|
YIL
9 SAYI 109 25 Mart 2008 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
BELKİ
-
Kendisinden başka birisini
düşünmeyen bir şahıs; ağlar mı güler mi belli olmayan dudakları ile
bakan, saygıyı bile bilemeyecek kadar düşüce yoksunu, olan birisini
düşüne bilir misiniz?
-
Arakasında bir sürü bilmedikleri bu
şahsı alkışlayan; kişilerin koştuğu ve alkışladığını düşünün.
-
Bunun gibi kişileri birileri
tarafından yetiştirildiğini ve o toplumun bütün değerlerinin yok
edilmesin ve değiştirmeleri için elinden geleni yapar ve görevini
tamamlayarak anasının kucağına gider ve oradan yapacaklarını yapmaya
devam ederler.
-
Yetiştirilenler filizlerini vermiş,
Vatanın toprağına kök salarlar ve iyice benimsedikleri yeni
görevlerine körü körüne bağlanır ve büyüdükleri, yiyip içtikleri
Vatanlarını ya mürşitleri için ya da birkaç kuruş için satarlar. Bu
yeni kök selenlerin esas köklerinin daha önceleri bu vatanın
toprağında yaşamış ve o Vatanın idarecileri tarafından tolerans ve
insandır diye ülkede kalmasına müsaade etmiş başka din
sahipleridirler.
-
Bunlar yeni yapılanmada kendi
dinlerine de artık serbestlik olarak gördükleri ve ele geçirdikleri
ülkenin artık sessizleştirilmiş fertlerinin sessizliği ölçüsünde
artık tohum olmaya başladıklarını zannederler.
-
Bu kişilerin; kendilerini ve
etraflarındaki topluluktan başka hiçbir şey düşünmez, ülkenin diğer
fertlerini sömüren ve kanını emen varlıklar haline gelirler.
-
“Ey Bu Topraklar İçin Toprağa
Düşenler” beni ve diğer susanları af edin. Susturulmuşları da af
edin! Karışmayanları da af edin!
-
Önündeki örnek olan ülkenin en yakın
komşusunun hali seninde başına gelmesine ramak kalmadı mı?
-
Onlar da; bu suskunlukları ve
ülkelerin idarelerine katkıda bulunmadılar ve bildikleri doğruları
söylemediler veya söyletilmediler. Birkaçı ülkelerini kurtarmak
girişimi gibi göstererek Yeni Dünyadan güç ve kuvvet gelmesini
dilediler. Onlar da geldiler. Onları öldürdüler. On binlerce kadının
ırzına geçtiler ve bir o kadar çocukların masumluğuna bakmadan
katlettiler. Onları çağıran kuklalarına da yönetimi bırakarak ilerde
büyük bir yara olarak bıraktılar ve uzaktan kumandaya ait
programlarını çalıştırmak için kontrol mekanizmalarını kurmaya
başladılar.
-
Ey uykuda olan ve üzerine ölüm
toprağı serpilmiş insanlar!
-
Ne diyeceğiz?
-
Belki!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Ali EMİROĞLU |
|
KADIN HAKLARI, İNSAN HAKLARI İÇİNDEDİR
Biz, insanlar dahil
bütün canlılarda, yaratılış farkı bilmiyoruz. Kromozom etkisini icra
etmektedir. Yaratılış farkı olmayan insanların, edinilmiş haklarının
da eşit olması gerekir. Biz buna inanıyoruz.
En azından medeni
milletlerde, bu gün artık kadın haklarında eksiklik söz konusu
değildir. Kanun önünde, insanlar eşittirler. Memleketimizde de bir çok
medeni Avrupa milletlerinden önce, insanlarımız eşit sayılmışlardır.
Türk kadınının hak eksikliği söz konusu değildir. Kadınlarımız bu
haklarını kullanıyorlar mı? İşte sorun burada düğümlenmektedir.
Bizim ülkemizde, daha medeni kanun kabul
edilmeden önce bile, kadın erkek eşitliğine saygılı olan büyük bir
insan kesimi vardı. Ben, böyle bir aileden geliyorum. Babam, bir sorun
olunca, anama sorardı. Başka bir şahısla da bir iş kararlaştırırken,
bir de ev sahibesine sormayı adet edinmişti. Babamın bu sözü, bazen
şaka konusu bile olurdu.
Medeni kanun
kabulünden sonra da, bu kadın erkek eşitliğinin eksikleri
tamamlanmıştır. Hangi hak kullanma seviyesine gelmiş, o idraki edinmiş
kadın hakları kullanmıyor? Kadın, hangi işte başarısızlığını ortaya
koymuştur? Başbakan da yaptığınız bir ülkede, hala kadın hakları
eksikliğinden bahsedilemez. Kadından Devlet Başkanımız olmadığını
bahane edeniniz varsa, İsmet Paşa’nın kız torunu Gülsüm Meclis’te
Milletvekilidir. Kendisini Cumhurbaşkanı seçerse meclis, hem bu
eksiklik giderilir ve hem de Cumhurbaşkanlığı tartışması kökünden
bertaraf edilmiş olur.
Kanun eksikliği
yoksa, o zaman, kadınlarımız, haklarının bilincinde olmalıdırlar.
Haklarının bilincinde olmayan kadınlarımıza, su taşıyarak değirmen
kurulamaz. Haklar kullanılırsa hak olurlar. Kullanılmayan,
kullanmaktan çekinenler haklar lüks olurlar. Bunların, o zaman hiç bir
kıymeti kalmaz.
Kadına şiddet sorunu,
kadın haklarıyla ilgili değildir. Kadınlarımız için söylenmiş sözlerin
en güzelini ismet Paşa kafasından çıkarmıştır. Der ki İsmet Paşa, “Kız
çocuklarını okutmamış milletler, oğullarını ebedi öksüzlüğe mahkum
ederler.” Demektir ki, şiddet, yetişmemenin, okumamanın, cahil
kalmanın bir işaretidir. Dikkat edilirse, kadın döven insanların hemen
pek büyük bir nispeti cahildir. Kadını döveceksin, sonra kucaklayıp
öpeceksin! Bunun adını Türkçe olarak yazmış olsam, yaşıma ve başıma
yakıştıran olmayacaktır.
Müşahedem şu ki,
yanılmalar hariç, okumuş bir kadın, cahil bir erkekle, ne kadar
yakışıklı ve zengin olursa olsun evlenmiyor. Bunlar arasında,
dayaktan, zulümden bahsedildiğini de duymuş değiliz. Varsa bile
azınlıktadır. Bill Clinton da annesini öldürürcesine döven üvey
babasını bıçakla boğazlamaya kalkmıştır. Biz yine de, eğitimle bu
edepsizliklerin azalacağını sanıyoruz. Yine de vakalar olursa, onlara
da uygun sıfatlar seçmekte aciz kalmayız. Ancak, erkekler de, kadınlar
da toptan eğitilerek, birbirlerine saygılı olmaları temin edilmelidir.
Evlenme, bu düşünceden sonra insanların aklına gelmelidir. Haklarını
iyi kullanmaları ve şiddetten tam kurtulmaları için, genç neslin bütün
kız çocukları, İsmet Paşa’nın da tavsiyesi içine girerek eğitimi kabul
etmelidirler. Eğitimin, kızların gözlerini açarak, onları ahlaksız
yola sürükleyeceği, gericilerin haince uydurdukları bir yalandır.
Eğitilmiş kız çocuklarının, erkeklerin zevk aleti olmadıkları,
istemedikleri, çok büyük hukukçularımızın görüşleriyle sabittir. Ne
kötülük gelirse, bunu cehaletten bekleyeceksiniz. Kadınlarımız
bunların dışında kalamazlar.
Yetişmiş kadınlarımız
çağdaş olacaklardır. Kendi tatbikatı olan çağdışçılığın da bir
çağdaşlık olarak kabul görmesini isteyenlerden, ülkeye de, kendi
cinslerine de bir fayda beklenemez. Bu dikleşme, bu dayatma, hem
kendilerinin yaşanmamış hayatlarına, hem de aklını iyi kullanmayan
başka kadınlarımıza sadece zarar gelecektir. Buna da kimsenin hakkının
olmaması gerekir.
Ben, yine, kadınlar
günümüzde, bütün kadınlarımıza saygılarımı sunuyorum. Kendilerini,
haklarını kullanmaları için iş başına davet ediyorum. Hakların
kullanmak istemeyenlerin haklara ihtiyaçları yoktur. İnsanlığın da
onlara ihtiyacı yoktur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
-
KANSER OLMAK İSTEMİYORSANIZ
-
Yeme ve içme alışkanlıklarınız hızla
değiştiriniz. Mümkünse elli yıl önceki atalarımızın yaşadığı gibi
yaşamaya başlayınız.
-
Kepekli ekmek fantezinizden
vazgeçin. Taze kepek bulmak her zaman mümkün değildir. Kepeğin
nemlenerek küflenmesi aflatoksine o da kansere sebep olur. Son
günlerde içine boya maddesi kattıkları için artık güvenilmez
olmuşlardır. Beyaz ekmeğin mayasının içinde de sodyum peroksit
vardır. Çorum yufkası ile Çavdar ekmeğini tercih ediniz. Yoksa siz
bilirsiniz.
-
Mutfak tuzunuzu Çorum’daki turşuluk
için üretilen kaya tuzu ile değiştiriniz. Onun da tuzluk için ince
şeklini üretiyorlar. Çorum tuzu hatta deniz tuzu hala doğaldır. Hem
de çok lezzetlidir. Diğerlerini ağartırken kimyasal madde
kullanmaktadırlar. Kaçınınız.
-
Mutfaktaki çizilmiş teflon
kaplarınızı hemen atın. Hakiki teflonlar çok pahalıdır. Ya paraya
kıyıp onlardan alın veya çeliklere geri dönün. Piyasada teflon
yerine satılan Çin malı ince kahverengi boyalı hafif kapları asla
almayınız. İlk kullanışta çizilirler ve sizi kanser ederler. En iyi
kaplar ve tencereler eski kalaylı bakır kaplar ve toprak
güveçlerdir.
-
Toz kırmızıbiberin kanser etmeyeni
nerede ise yoktur. Acı biberinizi ve kurutulmuş sebzelerinizi
kendiniz üretiniz. Her türlü baharatı ve bitki çayını buzdolabında
saklayınız.
-
Piyasadaki meşhur markalı
yoğurtlarda uzun süre dayanmaları için katılmış kimyasal maddeler
vardır. Reklamlara aldanmayınız. Ya Çorumda yapılan yoğurları tercih
edin ya da kendiniz mayalayın.
-
Hormonlu domateslerin zararlı
etkilerini yok etmek için birkaç gün mutfaktaki camın önüne güneş
ışığına koyunuz. Her gün çevriniz. Isı etkisi ile kimyasal maddeler
bozunmaya uğrayıp sizi kanser edemeyeceklerdir.
-
Hele zeytindeki kimyasallar saymakla
bitmez. Deterjanın ana ham madesi olan sodyum hidroksit yani sud
kostikle bir gecede karartıldıkları için kanserojendirler. Bu en
pahalı zeytinlerde bile böyledir. Ucuz, lezzetli ve kaliteli zeytin
bir şans işidir. Çekirdeği kahverengi zeytinleri nerede bulursanız
alın. Bir daha bulamıyabilirsiniz. Ülkemizde kimyasal kullanmadan
zeytin üreten tek kurum Vakıflar idaresidir. Balıkesir ve Akçay’daki
Çorum kolonisinde yaşayan akrabalarınıza sipariş veriniz. Orada
Vakıfların satış mağazaları vardır. Mümkünse üç-beş kilo alarak
buzdolabında saklayınız. Yiyeceğiniz kadarını beş-altı kere sıcak
sudan geçiriniz, soğuk suda asla bekletmeyiniz. Üçte iki sirke ve
üçte bir limon suyu ile terbiye ediniz.
-
Artık mısırözü, soya yağı ve buna
benzer yağlara asla yaklaşmayınız. Ülkemizde geçen yıl gdo lu
ürünler yani genleriyle oynanmış ürünlerin girişi serbest
bırakılmıştır. Mısır ve soya yağı da gdo’lu ürünlerden elde
edilmektedir. Ayçiçek, Fındık yağı ve bilhassa zeytinyağını tavsiye
ediyoruz.
-
Diş macunlarının en iyisi Ulucami
civarında satılan ve kardeş İslâm ülkeleri tarafından toz misvaktan
üretilmiş macunlardır. Bunlarda alkol ve kloroform yoktur. Son
günlerde bizde de buna benzer markalar internet üzerinden
satılmaktadırlar. Fiyatları üç-beş liradır. Bir tüp altı ay gider.
Zaten kullanılacak miktar bir seferde insanın göz bebeği kadardır.
Birkaç tane alıp eşe dosta hediye ediniz.
-
Saçınızı boyamak için kullanacağınız
kimyasal maddeler birçok kanserin baş sebebidir. Gençlerimizin
saçlarını boyamalarını önlemek için ebeveynlerin yoğun çaba
harcamaları gerekir. En doğal saç boyası bitkisel kınadır. O da zor
bulunmaktadır. Onun yerine ucuz Hint kınalarından kaçınınız. En
doğal kına çeşitleri sadece İstanbul Kapalıçarşıda bulunur.
-
Gözüne sürme çeken mümin
kardeşlerimiz doğal sürmenin artık yeryüzünde bulunmadığını
bilmelidirler., Onun yerine kullanılan civa bileşikleri
zehirleyicidir. sarık, cübbe ve takke ile idare edelim. Sahte
sürmeler körlüğe ve kansere sebep olurlar. Vazgeçiniz.
-
Zayıflamak için üretilmiş çeşitli
biber haplarından ve buna benzer maddelerden faydalanmak için
mutlaka bir hekime danışınız. Ülkemize bunlar Tarım Bakanlığı izni
ile girerler. Ayrıca bunların ne olduklarını veya ne olmadıklarını
anlayacak teknik imkanlar-laboratuarlar - ülkemizde henüz mevcut
değildir. Sağlık bakanlığı izni ile üretilenlerin sayısı çok azdır.
Son günlerde her önüne gelen bir şey üretip şişelemekte ve tv’ların
desteği ile voliyi vurmaktadır. Hapı yutmak istemiyorsanız bu
hapları asla yutmayınız. Zayıflamak için boğazımızı tutmak ve parkın
etrafında eşofmanları giyip onbeş- yirmi tur atmak yeterlidir.
-
Çamaşır makinalarımızda kireç
önleyici ve yumuşatıcı gibi maddelere gerek yoktur. Vücudumuza
çamaşırlarımızdan terle girecek kimyasal madde sayısını
artırmayınız. Üçüncü deterjan gözünü boş bırakınız. Makinanız orada
malzeme varmış gibi çamaşırınızı bir kere daha temiz suyla
durulayacaktır.
-
Saçlarını yüz bin volt cereyan
yemiş gibi yapan yavrularımızı jöle kullanmaktan vazgeçirmek
için Necipbey Briyantini ile tanıştırınız veya eskiden o işi
birkaç damla limon suyu ile yaptığımızı hatırlatınız. Yoksa daha
evlenemeden isimlerinin önüne üç harfli bir unvan yerleştircek ve
toplumda öyle anılacaklardır. Kel filanca vb gibi.
-
Bu ve buna benzer daha
nakledilecek çok mevzuu vardır. Ayrıntılı bilgi almak için bizi
aramanızı; doğal malzemelerle hayatınızı yeniden tanzim etmenizi
ve bilinçli bir tüketici olarak yaşamanızı tavsiye eder, uzun
ömürler ve sağlıklar dileriz.
-
Saygılarımızla..
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Müslüm TUNABOYLU |
|
-
ZİRVE KÖYE 53 YIL SONRA YAPILAN BİR GEZİ
-
Bugün sizinle yine zaman tünelinde
bir yolculuk yapacağız. Bir zamanlar sağlığımız el verdikçe ,ya da
görev gereği ilimizin doğal güzelliklerini görme fırsatı buldum.1950
li yılları ilk yarısını tamamlayıp ikinci yarıya başladığımız
yıllarda kutsal görevimiz olan askerliğimizi yaptık.Kutsal
görevimizin ilk altı ayını Ege Bölgesinde,ikinci altı aylık kısmını
da Marmara Bölgesinde tamamladık.
-
Yaş gurubumuz arkadaşlarla bir araya
geldiğimizde genellikle askerlik anıları, ya da hastane anıları
anlatılır. İlginç olanları uzun yıllar hafızlarımızdan silinmez.
- Geçtiğimiz kış aylarında bir öğrencim ev ziyaretinde bulundu.
Eşi ve bir yavrusu ile , yıllar sonra hocasını hatırlayan
karı-koca,bu akşam hocamıza gidelim derler.Geç sayılmayan bir saatte
kapı zili çaldı.Rahatsızım,bacaklarım çok rahatsız çabuk açamadım
için çok üzüldüm. Genç olsaydım hemen birkaç saniyede kapı açılırdı
muhakkak. Yalnız olduğumu biliyorlardı. Hocamızla bir kış gecesi
değerlendirmesi yapar, anılarımızı tazeleriz demişler ve ziyareti
gerçekleştirmişler. Böyle bir ziyarete bir değer biçmek hiçbir zaman
mümkün olmaz. Kısaca ziyaretin getirdiği huzur ve güven insan için
çok önemli. Öğrencilerimin ikisi de ihtiyarlamışlar,saçları ağarmış
her ikisinin de Söz dolaştı durdu benim 1956 Aralık ayından 1957
Mayıs ayına kadar öğretmenlik yaptığım zirvede ki köy Devletoğlan
ageldi.öğrencim seninle o zirvede ki köy olan Devletoğlan a
önümüzdeki yaz birlikte bir gezinti yapar anılarımızı tazeleriz
dediler.Kısaca belirtmek gerekirse ben böyle bir öneriyi hemen
olumlu yanıtladım.Sağlığım izin verirse gideriz birlikte
Dedim.Öğrencim Ömer Yüksel,öğretmeni ile yıllar sonra zirvedeki köye
gitmeyi bekler oldu.Kısaca ikimizde bekler olduk dersem yanılmış
olmam.
-
Kış mevsiminin öncüsü olan
soğukların hemen sonrasında bir Pazar günü kapının zili saat 12.00
sıralarında çalındı. Gelen öğrencimin oğlu idi. Yukarı çık dediysem
de,bekliyorlar dedi. Arkasından da hocam hazırlanın köye gidiyoruz.
Kışlık giysilerle donattık kendimizi kısa süre.de aşağıya inerek
araca bindik.Yerleşmemiz bir iki dakika gibi bir zamanımızı aldı.
Eskiden araca çabucak biner yolumuza devam ederdik.Vücutta kan
azalır,kaslar yorgun olursa böyle oluyor.Beklettiğim için üzgün
olduğumu birkaç kelime ile belirttikten sonra aracımız zirveye doğru
yol almaya başladı.Kaymakçı yokuşu kısa sürede
geçildi.Çorum-Merzifon-Amasya yada Çorum –Amasya yolu da
diyebiliriz.Uzun yıllardır trafik kazalarının meydana geldiği
Çorum-Mecitözü-Amasya,yada Çorum-Merzifon-Amasya Kavşağı da
diyebiliriz.
-
Gazeteci olunca insan biraz
kavşakları başka türlü de yorumlayabiliyor. Kavşaklar bazen
yolcularını yanıltabiliyor. Yanılanlar arsında komşu illerin valili
de oluyor.
- Bakanlarımız genellikle Karadeniz Bölgesi illerine giderken bu
kavşağı kullanırlardı. Tarihini hatırlamam mümkün değil amma, olay
henüz bugün ki gibi beynimde saklı diyebilirim: Bakan Ankara’dan
Amasya’ya gidecek Yukarda belirttiğim iki güzergahın hangisini
kullanacak?
-
Güvenlik açısından her iki
güzergahta da tedbir alınması gerekiyor. Amasya Valisi, Bakanın
Merzifon üzerinden Amasya ya geleceğini tahmin ediyor ve Merzifon a
doğru yola çıkıyor. Merzifon a bir ki kilometre kala, yapılan bir
anonsla bakanın Mecitözü üzerinden Amasya ya gideceği belirtiliyor.
Sayın Vali hemen dönüş yapıyor. Geri döndükten sonra Amasya-Mecitözü
karayoluna hızla devam ediyor. Bunu neden anlatma hissettiğimi belki
vurgulamayı istediğim nedeni kolay bulasınız düşünü ile kaleme
alınmıştır. Bakan Amasya ya çok yakın bir yerde karşılanabiliyor.
Bir yurttaş olarak oluşan görüntüleri bir kere değerlendirmeye tabi
tuttuğunuzda bir zaman kaybına uğrandığını, ekonomik kayıp,
karşılamaya yetişememe heyecanı. Olay giden içinde , karşılayan
içinde bir sorun haline geliyor. Kavşakta ki düzenleme çok güzel
olmuş, artık, sanırım alt ve üst geçişler oldukça burada trafik
kazası olmaz, canlar yitirilmez diye düşünüyorum. Kavşağın tüm
güzergah yolcularına hayırlı olsun diyorum. Kavşağın Çorum a
uzaklığı 14 ya da15 km kadar. Trafik bu yörede çok rahatlamış bir
durumda.
-
Kavşaktan Mecitözü ne doğru alırken
Elvançelebi Beldesinden geçtik. Beldenin yol güzergahı tarafındaki
konutların bakımı iç açıcı değildi. Evlerin önünde traktörler,binek
araçları bulunuyordu.Konutlara biraz onarım için harcama
yapılabilir,görüntü güzelleştirilebilirdi diye düşünüyorum.Elbette o
konutların sahipleri de güzel bir binada oturmak isterler
amma,ekonomi onları ancak bu kadar ayakta tutabiliyor sanırım.
- Ana yoldan Söğütyolu köy yoluna sapıyoruz. Burada da
traktörlerle, binek araçları var.Duvarlar beyaz.Eldeki olanaklarla
konutlar güzelleştirilmeye çalışılmış.Köyün pek göç vermediği
izlemini verdi bize.Traktörlerle bazı köylünün yol boyundaki
tarlalarda ekim yapışları bizi sevindirmedi değil.Fırsatı iyi
değerlendirmesini biliyorlardı.Köy içersinden geçerken öğrencime
burada Talat Doğan diye bir eğitmen bulunduğunu bu eğitmenin Harf
Devrimi sonrasında okuma-yazma seferberliğinde büyük yükleri
omuzladığını.halkında onu unutmadıklarını seziyorum dedim.
Öğrenciminde benden daha çok övgü dolu sözler kullanması beni
olduğunca memnun etti.
-
Her yıl 24 kasımda kutlanan
Öğretmenler Gününde eğitmenlerin de öğretmenler gibi Harf
Devriminde görev aldıklarını dikkate alınmaması konusu beni
olduğunca etkilemektedir dedim.Onlarında bugüne ulaşılmasında büyük
görevleri olmuştur.Vefa borçlu olduğumuzu unutmamamız gerekir diye
düşünüyorum. Harf Devrimi ile Eğitmenlerin yükümledikleri görevleri
konuşurken aracımız Devletoğlan Köyüne girmişti bile.Öğrencim
Yüksel,eski okulun yerini gösterdi.Yeni okul biraz daha uzak bir
yerde yapılmış.
-
Köy meydanı gibi bir yerde aracımız
durdu.Etrafımızı alan yurttaşlar hoş geldiniz sözcüğünden sonra
birbirlerine bunlar kim,köye neden gelmişler,ne istiyorlar gibi
sözlerle birbirlerinin sezintilerini belirtiyorlardı.Küçük yerleşim
birimlerinde köye gelip gidenler geriden yada uzaktan sorgulanmaktan
kurtulmazlar.Köye giden kendi kimliğini önce tanıtacak,daha sonra
onlardan yaşantıları ile ilgili bilgi alabilecek..Sana güvenmez ise
köylü sorununu hiç dile getirmez.Köylüler.sözünde durmayan insanları
hiç sevmez dersem sanırım yanılmış olmam.
-
53 yıl önce bu köyde beş ay
öğretmenlik yaptığımı, beni buraya bir öğrencimin getirdiğini,
onunda benim gibi emekli olduğunu, anılarımızı tazelemek için
geldiğimizi anlattım. Benim öğretmenlik dönemimde buraya çok kar
yağıyordu.Şimdi öyle yağış oluyor mu diye sorduğumda yurttaşın
“eskisi gibi buralara kar yağmıyor.Obruk Barajı tamamlandıktan
sonra yörede iklimlerin değişime uğramaya başladığını,yağan karın
çok kısa zamanda eridiğini görüyoruz” dedi.
-
Devletoğlan Köyünün de çok göç
vermediğini,Çorum ve yöresine göçenlerin köyle olan bağlarını
koparmadıklarını köye gelerek tarıma devam ettiklerini
söylediler.Yol kenarlarında modern tarım araçlarını görünce
Devletoğlan Köyü halkının bundan sonra daha çok gelir sağlayacak
türde tarıma önem vereceklerini öğrenince sevincim biraz daha
arttı.
- Aracımızın etrafındaki yurttaşlardan izin isteyerek orman
kenarında ki bir çeşme yada pınar diyelim.O na yakın yerde bulunan
fındık ağacı gölgesinde çayımızı yudumlarken.piknikçilerin bu güzel
yerleşim birimine uğramalarının kesilmeyeceğini,köy kenarındaki çam
ve meşe ormanının köye ayrı bir güzellik verdiğini söylemeden
geçemeyeceğimi anımsatmak isterim.
- Zirvenin hemen yamacında yapılan pikniğin başka bir yanının
bulunduğunu hissetmemenin mümkün olmayacağını anımsatmak gerekir
diye düşünüyorum. Devletoğlan Köyü Çorum un en yüksek yerleşim
birimlerinden birisi. Kırklar Tepesinin hemen yamacında.Çam ve meşe
ormanları insana öyle bir ferahlık veriyor ki anlatması çok
zor.Hafif bir rüzgarın çıkardığı hışırtı kulaklara öyle bir
güzellikle kıvrılarak uzanıyor ki ,kulak zarı sanki insana bu
değişik sesi devamlı duymak isterim diyor gibi kendi kendine
mırıldanıyor.
-
Çam ve Meşe ormanlarının güzel
korunduğunu görmek beni ayrıca sevindirdi.Sakın Kesme “SAKIN KESME
YAŞ AĞACA BALTA VURAN EL ONMAZ” sözü burada önemli bir etki
göstermiş,Ormanın içersinde rahat yürüyüş yapamazsınız.Her yanı
irili ufaklı ağaçlarla donanmış bir orman.Yöre köylerini ve
Devletoğlanlıları kutlamak gerekir diye düşünüyorum. Kırklar
Tepesinin yamacından ayrılıyoruz. Dönüş yolculuğunu Fakıahmet
köyünden geçerek yapmak istedim.Burada AB projelerinden birinin
uygulandığını duymuştum.Buraya kadar gelmişken birde yeni Fakıahmet
Köyünü görelim dedim.Köye yaklaşırken konutların yükseldiğini
gördüm.Gerçekten Fakıahmet liler çok akıllı davranmışlar. Onları
kutlamak lazım.Yolculuğumuz sürüyor,çam ormanları,meşe ormanları
öyle bir güzellik vermiş ki güzergaha.Aracı olanların bu güzergahta
bir yolculuk yapmalarını salık veririm. Fakıahmet Köyünden araçtan
inmeden ilerliyoruz.Bu köyü Devletoğlan da öğretmenken bir kez 1957
mayıs ayında görmüştüm.Evler tek katlı.Yıpranmış kerpiç duvarlardan
ibaret olan bir yerleşim yeriydi.Şimdiki çehresi çok değişik.
Aracımız her iki yanı ormanla kaplı yolda ilerlerken, Hıdırlık Köyü
Göletinin yanından geçiyoruz.Piknik için gölet kenarında çadırlar
kurulmuştu.İnsanlar göletin ve etrafındaki temiz orman havasını
almak için nelere katlanıyorlar demekten kendimizi alamadık.
Mecitözü üzerinden Çorum’a döndük. Yolculuğumuz bir saat sürdü.
Güzellikleri görmek unutulur cinsinden değil.
-
Yıllar önce bir şairimiz şöyle
demişti.
-
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA
-
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜDÜR.
-
GİTMESEKTE;GÖRMESEKTE
-
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜZDÜR.
-
Çok güzel bir dörtlük. Sanırım bu
dörtlük bize çok şey anlatıyor. Okurlarımın bu dörtlüğü kendilerine
göre yorumlayacaklarını umuyor beni sabırla dinledikleri için onlara
saygılar sunuyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- ABD-AB VE SINIR ÖTESİ
-
Sağduyu sahibi, aklıselim, uyanık, basiret ve
beka sahibi müteyakkız, Türkiye sevdası ile dolu, konjonktürü dikkatle izleyen
gazeteci-yazarlar; Bu gün için yaşanan vahim gerçeği korkusuzca ortaya koymaya
başladılar. Artık işin saklanacak-gizlenecek tarafı kalmadı. Uzun süredir
millet de anladı ve bildi ki; Türkiye büyük bir kırılma noktasına itilmiş ve
uçurumun ta kenarına kadar sürüklenmiştir. Bu hakikatle yüz yüze olan, her
şeyi en ince ayrıntılarına kadar bilen ve fakat ses çıkartmayan, farkında
değilmiş gibi davranan sadece hükümet ve siyasettir. Aslında günümüz siyaseti
ve sözde aydınları bu konuda pek de masum sayılmazlar.
- Aksine, sırtlarında yıllar önce uygulama imkânı hasıl olmuş bir projeye
engel olmanın vebalini ve sorumluluğunu taşımaktadırlar. “Aldatan Put ve
Pusudaki İhanet” konulu yazım yayınlandıktan sonra bir hayli olumlu tepki
aldım. Bir tanesi, benim hassasiyetime ve yakın zamanda kaçırılan önemli
fırsatlara dair açıklamalarıma şöyle cevap vermiş:
-
Adı bende mahfuz okuyucumun
mektubu aynen şöyledir: “15-16 yıl önce Kuzey Irak'a Özal'ın girmek isteğine
karşı çıkan şuursuz devlet ve yönetim anlayışının oluşturduğu kaosu
hatırlayınız. O zaman dünya kamuoyu Türkiye'nin (ilk kez!) lehinde idi ve
Körfezdeki Irak işgaline karşı savaşı merhum Özal tetiklemişti. Petrol Boru
Hattı'nı keserek Irak'a ambargoyu başlatan Özal'ı dinlemeyen, anası Kürt
olduğu için onu da Kürt sayan ve ilk kez Misak-ı Millî sınırlarına doğru
yürümeyi savunmasını doğru veya inandırıcı bulmayan asker-sivil aydınlarımızın
(!) özellikle de basınımızın oluşturduğu hadım siyaseti çok putları
canlandırmıştır. O yüzden, askeri göreve çağıran bütün tavırların bir ayağı
kaygan zemindedir. Çünkü askerin ne istediğini bizzat askerler bile
bilmemektedir. Tezkere çıktıktan sonra ‘Başbakanın Bush'la görüşmesini
bekleyeceğiz!’ diyen Genel Kurmay Başkanı'na sorulacak şu sorunun cevabı
verilmediği sürece Kuzey Irak'a yapılacak her harekat başarısız kalmaya
mahkum; tıpkı 25 harekatla bir sonuç alamadığımız gibi.
-
Siz Genelkurmay Başkanı'na sorulacak şu
sorunun cevabını alabilirseniz, o cevap üzerine bir kitap bile yazmaya değer:
‘Seçim öncesinde, Milli Güvenlik Kurulu'nda gündeme getirmediğiniz halde, Harp
Okulları'nda yaptığınız konuşmada neden Kuzey Irak'a girmeliyiz dediniz? Bu
konuşmada söylediğiniz, 'Kuzey Irak'a girince PKK'dan başka Peşmerge ve ABD
ile de bir iş tutacak mıyız?' sözlerinin ne anlama geldiğini Türkiye'de kimse
değerlendirmedi, ama ABD'li bir askeri gözlemci aynen şöyle dedi: "Bu
sözlerden anlaşılan şu ki, Türk Genel Kurmay Başkanı "Kuzey Irak'a
girmeliyiz!" dedikten sonra bu mülahazaları serdettiğine göre, o bölgeye
girmek istemiyor, ama iç politika malzemesi olarak kullanıyor." Bunları sizin
de tuhaf bulduğunuzu sanıyorum. Fakat hepsinin bir anlamı olmalı.
-
Kısacası, Genel Kurmay Başkanı'ndan sonra kim
Kuzey Irak'a girelim dediyse, ya bu iç politikaya alet oldu, yahut da hamasi
duygularına mahkum haline geldi... Sınırın bu yanını kontrol altına alamayan
Genel Kurmay Başkanı'na sorulacak pek çok soru varken, "Daha ne bekliyor ASKER
?" diye sormak bence çok anlamsız.
-
Gelen yüzlerce eleştiri ve öneri arasından,
özellikle bu maili sizlerle paylaşmak isteyişimin nedeni şu: Evet Türkiye
1991-92 yıllarında çok büyük bir nimet ve fırsatı kaçırmış ve o zamanki
rivayetlere göre, günün Genelkurmay başkanı, başta donanım eksikliği olmak
üzere bazı nedenler ileri sürmek suretiyle harekâta karşı çıkmıştı. Bunun
bedeli binlerce şehit ve milyarlarca dolar oldu. Oysa o gün mevcut donanımla
bu harekât pekalâ başarılabilir ve şu an tepemizde asılı demoklesin kılıcı
bertaraf edilebilirdi. Dolayıyla bu hadisenin ve çok daha sonraları örgüt
kongreleri toplandıkça ve belirli mevsimlerde 8000-9000’e yakın militan Kandil
kamplarında bir araya geldikçe neden gereği yapılmadı? Bütün bunlar
sorgulanması ve cevap aranması gereken sorulardır.
-
Ancak, bu sorulara cevap vermek bir yana 25
veya 40 yıllık geçmişi ve bu geçmiş içinde eşkıyanın nereden nereye geldiğini,
hangi dahili ve harici kaynaklardan beslendiğini dahi tam olarak sorgulamak
mümkün olamamıştır. Gerçek şu ki, tehdit hep büyüye gelmiştir.
- TÜRKİYE KİMLERLE SAVAŞIYOR ?
-
Aslında, bu bağlamda “savaş” ve “bölücü örgüt”
terimlerini asla kullanmamak gerek. Zira, savaşın muhatabı aleni düşman ve
hukuken var olan bir devlettir. Bu kelimeleri özellikle uluslar arası
plâtformlarda ve Irakla ilişkilerde kullanmaktan özenle kaçınmak şarttır. Aksi
taktirde salt bu terminoloji dolayısıyla bir takım baskılara ve flebisit
taleplerine muhatap olunması ihtimali mevcuttur. Şu hale nazaran muhatap
unsurdan sadece “eşkıya” ve “çeteler” olarak bahsetmek mümkündür. Mamafi daha
açık ve anlaşılır olması bakımında biz sadece bu araştırma ile sınırlı kalmak
koşuluyla bu kelimeleri kullanmaktayız. Devam edelim.
-
Türkiye kimlerle savaşıyor ? dedik...
-
Bu soru, şu günlerde herkese sorulmalı.
-
Millet vahametin tam anlamıyla farkına
varmalı.
-
Zira, Türkiye şu anda başta ABD olmak üzere AB
ve OECD üyesi tam 28 ülke ile fiili savaş halindedir. Bu husus bizzat Cemil
Çiçek tarafından Adalet Bakanlığı zamanında açıklanmış, aslında yıllardır
bilinen ve belli olan bir gerçektir.
-
Ordu bizim ordumuz. Askerler bizim
evlâtlarımız ve kardeşlerimiz. Dahası, hepimiz Türk’üz ve askeriz. Bu bizim
atadan ve soydan mesleğimiz. Adaletin, hakkın, hakikatin ve hukukun
askerleriyiz biz. Ve dahası biz; Cumhuriyetiz, Demokrasiyiz, Lâiklik ve
İnsanca, mertçe, dürüstçe, adalet ve barış içinde yaşamanın yer yüzündeki
temsilcileriyiz.
-
Biz bir hukuk devletiyiz.
-
Ordumuz Türk ve Atatürk ordusudur.
-
Bizim ordumuzda lânetli pavyon paşaları,
ABD-NATO ve AB kulu-kölesi, yeminli, biatlı dönme, devşirme, mason ve misyoner
tohumları yok. Olanlar varsa eğer, bunlar Türk milletinin emrinde ve
hizmetinde olamazlar! Temizlenmeleri ve tasfiyeleri gerekir.
-
ABD-AB namına ihtilal yapanlar, "NATO" ya
sadakat yemini edenler ve "Ours boy" unvanını alanlar asla ve kesinlikle
damarlarında “asil kan” akanlar değildirler ve olamazlar da.
- Gelin; Doğruya doğru, eğriye eğri, yanlışa yanlış deme cesaret ve cüretini
gösterelim.
- Mesele, büyük önder Mareşâl Mustafa Kemal ATATÜRK’ün "Ya askerlik ya
siyaset" diyerek gösterdiği yoldan gitmeyenleri, sorumsuz olduğu halde
milletin kendilerine emanet ettiği silahları millete göstererek siyaset
yapanları teşhir etmek, bazı suiniyet ve sızmalara dikkat çekmektir.
-
Allah için konuşun, 25 yıl savaş mı olur? Tüyü
bitmemiş yetimin hakkı ve bu çilekeş halkın, el emeği ve göz nuru olan 500
milyar dolar nasıl sokağa atılır? Ülkeyi baştanbaşa üç kez imar ve ihya etmeye
kâfi büyük bir servet böyle nasıl hovardaca harcanabilir?
-
Hani, 12 Eylül öncesinde bu ülkede çok yaygın
bir anarşi ve terör vardı.
-
Kalleş baronlar kardeş
kavgasını tahrik etmiş ve binlerce masum ve müsemmanın alçakça, haince kanına
girmişlerdi. 12 Eylül günü askeri müdahale oldu. Anarşi ve terör bir günde
bıçakla kesilir gibi kesildi. Bu neydi? Bir tesadüf mü? Yoksa mucize mi? O gün
pek alâ muktedir olanlar ondan sonra 25 yıldır hangi stratejiyi geliştirdi?
Bu 25 yılda güvenlik meselesinde sözde sivil iktidarların gücü ve etkinliği
ne oldu?
-
Ülke çıkarlarını düşünenlerle, bir yerlere
savrulup milletin başında boza pişirenleri ayıralım..
-
Açık ve net sormak gerek!
-
Sincan'da İsrail tel’in edildi diye,
sokaklarda tank dolaştıran, o Şubat bülbülü, İsrail muhibbi Çevik Bir
beyefendi ve avanesi şimdi nerelerde.. Milletin cebinden kaç para alır.
Nerelerde yatar, nerelerde kışlar?
-
Koskoca 25 yıl ve 500 milyar dolar!
-
Sivil siyaset veya ordu, kabahat veya ihmal
kimde ise mutlaka hesap vermelidir.
-
Ve, daha da önemlisi bu trajikomik hikâye
burada bitmeli, bitirilmelidir.
- ANCAK ! GERÇEKLER AÇIKLANARAK
-
Fazla söze gerek yok. Irak'ın kuzeyi Türk
jetleri tarafından hallaç pamuğu gibi atılıyor.
-
Başbakan İngiltere'den, ardından da ABD'den
sınır ötesi operasyon onayı almak için koşuşturuyor. Kendi ellerimizle
palazlandırdığımız Irak'ın kuzeyine en sonunda ekonomik yaptırımlar
uygulanması kararı istemeyerek de olsa çıkıyor. Açıkça sınır ötesi tehdit
olmasına karşın NATO kollarını kavuşturmuş, olanları seyrediyor.
-
Her ne kadar uluslar arası bir barış ve
güvenlik örgütü olsa bile, cari konsepti itibarıyla NATO, adeta ABD’nin emrine
girmiş; Bunun yanı sıra AB çıkarlarını koruma kaygısına düşmüş ve tıpkı Bosna-Hersek’te
olduğu gibi, Irak’ın nahak yere işgaline de seyirli kalmıştır. Şu halde, BM
veya NATO’dan her hangi bir konuda sağlıklı karar beklemek olanaksızdır.
- İşte bu ortamda hâlâ Türkiye K. Irak’a sınır ötesi operasyon yapsın mı –
yapmasın mı tartışmaları dinliyoruz. Sınır ötesi operasyonu istemeyenler
bölgenin bataklık olduğunu ve TSK'nin bu bataklığa batma tehlikesi olduğunu
ileri sürüyorlar. Oysa 1 Mart tezkeresi öncesi TSK'nin ABD kuvvetleriyle
birlikte mutlaka Irak'a girmesi savunuluyordu. O zaman, hele de Saddam
döneminde Irak'ın kuzeyinin de güneyinin de bataklık olduğu biliniyordu.
- BİR MART TEZKERESİ
-
Aslında doğru olan bir Mart tezkeresini kabul
etmek ve tam bir devlet ciddiyeti içinde uygulamaktı. Ben kişisel olarak 1
Mart tezkeresinin geçmesinden yana olanlardandım. Şimdi de hâlâ aynı düşüncemi
koruyorum. Çünkü koşullar ve belgeler çok iyi düzenlenmişti. ABD Türkiye'ye
girerse bir daha çıkmaz, gibi sözler söylendi. Kesinlikle öyle bir durum
mümkün değildi. Bunların hepsi efsaneydi. Hani, bilmeden fikir üretme var ya.
Aynısı yapıldı. Bunları çok aydınlarımız da maalesef yapıyor ve bu ülkeye çok
da zarar veriyorlar.
-
Nitekim o tarihte Türkiye, hissiyattan
uzaklaşıp Genelkurmayın yapmış olduğu o çok mükemmel anlaşmalara uygun biçimde
oraya girseydi, bugün Irak'ın kuzeyindeki bu (PKK) ve benzeri sıkıntılar,
karşımızda önemli bir ulusal güvenlik sorunu olarak durmayacaktı.
- Onun dışında bunun ülkemize daha başka getirileri de olacaktı.
-
Tamam, demokratik bir ülkeyiz. TBMM'nin kararı
öyle çıktı.
-
Ona da saygı duymaktan başka söyleyecek
sözümüz yok.
-
Ancak, bugün yine sınır ötesi operasyona karşı
çıkanlar var. Ben buna katılmıyorum. Irak'ın kuzeyi TSK için asla bir bataklık
olmaz. Bunu düşünmek bile abestir, yanlıştır. Zira, ne Türkiye Cumhuriyeti
dünün devleti ne de TSK dünün silahlı kuvvetleridir. Dolayısıyla TSK bu konuda
fevkalade olgun bir noktaya ulaşmış durumdadır. TSK bir avuç eli kanlı PKK' lı
katil sürüsünün karşısında bataklığa saplanmış konumuna kesinlikle düşmez.
Düşebileceği de söylenemez. Bu türlü konuşanlara şüphe ile bakmak gerekir.
-
Dahası, şu anda TSK komuta kademesinde yukarda
“bir zamanlar için” tanımladığımız “ABD-AB namına ihtilal yapan, "NATO" ya
sadakat yemini eden ve "Ours boy" unvanı alan ve damarlarında akan kan şüpheyi
calip” kimseler değil; Yürekten bir samimiyet ve sadakatle askerlik mesleğine
bağlı, Türk inkılâbı ve Atatürk ilkelerine sahip ve saygılı; Varlığını Türk
milleti ve devletinin devamlılığına adamış askerler vardır.
-
Bu Allah’ın bir lütfudur.
-
Kıymeti-kadri bilinmeli
terör belâsına “şimdi” mutlaka son verilmeli, keza, 25 yıldır bunu sürüncemede
bırakan ve anarşi üzerinden rant sağlayanlara hesap sorulmalı, muaheze
edilmeli ve bedel ödettirilmelidir. Evet, bedel ödemek değil, bedel ödetmek
zamanıdır. Çünkü millet zaten bu güne kadar çok büyük bir bedel ödemiş
bulunmaktadır.
- TERÖRLE MÜCADELE
-
Şimdi, bazı provokatif kesimler ve AB uzantısı
akredite medya tarafından bu düzenli bir savaş değil, asimetrik bir savaş
olması nedeniyle tehlike var, deniliyor... Maksat : TSK’nın sınır ötesi
harekâtını önlemek ve menfur amaçlarını adım adım gerçekleştirmektir. Elbette
karşı taraf o alçakça saldırılarını yapacak. Bu saldırılar karşısında TSK
kayıplar verebilir. Bu, terörle savaşın doğasında var. Özellikle de bu tür bir
savaşta kayıpları önlemek, düşünüldüğü kadar komutanların ya da liderlerin
elinde değildir. Çünkü terörle mücadele ediyorsunuz.
- Karşınızdaki, onurlu bir devletin erdemli bir ordusu değil.
-
Karşınızdaki, güya sizinle savaştığını
söyleyen çeteler. Bunlar herhangi bir ahlaki, insani ya da yasal bir kurala
bağlı değiller. Üstelik aralarında dünyanın bütün milletlerinden fırsat
düşkünleri ve maceraperestleri var. Elebaşıları ve militanlarının kahir
ekseriyeti ise Ermeni asıllı ve ASALA kökenli. Sanıldığı gibi Kürt unsuru
falan yok karşınızda. Üstelik bunlar ahlâken düşük marksist ve leninist
ideolojiye mensup bir güruh. İslâm’la veya insanla bağdaşır yanları yok.
-
Ama siz TSK olarak insani kurallarla,
uluslararası hukuk kurallarıyla, kendi ülkenizin hukukuyla bağımlısınız.
Dolayısıyla işin zorluğu doğasında. Tabii ki tek bir insanımızın akan kanı
bizim için çok değerlidir. Ama bu ülke savunulmak zorunda. Bu ülkeyi
savunmasız bırakırsak, onun bunun arzusuna göre yol alacak hale getirirsek o
zaman neyimizi koruyabiliriz? Bunu bir sormak lazımdır.
-
Pskolojik savaş birimleri yok edildi
-
Onun bunun arzularından kastınız nedir?
-
Bugünlerde özellikle TBMM çatısı altında bazı
sesler çıkıyor. "Başka çözüm bulmak lazım", diyorlar. Tamam, başka çözüm
bulmak lazım da karşınızda eli silahlı bir terör örgütü var. Yani Türkiye
Cumhuriyeti Devleti bu terör örgütüne, "Gel kardeşim, masaya oturalım.
Pazarlık edelim. Ben sana biraz vereyim. Sen de biraz fedakârlık yap. Şu işi
bir orta çizgide halledelim" mi demeli?
-
Talabani de aynı şeyi teklif etmedi mi?
-
O zaman Türkiye Cumhuriyeti bunu kabul mü
edecek? Başından beri Abdullah Öcalan 'ın talebi de oydu. Daha sonra
İmralı'dan avukatları aracılığıyla aynı mahiyette birçok mesaj gönderdi. Murat
Karayılan 'ın, Osman Öcalan 'ın, hepsinin talepleri bu oldu.
- Bugün bu talepleri Irak'ın kuzeyindeki o lider bozuntuları, aşiret
reisleri seslendiriyorlar. Onların ne, kim olduklarını biz çok iyi biliyoruz.
Bu son 30 yıla yakın zaman içinde bir de oradaki insanları Türkiye Cumhuriyeti
besledi. Saddam zamanında ekmekleri yokken ekmeklerini verdi.
-
ABD'nin Irak'ı işgal etmesiyle ortaya çıkan
Irak'ın kuzeyindeki Kürt bölgesine bizim işadamları yatırımlar yaptı. Okul,
hastane, konut, devlet daireleri, havaalanı inşa ettiler. Hatta petrol bile
çıkardılar. Türkiye'den oraya hepimizin bildiği gibi inanılmaz ucuz fiyattan
elektrik veriliyor. Yani Türkiye orayı kalkındırdı. Peki, hangi amaçla o bölge
palazlandırıldı, gelip bizim insanlarımızı vursunlar diye mi?
-
Bu tür komşu ülkelere yönelik faaliyetlerin
mantıklı izahları olabilir. "Bu ülke insanları bize dost olsun. Karınları
doysun ki başka yerlere göç edip oralarda rahatsızlık yaratmasınlar. Ben
onlara kendi evlerinde belli bir hayat standardı sağlayacak biçimde yardımcı
olayım. Bir yandan paramı kazanayım, bir yandan da bu yardımı yapayım" diye
hükümetler bu yönde karar alabilirler.
-
Ama bugün içinde bulunduğumuz koşullarda sizin
sorunuz çok geçerli. Acaba bu Türkiye açısından akıllıca bir davranış mı,
yoksa değil mi? Şu geldiğimiz aşamada, Barzani ve Talabani'nin Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'ne böylesine kafa tutacak cesareti bulup "Size bir Kürt
kedisini bile teslim etmeyiz" gibi abuk subuk, ne idüğü belirsiz beyanlarda
bulunacakları bir noktaya geldiyse Türkiye, kendimize şunu sormalıyız: "Bu
katkılar devam etmeli midir?"
-
TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu geçen gün, "Ulusal
güvenliğin söz konusu olduğu bir yerde artık kâr, ekonomi hesabı yapılmaz. Onu
yaptığınız zaman ihanetin içinde olursunuz" dedi. Onun üzerine çeşitli iş
çevrelerinden Hisarcıklıoğlu'na hücumlar var. Kıyısından köşesinden mazeret
üretip halkın gözünün önüne alacalı bir resim koyma gayreti içindeler.
Devletin elinde askerden önce kullanabileceği başka kozlar da var. En azından
bunları kullanırsınız.
-
Bir de PKK'nin kaçırdığı sekiz asker konusu
var. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir terör örgütüyle pazarlık masasına
oturabilir mi?
-
Bunu da psikolojik propaganda amaçlı
kullanıyorlar. Çok iyi baktıklarını söylüyorlar. Meğer ne kadar
insancıllarmış. "Türkiye isterse teslim şartlarını konuşuruz" diyorlar.
- Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti terör örgütüyle masaya oturacakmış. İş,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, bu teröristlerin o şekilde konuşmasına
muhatap olacak noktaya geldi. Askeri adımlar atılıyor. Bu şehitler boşuna
verilmiyor. Ama bizim güvenlik güçlerimiz teröristle savaş veriyorlar. Terörle
savaşın ekonomik, siyasal, sosyal, psikolojik boyutları vardır.
-
Bana göre psikolojik harekât konusunda
devletimiz hemen hemen sıfır noktasındadır. Bizim öyle bir birimimiz yok.
Yetişmiş kadrolarımızın olduğunu da pek sanmıyorum. Bu hükümetin işidir.
-
Bu işle ilgili bir zamanlar
devletin ilgili kurumları vardı. Ama AB'nin talebiyle o kurumlar, birimler
külliyen bitti. O şartlar nasıl kondu, nasıl oldu? Akıl ermez bir iştir.
- Bir zamanlar Barzani ve Talabani sözüm ona düşmanken iki kere onları
birbirlerinin tuzağına düşmekten TSK kurtarmadı mı?
-
Öbürünün tuzağına düşmesin diye aldık adamı,
helikopterle başka yoldan götürdük. TSK bütün bunları yaptı. Ama gerek
Talabani'nin gerekse de Barzani'nin ne kadar kaypak, ne kadar dönek, ne kadar
sözüne güvenilmez yaratıklar olduklarını TSK'den daha iyi hiç kimse bilemez.
-
Üstelik Talabani, Sovyetler Birliği döneminde
Sovyet yanlısıydı. Parti üyelerine "Yoldaşlarım" diye hitap ediyordu. Barzani
ABD'ciydi. Ama günün birinde baktık ki Talabani, ABD köstebeği çıkmadı mı?
-
ABD ajanı olduğu ortaya çıkınca epeyce hayret
eden olmuştu, diye hatırlıyorum.
- ABD'nin gizli gündemleri PKK dörde ya da beşe bölündü. Öcalan'ın artık
etkisi kalmadı. Bir kısmı Barzani ve takımının etkisi altına girdi, deniyor.
Bunlar sonuçta peşmerge. Bunlar bu kadar modern silahları nasıl
bulabiliyorlar?
-
Bu terör örgütü diğer odakların desteği
olmadan tek başına ayakta duramaz. Ne yazık ki bunun arkasında buna payanda,
destek olan, ona bütün bu söylediklerinizi sağlayan ya da kendisinin bir
şekilde sağlamasına göz yuman unsurlar var.
-
Kimdir bu unsurlar?
-
İsterseniz yakından uzağa doğru gideyim. En
yakında olanlar Barzani-Talabani ikilisi, Irak'ın kuzeyindeki oluşumlar. Bir
yandan da dünyaya ve bize, "Biz otonom bir yönetimiz. Yönetimin başkanı da
var. Bağımsız da olabiliriz" diyorlar. Ben geçen yıl özel temsilcilik
görevindeyken Irak'ın kuzeyinden benimle temas halinde olan bir kişi 2007'nin
ajandasını getirdi.
-
Ajandanın en son iki sayfasını kapsayacak
biçimde Büyük Kürdistan haritası vardı. Bu haritaya Mersin ve benim memleketim
olan Sıvas, yukarıda Kars da dahildi. Aynı haritanın şeklinde rozetler
yapmışlar. O kişi bana, "Bu rozetten bütün peşmergelerin, hatta çocukların
bile yakalarında var" dedi. Bunlar çocuklarına hedef olarak bu haritayı
gösteriyorlar.
-
Şu anda Irak'ın kuzeyindeki büyük güç ABD.
ABD'nin bilgisi dışında bunları nasıl yapabilirler?
-
Şu andaki konjonktürde aksini düşünmek mümkün
değil. Benim bilebildiğim kadarıyla ABD'nin Irak'ta, Ortadoğu'da, bir kısmını
henüz açıklamadığı, ama bir kısmını da açıkladığı ileriye yönelik bazı
projeleri var. Açıkladığı projelerden birisi de BOP. Zaten bizim Başbakan da
BOP'un eşbaşkanı olmakla övünmüyor mu?
-
Ümit ederim neyin ne
olduğunu ya da olmadığını çok iyi kavramışlardır. Ama benim anlayabildiğim
kadarıyla BOP henüz daha ABD'nin düşündüğünün tam şekliyle ortaya konmuş ya da
bizlere deklare edilmiş değil. Benim anlayabildiğim kadarıyla BOP onların
kafasında net. Ama o kafalarındaki net şekli bize anlatmış değiller.
-
Şimdilik göründüğü kadarıyla bölge ülkelerine
demokrasi getirilecek, Türkiye bunlara model olacak, ama bunun olabilmesi için
Türkiye'nin biraz ılımlı İslam’a kayması lazım. Anlayamadığım, ılımlı ya da
sıcak İslam nasıl oluyor? Bizim bildiğimiz İslam İslam’dır. Yarı demokrasi,
yarı şeriat, ikisini de idare ediverin. Nasıl idare edilebilir? Onu bir türlü
kafamda canlandırabilmiş değilim. Laiklik ilkesinin olmadığı yerde
demokrasiden söz edemezsiniz.
- Peki, bu peşmerge takımı TSK'nin mevzilendiği noktalarla ilgili bu kadar
isabetli haber alma bilgilerine nasıl ulaşabilirler?
-
Öncelikle bunun hesabını vermesi gerekenler
demin sözünü ettiğim Irak'ın kuzeyindeki kişiler. Ondan sonra Irak yönetimi
geliyor. Ama bugün Irak yönetimi acınacak halde.
-
Geçenlerde bir Iraklı yetkilinin, "Biz egemen
bir ülkeyiz. Sınırlarımıza müdahale ettirmeyiz" türünden bir beyanını okudum.
Doğrusu buna bir hayli güldüm. İşgal altındaki, bir ucundan bir ucuna ABD
askerinin kol gezdiği bir ülke nasıl egemen olur? Onu da çözebilmiş değilim. O
durumdaki bir yönetimden özellikle bu terör örgütüyle ilgili olarak fazla bir
şey bekleyemezsiniz.
-
Esas terör örgütüyle ilgili yapabilecekleri
olup da yapmayanlar var. Bunların başında tabii ki ABD geliyor. Onun yanında
da AB ülkeleri... Bunların yapabilecekleri şeyler vardı; halen var, ama
yapmadılar. Şimdi, "Yapalım, edelim" gibi bazı beyanlar var. Bilmiyorum.
Sonucunu görmedikçe inanmam mümkün değil.
-
Ben diyorum ki: "Benim dostum olduğunuzu
söylüyorsanız, böyle bir terör belasıyla mücadelemde bana katkı sağlayacak,
yardımcı olacak bazı şeyleri yapma yeteneğine sahipseniz, ama bunu yapmaktan
kaçınıyorsanız o zaman benim gözümde siz benim yanımda değil, o teröristin
yanındasınız."
-
PKK denilen eli kanlı örgüt Türkiye'ye bu
kadar kapsamlı harekât yapabiliyor, canını böylesine yakabiliyorsa arkasında
çok belirgin güçler vardır. Bu güçler de bellidir.
- Türkiye'de demokrasi oyunu oynanıyor
-
Peki, ya AB?
-
Onunla ilgili söylemem gerekenleri söylemek
istemiyorum. İçim bu konuda çok dolu. Ben biliyorum ki o Avrupa ülkelerinin
uyuşturucuya kurban verdikleri her genç insanın kanında PKK'nin kanlı elleri
var. Çünkü o uyuşturucunun oralara ulaşmasında en büyük taşıyıcı örgüt PKK. Bu
durum kendilerine defalarca bildirilmesine rağmen hâlâ ülkelerinde,
başkentlerinde PKK'nin işyerleri serbestçe çalışıyor. Hâlâ Brüksel'deki Grande
Place'ın etrafında PKK'nin sekiz-on tane döner dükkânı var. PKK'ye para
kesiyorlar. Önlerinde PKK bayrakları sallanan bütün büroları açık. Kendilerine
Interpol listesinde arananların isimleri bildirilmiş. Adresi, her şeyi belli.
Buna verilen cevap: "Benim ülkemde, yasalarıma aykırı bir şey yapmıyorlar."
Bundan sonra da bu insanlar uçağa bindirilip serbestçe Irak'ın kuzeyine
gidebiliyorlar. Bunu Öcalan'ın yakalanma süreci içindeki seyahati sırasında da
gördük. Bu ülkelerin insanlarıyla ilgili hiçbir sorunum yok. Ama oralardaki
yönetimler ne yazık ki böyle bir kasıtlı aymazlığın içinde. Türkiye'yi adam
yerine koymuyorlar; talebine aldırış bile etmiyorlar. Benim anlayabildiğim
kadarıyla onların Türkiye üzerinde başka hesapları var.
- Ne gibi hesapları var?
-
AB süreci içinde Ermeni meselesini halledin,
Kıbrıs sorununu çözün gibi dayatmalarla karşılaştık. Bunlar Kıbrıs'ın Rum
kesimini büyük törenlerle AB'ye tam üye yaptılar. Bu ne biçim bir mantıktır?
Demek ki bunlar Kıbrıs sorununun çözümünü arzu etmiyorlar. Yunanistan'ı da
AB'ye ucuz ve basit bir biçimde aldılar. Çünkü Türkiye'ye Ege sorununu çözmesi
söyleniyor, ama Yunanistan'a neden söylenmedi? Yunanistan'dan Kıbrıs sorununu
çözmesi neden istenmedi? Demek ki tam anlamıyla riya ve çifte standart
içindeler. Sonra çok yanlış bir kanı var. Batılılar, içimizdeki beşinci kol
faaliyetleri ya da psikolojik savaş unsurları bunu pompaladılar, sanıyorum.
Medyamızın bir kısmı da zaman zaman buna alet oldu. Halkta sanki o bölgenin
insanlarının tamamı PKK'yi destekliyor gibi bir düşünce yarattılar. Orada
halkımızın büyük çoğunluğu vatanını seven insanlardır.
-
Ama Güneydoğu'da oyların hemen tamamı AKP'ye
ve DTP'ye gitmedi mi?
- Oynadığımız bu demokrasi oyununu bir an önce sonlandırmak ve doğru dürüst
bir demokrasi uygulamasına başlamak zorunluluğumuz var. PKK gelsin, mezradaki
vatandaşın kafasına Kalaşnikof'u dayasın, "Bu mezradaki oyların birisi bile o
işaretten başka partiye giderse hepinizi yarın akşam halledeceğiz" desin. O
vatandaş ne yapacak? Oralarda her mezranın, her köyün başına asker, korucu
koymanız mümkün değil. Dolayısıyla o insanlar oralarda zorunlu olarak istenen
yere oy vereceklerdir, veriyorlar da. Başka çareleri yok. Bana göre o oyların
çok önemli bir kısmı bu şekilde sağlanmıştır. Ondan sonra da TBMM'de demokrasi
oyununu oynamaya başlarsınız.
-
ABD, Saddam'ı teröre destek veriyor diye
yakaladı ve idam ettirdi. Türkiye açısından baktığınızda bu durum Barzani için
de geçerli değil mi?
-
Bana göre Türkiye'ye karşı işlenmiş suç
bakımından Öcalan'dan pek farklı değil. Yaptıkları yanına kâr kalmamalı. Bir
şekilde cezalandırılması gerekiyor. Marmara Denizi'nde adamız boldur. Hayırsız
var, Yassıada var.
-
Türkiye NATO'nun bir üyesi. NATO tüzüğünün 4. ve 5. maddeleri var. Bir NATO
üyesine dışarıdan gelen ve güvenliğini tehdit eden saldırılar karşısında NATO
üyelerinin harekete geçmeleri gerekiyor. Sizce NATO hâlâ neden harekete
geçmiyor? NATO bir açıklama yaptı. Sanıyorum bütün AB'nin görüşü de o noktada.
"Bu, Türkiye'nin iç meselesidir" diyorlar.
-
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Mahmut
Selim GÜRSEL |
|
- ASLAN BACANAKLAR
- Hepimizin çoğunlukla bacanağı vardır. Binimde iki tane aslan
bacanağım var. Birisi benden on yaş büyük, sanayici iki fabrikası olan, diğeri
ise benden on yaş küçük Belediyede Memur.
-
Benim onlara karşı beslediğim ilgi ve sevgiye
karşı onlarında bana karşı yaptıkları ve davranışları beni üç ay öncesine
kadar riya ve yüzüme gülme olduklarını bir vesile ile gösterdiler. Eşimin de
bu sayede gözü açılarak kız kardeşlerinin ve eniştelerinin ne olduğunu
anlamalarına vesile olan olaylar dizisini anlatmak isterim.
- Aile içi problemler olabilmesine karşın, anlatacaklarımda da
bizim iyi niyetimizi ve onlara karşı “aman etraf duymasın, ayıp olmasın”
politikamızı da böylece sonuçlanmasına sebebiyet verdiler.
- Allah Rahmet eylesin kayınpederim vefat edeli 25 yılı geçti ve
kayınvalidem vefat edeli 23 yılı geçti. Allah yerlerinde rahatlık versin.
Benim onlardan bir şikâyetim, onlarında benden bir şikâyetim yoktu. Geldiler
geçtiler. Gittikten sonrada biraz kızlarına mal bıraktılar.
-
Normal zamanlar dışında miras işlerini
yapılması gerekirken Büyük bacanak tarafından sattıkça bölüşürüz fikrini
benimsedik. İlk bir yıl içerisinde kayınvalidenin iki tarlasını sattık ve
bölüştük. Sonra bekle de satalım. Bu fiyata verilmez teraneleri başladı. Bizim
hanım da: sanayici eniştesine; satmayacaksanız benim hissemi siz alın dedi.
Dermez olaydı bir küstüler tam 5 ay ne aradılar, ne de sordular. Derken bir
bayram öncesi bizim eve geliverdiler. Gelenler Allah’ın misafirleri. Bizde
bozuntuya vermedik. Hoş beş, bir şey olmamış gibi devam eden ziyaretten sonra
biz biraz iade-i ziyarete gitmekte ağır aldık. Bir akşam telefon çaldı baldız
gelinde oturalım diye davet etti. Mecburen kalktık gittik. Gidip gelmeler
devam etti.
-
Dördüncü senede küçük bacanak ev aldım
borçluyum. Ağabey; bana para lazım. Tarlaları satsak. Ben evin borcunu ödesem,
size de hissenizi taksitle öderim. Önerisini hoş karşıladık. Eşim ve ben bizce
sakıncası yok. Büyük bacanak ne diyecek? O da olumlu bakarsa satalım dedik.
-
Onunla da konuştuğunu ertesi gün telefonla
bildirdi. Hatta tarlalara da müşteri bulduğunu toptan tarlaları alacağını
büyük bacanakla beraber tarlalara bakmaya gidileceğini benimde gelmemi
istediğini söyledi.
-
Ertesi gün dediği iş yerinde buluştuk.
Tarlaları alacak adam, büyük bacanak, ben, küçük bacanak tarlaya talip kişinin
arabası ile tarlalara bakmak için köye gittik.
- Tarlaları alacak şahsınla tarlalara baktık, komşularla
konuştuk. Alıcı kişi çok iyi niyetli olduğunu tarla komşularının tarlalara
verdikleri düşük ücretlere itiraz ederek bu paraya bu tarla çok ucuz diye de
çıkıştığını şahit olduk.
-
Tekrar arabaya binerek tarlalara müşteri olan
kişinin iş yerine geldik. Çayları içtik. Çaydan sonra adam belirli bir para
verdi. Büyük bacanak biraz daha ver dedi. Oda bir miktar daha arttırdı, büyük
bacanak biraz daha ver dedi adam arttırdı, üçüncü seferde aynı konuşmada adam
arttırdı. Dördüncü seferde bacanak arttır diyince adam kızdı ve ağzını bozdu
“si. git yavşak” derdi. Tabi bizde bu hitaptan nasibimizi almış olduk.
-
Böylece tarlaların satışı kalmış oldu. Biz
satılmadığı için üzüldük. Büyük bacanak ise sevindiğini ileriki yıllarda
öğrenecektim.
-
Küçük bacanak evin tarlaları alacak adamın
verdiği borçla işini gördü. Tabi ki sonraki yıllarda bizim arkamızdan çevrilen
Bizans Oyunlarından haberimiz olunca işin doğrusunu anlamıştık. İş işten
geçmiş, bizi akılları sıra kullanmışlardı.
-
Biraz geriye gitmek itiyorum: Kayınvalide
vefat edince büyük bacanaklarda toplanmıştık. Büyük bacanak tarları ektirelim
boş durmasın demişti. Bizde olur ekilsin demiştik. Birkaç gün sonra bizimkinin
ablası kardeşine şu kadar tohum parası ve gübre parası hissenize düşüyor verin
diye bilgi yollamıştı. Eşimde bana bilgiyi iletti. Çıkarttım istenilen parayı
verdim. Sonra eşime parayı eniştene vermeden döviz bürosuna git bu para ile
kaç mark alınır diye sor diye tembih ettim. O da ablasına giderken döviz
bürosuna bu para ile kaç mark alınır diye sormuş ve sonucu bir kâğıda
yazmıştı. Hasat mevsiminden birkaç ay sonra işten eve geldiğimde bizim hanım
sevinerek ablasına, eniştesine, anasına dua ederek beni karşıladı. Tarlalardan
hissesine düşen paranın geldiğini söyledi. Bende, yarın git bu paraya kaç mark
verdiklerini öğren diye tembihte bulundum. Eşim ertesi gün gitmiş paranın kaç
mark ettiğini sormuş ve kâğıda yazdırmıştı. Ben akşam eve gelince suratı asık,
üzüntülü bir şekilde görünce durumu kavramış ve şaka ile sormuştum. Kaç mark
verdiler? Ağlamalı olarak kâğıdı önüme tuttu. Verdiğimiz paradan üç mark eksik
diyebilmiş ve ağlamaya başlamıştı. Üzülmemesini söyledim. Ticaret bu karda
edersin zarar da diye takılmıştım. Ertesi ay yine gübre ve tohum parası
istediler. Tarladan bir yıl öncesine göre verdiğimiz paradan üç mark eksilmiş
olan ekin paranın üzerine yarısı kadar daha ilave ederek eşime verdim ve
tembih ettim giderken sor kaç mark ediyor diye takıldım. O da parayı vermeden
kaç mark alınacağını öğrenerek bir yere yazmış. Hasat mevsiminden sonra yine
ekin parası geldi. Eşim ben demeden döviz bürosuna sonmuş. Tekrar on mark
kadar zarar ettiğimizi öğrenmiş. Ben eve gelince sordu. Bu ne biçim ekin
ektirme? Hiç buradan kar edilmeyecek mi? Diye serzenişte bulundu. Bende ne
yaparsın karıcığım tarlayı ekenin karnını doyuruyoruz ya. Demiştim. Eşime şu
teklifte bulundum. Hatun ya her sene üç veya on mart zarar eder sesini
çıkartmazsın ya da kardeşine söyle tarlalar satılana kadar o ektirsin o yesin!
Eşimde küçük kardeşine sen ektir sen ye diyerek, aile bütçemizi zarardan
kurtarmıştık.
-
Aradan bir iki yıl daha geçti. Devlet
ekilebilen tarlalara teşvik vermeye başladı. Bizim tarla tapanla bir işimiz
olmadığı için ve yukarıda tarlaların ekimine karışmadığımız için ilgimiz
dışında kalan bir olaydan bi haber olmamız normaldi. Bir gün büyük bacanak
baldızla bize geldiler. Hoş beşten sonra tarlalar için teşvik verileceği için
annenizden kalan taşınmazları sizin üzerinize almak için tapuya müracaat ettim
baldız yarın bize gel de tapuya gideceğiz. Annenin taşınmazlarını üzerinize
aldıracağım dedi. Hanım olur dedi. Ertesi gün gitti tapuda imzalarını atmışlar
ve tapular üzerilerine geçmiş. Aradan bir ay geçince büyük bacanağa tapuların
fotokopisini verinde belediyeye beyanname verelim dedim. Büyük bacanak küçük
bacanak o işi halledecek diye bizi uyuttu. Görünce küçük bacanağa sordum
tapuların beyannamesini verdin mi dedim tamam abi vereceğim dedi.
-
Bir yıl sonra tarlalardan birisine komisyoncu
arkadaş bir müşteri var diye bana geldi. Verdiği fiyatı büyük bacanağa
söyledim. O fiyata olmaz şu fiyata verelim dedi. Komisyoncuya durumu aktardım,
oda alıcıya sorar bilgi veririm dedi. İki gün sonra beni görünce tamam abi o
fiyata razı oldu dedi. Bende büyük bacanağa fiyatı söyledim bacanak yine fiyat
arttırdı. Komisyoncuya bildirdim oda alıcıya bildirdi olur aldık yine bacanak
arttırsın dedi. Ben durumu üzülerek komisyoncuya bildirirken tarlaları toptan
alacak kişiye yapılan arttır, arttır konuşmaları geldi. Komisyoncuya arkadaş
bizim büyük bacanağı tanıyorsun ona söyle, alıcıyı ona götür dedim. Komisyoncu
olur abi dedi. Ertesi gün gitmişler tarla için verilen fiyatın iki katı yeni
fiyat isteyen bacanağa kızarak dönmüşler.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
İsa KAYACAN |
|
- BURDUR’DAN MİNİK BİR ŞAİR ADAYI:SEZA TUTKU AZAKLI
-
Bazı büyükler, çocukluktan, gençlikten çıkıp,
olgunlaşınca (olgunlaşınca sözü doğru değil haddizatında) ne oldum delisi
oluyorlar, büyük-küçük tanımama gafleti içine giriyorlar. Sanat ve edebiyat
alanında bunların yüzlercesi, binlercesi var..
-
Bunlarla her gün ve sıklıkla karşı karşıya
geliyoruz, yüzyüze geliyoruz…
-
ÇOCUKLAR
-
Çocuklar, çocuklarımız.. Miniklerimiz, yarının
büyükleri gururlarımız… Bunlar için herhangi bir şey söylemek doğru değil. Hiç
değilse şimdiden.
- Burdur’dan Araştırmacı, şair ve yazarlar Derneği Başkanı Sebahat Gümüş
hocanımla Isparta’da bir vesileyle görüştüğümüzde, torununun şiirleri
olduğundan sözetmişti “Gönderin değerlendirelim, yarının şairlerine hizmet
edelim” demiştim. Torunu Seza Tutku Azaklı’nın bir fotoğrafı, bir mektup ve
minik şair adayımızın birkaç şiirinin eklendiği bir zarf aldım. Önce Sebahat
Gümüş hocamızın mektubu:
-
-Seza Tutku Azaklı… 19 Eylül 2001 doğumlu.
Burdur Cumhuriyet İlköğretim Okulu, 2-B sınıfında okuyor. Öğretmeni İbrahim
Günay. Okul Müdürü: Ahmet Şen.
-
Seza, şiir yazmayı, resim yapmayı çok seviyor.
Şiirlerini ana sınıfından itibaren yazmaya başladı. Şu anda sınıf birincisi.
çokk çalışkan, süper. Annesi Sevtap Gümüş Azaklı. Babası Zafer Azaklı.
Anneannesi; Sebahat Gümüş. Onlarda şiir yazıyor.çok değerli hocam: Seza’nın
daha çok şiirleri var. 7 tanesini gönderiyorum (Sebahat Gümüş)
-
-
SEZA’NIN ŞİİRLERİ
-
Seza’nın duyguları tertemiz, sımsıcak. Hiç
bozulmamış anlatımlar, sözler ve mısralar bunlar:
-
Sev adlı şiirinde; sigaranın zararlarından söz
ediyor. Her şeyi seviyor, sevelim diyor… Ama “sigarayı asla” diye kesip
atıyor, kestirip atıyor. Minik yürek, minik duygular bunlar:
-
Dünyayı sev/Kalbini sev/Kendini sev/Sigarayı
sevme.
-
Ata’yı sev/Bayrağı sev/Seza’yı sev/Sigarayı
sevme.
-
Bir başka şiirinde “Anneanneme” başlığıyla
sesleniyor Seza Tutku Azaklı. Burada:
-
“Aşkım anneannem/Seni çok seviyorum/Sende
bensiz duramazsın/Bunu biliyorum”.Burada duyguların temizliğiyle doğruluğundan
başka bir şey aramak durumunda değiliz. Çocuk bu. Böyle anlatıyor.
-
Seza, şiirlerinin üstüne birde yazılış
tarihleri hakkındaki bilgilerle çıkıyor karşımıza. Bu kez dedesinden sözediyor.
“Dedeme” başlığı altındaki duygularından:
-
“Güzel dedem/Şirin dedem/Sen benim bir
tanemsin”…. dedikten sonra, “Ben seni çok seviyorum/Seni özlüyorum”diye de
ilavede bulunuyor.
-
Sıra annesinde. “Melek annem” başlığı
altındaki duyguları, daha doğrusu duygularının bir bölümü şöyle:
-
“Canım annem/Tatlısın sen/Bir
meleksin/Canımsın”… İşte duygu anlatımı, işte sevgi aktarımı, anlatımı… Seza
yakınlarıyla ilgili duygularını anlatmaya devam ediyor: Bu kez sıra
babasındadır. “Babacığım” başlığı altındaki duygu aktarımında şöyle söylüyor:
-
Babacığım/Sen beni seviyor musun?” diye bir
soru… Alın bakalım. “Yanımda huzur buluyor musun”? ikinci sual. “Ben seni
seviyorum/Seni çok özlüyorum”. Bu açıklamadan sonra, hangi baba kızı için”
sevmiyorum” diyebilir? Hele Seza gibi sevimli ve tatlı birisi olursa…
-
Seza, Teyzesi için de bir şeyler söylüyor.
Aralarında konuştukları, hitabetlikleri adıyla “Nebuşum/Nebuşum nerdesin?”
diye soruyor. Seza Tutku Azaklı’nın, Atatürk’le ilgili duyguları da var.
Girişi bu şiirin:
-
“Atatürk, Atatürk/Ey Atatürk/Neredesin?”
dedikten sonra, “Çocuklar seni çok özlüyor” diyerek kendisinin ve
arkadaşlarının Atatürk sevgilerini anlatıyor .
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- ISPANAK YEMEĞİ KUŞBAŞILI
- 1 Kilogram ıspanak
- 150 Gram Kuşbaşı a veya pastırma
- 1 fincan zeytinyağı veya margarin
- 1 Baş kuru soğan
- 1 kaşık salça
-
Ispanaklar güzelce yıkanır. Bir süzgece konarak suyunun süzülmesi
için bir kenara alınır. Soğan soyularak küçük tencereye olarak
doğranır. Tencerede doğranan kuşbaşılar konulur soğan ile birlikte
kavrulur üzerine bir yemek kaşığı salça konulun ve yarım kaşık tuz
atılır. İstenirse pul biber ilave edilir. İstenildiği kadar
zeytinyağı dökülerek üzerine soğuk su ile bir miktar kaynatılır.
Bu arada ıspanaklar vitaminini kaybetmemesi için doğranarak
kaynayan tencereye konulur on dakika kadar pişirilince bir fincan
pirinç ayıklanmış ve yıkanmış olan pirinç tencereye ilave edilir.
Beş dakika daha kaynatılan yemek hafif soğuyunca servise alınarak
üzerine istenilirse sarımsaklı yoğurt ekilerek yenilir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Adile TÜRKMEN |
|
-
HASTANE KÖŞESİ
-
Ameliyat olduğuma kimse
inanmaz,
-
Hastane kapısına hiç kimse
gelmez,
-
Acılar içinde Adile ölmez,
-
Ah şu hastanede hiç zaman
geçmiyor.
-
-
Kocam hastalığıma inanmaz,
-
Gelip yanıma nasılsın demez,
-
Ameliyat oldum diye yüzü
gülmez,
-
Ah şu hastanede hiç zaman
geçmiyor.
-
-
Doktor hemşire hepsi söyledi,
-
Yinede inanmadı yanıma
gelmedi,
-
Çeke çeke bu çileler bitmedi,
-
Ah şu hastanede hiç zaman
geçmiyor.
-
-
Yemeğini yiyip suyunu içemem,
-
Para bulup kantine inemem,
-
Acılara mahkum oldum gülemem,
-
Ah şu hastane hiç zaman
geçmiyor.
-
-
Sigaramı elimden almayın
sakın,
-
Hemşire odası yanıma yakın,
-
Doktor Tanju derdime bakın,
-
Ah şu hastane hiç zaman
geçmiyor.
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Rıza HARDAL
|
|
- AĞLADI
- Denizler kabardı yerler yarıldı
- Gökte melekler yerde insan ağladı
- Binalar yıkıldı yerler bir oldu
- Görenler ağladı eller ağladı.
- Bir çok insanın yüreği yandı
- Karda kışta kaldı kimileri dondu
- Tabiat afatı ocaklar söndü
- Sönenler ağladı sönen ağladı
- Kalmadı dünyada servete varan
- Canları topluca mezara konan
- Güçlü güçsüzle kırar da kıran
- Kıran da ağladı, kıran ağladı
- Tarihte olmadı böyle bir tufan
- Onlar da oldular bayrama kurban
- Kim idi denizi ikiye bölen
- Bölenler ağladı, bölen ağladı.
- Bayram geldi üzgün üzgün kullarda
- Gelir yakınları gözü yollarda
- Sıra gelmez tabutlara sallara
- Tabutlar ağladı, sallar ağladı.
- Tabiat azabı Buşhun zulümü
- Dünya ahvalimi Allah kulumu
- RIZA der ki şaşırdılar yolumu
- Gelenler ağladı yollar ağladı.
- 30/12/2004 Bursa Yanişehir
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Güner KAYMAK |
Güner KAYMAK Hayat Hikayesi |
- BEN BİR BANK’IM
- Ben bir bankım
- Kordonbuyu İzmir'deyim
- Parka kurulmuşum ordayım
- Deniz en yakın komşum
- Neler gördüm neler yaşadım
- Bir kaç misal vereyim
- Bazen aşıklar gelirlerdi
- Üstüme otururlardı kumru gibilerdi
- Öyle sevişirler, öyle tatlı konuşurlar di ki
- Ben çok mutlu olurdum
- Hiç amma hiç yorulmazdım
- Elimde gelse kuş tüyünden,
- Minder olmak isterdim
- Bazen zalimler kötüler gelirdi
- Onlarda üstüme otururlardı
- Diken olup batmak isterdim
- Lakin elimden gelmezdi
- Onlar kalkıp gidene kadar
- Göz yaşlarım içime akardı
- Dullar gelirdi, yetimler gelirdi
- Evsiz kalıp, sokakta yaşayanlar gelirdi
- Üzerime uzanır yatarlardı
- Şefkatle basardım bağrıma
- Yağmur yağmasın diye,
- Rüzgar esmesin diye dua ederdim
- Alışırdım onlara çabucak
- Gelmediklerinde üzülürdüm ağlardım
- İhanet edenler gelirdi
- Nankörler gelirdi
- Nefret ederdim onlardan
- Hele de dedikoducuları, hiç sevmezdim
- Akşama kadar başkalarını çekiştirir, dururlardı
- Politikacılar gelirdi, halkı kandırmak için
- Yalan vaatlerini ezberlemeye çalışırlardı
- Duyardım hepsini, görürdüm sırıttıklarını
- Acırdım işçiye, köylüye,Memura, esnafa
- Vurguncular, soyguncular,hortumcular gelirdi
- Utanmadan üstüme otururlardı
- Hepside pis pis kokardı
- Burnumun direği sızlardı
- Onlar gidene kadar kıvranırdım
- Acı çekerdim, ağlardım
- Gittiklerinde derin bir nefes alır, rahatlardım
- Vatan hainleri gelirdi, teröristler gelirdi
- Masum insanları, çocukları katledenler gelirdi
- Analara feryat, figan ettirenler gelirdi
- Çalıştırdığı işçilerin haklarını vermeyenler gelirdi
- Barışa düşman olanlar gelirdi
- Fitne gelirdi, fesat gelirdi
- Bomba olup patlamak isterdim
- Lakin elimden gelmezdi
- Ben bir eşya idim
- Bazen şükrediyorum, eşya olduğuma
- Allah korusun ya insan olsaydım
- Bende bu durumlara düşer miydim
- Bende bu kadar alçalır mıydım
- Haramla beslenir,hayasızca yaşar mıydım
- Derin düşüncelere dalar giderdim
- İnsanların dertlerini dinleyince, görünce
- Kendi dertlerimi unuturdum
- Oysa ben bilirdim ki
- İnsan en kutsal varlıktır
- Yeryüzünde Allah’ın halifesi bilirdim insanı
- İnsan zeki idi, insan akıllı idi
- Ya bu savaşlar ne, bu açlık neden
- Bu zulüm nedir, bu duyarsızlık niye
- Neme lazımcılık, almış başını gidiyor
- En ayıp olanı da ne biliyor musunuz
- Canlı savaş izlerken eğlenmek, yiyip, içmek
- Ayıp ediyorlar günaha giriyorlar
- Çok şükür ki insan değilim
- Çok şükür ki eşyayım
- Ben bir bankım
- Kordonboyu İzmir'deyim
- Bir gün benimde ömrüm bitecek
- Eskidim diye beni de yakacaklar
- Ben eşyayım gerekirse yanarım
- Amma siz insansınız
- Akıl nimetini size verildi
- Siz akıllısınız, siz zekisiniz
- Bir birinizi yakmayın
- Savaşsız bir dünyada
- Kardeşçe yaşayın
-
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
110 SAYI 25 Nisan 2008 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |