 |
YIL 9 SAYI 108 25 Şubat 2008 |
-

-
1!965 ÇORUM SAAT KULESİ
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL EKSİK BİLGİ
-
Ali EMİROĞLU
TOPKAPI SARAYININ TOPU TÜRK
-
İsmet ÇENESİZ SU VE SUSUZLUK TEDBİRİ
-
Salim
SAVCI HİTİT ÜNİVERSİTESİ DİĞERLERİNDEN GERİ KALMASIN
-
Sakin
KARAKAŞ
ÇİTLEMBİKLERİ KORUYUN
-
Mustafa Nevruz SINACI VATİKAN'IN KÜRTLERİ
-
Mustafa GÖRKEM NEDEN HİÇ BİR ŞEYE TAHAMMÜL EDEMİYORUZ
-
Selma GÜRSEL MARTAR SOTE
-
Rıza HARDAL GÜZEL VATANIM
-
Özgür BİÇER LAYIK
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- EKSİK BİLGİ
- Bilgi; insanların aydınlanması için yazılan bir işlemdir.
- Bilginin yazılması ile bu bilinenin diğer bilmeyenlere aktarılması
olayıdır. Bu işlemi yaparken ne yazık ki bilerek veya bilmeyerek diğer
bilenlere de yanlış aktarılmaktadır. Ayrıca da bu bilgileri aldıkları gibi
aktarmaları, araştırmaları ise ayrı bir komedinin ve yanlışlıkları aktaran bir
araç olmanın da göstergesi cabasıdır.
- Bilgiyi aldığınız zaman bu bilginin doğruluğunu, bu bilgideki
anlatıların yanlış veya doğruluğunu araştırmadan diğerlerine aktarmanın
sorumluluğu yeni bilgiyi verene aittir. Bu sorumluluğun sonucuna da
katlanmasının gerektiğini bilmesi ve yanlış bilgilerin devamını sağladığı için
de susmayıp yanlışlıklarının düzeltme veya yeni bir çalışma ile aktarmaları
gerekmektedir.
- Pek çok bu konu hakkında anım bulunması ve bunları burada
yazarsam bir kitap olacağı Bir kaç anımı anlatayım:
-
Birinci anım:
-
Yeni emekli olduğum yıllarda Çorum’da yapılan
bir panelde Hasan Paşa Kütüphanesi ile ilgili bilgiyi aktaran İlahiyat
Fakültesi mensubunun Çorum İl Halk Kütüphanesinde bulunan “El Yazma Kitaplar”
dan bahsederken devamlı “Milli Kütüphane” ye devredildi demesi dikkatimi ve
şuur altımı çalıştırdı. Bu terimi ben; Hasan Paşa Kütüphanesi için
hazırladığım bir raporda: Çorum’da bulunan Tekke ve Zaviyelerin kaldırılması
hakkındaki Kanun” gereği olan senelerde gelen olayı anlatırken. Tekke, Zaviye
ve Medreselerden toplanan “El Yazmaları” için Çorumluların yaptığı ve yapılan
kütüphaneye “Milli Kütüphane” adını verdiklerini yazdığım halde konuşmayı
yapan kişinin dipnotta olan bilgiyi es geçmesi yüzünden Çorum’da bulunan el
yazma kitapların Milli Kütüphaneye gönderildiği sonucunun çıkması beni üzdü.
- Konuşmacı konuştu. Kürsüyü terk ederek tam önümdeki sıraya ve
benim önümde bulunan boş yere oturdu. Ben o şahsın omzuna dokunarak:
- -Konuşmanızda belirttiğiniz “Milli Kütüphane” bilgisini
nereden aldınız? Diye sorunca:
- -Size ne? Diye diklendi. Ben üsteledim.
- -Bu bilgiyi yanlış aktardınız. Sizi uyarmam benin görevim. Bu
bilgiyi Hasan Paşa Kütüphanesinden mi aldınız?
-
Diye üsteleyince. Cevap verme mecburiyetinde
kaldı. Ben de:
- - Ben de öyle olduğunu düşündüm. Dedim. Bu cevabım üzerine:
- -Bu bilgiyi kütüphaneden bir rapor olarak verdiler. Hazırlayan
da Mamut Selim Gürsel. Şimdi öğrendiniz mi? Diye cevap verdi. Bende.
- -Anlamıştım. Yalnız siz o raporu iyice incelememişsiniz.
Bilgiyi yanlış veya kasıtlı olarak eksik verdiniz. Dedim. Bana doğru iyice
dönerek:
- -Nereden biliyorsunuz? Dedi. Bende:
- -Ben Mahmut Selim Gürsel’im. O raporu ben yazdım. “Milli
Kütüphane” o raporda üstte açıkladığım gibi Çorumluların toplanan kitapların
konulması için şimdiki Belediye binasını hibe olarak yaptırdığı ve altının da
irat getirmesi için vakıf edildiğini okumadınız mı? Dedim. İlave ettim. Eğer
bu bilgi basılacaksa bu yanlışlığınızı düzeltiniz dedim.
- Bu birinci eksik bilgi ile yapılmıştı.
- İkinci anım:
- Adamcağızın birisi; bir gazetede halen yazı yazıyor. İşin
tuhafı 1996 yılında ona da bir gün bir kitap çalışması için ortaklık teklif
etmiştim. Ortak çalışmayı kabul etmişti. Beni altı ay kadar beklettikten sonra
sen kendi çalışmanı yayınla. Ben sonra yayınlarım diyerek o zaman bilgi
vermişti. Ben kitabımı yayınlamıştım. Birkaç yıl sonra yine o arkadaş
“Çorum’da basın Tarihi” ile çalışma yaptığını yayınlamıştı. Bende o zamanlar
Çorumlu 2000 Dergisi basılıyordu. Orada benim ortak olarak yayınlamak
istediğimiz kitabımda “Çorum Basın Tarihi” çalışmamın olduğunu yazdım. Bir
daha o konuya deyinmedi.
- Adamcağız bir gün gazete Çorum Hakkında yayınlanmış kitaplar
ve dergiler diye bir liste yayınlamıştı. Ne yazık ki; benim yayınladım
“Çorum’da Yatan Meşhur Yatırlar”, “Çorum 1997” Çorumla ilgili kitaplarım
ile,”Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve Edebiyat Dergisi” ile “Sarı
Çiğdem Defteri” isimli dergilerden hiç bahsedilmemişti ki; Çorumlu 2000
dergisi 1. sayıda da gazetede kendisinin yayınladığı yazıyı yeni yazı diye
dergimde yayınlatmıştı. Kendisine: Bir daha yayınlanmış yazı vermemesini
söylemiş ve cidden bir daha dergime yazı vermemişti. Bu eksik yazıları yazı
yazdığı gazetenin arşivlerinde halen bulunmaktadır.
- Bu da bilgileri bildirmemekle ilgili bir eksik bilgi anımdır.
- Üçüncü anım:
- Yine dergimizin bir yazarı; Çorum 1997 kitabımın özetini
yayınlamış ve beni kızmasın diyerek de hiç alakası olmayan resim yardımı
yaptığımı belirten bir bilgi ile işi geçiştirmişti.
-
Son anım: Bu güne ait.
- Bu gün bir yazarımızdan bir vakıf için yazı yollanmıştı.
Sitemizde o ilçeyi ilgilendiren ve iki baskı yaptığım bir kitabımdan hiç
bahsetmemesi ve üstelik o çalışmamın sitemizde resmi ile yayınlanmakta
olmasına rağmen her ne hikmetse bahsedilmemesi ve yazının yayınlanması için
gönderilmesi de çok ilginç yeni bir anı birikimime girmiştir.
- Çok merak etmekteyim. Neden yapılan çalışmalar üstünkörü
yapılmakta veya çalınmakta ya da görmemezlikten gelinmektedir.
-
“Bir zamanlar bir siteye bunları yazmıştım”
-
Yıkıcı tenkit çok acı bir içkidir.
-
İçmek o kadar zordur ki kezzap gibi insanın
canını yakar.
-
Yapıcı tenkit ise en leziz şurup gibidir.
-
Yeniler her zaman yerilir. Daha ileri
gidilirse becerebilirsen daha iyisini sen yap diye cevap da gelebilir.
-
Benim gibi insanlar uygun olmayan ya da
eksiklikleri bildirmeden edemezler.
- Mahmut Selim GÜRSEL 9 Şubat 2008 Çorum
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
TOPKAPI SARAYI'NIN TOPU TÜRK |
-
Ben, bu Topkapı Sarayı müzesini iyi tanırım.
Devlet memurluğuna buradan başladım. 14. derecedendim;
elime, aylık olarak 31 lira geçerdi. Günde bir lira dışında
kendime para sarf etme imkânım yoktu. Bu şartlar altında
tıbbiye bitirmişimdir. Bunların hepsini torunuma anlatmadım.
-
Çarşamba günü müzenin açık olduğunu
öğrendiğimizden, kahvaltımızı evde yaptıktan sonra,
torunumun otomobili ile sarayın dış kapısına, bir gün önce
arabayı koyduğumuz yere geldik. Dış kapıdan içeri araba
bırakılmıyor. Dış kapı, meşhur Alman Çeşmesi’nin yanındaki
büyük kapıdır. Buradan saray avlularından birincisine
girilir. Eskiden bu kapı açıktı ve birinci avluda, gece bile
insanlar dolaşabilirlerdi.
-
Birinci avluyu yürüdük. Yollar eskiden
stabilize idiler. Bu yollar şimdi güzel yapılmışlar. Ancak,
eskiden görünen büyük çınar ağaçlarında azalmalar var. Elli
sene bile, bazı eksilmelerin sebebi olabilmiş.
-
İkinci kapıdan bilet alarak ve kontrolden
geçtikten sonra, içeri, ikinci avluya giriyorsunuz. Bütün
turistler, bu işlemlere alınmış görüntüdeler. Avlu çok
kalabalık. Ziyarete, turistler pekte bilgisiz olarak
başlamıyorlar. Büyük ihtimalle, nazari bilgi edinmiş
durumdalar. İlk ziyarete, sağda bulunan mutfaklardan
başlıyorlar. Mutfak deyip de küçümsemeyiniz; Osmanlı
mutfakları, birçok devletin kral saraylarından daha
haşmetli. Hele gezerken gördüğünüz çiniler, müzelik olarak
elde edilmiş sanılmamalıdır. Bu malzeme içinde, Osmanlı
sarayının mensupları, aşçılar ve hizmetçiler dâhil, yemek
yemişlerdir. Bu sergilen
-
en porselenler, Osmanlı sarayının
kullandığı eşyalardan kalanlarıdır. Yemek takımları da
sergilenmiş değiller. Hele kazanları görmeniz mutlak
gereklidir. Hacı Bektaş’ta bulunan kazanlar gibi şeyler.
Zaten Hacı Bektaş külliyesini de yaptıran, Osmanlı
devletidir.
-
İkinci avlunun sol tarafında da “Kubbe altı”
adıyla anılan Fatih’in yaptırdığı divan toplanma yerleri
vardır. Biz, torunumla, bu kısmı dönüşte gördük. Padişahın
divanı izlediği kafesli yerin haşmeti, hala insanları
etkiliyor. Kubbe altının arkasındaki kulenin yapılış
tarihini, sarayı hemen her gün gören Aruz şairi Yahya Kemal
Beyatlı’dan dilemiş ve vaktiyle sizlere de bir yazı ile
iletmiştim.
-
Üçüncü kapının önünde torunumla durduk.
Selim III padişahın naaşının konduğu yeri bizim Özgür’e
gösterdim. Kapıyı geçince de, Padişah’ın sefirleri kabul
ettiği salonu gezdik. Burayı görmeden, Osmanlı Padişahının
haşmetini anlamanız mümkün değildir. O, büyük devlet
büyükelçilerinin kabul edildiği havayı ancak salonu görünce
kavramak mümkün oluyor.
-
“Muayede salonu” denen bu salonu geçince,
hemen önünde Ahmet III. Kütüphanesi var. Restorasyon yeni
bitmiş ve açılmış ama, içerdeki kitaplar toplattırılmış.
Burada üçüncü avludayız. Sağda hazine dairesi, solda
emanetler dairesi ve Hareme gidilen yol mevcut. Üçüncü
avlunun önündeki binalar yönetimde kullanılıyor. Muayede
salonunun batıya doğru önünde, “Enderun mektebi” mevcut.
İşte, koca imparatorluğu yöneten tarihe geçmiş
sadrazamlardan çoğu, yabancılardan toplanmış çocuklar olarak
burada yetiştirilmişlerdir.
-
Hazine dairesine girince, Kaşıkçı Elması’nı
görmemezlik etmemelisiniz. Aslında, hazine sözcüğü, bizimki
için bir anlam taşıyor. Osmanlı padişahları, savaşlarda
sıkıştıkça paranın kıymetini düşürmüşler ve içinde yemek
yedikleri altın takımları satmışlardır; ama, tarih kıymeti
olan hiç bir esere dokunmamışlardır. Osmanlı Padişahlarının
tarih saygılarında şüphe yok. Bu eserleri evlerinde dahi
kullanan padişah yok. Onun için de, bu padişahlar tarih
yapmışlardır. Saray eşyalarını evlerinizde kullanmakla ne
devlet adamı olunur, ne de tarih yapılabilir. O koltuklardan
inince, hepiniz benim gibi olacaksınız. Ben sizlerin
çoğundan; yani, kendini devlet adamı sananların çoğundan
daha aklı selim sahibiyim. Hiç olmazsa, sonu hiç olan
yerlere gelmeye heveslenmedim ve mesleğimin sahibi olarak
kaldım. İsterseniz siz, bırakıldığımı söyleyebilirsiniz!
-
Mecidiye köşkü önünde torunumla oturduk ve birer tost yedik.
Altta büyük bir lokanta var. Torunuma, yattığım yeri, ders
çalıştığım kulübeyi ve dördünc
-
ü avludaki köşklerin kimlere ait
olduklarını gösterdim ve bildiklerimi aktardım. Bağdat köşkü
restorasyon halinde olduğu için göremedik. Harem ve arabalar
dairesini de göremedik. Gün, her şeyi görmeye yetmiyor. Siz
görmeye giderseniz, iki gün ayırmalısınız. Bura sizindir
sizin! Burada gördüklerinizin hepsi Türk’tür. Mimarisi
Türk’tür ve içinde oturanlar da Türk’türler. Türk’ü
küçümseyenlerin de bu saraya uğramalarını tavsiye ederim.
Belki utanmayı öğrenirler.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
İsmet ÇENESİZ |
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
|
-
SU VE SUSUZLUK TEDBİRİ;
- Şu anda gündemin en önemli konusu su
sıkıntısı ve su israfı. Bu gün nasıl su sıkıntısı varsa, 40-50 yıl
öncede bu sıkıntılar varmış. Ve bu gün çok duyarlı insanlar olduğu
gibi o günlerde de bu konulara duyarlı insanlar varmış.
-
Bu önemli gündem
konusuyla ilgili olarak Enver Leblebicioğlu ile eczanesinde konuşurken
halasının beyi olan rahmetlik Noter İhsan (Sabuncu) amcadan bahsetti.
Rahmetlik Noter İhsan amca merdivenleri kovayla suyu dökerek yıkatmaz,
bezle sildirtmekte ısrar edermiş ve sürekli böyle yaptırırmış.
Rahmetlik, “Bu suyu torunlarımız içmeye zor bulacak ama biz israf
ediyoruz” diye de, ikaz edermiş. Ve yine rahmetlik olan kıymetli
hocam, Enver Bey’in babası Sadi Leblebicioğlu ve İhsan amca 40 sene
önce Çomar Barajının yapımında öncül olmuşlar.
-
Çomar Barajı o
günlerde tarımsal sulama amacıyla yapılmış ama Çorum susuz kalınca
senelerce Çorum’un içme suyu ihtiyacını karşılamıştır.
-
Bu gün itibariyle
Çorum’da susuzluk yoktur ama Türkiye’de susuzluğa namzet illerden en
önde gelen şehirlerden biri yine Çorum’dur. Hemen bu günden bu konuda
neler yapıldığı ve ne hızla yapıldığı belediyenin en yetkili
ağızlarınca izah edilmelidirler. 2-3 gün önce yerel gazetelerimizde
bu konuyla alakalı olarak yapılan açıklamalar yeterli değildir.
Çorum’daki su temin şekli sağlam ve güven verici değildir.
Çorum suyunun yarısını kuyulardan temin ediyor. Bu hem çok pahalı bir
yöntem hemde ilerde elektrik kesintileri başlayınca ve yer altı suları
her gün metrelerce daha aşağı çekildikçe daha da artan maliyetler
karşısında ne olacağı şimdiden düşünülmeli ve ona göre gereken
tedbirler alınmalıdır. (Geçmiş yıllarda da kuraklıklar olur ve yağmur
dualarına çıkılırdı. Ama bu son kuraklıklarda dikkat çeken konu son
2-3 yılda yer altı sularının 40-50 metre daha aşağılara çekilmesi ve
yağan yağmurlarında bu yüzden içme sularına daha az etki etmesidir.)
-
Mesela Ankara’nın bu
gün susuz kalışının sebebi vaktinde gereken tedbirlerin
alınmamasındandır. Türkiye’nin, dünyanın susuz kalacağı sadece bu
günün konusu değildir. Bu yüzden Kızılırmak’tan Ankara’ya su alınması
fikri neden en az bir yıl önceden hayata geçirilmedi?
-
Biz Çorum için
Çorum’un suyu için 20 senedir yazarız. Karınca kararınca faydalı da
olmuşuzdur. ŞİMDİ YİNE UYARIYORUM Çorum susuzluğa namzettir! Bu
sorun 1 yıla kalmadan sayın milletvekilerimiz ve belediyemizce
çözülmelidir. Yoksa Ankara gibi su bittikten sonra paçaların sıvanması
durumunda kalırız.
-
- TÜRKİYE’DE VE ÇORUM’DA NELER
YAPILMALI?
-
-
1-) Öncelikle eğitim
diyoruz. Her şeyde olduğu gibi önce eğitim. Çocuklarımıza ilkokulda
çok iyi eğitim vermeliyiz. Çünkü artık okula gitmeyen çocuk yok. Ama
yüksek tahsil yapamayanlar pek çok. Ne yapıp yapıp İlkokullar tek
tedrisatlı hale getirilmeli. Böyle konular ilkokullarda çocukların
beynine kazınmalı.
- 2-) Barajların ve göletlerin kendi
kaçakları önlenmeli.
- 3-) Yer altı tesisatlarında harcanan
suyun % 25’i kadar kaçaklar olduğu söyleniyor. Bu önlenmeli. (Bu
genelleme Türkiye içindir.)
- 4-) Atık sular arıtılmalı ve yine hiç
olmazsa sulama alanında kullanılmalıdır.
- 5-) Halk televizyonlarda ciddi olarak
ve en duyarsız insanlara dahi tesir edecek şekilde uyarılmalı ve bu
yönde programlar yapılmalıdır.
- 6-) Su kesintileri çare değil. Sadece
cezalarla ve kaçakların tamirleriyle suyun az harcanması temin
edilmelidir.
- Tabii su kesintisi demek bakteri ve
mikrop demek olup, hastalıkların da ana kaynağıdır. Bizim hastalıklara
değil, suya ana kaynaklar bulup onları kullanılır hale getirmemiz
gerekiyor. Yetkililerin yapacağı ana iş budur ve ben onların bunu
yaptıklarına inanıyorum. YALNIZ BİZ TÜRKLER işleri topal karınca
hızıyla yapmaya alışığız. Bu iş ihmale gelmez. BİLİNÇLİ VE HIZLI
OLARAK yapılmalıdır.
-
SU NİMETTİR,
BEREKETTİR, BOLLUKTUR, DAMLASI DAHİ İSRAF EDİLMEMELİDİR!. İsraf
edenler Rabbimin cezasına istese de istemese de razı olacaklardır ve
kurunun yanında yaşta yanacaktır.
-
NOT: Sayın Emniyet Müdürümüz,
sıcaklar dolayısıyla halk bağ, bahçe, park ve balkon gibi yerlere
geceleri çıkıp buralarda nefes almaya çalışmaktadır. Eskiden
düğünlerde tabancalar atılmaktaydı. Şimdinin modası ise havai
fişeklerdir. Ama bu havai fişekler öyle şiddetli gürültü çıkarıyor
ve öyle çok atılıyor ki bu yüzden, insanlar bilhassa da kadın ve
çocuklar bu sıcaklarda evlerinde hapsolmak durumunda kalıyorlar.
Bilgilerinize sunar gereğinin yapılmasını saygıyla istirham ederiz.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Salım SAVCI |
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
|
HİTİT
ÜNİVERSİTESİ DİĞERLERİNDEN GERİ KALMASIN
-
Ülkemizde:
-
1- 60 devlet üniversitesi,
-
2- 25 vakıf üniversitesi,
-
3- 6 KKTC’de üniversite var.
-
Şimdi de üniversiteye bağlı bölümleri
sayalım:
-
Tüm fakülte sayısı: 584
-
Yüksek okul sayısı: 242
-
Meslek Yüksek Okulu sayısı: 384
-
En
-
stitü sayısı: 205
-
Araştırma merkezi sayısı: 329
-
-
Şimdi de Çorum Hitit Üniversitesi’ni ele
alalım:
-
Fakülte sayısı: 4
-
Yüksek okul sayısı: 1
-
Meslek Yüksek Okulu sayısı: 3
-
Enstitü sayısı: Bendeki özetle yok
-
Araştırma merkezi sayısı: Bendeki özetle yok
-
Her ilçeye meslek yüksek okulları açılması
şarttır. Demek ki (3) ilçede bu okul var.
-
Ya diğerleri?
-
Ümitle bekliyoruz, çünkü Çorum, bir atılım
içindedir. Hizmet vereceklere saygılar.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
-
ÇİTLEMBİKLERİ KORUYUN
-
Tarihi kaynaklar beş yüz yıl öncesinde
Osmancık ve çevresinin çitlembik(sakız) ağaçları ile çevrili olduğunu
anlatmaktadır. Koyunbaba ile ilgili tarihi kaynaklarda da
Koyunbaba’nın Kızılırmak’ın yay çizdiği ve etrafı sakız ağaçları ile
çevrili Osmancık kasabasına yerleştiği anlatılmaktadır. Yine Evliya
Çelebi seyahatnamesinde kasaba da bol miktarda sakız ağancının
yetiştiği anlatılmaktadır.
-
Aynı ağaçların bu gün Koyunbaba
türbesinin etrafında sayılı olduğu görülmekle beraber Koyunbaba’nın
koyunlarını otlattığı Adatepe’de bol miktarda bulunduğu bilinmektedir.
-
Bizim çocukluğumuzda Koyunbaba türbesi ve
çevresinde sayıları binlerle ifade edilen ve halk arasında “çetlemük”
olarak bilinen çitlembik ağaçları bu gün itibarı ile yok olmak
üzeredir. Bu gün Arefet tepesi olarak bilinen ve halk arasında tekke
olarak isimlendirilen bölge de çocukluğumuzda bu ağaçların
meyvelerinden yediğimizi hatırlıyorum.
-
Nar tanesi iriliğinde her bir tutamı
olgunlaşmamış üzüm koruğuna benzeyen seyrek yapısı olan bu
“çetlemük”lerden yaşı kırkın üzerinde olan hemen her Osmancıklı
yemiştir. Bir tarafı kırmızı diğer tarafı yeşil görünümü, içi hafif
sert çekirdekleri ve ekşimsi tadını bilmeyen Osmancıklı yok gibidir.
-
Çitlembik ağacı Antep fıstığı ağacı ile
aynı türdendir. Daha çok 300 ile 600 metre rakım arasında yetişir.
Dolayısı ile Osmancık’ın iklimi Çitlembik ağacının yetişmesi için en
uygun ortamdır. Antep fıstığı ile aynı türden olması nedeni ile
çitlembik ağaçlarına Antep fıstığı aşılanabilir. Antep fıstığı
aşılanan çitlembik ağaçlarından oldukça verimli sonuçlar alındığı
görülmüştür. Bu durumu tesbit eden Osmancık belediyesi de yaklaşık
otuz yıl önce bölgedeki bir kısım “çitçlembik” ağanca Antep fıstığı
aşısı yapmış; aradan geçen zaman zarfında etkili sonuçlar alınmıştır.
Hatta bu gün çalışkan ve üretkenliği ile bilinen Çampınar köyümüzde
birkaç çiftçi çitlembik ağacına yaptığı aşı ile Antep fıstığı
yetiştirmekte verim alarak pazarlamasını dahi yapmaktadır.
-
Bütün bu açıklamalardan anlaşılmaktadır
ki yakın bölgeler ele alındığında çitlembik ağacı Osmancık ve yöresine
özel bir ağaçtır ve iklime özel bu durum teşvik edilmeli ve
değerlendirilmelidir.
-
Osmancık ve çevresindeki tarihi çitlembik
ağaçlarına gelince; Tarihi kaynaklarda da yerini alan bu özel durumla
ilgili çevrede mutlaka bir araştırma ve inceleme yapılmalıdır.
Osmancık’ın tarihi ile özdeşleşen ve geçtiğimiz 20 yıl içerisinde pek
çoğu betonlaşmaya kurban edilen sayıları parmakla sayılacak kadar
azalan yaşlı çitlembik ağaçlarından geriye kalanlar mutlaka koruma
altına alınmalıdır.
-
Yirmi yıl öncesinde adeta kentin sembolü
olan; Ancak çarpık kentleşme sonucunda önemli oranda yok edilen
çitlembik ağaçlarından geriye kalanların bir tespiti yapılmalı ve
envanteri çıkarılmalıdır.
-
Kanaatimce yaşları yüz ile dört yüz yıl
arasında olan bu ağaçlar koruma altına alınmalı; uzmanlar tarafından
yaşları tespit eğilmeli,etrafı çevrilmeli ve kültür bakanlığı anıtlar
yüksek kurulu vb. yetkili kurumlarla iletişim kurulmalıdır. Ağaçların
bulunduğu bölgeye ivedi olarak alt yapı hizmetleri götürülmeli,
ağaçların künyesi ve bilimsel isimlerinin yazılı olduğu tanıtım
plakaları hazırlanmalı ve ivedi olarak turizme kazandırılmalıdır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
VATİKAN'IN KÜRTLERİ
-
Ülkemizde Türk
vatandaşı olarak yaşamını sürdüren ve fakat kendini
“Kürt”, özellikle de “Alevi Kürt” olarak tanımlayan
sayıları on binlere varan kişinin, aslında Ermeni ve
Rum dönmesi olduğu artık bilinmektedir. Bu kesimin
karakteristik özelliği bilhassa manevi değer ve “Milli
Devlet” fikrine karşı olmaları ve PKK'ya kol-kanat
germeleri, akla gelen her türlü nam altında yardım ve
yataklık faaliyetinde bulunmalarıdır.
-
Mustafa Kemâl Atatürk
tarafından “dahili bedhah” (gizli düşman) olarak
tanımlanan iç mihraklar işte bunlardır. Bunların bir
dış bağlantıları ve “Vatikan” dahil bütün Hıristiyan
ülke ve devletlerinde iştirakçi, destekçi, finansör ve
işbirlikçileri vardır. Şimdilerde AB’nin her köşe
bucağından fışkıran bu kesim de “harici bedhahlar”
dır. Şimdi bazı örneklere bakalım:
-
VATİKAN'IN KÜRTLERİ !
-
Aslında Vatikan’da
Kürt falan yoktur. Tıpkı içerde olduğu gibi
kendilerini bu lâfz ile açıklayan ve tanımlayan sinsi
düşmanlar, dönmeler ve bunların uzantıları-piyonları
vardır. İşte onlardan biri; Vatikan Kürtleri (!)
PKK'ya kol-kanat gerdiler. Nasıl mı ? Buyurun bakalım:
-
Terörist başı, bebek
katili Apdullah Öcalan 1996'da Papa 2. Jean Paul'a çok
özel bir mektup göndererek, "Ben Hıristiyanlığa
Müslümanlıktan daha yakınım. Türkler Anadolu'daki
Hıristiyanlığı yıkmış kişilerdir" diyerek yardım
istedi.
-
Papa ise, "Kürt
halkının trajedisini asla sessizlik içinde
geçiştiremeyiz" cevabını verdi.
-
Vatikan'ın Adalet Bakanı konumundaki görevlisi
Kardinal Renato Raffaele Martino, ise, Ekim 2007
tarihinde Türkiye ile Irak arasındaki sorunun çözümüne
ilişkin önerilerini dile getirdiği bir açıklamasında,
Kürtler için ayrı bir devlet imasında bulunmakta idi.
Martino’nun "Vatikan, Irak-Türkiye arasındaki sorunun,
kısa sürede barışçıl biçimde çözümlenmesinden yanadır.
Çözümde Kürt halkının (!) ihtiyaçları da dikkate
alınmalıdır. Zira Kürtlerin durumu dünyada eşi benzeri
olmayan bir nitelik taşımaktadır: Ortada bir halk var,
(?) ama bu halka tekabül eden bir devlet yok"
şeklindeki sözleri, Vatikan'ın öteden beri Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'ne karşı terör örgütü PKK'yı
destekler nitelikteki politikalarının bir yansımasıydı
kuşkusuz. Zira, “Ortada bir halk var, (?) ama bu halka
tekabül eden bir devlet yok” biçiminde ki sözler;
Alenen TC Devletinin iç işlerine suiniyetle müdahale,
tahrik ve düşman unsurları teşvik niteliği arz
etmektedir.
-
BU BEYANIN TÜRK DIŞİŞLERİ TARAFIN
-
Türkiye'nin baskıları
sonunda Suriye'den çıkmak zorunda kalan terörist başı
Öcalan, İtalya'ya gittiğinde Vatikan, hem terör
örgütüne hem de terör örgütünün başı bebek katiline
sahip çıkarak bu desteğinin en somut örneğini
sergiliyordu. Hürriyet Gazetesi'nin, 22 Kasım 1998
tarihli "Vatikan'dan teröre destek" başlıklı haberinde
şu ifadelere yer veriliyordu:
-
"Katolik dünyasının ruhani merkezi olan Vatikan,
Apo'ya sığınma hakkı verilmesine taraftar olduğunu
bildirdi. (Sözde) Kürt (!) sorununun yalnızca Türkiye
ve İtalya arasında bir mesele olarak görülmemesi
gerektiğine dikkat çeken Kardinal, bu sorunun bütün
Avrupa'yı ilgilendiren uluslararası bir konu olduğunu
vurguladı. Vatikan (Papalık) bunun da ötesinde, Kürtçü
ayrılıkçılığı kışkırtacak bir tavır sergiliyor. Doğu
Kiliseleri Topluluğu sorumlusu Kardinal Achille
Silvestrini, Kilisenin Kürt toplumunun ulusal kimlik
kazanmasına sempatiyle baktığını hatırlattı."
-
Şimdi sormak gerekir:
Bölücü, tarafgir ve tedhiş örgütü yanlısı tavrı ile
dünya barışına darbe vuran bu papalık (katı-fanatik
din devleti) nasıl muhatap alınır, neden kınanmaz ve
halâ niçin Türkiye Temsilciliği açık tutulur. Dahası
“dinler arası diyalog” konusunda niçin Papalık
(babalık) ile işbirliği yapılır?
-
DİRENİŞ HAKKI !..
-
Vatikan'ın terör
örgütüne ve onun katil başına verdiği desteğin, "dini"
referansı sözde “Kurtuluş Teolojisi”dir. Misyoner
çevrelere yıkıcı, bölücü ve ayrılıkçı akımlara destek
vermek konusunda meşruiyet tanıyan bu teolojiyi, Papa
VI. Paul'un sözleriyle anlatmak gerekiyor: Papa şöyle
diyor: "Bir halk barışçı direnişin hiçbir yarar
sağlamadığı şekilde baskı altındaysa ve başka hiçbir
barışçı direniş olanağı kalmamışsa, o zaman en son
ihtimal olarak şiddetin kullanılabileceği direniş
hakkı vardır."
-
PAPA'YA MEKTUP:
-
Roma'da bulunduğu
zaman içerisinde kiliseler tarafından sahip çıkılan
terörist başı Öcalan'ın Papa' ya yazdığı iki ayrı
mektup var. Papa 2. Jean Paul' ün papalığı döneminde
yazılan mektupta terörist başı, "Ben Hıristiyanlığa
Müslümanlıktan daha yakınım. Türkler Anadolu' da ki
Hıristiyanlığı yıkmış kişilerdir. Bize yardımcı olun"
diyerek yardım istemiş, Vatikan da bunun üzerine bazı
girişimlerde bulunmuştu.
-
Bu ifade aynı zamanda
bir itiraf mıdır, değil midir?
-
Şimdi, lütfen
hatırlayınız: Başta Vatikan'daki yazılı ve görsel
medya olmak üzere AB ülkelerindeki tüm yayın
organları, mektubun yazıldığı 1996 tarihinden itibaren
Türkiye' de TSK'ya karşı saldırgan bir tutum izlemeye
başladı mı, başlamadı mı? Bilhassa Milli Güvenlik
Kurulu’nun (MGK) yapısı ile “Milli Güvenlik Siyaset
Belgesi” konusunda baskı ve dayatmalar oldu mu, olmadı
mı? İşin en ilginç ve enteresan tarafı da Türkiye'ye
karşı başlatılan karalama kampanyasını yürüten ise
bizzat bugünkü Papa idi. Papa 2. Jean Paul Ocak
1998'de diplomatik bir dille şu göndermeyi yapıyordu:
-
ETNİK AYRIŞTIRMA:
-
"İçinde bulunduğumuz
günlerde herkesin dikkatini çeken ‘Kürt halkının
trajedisini’ sessizlik içinde seyirci kalarak
geçiştiremeyiz. Olağanüstü durumlarda mültecilere
yönelik acil merhamet arzusu; Onların (sözde
Kürtlerin) güvenli ve kabul edilebilir hayat şartları
isteyen milyonlarca kardeşinin arayışını unutmamıza
neden olmamalıdır."
-
Şimdi sorulur:
Müslüman sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetinin asli-esas
kurucu unsuru olan; Soyda ve boyda bir Kürt
kardeşlerimize “merhamet duyguları içinde” karşı kin,
nefret ve düşmanlık hisleri (tefrika) aşılama çabası
içinde olan bu papa ve Vatikan; Acaba onların bütün
Türk halkı ile aynı hakları, en rahat ve özgür biçimde
kullandığından; Türkiye da kain Ermeni, Rum ve Yahudi
(gayrimüslim) azınlıklar dahil; Batı Trakya ve
emsalleri ile kıyaslandığında en ileri düzeyde hak,
hukuk, güvenlik ve huzura sahip bulunduklarından
haberdar mıdır acaba.
-
Dahası, bu papalar
Srebrenica soykırımı sırasında ne iş görürlerdi ?
-
Ondan öncesi, Kıbrıs
katliam ve soykırımlarına neden müdahil olmadılar ?
-
Ermenistan’ın Karabağ
da sergilediği vahşet ve soykırımı neden görmezler ?
-
Çeçenistan da tam 480
yıldır süregelen insanlık dışı kin-kan katliam ve
soykırımı niçin durdurmaya çalışmazlar? Düpedüz
yalan-dolanla işgal edilen Irakta kadın erkek demeden
her kese tecavüz eden, yaklaşık bir milyon kişinin
kanına giren, canına kast eden ABD’ye niçin karşı
çıkmazlar da haçlı ruhu ile jenosit yapan
evanjelistlere arka çıkarlar?
-
Prof. Dr. Nadim
Macit'e göre, "arayış" tan bahseden Papa, her nedense
bu coğrafyayı etnik ayrışma üzerinden parçalayan,
çatışma hatları ve kanlı sınırlar oluşturan
emperyalist Batılı devletlerden hiç bahsetmiyordu.
-
PROF. DR. ERKAL, CARİTAS'A DİKKAT ÇEKTİ:
-
Konu hakkında Aydınlar
Ocağı Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erkal
"Misyonerlik, zannedildiğinden farklı olarak siyasi
hedefler gütmektedir" diyor. Misyonerliğin Anadolu'da
Türk kimliğini ve milli devleti hedef aldığını
söyleyen Erkal'a göre, siyasi ve dini boyutlu
misyonerlik hareketleri yeni bir "Haçlı Saldırısı"
olarak tanımlanmalı.
-
Yeni Dünya Düzeni
aldatmacası ile bütün insanlık alemini tehdit eden;
Başta İlâh (din tüccarlığı) Silâh ve İlâç tacirlerinin
emperyalist emellerine niçin engel olmayı düşünmezler.
Bu konuda açıklamalarını sürdüren ve; Misyonerlerin,
her tür insani duyguları istismar ederek ve kullanarak
Hıristiyanlık propagandası yaptığını belirten Erkal,
misyonerlerin asıl amacının "Mutlak
Hıristiyanlaştırma" olmadığına da özellikle dikkat
çekiyor. Erkal, "Önemli olan, insanları toplumuna ve
kültürüne yabancılaştırma, milli-ilmi ve manevi
değerlerini aşağılama, yozlaştırma, vatandaşlık ve
milli kimliği aşındırma ve maddi yönden tatmin
etmektir.”
-
MİSYONERLİK :
-
Genellikle misyonerler
şahitlik kelimesini kullanmaktadırlar.
-
Sözde kardeşlik adı
altında ve dikkat çekmemek için 'İsa Müslümanları'
yaratılmak istenmektedir" görüşünü dile getiriyor ve
Vatikan bağlantılı Caritas isimli örgüte özellikle ve
bilhassa dikkat çekiyor. “Caritas'ın adı ilk kez 17
Ağustos 1999 yılında yaşanan büyük Marmara
felaketinden sonra duyuldu. İnsani yardım adı altında
İncil dağıttıkları öğrenilen bazı grupların, deprem
nedeniyle kimsesiz kalan çocuklara da "sahip
çıktıklarını" hatta yurt dışına götürdükleri iddia
edildi. Afet bölgesine gönüllüleriyle gelen sivil
toplum örgütleri ve yardım kuruluşlarının belki de en
önemlilerinden biri Caritas'tı.”
-
1897 yılında
Almanya'nın Freiburg kentinde Katolik bir insani
yardım örgütü ! olarak kurulan Caritas, pek çok ülkede
aynı adla bağımsız yardım kuruluşları açmaya başladı.
1951 yılında papalığın öncülüğünde bir araya gelen 154
Katolik kuruluşu Caritas İnternationalis adıyla bir
konfederasyon şekline dönüştü ve örgüt bütünüyle
papanın emrine girdi.
-
Merkezi Vatikan'da
Papalık sarayının içinde olan Caritas'ın başkanı, 1999
tarihinde bu göreve seçilen ve daha önce de Caritas
Ortadoğu ve Caritas Lübnan'ın başkanlığını yürüten
Yohana Fuad El Haci. Bu gün yüz binlerce misyoneriyle
198 ülkede faaliyet gösteren Caritas' ın Türkiye'deki
Vatikan Büyükelçiliği nezdinde Caritas Üniteleri
Müdürlüğü'nü yürüten kişi ise geçtiğimiz günlerde
İzmir'de bıçaklı saldırıya uğrayan Rahip Adriano
Franchini idi.
-
MİSYONERLER ÖCALAN İLE AYNI DİLİ KULLANIYOR :
-
Türkiye'de Hıristiyan
misyoner örgütlerin temsilcileri özellikle Doğu ve
Güneydoğu Anadolu'ya ziyaretlerde bulunarak oradaki
halkla iletişim kurmaya çalışmaktadırlar. Yakın
dönemde Milli Güvenlik Kurulu'na sunulan bir raporda,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ne son bir yılda gelen
ziyaretçilerin sayısının son 15 yıldaki ziyaretçiler
kadar olduğu ve Türkiye'ye yönelik bu hareketlerin
hepsinin belli bir merkezden (Papalık ve AB’den)
yönlendirildiğinin anlaşıldığı belirtiliyordu.
-
Bu zaman zarfında
tırmanan anarşi, terör ve tedhiş hareketleri de,
yoğunlaşan bu ilgi ve alânın doğal sonucu olsa
gerektir. Bu arada, Karen Fog’un mektupları, mesajları
ve menfur faaliyetlerini de bu bağlamda hatırlamak
gerekir. Tabii ki, İnsan hakları, demokratikleşme ve
açık toplum adına “küresel emperyalizm ve vahşi
kapitalizme” ortam hazırlama gayretlerini sürdüren
Soros’u da unutmamak gerek.
-
Analize devam edelim:
Terörist başının mektuplardaki sözleriyle, Türkiye'de
misyonerlik faaliyetini sürdüren kişilerin sözlerinin
birebir örtüştüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Nadim
Macit, şunları söylüyor:
-
"Ülkemizde misyonerlik
yapan kişiler şöyle derler:
-
‘Türkiye Devleti,
Kürtler üzerinde baskı yapmaktadır.
-
Geçmişte Ermeniler,
Süryaniler, Rumlar üzerinde soykırımı faaliyeti
yaptılar.
-
Bunun benzerini şimdi
Kürtlere yapmaktadırlar.
-
Türkiye Devleti,
soykırımını sürdürmektedir.
-
Birçok masum Kürt
kimliğini ve hakkını istemesinden dolayı
öldürülmektedir.'
-
İki metin arasındaki
benzerlik, bize, terör örgütünün gerçek yüzünü ve ilâh
ticareti bağlamında vizyona konulan kutsal sürümünü
yeterince tanımlamaktadır.
-
Acaba, hiç düşündünüz
mü?
-
Batılı devletler (AB)
ve kiliseler niçin PKK'yi destekliyorlar?
-
Bu sorunun açık ve net
cevabı İtalyan Evanjelist Kiliseler Federasyonu
Başkanı Domenico Maselli'nin şu sözünde gizlidir.
-
Maselli, der ki:
“Varlıklarını kabul etmeyen beş devlet arasında
bölünmüş saygın (!) (burada kendini Kürt olarak
tanımlayan ve fakat aslında Ermeni, Rum ve Yahudi
dönmelerinden müteşekkil potansiyel hain kitleler
hedef kitle durumunda ve konumundadır) Kürt halkının
yazgısına kayıtsız kalamayız.”
-
Gerçekten kalamazlar.
Çünkü iki kutuplu dünya sisteminin çöküşünden sonra
ortaya çıkan fiili durum, dünya dengelerini bozacak
niteliktedir. Öyleyse Türkiye ile Türk dünyası
arasında duvar örmek gerekir. İkisinin arasını tam
anlamıyla kesmek için Ermenistan yetmez, bir de
Kürdistan gerekiyor. Bütün mesele budur."
-
BUSH'LA 2003'TE ANTLAŞMA İMZALANDI :
-
Araştırmacı-Yazar
Aytunç Altındal: "Teröristbaşının mektubundan sonra
Papalığın Doğu Kiliseler Birliği Komisyonu'nun başı
Achille Silvestrini bir açıklama yaparak Vatikan'ın
PKK'yi ve onun başını desteklediğini belirtti.
Rusya'da ise; Ortodoks Kilisesi'nin en hararetli
taraftar ve savunucularından biri olan bir
milletvekili bölücü başını Rusya'ya getirmek ve ona
sığınma hakkı tanıtmak için var gücüyle çalıştı.
-
Bu milletvekili aynı
zamanda gizli bir tarikatın üyesi idi.
-
Tarikatın adı,
'İstanbul Haçı'nın Egemen Askeri ve Hanedansal
Tarikatı'idi.
-
Tarikatın başında yasal Bizans İmparatoru olduğu
başta Rusya, ABD, İtalya, İngiltere ve Fransa
mahkemeleri tarafından tevsik edilmiş olan Prens Henry
Paleolog vardı.
-
İşte bu tarikatın başı
Almanya'da PKK örgütüne destek veriyordu.
-
El altından dağıtılan
bildirilerinde aynen şöyle yazıyordu: “Türkiye'de
boyunduruk (esaret) altında yaşayan siz Kürtleri çok
yakında bu barbar boyunduruğundan kurtaracağız."
-
PAPA'NIN MİSYONU :
-
Mektup ile birlikte
Ortodoks Papa'nın, Evangelist Bush ile bir anlaşma
yaptığını ve bu anlaşma çerçevesinde, başta Irak'ın
kuzeyindeki Kürtler olmak üzere, tüm coğrafyada etnik
ırkçılık yapan Kürt nüfusunu koruma misyonunu
üstlendiğini ifade eden Altındal, şu noktalara da
vurgu yapıyor:
-
"Papa ben 'Bush'u
destekliyorum' diyor. Oysa ki Bush evangelist yani
Protestan. Bush ile 2003 yılında yapılmış bir
anlaşması var. Bu anlaşma, Irak'ta bir Katolik
kilisesi kurulmasını öngörmektedir. Amaç, Irak'ın
kuzeyindeki Kürtleri korumak ve Türkiye'deki Kürtlere
yapılan baskıları yerinde tespit etmekti. Bu kilise
kuruldu, 2003 yılından itibaren faaliyete geçti ve
Kürtleri koruma görevi Papalığa verildi. Şimdi de BOP
çerçevesinde Rusya'ya ve Çin'e karşı ABD'nin yollarını
açmaya çalışıyor, açıkları bu yönde. Papa'nın misyonu
bu."
-
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mustafa GÖRKEM |
Mustafa GÖRKEM Hayat Hikayesi
|
-
NEDEN HİÇ BİR ŞEYE TAHAMMÜL
EDEMİYORUZ?
-
-
Neden bu
güzel topraklar üzerinde bir birimizi üzüyor, insanca
yaşayamıyoruz?
-
Neden?
-
“Sakarya’lar, Dumlupınar’lar, Çanakkale’ler boşuna mı yaşandı? O
kadar değer boşuna mı gitti ?” Diye soruyorum kendime ama bir
cevap bulamıyorum.
-
Bizler
nasıl bir toplum olduk ki, “BEN” diyor başka bir şey demiyoruz.
Nereden kapıldın derseniz size birkaç örnek:
-
Otobüs
durağında otobüs geldiğinde bir birini iterek “sanki otobüs
kaçacakmış“ gibi diğer insanları hiçe sayarak otobüse binmeleri
gördükçe;
-
Yine
otobüs durağında beklerken sigara içen kişinin izmariti yere
attığını gördüğümde kişiye “neden oraya attığını, ileride çöp
kovasının olduğunu” söylediğimde “ SANANE” diyen insanların
olduğunu gördükçe;
-
Otobüslerde gençlerin büyüklerine yer vermemesinden, uyardığında “
Ben de para verdim. Oturmak benim de hakkım” diyen bir gençliğin
olduğu;
-
Bir
öğretmen olarak sınıfımda öğrencilerimi insana saygı konusunda
örnekleme yaparak doğruları işlerken, öğrencinin “ böyle yaparsak
bize salak derler “ diye cevap vermesinden;
-
Trafikte
kırmızı ışıkta geçmenin bir moda olmasından;
Yine trafikte araç kullanırken, sabırsız şoförlerin sık sık hatalı
sollama yaparken kendi canları ile birlikte karşıdan gelenlerinde
canlarını nasıl hiçe saydıklarını gördükçe;
-
Trafikte seyreden araçların şehir içi
yollarda en fazla 50 km.,şehirlerarası yollarda en fazla 90 km.
otoyollarda en fazla 120 km. hız yapılabileceğini bilen tüm
sürücülere,ehliyet sınavlarında hız limitleri konusunda tüm sürücü
adaylarına bu bilgiler verilir ve öğretilmemiş de sanki bunların
tersi yapılacakmış gibi bir yarışta olmalarını gördükçe;
-
“BEN”
bilirim,
-
“BEN”
yaparım,
-
“BEN”
alırım,
-
“BEN”
kazanırım,
-
“BEN”,
“BEN”,
-
“BEN”,
“BEN”,
-
Evet
“BEN”. Ama nereye kadar ben diyebiliriz ki ? Bu toplumda bu
ülkeden “ben” den başka insan yok mu ki ?
-
Ama sende
varsın, o da var, bizde varız, sizde varsınız, onlarda var. Öyle
değil mi?
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
MANTAR SOTE
- Yarım kilogram mantar
- 2 orta boy domates
- 4 sivri biber
- Yarım yemek kaşığı tuz
- İki yemek kaşığı zeytinyağı
- Mantarlar güzelce yıkanırlar. Yıkanan mantarlar
kuşbaşı gibi doğranarak tavaya konularak ateşe konulur. Ateşte
mantarlar suyu nu çekene kadar ara sıra karıştırılarak kavrulur.
- Bu ara yıkanmış domatesi ve biberi doğrayarak suyu
çekmiş olan mantarların üzerine ilave edilir. Zeytinyağı dökülerek
tuzu ekilir. Domatesler ve biberler iyice mantarla karıştırılarak
haşlanır.
- Sıcak olarak servis yapılır. İsteyende ev ekmeğine
dürüm yaparak yiyebilir.


















|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Rıza HARDAL |
Rıza HARDAL Hayat Hikayesi |
- GÜZEL VATANIM
- Yaşadım yıllarca senin bağrında
- İncitmedin beni güzel Vatanım!
- Bayraklarım dalgalanır hudutta
- Sana doyum olmaz Vatanım!
-
- Karadeniz kenarları ormandır
- Torosların tepesi hep dumanlıdır
- Erzurum’un soğuğu pek yamandır
- Sana doyum olmaz Vatanım!
-
- Marmara’da martılar geziniyor
- Akdeniz’de gemilerin yüzüyor
- Eserlerin tarihlerde yazıyor
- Sana doyum olmaz Vatanım!
-
- RIZA der unutma burada sözün
- Sanki Cennet ala Ege Denizin
- Güzel Vatanıma bağlıdır özüm
- Sana doyum olmaz güzel Vatanım!
- 23/08/1975
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
 |
Özgür BİÇER |
Özgür BİÇER Hayat Hikayesi
|
- LAYIK
- Umut kuşlarının en vefalısına layık ellerin,
- Gurbet kokuları burnuna salınmasın hiç.
-
- Taze leylaklara layık ellerin,
- Yaban dikenleri değmesin eline hiç.
-
- Yolların en ışıklıları serilsin ayaklarına,
- Gözlerinde ki gülümseyişler kaybolmasın hiç.
-
- Üzmesin seni hiçbir şey, hiç kimse,
- Yüreğine gem vur emi, ağlama gözümün nuru hiç.
- 21.01.1997. 15:47 SAMSUN
|
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
109 SAYI 25 Mart 2008 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |