bir törenle önce Bor
Şehit Nuri Pamir Ortaokulu’nun bahçesine kendi eliyle getirdiği bir Atatürk
büstünün konulması sağlandı. Sonra babasının görev yaptığı Darboğaz Köyü
ilkokuluna getirdiği plaketle "Öğretmen Sürurî BİNYILDIRIM İlkokulu" adı
verildi. Okul bahçesinde de kendi elleriyle götürdüğü Atatürk büstünün bir kaide
üzerinde inşa ettirilerek açılışı yapıldı. O zaman ben de oradaydım.
Daha sonra bunu
hazmedemeyen bazı güçler, adı geçen okuldan bu "Öğretmen Süruri BİNYILDIRIM
İlkokulu" tabelasını kaldırdılar. Kaldırmakla kalmadılar, duvarlarda yer alan
resim ve tarihi belgeleyen çerçeveli panoyu da indirdiler. Atatürk tarafından
istiklal madalyasıyla ödüllendirilen ve vatansever bir ruhla bölgeye hizmet
etmiş olan kahraman bir kişinin ismini kaldırmak için bugüne kadar hiçbir
açıklama yapılmamıştır. Yetkililerden veya bu vefasızlığı yapanlardan veya
yaptıranlardan haklı olarak bir izahat bekliyoruz...
Ne yazık ki tarihe sırt dönmek, gerçeklerin gizlenmesine yeterli olamadı. Tarih
mecmualarına akseden hakikatler istense de istenmese de Öğretmen Süruri’nin
açtığı bir yolda o yöreyi aydınlatmaya devam etti... Bunu sonsuza kadar da devam
ettirecek ışıklar da asla sönmeyecektir.
1965’li yıllarda Niğde
Halkevi Başkanlığı tarafından yayınlanan ve sorumlu müdürlüğünü Zühtü
Şahinöcer’in yaptığı Yeni Niğde Gazetesi’nde tefrika halinde «Cumhuriyet, Tarihi
safhaları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşundaki Ruh» başlığıyla «Kurmay Albay
Bedrettin Binyıldırım» imzasıyla yazıları yayınlandı. (Bir yazısının yer aldığı
27 Nisan 1965 tarihli, o zaman 10 kuruşa satılan, 3887 sayılı Yeni Niğde
Gazetesi arşivimizde bulunmaktadır) Kendisinin Kayseri’de görev yaparken
babasıyla ilgili Osmanlıca kayıtların Türkçe’ye çevrilmesi konusunda araştırma
yaptığını da biliyoruz. Ancak topladığı belgelerin ya da bu konuda yaptığı
çalışmaların hangi safhada ve nerede olduğunu ne yazık ki bilemiyoruz.
Hatice Binyıldırım
02.03.1976 tarihinde Almanya’da görevli olan oğlu Mehmet Resai Binyıldırım’ın
evinde vefat etti.
DESTEKLER VE MEKTUPLAR
Kurmay Albay Bedrettin
Binyıldırım’ın oğlu Turgay Binyıldırım : Çok etkilendiğimi söylemek isterim.
Bilgilerin aktarılmasında emeği geçen herkese en derin teşekkürlerimi sunmak
istiyorum. «Şanlı tarihimizin cesur mücadelesinde yer alan olaylar ve kişiler
asla unutulmamalı ve sonraki nesillere de aynı heyecan ile aktarılmalı» diye
düşünüyorum. Sevgi ve saygılarımla.
İstiklal Tekin : «Ben
Darboğazlı bir Emekli öğretmenim aynı zamanda babam da öğretmen olup, öğretmen
Süruri ilkokulundan mezun oldum. Aynı zamanda babam da bu okulda yıllarca görev
yaptı. Sitenizi büyük bir özveri sonucu buldum. Öğretmen Süruri bey hakkında
kasabamızda faaliyetini yürüten
http://www.tarbaz.com sitesindeki adıma ayrılan sayfada yazı
yazmak ve sizinde belirttiğiniz ismin kaldırılması hakkında yerel gazetelere
haber oluşturmak üzere araştırma yapmaktayım. Merhum öğretmen Süruri Bey
hakkında mail adresime geniş bilgi verirseniz çok memnun olurum(İstiklal
madalyasını ve teşekkür yazısının resimleri gibi) gerekli yardımı yapacağınız
umuduyla saygı ve sevgilerimi sunarım.»
Senem Karakuş :
«Merhaba. Ben de Öğretmen Süruri ilk öğretim okulundan mezun oldum. »
Emrullah Karakuş :
«Merhaba. Nasılsınız? Resimleri çok beğendim. Ben de Öğretmen Süruri ilk öğretim
okulundan mezun oldum.(Kasımpaşa) »
İbrahim SAYGI :
«Selam. Ben CİHAN Haber Ajansı Niğde Muhabiriyim. Dedenizle ilgili bir haber
yapmak istiyorum. Bilgiler topladım. Buradaki resimleri de kullanarak haber
oluşturmak istiyorum. En yakın zamanda bana ulaşabilirseniz memnun olurum.
saygılarımla.»
Ömer Fethi Gürer :
«Bor Şehri kitabım 625 sayfa ama görüyorum ki daha yazacak çok bilgi var. İlgi
ile sitedeki bilgileri okudum.»
Necla Köksal :
Merhaba. Okul ödevim : «Cumhuriyetin ve öğretmenlerin ülkemiz için önemi» Bu
konu hakkında bilgi verirseniz sevinirim. Teşekkür ederim.
Ali Barış Yayla :
«Siteye girerken böyle bir kahramanlık hikayesi okuyacağımı bilmiyordum. Bir
öğretmen olarak yapılan haksızlığın karşısındayım.Çalışmanızı tebrik
eder,başarılar dilerim.»
Oğuzhan Akın :
Gerçekten de çok güzel şeyler yazmışsınız. Ben Pozantı’lıyım ve şu an
Makedonya’dayım "Nasıl bakarsan öyle görürsün" BSN
Mehmet ÖNOĞLU
28.08.2004 tarihinde
Bor’da Mehmet ÖNOĞLU ile evinde görüştüm. Dedem Öğretmen Süruri’yi ve bizim
çevremizi yakından tanıyan kişilerden biriydi.
İlçemiz esnaflarından Ahmet Önoğlu'nun da babası olan Mehmet ÖNOĞLU, 05.05.1911
tarihinde Bor'da Karaca Mahallesi'nde doğdu. (28.08.2004 tarihinde 83 yaşında)
Ve dedem Öğretmen Süruri Binyıldırım gibi uzun yıllar aynı mahallede oturdular.
Mehmet ÖNOĞLU : "Süruri
Binyıldırım Bey'i yakından tanıyordum. Onun önünden saygısızlık yapmamak için
biz hiç geçemezdik. Hatta yanında konuşamazdık bile. Çok değerli bir şahsiyet
idi. Ali Efendi Hoca vardı... bir de ona, çok hürmet gösterirdik. Şimdi yeni
nesil ata, baba, komşu ve akrabalarını hiç tanımıyor. Ortalıktan saygı ve sevgi
kalktı yani. Süruri öğretmendi. Abdi Hoca dedesi mi babası mı? bilemem... İnayet
Hanım, Narazan köyünden kocası vardı... Kaç çocuğu var bilemiyorum. Bedrettin
Bey benden büyüktü. Bedrettin Beyle met oynardık, aşık oynardık! Çok uyanıktı...
1978’de sen işkence
çekerken ben çok ağladım.
Sabah olsun akşam olsun komşularımızla biz birbirimizi yataktan kaldırarak,
oturur yarenlik ederdik. Mısır patlatır, üzüm, dut kurusu, yerdik, limonlu çay
içerdik, ıhlamur çayı içerdik... Hoşaf içerdik buz gibi. Hevenk üzümü yerdik.
Ortaya konulanları şenlikli bir hava içerisinde yer ve içerdik.
Hüsniye Hanım ile
komşu idik! Cenazesi Ankara’da toprağa gömülürken, ben de toprak attım kürekle.
Bizim birader hasta
idi, oraya gitmiştim. Mustafa Çalapkulu’yu gördüm. «Burada ne arıyorsun?» dedim.
Bana : Hüsniye Hanım’ın oğlu Muhlis’i gördüm. Hüsniye Hanım’ın öldüğünü duydum.
Çok şişmandı, iyice zayıflamış... 15 gün hastanede yatmış... Ağabeyim aynı
hastanede yatıyordu. Ağabeyim Reşit Efendi de o zaman öldü. Yemeniciydi.» Kızı
Melahat ne olduğunu biliyormuş! Hüsniye Hanım’ın ilk kocası kaymakammış. Oğlu
Muhlis de ondan olmuş!
Çocukluk orada öylece
kaldı. Bedrettin sonra bizi hiç aramadı! Kayabaşında hapishanenin önünden
aşağıya doğru kışın yol buz kaplardı... Biz de orada kayardık... Süruri iri
yapılıydı. Büyüklerin önünden geçilmezdi. Ali Efendi Hoca vardı, onun önünden de
geçmezdik! Eski Türkçe’yi iyi bilirdi. Atatürk zamanında öğretmen oldu.
Birbirimize çok yardım ederdik. Ben 14 – 15 yaşıma kadar dirilden yapılma entari
giydim.
Babam et alsa eve
gizlice getirirdi, fakir fukara görmesin diye... Herkes et alamazdı. 1000 cevizi
70 kuruşa satardık o zamanlar. Hatta satamazdık evimize geri getirirdik... 7
ceviz ağacımız vardı... Her birinin farklı meyveleri vardı. Şeker armudunun
kilosunu 25 kuruşa satamazdık. Yaz mevsiminde yaylacı olarak gelen Adanalılar
satın alırlardı daha çok! Ben 12 – 13 yaşımdaydım. 6 okka bir batmandı... Şimdi
8 kilo bir batman oldu.
Bu anlatılanlardan sonra Ahmet Önoğlu'nun sözünü bir kez daha tekrarlamak da
fayda var, diyorum : "Çocukluk orada, öylece kaldı."
Bugün için ülkemizde
hizmet veren her Türk öğretmeninin kalbinde Öğretmen Süruri Binyıldırım’dan, Her
Türk subayının kalbinde de Kurmay Albay Bedrettin Binyıldırım’dan ışıklar ve
izler vardır.
Paris, 02.05.2009
http://site.mynet.com/birsen.binyildirim/tarih/index.htm
http://www.habercem.com/blog_detay.asp?id=2275
http://monsite.wanadoo.fr/SEVGI/
http://uzeyircayci.sitemynet.com/fleur/index.htm
http://www.artmajeur.com/serap/
Not : «Çukurova Kahramanları ve Öğretmen Süruri» başlığıyla başladığım
yazılarımı, oldukça uzun olması sebebiyle «Kurmay Albay Bedrettin Binyıldırım»
başlıklı bölümünü özetleyerek ayırmak zorunda kaldım.
«Çukurova Kahramanları ve Öğretmen Süruri» başlıklı yazılarımı bir kitapta
toplamak istiyorum. Bunun için sponsor ya da yayınevlerinin desteğini
bekliyorum.
Bu konuda destek olacaklara Şu andan itibaren teşekkür ediyorum.
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
-
ŞÖFÖR HİKAYELERİ ( Röntgenci)
-
Zengin bir ailenin iki
çocuğundan biriydi Mahmut. Yeni yetmelerin ilk
sevgililerini bir baykuş çığlığında gecenin tatlı
hatıralarını yaşatmışsa kim unutabilir o ilk aşkını.
Geleceğe boş bakan gözlerle ufukta, bir çizgi gibi
yakaladığı hayali mutluluğu, yaşanmamış hayata dair
heyecanı kimi yerde bir acı anı gibi saklıyordu
içinde. O içindeki ütopik sevgilisini de hiçbir an
aklından çıkaramazdı. Bir gizli hastalığın
oluşmasının baş mimarıydı çevresindeki arkadaşları.
Böyle bir başı boşlukta kendisine kimsede söz
geçiremezdi. Anasının sözünden çıkmayan bir babası
vardı. Arkadaşları Mahmut’la babasının arasını açmayı
çok severlerdi. Mahmut’un babası bir sefarette
çalışıyordu. Şoförler uzaktan Mahmut’un babasını
gördüklerinde’ sabah, sabah gene ev(ossuruk)havalandırmaya
gidiyor’ derlerdi. Süleyman amca iş dönüşünde oğlu
Mahmut’u sorarsa şayet, duraktakiler:
-
”Oooo Süleyman amca o
şimdi kim bilir nerede içiyordur, bir iki iş aldı mı
Mahmut için yeter, aslan gibi arkasında sen varsın “
derlerdi . Süleyman içinden kızdığını belli etmeden
başını sağa, sola sallayıp o kızgınlıkla eve gittiğinde,
‘oğlunu koruduğu için’ karısı Hamiyet hanımla da
münakaşa ederdi.
-
Mahmut’un taksicilik yaptığı
senelerde Gaziosmanpaşa’ya ‘yes’ mahallesi derlerdi.
Adım başı Amerikalılar otururdu o muhitte. O muhitte
çalışan hizmetçilerin hepside İngilizce konuşur olmuştu.
Dinamik ve genç görüntüleriyle kendilerini naza
çekerler, yeri geldiğinde sosyetenin büyük ve seçkin
isimlerinin katıldığı kokteyllerde vazife alırlar,
konukların pembe halılar üzerinden yürüyerek
girdikleri mekanda kokteylin mönüsündeki uzak
doğuya ait yiyecekleri çaktırmadan tadarlardı.
Şoförlerinin de tavladıkları birçok güzel hizmetçiler
vardı. Sevgilisi olan şoförlere Amerikan içkisi ve
sigarası getirirlerdi. Türk ailelerinin çocukları
onların çöplüğüne atılan oyuncaklarla sevinir,
Amerikalıların işe yaramayan okunmuş kitaplarını almak
için çoğu kez çocuklar kavga yaparlardı. Hatta çöplükler
bile paylaşılmıştı. Hiç kimse kendi evine yakın
çöplükleri başkalarına karıştırtmazlardı. Taksi
müşterilerinin çoğu Amerikalılardı. Çoğu kez sent
verirlerdi, dolar verirlerdi.
-
Süleyman amca Mahmut’u çok
okusun istemişti ama olmadı. Oğlunun ısrarı üzerine
1958 model bir pontiyac otomobil almıştı. Ama Allah’ı
var Mahmut arabasına çok iyi bakardı. Süleyman amca
miras zenginiydi, oldukça mülayim bir yapısı vardı.
Mahmut babasını parmaklarının ucunda oynatsa da yeni
alınan otomobilden dolayı bir baba baskısı altına
girmişti. Baba baskısından bıktığı içinde için
takside hep gece çalışmayı seviyordu. Gündüz
taksisini bir şoföre veriyor gecede kendisi
kullanıyordu. Tabi babası gece yorgun, argın oğlunu
takip edecek değil ya. Mahmut’ta istediği gibi
hareket ediyordu.
-
Mahmut gece bir iş alsın,
dönüşünü muhakkak herhangi bir evin ışık yanan
penceresinden bakıp evin içersini röntgenler, geçte olsa
öyle durağa gelirdi. Gözlerden de ırak olduğu için
Süleyman amca da oğlunu dürüst çalışıyor bilirdi. Gene
bir gün iş dönüşü durağa gelirken bir binanın en üst
katındaki odalardan birinin penceresinden odanın
lambasının yandığını görür. Gecenin saat ikisinde
ışığın yanması Mahmut’u heyecanlandırır. Öyle ya
insanlar bir şey yapmasalar ışık boşu boşuna yanmaz ki.
Arabasını görünmeyecek bir şekilde zulaya çeker.
Dairenin yanan penceresinin tam karşısı hizasına gelen
servi ağacının gövdesine tırmanmaya başlar. En üst
katın ışığından başka binada hiçbir ışık yanmamaktadır.
Bitişikteki kabası bitmiş inşaatın bekçisi bile çoktan
uyumuştu. Gece karanlığındaki sessizlikte kendi soluk
alışının sesini ve birde ara sıra bastığında kırılan
dalların çıtırtılarını duymaktaydı.
-
Röntgencilik sanki
Mahmut’un ikinci mesleğiydi. Başka ağaçlara tırmanmak
kolaydı ama böyle ulu bir servi ağacına ilk defa
tırmanacaktı. Tehlikeli bile olsa bir şey görme
heyecanı, içindeki korkuyu bastırıyordu. Ağacın
gövdesinden çıkan dallar oldukça kırılgan ve narindi.
Çoğu kez tuttuğu dal elinde kalmakta, kırılan dalların
çıkıntıları zorda olsa ayaklarına basamak oluyordu.
Dördüncü katın hizasına vardığında, Gördüğü manzara
muhteşemdi. erotizmin kuşatmasından kurtulamayan bir
bayan git gide ufalan hafifleyen giysilerin
darlığından hap solmuş uzuvlarının dışarıya
fırlayacakmış gibi taşmaları karşısında kendini
zaptedemeyen eşinin hırslı sarmaş dolaşın da sonsuz
bir haz yaşıyordu. Biraz cilveli nazlı ve
çekingen davranışları adeta eşini çıldırtıyordu.
Sevdiği bir çiçeğin ilk tomurcuğunu verdiği bir
andı sanki karşısındaki eşine karşı duruşu. Sanki
orijinal lezzetle eşine sunulmuş bir aşk tanrıçası
gibi hissediyordu kendini bayan.
-
Mahmut’un bastığı çatal dal
arasında sıkışan ayaklarının yorgunluğu bir acıyla
kendisini uyarır. Ayağını dinlendirme ihtiyacını
hisseder. Diğer ayağını bastığı çatal arasına
koymak için yorgun ayağını kaldırdığında bütün yükü
diğer ayağına verdiğinden, gövdesinin ağırlığını
çekemeyen dal kırılır Mahmut hızla aşağı doğru düşmeye
başlar. İşte ne olduysa bu düşüşte olmuştu. Kurtulmak
için her tuttuğu dal elinde kalmaktadır. Gövdesinin
ağırlığını taşıyamayan dallar kırılıyor , Mahmut’un
düşüşünü yavaşlatıyor ama engelleyemiyordu.
-
Genç evliler duydukları
gürültü üzerine, üzerlerine sardıkları bir çarşafla
yatak odalarının balkonuna açılan kapıdan balkona
çıktıklarında birisinin ağaçtan düştüğünü görmüşlerdi.
Kendilerinin röntgenlendiklerini bilmediklerinden,
hırsız zannedip, gece karanlığında, avazlarının
çıktıkları kadar “hırsız kaçıyor, kimsecikler yok mu?
aşağıda hırsız var.” diye birkaç sefer bağırdılar. Gece
karanlıkta yankılanan sesi kimin duyduklarını
bilemediler ama kavak ağacının dibinde acıdan kıvranan
birinin siluetini belli, belirsiz gördüler. Giyinik
vaziyette olmadıklarından bağırmaktan da öte bir şey
yapamadılar.
-
Mahmut korkunun verdiği
paniklemeyle düştüğü yerden kalkıp üstünü silker.
Yırtılan üstünü başını gözü görmez, çeşitli yerlerine
batan dalların sıyrık ve kanatmalarındaki acıyı bile
hissetmez. Bitişik inşaatın tahta perdelerine tırmanır
kendini inşaatın bahçesine atar. Yeter ki röntgenlediği
binanın bahçesinde olmasın, yeter ki orada yakalanmasın.
Ama şanssızlıklar Mahmut’u orada da rahat
bırakmayacaktır. Atladığı yeri görmez gece vakti. Oysa
atladığı yer bir kireç kuyusudur. İnşaat için açılmış
ve söndürülmüş kireçle dolu bir yer. Üzeri kaymak
bağlamış ve derinlere doğru git gide katılaşan kirecin
içersine neredeyse dizkapaklarına kadar gömülmüştür.
-
Gece geç saatlerde kadının
çığlıklarını duyan bekçide uyanmış, kum yığınlarının
ardındaki kireç kuyusundaki Mahmut’u görmüştür bir
karartı halinde. Mahmut’un yanına kadar gelen bekçi
elinde koca bir kalasla, Mahmut’un karşısına dikilip
,“hadi bakalım buradan nereye kaçacaksın” der. Mahmut
bekçiye “Yav arkadaş beni tanımadın mı?. Ben
pontiyacın sahibi Mahmut. Hani seni iş dönüşü yolda,
belde alırım ya. Hatırlamadın mı.? Süleyman’ın
oğlu Mahmut’um “deyince bekçi elindeki kalası bırakıp
el fenerini Mahmut’un yüzüne tutar ve ancak Mahmut’u
tanır. Mahmut’a:
-
”Yav Mahmut abi senin ne
işin var burada” deyip Mahmut’u ellerinden tutarak
çeker, çıkartır kuyudan.
-
Mahmut bazı geceler bira
alır, bekçinin yanına uğrar beraber bira içerlerdi.
Mahmut’un tavladığı Amerikalıların yanında çalışan
bayan arkadaşına beraber kalsınlar diye kendi
yerini vermişti birkaç kez bekçi. Onun için Mahmut
abisini çok severdi.
-
Başına böyle haller de
geldiğinde elbette ki yardımcı da olacaktı. Mahmut çoğu
kez kimi akşam rakı, kimi akşam bira alıp, bekçiyle
içtiklerinde bekçiyi konuşturur, hangi dairede kim
oturuyor, hangi dairede yollu var, hangi si güzel, iş
verir bekçiyi konuşturup dinlerdi. Mahmut ne zamandır
o daireyi göz hapsine almıştı . Her gecede aynı
dairenin ışığı yanmaz ya, ama gözetlediği dairenin
ışıkları her gece yanıyordu. İşte Mahmut’u gözetlemeye
çeken nedenlerin başında da bu merakı vardı.
-
Kuyudan diz kapaklarına kadar
kirece batmış bir vaziyette çıkan Mahmut’un üzerine
tazyikli hortumla su tutan bekçi tahta perdedeki
aralıktan bitişik binanın aydınlatma ışıklarının
yandığını ve kapıdan iki kişinin düşen ağacın altına
kadar gelip yere serilmiş servi dallarını ve
yapraklarını bir birlerine gösterip, biraz duyulacak
bir sesle,”İşte hırsızın çıktığı ağaç, bitişik inşaata
bir soralım bakalım” dediklerinde bekçi Mahmut’a:
“aman abi hemen saklan” deyip Mahmutu inşaattaki
kendi odasına göndermişti.
-
Bitişik binadan gelen iki
kişi bekçiye bir gürültü duyup duymadığını sorduklarında
bekçi de gürültü duyup onun üzerine uyandığını söyler.
Guya hırsızı kovalamıştır ama yakalayamamıştır. Gelenler
tatmin olduklarından bekçiye teşekkür edip oradan
ayrılırlar.
-
Mahmut bekçiden aldığı
pantolonu giyer ve açık bir büfeden aldığı rakıyı
bekçiyle beraber içmeye koyulurlar. Mahmut bekçinin
ısrarı üzerine olayı anlatır. İşte bu korku üzerine
Mahmut bir daha röntgencilik yapmayacağına dair
bekçinin yanında kendi kendine söz verir. Yaptığı işin
kötü olduğunu acı bir deneyle kendiside
anlamıştır. Mahmut bu sözü acaba ne kadar tutacaktı.
Sabah bekçiden aldığı kıyafetlerle eve gittiğinde babası
çoktan işine gitmişti. Yırtılmış gömlek ve
pantolonlarının eksikliğini bir hayli anası babası
sordu ama Mahmut bir sır gibi ölene kadar kimseye
söylemedi.
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- MALZEMESİ: 2- 3 porsiyon için,
- bir bardak yarma(Çekilmiş aşurelik)
- 2 kaşık tereyağı,
- 1 baş soğan,
- 2 kaşık kakırdak,bir miktar pul biber,
-
Yarma; altı bardak suda haşlanır.
-
Haşlanan yarmanın üzerine tereyağı
istenilirse kuru soğan ve kakırdak veyahut kıyma konulur. Pul biber
ilave edilerek çorbanın üzerine kızgın olarak dökülür ve servis
yapılır.
|
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Dile BİGA |
Dilek BİGA Hayat Hikayesi |
- BİR KERE AŞAĞI BAKMAZ BU DÜNYA
- Çilede cömerttir sevgide cimri
- Payına düşeni vermez hani ya!
- Bana gelince mi tutuyor kibri,
- Sürünüp gezeni, görmez bu dünya.
-
- Terazisi yok ki; adalet koysun
- Kefesi haksızı çekmez hani ya!
- Al beni deye aç gözün doysun,
- Mazlumun yüzüne gülmez bu dünya
-
- Sana gönül vermek küllüm hataymış,
- Uğrunda ölmekte değmez hani ya!
- Kendim gibi sandım burnun kaftaymış,
- Bir kere aşağı bakmaz hani ya.
|
|
|
|
|
13 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Rıza HARDAL |
Rıza HARDAL Hayat Hikayesi |
- YAŞLILIK
- Ağardı saçlarım, dişim döküldü.
- Altmışa ermeden belim büküldü
- Çoluk çocuk etrafımdan çekildi
- Aman ne zor imiş canım yaşlılık
- Benim tutuldu da sular akmıyor
- Yaşlı diye yar yüzüne bakmıyor
- Güllere sam vurulmuş artık kokmuyor
- Aman ne zor imiş canım yaşlılık
- Babam yaşamadı anam genç öldü
- Dedem torununun torunun gördü
- Bütün organlarım çalışmaz oldu
- Aman ne zor imiş canım yaşlılık
-
- Sigara içmedim, içki içmedim.
- Çok sıkıntı çektim ama göçmedim
- Kendim yaşlandım da gönlüm geçmedi
- Aman ne zor imiş canım yaşlılık
-
- Bir baş idim üç tane ayak oldum
- Her ne yaptım ise kendim bilmedim
- Gençlik elden gitti sarardım soldum
- Aman ne zor imiş canım yaşlılık
- Bir zamanlar sürülerim var idi
- Sam vurdu da gazelciğim çürüdü
- Koyun kuzu meleşerek gelirdi
- Aman ne zor imiş canım yaşlılık
-
- Yaşlanırsan kimse bakmaz yüzüne
- Güvenmeyin oğlan ile kızına
- Kara toprak çeker bir top bez inene
- Aman ne zor imiş canım yaşlılık
- RIZA der yaşlılığı getirdim dile
- Bülbül figan eder bahçede güle
- Gençlik elden gitti kal güle güle
- Aman ne zor imiş canım yaşlılık
- 11/02/2005 Yenişehir Bursa
|
|
|
|
|
14 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Mehmet KARADAĞ |
Mehmet KARADAĞ Hayat Hikayesi
|
TEMİZ TOPLUM İSTİYORUZ!
Kimler geldi ise başa
Su kattılar pişmiş aşa
Uğraş verdik eyvah boşa
Temiz toplum istiyoruz!
Özü, sözü gerçek olsun
Gören gözü mercek olsun
Kalbi zengin güleç olsun
Temiz toplum istiyoruz!
Arsız, hırsız cana yetti
Talan, yalan, rüşvet gitti
Yemek için büyük sattı
Temiz toplum istiyoruz!
Öksüz evlat görme köyü
Olmaz böyle halkın beyi
Yağma ettiler her şeyi
Temiz toplum istiyoruz!
Yalan söze camla bizi
Dertler dolu dizi, dizi
Yeter halkım açın gözü
Temiz toplum istiyoruz!
KARADAĞIM çakma yeter
Bozuk düzen etti beter
Bu dertleri doğru çeker
Temiz toplum istiyoruz!
08/11/2002 |
|
|
|
1 |
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
129 SAYI 25 Kasım 2009 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |