|
YIL 10 SAYI 117 25 Kasım 2008 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL BİR KAÇ SORUNUN CEVABI ÇEVREMİZDE NELER
OLUYOR
-
Mustafa Nevruz SINACI KASIT MI, İHMAL Mİ?
-
Sakin KARAKAŞ MODERN KÖY TAVUKÇULUĞUNU TEŞVİK EDİLSİN;
KEKLİK AVI YASAKLANSIN
-
İsmet ÇENESİZ SAYGI MI ÖNCE
SEVGİ Mİ ÖNCE?
-
Mahmut Selim GÜRSEL MERHABALAR
-
Salim SAVCI BAĞIŞLADIM GİTTİ
Mustafa Nevruz SINACI FENA MI? YOKSA! İYİ Mİ OLDU
-
Özkan KARACA HÜZÜN YAĞMURU
-
Selma GÜRSEL İRMİK TATLISI REVANİ
-
Erol DUYGUN BİZ DERİZ “HERİ”
-
Paşa ÇETEN KANLI BİR GEÇMİŞİM
-
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
BİR KAÇ SORUNUN CEVABI ÇEVREMİZDE NELER
OLUYOR?
- Birkaç aydır grubun cevaplamadığı bir sorular dizinin
ben cevaplayayım dedim.
-
Çevremiz; bizim yaşadığımız dar
alandan çok Dünyanın ve Atmosferin dışındaki faydalandığımız ve
faydalanmadığımız alanların tamamıdır. Bu alanların bizi tamamı ile
ilgilendirmeyen hiçbir yeri yoktur. Yaşadığımız gezegeni bilmemiz ve
temiz tutmamız gerekli, ondan bir şeyler alarak faydalandığımızda da
gerektiği kadar ve kirletmeden almalıyız.
-
Dergimizde sorular sorulara gelince
kendi bilgilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:
-
Birinci soruda sorulan “KUTUP AYISI
İLE HAVANIN İLİŞKİSİ SİZCE NEDİR?” sorusuna benim verebileceğim cevap
şudur:
-
“ Kutup bölgesinde yaşayan etobur
canlılardır. Ortalama 800 kilogramağırlığında ve boyları 2,5 metreye
erişebilen buzlarla kaplı bir yaşama alanında yaşadıkları, beyaz kalın
kürkleri olan canlılardır. Beslenme alanları da burada yaşayan
canlılarla olur. Havaların ılık gitmesi bence onların erken veya geç
uyanmalarına etken bir olgu olarak karşımıza çıkabilir. Bu erken
uykudan uyanmaları da onların beslenme ve üreme dengelerini bozabilir.
Bu düzenin bozulması ile de onların soylarının tükenmesi baş
gösterebilir.
-
Her canlının kendisine göre bir
işlevinin olduğu artık bilinmektedir. Bu işlevin ortadan kalkması ile
diğer canlı topluluklarında hızlı artışlar olabilir ve diğer
canlıların alanlarına tecavüz etme gibi bir olay meydana gelir. Nasıl
insanlar olarak biz doğada yaşayan canlılar olarak ormanları kesip yok
ediyorsak, diğer yabani ortamı parçalıyorsak Kutup ayılarının da yok
olmaya havaların ısınması veya soğuması ile ilgisinin bulunduğuna
inanıyorum.
- İkinci soruda sorulan ”KÖMÜRLE ISINMA İLE DOĞAL GAZ
ISINMA ARASINDA NE KADAR OKSİJEN YAKMA FARKI VAR? “
- Bence yaşadığımız alanlarda oluşan hava kirliği oranı
olarak gösterilen ölçümler ve bilhassa o bölgede yaşayan hassas
insanların soludukları hava ile ölçülmelidir. Zaten bu konuyu
araştırmak isteseniz de detaylı avamın anlayacağı dilden yazılar
bulmanız zordur.
-
Benim yaşadığım yerde kömür yakılırken
havanın kirliğini ciğerlerimiz hisseder, kömür tozu zerrecikleri ise
burnumuzda ufakta olsa bir birikim meydana getirirdi.
- Burası doğal gaza dönüşünce sadece burnumuzdaki kömür
tozu birikimleri kalktı fakat soluk almamız yani oksijen miktarı
oldukça düştüğünü yaşlılarda hissetmektedirler. Hava akımının çok az
olduğu sokaklarda karbondioksit çoğunluğunu daha çok hisseder olduk.
Zaten bu kömür yakılmasının hava kirliğinden çok bazı para olaylarına
dayandığını da hepimiz bilmekteyiz. Öz kömür kaynaklarımızı
kullanmamakta ısrarımız bazıların dışarıdan getirdiği kömür ile
ceplerini doldurdukları ve ülkemizin dövizlerini kendi çıkarlarına da
harcadıkları görüşündeyim.
-
Üçüncü soruda sorulan “GÖKTEN ÇAMUR
YAĞDIĞINA ŞAHİT OLMUŞSUNUZDUR. BUNUN GEREKÇESİ SİZCE NEDİR?”
-
Gökten gelen yağıştan önce Afrika’dan
rüzgarlar etkisi ile gelen toz zerreleri yağmurla adeta çamuru andıran
yağışlarla yer yüzüne inmektedir. Zaman zaman yaşlıların “Gökten
başımıza taş yağacak” dediklerini duyardık. Son 20 yıldır iklim
değişikleri ve meteorolojik etkenlerle Afrika’dan ithal sıcak hava,
toz zerreleri, çöl kumları gibi bizlerin iklimleri zedelediğimizin
delili olan olaylara şahit olmamız bunun işaretidir.
-
Dördüncü soruda sorulan” HAVA
KİRLİLİĞİ İLE MEVSİMLERİN ALAKASI SİZCE VAR MI? ”
-
Hava kirliği atmosferimizdeki kirliğin
belirti olarak önümüze gelmiş bir problemimizdir. Bu sıkıntıyı
yaşayanlar olarak bizler yaptık ve yapmaya devam etmekteyiz. Havanın
mevsimle alakası bilinen gerçektir. Dünyamızın yörüngesinde yaptığı
eğilimler neticesinde mevsimler meydana gelmektedir. Mevsimlerin
Dünyanın yörüngesindeki olaylardan başka havamızın kirliği ve diğer
çevre kirlilikleri nedeni ile mevsim dışı yağışlar, sel baskınları ve
kimyevi atıklar olan yağışlar zaman zaman gözükmektedir. Bunda yine
bizlerin Dünyamızın akciğerleri olan bitki ve ağaçları yom etmemizin
büyük öneminin olduğun düşünmekteyim.
-
Biz artık geldik geçiyoruz demeden
ileriki kuşaklara miras bırakacağımız yeşil kuşaklar ve temiz ve bol
oksijenli bir dünyayı yeniden kurmak için çalışmalar yapmalıyız.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- KASIT MI, İHMAL Mİ?
-
Bu konu 26 Eylül 2008 tarihli Anayurt Gazetesi’nin birinci sayfasına
atılan “İhmal mi? Kasıt mı?” manşeti ile yakın zamanların kadim ve daim
milliyetçisi, 64 yaşındaki usta gazeteci Ramazan Durmuş tarafından, tam bir
ehliyet ve liyakatle işlendi.
-
Olay, günümüzde Resim Heykel Müzesi adı ile tarihi Türk Ocağı
yeri ve hatırasına kaim bina giriş sütunlarında yer alan “Türk Ocağı”
yazısının son restorasyonda temelli kaldırılmış, imha edilmiş ve silinmiş
olması vukuatıdır.
-
Haberde; Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Büyük Önder Atatürk
tarafından Türk Ocağı’na Genel Merkez olarak inşa edilen binadaki “Türk Ocağı”
isminin silinmesinin bir ihmal sonucu mu ortaya çıktığı yoksa kasten mi
silindiği henüz bilinmiyor.
-
Lâkin, dünyanın hiçbir ülkesinde devlete ad veren halkın ismi,
mutat anıt, müze veya sair tarihi bir doku-yapı bağlamında kâin öğenin
silinmesi asla akla getirilemez.
-
Silinmesi, kazınması, tahrip ve tahrifle yok edilmesi söz
konusu bile olamaz.
-
Bu menfur tasarruf, hain girişim, kasti ve kinayi teşebbüsler
genellikle, Türk milletine karşı tarihi kin, nefret, aşağılık kompleksi,
düşmanlık ve kıskançlık gibi insanlık dışı, hayvan altı duygularla depreşik
ruh hastası Rum-Yunan: (Batı İyon, Balkan Yarımadası, 12 Adalar, Girit ve
Kıbrıs’ta); Sırp, Hırvat, Romen, Ermeni ve Bulgarlar tarafından da
ülkelerindeki Türk isim, eser, imaret, türbe ve kabristanlarını silen
güruhlarda (hariçte) görülen hallerdendir.
-
Bu aleni, alçakça ve kahpece düşmanlık AB’nin kronik ve müzmin
hastalığıdır.
-
Oysa Anadolu’da on binlerce yıllın kadim eserleri ayan beyan
ortadadır. Hatta zaman içinde bazı ‘nesebi gayrisahih’ primitif (manyak)
türler ortaya çıkar, bunlara “Anatolia” gibi isimler bile verirler. Ama başta
AB ülkeleri olmak üzere 600 ilâ 1500 -2000 yıl dolayında hüküm sürdüğümüz
hiçbir devlette değil bir eser, esame yaşayan geçerli ve kullanımda bir isim
bile bulamazsınız. Şu melanet GKR yönetimi bile Lefkoşa’nın kendi tarafına
Nikosia der. Durum yalnız batı veya Ermeni-Yunan-Yahudi cihetiyle değil,
dünyanın başta gelen din tüccarı (vehhabi) Araplar için de geçerlidir. Şu
bizim haritalarda gördüğünüz hiçbir isim Arap deltasında bizim atlaslarda
yazdığı gibi değildir. Bir örnek daha: Kaptanı Derya Turgut Reis’ ten yadigâr:
Trablusgarp Libyalı Arap ve Berberi’nin şimdi kullandığı isim ne? Cevap:
Tripoli
-
ŞİMDİ İYİ DÜŞÜNMEK GEREK!..
-
Milli tarih, milli kültür ve milli hafızanın dirildiği,
binlerce yıllık efsanenin dile gelip hayat bulduğu; Osmanlı’nın kozmopolit,
karmaşık ve ümmet yapısı içinden “Türk İnsanı ve Türk Milleti adına” kutsal
bir tepki ve kendini bulma akımı olarak şekillenen; Türk ilmi ve Türkçülük
fikrinin uygun kıvam ve zengin düşünce atmosferi içinde teşkilatlanması ile
ortaya çıkan bir cemiyetin, “Türk Ocağı” nın mabedi alenen tahrif ediliyor.
Kazınıyor.. Sliniyor…. Fiilen kurulduğu 1911 yılından itibaren
çok uluslu imparatorluk yapısından milli devlete dönüşüm sürecinde kültürel,
siyasal, sosyal, fiili ve fikri hayata damgasını vurmuş; En etkili ve güçlü
Türk cemiyetinin adı, tarihi binası, hayat bulduğu, kurulduğu, siyasî ve fikir
ortamını, mücadelesini ortaya koyduğu binadan siliniyor..
-
BUNUN NERESİ İHMAL OLABİLİR?...
-
Şu hale nazaran: Gaflet, dalalet ve hıyanetin adı ne zamandır
‘ihmal’ oldu?
Yoksa Ertuğrul Günay’ın solculuk damarı mı tuttu? Türk isminin
TC devletinde bir müze duvarından silinmesiyle ilgili şimdi gözler onun
üzerinde.. Bakanlık, restorasyon yaptıran Altındağ Belediyesi ve Müze
yönetimiyse hedef. Kaldı ki, restorasyonda sadece Türk Ocağı isminin
silinmesiyle iktifa edilmemiş, mimarının ismi de okunamaz hale getirilmiştir.
-
Şimdi: Fiil araştırılmalı, fail bulunmalı; Dahası en son 25
Ekim 1975 tarih ve 7/1172 sayılı BK kararıyla ‘Resim ve Heykel Müzesi’
yapılmak üzere Kültür Bakanlığı’na tahsis edilen binanın neden ve niçin gerçek
hak ve mal sahibi Türk Ocakları’na iade edilmediği sorgulanmalıdır. Aksi
takdirde vakıanın bir ihmal değil “apaçık kasıt olduğu” subut bulacak, Türk
Milleti rencide edilecek ve kamu vicdanı derin bir rahatsızlık duyacaktır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
-
MODERN KÖY TAVUKÇULUĞUNU TEŞVİK EDİLSİN; KEKLİK AVI YASAKLANSIN
-
Geçtiğimiz yılarda ülkemizin başına musallat olan kuş gribi vakaları
kısmen gündemden düştü. Son iki yıldan bu yana kuş gribi vakalarının
yerini Kırım Kongo kanamalı hastalığının bir başka deyişle kene
vakalarının aldığı biliniyor. Ben bu iki belanın da bir biri ile
bağlantılı olduğunu tahmin ediyorum.
-
Dilerseniz kuş gribi vakarlını ve yapılan mücadele şeklini biraz
irdeledikten sonra kene vakasına gelelim. Bu gün kuş gribi olarak
adlandırılan hastalık bizim çocukluğumuzda mahallemizdeki tavuklara
sık sık musallat olurdu. Mahalleli kadınlarda bu durumu mahallenin
tavuklarına “ölek” geldi diye yorumlardı. Birkaç gün içerisinde
mahallede bütün tavuklar bu hastalık nedeni ile ölürdü. Tabii ki
bıçak yetiştirilip kesilebilenler afiyetle yenirdi. Gün geldi
mahallede “ölek” geldi diye yorumlanan tavuk ölümlerinin adı kuş gribi
diye bilimsel bir hal aldı. Ancak arada bir fark vardı ki o zamanlar
bu hastalık insanları etkilemiyordu. Bu gün ise insanların bağışıklık
sistemi zayıflamış olacak ki kuş gribi denilen hastalık insanları
olumsuz yönde etkilemeye ve insan ölümlerine neden olmaya başladı.
-
Hastalık insanlar için ölümcül tehlike oluşturduğuna göre bu
hastalıkla acil mücadele edilmeliydi. Kuş gribinin görüldüğü bölgeler
karantinaya alındı. Bölgede kanatlı ne varsa derhal boğazlandı. Söz
konusu kanatlılar aşı yapılmadan ve incelenmeden, hastalığın var olup
olmadığı tespit edilmeden boğazlanması son derece ilkel ve vebali olan
bir durumdu. Son derce insanlık dışı ve canice uygulanan bu yöntem
gelecekte başımıza yeni belaların açık ve net habercisi olmuştur.
-
Bu
yöntemle Türkiye’min köylerinde tavuk, kaz,hindi,ördek vb. kanatlı ne
varsa hepsi boğazlandı. Çorum’un köyündeki Ayşe teyzemin gözyaşlarına
aldırmadan canlı canlı dört beş tavuğunu boğazlayıp kireç
kuyusuna doldurmanın faturası mutlaka ağır olmalıydı.
-
O
günlerde akrepler çoğalacak keneler tehlike saçacak diye bir yazı
yazmıştım. Bu gün gibi hatırlıyorum.
-
Gün
geldi avcılarımız da bir yandan keklik neslini tükettiler. En ucuz ve
basit olanı 8 mermi atan otomatik tüfekler hemen her gün doğada
katliam yapmaya devam ettiler. Kenelerin en büyük dengeleyicisi olan
keklik, hopan, güvercin, üveyik, sığırcık, karatavuk ve bıldırcın türü
bütün kanatlılara otomatik tüfekli avcılar ölüm kustular.
Avcıların doğayı tahrip etmelerine devlet hep seyirci kaldı ve
kara avcılığını caydırıcı, engelleyici hiçbir önlem alınmadı.
-
Artık doğanın intikam zamanı gelmişti. Bilinçsiz bir şekilde ilkel
yöntemlerle boğazlanan tavuklar ve avcılar tarafından nesli tüketilme
aşamasına getirilen keklik,hopan vb. kanatlılar kalmayınca
keneler çoğalmaya ve ölüm kusmaya başladılar.
-
İşte bu ilkelliğin, insanlık dışı canice uygulamaların faturası ağır
olmaya başladı. Yetmiş milyonluk koca Türkiye’nin başına keneler
musallat oldu. Kene vakası tıbbi adı ile Kırım Kongo kanamalı
hastalığı nedeni ile hemen her gün bir insanımız ölüyor. İnsanlar
doğaya çıkmaya korkuyor. Piknik yapmak haram oldu. Mesire yerleri
boşaldı. Türkiye kara kara düşünmeye başladı. İnsanlar sinek
ısırmasından dahi şüphe etmeye başladı.
-
Bozulan doğanın dengesini günübirlik üretilen çözümler yerine
bozduğumuz doğanın dengesini yeniden kurma çabası içerisine girerek
düzeltebiliriz. Her şeyden önce azatlığımız kanatlı sayısını
doğaya iade etmek birinci borcumuz. Modern köy tavukçuluğu acilen
teşvik edilmelidir. Beyaz etten para kazanan birilerinin hesabı değil
Türkiye’nin doğal geleceği önemlidir ve ön planda tutulmalıdır. Köyde
tavuk, hindi vb. besleyecek vatandaşlarımızın tavuk sayısına göre
kredi vergi indirimi, yem, otlak vb. teşvikler mutlaka getirilmeli,
köylerde açık kanatlı besiciliği özendirilmelidir. Keklik, hopan,
sülün,güvercin,üveyik, sığırcık, karatavuk ve bıldırcın türü kene
dengeleyici bütün kanatlıların avlanması 5 yıl süre ile derhal
yasaklanmalı bu avı yapanlara hapis cezası başta olmak üzere ağır
yaptırımlar getirilmelidir. Av ve yaban hayatı koruma, Milli parklar
genel müdürlüğü vb. resmi ve konuya duyarlı ve ilgili sivil kuruluşlar
işbirliği içerisinde projeler üretmelidir. Bu projeler vasıtası ile
yaban hayatına salınmak üzere Keklik ,hopan,
sülün,güvercin,üveyik,sığırcık,karatavuk ve bıldırcın türü
yetiştiriciliği özendirilmeli kredi vb teşvik imkanları bu
kuruluşların hizmetine sunulmalıdır.
-
Bütün bu uygulamaların sağlıklı ve
başarılı bir şekilde yürütülmesi ve doğadan aldıklarımızı geri doğaya
iade etmemiz halinde önümüzdeki yaz sezonunda kene vakası ortadan
kalkacak ve Türkiye toplum sağlığı tarihinde acı bir tecrübe
olarak yerini alacaktır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsmet ÇENESİZ |
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
|
SAYGI MI ÖNCE
SEVGİ Mİ ÖNCE?
Saygı mı önce gelmeli
yoksa sevgi mi? Bence saygı önce gelmeli. (Bende her hafta yazılarımı
“Sevgi ve saygılarımla” diyerek bitiririm, sevgi ve saygının olmazsa
olmazlardan olduğuna inandığım için.)
Bir insanı sevebilmek için hatta kendini
sevebilmek için öncelikle insanın kendine saygı duyması gerekmektedir.
Sonrada etrafındaki onu tanıyan insanların kendisine saygı duyması için o
yönde düşünce ve hareketlerde bulunması ona göre davranması gerekir. Saygı
görmek aynadaki görüntümüz misalidir ne verirseniz onu alırsınız.
Saygı duyulan bir insan çok geçmeden
diğer insanlar tarafından yürekten sevilmeye başlanacaktır. Öyleyse önce
saygı hemen arkasından da sevgi gelir diyebiliyoruz..
Önce kendimize saygı duyacağız. Sonrada
yakın büyüklerimize, eşimize, dostumuza, pek öyle düşünülmez ama
küçüklerimize çocuklarımıza karşıda saygılı olmalıyız.
Bir insanın güzel ve temiz giyinmesi onun
çevresine karşı saygısının ifadesidir. Neden bir bayram gününde, bir
düğünde yada önemli bir toplantıda özene bezene giyinir hazırlanırız? O
günün çok özel olduğuna inandığımızdan ve karşımızdaki insanların o özel
günlerinin saygısına katıldığımızı belirtmek için değil mi?
Aslında saygıda bir bakıma terbiyeden
ileri gelmektedir. Hani bizim toplumumuzda her şeyin başı saydığımız
ailemiz varya, işte saygıda o ailelerimizin verdiği terbiyeden ileri
gelir. Bunun yanında tabiki eğitim, arkadaşlarımız ve içinde bulunduğumuz
toplum da bunun önemli etkenlerindendir.
Hani bir deyim vardır ya, “Kör ile yatan
şaşı kalkar” diye. Bu yönüyle arkadaş seçmek dost olacağımız insanı
seçmekte çok önemlidir.
Saygı ve sevgi hemen etkisini gösterir.
Sayan ve seven insan aynı oranda sayılır ve sevilir. Bu kural hiç
değişmez, insanlar bunun farkında olsa da olmasa da.
Mesela okumaya başlarsanız kitaba karşı
bir saygınız başlar. Tabi saygıyla birlikte sevginizde. Bu bir roman, bir
hikaye kitabı da olsa ona karşı bir sevgi gelişir ve insan onu rasgele bir
yere koyamaz. Onun üzerine yazı yazamaz. Yapraklarında bile kırışıklık
olsun istemez. (Bu insan ilişkilerinde de böyledir. Bir insana önce saygı
duymalısınız ki sonrasında sevgi gelişsin. Saygı duymadığımız bir insanı
hiç sever miyiz?)
Şu an Ankara’dayım, ben yazımı yazarken,
pencereden, sırtında, elma, armut, üzüm gibi şeyler koyduğumuz kocaman bir
*Heğ taşıyan yaşlı bir adamın dilendiğini gördüm. Bir hanımda bu yaşlı
adama para veriyor. Ne konuştuklarını bilmiyorum ama tahminime göre “iş
bulamadım bir ekmek parası” diyor, yaşlı adam.
İşte bu hareket kendine saygısızlığın en
güzel örneğidir. Halbuki o adamın kendisine saygısı hatta sevgisi olsa rol
yapmak ve kolay yollara sapmak yerine o Heğden daha küçük bir Heğ alır ve
pazarda yük taşıyarak emiğinin karşılığını alırdı.
Sevgi üzerine çok yazılar, şiirler
yazılmış güzel sözler söylenmiştir ama bu yazılarda saygı ifadesi genelde
hep ihmal edilmiştir. Halbuki saygı olmadan sevgi olmaz. Her şeyin başı
saygı ve de onun beraberinde getirdiği sevgidir. Saygıda terbiyeden
başlar. Mesela terbiyesiz bir insanı bırakın sevmeyi ondan uzaklaşmak için
çareler ararız.
Saygı ve sevgi yumağı içinde olan bir
ailede kavga mı olur? Boşanma mı olur? Şiddet mi olur?
Şimdiki gençlerde moda
olan boşanmaların ana sebebi birbirlerine karşı saygının ve onun devamında
da sevginin olmayışındandır. Bir yuvayı yıkmak kalpleri kırmak bu kadar
kolay olmasa gerek.
Milletlerde durum böyledir. Bir devlette
insanların birbirlerine karşı saygısı, sevgisi olmazsa kavgalar,
karmaşalar doğar bunun sonucunda da terör olayları meydana gelir.
İnsanların bir yerlere gelebilmesi için
başından beri anlatmaya çalıştığımız gibi insanın önce kendisine sonrada
etrafına saygısını ve sevgisini göstermesi gerekmektedir.
Zaten insanlar bunları yapabildikleri ve
hayatlarına uygulayabildikleri oranda çalışkan, dinamik ve becerikli
olurlar. (Tabii bunun yanında bazı şeyleri de kul dilemeli ki rabbimiz
vermeli. Buda ayrı bir konu.)
Emeklerimizin boşa gitmemesi dileklerimle
saygı ve sevgilerimle.
* (Heğ: Eskiden sebze meyve taşımak için
kullanılan ağaçtan yapılan ve sırtta taşınan büyükçe bir sepet)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- MERHABALAR!
- Bu gün; 01 Kasım 2008 Yer İskilip Çorum
yolu. Eşimle birlikte bu yol üzerinde bulunan kaynak pınarlarından birisinden
su doldurarak Çorum’a doğru geliyoruz. Eşim:
- - Hacı! İki yıldır pancar (şeker pancarı)
yemiyoruz. Gelirken bir kişi tarlada pancar söküyordu. Parası ile birkaç tane
aslanda bu yıl hiç olmazsa yesek. Dedi. Bende:
- - Oraya gelince haber ver isteyelim.
İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki yüzü kürü dedim. Biraz sonra hacı
hanım:
-Hacı burası şu karşı tarla. Dedi. Bende arabayı durdurdum. İndim
yalnız çalışan kişiye doğru yöneldim. Aramız 150 metre kadar vardı. Yaklaştım:
- -Merhaba! Kolay gelsin. Dedim. Tarlada
çalışan yüzüme bakarak:
- -Merhaba Mahmut Amca! Satalı tıraş
ettirmişsin tanıyamadım. Hoş geldin! Diyince şaşırdım ve sordum:
- -Sağ ol yeğenim fakat ben sizi
hatırlayamadım. Dedim. Güldü.
- -Tabii hatırlayamazsın. Ben lisede okurken
Kütüphaneye gelirdim. Herkese bilgi verdiğin gibi benim ödevlerim içinde
kaynak gösterirdin. Çorumlu 2000 Dergisini çıkardın, birkaç tane de kitabın
bende var. Diyince. Hay Allah! Ben şimdi bu adamdan nasıl pancar isterim ki.
İçinden tanışlık gösterdik pancar istedi der diye düşündüm. Ve başka konu
açtım:
- -Yeğenim neden yalnız çalışıyorsun?
- -Hocam! Pancar eskisi gibi getiri
getirmiyor. Ben adam tutarsam bana para kalmaz. Kendim sürdüm, ektim, kendim
de pancarı söküyorum, yeşilini kesiyorum. Bunları ben yalnız yapmazsam ekmek
parası bana kalmaz. Diye cevap verdi. Ne diyebilirdim ki. Bir zamanlar sulak
yerlerde tarlası olan köylü dört yılı iple çeker birkaç kuruş menfaatimiz
olsun diye çabalardı. Ben bir şey diyemedim. Tarım öldü diyenler doğru
söylüyorlar diye içimden düşündüm ve:
- -Yeğenim; bana müsaade. Arabada Hacı yengen
var. Yolcu yolunda gerek. Saha kolay gelsin. Dedim. Döndüm arkamdan seslendi.
- -Hocam ! Tarlanın sonundan pancar al.
Tadına bak dedi.
- -Teşekkür ettim. Üç tane alarak arabaya
bindim. Hacı hanım:
- -Niçin az aldın diyince sadece güldüm.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Salım SAVCI |
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
|
BAĞIŞLADIM GİTTİ
Sizlere bu kez;bir markette müşteri ile kasiyer kızın
söyleşisini aktarmak istiyorum. Benden önceki ak saçlı müşteri kasiyere
yaklaştı:
-Hanım kızım iyi günler. Nasılsın ?
-Bey amca,çok müşteri bize çatar. Siz bir başkasınız.
Teşekkür ederim. Siz nasılsınız ?
-Hanım kızım,ben kendimi gençlere göre ayarlarım. Onlar
iyi olunca ben de iyi olurum. Hele senin gibi gülen insanlar olursa
mutluğum artar.
-Benden sonraki müşteri,parayı sayan kıza:
-Burada sıradayım. Gözün kör mü ?
-Bey amca evet. Amca ile konuştum ama çalışma azmi
kazandım hiç merak etmeyin size yardımcı olurum.
-Yardımını istemiyorum. Görevini bil. Dedi. Ak saçlı
adam dayanamadı:
-Bey;bu gençlere çatmak doğru değil ! Onları
yüreklendirmek gerek. Dilerim bundan sonra öyle yaparsınız. Dedi. Bu bey,ile ak saçlı adam yan yana geldiler. Bey ak saçlı
adamın ellerine sarıldı:
-Bağışla beni öğretmenim.
-Bağışladım gitti 51 Ali sen misin ? Nasılsın ?
-Evet benim öğretmenim. Öğretmenim emekli olmuşsunuz ama
burada da öğretmenlik yaptınız. Verin elinizi öpeyim.
Yorumu size bırakıyorum. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- FENA MI? YOKSA! İYİ Mİ OLDU?
-
Şu sıralar kamuoyunda tartışılan pek çok konu
var.
-
Bir bölümü topluma zoraki dayatılan ve illâ
gündemde tutulmak istenen Ümraniye soruşturması veya Ergenekon adı ile müsemma
kâbus gibi korkunç, muğlâk ve muamma kavramlar ve karanlık iddialarla dolu,
sebep ve sonuç ilişkisi kördüğüme dönmüş, gizem yüklü, garip ve enteresan bir
süreç... Allah sonunu hayırlara vesile kılar, adalet ve hukuk tecelli eder
inşallah.
-
Ancak, siz kopartılan vaveylaya bakmayın
aslında bu halkı fazla ilgilendirmiyor. Gerçek gündemde daha ciddi, ağırlıklı
ve önemli konular var.
-
Açlık, yokluk, yoksulluk, fahiş düzeyde
pahalılık, zenginlikle fakirlik, sanal enflâsyonla gerçek enflâsyon arasında
derinleşen uçurum, yalan-talan, kayıt-kapsam dışılık, yolsuzluk ve
suiistimaller gibi meselâ.
-
Her ne hikmetse malum ve mel’un akredite
medyanın iştigal alanı dışında bunlar.
- İnsan hakları derneklerinin ve (maalesef) bunları insanlık suçu olarak
kabul ve telakki etmeyen, failleri hakkında işlem yapmayan Cumhuriyet
Savcılarının da hiç umurunda değil.Amma! Halk arasında “Milli Kahraman” olarak anılan, dünyanın ilk ve tek
“Bilinç Üniversitesi” ni kuran Galip Baran bütün bu konuların sanki tek ve
yegâne sahibi.S.Demirel’den A.Gül’e kadar son üç Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ve
vekillere aşağıda özetlenen mealde sürekli mektuplar yazmış. Halkın ıstırap ve
şikâyetlerini iletmiş. Alternatif projeler ve çözüm yollarını bildirmiş.
Yıllar süren “sarsılmaz irade, inanç, güven ve kararlılıkla verdiği” mücadele
sonuç vermeyince bir açıklama gereği duyuyor.
-
Açıklama şöyle: “Başbakan, Bakanlar ve
millet-vekilleri hariç sadece son üç Cumhurbaşkanına “devlete sahip çıkmaları”
ve bizim ‘okul dışı eğitim’ çalışmalarımızda öğrenerek halka öğrettiğimiz
gibi; Görevlerini tedvir ettikleri (etmekte oldukları) yıllarda
karşılaştıkları sorunları yenmeleri, üstesinden gelmeleri ve zorlukları
aşabilmeleri için ilim-fikir, öneri ve bilimsel proje içeren; Süleyman
Demirel’e 3, Ahmet Necdet Sezer’e 10 ve Abdullah Gül’e 1 olmak üzere toplam:
14 dosya göndermek suretiyle başvurdum.
-
Ama maalesef “derde deva” bir sonuç alamadım.
-
Yerimde olsaydınız, siz ne yapardınız? Ben
onların yerinde olsaydım, en azından Galip Baran’ı köşke çağırır, yüz yüze
konuşurdum. Sanırım, çok da iyi olurdu... Bunu gören, onlarca, belki yüzlerce
insan; “Seni, Cumhur-başkanı bile ciddiye almıyor” demez, beni yalnız bırakmaz
ve ‘devlete sahip çıkma bilinci çığ gibi büyürdü’. Belki onları görenler de
benzer çalışmalar başlatır bana “senin gibilerin sayısı çoğalmalı” diyenler,
ne kadar artış kaydedip çoğaldığımızı görürlerdi. Fena mı, yoksa iyi mi oldu?
-
Yerimde olmadınız, yardımcı da olamadınız.
Vekil de seçmediniz!
-
Sonuçta benim gibilerin sayısı çoğalmadı. Ama
ben, “ölünceye kadar” diyerek sevgili halkıma bağımsız Milletvekili adayı iken
taahhüt ettiğim: Her kavşağa bir Galip, (Sabah, 16.12.1997) “okul dışı eğitim”
çalışmalarımızı tek başıma da olsa sürdürüyorum. Fena mı, yoksa iyi mi oldu?
-
Şu da var ki, beni ciddiye almamanızın, destek
vermemenizin ve yalnız kalışımın yol açtığı motivasyondan olacak, insan
davranışlarını araştırdım. Bu sayede “bilinç” konusunda uzmanlaştım. Bilinç
bağımlısı oldum. Sonuçta bir “Bilinç Üniversitesi” kurdum. Fena mı, yoksa iyi
mi oldu?
-
“Yönetimi denetleme ve devlete sahip çıkma” yı
böylesine önemsememden olacak “yasa bağımlısı” da oldum. Devlete herkesten
daha çok sahip çıkmağa başladım. Fena mı oldu, iyi mi oldu?” diyor ve soruyor:
Galip BARAN: “Peki, siz, şimdi ne yapıyorsunuz?”
- Halinizden, hayatınızdan, hal-vaziyet, durum ve gidişattan memnun musunuz?
-
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA Hayat Hikayesi |
-
HÜZÜN YAĞMURU
-
Genç adam gecenin karanlık örtüsünde
ruhunun hazin yankısı çığlık kopartarak sahilde yürüyordu. Dilinde
dökülen özlem ve söylemler uzaklığın kanlı deresine itilmişti. Dişinde
sıkışan kırgınlıkla hayallerinin fotoğrafı karanlığı ısırmıştı.
-
Seni diyordu genç adam ‘ - Seni
geleceğimin atlasına gül olarak ekmiştim, günlerin başaklarında seni
görmüştüm, canım seninle cananlığa kavuşmuştu. Şimdi ise yüreğimin
dileğine çıkılan hayal merdivenlerinden düştüm. Gözlerimde ve gönlümde
hüzün yağmuru döktüm...’
-
Ruhunun hazin kamcısı acıyla döverek
başı düşmüş, dizleri eğilmiş olarak ağır ağır yürümeye devam etmişti.
Kulaklarını şaklatan dalgaların sahile vuran sert tokadı, kalbini
yaralayan dert sakatı her yanını sarmıştı, her anı ruhunu tırmalayarak
artmıştı. Boğazı ışıklarıyla öpen karşı kıyının betonuna gözleri
takıldı.
-
Genç adam ‘ - İşte sevdiğim şu evlerin
kör penceresinde ikamet ediyor. Acı aşkların fısıltısı duvarlarını
ıslatmış Kız kulesinin üstünde bulunuyor. Tarih kokan, heybeti ile
Haydar paşayı tutan, boğazın maviliğine gülümseyen kışlanın yakınında,
Selimiye mahallesinde sevdamın ayaklarını vurduğu yerdir ‘... Başında
hüzün yağmuru akar, soğuk ürpertiyle denizin ağlaması bakar. İntizarın
hicranında ufuklar karanlık balçıkla kararak gönlü sararmış, umutları
sönmüş, hayalleri yıkılmış olarak geleceğin perdesini kav la
tutuşturarak yakar. Hüzün yağmuru şiddetlenmişti... Kederin kader
alnında terlemeye başlamıştı. Ruhunu ıslatan hüzün yağmuruyla
sarsılmış ve kederle terleyen kalb titremiş olarak sahilin çapağı olan
taşın beline yığıldı. Başını ayaklarının arasına sıkıştırarak
söylenmeye başlar
-
‘ Ey aşk acısı, ey gönül yarası, ey
derdin karası... Sana sığınırım, Sevgimin adını düşlerim... Onun
yokluğunda sürgün kaldım, günlerim onsuzlukla zindan oldu. Bir çıkış
ver, bir ferahlık ser. Hani gözleri gözlerime kilitleniyordu, hani
sözleri sözlerimi sarıyordu bir zamanlar’... Zihnine film şeritleri
yayılır, anıların sahnesi açılır. Ela gözleri karanlığı yırtan ayla
kendisine bakmış, siyah saçları denizin dalgasında ellerine düşmüş,
oval çenesi ufukların köşesinden bakarak gözlerine çökmüş, güzel yüzü
sahilin ıssız belinde kafa odasını kırmıştı. Derbeder durumda
sürüklenip duruyordu, sevda ölümünün soluğunu yutarak hüzün
yağmuruyla: Duyguları kanlanış, sözleri kurumuştu.
-
Dudaklarına yapışan hüzün melodisi
tütsülenir, karanlık siyah saçın dalgasına. Öylece durup izler
sevdiğinin hayalini...İkametgahı gözlerine batarak gölgesi yanı
başında buluşmuştu. Gölgeye sorar ‘ Ey hayal sulületi karanlığın
aynasından çıkarak ellerimi tutsan, geleceğimizin inşasını beraber
kursak‘... Hayal sulület donuk kalır, ağzından tek kelime, gözlerinde
bir gram bakış görülmez gözleri kapalı, hayattan kopuk, cansız et
yığını gibi durur. Genç adam yaklaşır, hayal geriye çekilir. Genç adam
adımlarını hızlandırır, hayal de gerisin geri hızlanır. Daha çabuk
kavuşma özlemiyle kollarını açar, feryat koparır. ‘- Ey canım benim
niye kaçarsın benden, niye uzak kalırsın yardan. Gel ellerimi tut, gel
gönlümü nefesinle yıkat’... Hayal cesedi Boğazın dalgasını yararak
Selimiye’nin duvarlarına sokularak kaybolur. Karabasanlar bedenini
tutarak kahkahalarını kafasında yankılandırırlar. Hafakanlar
ayaklarına serilerek denizin çağıran sesine itekler. Hüzün yağmuru
ıslattığı gibi denizin çağıran kolları gözlerine çarparak: Gel
diyordu. - Senin yangınını söndüreyim, hüzün yağmurundan kaç, esaret
ayaklarını bana dokundur, senin bedenini karanlık derinliğimde
kapatayım. Aşkın keder kalemi yüreğine bir kere yazıldı mı iz kalır,
kalbinde hep sızısını hissedersin. Genç adam öylece durur düşüncelerin
dehlizinde dolaşır. Karanlığın alnında çağıran ses, kalbinin acı
nefesi buhramlara atarak çıkmazlarda bocalıyordu. Hüzün yağmuru artmış
artık meçhulün adresine sürüklüyordu ‘ Ya ölümün vuslatında hayata son
vermek, yada yeni bir hayatın menzillerine uzanmak. Başı kah denizde
batıyordu, kah sahil yolunun uzaklığına çevriliyordu. Bir kedi gelir
ayaklarına dolanır, kedinin mırıltısı silkeler kendisini. Yorgun
ayaklarını isteksiz sürükleyerek sahilin karanlık ağzına girerek
kaybolur. Sahilin tokadı artar, kedinin mırıltısı denizin tokadına
yanıt verir
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir
önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
Sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
İRMİK TATLISI REVANİ
- 1 su bardağı toz şeker
- 5 yumurta
- 5 yemek kaşığı yoğurt
- 2 Yemek kaşığı eritilmiş katı yağ
- 2 yemek kaşığı sıvı yağ
- 3 çay bardağı irmik
- 5 çay bardağı un
- 1 paket kabartma tozu
- 1 paket vanilya
- İstenirse bir miktar limon kabuğu rendelenir.
- Şurup için malzeme
- 1 kilo toz
- 5 su bardağı su
-
Bir bardak şeker plastik derin bir
kaba konularak beş yumurta kırılarak mikserle yumurtalar beyazlatana
kadar çırpılır.
-
Çırpılan yumurtalar yukarıdaki miktarı
verilen katkılar ilave edilerek bir kaşıkla karıştırılır. Malzemeler
iyice karışınca daha önceden hafifçe yağlanmış tepsiye dökülerek
fırına sürülür.
-
Fırında kızardıktan ve piştikten sonra
çıkartıla tatlı malzemesi soğumaya bırakılır. Tencereye konulan su ve
şeker kaynatılır. Kaynatılan şerbet biraz soğutularak ılık olarak
tatlı malzemesi olan kekin üzerine kepçe ile dökülerek şerbetin
çekmesi ve iyice soğumasından sonra tabaklara konularak istenirse
Hindistan cevizi istenirse tarçın ekerek yenir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir
önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
Erol DUYGUN |
Erol DUYGUN Hayat Hikayesi
|
- BİZ DERİZ “HERİ”
Çorum yöresinde çocuk “GOBEL”dir,
Pekmezi çeviren kevgir “GÜDEL”dir,
Rüzgarın adı bizde de “YEL”dir,
Konuşurken dosta deriz biz”HERİ”
Bostanın küçüğü “DÜĞLEK”tir bizde,
Derman bırakmıyor yokuşlar dizde,
Burdanın anlamı “AHA”dır sözde,
Konuşurken dosta deriz biz”HERİ”
Layık gördük lahanaya “KELEM”i
Muşmulaymış geç fark ettik “DÖRGEL”i,
Pirinçle doldururduk evde “HARAL”ı,
Konuşurken dosta deriz biz”HERİ”
Yiyeceğe “AZIK”,hamama “YUNAK”
Patatese “GOMPİR”,domatese “FİREK”,
Bütün bu taamlar DUYGUN’a gerek,
Konuşurken dosta deriz biz”HERİ”
|
|
|
Bir
Sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir
önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
Paşa ÇETEN |
Paşa ÇETEN Hayat Hikayesi
|
KANLI BİR GEÇMİŞİM
Can çekişiyor doğduğum şehirde esen rüzgar
Vurulmuş hatıralarım, kanlı bir geçmişim artık.
Sükut içinde yada ölümün altında, karanlık bir vadide
Ben nasıl bir toprağım hâlâ nasıl bir toprak
Gövdemden düşen son damlasıyla baharı
Uğurlamaya çıkmışken, hicreti düşünmemişken
Göğüm daralmış birden, çekip gitmiş bulutlar
Sevmişim kan lekelerini, nasılsa bu heybetli duvarın
Belki bir akrep kahramanlaşabilir bütün bir servetin önünde
Çiçekleri elinin tersiyle iter kolayca yok sayar
Demirlemiş bana da böyle karanlık bir öfke
Dünyayı unutmaya hazırım ey!... |
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
118 SAYI 25 Aralık 2008 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |